• Sonuç bulunamadı

Hikaye:Tutunacak yer

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hikaye:Tutunacak yer"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bir müdılettenberi ga­ zetemizde hikâyesi çıkma­ yan, Memduh Jjevket’in Zonguldak’ tan gönderdiği yeni bir hikâyeyi yayınlı­ yoruz.

«Korkma.. Bak, bugün yüzü gülüyor, akşamki hışımlı ha-^ li yok. Belki iyiliği tutar da* veriverir. Bir haftadır çocuk­ larına yalan söylüyorsun. Bu sefer ne uyduracaksın? Elin boş gideceğine öl daha iyi.— Hem istediğin o kadar çok de­ ğil ki... Ay başı parayı vere­ meyince kızmamıştı sana. Ge­ lecek ayı düşünmek budalalık. Allah büyük, bakarsın üç gün sor.ra piyangodan birkaç yüz

l i r a R a l V i ö a h i î v i i V

ikramiye çarpar. Hadi yaklaş, kalabalık olmadan söyle. Ver­ mezse gören olmasın. Biraz yal varsan da ne çıkar. Bâzen bir adama yalvarmak, onu azarla­ maktan iyidir. Karşındaki kim? Sen oüu çok iyi tanıyorsun... Bak, gördün mü geldi işte, hem de o kadın geldi... Fakat bu i- yi. Çok para alınca keyiflenir, kabadayılığı unutup, ne kadar istersen al canım, sen'den pa­ ra mı isteyen var? deyiverir belki... Dün elma 120 idi, bu­ gün 180... Domates 70’ e, patlı can 80’ e çıkmış... Armut lira olmuş.... Şimdi düşünme bun­ ları, yeter ki. versin şu he­ rif...»

HollandalI kadın alış-veriş e

A J l K T H « J M lk İM « < • '> « •

TUTUNACAK

YER

Ulanmaktan korkan bir çocuk gibi, başı önünde duruyordu.. Kaldırım taşları üzerine çizi- liveren geçmişin tabloları ya­ vaş yavaş hayat buldu. Bir an kendini bir boşlukta hisseder gibi oldu, artık tamamiyle dü­ nü yaşıyordu.

— Mehmet... — Buyurun beyim.

— Yeni gelen bir şey »var mı?

— Ne isterseniz var beyim. — Bir hamal çağır, hepsin­ den ikişer üçer kilo koy, eve gönderivçr.

— Başüstüne beyim, hemen şimdi. En iyilerinden, tazele­ rinden seçerim.

— Dur dur, bir yol manifa­ turacı Ahmet Efendiye de uğ­ ra, paketler var, onları da ha­ mala veriver.

— Olur beyim olur, sen me­ raklanma...

Tatlı hayallerin birden ger­ çekleşen rahatlığında fazla ka İamadı. Top gürlemesini andı­ ran bir gülüşle kendine geldi. Manav, otuz iki dişini göstere­ rek kahkahalar atıyordu. On sene evvelin cılız çocuğu bu­ gün çam yarmasına benziyor­ du. Hem gülüyor, hem söyleni yordu: «Kaçtan hesap edersen et, eyvallah derler. Kazık a- tarsın, teşekkür ederler. Hep böyle, yüzlük verirler, üzerini . .mm.j. . HHHhİ indirirler.

Hakları da var ya... Köpoğlu- ların en külüstürü beş yüz, bin lira alıyor... Su gibi harcıyor­ lar... Yaşıyor domuzlar.» Ma­ nav konuştukça vücudünün buz kesildiğini hissediyor, boynun­ dan belkemiğine doğru soğuk soğuk bir şeyler akıyordu. «U- çurumla dağın tepesi... Ortada tutunacak yer kalmadı... Biz- ler, orta sınıf... Kayıyoruz... Hergün biraz daha uçuruma ka yiyoruz. Bir gün 'bu şehir i" yice zıvanadan çıkacak... Şehri peşine takmış bu insanlar, is­ tedikleri yem götürüyorlar. Pa ra! Binler, yüzler.... Bırak şim di bu felsefeyi.. Çocuklar bek­ liyor... Alacaksın.. Sen de a- lacaksın. Bu oyunda sen de var sin. İşte tam zamanı, yaklaş...» Ezile büziile bir iki adım attı. Koskoca bir dağın altında ka- lıverecckmis gibi korkuyordu. İçinde müthiş bir mücadele vardı. «Mehmet, oğlum.» dedi. Bunlar o kadar yavaş söylen­ mişti ki, duyan olmadı. Bü­ yük bir gayret sarfederek bir daha seslendi: «Oğlum, Meh­ met». Manav dükkânın tam or­ tasında duruyordu. Gözünün birini kısarak, «ne var?» der gibi müstehzi başım salladı Boğazında düğümlenen kelime leri güçlükle çıkarıyordu: «Şu radan bana...» Arkasını getire- meyince manav kükredi: «Gırt lak veremi misin yahu? Biraz

