• Sonuç bulunamadı

Atatürk devrimlerini anlayamadık:Gazeteci-yazar Hıfzı Topuz'la Türkiye'nin mütareke günlerini ve o dönemle bugünün nasıl benzeştiğini konuştuk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk devrimlerini anlayamadık:Gazeteci-yazar Hıfzı Topuz'la Türkiye'nin mütareke günlerini ve o dönemle bugünün nasıl benzeştiğini konuştuk"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAYFA CUMHURİYET

23 ŞUBAT 2003 PAZAR

PAZAR K O NUĞ U

Gazeteci-yazar

HıfyTopuz’lcı

Türkiye ’nin mütareke günlerini ve o dönemle bugünün nasıl benzeştiğini konuştuk

S Ö Y L E Ş İ : L E Y L A TAVŞAIM OĞLU

leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr

Türkiye herhalde cumhuriyet tarihinin en karanlık

döneminden geçiyor. Mütareke ve işgal yıllarını anımsayanlar,

ülkenin daha beter bir evrede olduğu görüşünde birleşiyorlar.

Aydın çevresinde işbirlikçi ve mandacıdan geçilmiyor.

Kıbrıs 'ta “ver-kurtul ” edebiyatı artık vakayi adiyeden oldu.

Her ne olursa olsun, her türlü ödünü vererek AB ’ye kapağı

atmak günün modası. Washington yönetimine Irak Savaşı ’yla

ilgili her türlü sözü verdikten sonra Ankara daki koltuğa

oturup şamar oğlanına dönmek de işin cabası. ABD ’nin

şam ar oğlanı olmak isteyenler olabilir, ama sokaktaki sade

vatandaşın tercihi o yönde değil. Bu hercümerç içinde,

mesleğimizin en kıdemli ağabeylerinden Hıfzı Topuz, mütareke

döneminde İstanbul ’daki mandacıları, işbirlikçileri, açık

ajanları anlatan “Çamlıca ’nin Üç Gülü ” isimli belgesel

romanını yayımlattı. Hepimize olduğu kadar benim için de yol

gösterici bir ağabey olan Hıfzı Topuz’la Türkiye’nin mütareke

günlerini ve o dönemle bugünün nasıl benzeştiğini konuştuk.

Hıfzı A ğabey’le öteden beri senli benli, samimi bir

dostluğumuz olduğu için bu söyleşide de birbirimize hitap

biçimimizi olduğu gibi, doğal bırakmayı yeğledim; yapaylığa

kaçmak istemedim.

- Hıfzı Ağabey, "Çamlıca ’mn Üç Gülü ” adlı son belgesel romanında anlattığın Osmunlı İm ­ paratorluğu ’nun son dönemi, Türkiye ’nin bu­ gün içinden geçmekte olduğu zaman dilimiy­ le benzeşiyor. Sen bu iki dönem arasında bu pa ­ ralelliği nasıl kurdun?

TOPUZ- Bence o dönem çok önemli. Milli Mü­

cadele, Mütareke yıllarında İstanbul’da sadece Ba­ tı’dan başka çıkar yol görmeyen insanlar, işbir­ likçiler var. Tam bir işbirlikçi çevresi. Bunlar Amerikan mandasını istiyorlar.

- Bugün de aynı durumla karşı karşıya değil

miyiz?

- Evet, ne yazık ki öyle.

Mustafa Kemal de bunlara karşı bir alternatif

üretiyor. “Hayır, biz kendi kendimize başka bir

şey yapacağız” diyor. Ama buna hiç kimse yanaş­

mıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal kalkıyor, Sivas’ta bu siyasetini tek başına savunuyor ve kar­ şısındaki herkesi mat ediyor. Yani bu alternatifi kabul ettiriyor.

Bugün ise IM F’ye karşı alternatif üreten bir tek siyasi parti yok. Bugün bütün partiler IMF gü­ dümünde.

- Türbanı savunan p arti de IM F çizgisinde

değil mi?

