• Sonuç bulunamadı

. Gerçek Yolu, Türkü Dolu . .

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ". Gerçek Yolu, Türkü Dolu . ."

Copied!
51
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EYLÜL 2009 Sayý: 489 Fiyat: 3.5 TL

. Allah Niçin Görülemez ve Elle Tutulamaz?

. Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz

. Gerçek Yolu, Türkü Dolu

(2)

ÝÇÝNDEKÝLER

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna

Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Özenç Kayserilioðlu Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve

Okur/Abone Ýliþkileri:

Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 0542 676 83 47 Faks: 0212 249 18 28 P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul

Yönetim Yeri:

Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul

Baský:

Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.

Çobançeþme Mah. Sanayi Cad.

Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 TL Yýllýk Abone: 40 TL

Yurt Dýþý: 50 TL

Allah Niçin Görülemez ve

Elle Tutulamaz? ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Her Baktýðýmýz Yerde

O’nu Görüyoruz ... 5

Ahmet Kayserilioðlu

Gerçek Yolu, Türkü Dolu ... 13

Güngör Özyiðit

Tonguç Hakkýnda - 2 ... 14

Yalçýn Kaya

Astral Seyahat Ortamlarý ... 24

(Astral Seyahatler)

Zuhal Voigt

Melike Demirað ile Söyleþi ... 32

Ayþegül Çelikkol

Kutular Ýçinde Yaþamanýn Dayanýlmaz Aðýrlýðý

(Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri)

... 38

Thom Hartman/Arýn Ýnan

Ufo Kongresinden Ýzlenimler III ... 43

Rengin Özer

Zihninize Fisiksel Bir Avantaj

Saðlayýn ... 46

Çeviri: Nelda Bayraktar Cilt: 41 Sayý:489 Eylül 2009

(3)

1

Sevgili Dostlar

Almadan vermek yalnýz Bizleri Sevgisinden Vareeden’in iþi ola- bilir. Tam olarak nasýl bir durum olduðunu algýlayamasak da, ver- mekle O’ndan hiçbir þey eksilmeyeceðini, verdiðini geri almaya ihtiyacý olmadýðýný bilgi olarak biliyoruz. Bizler için ise vermek, güzeli vermeyi biliyorsak kendimizi tam ve tatmin olmuþ hisset- memizin bir yoludur. Kendimize beklediðimiz gibi, kendimize ala- bileceðimiz gibi vermek ve bunu yaparken tamam olmak, ismi ve cismi insan olan varlýðýn en güzel yapabileceði iþlerden biridir.

Ýstismar edilmekten korkmadan, iyiliðin güneþ gibi yakýcý olduðunu göz önüne alarak, gerçek sevgiyle verilen her þey, bizi olduðumuz halden baþka hale büründürecek yolun yapýtaþlarýdýrlar.

Sevgili Dostlar, bütün iliþkilerin fiyatlandýrýldýðý, dostluklarýn karþýlýklý alýþ veriþ dengesine dikkatle oturtulduðu dünyevi yaþam gerçeklerini hiçbir zaman tamamen kötü ve hakir göremeyiz bizler.

Ýnsanlar çok acýlý tecrübelerden geçerek ayakta ve diri kalmanýn yollarýný öðrenmenin sonucunda çýkarmýþlardýr o bilgileri. Doðru ya da yanlýþ, eksik ya da ilkel ne olursa olsun en azýndan saygýyý hak ediyor o bilgiler. Ama bizler insanýz, yeryüzünde O’nun halife- siyiz ya hani... Eðer geleceðimizi bu gözle görüyorsak ve böyle olmaya kararlý isek, O’nun önerileri, tavsiyeleri her sözün, her görüþün önünde gelmelidir bizler için. Aklýmýzý hiçbir þekilde devre dýþý býrakmadan (çünkü O böyle istiyor) yalnýz O’nun bizler için dilediklerini uygulamalýyýz. Gönülden vermek, planlý ve bilerek vermek, en ihtiyaç olaný vermek, en ihtiyacý olana vermek, rahatsýz etmeden vermek, beðenmediðimizi vermemek, karþýlýk beklememek.

Hele O’nun yolunda vereceðine karþýlýk beklemek, þimdiden kayýp- ta olmak demek.

SEVGÝ DÜNYASI

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Dr. Refet Kayserilioðlu

Allah Niçin

Görülemez ve

Elle Tutulamaz?

ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR

Beþ duyumuzun dýþýndaki yeteneklerimizi

kullanmaya ve onlarý geliþtirmeye çalýþacaðýz.

Daha önce de söylediðim gibi bunlar sezgi ve

tahayyül melekelerimizdir.

Eðer Allah öyle görüp tutabileceðimiz bir þey olsaydý, hiçbir zaman var mý, yok mu diye bunca münakaþalara girmezdik.

Ýþin zorluðu zaten buradan

geliyor.

(5)

Erdem - Bugün size benim soracaðým son sorularý sormadan önce bir okuyucumuzun iki ayrý mektupta sorduðu sorularý soracaðým.

Taylan Ökte ismini veren bu dostumuz diyor ki:

"Verdiðiniz cevaplarda kâinattaki düzene ve sis- temlere bakarak Allah'ýn varlýðýný mantýken kabul etmemiz gerektiðini söylüyorsunuz. Fakat Allah'ýn varlýðýný iki kere iki dört eder katiyeti içinde gösteremiyorsu- nuz. Allah'ýn bir þekli, bir bedeni, bir yeri, vel- hasýl bizim anladýðýmýz mânâda hiçbir þeyi yoksa ona da var diyemeyiz. O halde o bir hiçtir. Allah'a var diyebilmek için mut- laka bir imana mý ihtiyaç vardýr?"

Özden - Taylan dostu- muzun bir bakýma hakký var. Gözle görülmeyen ve elle tutulamayan bir þey var olduðuna nasýl kani olacaðýz? Çünkü biz etrafýmýzdaki þeylerin varlýðýný hep beþ duyu organýmýzla anlamýþ ve kabul etmiþizdir. Bunun haricindeki þeylerin var- lýðýný kabul etmemiz zor-

dur. Zordur ama, imkân- sýz da deðildir. O zaman beþ duyumuzun dýþýnda- ki yeteneklerimizi kul- lanmaya ve onlarý geliþtirmeye çalýþacaðýz.

Daha önce de söylediðim gibi bunlar sezgi ve tahayyül melekeleri- mizdir. Eðer Allah öyle görüp tutabileceðimiz bir þey olsaydý, hiçbir zaman var mý, yok mu diye bunca münakaþalara girmezdik. Ýþin zorluðu zaten buradan geliyor.

Erdem - Þimdi dostu- muz diyebilir ki, beþ duyu organýmýzla bilemediðimiz þeyin, baþka melekelerin geliþmesi ile az da olsa sezilebileceðini nereden biliyorsunuz? Bunu duyularýmýzla

bilemediðimize göre, var mý diye aramamýz ve bu yolda baþka melekeleri- mizi geliþtirmeye kork- mamýz da imkânsýzdýr.

Özden - Geçen konuþ- mamýzda size insanda bir Tanrý arama duygusu'nun doðuþtan bulunduðunu söylemiþtim. En ilkel kabilelerin ve insanlarýn bile bir Tanrý peþinde

koþmalarý ve bir Tanrý'yý aramalarý, kudretli sandýklarý bir þeyi Tanrý olarak kabul edip onun yardým ve himayesine sýðýnmalarý bunun delilidir. Demek ki insan kendinde yaratýlýþtan bulunan bu Tanrý arama duygusunun itmesiyle yola çýkmakta, Tanrýsýný aramaya koyulmaktadýr.

Ýdraki geliþtikçe Tanrý diye sarýldýðý fýrtýnanýn, güneþin veya þimþeðin gerçek Tanrý olamaya- caðýný anlamakta, Tanrýyý daha yükseklerde ara- maktadýr. Böylece tekâmüle orantýlý olarak Tanrý anlayýþý ve Tanrý olarak baðlanýlan þeyin mahiyeti geliþmektedir.

Esasýnda Tanrý ayný Tanrýdýr. Hiç deðiþmeden ayný durumda durmak- tadýr. Çünkü Tanrý için bir tekâmül, bir ilerleme veya gerileme düþünüle- mez. O ezeli (öncesiz) ve ebedi (sonsuz) olarak ay- ný mükemmeliyette ayný noksansýz kudrettedir.

Erdem - Dostumuz, bir de diyor ki: "Allah madem ki mükemmeldir, noksansýzdýr, her þeyi hikmetle yaratmýþtýr. O

SEVGÝ DÜNYASI

3

(6)

halde ne diye dünyada bunca kötülükler vardýr?

Mükemmel olan

Allah'tan böyle kötü þey- leri yaratmak bek- lenebilir mi? Neden o kötü insanlarý yola getirememektedir?!.."

Özden - Ýnsanlarý yola getirememek diye bir þey yok. Onlarý serbest iradeleri içinde hür býrakmak ve kendi kendilerini düzeltmele- rine imkân hazýrlamak vardýr. Kötülük olan þeye gelince, kötülük nedir?

Hoþumuza gitmeyen ve bize acý veya sýkýntý veren þeylere kötü di- yoruz. Bu deyiþimiz böylece tamamen sübjek- tif ve nispi oluyor.

Ýnsanýn veya ruhumuzun umumi tekâmülü

düþünülünce en kötü dediðimiz þeylerin bazen bize büyük hamleler aldýrdýðýný görürüz. Bize tekâmül yaptýran þey neden kötü olsun?

Ýþin esasý düþünülünce bir iyinin karþýsýnda bir kötünün, bir güzelin karþýsýnda bir çirkinin bulunuþu bize kýyaslama imkâný ve iyiye yönelme imkâný hazýrladýðý için

çok deðerlidir. Ruhun tekâmülü yönünden düþününce iyi ne derece kýymetliyse, kötü de ayný derecede kýymetlidir.

Ýyiyi deðerli, kötüyü deðersiz sayýþýmýz bizim dünya olaylarýna dar bir açýdan bakýþýmýzdan ve o olaylarýn içinde

bulunuþumuzdan ileri geliyor.

Erdem - Dostumuz bir de diyor ki: Kuran'a Allah'ýn kelâmý diyoruz, Kuran'da da Allah: (Ben þunu yaptým, bunu yap- tým) diyor. Yani Allah bayaðý insan gibi konuþuyor. Üstelik bir tek dilde, Arapça olarak konuþuyor. Öte yandan Hýristiyanlar Ýsa'yý, Yahudiler Musa'yý, bazý cahil Müslümanlar da Muhammed'i ve Ali'yi Allah olarak tanýyorlar.

Allah gerçekten insana benzer bir þey midir?

Özden - Allah ne insana, ne de insan üstü varlýklarýn hiç birisine benzemez, hiçbir varlýkla (isterse en yüksek olsun) mukayese dahi edilemez.

Söylediðim gibi insaný Allah'a benzetmek ve

Allah'ý da insan gibi san- mak, idrak noksanlýðýnýn ve tekâmül geriliðinin zaruri bir neticesidir.

