• Sonuç bulunamadı

Yaşlılık sorunu ve bir çözüm olarak huzurevi (Konya Dr. İsmail Işık huzurevi örneği)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşlılık sorunu ve bir çözüm olarak huzurevi (Konya Dr. İsmail Işık huzurevi örneği)"

Copied!
112
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ ANABİLİMDALI

YAŞLILIK SORUNU VE BİR ÇÖZÜM OLARAK HUZUREVİ

(KONYA DR. İSMAİL IŞIK HUZUREVİ ÖRNEĞİ)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hanife ÖZYER

Danışman

Prof. Dr. Mustafa AYDIN

(2)
(3)
(4)

iii İçindekiler ÖNSÖZ ... v ÖZET ... vii ABSTACT ... viii GİRİŞ ...1 1. BÖLÜM ...3

YAŞLILIK KAVRAMI VE YAŞLILIĞIN SOSYOLOJİK YÖNLERİ ...3

1.1. YAŞLILIK KAVRAMI VE YAŞLANMA...3

1.2. YAŞAM DÖNEMLERİ ...7

1.3. BİR KİMLİK OLARAK YAŞLILIK ...9

1.3.1. "Yaşlı" Damgası ... 11

1.3.1.1. Beden ve Stigma/Damga Kimlik İlişkisi ... 11

1.3.1.2. Sosyal Bir Damgalama Olarak Yaşlılık ... 14

1.3.1.3. Damgalamanın Doğurduğu Olumsuz Sonuçlar ... 19

1.3.1.3.1. Ötekileştirme/Dışlama ... 19

1.3.1.3.2. Sosyal İlişkilerden Dışlanma ... 20

1.3.1.3.3. Kültürel Faaliyetlerden Dışlanma ... 20

1.3.1.3.4. Toplumsal Faaliyetlerden Dışlanma ... 21

1.3.1.3.5. Ekonomik Dışlanma ... 21

1.3.1.3.6. Yakın Çevre ve Mekândan Dışlanma ... 23

1.4. YAŞLILIĞIN BİR SORUN OLARAK ORTAYA ÇIKIŞI ... 24

1.5. YAŞLILIK SORUNLARI ... 29

1.5.1. Çalışma Sorunu ve Emeklilerin Toplumdaki Yeri ... 30

1.5.2. Sağlık Sorunu... 31

1.5.3. Serbest Zaman Sorunları ... 32

1.5.4. Psiko-sosyal Sorunlar ... 33

1.5.5. Barınma Sorunu ... 34

1.6. YAŞLILARA KARŞI TUTUMU ETKİLEYEN FAKTÖRLER... 37

1.7. TÜRKİYE’DE UYGULANAN YAŞLILIK POLİTİKALARI ... 39

1.7.1. Evde Bakım Hizmetleri ... 40

1.7.2. Telebakım (Teledestek) Hizmeti ... 43

1.7.3. Darülaceze ... 44

2. BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ VE HİKÂYESİ ... 45

(5)

iv

2.2. Araştırmanın Hikâyesi, Alan Uygulaması ve Teknikleri ... 47

3. BÖLÜM: ARAŞTIRMANIN BULGULARI ... 51

3.1. “Muhtaçlık, Düşkünlük Zor Kızım” ... 51

Huzurevine Yerleşme Nedenleri ... 51

3.2. Huzurevinin Mimari Yapısı ... 58

3.2.1. Müze İçinde Bir Müze ... 65

3.2.2. Burası Bir Cezaevidir ... 70

3.3. Huzurevleri Kaçış Değil Arayış Mekânıdır… ... 76

3.4. Huzurevinde Kalan Yaşlıların Aile Yapıları ... 78

3.4.1. Geleneksel Bağlardan Kopuş ... 78

3.4.2. Huzurevinde Kalan Yaşlıların Çocuklarının Mesleki Dağılımları Ve Statüleri (Görüşme Bulguları) ... 81

3.5. Huzurevinde Karşılaşılan Sorunlar ... 82

3.6. Huzur Evinde Kalan Yaşlıların Huzurevine İlişkin Duyguları ... 84

SONUÇ ... 87

KAYNAKÇA... 89

EK-1 Mülakat Soruları ... 97

EK-2 Görüşülen Kişiler ... 99

(6)

v

ÖNSÖZ

Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğu için geçtiğimiz yıllara kadar genç, dinamik aktif bir nüfus yapısına sahipti. Ülkemizdeki sosyo-ekonomik değişim, teknolojinin hızla artmasına paralel olarak sağlık imkânlarındaki artış yaşlı nüfusun giderek artmasına neden olmuştur.

Toplumsal değişme ve gelişmelere bağlı olarak aile kurumu da değişerek bünyesinde farklı özellikleri barındırmıştır. Ailenin farklılaşması geleneksel aile yapısında ailenin üstlendiği bir takım rollerin farklı kurumlara kaymasına neden olmuştur. Bu değişim ve dönüşümün etkilendiği bir kurum olarak ailede yaşlı bakımı neredeyse bir sorun haline gelmektedir. Böylece yaşlı birey için genelde barınma, özelde ise sosyal ilişkilerini sağlıklı bir birey olarak devam ettirebilme, emeklilik ve fiziksel faaliyetlerdeki azalma, yetersizlik, bir işe yaramama durumu yaşlılar için de bir sorun olarak algılanmakta ve kendi yetiştirdiği evladı dahi kimseye yük olmadan hayata devam etmek istemektedirler. Dolayısıyla huzurevleri barınma sorununa bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Çalışmamızda yaşlının barın(ama)ma sorunu ve sosyal ilişkilerindeki sosyo-psikolojik değişimler incelenecektir. Zeminini yaşlının, yaşlılık sorunlarının oluşturduğu araştırmamızda huzurevi barınma sorununun zahiri örneği olarak incelenecektir.

Bu tez çalışmamın hazırlanması sürecinde başta akademik bilgi ve tecrübesini esirgemeyip, çalışmamın her aşamasında sistemli bir şeklide yol gösteren başta tez danışmanın Prof. Dr. Mustafa Aydın’a teşekkürlerimi sunarım. Tez aşamasından önce Mahalle Mektebi dergisinde huzurevleri ile ilgili bir deneme yazmamı söyleyip bu konudaki bakış açımı genişleten Prof. Dr. Köksal Alver’e ve bölüme başladığımdan beri değerli bilgilerini bizlerle paylaşan ve ufkumunuz genişleten değerli hocalarım Doç. Dr. Mahmut Hakkı Akın’a, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Aydemir’e ve Yrd. Doç. Dr. İslam Can’a teker teker minnet borçluyum.

Ayrıca tezimin her aşamasında benden manevi desteğini esirgemeyen değerli dostlarıma da şükran borçluyum. Lisans hayatım boyunca ve tez aşamasında tez konum ile ilgili kaynaklara ulaşmam konusundaki lojistik desteği içinRafet Karabacak’a teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

(7)

vi Eğitim hayatımın başlangıcından itibaren her türlü maddi ve manevi desteği esirgemeyen ve yaşlıya bakışımın bu kadar hassas olmasında büyük katkıları olan anneme ve babama sonsuz teşekkürü bir borç bilirim.

HAZİRAN 2016 HANİFE ÖZYER

(8)

vii T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

enc

ini

n Adı Soyadı HANİFE ÖZYR Numarası 134205001010

Ana Bilim / Bilim Dalı

SOSYOLOJİ/ SOSYOLOJİ Danışmanı PROF.DR. MUSTAFA AYDIN

Tezin Adı YAŞLILIK SORUNU V BİR ÇÖZÜM OLARAK

HUZUREVİ ÖZET

Dünya nüfusunun giderek yaşlandığını göz önüne aldığımızda yaşlılık modern toplumlarda bir sorun haline gelmiştir. İlk çağlarda yaşlılık kavramı hastalık ile eş değer görülürken günümüzde yaşlılık bir hastalık değil, aksine tedavi edilmesi gereken bir süreçtir. Bu süreçte özellikle yaşlının bakımı ve barınması bir sorun haline gelmiştir. Geleneksel açıdan yaşlı aileyi birleştirici rol oynadığından ebeveynin çocukları tarafından bakımının üstlenilmesi yaşlının hem psikolojik durumunu etkilemekte hem de yaşlının gelecek ile ilgili umutsuzluğa kapılmasını ve yalnızlık hissini ortadan kaldırmaktadır. Ancak artan sağlık imkânları, kırdan kente göç, kadının iş hayatına başlaması günümüzde bu durumu zorlaştırmaktadır. Bu nedenle yaşlının bakımını üstlenen kurumlar ortaya çıkmıştır. Yaşlının bakım sürecindeki değişen psiko-sosyal değişimler ise araştırmamızın amacını oluşturmaktadır.