- Tabii, öyle. Karşı bir siyaset yok. Hepsinin

ekonomik, politik görüşü aynı. Bugün Mustafa Kemal gibi bağımsız, dış akımlara bağlı olma­ dan politika üretebilecek bir lider çıkmıyor. Bü­ tün siyasi partiler aynı çizgide gidiyorlar. Halka sundukları bir alternatif yok.

Mustafa Kemal ise dış, ekonomik, dinsel po­ litikaya karşı bir alternatif sunuyor. “Dışarıdan

yardım almadan biz bu işi kendi kendimize yapa­ rız” diyor. Böylece de devletçiliğe mecbur olu­

yor.

- Neden mecbur oluyor?

- Çünkü o dönem bizde başka alternatif yok­

tu. O arada Düyun-u Umumiye’yi de ülkeden kovdu.

Saltanata, şeriata alternatif

- Bir de Amerikan mandacılarına karşı Sov-

yetler Birliği’yle işbirliği yapm adı m ı? Ayrıca Sovyetler Birliği üzerinden İngiltere’y le ilişki­ leri de düzenlemedi mi?

- Evet, müthiş bir oyun oynadı. Ama Sovyet-

ler Birliği ’ne güvenip bu işe başlamıyor. E vet Sov- yetler Birliği’nden askeri yardım aldı, ama o ka­ dar. Hatta, Sovyet yardımından daha da önemli­ si, ne kadar silah deposu varsa bunların boşaltı­ lıp içlerindeki silahların Anadolu’ya kaçırılma­ sıdır. Bunu da İstanbul’daki direniş örgütleri ba­ şardı.

Bu örgütler M ustafa Kem al’e bağlı değildi, ama Mustafa Kemal bunları derleyip toparlamış­ tı. Anadolu’da da Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kuruldu. Yani, direniş eylemlerini halkın kendi­ si yapıyor. Pek çok ülkede de bu böyle olmuştur zaten. Ayrıca, şunu belirtmekte de yarar var. Di­ reniş eylemi komitacılık değildir.

Direniş ya da reziztans, halkın yabancı işgali­ ne ve işbirlikçilere karşı direnişe geçmesidir. İş­ te, Mustafa Kemal bu reziztans gruplarım örgüt­ ledi, aralarında bağlar kurdu; bunları çok iyi ka- nalize etti. Böylece de saltanata, şeriata, Doğu­ lu düzene, ekonomi anlayışına, yabancılara borç­ lanma ve eğitim konularında bir alternatif oluş­ turdu. Bu çok önemli

- İyi de sence biz Atatürk devrimlerini iyi an­

layabildik mi?

- Hayır, bence hiç anlamadık. Son zamanlarda

çevremdekilere, “Atatürk devrimleri nedir? Bun­

lardan ne anlıyorsunuz” diye soruyorum. Bunun

temelinde bir devletçilik, ekonomik bağımsızlık meselesi var. Ondan sonra da milli eğitimde dev­ rim var.

Bakın, Mustafa Necati diye bir ismi hiç kimse bilmiyor. Soruyorum, “Mustafa Necati kimdir?

Ne yapmıştır?” diye... Bana,“Necati Bey Cadde­ si m i?” diyorlar.

Bu adam üç-dört yıl Milli Eğitim Bakanlığı yap­ mış ve Latin alfabesinin kabulünde ve eğitim dü­ zeninin kurulmasında ilk temelleri atmıştır. Ya­ ni Mustafa Kemal kararlan tek başına almadı. Çev­ resindeki Mustafa Necati gibi kişlerle birlikte al­ dı. Bütün yapılanlar ekip çalışmasının sonucu­ dur.

Bir tarafta halk direnişi var, öbür yanda da Mustafa Kemal’in çevresinde bir ekip çalışması yapılıyor. Tabii ki yanında birtakım dalkavuklar da var, ama karar mekanizması onlara ait değil.

- Peki, karar verenler kimler?

- Karar verenler bir aydın kadrosu. O zaman

birtakım gruplar oluşmuş; alternatifler üretmiş­ ler. Oysa bugün alternatif yok. Ekonomide alter­ natif yok. Milli eğitimde alternatif sadece dinci­ lerin elinde. Korkunç bir durum. Nereye gittiği­ miz belli değil.