Realite (inanýlan gerçek- lerin tümü) yükseldikçe þahýs Allah'ý insana ben- zetme gafletinden kurtu- lur. Bunlardan daha ileri bir merhale ruhu

Allah'tan ayrýlan ve ona kavuþacak bir parça olarak görmek de geri bir realitedir. Bugünün en ileri realitesi þudur: Allah hiçbir þeye benzemez, hiçbir þeyle de kýyaslana- maz. Þekli þemaili yok- tur, olamaz da. Çünkü þekil, onu bir yönden kýsýtlama olur. O yaratandýr. Þekli de, þe- kilsizliði de halkedendir.

Kendi yarattýðý þeylerle baðlý olduðu düþünüle- mez.

Kuran'daki ifadeye ve onun Arapça oluþuna gelince: Her devrin ihti- yacý dikkate alýnarak o devrin insanlarýnýn anlayacaðý bir dille ve idrak edeceði bir kýlýkta bilgiler indirilir. Bunlar doðru bilgilerdir. Fakat kapalý semboller içinde verilmiþtir.

(7)

SEVGÝ DÜNYASI 5

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

Her Baktýðýmýz Yerde O’nu Görüyoruz

O, gözünüzün gördüðü güzelliktir þüphesiz

“Bizim Celselerimiz”

(8)

KALBÝ RAHATLADI

1992 yýlý son aylarýnda 6 yaþýndaki küçük Burak'la (Akkurt) her hafta bu- luþup "Kur'aný Kerim'e Göre Peygam- berler" kitabýndan ilginç olaylar ve yorumlarý üzerinde çok zevkli soh- betler yapýyoruz. Henüz okula gitmedi- ðinden, olaylarý hiç çarpýtmadan ama olabildiði kadar sadeleþtirerek anlatma görevi tamamen benim üzerimde.

Geçmiþte ilkokul çaðlarýmda iken, Ahmet Cevdet Paþa'nýn ünlü "Kýsasý Enbiya"(Peygamberler Tarihi) kitabý o dönemde sadece eski harflerle basýlý olduðundan, ayný görevi babam üstlen- miþ ve onun anlatýmý ile Âdem'den son peygambere kadar hepsini birlikte incelemiþtik. Deneyimliydim ve bir anlamda da borç ödüyordum. Neyse...

Burak'la geçmiþteki gülyüzlü resûlleri, nebîleri okuyup üzerinde söyleþiler yapmýþ, son üç büyük dinin kurucu- larýnýn atasý, hem resûl hem de nebî olan Hz. Ýbrahim'i konuþmaya baþla- mýþtýk. Kur'aný Kerim'in Bakara Sûre- sinin 260. âyetinde onun, Yaradan'dan ölüleri nasýl dirilttiðini göstermesini istediði anlatýlýr. Allah da: "Ýnanmýyor musun?" diye sormuþ, peygamber Ýbrahim: "Ýnanýyorum ama gönlümün yatýþmasý için istiyorum" diye cevap- lamýþtý. Bunun üzerine 4 kuþ tutup onlarý kendisine alýþtýrmasýný, sonra onlarý kesip karýþtýrarak 4 ayrý tepeye onlardan bir parça býrakmasýný ve evine dönünce de kuþlarý çaðýrmasýný ister Yaradan. Bunlar yapýlýp, o kendine alýþtýrdýðý kuþlar yeniden canlanýp Ýbrahim'e doðru kanat çýrpýnca, gönlü

tamamen yatýþmýþ, gülyüzlü peygam- ber görevine daha da büyük bir azimle sarýlmýþtý.

Burak'a 4 kuþ olayýný, gözünde can- landýrmasý için örnekler vere vere uzunca anlatmýþ, doðaldýr ki, Yaradan'- la ilk konuþmasýndan yani: "Ýnanýyo- rum ama gönlümün yatýþmasý için istiyorum" bölümünden hiç söz etme- miþtim. Bu ince duyguyu nasýl anlaya- bilirdi ki?!.. Olayýn akýþý ve kuþlarýn canlanýp tekrar evlerine dönüþü

Burak'taki heyecaný doruða vardýrmýþtý.

Duygusunun en yoðunlaþtýðý bu anda, dayanamadým ve Yaradan'ýn ilk soru- sunu bu defa Burak'a yönelttim: "Yani Burak Hz. Ýbrahim inanmýyordu mu ki, bir de gözü ile görmek istedi?" Bu arada da kuþlara boþuna ölüm acýsý tat- týrdý. Ne geçti yani eline?!.." diye onu kýþkýrttým. Hiç ummadýðým cevabý beni coþkulu bir heyecana sürüklemiþti.

Kendi kelimeleriyle ama ayný Hz.

Ýbrahim'inki gibi idi yanýtý:

"Niye öyle söylüyorsun Ahmet Aðabey? Kalbi rahatladý!!!.."

Eskiden çocuklara maymunla insan arasýnda yer verilirken, modern psiko- lojide þimdi küçültülmüþ insan diye bakýlmasýna bir daha hak verdim. Hele zamanýmýzýn Indigo çocuklarý bunu her davranýþlarýnda defalarca kanýtlýyorlar.

EN ÖNEMLÝSÝ:

BÝLÝMSEL KANITLAR

Gönüllerinin yatýþmasý için peygam- berlerin bile saðlam kanýtlar peþine düþmelerinin kutsal metinlerde böyle tekrar tekrar anlatýlmasý, hiç de boþuna

(9)

SEVGÝ DÜNYASI 7

deðil. Çevremize dikkatli gözlerle ba- kýp, aklýmýzý sonuna kadar çalýþtýrarak, düzenin kuruluþu ve iþlemesinde Yaradan'ýn ve emrindeki Yüce Manevi Varlýklarýn etkilerini sezip, anlayýp inancýmýzý bu saðlam kanýtlar üzerine bina etmemiz istenmektedir bizlerden.

Allah inançlarýyla ilgili týp profesörleri, felsefeciler ve din adamlarýyla yaptý- ðým söyleþilerde verdikleri bilimsel kanýtlarý, geçen sayýlarýmýzda sizlerle paylaþmýþtým. Sonra da her bir hayva- nýn kendine özgü olaðanüstü içgüdü düzenekleri ve yapýlarýndaki yaþam amaçlarýna uygun deðiþikliklerden uzunca söz etmiþtim. Yabani arý Ammophile'in üzerine yumurtlayacaðý týrtýlý felç etmek için, 9 hareket merke- zine tam isabetle 9 iðne batýrmasý; bal arýlarýnýn en az balmumu harcamak için altýgen peteklerini yüksek mate- matikçilerin hesaplarýna tam uygun olarak 70 derece 32 dakikalýk eðimde eþkenar dörtgen perdelerle kapatmasý üzerinde sürekli derinliðine düþünme- liyiz. Tatlý su midyesinin arkasýnda, üremesine kolaylýk saðlamasý için, hiçbir canlýda olmayan bir sahte balýk düzeneði oluþmasý darwinci biyologlarý bile hayranlýk içinde býrakmaktadýr.

Geçen sayýmýzda 15 milyar yýl önce evrenin tek bir zerreden Big Bang ile oluþturulmasýnýn ilk saniyelerinden itibaren maddenin yaþamý gerçek- leþtirme özelliðinde yaratýldýðýnýn delil- leri üzerinde durmuþtuk.

Patlamadan bir saniye sonraki geniþleme hýzý, sadece yüz bin milyar- da bir oranýnda az olsaydý, evren bugünkü büyüklüðüne varmadan kendi

içine çökecekti. Karbon-12'nin çekir- deðindeki enerji düzeyi, ön hesaplar- dakine tam tamýna uygun olmasaydý;

yaþamýn, organik hayatýn temeli karbon ve diðer elementler oluþamayacaktý.

Doða kurallarýný çiðneme pahasýna su, 0 derece ile 4 derece arasýnda gen- leþmesi gerekirken tersine davranýp büzülmeseydi; yine kurallarý çiðne- yerek, katýlaþýp buz haline gelirken yoðunluðu artmasý gerekirken tersine davranýp hafiflemeseydi; okyanuslar ve denizler dipten itibaren donarak kutup- lardaki buz kitleleri haline gelecek, yaþamýn oluþmasý engellenecekti.

Maddenin yaþamý oluþtura- cak özelliklerde yaratýlmasý sayesinde, dünyada 3 milyar yýl önceki okyanuslarda ilkel çorba içinde, yaþamýn temeli olan proteinlerin ana bile- þeni aminoasitler otomatik olarak süratle her tarafý ala- bildiðine doldurmuþtur.

Maddenin yaþamý oluþturma özel- liðinden dolayýdýr ki, yeþil yapraklar Güneþ enerjisini kullanarak sudan ve CO2 den hepimizin gýdasýný ve oksi- jenini saðlayabiliyorlar. Bu fotosentez olayý öyle iç içe düzenler ve enzimler sayesinde, hem de saniyenin kesir- lerinde meydana geliyor ki; taklit etmek için son derece hayati ihtiyaç duymamýza raðmen þu ana kadar yaný- na bile yaklaþabilmiþ deðiliz. Yine maddenin yaþamýn oluþmasý ve sürdü-

(10)

rülmesine uygun özelliklerde yaratýl- masý sayesinde su, 130 metre boyunda- ki aðaçlarýn tepesine bile çýkabilmekte- dir. Bunun gerçek mekanizmasýný da bilimsel olarak tam anlamýþ deðiliz.

Þunun altýný þiddetle çizmemiz lâzým.

Allah'a inancýmýzý bilgilerimizdeki eksikliðe, acizliðimize baðlýyor deðiliz.

Bunlarý düzendeki büyük zekâ, hüner ve ustalýðý bilimsel kanýtlarla ortaya koymak için aktarýyoruz. Aslýnda bil- gimiz arttýkça inancýmýz daha da pekiþiyor. Çünkü düzendeki ustalýðýn daha çok farkýna varýyoruz. Biyoloji profesörü Dr. Russel Charles Eartest bunu çok güzel dile getirir:

“Madem ki bilim birçok þeyleri açýklamaktan acizdir öyleyse Allah'ýn varlýðýný onaylamaktan baþka çýkar yolumuz yoktur mantýðýný bütünüyle reddediyorum.

Bütün bu gerçekler açýklan- sa, bir gün bilmediðimiz kar- makarýþýk noktalar ortadan kalksa; biz bir canlý hücreyi bütün detaylarýna kadar anlayabilme gücüne sahip olsak dahi onu yaratan ve yoktan vareden çok büyük bir gücün ve idarecinin sanatýný araþtýrýp anlamaya çalýþmak- tan öte bir þey yapamayýz.

Ýþte baþýndan beri hücredeki

sitoplazmanýn hareketini sað- layan, her varlýða varlýðýnýn gereðini belirterek o doðrul- tuda faaliyet yapmasýný dü- zenleyen bu yüce kuvvettir.”

("Niçin Allah'a Ýnanýyoruz?" S. 157)

Þimdi dünyanýn baþlangýç yýllarýnda aminoasit oluþumunun laboratuar ortamýnda deneyle kanýtlanmasý, ulu aðaçlarda suyun yükseklere taþýnmasý, yapraklardaki fotosentez olaylarýný biraz daha yakýndan inceleyelim.