Bu tez çalışması 1967 yılından beri yaşlıların barınma ve korunmasına yönelik hizmet veren Konya Dr. İsmail Işık Huzurevinde kalan yaşlıların huzurevi ortamındaki hayatlarına ilişkin sosyolojik bir değerlendirmedir. Ülkemizde huzurevleri sosyal hizmetler kapsamında yer almaktadır. Bu doğrultuda yaşlının yalnızca barınma sorununa değil sağlık ve psiko-sosyal sorununa da çözüm olabilmek için hazırlanan bu tez derinlemesine mülakat tekniğine dayanmaktadır. Alan araştırmasında elde edilen bulgular, literatür taraması ile harmanlanmıştır. Kimi zaman kişisel izlemim ve yorumlara da yer verilerek araştırmaya zenginlik katılmak amaçlanmıştır.

Alan araştırmasında elde edilen verilerden yola çıkarak yaşlıların büyük kısmının gidecek yeri olmadığı için değil, gidecek yeri olup çocukları/gelinleri tarafından istenmeyen yaşlı profilini oluşturmaktadır. Yanı sıra korunmaya ihtiyacı olan yaşlılar da bulunmaktadır. Ayrıca çoğunluğunu oluşturmasa ya kendi isteği ile gelip, huzurevinde rahat bir yaşam sürmek isteyen yaşlıların sayısı da fazladır. Huzurevinde rehabilitasyon ve sürekli bakım hastaları, ayaklı hastalardan fazladır. Son olarak yaşlıların büyük çoğunluğunu eğitim seviyesi düşük ve okuma yazma bilmemektedir. Bu durum kalan kadın yaşlılar arasında erkeklere göre daha fazladır.

(9)

viii T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğr

enc

ini

n Adı Soyadı HANİFE ÖZYER Numarası 134205001010

Ana Bilim / Bilim Dalı

SOSYOLOJİ/SOSYOLOJİ

Danışmanı PROF. DR. MUSTAFA AYDIN

Tezin Adı THE ISSUE OF AGING AND OLD AGE ASYLUM

AS A SOLUTION. (DR. KONYA ISMAIL ISIK OLD AGE ASYLUM SAMPLE.)

ABSTACT

Oldagebecame a problem in the modern societywhenweconsidergettingold of World populationdaybyday. Whilethe Word of oldagewasthoughtequaltoillness at firstera, today it is not an illness, on thecontrary, it is a processthatmust be cured. Inthis processespeciallylookingaftertheoldpeopleandtheirhousingbecame a problem. Because of thefactthatoldpeoplearethrconnectivepoint of family, takingupontheir caringby theirchildren not onlyeffectsoldpeople’sphyscology but alsopreventsthatold despaira bouttheirfutureandfeelalone. But growinghealthcarefacilities migration fromruralto urban andstarting of womenworking life make it hard. Thereforeinstution semergedwhicht akeuponoldpeople’scare. Physcho-socialchanges duringthis caring proces saretheaim of ourstudy.

This study is sociological evalution related to life of old people who stay at konya Dr. Ismail isik nursing home, serving for sheltering and security of old people since 1967. In our country nursing homes are social service. This thesis , to become a solution not only sheltering problems of old people but also health and physico_social problems of old people. Data which are got at field researching are mixed with literature scanning. To enrich the study , sometimes , personal impressions and comments were added.

According to data which were got at field research , most of old people prefer a nursing home not because of the fact that they don't have house because they aren't wanted by their children or their brides. Besides, there are old people who need sheltering. Even if they are not most of them, some of them come to nursing homes willingly and want to survive in peace there. In the nursing homes , patients who need rehabilition and permanent caring are much more than patients who can stand. Finally. Most of old people are illiterate and their education level is low. This situation is much more among women than men.

(10)

1

GİRİŞ

Günümüzde yaşlılık birey ve toplum açısından bakıldığında istenmeyen bir süreci ifade etmektedir. Yaşlanmayı geciktirici önlemler alınmak için çaba sarf edilmektedir. Nedeni ise bireylerin bir zamanlar çok beğendikleri aynadaki siluetlerini yaşlandıktan sonra görüp beğenmemeleri de önlenmesi için gerekçe oluşturmaktadır. Böylece yaşlanmanın biçimi ve şekli değişerek aktif yaşlılık gündeme gelmiştir.

Çağlar boyu yaşlılık süreçlerini incelediğimizde toplumların yaşlılığa bakış açısında değişiklikler olduğu gözlenmektedir. İlk çağlarda bilgelik, saygınlık, sözü dinlenilen ve tecrübelerinden faydalanılması gereken bireyler olarak toplumda yer edinirken zamanla fazlalık, istenmeyen, huysuz, hasta ve inatçı gibi ifadelerle damgalanmaya başlanmıştır. Çünkü insanların yaşlandıkça eskidiği düşünülür. Cündioğlu (2010: 122)’da şu aşağıdaki şekilde eleştirmektedir.

“Ne garip değil mi dildeki eski kullanımlarının tam da aksine kökeni itibariyle yaşlı, eskiyen, eskimiş, ihtiyarlamış, içi geçmiş, bayatlamış, kurumuş değil, bilakis yaşlanan, ıslanan, tazelenen anlamlarına geliyor. Yaşlılık, bu yönden bakıldıkta ihtiyarlık değil, tazelik. Su hayatın mebdei değil, tazeliğin, baharın, yeniden doğuşun muştusu. Islaklık, yaşlılık, yaşlanmışlık, yaşa aidiyet, dahası yeşillik, hep yeniden doğuşun, yeniliğin, yenilenmenin, yinelenmenin simgesi. Yaşamak zaten bu yüzden yaşlanmaktır, tazelenmektir, ıslanmaktır, yeşillenmektir; eskimemek, içi geçmemek, yenilenmektir.”

Yaşlılık 20. Yüzyılın başından itibaren ise sorun olarak görülerek çözüm arayışlarına başvurulmuştur. Bunun asıl nedenlerinden birisi de yaşlının aktif çalışma hayatının emeklilik ile birlikte sona ermesidir. Çözümlerden birisi de kurum bakımı olarak huzurevleridir. Özellikle batı ülkelerinde asabiye(t)in de zayıf olası dolayısı ile kurum bakımı ve huzurevlerine ihtiyaç her dönem artmaktadır. Ülkemizde ise kurum bakımı Doğu’dan Batı’ya doğru artmaktadır. Hatta doğu illerinde geleneksel yaşamın hâkim olması aile bağlarının ve asabiye(t)in hala tazeliğini koruması gibi nedenlerle huzurevine neredeyse hiç rastlanmamakta ve açılan huzurevleri bile talep yetersizliğinden kapatılmıştır. Bu veri de biz yaşlılığın soru haline gelmesinin kırsal kesimden ziyade kentsel bölgeleri ilgilendirdiği sonucuna varılmaktadır. Hatta sorun

(11)

2 olması bile kentsel yeni bir olgudur diyebiliriz. Kentte yaşayan yaşlıların niteliksel değişimini saptayabilmek için kent merkezinde mahalle duyarlılığında olan yaşlıların sosyo - ekonomik durumları araştırılmaya çalışılmıştır.

Yaşlılık ve huzurevlerini konu alan araştırmalar incelendiğinde çoğunlukla hemşirelik, sosyal hizmetler, aile hekimliği, tıp gibi alanlarda geniş kapsamlı araştırıldı ve özellikle yaşlıların sağlıkları üzerinde odaklanıldığı görülmektedir. Sosyolojide ise bu çalışma kısıtlı olup fiziksel işlevlerinin azalmasına paralel olarak güçten düşen yaşlıların bakımı, yalnızlık konuları modernite çerçevesinde ele alınmıştır.