Mustafa Kemal her konuda alternatif oluştur­ du ve bunlar yıllarca devletin programı oldu. Ya­ ni Mustafa Kemal’in o zaman yıktıklarını biz bugün yeniden getirmek istiyoruz.

- Yani dinci takım Türkiye’y i 20. yüzyılın baş­

larına mı geri çekmeye çalışıyor?

- Evet, öyle. Bugünkü hükümetin Cumhuriyet

rejimine karşı getirdiği alternatif denenmiş, yı­ kılmış, çağmı yitirmiş bir alternatif. O sistem çü­ rümüş, onun yerine her alanda Batı sistemi, Ba­ tı uygarlığı geçmiş. Bunların karşısında yeniden eskiye dönülm ek isteniyor. Bu, reaksiyon de­ mektir. İrtica budur.

- Zaten irtica eskiye dönüş demek değil mi?

- Evet, öyle. Ne yazık ki bugün bu kötü duru­

mu yaşıyoruz. Bunu vurgulamak lazım. “Çam-

lıca’mn Üç Gülü” romanında da bunu vurgula­

dım. Artık eskiye dönüş diye bir şey olmaması lazım.

Filipinler modeli

- 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında Os­

manlI ’daki Am erikan mandacılarının ilginç yaklaşımlarını romanda yazdın. Bunu anlatır mısın?

- Tabii. Halide Hanım (HalideEdip Adıvar) Fi­

lipinler modelini ortaya attı. Ahmet Emin (Yal­ man) ve bütün Amerikan mandası yandaşları di­ yorlar ki: “Amerika Filipinler’e gitti, FiMpinler’i

uygarlığa kavuşturdu.” Oysa olay öyle değil.

ABD oraya savaşla girmiş. Ispanya’ya karşı sa­ vaşı kazandıktan sonra Filipinler’e yerleşmek is­ tedi. Bunun üzerine Filipinler’de bir direniş ör­ gütü oluştu. Bu direniş yaklaşık dört yıl sürdü. Ç ok kanlı olaylar yaşandı.

-B ir de Abdülhamit’in Sulu halkına gönder­ diği bir fetva olayı vardı...

- Filipinler’in güneyindeki Sulu takımadaların­

da Müslümanlar yaşıyor. Bir gazeteci oraya gi­ diyor ve akima bir fikir geliyor. “Müslümanla­

rın halifesi var. Dolayısıyla ondan gelecek fetv ayı dinletiler” diye düşünüyor. Zamanın ABD Cum­

hurbaşkanı’na bir mektup yazarak bu konuda H alifeden fetva almasını salık veriyor. Böylece zamanın İstanbul’daki ABD büyükelçisi Was­ hington’dan talimatı alınca Yıldız Sarayı’na gi­ diyor. Padişah Abdülhamit’e durumu anlatıyor. Abdülhamit diyor ki: “Bunlar Şü mi, Sünni mi?

Eğer Şii iseler beni dinlemezler. Ama şimdi Hac mevsimi. Filipinler’den Hacca gelen olursa bun­ ların Sünni olduklarım anlarız.”

Gerçekten de zamanın Hicaz Valisi Ahmet Ra-

tip Paşa’ya soruyorlar. Sulu’da yaşayan Müslü­

manlar gerçekten Sünniymiş. Bunun üzerine Ab­ dülhamit, Şeyhülislamdan, Suludaki Müslüman­ lar A B D ’ya baş kaldırmasm diye bir fetva yaz­ masını istiyor. Böylece yazılı fetva Sulu halkına gönderiliyor. Ben romanda biraz kurgu yaparak,

m m

topuz

İstanbul, 1923 doğumlu.

Ortaöğrenimini Galatasaray

Lisesi’nde, yükseköğrenimini

İstanbul Üniversitesi Hukuk

Fakültesi’nde tamamladı.

Strasbourg Üniversitesi Hukuk

Fakültesi ve Yüksek Gazetecilik

Merkezi’nde doktora yaptı.