ÝLKEL ÇORBADAKÝ AMÝNOASÝTLER

Yaþamýn temeli olan proteinler 20 farklý aminoasitin belli bir sýra izleye- rek deðiþik kümeleþmelerinden oluþur.

Örneðin kanýmýzdaki hemoglobini ele alalým. 574 aminoasitden oluþan bu proteinde de 20 çeþit aminoasitin her biri kendi sýrasýnda tekrarlanmaktadýr.

Soydan gelen bir kan hastalýðýnda 573 dizinin her biri uygun aminoasitlerden oluþmasýna raðmen, sadece bir yerde 6.

sýrada valin olmasý gerekirken,yan- lýþlýkla glutamik asit oluþmaktadýr.

Sadece bu tek yerdeki yanlýþlýk bile vahim sonuçlar doðurur. Alyuvarlar birbirine yapýþýr ve kýlcal damarlarý týkar. Yani bu ufak bozulmanýn bile þakaya gelir yaný yok. Basit bir canlý hücresinde bile birbirinden farklý 200 den fazla protein birbiriyle ahenkli bir düzende çalýþmaktadýr. Matematikçiler olasýlýk hesaplarý yaptýlar.

Dünyamýzdaki tüm atomlar aminoasit

(11)

SEVGÝ DÜNYASI 9

yapýmýnda kullanýlsalar ve þimdikinden daha hýzla birleþip ayrýlsalar ve bu hep tekrarlansa, hemoglobin gibi bir tek proteinin dünyanýn 5 milyarlýk yaþýnda tesadüfen oluþma olasýlýðý yok. 5 mil- yarýn yanýna 161 tane sýfýr koyarak elde edilecek hayal ötesi sayý kadar yýl geçmeli ki istenen bir protein kendi- liðinden oluþabilsin. Bir de 200’den fazla proteini hesaba katarsak bu düzenden aklýmýz duracak gibi olur.

Ýlkel çorbada aminoasitlerin oluþmasý ile ilgili 1953 yýlýnda yapýlmýþ çok önemli laboratuar deneyi modern biyo- loji kitabýnda þöyle anlatýlmaktadýr:

"Hayat baþlamadan önce hangi organik bileþiklerin ortaya çýktýðý sorusu önemlidir. Chicago Üniver- sitesinden Harold Urey bu soruyu cevaplamaya çalýþmýþtýr. Urey önce, ilkel yerküresinin koþullarýna benzer koþullarý yaratmayý düþünmüþtür.

Urey'in öðrencilerinden biri olan Stanley Miller hava geçirmez bir aygýt yapmýþ sonra bu aygýtýn içine metan, hidrojen ve amonyak gazlarý koymuþ ve bu ortamda çok yüksek enerjili elek- trik kývýlcýmlarý oluþturmuþtur. Aygýtýn alt tarafýnda bulunan baþka bir bölüme kaynar su eklenerek bu sisteme ýsý ve su buharý verilmesi saðlanmýþtýr. Su buharý, sistem içinde dolaþýrken soðu- tucu bölmeden geçerek yoðunlaþmakta ve yaðmur haline gelmektedir. Miller böylece, ilkel atmosferde bulunabilecek gazlarý, ýsýyý, yaðmuru ve þimþek çak- masý koþullarýný yapay olarak laboratu- arda yerine getirmiþtir. Mevcut gazlarýn aygýt içinde bir hafta kadar dolaþýmýný saðladýktan sonra alt bölümde biriken

sývýyý incelemiþtir. Deneyin baþlangýcýnda renksiz olan sývýnýn, deneyin sonlarýna doðru kýrmýzý bir renk aldýðý gözlenmiþtir. Ayrýca

kimyasal analizler de yapýlmýþ, biriken sývý içinde deney baþlangýcýnda bulun- mayan birçok kimyasal bileþiðin varlýðý saptanmýþtýr. Aygýt içindeki bazý gaz moleküllerinin atomlarý, ayrýþýp yeniden birleþerek daha karmaþýk moleküller oluþturmuþlardýr. Biriken sývýnýn kimyasal analizi yapýldýktan sonra bu sývýnýn aminoasitler denilen bazý kimyasal bileþikleri kapsadýðý bulunmuþtur. Bu çok önemlidir, çünkü aminoasitler bütün canlý hücrelerin yapýsýnda bulunan proteinlerin temel yapý birimleridir. Bünyesinde protein bulundurmayan hiçbir canlý yoktur...

Bu kanýtlar çok etkileyici olmakla beraber hayatýn doðuþu üzerindeki bütün sorularýn cevaplanmýþ olduðu yargýsýna varmamýz doðru deðildir....

Organik bileþiklerden ilk canlý hücrelerin nasýl oluþtuðu sorusu baþta olmak üzere cevaplanmasý gereken daha bir çok soru vardýr."

Prof. Ali Demirsoy çok yarar- landýðým 900 sayfalýk "Kalýtým ve Evrim" kitabýnýn 79. sayfasýnda; ilkel canlýlar ile çok organize olmuþ geliþmiþ hücreler arasýndaki evrimsel boþluktan þöyle söz etmektedir:

"Evrimde açýklanmasý en zor

kademelerden biri de bu ilkel canlýlar- dan, nasýl organelli ve karmaþýk hücrelerin meydana geldiðini bilimsel olarak açýklamaktýr. Esasýnda bu iki form arasýnda gerçek bir geçiþ formu da bulunamamýþtýr. Tek hücreliler ve

(12)

çok hücreliler bu karmaþýk yapýyý tümüyle taþýrlar; herhangi bir þekilde daha basit yapýlý organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduðu bir gruba veya canlýya rastlanmamýþtýr.

Yani organeller her haliyle geliþmiþtir.

Basit ve ilkel formlarý yoktur. Son zamanlardaki varsayým þudur:

Karmaþýk hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde geliþerek meydana gelmemiþtir. Bir evrimsel sýçrama meydana gelmiþtir.

Yani ilkel hücrelerden geçiþ formu olmaksýzýn geliþmiþ hücreler meydana gelmiþtir."

Açýkça görülüyor ki, insaný býrakýn, geliþmiþ tek hücrenin bile oluþmasý plan ve akýl sahibi eller iþe karýþmadan açýklanamamaktadýr.

Aminoasitlerin proteinlerin hattâ DNA'larýn ilkel çorba- da oluþup hayatýn temellerini atmalarýný anlayabilir ve hattâ bunun maddenin yara- týlýþ özelliklerinin doðal bir sonucu olduðu tezini rahatça ortaya koyabiliriz. Çünkü üstün organizmalar ancak bu ilkel yaþam unsurlarýnýn akýl ve plan devreye girerek orga- nize edilmesi ile meydana ge- lebilirdi. Yüksek akla ve hü- nere sahip ruhsal varlýklarýn bilinçli etkilerle DNA'larda deðiþiklikler yapa yapa tür-

den türe geçilmesi ve yaþa- mýn evrimleþmesi tezinin bu durumda Darwin kuramý ile bir çeliþkisi olmayýp onu tamamlamaktadýr.

Gelecek sayýlarýmýzda ruhsal âlemin dünyamýz üzerindeki maddi etkilerinin parapsikolojik kanýtlarý üzerinde uzun- ca duracaðýz. Onlar yaþamýn

geliþmesinde görev yapabilecek kudretlerle bezenmiþ varlýklardýr.

Baþka bir alandan analojik bir örnek- le tezimizi destekleyelim. Ellerinde uygun yapý malzemeleri bol bol mev- cut olamadan hiçbir mimar mühendis bir eser ortaya koyamaz. Ama biliyoruz ki, sadece malzemelerle deðil; plân, proje ve ustalýklarýn iþe karýþmasý ile abideler yükselebiliyor.

AÐAÇ, O BÝLÝNMEYEN

Bizler bugün ulu aðaçlarýn tepesine suyun nasýl ulaþtýðýný hâlâ anlamýþ deðiliz. Bazý aðaçlar 130 metreye kadar büyüyebildiði halde topraktan emdik- leri suyun aðacýn en tepesine kadar çýk- týðýný görmekteyiz. Okullarda bize öðretilen kýlcal borularda suyun yük- selmesi teorisi bugün geçerliliðini korumamaktadýr. Çünkü bu kapiler çekim suyu orta boydaki bir aðacýn tepesine bile çýkaramamaktadýr. Kök basýncý teorisi de yetersizdir. Bu basýnçla ancak 30 metreye kadar çýka- bildiði gibi, kök basýncýnýn olmadýðý mevsimlerde de sular aðaçta yük- selmektedir. Bunlar bizi yeni bir teori

(13)

SEVGÝ DÜNYASI

11 aramaya zorlamaktadýr. Modern biyolo-

ji kitaplarýnda kohezyon - gerilim teorisinden bahsedilmektedir.

Bu teoriye göre köklerden aðacýn tepesine kadar devamlý bir sütun ha- linde bulunan su, yapraklardaki çekim kuvveti sayesinde adetâ bir ipin yuka- rýya çekilmesi tarzýnda aðacýn tepesine çýkarýlmaktadýr. Gerçekten yapraklarda böyle bir çekim gücünün bulunduðu da anlaþýlmýþtýr bu gücün, suyun yaprakta buharlaþmasý nedeniyle oluþtuðu düþü- nülmüþtür. Ancak bir bitki buharlaþma- nýn mümkün olamayacaðý kadar nemle doyurulmuþ bir atmosfer içine konul- duðu ve hattâ yapraklar tamamen suya sokulduðu halde suyun yine yukarý doðru çýktýðý deneyle anlaþýlmýþtýr.

(Bilim ve Teknik Dergisi Sayý:54 -

"Aðaç O Bilinmeyen")

Evet yapraklarda bir çekim gücü vardýr ve bir ip gibi suyu köklerden aðacýn tepesine çýkarmaktadýr.

Ama yapraklardaki bu çekim gücünün nedeni buharlaþma deðildir.

Ne olduðu da bilinmemektedir. Rehber Varlýk bu gerçeðin altýný þöyle çizmiþti:

"Siz yüksek çýnarýn üstüne suyun nasýl vardýðýný bilmi- yorsunuz. O Düzeni Kuran'a þükrediniz."

Belki de bugün bizim sýrrýna vara- madýðýmýz fotosentezde oluþan ener- jinin bir bölümü, yapraklarda ince bir mekanizma ile bir çekim gücü haline çevrilerek suyun yukarý çekilmesi saðlanabilmektedir.

YAPRAK O BÝLÝNMEYEN Okulda biyoloji derslerinde neredey- se bir cümlede anlatýlýveren ve yaþar kalmamýzýn temeli olan fotosentez olayýný, yüzyýllar süren araþtýrmalara raðmen hâlâ tam anlayabilmiþ deðiliz.

Gerçekte dille anlatýmý ne kolay: Yeþil yapraklarý oluþturan hücrelerin sitop- lazmalarýndaki kloroplast organel- lerinde bulunan klorofil molekülünün katalizörlüðü sayesinde, güneþ ýþýðýn- dan yararlanarak karbondioksit ve su sentezlenir, þeker ve oksijene dönüþ- türülür. Böylece hem gýdamýzý saðlarýz hem de o gýdalarý yakarak enerjiye çevirecek olan soluduðumuz oksijeni.