“Yaşlılık Sorunu ve Bir Çözüm Olarak Huzurevi (Konya Dr. İsmail Işık Huzurevi Örneği)” başlıklı tezimiz esasen yaşlının dönemsel açıdan algılanışlarının aile ve modernite hatta kimlik ekseninde incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmamızın birinci bölümünde yaşlılığa ilişkin kavramsal çerçeve üzerinde durulmuştur. Yaşlılık ve yaşlılık çeşitleri, yaşam dönemleri, kimlik ve damgala(n)ma birinci bölümüzün belkemiğini oluşturmaktadır. İkinci bölümde araştırma hakkında genel bilgiler, amacı, sınırlılıkları ve yönteminden bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde çalışmamızdaki araştırma bulguları değerlendirilerek mümkün olduğunca en önemli ayrıntılara dikkat edilmek istenmiştir.

(12)

3

1. BÖLÜM

YAŞLILIK KAVRAMI VE YAŞLILIĞIN SOSYOLOJİK YÖNLERİ

1.1. YAŞLILIK KAVRAMI VE YAŞLANMA

Yaşlılık günümüzde araştırma hinterlandı genişleyen konulardan birisi haline gelmiştir. Bu süreçte yaşlılığa ilişkin bakış açısı değişmiş ve toplumlardaki yaşlı nüfus her geçen yıl giderek artması önemlilik arz etmiştir. Günümüzün en önemli gerçeklerden birisi de yaşlıların toplam nüfusa oranı giderek artmasıdır. Yaşlı nüfusun tüketici nüfus olması dolayısıyla yaşlının hizmetini karşılamak için yapılan yatırımlar da artarak devam etmektedir. Böylece sağlık hizmetlerinin gelişmesi ile birlikte ortalama yaşam süreleri her geçen dönem artmıştır. Ülkemizde 60 yaş ve üstü 1950'lerde %3,3 iken, günümüzde %8 'lere ulaşmıştır (Doğan, 2007: 34). Yaşlı nüfusun her geçen yıl arttığı günümüz toplumlarında "Kime yaşlı denir? Yaşlılık başlangıcı nedir? Yaşlılığın boyutları nelerdir? Yaşlılığın sosyo-psikolojik yönleri nelerdir? " vb. gibi sorular önem kazanmıştır. Bu nedenle çalışmamıza yaşlılığın tanımlamalarından başlamak çalışmanın genel çerçevesini çizmek için önemlidir.

Yaşlılık günümüzde sosyoloji, psikoloji, biyoloji, antroploloji ve etnografi gibi alanlara çalışılmakta ve her bilim dalı yaşlılığı ilgili oldukları disiplin açısından incelemişlerdir. Ayrıca günümüzde gerontolojide yaşlılığı tüm yönleri ile inceleyen bir bilim dalıdır. Yaşlılığı konumlandırmada yaşlılığın ilişki içinde bulunduğu alanların yaşlılığa nasıl yaklaştığı, yaşlıların kim olduğuna karar vermede belirleyici olduğu düşünülen unsurların metodolojik açıdan hangi noktalarda sorunlu olduğunun tespit edilmesi, yaşlılığın genel çerçevesini çizmede son derece önemlidir (Koçak &Terkan, 2010: 17). Çalışmamıza yaşlılığın sosyal yönlerini temel alarak devam edeceğiz.

Toplumlarda yaşlılığı belirlemenin çeşitli göstergeleri bulunmaktadır. Bu göstergelerden en önemlisi bireyin emekliye ayrıldığı, çalışma hayatından ayrılma ve üreticilikten tüketiciliğe geçişi ifade eden emeklilik yaşıdır. Emeklilik yaşı yaşlılığın başlangıcı olarak görülmektedir. Ergenlik nasıl çocukluktan yetişkinliğe geçişi ifade ediyorsa, emeklilik de yetişkinlikten ya da orta yaş evresinden yaşlılığa geçişin kırılma noktası olarak algılanmaktadır ( Canatan, 2011: 329). Günümüzde emeklilik yaşının değiştirilmesi de yaşlılığı yeniden tanımlamaya olanak sağlamıştır. Artık kronoloji açıdan yaşlılık 60 yaş ve üstü bireyleri değil 65 yaş ve üstü bireyleri kapsamaktadır.

(13)

4 Artan sağlık hizmetleri ve gelişen teknoloji ile birlikte yaşam süreleri uzamış ve ortalama yaşam süreleri artmıştır. Ortalama yaşam süresinin 2020’lerde Türkiye’de %20’lerde olacağı tahmin edilmektedir. Yaşın ilerlemesi sonucu bedende, zihinde ve ruhi yapıda bir takım değişiklikler meydana gelmektedir (Çerik, 2007: 141 - 157). İnsanın eski canlılığını, hareketliliğini gösterememesi, bunu hissetmesi, ruhsal sorunlarına ve sıkıntılarına karşı sabırsız hale gelmesi, ruhsal değişikliğin, bedensel/fizyolojik yansımaların görülmesi yaşlanmanın başlangıcı sayılabilir ( Sevil, 2005: 10). “Yaşlılığa geçişin sınırı nedir? Emeklilik ile mi başlar yoksa emeklilik birey sosyal sistemden dışlamanın bir ilkesi midir?” bu ve benzeri soru(n)lar günümüzde sıkça tartışma alanlarında yer almaktadır. Aşağıda ülkeler göre yaş dağılımları ve yaşlılık başlangıcı verilmiştir:

Tablo 1 Farklı Ülkelerde Yaşlılığın Başlangıcı

Ülkeler Yaşlılık Başlangıcı

Estonya, Letonya 51,5 İspanya 53 Hırvatistan 53,5 Türkiye 54 Rusya Federasyonu 54,5 İsrail 56 Romanya 56,5

Birleşik Krallık, Slovenya 58

Ülkelerin Ortalaması 58

Bulgaristan, Kıbrıs 58

Almanya 59

Yunanistan 59,5

Çek Cumhuriyeti, Macaristan 60

İsveç, Polonya 60,5

Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsviçre 61

Norveç 62

Danimarka 62,5

Belçika 64

(14)

5 “Tablodan da anlaşılacağı üzere farklı yaşlılık tanımları giderek küreselleşen dünyada birbirine benzeşmektedir. “Dünya Sağlık Örgütü, 60 yaşını yaşlılık tanımında çıkış noktası olarak almaktadır. Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletleri emeklilik yaşını bu noktadan itibaren başlatmaktadır. Bu kurumsal tanımlar, sosyolojik tanımlarla da önemli ölçüde örtüşmektedir. Aynı şey Rusya da dâhil olmak üzere eski demir perde ülkeler için iddia edilemez. Türkiye, son yıllarda Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde emeklilik yaşını yukarı çekerek, Avrupa standartlarını yakalamaya çalışmaktadır (Canatan, 2011: 341).”

"Bizim anladığımız şekliyle yaşlılık üç farklı boyuta sahiptir: Doğumlar arasındaki göreceli zaman farkı (birinden daha yaşlı olmak), mutlak yaş ("n" yaşında olmak), sübjektif biyolojik yaş (yaşlı görünmek) ( Tufan,2002: 33). "

Yaşlılık ve yaşlanma kavramları her ne kadar birbirinin yerine kullanılsa da yaşlılık temelde bir dönemi ifade ederken yaşlanma doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Birey için geri dönüşü olmayan süreçleri ifade eder. Normal yaşlanma bazı değişikliklere yol açan kademeli bir süreçtir. Refleksler yavaşlar, görme ve işitme gücü azalır, dayanıklılıkta düşüş görülür. (Atikson, 2002: 112). Yaşlanma her canlıda görülen ve tüm işlevlerde azalmaya neden olan, uzuvların kullanılmasında gerilemenin olduğu süreğen ve evrensel bir süreçtir. Vücudun molekül, hücre, doku, organ ve sistemlerinde zamanla ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve işlevsel değişikliklerin tümüne "yaşlanma" denir ( Kalınlara, 2011: 111). Onur (2011, 296) 'da yaşlanmayı bir bakıma "programın tükenmesi" olarak adlandırmaktadır. Onur (2011, 296)'a göre insanın ileri yaşları, bir görev için uzaya gönderilen roketin görevini bitirdikten sonra yörüngede kalmayı sürdürülmesine benzetilebilir.