Gazetecilik mesleğine 1947’de

Akşam gazetesinde muhabir olarak

başladı. TRT’de, BRT’de görev

yaptı. UNESCO İletişim

Dairesi’ndeyöneticilik yaptı. Pek

çok yayımlanmış makalesi,

inceleme, roman ve anı dallarında

kitapları var.

“Sulu halkı bu fetvayı tuvalet işlerinde kullanmış olsa gerek” diye yazdım. Niyazi Berkes kitabın­

da bu olaya bir paragraf ayırmış. Ben de ondan esinlendim. Diyorlar ki “Filipinler’deki Ameri­

kan mandası”. Ne mandası. Düpedüz Amerikan

sömürgeciliğiydi Filipinler’deki. Zaten manda rejimi hiçbir yerde uygulanmamıştır ki.

-A m a Birinci Dünya Savaşı ’ndan sonra man­ da rejimi ortaya çıkmadı mı?

-1918 ’den sonra eski Alman sömürgeleri ve Os­ manlI topraklarım yönetmek için Milletler Cemi­ yeti bir formül anyordıı. Böylece bu topraklar bü­ yük devletlerin yönetimlerine verildi.

Bakın, o zamanlarda da bizde büyük bir Ame­ rikan hayranlığı vardı. Bu Amerikan hayranları,

“Amerikalı gazetecileri Sivas Kongresine dav et ede­ lim. Gelsinler, dinlesinler, yazsınlar. Aynca biz­ den bir grubu ABD’ye gönderelim. Senato’da, Kongre’de ABD’ye bağlanmak istediğimizi

an-latsınlar. Böylece Amerika’ya bağlanalım” dedi­

ler.

- A B D ’nin İkinci Dünya S avaşı’na kadar

kendi içine kapalı olarak varlığını sürdürdü­ ğü, ancak İkinci Dünya Savaşı ’ndan sonra iyi­ ce dünyaya açıldığı savlanır. Oysa bakıyorsun, 19. yüzyılın ortalarında Amerikalı misyonerler Anadolu ’ya gelip özellikle Erm eni çocukları­ nın eğitimleri için okullar açtılar. 19. yüzyılın sonunda Ispanya-Amerika Savaşı patlak veri­ yor. Birinci Dünya Savaşı ’nda yin e A B D var. Sence neden Amerika ’nin 19. yü zyıl ve 20. yü z­ yılın ilk yansında içine kapalı olduğu kanısı yer­

leştirilmeye çalışılıyor?

- A B D ’de 18 ve 19. yüzyıllarda gelişmekte

olan büyük bir kapitalizm var. Bu kapitalizm kendine yeni kaynaklar, yeni alanlar arıyordu. Bu arada bütün dünyaya sızabilmek için de çe­ şitli bölgelere heyetler, misyonerler gönderiyor­ du. Bu amaçla da o okulları açtırıyorlardı. O okulların açılmasındaki amaç kültür hizmeti de­ ğildi. Amerikalılar dünyamn çeşitli bölgelerinde kendilerine altyapı hazırlıyorlardı. Dolayısıyla Amerikan mandası kavramının da tabanı hazır­ lanıyordu. Bütün bunlar bir program dahilinde ya­ pılıyordu.

- B ir de ilginç olan, Avrupalı olmasına kar­

şın İngiltere’nin A B D ’y e olan bağlılığı...

- Evet. Avrupa bir tarafa giderken Ingiltere hiç­

bir zaman A BD’nin dümen suyundan ayrılmıyor. Ama istiklal Savaşı içinde Amerikan mandasım savunanlar Ingiliz egemenliğini savunanlar de­ ğil, galiba. Öyle olsaydı, AK Kemal gibi yüzde yüz İngilizci olanlar Amerikan mandasını tutar­ lardı. Ama o zaman Amerikan mandasım pek de desteklemediler.

Anadolu hareketi

- M illi M ücadele ’y e hangi ülkeler sıcak bak­

tı, hangileri hasmane davrandı, sence?