Söylenmesi ne kadar kolay deðil mi?!..

Taklit edebildiðimiz, benzerini yapa- bildiðimiz anda tüm enerji sorunumuzu çözeceðimiz; petrole, kömüre ihtiyaç duymadan her istediðimizi týpký yeþil yapraklar gibi Güneþten bedavadan elde edeceðimiz fotosentezi neden çözemedik bugüne kadar? Anlatýlmasý bu kadar kolay olan kimyasal reaksi- yonun meydana gelmesi için o kadar deðiþik enzimler katalizör olarak dev- reye giriyor ve zincirin her halkasý saniyenin kesirlerinde o kadar hýzlý oluþuyor ki!.. Ve ayrýca henüz bilmediðimiz kimya ve atom fiziði kanunlarýnýn varolmasý gerektiðini de sezinliyoruz. Biz bu durumdayýz ama çok þükür ki doða hiç beklememiþ.

Dünyamýzda hücresel boyuttan baþla- yarak neredeyse 3 milyar yýldýr foto- sentezle yaþam sürüp gidiyor...

Olayýn karmaþýklýðýný ve bilgimizde- ki boþluklarý biraz daha yakýndan

(14)

görmek için kitaplardan kýsa aktar- malar yapmak istiyorum. MEB Modern Biyoloji kitabýndan:

"...Böylece fotosentezin en az iki çeþit reaksiyondan, kýsmen

fotokimyasal ve kýsmen de enzimatik reaksiyondan meydana gelmiþ olduðu kanýsýna varabiliriz.

Son 30 yýlda araþtýrýcýlar fotosentezde bir çok enzim reaksiyonlarýnýn

olduðunu gösterdiler. Bu araþtýrýcýlar fotosentezin hýzýný etkileyen faktörü ölçerek olayý açýklamaya doðru iyi bir adým attýlar. Fakat onlar bu konuda bilinenlerin ve bilinmesi gerekli olan- larýn yalnýz ipuçlarýný buldular... Iþýk enerjisinin kimyasala nasýl dönüþtüðü tam olarak bilinmemektedir. Bugünkü teori, klorofil molekülündeki bir elek- tron tarafýndan bir birim ýþýk enerjisinin soðurulmasý fikrine dayanmaktadýr. Bu enerji elektronu o derece uyarýr ki, klo- rofili býrakýr baþka bir moleküle geçer.

Bir elektronu azaldýðýndan bu defa klo- rofil elektron alýcý durumuna girer.

Verilen elektron yerine diðer bir elek- tron alýnýrken belirli reaksiyonlara enerji verilir. Bu reaksiyonlar en sonunda karbonhidratlarý (þeker) mey- dana getirirler bu fikrin doðru olup olmadýðý bugünkü deneysel bilgilerle söylenebilmiþ deðildir...

Uzun yýllar fotosentezde açýða çýkan oksijenin karbondioksitten geldiði sanýldý, fakat oksijen 18 atomlarý kul- lanýlarak oluþturulan su kullanýldýðýnda açýða çýkan oksijenin oksijen 18 olmasý, oksijenin sudan elde edildiðini göstermektedir. Suyun elektron vermek

üzere ne þekilde reaksiyona girdiði fotosentezin bugün için en az bilinen yönüdür."

D.O.Hall ve K.K. Rao'nun "Photo- synthesis" kitabýndan bir paragraf:

"Biz þimdiye kadar oksijen çýkýþýnýn zincirdeki ucu hakkýnda çok az þey söyleyebiliyoruz. Zira biz, yapraklarda suyun oksijen ve hidrojen iyonlarýna nasýl ayrýþtýðý konusunda çok az þey biliyoruz. Bilgimizdeki bu boþluk çok esef vericidir. Çünkü suyun iyonlarýna ayrýlmasýnýn fotosentezde çok önemli, baþlý baþýna bir rolü mevcuttur.

Kimyasal olarak bu problemi çözmek de önemli, biyolojik olarak da. Çünkü soluduðumuz tüm oksijen kloroplast- lardaki bu reaksiyondan oluþmaktadýr."

Son olarak Prof. Dr Ali Demirsoy'un o çok deðerli eseri "Kalýtým ve Evrim"

kitabýnýn 85. sayfasýndan insanlýðýn gelecek yýllarda yaþar kalmasý için fotosentezi mutlaka çözümlemesi gerektiði konusundaki yüzde yüz katýldýðým yargýsý:

"Bugün insanlarýn çoðalma

hýzý ve organik maddelerin

sunumu arasýndaki denge

bozulmaktadýr. Eðer fotosen-

tezin iþleyiþi tam açýklanýp,

sanayide bu yolla, Güneþ

enerjisinden organik madde

elde edilemezse bir BESÝN

KRÝZÝ ile karþýlaþacaðýmýz

kesindir."

(15)

GERÇEK YOLU TÜRKÜ DOLU Dedi ki: Bil önce kendini

Ve sonra nasýlsa seni Sevgisinden Vareden'i Sev komþunu -hatýrla hani- kendin gibi Ve bugün belki daha da ileri

Çöz bunu en güzel bilmece

Yaþamak eþit türkü söylemek bilerek sevince Dedi ki: Yücel elinin emeðince alnýnýn terince Ve sonra nasýlsa küçül büyüklüðün yaný sýra Ve anla asýl iþ eþit kulluk

Önce O'na ve sonra kullarýna Dedi ki: Ver ki alasýn

Vermek için yine insan kardeþlerine Mutluluksa hizmet eþit zevk bir dene Dedi ki: Yüreðinle bak

Ne var ki hep güzel ve yerince Gör hele gerçek eþit din özü bilince Dedi ki: Ak berrak bir su gibi

Gönülden gönüle ve dinle kulak kulak Her solukta titreþen evreni, sevginin sesini Ve duy sonra nasýl

Gerçek yolu eþit türkü dolu Güngör Özyiðit

(16)

Tonguç Hakkýnda - 2

Yalçýn Kaya Ýlköðretim Genel

Müdürlüðü Dönemi

Tonguç 1934-1935 ders yýlýnda Gazi Eðitim Enstitüsü Müdürlüðü görevine atanýr. Yaptýðý çalýþmalar, asker kökenli yeni M. Eðitim Bakaný Saffet Arýkan'ýn da dikkatini çeker. Atatürk tarafýndan olaðanüstü yetkilerle göreve getirilen yeni bakan, eðitim iþlerinin çözümü için kendisine yardým edebilecek aydýn

eðitimcileri seçmeye çalýþmaktadýr.

1935 yýlýnda Bakan Arýkan, Tonguç'u kýdem durumuna bakmaksýzýn Ýlköðre- tim Genel Müdürlüðü görevine atar. Bu atamanýn bu yerde gözü olan baþka eðitimcilerce hiç de hoþ karþýlan- madýðýný yýllar sonra öðrenir Tonguç.

Ýsmail Hakký Tonguç bu görevi tam 1940 yýlýna kadar vekâleten yürütecek- tir. Tonguç'un Ýstanbul Erkek Öðretmen okulundan öðretmeni olan, o günlerde

CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - VIII

(17)

SEVGÝ DÜNYASI

15 Talim Terbiye Kurulu Baþkaný ve

Bakanlýk Müsteþarý olan Ýhsan Sungu da bu göreve getirmeye karþýdýr ama sesini çýkaramaz. Bakanlýðýn üst düzey yöneticileri onun öðreniminin yeterli olmadýðý kanýsýndadýrlar.

Görüldüðü gibi Tonguç, sonralarý bazý araþtýrýcýlarýn yazdýklarýnýn aksine Bakanlýðýn yüksek kademelerindeki yöneticilerden biri deðil, tam tersine onlarýn karþýlarýna aldýklarý bir kiþidir.

CHP yöneticilerinin çoðunluðunun da bu atamadan hoþlanmadýklarý bellidir.

Bu Genel Müdür parti yönünden güve- nilir bir kiþi deðildir. Bu kiþi partiye yanaþarak milletvekillik peþinde koþ- mak gibi bir eðilim göstermemekte, üstelik yeri geldiðinde CHP yönetici- lerini de eleþtirmektedir.

Bunca eðitim uzmaný, eðitbilimci varken meslektaþlarýnca "amatör bir öðretmen" gözüyle deðerlendirilen bu

"köylü Ýsmail Hakký"nýn böyle bir göreve atanmasý bazýlarýnca eleþtiri konusu yapýlacaktýr. Tüm bu olumsuz- luklara karþýn CHP'nin önde gelen- lerinden Nafi Atuf Kansu, Cevat Dursunoðlu, Hakký Behiç gibi adlarýn içinde yer aldýðý ilerici kesim Bakan Arýkan'a Tonguç'tan söz etmiþ olmalý ki yeni Bakan, Ýlköðretim Genel

Müdürlüðü için yeteri kadar "oturaklý"

olmasa da Tonguç'u bu göreve

atamýþtýr. Tonguç'un Genel Müdürlüðe atanmasý konusuyla ilgili olarak Fay Kirby þöyle demektedir:

"...Tonguç'un tayinine karþý yükselen itirazlarýn, onun bu mevkiye lâyik ve ehil olmadýðý ve kayýrýldýðý yolundaki dedikodularýn þiddetini, Arýkan'ýn

Bakan oluþundan bir ay sonra, âdet olmadýðý halde bir basýn toplantýsý yap- mak zorunda kalýþýndan anlayabili- riz...Tonguç, bu iþle en yakýndan ilgili daireye mihaniki bir þekilde getirilmiþ deðil, hiç þüphe yok, Atatürk'ün bilgisi ve muvafakati (onayý) ile seçilip geti- rilmiþtir."

Tonguç, 1938 yýlý Aðustos sonunda, Ýlköðretim Genel Müdürü olarak 2 ay süreyle Bulgaristan, Macaristan, Yugoslavya, Avusturya ve son durak olarak da Almanya'ya inceleme gezisi yapar, bu gezisinde özellikle Nazi Almanyasý'ndaki Ýþ Hizmeti Örgütü ile ilgilenir. Bu örgüt, gizli iþsizliðin önlenmesi, iþ gücünün harekete geçiril- mesi amacýyla kurulmuþ týpký askerlik hizmeti gibi her vatandaþa belli bir süre bedensel çalýþma yükümlülüðü getir- mektedir. Tonguç, Almanya'nýn yeniden yapýlanmasýnda önemli bir rol oynamýþ bu örgütün üzerinde önemle durmuþtur.

Ýþ Hizmeti Örgütü tipik bir Nazi örgütüdür ama Nazilerden önce Sovyetler Birliði'nde, hattâ 1929 ekonomik krizi döneminde F.

Roosevelt'in baþkanlýðý sýrasýnda ABD'nde de benzer biçimde Civilian Conservation Corps adýyla kurulmuþ örgütlere benzemektedir. Nazileri örnek yaparak Tonguç'un Köy Enstitüleri Sistemini ortaya koyduðunu iddia etmek yanýlgýlý olur. Özellikle, sað öðreti yandaþlarý olan yazarlar, araþtýrýcýlar onun Köy Enstitüleri Sistemini Sovyetlerden esinlenerek yarattýðý konusu üzerinde fazlaca dururlar. Tonguç; Ýngiltere, Fransa, Ýtalya, Almanya gibi ülkelerdeki eðitim

(18)

örgütlerini, uygulanan eðitim dizgeleri- ni ayrýntýlý olarak Ýlköðretim Kavramý ve Canlandýrýlacak Köy adlý kitaplarýn- da inceler.