Yaşlanma tek boyutlu bir süreç olmadığı için tanımı da farklı açılardan yapılmıştır:

Biyolojik (Fizyolojik)Yaşlanma: Biyolojik yaşlanma kişinin dış görünümüyle ilgilidir. Organlar düzeyinde fonksiyonun azalması dokularda yıpranma ve tahribatın artması; kısaca vücudun yapısal ve işlevsel olarak değişimidir (Kalınkara, 2007: 8). Saçların ağarması, derinin buruşması, deride lekelenmelerin olması biyolojik yaşlanmanın belirtileridir. Yaş ilerledikçe uzuvları kullanma becerileri yavaşlamaktadır.

(15)

6 Görme, işitme, hareket etmede yaşlılığa bağlı bedensel sorunların ortaya çıkması biyolojik yaşlanmanın işaretleri arasındadır. Kişinin sağlık durumuna, çevre şartlarına, yaşanılan yer ve zamana göre değişiklikler göstermektedir ( Doğan, 2007: 36). Çevre koşullarını göz önüne aldığımızda kırsal kesimde tarlada çalışan birey kent merkezinde yaşayan bireye göre daha erken yaşlanması kaçınılmaz olacaktır.

Kronolojik (Takvim) Yaşlanma: Takvim yaşına göredir ve doğumla başlar. "Kaç yaşındasın?" sorusunun cevabı olarak kronolojik yaş verilir (Canatan, 2008: 14). Salt takvim yaşı ve doğumla başladığından dolayı hukuki açıdan da kronolojik yaş önemlidir. Reşit olma yaşı 18 olarak belirlendiği gibi yaşlılık başlangıcı da 65 olarak kronolojik yaşa göre belirlenmiştir. Dolayısıyla toplumsal yaşamdaki önemli dönemler kronolojik yaşa göre ayarlanır: Evlilik yaşı, seçme ve seçilme yaşı vs.

Psikolojik Yaşlanma: Deneyimlerin artmasıyla oluşan davranış değişikliği ve uyum yeteneğinde yaşa bağlı değişimlerdir (Kalınkara, 2011: 9). Bireyde bu dönemde ruhsal açıdan değişiklikler meydana gelmektedir. 20’li yaşlarındaki hareketlilik, istek ve arzular, ilerlemelerin yerine isteksizlik ve bir işe yaramama psikolojisi geçmiştir. Yaşlı bireyde yakınlarını kaybetme de kendisine yönelik hastalık ve ölüm korkusu da görülmeye başlayabilir. Giderek artan yalnızlık korkusu zamanla sosyal ilişkilerde olumsuz etkiye neden olabilir. Tıpkı James Brewer 'ın bahsettiği gibi İnsanlarda hayallerin yerini anılar almaya başlamışsa, yaşlılık başlamış demektir."

Sosyal Yaşlanma: Adından da anlaşıldığı gibi bireyin sosyal çevresi ile olan ilişkileri içermektedir. Bu bağlamda birey açısından toplumdaki sosyal ilişkileri, aile hayatı, çalışma hayatı, rolleri ve görevlerinin çeşitlenerek değişmesi, zengin hayat tecrübeleri olarak anlaşılabilir (Canatan, 2008: 15). Ayrıca yaşa bağlı olarak bireyin sosyal rol ve statülerinin de değişmesini ve bireylerin bu duruma uyum sağlama sürecini de ifade etmektedir. Emeklilik sonrası aşamayı da kapsadığı için yaşlı birey artık üretici değil tüketici konumundadır bu yüzden "bir işe yaramama" hissi ile çevreye ve kendisine yetersiz olduğu yanılgısına kapılmaktadırlar.

Ekonomik Yaşlanma: Bireyin yaşlanınca iş yapamaması sonucu ekonomik bir fayda üretememesi, yaşlandıkça elde ettiği gelirin azalması, yüksek enflasyon karşısında gelir azalmasına karşı koyamaması, emeklilik gelirinin yetersiz oluşu, geçmişe göre

(16)

7 daha fazla hastalandığı için gelirinden ve birikimlerinden hastalık için daha fazla harcama yapması sonucu ortaya çıkar (Canatan, 2008: 16).

1.2. YAŞAM DÖNEMLERİ

İnsan yaşamının çeşitli dönemleri gerek psikologlar, sosyologlar tarafından gerekse de antropologlar, biyologlar tarafından incelenmiş ve çeşitli dönmelere ayrılmıştır. Freud, Kolhberg, Piaget, Erikson gibi düşünürler insan yaşamını çeşitli dönemlere ayırarak incelemişlerdir. Bu dönemler bireyler için ayrı ayrı özeliklere sahip ve yaşamların kırılma noktalarının olduğu geçişler olduğu söylenebilir. İnsanın yaşam döngüsü sürekli gelişimi ve değişimi içeren aşamalı bir süreçtir ve bu süreçte birçok fiziki ve ruhsal aşamaları oluşturur. Bireyin doğumu ile başlayan yaşam dönemi bebeklik ve çocukluk (0 - 14 yaş), ergenlik (15 - 24 yaş), yetişkinlik (25 - 49 yaş), ve yaşlılık( 65+ yaş), gibi evrelerle devam etmektedir.

Bireyin doğumu ile başlayan ilk evre bebeklik dönemidir. İnsan hayatında bebeklik dönemi, sosyolojik gelişimin ilk ve önemli aşamalardan birisine karşılık gelmektedir ve bebek aktif bir varlık olarak dışarıya dönüktür, bu özellik toplumsallaşma sürecinin normal bir şekilde gelişmesi için çok önemlidir (Akın, 2011: 38). Yaşamın başlangıcı olarak bebeklik dönemi ileriki yaşlarına dahi etki edecek birçok aşamayı kapsamaktadır. Ersikson ürettiği psiko-sosyal kuramında bu aşamayı "temel güvene karşı güvensizlik" duygusu olarak açıklar. Yaşamının ilk yılında bebeğin ihtiyaçlarının yani bakımı ile sevgi ihtiyacının sürekli ve tutarlı bir biçimde doyurulması gerekmektedir ki çocuk “dış dünya güvenilir” duygusunu geliştirebilsin (Bayrakçı, 2007: 198- 210). Bu dönmede temel güveni geliştiremeyen çocuk dış dünyanın daima güvenilmez olduğuna inanır.

Yaşam dönemlerinde belki de en önemli kategorilerden birisi bütün insanlığın yaşadığı çocukluktur. Sosyoloji bebekle pek fazla ilgilenmez ama çocuk sosyolojik bir varlıktır. Sosyal bilimlerde genel olarak bebeklik biyolojik bir kategori olarak kabul edilirken çocukluk sosyolojik bir kategori olarak kabul edilmektedir; çocukluk, toplumsallaşmanın en yoğun olarak yaşandığı dönemdir (Akın, 2011: 53). Bu dönemde çocuk artık kendi işlerini kendisi yapabilecek düzeye gelmiştir. Okula gitmeye başlayan çocuk için ilk sosyalleşme deneyimleri, arkadaş edinme, akran gruplar ile ilişkiler kurma bu dönemde kendisini göstermeye başlamıştır. Çocuk bu dönemde başarılı olmaya gayret gösterir, kendi yapabileceğine, başarabileceğine güven duymak ister. Bu

(17)

8 noktada çocuğun başarılarını takdir eden, ona “ben başarılıyım” duygusunu yaşatan ve başarılı olabileceği alanlara yönlendiren ebeveyn ve öğretmenler çocuğun bir sonraki gelişim dönemine güvenle girmesine yardımcı olurlar (Bayrakçı, 2007: 198- 2010). Başarısı desteklenmeyen, sürekli el/âlemin çocukları ile kıyaslanan çocuklar ilerde kendilerini bir işe yaramaz, aşağılık varlık olarak görürler.