- Fransızlar Anadolu hareketine her zaman sı­

cak baktılar; hep de yardım ettiler. Bak, Türki­ ye’ye er olarak gelen ünlü Fransız ozanı Jacqu­

es Prevert’in öyküsü de çok ilginç.

1954’te Fransa’ya gitmiştim. Cannes Film Fes­ tivali için oradaydım, işimi bitirdikten sonra bir­ kaç da röportaj yapayım, dedim. Abidin (Dino) bana Jacques Prevert’ in oralarda oturduğunu söy­ lemişti. Bunun üzerine Prevert’e telefon ettim,

“Ben bir Türk gazeteciyim. Abidin de size selam söyledi Sizinle konuşabilir miyim?” dedim. Mem­

nun oldu, “Tabii” dedi.

Ben de kalktım, gittim. Kapıyı iki kız açtı. Pre- vert’le randevum olduğunu söyledim. “Bir daki­

ka, haber verelim” dediler. Gittiler. Ne ses var,

ne seda. Bunun üzerine yine kapıyı çaldım. Kız­ lar yine kapıyı açtılar. “GeKr, gelir” dediler. Yi­ ne ses yok. Ben üçüncü kez kapıyı çaldım. Bu sefer kapıya Prevert çıktı. Sırtında bir atlet, elin­ de bir bardak şarap vardı. “A, evet, ben de sizi bek­

liyordum” dedi.

Ama beni içeri çağırmadı. Kapıda durarak baş­ ladı anlatmaya. Askerliğini İstanbul’da yaptığı­ nı söyledi.

Dağılma,

dinci güçleri

başa getirdi

- B ir d e P r e v e r t ’in Ü s k ü d a r ’d a b ir m e y h a n e d e ra k ı iç m e m a c e r a s ı vardı. O n u d a a n la tır m ıs ın ? - Z a te n o n u d a ay a k ü stü anlattı. B ir a rk a d a ş ıy la Ü s k ü d a r’da b ir m e y h a n e y e gitm işle§O r: B u rakı istem iş. R a k ıla r g e lin c e de bir d ik işte k en d in in k in i içm iş. İç tik ç e iç m iş v e sarh o ş o lm u ş. A rk a d a şı o n u g ö tü rm e k istem iş, a m a P re v e rt g itm e m iş. B ir süre d a h a içm iş. S o n u n d a m e y h a n e c i a rtık k a p a ta c a ğ ın ı, g itm e sin i sö y lem iş. B izim k i d ış a n çık ıp b a ş k a b ir m e y h a n e a ra m a y a b aşlam ış. M e y h a n e n in y a n ın d a b ir b e rb e r d ü k k â n ı v arm ış. B e rb e re g irip “Bir rakı” d em iş. B e rb e r d ü k k â n d a rakı

o lm a d ığ ın ı sö y le y in c e d e o n u n elin d ek i tıraş k ö p ü ğ ü tasını k a p ıp ra k ı n iy e tin e b a ş ın a d ik m iş. P rev e rt o k o n u ş m a m ız d a İs ta n b u l’u ç o k ö z le d iğ in i sö y le y ip b ir sürü a n ısın ı d a an lattı. O k o n u ş m a b a n a m ü th iş y az ı m a lz e m e si oldu.

Y ani, sö y le m e k iste d iğ im , ç o k çe şitli k a y n a k k itap ları

ta ra d ığ ım v e F ran sızların A n a d o lu h a re k e tin e sıcak b ak tık ların ı b u n la rd a n o k u d u ğ u m . B u arad a, M illi M ü c a d e le ’y e d e ste k için İsta n b u l'd a p e k ç o k m itin g y a p ılm ıştı v e bu m itin g le re ö z e llik le k a d ın la r ço k say ıd a k a tılm ışla rd ı. “Çanılıca’nın Üç Gülü” ro m a n ın d a d a b u k u rg u y u y ap tım .