Tonguç, bu Avrupa ülkelerinin ekonomik, kültürel koþullarýnýn ülke- miz koþullarýyla hiçbir benzerlik taþý- madýðýnýn ayýrdýmýndadýr. Bunlarý bire- bir kopya ederek ülkemize uygulamak doðru sonuç vermeyecektir.

Genelde bazý eleþtiriciler Köy Enstitüleri Sisteminin tam bir Sovyet eðitim dizgesi kopyasý olduðunu öne sürerler. Sovyet eðitim dizgesinin anahtarý olan iþ aracýlýðýyla iþ için eðitim sloganý Sovyet buluþu deðil, Pestalozzi, Dewey, Kerschensteiner gibi batýlý eðitimcilerin buluþudur.

Tonguç'un ne Nazi Almanyasý ne de komünist Rusya'daki eðitim dizgelerini Türkiye için elveriþli görmediði

Canlandýrýlacak Köy adlý kitabýndaki bazý satýrlardan anlaþýlmaktadýr.

Tonguç, anýlarýnda Köy Enstitüleri- nin kuruluþ yýllarýnda gittiði Tunceli köylerinden biriyle ilgili bir olayý anlatýr:

"Köyde okul açýlmýþ, çocuklar Türkçe öðrenmiþ, kitap okumaya baþlamýþlar. Cumhuriyet'in ilk ýþýklarý gitmiþtir oralara. Ama ana-babalar Türkçe bilmemekteler. Yaþlý bir köylü Tonguç'a þöyle der:

-Bizi arayan soran mý vardý Bey? Þu daðlarýn ardýnda çobanlýk, hýrsýzlýk, eþkýyalýk yapar, geçinmeye çalýþýrdýk.

Hayvandan farkýmýz yoktur... Çok þükür! Çocuklarýmýz okuyor. Onlar bizim çektiklerimizi çekmeyecek buna seviniyoruz.

-Baba! Artýk siz kendi kendinizi güdeceksiniz. Bu yol daha iyi deðil mi? Yaþlý adam gülümser:

-Okuma-yazma olmadan böyle þey olmaz. Cahil insanlar onu beceremez- ler, önce okumak gerek. Okuma yaz- mayla gözlerimizi açalým, körlükten kurtulalým ki dediðini yapabilelim."

Doðulu-Güneydoðulu köylü bilgisiz kalýnca daha doðrusu bilgisiz býrakýlýn- ca ne terörün önünü alabildik ne de aðalýk düzenini yýkabildik. Enstitüleri kara çalarak yýkanlar günümüzün açmazlarýnýn baþ sorumlularý deðil mi?

Tonguç'un Ýlköðretim Genel Müdürlüðü yaptýðý dönemdeki çalýþmalarýnýn ayrýntýlarýný birer birer saymak sayfalar doldurur. Onun görev anlayýþýný belirtmek bakýmýndan þu kadar- cýk bilgiyi vermek bile yeterli- dir: Görevli olduðu zaman dili- mi içerisinde Tonguç, 61 il, 305 ilçe, 9150 köy görmüþtür. Üste- lik de o günün olumsuz koþul- larý içerisinde. Tonguç'un görev anlayýþýný bizlere açýklayan bir baþka mirasý da mektuplarýdýr.

Tonguç'un Mektuplarý

Milli Eðitim tarihimizin en önemli dönemi olan 1935-1946 arasýnda, üste- lik II. Dünya Savaþý'nýn tüm olumsuz koþullarýna karþýn Köy Enstitüleri

(19)

SEVGÝ DÜNYASI

17 atýlýmý nasýl gerçekleþebildi? Bu soru-

nun yanýtlarýný tüm ayrýntýlarýyla Tonguç'un mektuplarýnda bulabiliriz.

Tonguç gibi deðerli bir eðitimci bürokratik iþlemleri uzun olan resmi yazýþmalarý bir yana itmiþ "mektuplaþ- ma"yý bir yöntem olarak kullanmýþtýr.

Ona göre mektup türü yazýþmalar, diðer

"resmi yazýþmalar"ýn aksine insanlarýn düþüncelerini biribirlerine tüm çýplak- lýðý, içtenliðiyle iletmeye en elveriþli olanýdýr. Diðer yazýþma biçimleriyle bu amaca kolayca ulaþýlamaz.

"Müsait þartlar hazýrlanmadýkça, insanlar candan kazanýlmadýkça, insan- lara karþý muhabbet ve samimiyetle hareket edilmedikçe deðil reform, gün- lük basit ve mütevazý iþler bile yapýla- maz." demektedir.

1935-1946 yýllarý arasýnda Enstitü Müdürlerine, arkadaþlarýna, öðretmen- lere, öðrencilere, Milli Eðitim

Müdürlerine, kimi valilere ve müfet- tiþlere yazdýðý mektuplardan 102 tanesi Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adý altýnda bir kitapta toplanmýþtýr.

Tonguç'un mektuplarýnda destansý bir eðitim savaþýnýn coþkusunu bulmak olanaklý. Köy Enstitülü ozan Mehmet Baþaran'a göre:

"Taþla, toprakla, aðaçla, makineyle çalýnan, halkýn derinliklerinden süzülüp deðerlerle beslenen, çaðdaþ teknikle biçimlenen bir senfonidir bu...Zaman zaman ortaya çýkan karamsarlýklar göz- leri yaksa bile hep uyanýk ve tetiktedir Tonguç...Uç uca eklenen sigaralarý, koca gövdesiyle çaðdaþ bir Prometheus gibi ýþýk, cesaret, güven, dostluk, sevgi daðýtýr her yana...Bu usta yönetici, en

cýlýz sesleri bile deðerlendirmesini bilir.

Senfoniyi icra ederken kimi zaman tüm Enstitü Müdürlerine kimi zaman öðren- cilere seslenerek icranýn kusursu- zluðunu saðlamaya çalýþýr."

Tonguç, mektuplarýnda Ferit Oðuz Bayýr'a:

"Kardeþim, yapmacýk münevverle köye gidemeyiz. Onun için köyü harekete geçirebilecek, içinden eleman bulmak lâzýmdýr...Gerçek köyü taný- mak, ona göre eðitim biçimleri bulmak, bunlarý uygulayacak yeni insan tipi yaratmak... Ýdealizmle realizmden bir hamur yapmak gerek." diye seslenir.

Yeni kurulacak okullarý klâsik eðitime benzetmemek için elinden geleni yapar. Bütün müdürlere yazdýðý mektuplarda çalýþmalarda tutulacak yolu açýklar:

"Enstitü, emeði deðerlendirerek arý kovaný gibi iþleyerek kendi balýný kendi yapacaktýr. Bisiklet, motosiklet kullan- ma iþini, bir musiki aletini çalmayý, þarký söylemeyi, milli oyunlar oyna- mayý bütün talebe ayný derecede bilme- lidir...Bütün güçlüklere raðmen kýz ve erkek öðrenciler hayatýn her türlü iþine, eðlencesine veya ýstýraplarýna

müþtereken sevkolunmalýdýr. Bayaðý olan her þeyden kaçýnmak þartýyla kýz ve erkek talebeye hayatý bütünüyle yaþatmamýz lâzýmdýr."

Klâsik eðitimin verdiði efendilik alýþkanlýklarýyla kýrýcý, bozguncu davrananlar, beceriksizliklerini yüksek eðitbilim uzmanlýðýyla örtmeye yelte- nen eðitimciler de çýkar ara sýra.

Kýzmaksýzýn her birini ikna etmeye çalýþýr, onlarý mektuplarla ikna etme

(20)

yollarýný bile dener. II. Dünya

Savaþý'nýn koþullarýyla Trakya sýnýrýna yakýn Kepirtepe Köy Enstitüsü

boþaltýlýr, Hasanoðlan'a taþýnýr. Kiþi baþýna günde 150 gram ekmek ver- ilmektedir. Enstitü Müdürü öðrencilerin olumsuz koþullarýndan dert yanar haklý olarak. Tonguç, 1942 yýlýnda Kepirtepe Köy Enstitüsü Müdürü Nejat Ýdil'e yazdýðý mektupta þöyle yazar:

"Elinizdeki talebeyi öyle bir hale getireceksiniz ki bir gün onlara maaþ verilmese, yani memleket veremeyecek duruma gelse, felâketler birbiri üstüne yýðýlsa, onlarý ateþler içinde býraksa yine onlar; maaþlarýnýn verildiði, ekmeklerin serbest satýldýðý devirdeki haleti ruhiye gibi saðlam bir imanla iþlerini görebilmelidirler. Köy Enstitüsü talebelerinin olgunluk imtihaný bu olmalýdýr. Biz onlarý bu kadar çelik ruhlu ve iradeli bir hale getiremezsek bekledikleri- mizin hepsi bu memlekette tenef- füs ettiðimiz hava dahi hepimiz için haram olur."

Enstitü yapýlanmasý tüm ülke yüzeyinde yaygýnlaþmaya baþlayýnca, takke düþer kel görünür. Okul yapým iþlerini aksatan yöneticiler, köylerde köyün sýrtýndan geçinenler, Enstitü- lerde çalýþma temposuna ayak uydura-

mayanlar tedirgin olurlar. Kimi yöreler- den Bakanlýða jurnal mektuplarý gel- meye baþlar. Açýk yüreklilikle mertlik- le, dürüstlükle iþ görmeyi seven Ton- guç, Þerif Tekben'e jurnalciler hakkýn- daki düþüncelerini bir mektupla iletir.

1946 yýlýnda baþlatýlan "ýslahat"

çalýþmalarý Tonguç'u rahatsýz ederse de duygularýný gizlemeyi baþarýr, þöyle yazar Enstitülerden ayrýlmayý düþünen idarecilere: "Ýþlerinizi benim þahsýma veya baþka bir þahsa baðlý görmeksizin prensiplerinize göre yürütmelisiniz.

Bunu yapamayacak olursanýz zayýf düþersiniz. En doðru yol, iþi sýký tutarak ve iyi yaparak onu kendisine müdafaa ettirmektir."

Köy Enstitülerinin her türlü sorun- larýný inceleyip araþtýrdýðýný

Mektuplarla Köy Enstitüsü Yýllarý adlý yapýttan incelemek olanaklý. Oðlu Engin Tonguç tarafýndan hazýrlanmýþ ve bastýrýlmýþ olan kitapta 102 tane mektup yer alabilmiþ. Kimlerle mek- tuplaþmamýþ ki. Öðrencilerden, öðret- menlere, Enstitü Müdürlerinden valilere kadar bir dolu kiþiyle

bürokrasinin kýrtasiye düzeninin dýþýna çýkarak mektuplarla haberleþmiþtir.