Yaşam dönemlerinde bir sonraki ve en önemli aşama olan ergenlik dönemi vardır. Bu dönemde başta çocuklarda olmak üzere ailelerde de ciddi değişimler meydana gelmektedir. Çocuk için bu dönem yetişkinliğe geçişte bir kırılma noktasıdır. Kişiliğin daha da yerleştiği gençlik yıllarına kadar uzanan sosyo-psikolojik gel-gitler, en çok ergenlik döneminde yaşanmaktadır (Akın, 2011: 70).

Bilindiği gibi insanlar yaşamları boyunca pek çok süreçlerden ve evrelerden geçmiştir. Bu evreler sonucunda nihai ulaştıkları yer yaşamsal açıdan yaşlılığı ifade etmektedir. Toplumsal olarak insan doğar, yaşar, büyür ve ölür. İnsan hayatında temelde çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık olmak üzere üç dönem vardır. Ancak bu dönemleri kesin sınırlarla ayırmak olanaklı değildir. İşte bu son dönem ölümden önceki evre olarak bilinen yaşlılık dönemidir. Yaşlılık, yaşamın diğer evreleri gibi doğal, kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir durumdur (Canatan, 2011: 329). Yaşlılık insan yaşamının son aşaması ve bireyin ileri yaşlanma evresi olarak kabul edilir ( Kalınkara, 2011: 7). Yaşlılık, fiziksel olarak güç kaybının olduğu, vücuttaki organlarda ve fonksiyonlarda yavaşlamanın görüldüğü bir dönemdir.

Yaşlılık dönemi Erikson'nun psiko-sosyal gelişme aşamalarındaki 8. aşamaya denk gelmektedir. Bu aşama bireyin sosyal bunalımı -umusuzluğa karşı bütünlük- bireyin yaşamının sonu ile yüzleşme tarzı ile ilgilidir. Yaşlılık, bir düşünme, geçmişte yaşanan olaylara dönüp bakma dönemidir. Bir kişi yaşamının daha erken döneminde karşılaştığı sorunlarla başarılı bir şekilde başa çıktığı ölçüde, iyi bir yaşamın yol açtığı bütünlük, eksiksizlik duygusuna sahip olur; geçmişe baktığında pişmanlık duyuyor, pek çok fırsatı kaçırdığını ve başarısızlığa uğradığını düşünüyorsa, yaşamın son yıllarını umutsuzluk içinde geçirecektir ( Atkinson, 2002: 112). Yaşlılık dönemlerinde yaşanan toplumsallaşmada bireyin etkinliği yetişkinlik dönemine göre azalmaktadır ve pek çok yaşlı, biyolojik, toplumsal ve psikolojik nedenler dolayısıyla yeniden toplumsal çevreye muhtaç bir hale gelmektedir (Akın 2011: 156). Bu nedenledir ki yaşlanma birçok yönden bozulma ve kayıpları da beraberinde getirmektedir. Kayıpların, değişimlerin

(18)

9 olması ya da emekli olup tüketici olmaya başlama aslında yaşamın dinamik bir yönünü de işaret etmektedir. Sosyal çevredeki her varlık - insanlar, ilişkiler, düşünceler- sürekli olarak değişim halindedir. Saçlar giderek ağarır ve seyrekleşir; artrozlu eklemler katılaşır, ağrıları artar, insanlar daha yavaş tepki gösterir olurlar; önceki yıllara göre daha ağır kayıplara uğrar, kendilerini zayıf hissederler; onları elden ayaktan düşüren, ölümcül bile olabilen çeşitli hastalıklara karşı dirençleri azalır (Billig, 2000: 25).

Yukarıdaki anlatılanları kısa özetlemek gerekirse bireyin yaşam dönemlerinde iki evre çok önemlidir. Biri hayatın başlangıcı olan bebeklik dönemi iken diğeri yaşamın son evresine denk gelen yaşlılık dönemidir. Bebeklik ve çocukluk dönemi ile yaşlılık dönemi, hem bireyi, hem bireyle birlikte yakınlarını, hem de toplumu ilgilendiren ve onların desteğine gereksinim duyulan dönemdir. Başka bir deyişle "risk dönemi"dir (Sevil, 2005: 11). Sosyolojik açıdan bebeklik yaşama henüz başlangıç dönemini ifade ederken yaşlılık geçmişin sahip çıkılması gereken, her insanın bir gün o döneme varacağını hatırlatan huzurlu ve mutlu geçilmesi gereken bir dönemdir. Bir başka deyişle bebek yarındır, gelecektir, yaşlı dündür, geçmiştir. Toplumların yaşayan kütüphanesidir. Anlatacağı, anlayacağı, paylaşacağı pek çok tecrübesi vardır. Bu nedenle yaşlı bireyleri için en önemli sorun belki de yaşlandıkları zaman yaşlılıklarını en verimli nasıl geçirebilecekleri kaygısı olmaktadır.

Son olarak bebeklik, çocukluk, ergenlik, genç erişkinlik olarak adlandırılan dönemlerden her biri birkaç yıl ile yirmi yıl arasında değişen süreçleri içine alırken 65 veya 75'ten 100 veya 105 yaşına kadar uzanan "yaşlılık dönemi" ise hemen hemen bir ömrün yarısına denktir (Billig, 2000: 23).

1.3. BİR KİMLİK OLARAK YAŞLILIK

Kimlik çok boyutlu ve karmaşık bir kavram olduğundan dolayı farklı konulara kayan anlamları vardır. Felsefede bu terim, bir bireyin zamana ve değişime uyan kişiliğinin “özü” gibi somut tekilliğini ve özelliğini tanımlamak için kullanılmıştır ( Kellner, 2003: 218). Bazı teorisyenler kimliği tanımlarken etnik özellikleri bazalarak açıklarken kimi teorisyenler ise farklılıklar sistemi olarak ele almıştır ve kişisel kimlik Kant ve Hume ile birlikte felsefede önemli bir konu olarak tartışılmaya başlanmıştır. Hume kişiliği çözerek, bir yığın duyguya bölerken, Kant ise onu insanüstü bir temele ve

(19)

10 bütünlüğe ve başlı başına deneyimi aşan bir ön varsayıma sıkıca bağlanmıştır (Kellner, 2003: 218). Bir diğer felsefeci olan Heidegger ise insan varlığının yalnızca var olmakla kalmayıp kim olduğunun bilgisine ve sorumluluğuna sahip olmak istediğini öne sürer. "Türkçe'deki kimlik ise, kim yani "kimlerden(sin)" sorusundan üremiş, zorunlu bir mensubiyet işaretidir. Demek ki kavram, ana işareti ve yönelimi itibariyle tercih kümesi içinde yer almayan bir mensubiyet, bir aidiyeti, birçoklukla aynılaşmayı göstermektedir. Bu açıdan bir ayrışma değil aynılaşma göstergesidir (Kılıçbay, 2012: 161-165).”