Memc/uh

ŞEVKET

bağırsanan...» Kelimeler birer kızgın şiş gibi yüreğini dağla­ dı. Olanca kuvvetiyle bağır­ mak, dükkânın altını üstüne getirmek istedi. Birden mana­ vın gözlerinde kızının boynu bükük hayalini görüvermisti.. Şimdi kelimeler, içine saklan­ mış birinin ağzından çıkıyor­ du sanki... «Ben, ben...» Acı bir kükreyiş sözünü kesti: «Anla­ dık sen, vereoez iste.. Ne is- tij'orsan çabuk söyle.» Titri­ yordu, fakat içindeki adamın konuşmasına mâni olamadı* «Çocuklara biraz meyva ala­ caktım.» Manav birden sakin­ leşti. Yılışık yılışık güldü: «Senin çocukların boğazınfla kalmasın bunlar? Yine de sen bilirsin...» Elini göbeğinin ü- zerindeki kirli önlüğün ceple; rinden birine sokarak bir avuç lira çıkardı. Liralar havada bir avuçtan diğerine boşalmaya bas lamıstı. Fakat onlar avuçlara değil onun beynine düşüyor­ du, Bir an geldi, gözleri karar di. Heı» şey etrafında dönmeye başladı.

Trendine geldiği zaman ead- dedeydi. Fakat, kahkaha­ ları, Çinlilerin işkence damla­ sı gibi beynine düşen liraların insanı delirten madenî sesini, bir uğultu halinde hâlâ duyu­ yordu... Hızlı hızlı yürümeye başladı. Ayaklarının rastgele onu götüreceği yere, bunların

duyulmadığı yere gitmek isti­ yordu. Yürürken insanlara çar pıyor, farkında olmuyordu. Ha fif bir dönemeçte dev «eııclid» lerden biri kaldırımın kenar taşlarını sıyırarak geçli... İr - kildi ,bir kaç adım sağa kaçtı. Sonra yine süratle yoluna de­ vam etti. İskele binasını ge­ ride bırakmıştı. Demiryolunun sağındaki dar yoldan ilerler­ ken bir an durakladı. Buna mecburdu sanki... Levha kolu- nu_ uzatmış «DUR» diyordu. SIĞINAK... Bakışları donuktu. Okudu bir daha okulu. Bir da­ ha... «Sığınak... altmış senelik vasatı insan ömründe iki defa harp olsa, bunun biri gençliğe rastlar, cepheye gidilir. Vatan için ölüm tatlıdır orada... İh­ tiyarlık devrine rastlayan harp te de insan kaç defa buraya sığınmak ihtiyacını duyar? Bombardıman sona erinceye kadar. Halbuki şimdi? Seneler boyu açıkta, bombalar altın­ dayım... Kaçtıkça kayıyorum. Tutunacak tek yer yok...» di­ ye söylendi Gözlerini kısarak ufku taradı «Yıldızlar... Gece onların kayışını pek çok sey­ rettim. Her seferinde bir yer­ de durdular. Bir şey tuttu on­ ları., yahut onlar tutunacak yer buldular...» Levhaya son defa bakarken pek garip bir şekil­ de gülüyordu. Yürüdü. Sol kal­ dırıma geçti, demir parmaklı­ ğa dayanarak limanı seyre baş ladı. Mavnalar, motorlar ve bir yolcu postası vardı. Bir kadının, kocasının koynunda duyduğu huzur verici emniyet içindeydiler. Bu sakin duruş­ larda dalgaları kudurtmak is­ teyen gizli bir istihza sezince acı bir sırıtışla: «Tıpkı benim gibi... Ay başına ben de böy­ le olurum. İki yüz küsur lirayı cebimde görünce kendimi em­ niyette hissederim. Fakat bu,

yalnızca iki saat sürer. Sonra binlerce lira borcun içine dü­ şer çırpınır dururum. Sizler de öyle olacaksınız. Bakın, dal galar pusuda. Biraz sonra si­ zinle bir saman çöpü gibi oy- nıyacaklar. Hattâ ölümün eşi­ ğine kadar götürecekler. Yal­ varmalar, bağırmalar para et- miyecek. Aksine, acziniz onla­ rı bir kat daha kudurtacak. Ölünceye kadar limanda sey­ retmek. Hıh... otuz günün hep si ay başı değil ki... İmkânsız bu...» diye söylendi. Bu k o­ nuşma onu birazcık sükûna ka

vuşturmuş gibiydi Belki de­ vam edecekti. Fakat posta acı acı düdük öttürmiye başlamış­ tı. Demir alacaktı her halde. Mendireğin arkasında dalgalar kuduruyor, kayalıklarda kor­ kunç uğultular çıkarıyordu. Hayat yükü altında mavna­ lardan daha âciz olduğunu hisseder gibi oldu, ama onla­ rı kendinden bahtiyar görmü­ yordu. Kadere hükmetmek ba kurundan aralarında pek fark yoktu. Yarı kanburlaşan cılız vücudu, damarları çıkmış za­ yıf ellerde başka ne yapabi­ lirdi? Bunu düşünmek beyhu- deydi. Fakat bu görüş verdi­ ği hükmü değiştirmemişti.