Tonguç'un kiþiliðini, yöneticilik, önderlik yeteneklerinin en güzel açýkla- malarýný onun yazdýðý mektuplarda izleriz. Kitaptaki mektup örnekleri valilere, enstitü müdürlerine, yeni mezun öðretmenlere, gazetecilere, yazarlara ve enstitü öðrencilerine yazýlmýþ olan yüzlerce mektup arasýn- dan seçilmiþ. Neredeyse tümü

"kardeþim" hitabýyla baþlýyor, dostça yaklaþýmlarla sürdürülüyor ve kimsenin

(21)

SEVGÝ DÜNYASI

19 boþu boþuna sýrtý sývazlanmýyor, karþý-

sýndakini bilgi birikimiyle inandýrmaya çalýþan bir üslup egemen mektuplarda.

Her þeyi gerekçesiyle, ukalâlýk yap- madan, kýrmadan dosdoðru söylüyor.

Tonguç, kendisine mektup yazan herkese ne yapmýþ yapmýþ yanýt yol- lamýþ. Hastanede yatan ya da arkadaþý- na aþýk olmuþ, ilerde evleneceði arkadaþýyla ayný köye atanmasýný dileyen Köy Enstitüsü öðrencisinden tutun da kendisine eleþtiriler, öneriler getiren meslektaþlarýna kadar her ke- simden kiþiye mektuplarýyla yanýt ver- miþ. Bir anlamda devlet bürokrasisinin

"resmi yazý" yöntemiyle çözmeye çalýþtýðý sorunlarý o daha sýcak bir yön- temle, mektupla çözmeye çalýþmýþ.

Bir gün Ýlköðretim Genel Müdürlüðü makamýna çaðýrdýðý Hasanoðlan Yük- sek Köy Enstitülü öðrencilere enstitü- lerden gelen mektuplarý okuyarak onlarýn bu konudaki düþüncelerini sorar. Örneðin Ortaklar Köy Enstitüsü öðrencilerinden gelen "Bize her sabah çorba veriyorlar, yiyemiyoruz, sabah- larý zeytin ekmek versinler. Saygýlarý- mýzla ellerinizden öperiz" biçimindeki mektubu okuduktan sonra bu defa Cilavuz Köy Enstitüsünden gelen bir baþka mektubu okur, mektup þöyledir:

"Her sabah zeytin ekmek veriyorlar, sabahlarý çorba vermeleri için emir- lerinizi rica eder ellerinizden öperiz."

Öðrenciler bu mektuplarý dinledikten sonra kem küm ederek "Enstitü öðren- cilerinin her isteðinin karþýlanmasýnýn olanaksýz olduðundan, bu isteklerin ayrýntý olduðunu" filan söylerler.

Büyük eðitimci onlarýn düþüncelerini

paylaþmaz. Þöyle der: "Ýdareciler yan- lýþ yapmýþlar. Her yörenin belli bir beslenme alýþkanlýðý vardýr. Cilavuzlu çocuklarýn zeytin çay alýþkanlýðý yok- tur. Onlara çorba verilmesi, buna karþýlýk Ortaklar öðrencilerine zeytin çay verilmesi daha doðru olurdu. Ýþe alýþkanlýklardan baþlamak gerek."

Anadolu çocuklarýna okuma yazma yanýnda iþ için uygulamalý eðitim yap- týrmak için yola çýkan bu deðerli eðitimci, býrakýn uygulamalý eðitimi, klâsik eðitim bile yaptýrýlmayýp, Enstitülerin yerine Kur'an Kurslarý, Ýmam-Hatip Okullarý açýldýðýný, tüm bu okullarýn 800 sayýsýnýn üstüne çýktýðýný görseydi kahrýndan ölürdü, þimdi de mezarýnda rahat ettiði söylenemez ya!

Tonguç'la ilgili bir öyküyü de oðlu Engin Tonguç anlatýr:

"Yanýnda Pamukpýnar Köy Enstitüsü Müdür Þinasi Tamer, Hasanoðlan Köy Enstitüsü Tarýmbaþýsý Ýzzet Palamar olmak üzere inceleme gezisine çýkan Tonguç, Ilgaz daðlarý eteklerinde bir orman köyüne uðrar, hava yað- murludur. Yolun kenarýndaki okulu görünce cipi kenara çekerler ve okula girerler. Hafta içi birgündür ve saat iki civarýdýr. Okulda hiç bir öðrenciyle karþýlaþmazlar. Okulun yanýndaki öðretmen evinin kapýsýný çalarlar, kapýyý öðretmen açar. Okulu gezmek için izin isterler ama kendilerini de tanýtmazlar. Okulun içi tam bir göl gibidir, çatýdan sular damlamaktadýr.

Öðretmen "Okulumuzun damý çatýsý akýyor, üç kez Çankýrý Milli Eðitim Müdürlüðüne yazdým. Karþýlýk bile vermediler" der.

(22)

Tonguç öðretmene:

- "Peki, siz neden damý kendiniz aktarmadýnýz" diye sorunca,

- "Beyefendi, ben baþöðretmenim, dam aktarýcýsý deðil!" yanýtýný alýr.

Tonguç, dinler dinler, sonra okulun çevresini dolaþmaya çýkar. Bir bakar ki duvarýn dibinde kiremitler. Hemen ceketini çýkarýr, kollarýný sývar, kiremitlerle çatýyý bir güzel örter. Ýþi bitirdikten sonra, öðretmene, "Ýsmail Hakký Tonguç-Ýlköðretim Genel Mü- dürü" yazýlý kartýný verir ve þöyle der:

-Ben Ankara'dayým, çatý yine akarsa bana yaz!"

Tonguç, biliyorum diyen insan ye- rine, yapýyorum diyebilen insaný her zaman yeðlemiþtir. Köy Enstitüleri kurulup da iþ içinde eðitilen çocuklar köylere gönderilince okul çatýlarýn akmasý giderek duracaktýr. Ýsmail Hak- ký Tonguç o olumsuzluklarla dolu 40'lý yýllarda bir gün kolunda tasarýlarla il- gili dosyalar olduðu halde Meclis kori- dorlarýnda koþuþtururken toprak aðasý birkaç milletvekili yolunu keserler:

-Yahu Ýsmail Bey, senin hiç iþin yok mu? diye sorarlar. O da koltuðundaki dosyalarý gösterir. Yasa tasarýlarýný iþaret eder:

-Benim iþim iþte bunlar der.

Milletvekili toprak aðalarýndan biri karþýlýk verir:

-Bu kadar hergeleyi okutuyorsunuz, bize kim uþaklýk edecek?

Tonguç Neden Babaydý?

Tonguç, lâfta baba deðil gerçek bir babaydý köy çocuklarý için. Iþýklar

içinde yatsýn!

Tonguç Baba, Enstitüleri bitiren öðrencilerin öðretmenlik yaþamlarýnýn baþlarýnda evlenmelerini önermektedir:

"-Yaþam insanýn tek baþýna sýrtlanamayacaðý kadar aðýrdýr.

Ayrýca bir ocaðýn, bir yuvanýn sahibi olmak, onu türlü çalýþ- malarla bezemek, çocuklarla donatmak baþka bir âlemin içine girmek, bu âlemin koþul- larýna katlanarak yaþamak, yaþamýn amaçlarýný saðlamak demektir. Bu davranýþ belli bir yürekliliði gerektirir. Evlenmek, pýsýrýk, korkak, kuruntulu insa- nýn harcý deðil, yiðidin kârýdýr.

Onun için sizi gösterdiðiniz bu yürekliliðinizden ve iyi niyetiniz- den ötürü kutlarým. Yeni

yuvanýzda gönenmenizi dilerim.

Darýsý diðer yiðitlerin baþýna."

Köy Enstitülerini bitiren öðrenciler- den baþarýlý olanlarýn Yüksek Köy Enstitüsüne gittiklerini, yüksek kýsma devam etme arzusu taþýmayanlarýn köylerine giderek öðretmenlik görevi üstlendiklerini biliyoruz. Köylere atanan öðretmenler orada yalnýz olmadýklarýný, Tonguç Baba'larýnýn kendilerine her an yardýma hazýr olduk- larýný bilmenin huzuru içerisinde çalýþ- malar yaptýlar. Kulaklarýnda onun þu sözleri kalmýþtý:

(23)

SEVGÝ DÜNYASI

21

"Cumhuriyetin göz bebeði gençler!

Gerçekle karþý karþýya gelin, ondan hiç korkmayýn, fanteziler peþinde koþarak enerjileri yok yere israf etmeyin, ta ki içinize geniþlik ve ferahlýk gelsin! Bir çok kýymetleri iþlenmeden duran bu topraklarda mesut olmanýn sýrlarýný bulun... Ýçinde bütün varlýklarý ve hayat imkânlarýný saklayan köye, halka dönün, bu tükenmez kaynaktan kuvvet, ilham ve fikir alýn, temele dayanýn, bu mukaddes varlýðý teþkilatlandýrarak ona devletin bünyesinde hakiki yerini verin!.."

Tonguç'un bu söylemine Beþikdüzü çýkýþlý Raþit Özdemir ile Düziçi çýkýþlý Hasan Turan öðretmenler þöyle karþýlýk vereceklerdir:

"Biz eli nasýrlý, ayaðý çarýklý, topraðýn özünü týrnaklarýyla sökmesini bilen- lerin çocuklarýyýz. Biz kuru öðüde, ezbere dayalý bilgiye gülüp geçen, bilmezlikle, yolsuzlukla savaþmasýný bilen kiþileriz. Biz açlýðý umur- samayan, azýðým su, ekmeðim aþ, yataðým yer, yastýðým taþ demesini bilen çocuklarýz."

Sirer'in Eðitim Bakaný olmasýnýn ardýndan Tonguç Ýlköðretim Genel Müdürlüðü görevinden 21 Eylul 1946'da ayrýlýr, yerine Yunus Kâzým Köni atanýr. Tonguç bu tarihten sonra Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak görevini sürdürecektir. Bu görevdeyken Ýlköðretim Kavramý adlý yapýtýnýn baskýsýný gerçekleþtirir, 1947 yýlýnda ise Canlandýrýlacak Köy adlý yapýtýn ikinci ve geniþletilmiþ baskýsý yapýlýr. Tonguç, Talim-Terbiye Kurulu üyesi olarak Sirer ve yandaþlarý tarafýndan ýslahat

adý altýnda yapýlan türlü çalýþmalara elinden geldiðince engel olmaya çalýþýr ama bunu baþarmasý olanaðý yoktur.

Yapabileceði en uygun þey eðitim konusunda kitaplar ve yazýlar yazmak, bir de köylerde görev yapmakta olan öðretmenlerle mektuplaþarak onlara yol göstermek, direþken olmalarýný öðütle- mektir.

Sirer'in ardýndan Milli Eðitimin baþý- na geçen Tahsin Banguoðlu döneminde de çilesi bitmez. Talim-Terbiye'den Ankara Atatürk Lisesi Resim-Eliþi öðretmenliðine atanýr. Bu görevi de hiç yüksünmeden üstelik büyük bir hoþnut- luk içinde yapar. 1950 yýlýnýn ilk gün- lerinde, seçimlere bir-iki ay kala Kayseri Lisesi öðretmenliðine atanmasý kararý alýnýr. Bu arada hakkýnda

Fontamara adlý roman nedeniyle soruþ- turma açýlmýþtýr. M.E. Bakanlýðý Disiplin Kurulu 5 Nisan 1950 tarih ve 24 sayýlý kararla Tonguç'u suçlamaya kalkýþýr. Aslýnda seçimlere çok az kalmýþtýr, böyle bir suçlamanýn yeni kurulacak kabinenin Eðitim Bakaný ve teþkilatý tarafýndan yapýlmasý gerekir.