Kimlik, insanın kim olduğuyla ilgili kafasında imajları kapsar. Kimlik kavramı daha çok ideolojik bir nitelik taşıdığı için bu konuda tanım birliğine varılamamıştır. Bu nedenle kimliğin tanımından ziyade tasviri yapılabilmiştir. Kavram olarak kimlik, sosyal kişi, grup ve örgütlerin üzerine iliştirilmiş ve onun kim olduğunu niteleyen bir sosyal politik etiketleme işlemidir (Aydın, 2011: 247). Yani kimlik aslen dış görünüşe ait bir işlem olup, insanın kim olduğu, diğerleri tarafından nasıl göründüğü, rolü ihtiyaçları ve değeri konusundaki sorulara cevap verme tarzının davranışlara yansıma biçimidir (İmançer, 2003: 237). Kimlik bildiriminde bulunduğu her seferinde birey, hem tanıma hem de tanımlama faaliyetini gerçekleştirme ve böylelikle de kendi aidiyetiyle de başa geçmektedir (Subaşı, 2005). Dışa ait etiketleme işlemi olan kimlik, bireye toplum tarafından ona atfedilmekte yani bir başkası tarafından tanımlanmaktadır. Kimlikler tanımlanırken esasen din, etnisite, meslek, bölge ve yaş gibi farklı değişkenler kullanılmaktadır. Kahraman, bu şekilde tanımlamaya eleştiri getirmekte ve kimliği üç boyutlu olarak tanımlamanın daha nesnel bir tanım olacağını ileri sürmektedir. Ona göre kimlik siyasal, ekonomik ve kültürel düzlemde ele alınmalıdır; bu düzlemde ele alınmadığı takdirde kimlik kavramı nesnelliğini yitirir, onu değerlendirecek olanların özellikleriyle birleşir ve hemen ırkçılığa, sopçuluğa kayar (Kahraman, 2004: 103). Ancak belirtilmelidir ki kimliği siyasal, ekonomik ve kültürel boyut olarak birbirinden kesin çizgilerle ayrılmamalıdır, bu üç öğe birbiri ile iç içe girmiş girift kavramlardır. Dolayısıyla bizim kimliğe yaklaşımımız Kahraman'ın tanımladığı gibi değil aksine konumuzun da içinde bulunan din, etnisite, meslek, yaş gibi değişkenlere dayanarak açıklamaya çalışacağız.

Bu nedir?/Kimdir?/kimlerdensin? Soruları tasnif isteyen araştırma sorularıdır. Kendimizin kim olduğu sorusunu cevaplamak için işe başvurduğumuz birer referans mektubu niteliği taşıyan kimlik nosyonu aynı zamanda kendimizin de başkaları

(20)

11 tarafından damgalamaya/etiketlemeye de yol açabilecek kadar sancılı bir anlam taşıdığını belirtmek gerekir (Aka, 2010: 17 - 24). Esasen bizim için en kısa yoldur. Aldığımız cevaba göre bir etiketleme yapar ve kategorilendiririz. Bazen yaşa göre sınıflandırdığımız bireyler zamanla eğitim, meslek durumları, evli/bekâr olma gibi değişkenler de eklenerek çeşitlenir. Bizi yeni şeyler arama hatta bu yeni şey ya da kişinin nasıl bir şey ya da kişi olduğunu araştırma çabasından kurtarır (Bilgin, 2012: 78). Kimiz? Diğerleri bizi nasıl görüyor? Rollerimiz, ihtiyaçlarımız, değerlerimiz, sınırlarımız, kabullerimiz, aidiyetlerimiz, kategorimiz/ grubumuz nelerdir? Dolayısıyla bu sorulara verilen cevaplar bireyin yalnızca kimliğini değil aynı zamanda aidiyet grupları ve referans grupları hakkında da bilgi sahibi olmamızı sağlar.

Referans gruplarımızı oluşturan kimliklerimizi yaş, etnisite, meslek, eğitim, demografik özelliklere göre kategorik gruplara ayırırız. Zihnimizdeki kategorilerimiz sayesinde oluşturduğumuz grubun tüm özellikleri bir anda kimlik ile özdeşleşir hale gelir. Bir anda herkes dış grupların varlığının farkına varır; gruplar arası kontrastlar belirginleşir; dış gruplar ile ilgili insanların zihninde daha "önemli" bir niteliğe bürünür ( Bilgin, 2001: 75). Bu gruplardan ve kategorilerimizden birisi de salt yaş odaklı incelediğimiz ve kimlik atfettiğimiz yaşlılar oluşturmaktadır. Kimi zaman bulunduğu ortama göre sapkın olarak etiketleme yaparken kimi zaman da bu kişileri yine yaşı endeksli bazı davranış kalıplarının içine sokmak toplumumuzun yaptığı en önemli damgalama işlemidir diyebiliriz. Konuya detaylı bir şekilde diğer bölümde devam edilecektir.

1.3.1. "Yaşlı" Damgası

1.3.1.1. Beden ve Stigma/Damga Kimlik İlişkisi

İnsan biyo-psikolojik bir varlıktır. Toplum ve kişilerin geçirdiği değişimlerden etkilenmesi doğaldır. Kimlikler, tarihsel süreç içinde gelişen, değişen, dönüşen, farklılaşmalar, fakat aynı zamanda mantıki olmaktan ziyade, sembolik yolla bütünleşmeleri sağlayan kavramsal oluşumlardır (Sözen, 1999: 9). Kimlik ve beden ise bireyde değişimi fark ettiren en belirgin alandır.

İnsanın insan olarak var olduğu dönemlerden beri "insan bedeni" her zaman araştırma konusu olmuştur. İnsanın sosyal aktör olarak toplumdaki varlık sahnesine

(21)

12 çıkmasıyla beden arasındaki bağlantı dikkate alınarak, denilebilir ki, beden, insanın insan olarak görülme aracıdır (Canatan, 2011: 47). Topluma sunduğu açık bir alanıdır; değişimleri gizleyemediği gerek zihni gerek bedensel değişimlerin zahirde tecessüm ettiği alanıdır. Hem mahremi hem de kamuya açık olanıdır. Beden bize bireyin kimliği hakkında açık bir gösterge sunmaktadır. Bedene atıfla kimliği bir kategori içerisine koyar bulunduğu kategorideki özellikler üzerine bir imaj oluşturulabilir. Açık göstergeler veya kimlik taşıyıcıları ve kimliğe ilişkin bu taşıyıcıların marifetiyle bireye iliştirilmiş yaşam öyküsü parçasının özgü bileşimini oluşturur. Her birey geri kalan tüm bireylerden farklılaşabilir ve bunların kendi aralarında bir pamuk şekeri gibi birbirlerine yapıştığı, birbirlerini sarmaladığı kesintisiz ve benzersiz bir kayıttır; yeni biyografik unsurları her biri, bu bir nevi yapışkan madde üzerinde durmaksızın sabitleniyormuş gibidir (Goffman, 2014: 96).

Toplum bireyleri kimlik veya bedene atıfla gruplandırarak kategorize eder. Başka bir deyişle insanların çevresini kategori halinde düzenleme süreci olarak da ifade edilebilir. Birinin kişisel olarak tanıyabilme ihtimali onun toplumsal kimliği üzerinde ayrılan kategori grupları etrafında da temellendirilir. Bazen de bu süreç beden temellidir ( ismini bilmediğimiz ama yüzünü tanıdığımız birinin davranış kalıplarına aşina olduğumuz gibi). "Canlı dil" olan bedenin, gündelik hayatta, sosyal iletişimde, iktidar ilişkilerinde, sınıfsal ilişkilerde vs. oldukça etkili olduğu ve de istenildiği oranda bedenin sahibi ve toplum tarafından, toplumun farklı aktörleri tarafından etki altına alınabildiği söylenebilir (Canatan, 2011: 47). Çoğu zaman ise hem isme hem de bedene bağlıdır. Bireyin toplumsallaşma süreci kimliğinin şekillenmesi tek bir gruba bağlı olarak ya da kapalı bir ortamda gerçekleşmez.

Hiçbir birey tek bir gruba ait değildir, aidiyet grupları dışında referans grupları da vardır. Bu grupların varlığı her birimizin zihninde her an ve sürekli mevcut değil; günlük yaşamda, çeşitli sosyal kategorilerin ya da grupların kendilerini zihnimizde dayatma gücünden uzak olduğu çok sayıda durumlar vardır (Bilgin, 2001: 74). İçinde yaşadığımız toplum, semt, demografik özellikler bizleri bir kategori içerisine iliştirmektedir. Sınırları genelde toplum özelde kültür tarafından belirtilen bu kategoriler bireyleri ait oldukları kişisel özellikten ziyade bulunduğu kategoriye göre hareket edilmesine sebep olur. Toplum, kategorize etme araçlarını ve her kategorinin üyeleri için sıradan ve doğal olduğu düşünülen nitelikler bütününü tesis eder. Verili toplumsal

(22)

13 bağlamlardaki sosyal ilişki rutinleri, özel bir dikkate veya düşünceye gerek kalmaksızın beklenebilir bir durum olarak karşımıza çıkan ötekilerle alakadar olmamıza müsaade eder (Goffman, 2014: 37). Söz gelimi bir yabancı ile karşılaştığımızda, ilk izlenim bizim karşılaşılan kişinin ait olduğunu düşündüğümüz kategorisini, niteliklerini dolayısıyla “toplumsal kimliğini” önceden fark etmemize olanak sağlar. Bu açıdan “Kimsin? Kimlerdensin? Nerelisin?” soruları toplumsal kimliği belirleme açısından kısa ama derin anlam barındıran sorulardır. Neticede alınan cevaba göre bir kategorilendirme işlemi olacaktır. Kişi karşısında sahip olunan yargı da bu zengin kestirmelere dayanmaktadır. Eğer bu kişiler aynı kategoriye aitseler hepsi de benzerdiler fikri vardır; bunun sonucunda “birini tanıdın mı, hepsini tanırsın”a varılır (Bilgin, 2001:78). Bu şekilde kategoriler oluşturmak aynı nitelikteki bireyleri bir araya getirip etiketleme ya da sosyolog Erving Goffman’ın ifadesi ile damgalama yapar ve buna göre hareket edilir.