İs ta n b u l’da k a d ın la rın , b ü tü n h a lk ta b a k a sın ın d iren işe

k atılm a la rı var. “Çamhca’nuı Üç Gülü” ro m a n ın d a esa s o la ra k v u rg u la m a y a ç a lıştığ ım n o k ta d a în g iliz le rin , A m e rik a lıla rın , iş b irlik ç ile rin k a rş ıs ın d a M illi M ü c a d e le ’y i d e s te k le y e n g e n iş b ir ta b a n ın o lduğu.

Herkes irak'ta savaşa Karşı

- P ek i, b u g ü n m a n d a c ıla r a k a r ş ı b ö y le g e n iş b ir ta b a n y a r a tıla b ilir m i? - B ö y le b ir şey in o lm a sı ta b ii ki ç o k istenir. S a d e c e b iz im ay d ın ç e v re m iz d e d eğ il, b ü tü n to p lu m k a tm a n la rın d a h e rk e s ir a k ’ta sav a şa k arşı çıkıyor. B iz im m a h a lle d e iyi ta n ıd ığ ım b ir tak si ş o fö rü var. İsm i Kemal. B an a, “Ağabey bu işin sonu ne olacak” d iy e soruyor. B a rış ey le m le rin i, g ö ste rile rin i g ö rü y o ru z . B ir de şu n a d ik k a t ç e k m e k istiy o ru m . S a d e v a ta n d a ş a ra s ın d a b u n a k arşı ç ık a n la r d a h a ç o ğ u n lu k ta d a ay d ın çe v re sin d e işb irlik ç i sayısı d a h a fazla. A m a ta b a n d a , “Niye bir alternatif üretilmiyor” s o ru s u hiç d u rm a d a n so ruluyor.

- P ek i, s e n c e b u k o n u d a

d ü z g ü n b ir ö r g ü tle n m e y a p ıla b ilir m i?

- N e y a z ık ki b u g ü n M u s ta fa

K e m a l gib i k a riz m a tik b ir lid e rim iz y ok. Ü ste lik bu, tek b ir lid e rin ü ste s in d e n g e le b ile c e ğ i b ir iş d e değil. B u fik ri sav u n a n in sa n la r var, a m a o n ları b ir a ra y a g e tirip ö rg ü tle y e c e k b ir g ü ç y ok. N ite k im son

s e ç im le rd e d e b u in san lar ö rg iitle n e m e y ip dağ ıld ılar. B u d a ğ ın ık lık d a din ci g ü çlerin h ü k ü m e te g e lm e sin e yol açtı.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Serginin bu üç şahsiyetinden başka, tabiatı esas alarak hâd bir abstraksiyona varan, ritmik ve ahenkli renk lekele- riyle cazip kompozisyonlar inşa eden A r t h u r Dov'u, ve hiç

Adnan Saygun qui lui a donné une renommée internationale, est l’ora­ torio de Yunus Emre qu’il a com­ posé en 1946, alors qu’il était inspecteur des Foyers

Çok Büyük Tabanl› Dizge denen ve ABD ile Pasifik’teki radyo teleskoplar›n bilgisayar arac›l›¤›yla birbirine ba¤lanmas›yla devasa tek bir teleskop haline getirilen

Takım sporları yapan kadınlar ile spor yapmayan kadınların karşılaştırılmasında takım sporları yapan kadınların daha güvenlik, enerjik, maceracı, risk almaya

Bunun için küçük yayın­ evlerinin aralarında birleşip bir dağıtım örgütü kurm aları ş a r t Gene küçük yayınevleri araların­ da birleşip büyük çapta

藥學講座於 2013 年 1 月 11 日邀請到國防醫學院藥學系黃旭山教 授,假藥學院大會議室進行「Polypharmacology in drug discovery: New hopes for

Eski Mısır’da suyun arıtılması için kullanılan bir başka yön- tem de kızgın demir yöntemiydi.. Buna göre suyun kısa sürede içilebilmesi için bir demir çubuk

Romayı A - vusturyaya ve İstanbulu Rusya­ ya peşkeş çeken bu kadın, Av­ rupa devletlerinde kendisine bir efkârı umumiye yaratmak İs­ tiyor, ve esen