Ama tezgâh baþka tezgâhtýr... Amaç seçimlerden önce davranmak, bu sayede partiye oy saðlamaktýr.

Tonguç'un disiplin kurulu kararýna karþý olarak Danýþtay'a verdiði savun- ma tam anlamýyla bir ibret vesikasýdýr.

Okuyucularýn bu dilekçenin tam metni- ni elde ederek okumalarýný salýk veri- rim. (Ýmece Dergisi Mayýs 1967)

Tonguç, savunma dilekçesinde Ýzzet Palamar öðretmene Ýtalyan yazar Ignazio Silone'nin yazdýðý Fontamara adlý romaný hangi koþullarda imzala-

(24)

yarak verdiðini, romanýn M.E.Bakanlýðý Talim Terbiye

Kurulunca önerildiðini yazar. Palamar öðretmenin dolabýný kýrarak romaný çalan kiþinin Tahsin Banguoðlu, R.Þemsettin Sirer ve Emin Soysal'ýn tuttuðu bir hýrsýz olduðunu da ekler.

Kitabýn içinden geliþigüzel seçilmiþ cümleler ile konu yaratýlýp Mecliste tartýþma açýldýðýný, dil bilgini geçinen Doç. Tahsin Banguoðlu'nun bu ekleme ve çarpýtmalarýn farkýnda olmamasýnýn esef verici olduðunu da ekler. O güne deðin Banguoðlu ve Sirer için uluorta söz söylemekten kaçýnan Tonguç, Danýþtay dilekçesinde tüm içindekini döker:

"Reþat Þemsettin Sirer ile Tahsin Banguoðlu yýllardanberi Milli Eðitim Bakaný olmak ihtirasý ile yanýp tutuþan haris, anormal derecede kitap ve fikir hürriyeti düþmaný politikacýlardýr."

Tonguç dilekçesinde Emin Soysal'ýn kendisine neden karþýt olduðunu da ayrýntýlý olarak yazmaktadýr.

"Soysal, Ankara'da Ýlköðretim Müfettiþi iken 1937 yýlýnda Ýzmir'de açýlan Kýzýlçullu Köy Enstitüsü Müdürlüðüne tayin edilmiþti. Bu müessesede 1942 yýlýna kadar çalýþtý.

Ayný yýlýn Aðustos ayý içinde

Bakanlýkça yaptýrýlan denetleme sonun- da Disiplin Kurulu kararýyla Bursa Kýz Öðretmen Okulu Müdürlüðüne tayin edildi. Teftiþ ve tahkikler devam ederken bunlarýn durdurulmasý için Ýlköðretim Genel Müdürlüðüne defalar- ca müracaatlarda bulunarak, benim kendisini korumamý ve Ýzmir'de býrak-

týrmamý talep etti. Bu isteði yerine getirilmediði ve evraklarý Memuru Muhakemat Kanunu uyarýnca Vilayet Ýdaresi heyetine sevk edildiði için bana düþmanlýk beslemekteydi. 1946 yýlýnda Maraþ milletvekili seçilince bu kutsi vazifeyi þahsi, kinci emellerini

tahakkuk ettirme hesabýna kullanmaya baþladý."

Acý olan, Kýzýlçullu Köy Enstitüsü eski müdürlerinden olan Emin Soysal'ýn Enstitülerin deðiþtirilmesi, kapatýlmasý iþinde baþ rollerden birini üstlenmesidir. Bu hýrslý kiþi 1946 seçimlerinde baðýmsýz olarak Maraþ milletvekiliý seçilmiþti. Soysal, 24 Aralýk 1946 günlü Meclis oturumunda- ki bütçe görüþmeleri sýrasýnda Köy Enstitülerinin ahlâksýzlýk, komünistlik, dinsizlik yuvasý olduðunu öne sürecek, sað kolu olan ýrkçý öðrencilerle iliþki kurarak Enstitülerde mektup açtýrarak, ihbarlar yaptýrarak kitap çaldýrarak yýkýcýlýða gerekli malzemeleri saðlaya- caktýr.

Ýktidara gelen DP'nin Milli Eðitim Bakaný Tevfik Ýleri döneminde abuk sabuk gerekçelerle Bakanlýk emrine alýnýr. Bakanlýk ile Tonguç arasýnda süren dava yýllarca sürüncemede býrakýlýr. Amaç, aldýðý maaþýn yarýsýnýn eline geçmesini saðlayarak onu maddi bakýmdan çökertmektir. Bunda da baþarýlý olunur. Boþ vakitlerini

geçirdiði ve çok sevdiði Etlik'teki bað evini satmak zorunda kalacaktýr.

Bakanlýk emrine alýndýðý günlerde, adýnýn etrafýnda tam bir umacý çem- berinin oluþturulduðu o günlerde

(25)

SEVGÝ DÜNYASI 23

Tonguç dost özlemi çekmektedir.

Yolda yürürken kendisiyle konuþma- mak için kaldýrým deðiþtirenlerin az olmadýðý günlerdi o günler.

Tüm güç koþullara karþýn 1952 yýlýnda hazýrladýðý Öðret- men Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüðü adlý yapýtýný hiçbir yayýnevi basmayý üstlenmedi.

Kýsaltýlmýþ biçimiyle 1953 yýlýn- da "Bir Yayýnevi" tarafýndan basýlan Öðretmenler

Ansiklopedisi adlý kitabýn üze- rine yazar adý konulmadý.

10 Ocak 1953'de hizmet süresi 30 yýlý aþmýþ olan Tonguç, Bakanlýða baþvurarak emeklilik iþleminin yapýlmasýný ister.

Bakanlýk buna verdiði yanýtta

"cezai bakýmdan yapýlmakta olan soruþturma sonuçlan- madýðý için 5434 sayýlý kanunun 39/b fýkrasýnýn 3. bendi uyarýn- ca iþlemin yapýlmasýna kanuni olarak imkan görülmemiþtir"

diyecektir. Bakanlýk hem soruþ- turmayý bitirmiyor hem de emeklilik iþlemini yapmýyordu.

Yasa uyarýnca bu günden sonra Bakanlýk emrinde geçen 3 yýl boyunca aldýðý yarým maaþ da kesilecekti.

Memurin Kanununa göre Bakanlýk emrine alýnan kiþinin aylýðýnýn bir bölümü veriliyor, o süre dolunca da tamamý kesiliyordu. Amaçlarý onu iyice yýpratarak açlýða tutsak etmektir.

16 Þubat 1954 tarihinde Danýþtay, zaman aþýmý ve af kapsamýna girmesi nedeniyle dosyayý iþlemden kaldýrdý, böylece Tonguç emeklilik baþvurusu- nun üstünden tam 13 ay geçtikten sonra 27 Þubat 1954'te emekli olabildi.

Hakkýndaki iþlemler 16 Þubat 1954 ta- rihinde iþlemden kaldýrýlmýþtý, 4 gün sonra 20 Þubat 1954 günü de siyasi iktidarýn öngördüðü yeni bir yasayla Köy Enstitülerinin adý Ýlköðretmen Okullarý olarak deðiþtirilecek ve Köy Enstitüsü sözcüðü eðitim tarihimizin yapraklarý arasýna katýlacaktýr.

Tonguç'un yaþam öyküsünü özetlerken bir eðitbilimsel yayýndan söz etmek gerekli. 1950'lerde hazýr- lanýp 1952'lerde yayýnlanan LEXÝKON PADAGOGÝK adlý ansiklopedinin 3'üncü cilt, 455'inci sayfasý Tonguç'a ayrýlmýþtýr. Bu ansiklopedi uluslararasý ün yapmýþ 500 bilgin, eðitbilimci ve bilim kurumu tarafýndan oluþturulmuþ- tur.

Köy Enstitülerinin kuruluþunu gerçekleþtiren bu deðerli eðitimcimizin yaþam öyküsünü kýsa bir yazý içine sýðdýrmaya gönlümüz elvermediði için dergimizin bir sonraki sayýsýnda bu konuya gene dönecek, özellikle onun eðitim konusundaki düþüncelerinin üzerinde duracaðýz...

(26)

Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt

Astral Seyahat Ortamlarý

A s t r a l S e y a h a t l e r

Yaþarken Bedeni Terkedip Dönmek

(27)

SEVGÝ DÜNYASI 25

Geçen sayýmýzda Amerikalý araþtýrmacý Robert A.Monroe'nun Beden Dýþý

Deneyimleri (OBE- Out of Body Experience) konusu ile nasýl

karþýlaþtýðýný ve bu alandaki ilk tecrü- belerini anlatmýþtýk. Monroe, beþ duyu- muzla algýlayabildiðimiz maddi dünya ortamýnda yapýlan astral seyahatlere

"Ortam I" adýný vermiþti. Monroe, bu bölgede yapýlan astral seyahatlerin, maddi bedenden ayrýlarak ikinci bedenle yapýlan deneyimleri ispatlayabilmek için faydalý olduðunu da söylemiþti. Örneðin, astral bedenle ziyaret edilen kiþilerin o anda þahit olunan aktivitelerini, daha sonra kendilerinden sorarak onaylata- bilmek mümkün olmaktadýr.

Ancak Robert A. Monroe, maddi bedenden ayrýlarak astral bedeni ile hareket halinde bulunan bir kiþinin doðal ortamýnýn da, aslýnda maddi dünyamýz olmadýðýný keþfeder. Çünkü astral bedenin yapýsý ve algýlama olanaklarý, fiziki dünya kanunlarýna uymamaktadýr.

Dünya üzerinde yapýlan astral seyahat denemeleri daha ziyade "zorlama"

olmaktadýr. Astral bedenin þartlarýna uyan baþka bir ortam vardýr ve astral bedenli kiþinin yaptýðý seyahatler doðal olarak aslýnda bu ortama yönelir ki bu ortama da Monroe, "Ortam II" adýný veriyor.

ORTAM II

Monroe "Ortam II"yi þu sözlerle tarif ediyor: " Ýkinci, yani astral beden

düþüncesine alýþabilmek rahatsýzlýk veren bir deneyim idiyse, Ortam II'yi kavraya- bilmek çok daha zor olacaktýr, çünkü bu

ortam, bizim "gerçek" olarak kabul ettiðimiz her þeyle çeliþkiye düþmektedir.

"Ortam II, maddi olmayan bir âlemdir ve tabi olduðu kanunlar, bizim

tanýdýðýmýz madde kanunlarýyla ancak çok uzaktan ilintilidir. Sýnýrsýz ve ölçüsüzdür ve bizim sýnýrlý bilincimizin kavrama yeteneðinin dýþýnda kalýr. Bizim cennet veya cehennem gibi terimlerle açýklamaya çalýþtýðýmýz olgular, Ortam II'nin ancak bir kýsmýný teþkil ederler.