Damga, bir kişiyi farklılaştırmak ve itibarını sarsmak için kullanılan, kültürel bakımdan kabul görmüş bir sıfattır; fiziksel (bedensel bir biçimsizlik) veya sosyal nitelikli (topluluk üyeliği anlamında), olabilir (Edgar &Sedgwick, 2007: 354). Kategorizasyon ve damgalama birbiri ile ilişkili kavramlar olarak ele alınabilir. Neticede bir kesimi/toplumu ya da topluluğu damgalamadan önce kategoriler halinde sistematikleştirilir. Her ne kadar damgalama işlemi olumsuz özellikler barındırsa da damgalamak kategorilere ayırmaktır. Bireylerin sosyal kimliği bu tür kategorizasyonlara, değerlendirmelere göre pozitif veya negatif nitelikler taşımaktadır. İnsanları sitigmatize etmek için toplum tarafından stigma sembolleri üretilmektedir; yaş, cinsiyet, ten rengi, etnisite, ideolojiler vs.

Stigmatizasyon kuramının öncüsü olan Erving Goffman’a göre, toplum üyeleri bazı özelliklere negatif değerler yüklemekte, böylece bu özellikleri taşıyan bireyler ve bu bireylerden oluşan gruplar toplum tarafından stigmatizasyona uğramaktadır (Uçan, 2011: 34).

Goffman damga türünü üçe ayırmıştır. Bunlar;

1. “Bedenin korkunçlukları (Muhtelif fiziki deformasyonlar) 2. Zayıf irade

(23)

14 Stigma/damga hayatın her alanında kendisine yer edinmiştir. Damgalama sözcük olarak “yara, iz, işaret” anlamına gelmekle birlikte, daha çok “kara leke” anlamında kullanılmaktadır (Aker, Dündar & Pekşen, 2007: 84). Dolayısı ile damgalama grubun değer ve normlarına göre normal kabul edilmeyen, utanılması gereken bir durumu ifade etmektedir.

Bireylerin günlük söylemlerine dikkat etiğimizde ve özellikler kendisinin farklı, güçlü olduğunu hissettirmek istediğinde diğerlerini şu veya bu şekilde etiketlemektedir Bu etiketleme işleminin sonucu ise ötekileştirmektedir ve kendisini diğeri ile kıyasla ne olmadığını ifade etmek istemektedir. Bazen de beden temellidir (ismini bilmediğimiz ama yüzünü tanıdığımız birinin davranış kalıplarına aşina olduğumuz gibi). Çoğu zamana kimlik hem isme hem de bedene bağlıdır.

1.3.1.2. Sosyal Bir Damgalama Olarak Yaşlılık

Yaşlılık ve yaşlanma aslında insanların arzu etmedikleri doğal bir fenomendir. Çağlar boyunca insanların yaşam süreleri göz önüne alındığında insanlar hep uzun yaşamayı istemişler ve sonsuza kadar yaşamanın özlemini duymuşlardır. Geçmişten bu güne kadar değişmeyen bir şey vardır ki o da uzun yaşamayı hayal ederken aynı zamanda hep genç kalabilmeyi de arzu etmişlerdir. Hâlbuki göz ardı edilen bir istisna vardır ki uzun yaşayabilmenin tek yolu da yaşlanmaktan geçmekte olduğudur. Uzun yaşamayı isteyen bireyler bu döneme karşı hep kayıtsız kalmışlar ve kaderleri olan yaşlılığa gözlerini kapatmışlardır. Hem genç kalmanın özlemini çeken birey hem uzun yaşamak istemekte hem de adeta yaşlılığa öcü gibi bakmaktadırlar. Modern toplumlarda yaşlılık, istenmeyen, engellenmesi mümkün olmasa da geciktirilmesi gereken bir evre olarak adlandırılmaktadır (Canatan, 2011: 327). Toplumları buna iten sebeplerin bir kısmı şüphesiz ki yaşlılığın kendi gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar hastalıklara çare bulunmuş, yaşlılık dönemi ve sosyal hakları güvence altına alınmış olsa da eninde sonunda bakıma muhtaçlıkla son bulan yaşlılık, insanların kafalarında hep olumsuzluklarla bağdaştırılan bir dönem olmuştur (Tufan, 2002: 154). Bunun nedeni ise yaşlanan bireyde meydana gelen fiziksel deformasyonlar ve psikolojik değişimler, toplumun yaşlıya bakışı son derece etkili olmuştur.

(24)

15 Toplumda bireyden beklenilen davranışlar vardır ki, bu davranışlar yine toplumun norm ve değerleri tarafından belirlenmektedir. Toplum bireye sahip olduğu yaş aralığına yönelik belli değerlendirmelerde (yakıştırmalarda) bulunur. İleri yaşların göstergesi olarak, saçlarda akların oluşması, hareketlerinin yavaşlaması, algılamada karşılaşılan güçlükler bireyleri ister istemez belli kategorilere dâhil etmemize neden olur. Kimi durumlarda bir bireyin birlikte olduğu insanların toplumsal kimliğinin, o kişinin toplumsal kimliğine ilişkin bir bilgi kaynağı olarak kullanılmasıdır; diğerleri neyse onun da o olduğu farz edilir (Goffman, 2014: 86). Bu nedenle yaşı ile davranışları hatta fiziksel fonksiyonları arasında bir benzerlik kurulamadığında yaşına atıfla kimi zaman yüceltmeler de yapılabilmektedir:

“Sakin olmak, şu göze görünmez “Hâlâ” kelimesiyle dost olmaktır şimdi. Onun sıklaşması, şaşmaz bir biçimde sürecin ilerlemekte oluşuna işaret eder: Yaşınıza göre hala iyi görünüyorsunuz! Hâlâ dinçsiniz! Bunu hâlâ kafadan hesaplayabilmeniz harika! Hâlâ yolunda mı her şey? Lütfen bozulmayın hiçbir zaman kötü niyetle söylenmez bunlar: teselli için, teşvik etmek için, cesaret vermek içindir. Yalın gerçek de budur. Hâlâ böyledir ama hâlâ böyle kalmayacaktır. (Schmid, 2015: 28).”

Toplumların bireyi kategorilendirmesi aslında bireyi de etkilemekte ve tanımlanan kategoriye göre benlik algısı ve davranışları değişmektedir. Sözgelimi etiketleme sürecinin başlaması, yaşlının emekliliği düşünmeye başlamasıyla başlamakta ve artık yaşlı emekli gibi davranmaya başlamaktadır.

Yaşlı insanlar bakıma muhtaç hale geldikleri dönemden itibaren başta aile üyeleri tarafından herkesin yaşlıya bakışı değişmektedir. Aslında değişen bakış açısı yaşlının emekliye ayrıldığı dönemden itibaren başlamaktadır. Hatta “damgalamaların” gücü o denli yüksek olabiliyor ki, bakıma muhtaçlığın zerre kadar belirtisinin gözlemlenmediği, ancak gençliğin kafasındaki görüntülerin zinde yaşlıya yansıtıldığı durumlarda, bağımsızlığını korumaya çalışan ve bunu yaparken bir başkasına yük olmayan yaşlının isteklerini bile görmezlikten geliyor (Tufan, 2002: 155).