Geri döndü. Meydana ge­ lince arka caddeye saptı. Dü­ şünmek ihtiyacındaydı. fakat neyi? Bilmiyordu. Yüz met­ re kadar yürüdü, bir sokağın başında durdu. Karşıdaki kö­ şe dükkândan kaldırıma şen kahkahalar dökülüyordu. Mey­ haneydi burası. İnsanlar o- turmuş, akşamın bu erken sa­ atinde durmadan içiyorlardı. Kadehlerdeki kırmızı ve donuk beyaz renge baktı. Bunların, çoğu nasırlı eller içinde, ma­ sadan kalkıp tabaklara vuru­ luşunu, dudaklara

götürülüşü-ııü seyretti. «İçiyorlar, saba­ hın ayıklığını düşünmeden i- çiyorlar. Acaba bunları evde bckliyen yok mu? Çocukları bir şey istemedi mi? Zavallı­ lar, tutunacak bir yer bulduk­ ları vehmine kapılmışlar...» diye düşündü. Karşı tarafa ge çecekti ki sesler duymaya baş­ ladı. Biri ona hitap ediyordu. Etrafına baktı, kimsecikler yoktu. Fakat, işte konuşuyor­ du biri... «Sen içmemekle, sa­ bahın ayıklığım düşünmekle ne kazanıyorsun sanki? Bir kaç saat, bütün bir gece bu korkunç kaymanın acısını duy mamak, her şeyi unutmak, ge­ ce tatlı rüyalar görmek daha iyi değil mi? Bak, hepsi me­ sut... Bugüne kadar boş yere azap çektiğinin farkında mı­ sın? Vehim değil bu... Zirve ile uçurum arasında tutunula­ cak yer burası işte... Belki tek yer... Belki de durmadan çı­ kılacak yer.,, Çıkanlar bir gün ineceğini düşünüyor mu? Sen de sabahı düşünme. Haydi, budalalık etme, gir. Unutmak, ne güzel... İki kadeh, fazla de­ ğil... Yeter bu kadarı. Dalga­ lar nasıl mendireğin dışında kuduruyorsa, seni bu hale so­ kan hayat da dükkânın etra­ fında kudursun. Korkma, gi­ remez buraya... Hâlâ mı düşü­ nüyorsun?» Seslenişler onda

kloroform tesiri yapmış, a- yaklarının altındaki toprak ka yarak, ameliyat masadındaki adam gibi bayılıvermişti.

Kendine geldiği zaman ma» şada, yalnız başına içiyordu. Görebildiği: sigara dumanlari- le dolu alkol kokulu bir dük­ kân, masalar, masalar... A - damlar, adamlar ve dolu ka­ dehlerdi. Düşündüğü tek şey de: şaraptı, Ne güzeldi şu şa­ rap kırmızısı..

Referanslar

Benzer Belgeler

Deprem sarsıntısı esnasında sismik dalgaların zemin profilinde kaynaktan yukarıya doğru yayılması anında, yerel zemin şartlarından önemli oranda

Son uç olarak yaptığımız çalışmada, ibuprofen tabletlerin çözünme hızı testleri için önerilen döner sepet yöntemi ile 150 dev/dak'da. çalışmanın uygun

Üst öğrenime geçmek için yapılan sıralama sınavları öğrencilerin en önemli sorunlarındandır. Öğretmenler ölçme-değerlendirme sürecinde adil ve nesnel olmalıdır.

Saldırıdan sonra hastanede yatarken, dışarı­ da onun sağlık haberlerini takip etmak için bek- leştiğimiz sırada, dostlarından birinin, felç oldu­ ğunu ve bir

Seçilen komedi filmlerinde parodinin eleştirel mesafesi (filmlerin pastiş gibi boş parodi olmadığından hareketle) eğlenceyle bulanıklaşırken postmodern bir konum

Çimlen- meden hemen sonra verdiği ilk gerçek yaprakları ile başlayan hareket ve tepki verme, bitki geliştikçe daha da artar. Bitki sadece sese tepki vermez, sıcaklık

Siz bu ülkenin sivil toplum örgütleri, siz sözde demokrat burjuvazinin hem de medya patronu ba şkanları, siz Uluslararası Basın Enstitüsü yöneticileri, üyeleri iken

Fetus gebeli¤in bafllang›c›ndan yaklafl›k yedi hafta sonra hareket etmeye bafllasa da, anneler yaklafl›k 16-21.. haftaya kadar, bebeklerinin hare- ketini