Ortam II, zekâ seviyeleri çok çeþitli olan ve kendileriyle irtibat kurmak genelde mümkün olan sonsuz sayýda varlýklarýn yaþam ortamýdýr.

Burada, beþ duyumuzla algýladýðýmýz dünyanýn ölçülerince bir zaman mevcut deðildir. Gelecek ve geçmiþ mevcuttur ama bu iki kavram "þimdi" ile birliktedir.

Buradaki en büyük kanun ve varoluþun asýl kaynaðý düþüncedir. Düþünce gücü, enerji meydana getiren en önemli yaratýcý güçtür. Maddeyi bir araya getirip bir þekle sokan ve algýlama ve iletiþim için yol bulan da odur. Kýsaca, burada her varlýk nasýl düþünüyorsa, biz- zat o düþüncenin ta kendisidir. "

Monroe bu söylediklerini, yýllarýný alan yüzlerce, binlerce deneyimleri sonucunda toplamýþ olduðu bilgilere dayandýrýyor.

Yaptýðý astral seyahatlerde karþýlaþtýðý çeþitli varlýklardan edindiði bilgileri, þahit olduðu çeþitli yaþam biçimlerinden, gördüklerinden, duyduklarýndan çýkardýk- larýný, içine düþtüðü çeþitli durumlardan vardýðý sonuçlarý bir araya getirerek bu bilgilere ulaþýyor. Böylece, bir pozitif bi- limci olarak, maddi dünya dýþýndaki âle-

(28)

mi keþfediyor ve onu doðru olarak tarif ediyor. Anlattýklarýndan anlaþýlýyor ki,

"Ortam II" aslýnda öte dünya, manevi âlem, spatyom ve daha baþka bir sürü isim ve tarifle tanýmladýðýmýz kavram- larýn içinde yer aldýðý o uçsuz bucaksýz sonsuzluk. Monroe, maddi dünyanýn dýþýnda, düþüncenin en büyük güç ve en büyük kanun olduðunu da farkediyor.

Düþündüðü yere doðrudan gidebildiðini, düþündüðü anda konuþma ve iletiþimin gerçekleþtiðini, düþüncenin enerji üret- tiðini anlýyor.

Maddi dünyanýn dýþýnda, bizim alýþtýðýmýz zaman kavramýnýn dýþýna çýkýldýðýný da tesbit ediyor. Sýraya dizilmiþ bir zaman kavramý yoktur orada, gelecek, geçmiþ ve þimdiki zaman ayný andadýr ve iç içedir.

Çok önemli bir þeyi daha tecrübeyle farkediyor. Bunu da þöyle ifade ediyor:

"Birbirine benzeyen þeyler, birbirini çeker" Yani, kiþi ya da varlýðýn kaderi, kendi içinde bulundurduðu sabit duygu- lar, düþünceler, eðilimlerle açýklanabilir.

Yani baþka bir deyiþle, kiþi ya da varlýk- lar kendi kaderlerinin yapýmcýsýdýrlar, çünkü kendilerinde bulunan öðeler, ben- zer öðeleri, yaþayacaklarý olaylar þeklin- de kendine çekerler.

Bu prensip, astral seyahat yapanlarýn karþýlaþacaklarý olaylar için de geçerli.

Bu da, kiþinin hangi duygu ve bilgi seviyesinde ise, astral seyahati esnasýnda ayný seviyedeki varlýklar ve olaylarla karþýlaþmasýnýn muhtemel olduðu anlamýna da geliyor.

MANEVÎ ÂLEM ya da

“ORTAM II” NEREDE?

Monroe, "Ortam II"nin nerede olduðu sorusuna da yanýt arýyor ve þöyle devam ediyor: "Bu konuda en kabul edilebilir tasavvur, içlerinden birinin de fizik dün- yamýz olduðu, çeþitli frekanslar üzerin- den çalýþan sonsuz sayýdaki dalgalardan oluþan, dalga titreþimlerinin bulunuyor olmasý. Týpký elektromanyetik spektrum içindeki çeþitli dalga frekanslarýnýn ayný anda , ayný mekânda birbirlerini etki- lemeden bulunabilmesi gibi, "Ortam II"nin dünyasý veya dünyalarý da, bizim fiziki maddi dünyamýzýn ortamýna dahil edilmiþ haldeler. Ancak, bizim doðal duyularýmýz ve aletlerimiz, ender ve olaðandýþý haller dýþýnda, bu titreþimleri algýlayabilmekten tamamýyla aciz durum- dalar. Bu durumda "Ortam II"nin nerede bulunduðu sorusu net bir cevap bulmuþ oluyor: Ortam II burada, bizim de bulun- duðumuz yerdedir!"

Buraya kadar verilen bilgilerden anladý- ðýmýza göre, bir insan belli þartlar altýnda, çeþitli teknikler kullanarak veya doðru- dan kendisine verilmiþ bir yetenek saye- sinde, astral beden denilen ve süptil ele- mentlerden yapýlmýþ bir beden içinde, fiziki bedeninden ayrýlarak, fiziki kanun- larýn dýþýna çýkabiliyor ve astral bedenle çeþitli yerlere gidebiliyor. Bu yerler, fizi- ki dünyamýzda olabildiði gibi, çok daha kolay olarak da maddi dünya dýþýndaki ortamlarda gerçekleþebiliyor. Madde dýþý ortamlarda, yani "Ortam II" de yapýlacak denemelerde nelerle karþýlaþabilineceði konusunda, sözü Monroe'ya býrakalým:

(29)

SEVGÝ DÜNYASI 27

ÇIPLAK DUYGULAR, ENGELSÝZ DÜRTÜLER

"Ortam II" nin gerçeði, en derin arzular ve hýrslar ile en kuvvetli korkulardan oluþuyor. Burada egoyu diðerlerinden ayýran hiçbir utanma veya tereddüt, toplumun þartlamasýndan gelen hiçbir koruyucu tabaka bulunmadýðýndan, bir þeyi düþünmek demek, anýnda harekete geçmek demek oluyor. Burada dürüstlük geçerli. Astral beden içinde bile olsa, burayý ziyaret eden kiþi, medeniyetimiz tarafýndan bastýrýlmýþ bütün hislerinin birden bütün gücüyle ortaya çýktýðýný farkediyor."

Bu demek oluyor ki, gerek "Ortam II"

nin çeþitli sakinleri, gerekse orada astral bedeniyle bulunan ziyaretçi, o anda nasýl düþünüyor ve hissediyorsa, bu düþünce ve hisleriyle adeta çýrýlçýplak ortada. Bu durumda ziyaretçi hem orada karþýlaþtýðý varlýklarýn çýplak duygu ve düþüncelerine hedef olmak hem de kendi ayyuka çýkmýþ duygularýyla baþ etmek gibi durumlarla karþýlaþýyor. Öyle ki, bazen dizgin- lerinden boþalmýþ bu duygular dolayýsýy- la, ziyaretçinin aklý baþýnda bir þey düþünmesi bile kabil olmuyor. "Ortam II"

sakinleri de bazen öfkelerini ziyaretçiden çýkarýyor, bazen yerine gelmemiþ arzu- larýný ziyaretçi ile gidermeðe kalkýþýyor- lar. Monroe'nin deneyimlerine göre, özel- likle yaþamda iken doyurulamamýþ olan cinsel dürtüler, astral beden halinde veya Ortam II'nin sakinleri arasýnda ana tema haline gelebiliyor. Bu takdirde, cinsel dürtülerin kýþkýrttýðý Ortam II sakinleri, bu konudan baþka birþey düþünemez

halde bulunuyorlar. Monroe, bu durumu þöyle anlatýyor:

"Ortam II"nin özellikle fiziki dünyaya frekans açýsýndan en yakýn olan böl- geleri, hisleri yüzünden deliye dönmüþ meczuplarýn ya da en azýndan yarý delilerin bulunduðu bölgeler. En azýndan bu çoðunlukla böyle. Bütün bunlara ilaveten, bu frekanslarda, halen hayatta olup uykuda olduklarý için astral bedenle dolaþanlara, uyuþturucu tesirinde olduðu için astral bedenle yolda olanlara, ayrýca ölerek öte âleme geçmiþ olan ama hâlâ duygularýnýn etkisiyle bu bölgelerde kalanlara rastlamak mümkün. "

Monroe, seyahatlerinin baþlangýçlarýn- da, sürekli bu bölgelerde takýlýp kalýyor ve birçok nahoþ olay yaþýyor. Çoðu kere, karþý koyamadýðý kendi cinsel dürtüsünün normal düþünmesini önlemesi yüzünden geri dönüyor, bazen herhangi bir sebep- ten kendisine kýzan ve onu herhangi bir þeyden sorumlu tutan varlýklarla karþý- laþýp, çareyi tekrar fizik bedenine kaç- makta buluyor. Bazen bilmediði ve anla- madýðý herhangi bir sebepten onu yakala- maya çalýþan bazý gruplarýn içine düþüyor ve acele tekrar fizik dünyaya dönüyor.

Daha sonralarý bu frekansta fazla oyalan- mayýp, daha ileri frekanslara ve kendi istediði yerlere gitmeyi öðreniyor.

Monroe, kendi isteði dýþýnda baþlamýþ olan astral hale geçebilme yeteneðini sonralarý yine kendi bulduðu tekniklerle geliþtiriyor, geçiþ zamanýný kýsaltýyor ve kolaylaþtýrýyor. Daha sonralarý kýsaca deðineceðimiz bu teknikleri kullanarak

Referanslar

Benzer Belgeler

İlginçlik şurada: Kurguladığımız akıl deneylerinde, kuşun sonsuz kere gidip gelmesi, lambanın sonsuz kere yanıp sönmesi, kaplumbağanın sonsuz kere son bulun-

Yanında, usta yönetmenin eşi, ar­ kada ise genç yönetmen ile onun sevgili­ si olan genç aktris oturmaktadır.. Küçük topluluk arabadan

Hayat yükü altında mavna­ lardan daha âciz olduğunu hisseder gibi oldu, ama onla­ rı kendinden bahtiyar görmü­ yordu.. Kadere hükmetmek ba kurundan aralarında

Bu çalışmada bir yaşından küçük dişi Saanen keçilerinde en fazla nematod enfeksiyonu görül- müş, bunu sestod enfeksiyonu takip etmiş ve herhangi bir

Bu çalışmada kenarları yüklemesiz ve içinde r i yarıçapında delik bulunan şekilsiz sonsuz plağa d çapındaki bir silindirin çakılması neticesinde oluşan

Newberg'in sözlerini biraz açarsak, bizim gerçek olarak kabul ettiðimiz þey- lerin, gerçek her neyse ,onun yalnýzca beynimizin süzgecinden geçmiþ bir yoru- mu olduðunu

Bütün büyük bilim akademileri ve alana hâkim olan bütün incelemeler küresel ısınma inkârcılığının sahtekârlık oldu ğunu, Akıllı Tasarım, homeopati veya

Anevrizma tamirine ek olarak tüm olgularda koroner revaskülarizasyon gerçekleþtirilmesinin postoperatif mortalite ve morbiditeyi azaltacaðýný düþünmekteyiz.. Kaay yn