Yaşlı “vücut bütünlüğü bozulmuş, iç ve dış etkenlere yeterince karşı koyamayan ve bu nedenle ölüm riskiyle karşılaşma ihtimali çoğalmış kişi” konumundadır (Demirbilek, 2005: 212). Yaşlıya ait kimlik oluşturma, damgalama ve kategorilendirme işleminin temelinde bedene atıf yatmaktadır. Bu anlamda Canatan’ın (2011: 49)

(25)

16 ifadesiyle de “beden çatışma alanı olabildiği gibi, diyalog, uzlaşma, bütünleşeme, birlik ve beraberlik alanıdır da. “Yaşlı” kimliği farklı toplumların, kültürlerin uzlaşma alanını oluşturmuştur. Bu anlamda evrensel bir yaşlı tanımlaması yapılabilmiş ve “yaşlı” denildiği an farklı kültürlerde yaşayan insanlarda aynı imaj oluşturmuştur.

İnsan bedeni doğumdan ölüme kadar yıpratıcı faktörlerin etkisine maruz kalmıştır. Vücutta fonksiyon yerine getiremeyen hücrelerin zamana bağlı olarak artması, organ ve sistem düzeyinde yaşla ilişkili bozulma ve hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır ( Demirbilek, 2005: 210). Beden başlı başına bir vitrindir ve kolektif bir temsil aracıdır. Yaşlanmaya başlayan bedende meydana gelen değişimler onun toplumdaki davranışlarına da yansıması kaçınılmazdır. Toplumda bireylerden beklenilen davranışlar vardır. Bu davranışlar toplumsal yapı, değer ve normlar tarafından belirlenmektedir. Bu bağlamda toplum bireye sahip olduğu yaş aralığına yönelik değerlendirmelerde bulunur. Neticede görünüş ve tutum arasında bir beklenti oluşur ikisi arasında bir tutarlılık beklenir. Bu tür bit tutarlılık istisnalara karşı dikkatimizi ve ilgimizi uyandırmaya yarayan ideal bir tipi simgeler (Goffman, 2012: 36). Bu bağlamda toplumsal bir tip olarak yaşlılık kendi anlam dünyasında bir yer edinir ve yaşlı bireye yönelik kategorilendirmeler aslında onun toplumsal yaşamda nasıl davranması gerektiğini belirleyen yazılı olmayan kurallar bütününü de ortaya çıkarmaktadır. Kategori sistemimiz çevre içinde yön bulmamızı ve kendimizi konumlandırmamızı sağlar (Bilgin, 2001: 81). Bir açıdan bir veya daha fazla kusuru temel alarak geniş bir kusur yelpazesi yakıştırma eğiliminde bulunuruz. Bu yaşlı grubu daima diğerlerine göre, diğerlerine rağmen, diğerleri vasıtasıyla veya sayesinde diğerleri ile birlikte varoluş koşulları içerisinde kendini algılar, tanımlar.

Her toplumda yaşlanma ve yaşlılığa bakış açısı değişmekle birlikte bedende meydana gelen deformasyonlardan dolayı yaşlı denilince akla bakıma muhtaç, yalnız yaşayan, huysuz (ihtiyar), mutsuz, değişime ve gelişime kapalı yobaz insanlar gelmektedir. Yanı sıra yaşlılık aksi bir durumu da ifade etmektedir: Bilgelik… Yaşlılığa atfedilen ve neredeyse hiç çaba göstermeden kendiliğinden oluşan bir miktar bilgelik de mümkün hale gelir-çünkü aptallıkla sebat edecek kuvvetiniz yoktur artık (Schmid, 2015: 81). Bilgelik araştırmaları yaklaşık son yirmi yıldır yapılmasına rağmen üzerinde uzlaşmaya varılamamış bir kavramdır. Nedeni iste toplumların bilgeliğe yüklediği

(26)

17 anlamı oluşturmaktadır. Doğu - batı toplumları, Antik Yunan, Eski Türkler, Hristiyanlık vs. gibi boyutlarda araştırma alanı bulmuştur.

“Batılı görüş, Berlin Bilgelik Paradigması’nın kabullerine odaklanarak bilgeliği, bilgi ile ilişkili kriterler temelinde açıklamaktadır (Baltes ve Kunzmann, 2003; Baltes ve Kunzmann, 2004; Scheibe, Kunzmann ve Baltes, 2009). Bu kriterler;

• olgusal ve prosedürel bilgi (yaşamın “nedenini” ve “nasılını” bilmek)

• yaşam boyu bağlamsalcılık (yaşam boyunca meydana gelen değişimlerin farklı bağlamsal etkilerini anlamak)

• değer göreceliği ve tolerans (bireysel, sosyal ya da kültürel farklılar temelinde değişen değerleri anlamak ve tolere edebilmek)

• belirsizliğin bilgisi (kişisel bilginin sınırlarını ve belirsizliğini bilmek) olarak sıralanmaktadır (Scheibe ve ark., 2009, s. 173).”

Bu modele göre Baltes ve arkadaşları, bilge bir insanın sıralanan bu bilgi kriterlerinde uzman olduğunu; ancak bilgeliğin oluşması için tek ideal olmadığını belirtmektedirler (Baltes ve Kunzmann, 2003; Baltes ve Kunzmann, 2004; Scheibe ve ark., 2009).Doğu toplumlarında ise bilge olmak; yaşamı anlama, sezgi ve farkındalığın gelişmesi ile sevecen olmak gibi özellikler ile ilişkilendirilmektedir (Ardelt ve Oh, 2010; Takahashi ve Overton, 2005).”(Akt. Yıldırım &Abukan, 2015: 2).

Türklerde Şamanizm’in de temelini oluşturan Bilgelik kavramı bilgeden türemiştir. Yol gösterici, zengin bilgiye sahip manasına gelen bilgelik, mitolojide kahraman tipi olarak karşımıza çıkmaktadır ( Yılmaz, 2014: 6). Bilge tipi; genellikle vezir veya danışman niteliğinde olup, hakana yol gösteren, toplum tarafından saygınlık kazanmış, yaşı ve deneyimlerinde, Tanrı’nın ona bahşetmiş olduğu yüksek bir kavrayış gücü olan sezgilerinden faydalanılan kişilerdir. Yaşlıların deneyimleri ile özellikle teorik, pratik (gündelik yaşamda bilgeliğin kullanılması) ve üretici (var olan bilginin başkalarının yararı için kullanılması) yaşam bilgisi açısından değerlendirildiğinde yaşlılık dönemi, bir hazine niteliği taşımaktadır( Yıldırım & Abukan, 2015: 2). Endüstri öncesi toplumlarda yaşlının bir prestij ve saygınlığı olmasının yanı sıra yaşlı saygı görmüş ve günümüzün toplumlarından farklı olarak faydalı kabul edilmiştir. Yaşlıların bilgisi de değerli görüldüğünden, tecrübeleri ve bilgilerinden avcılık, ev yapımı ve

(27)

18 sanatkârlıkta faydalanmışlarıdır (Demirbilek, 2005: 217). Yaşlı hali hazırdaki toplumsal yapının ayaklı kütüphanesi gibidir. Adeta kültür taşıyıcısı durumunda olan yaşlı geçmiş ve bugün arasında köprü işlevi görmektedir. Yaşlı geçmiştir, dündür, tarihtir, tecrübedir, bilge kişidir, mülkiyetin temel sahibidir. Hepsi de geçmişimizin değerli bir parçasıdır ve ileri yaşlarda bizim için hem belleğimizde hem de gerçek yaşamımızda varlığını sürdüren birer güç kaynağı olurlar (Billig, 2000: 27). Bu nedenle toplumumuzda ve dinimizde yaşlıya saygı göstermek, ona itibar etmek dinsel ve geleneksel bir olgudur. Özellikle kırsal kesimde birkaç kuşağın bir arada oturduğu geniş ailede yaşlı erkek karar organı, yaşlı kadın ev işlerinde otorite sahibidir (Demirbilek, 2005: 217).

Yaşlı bireylerden beklenti doğu ve batı toplumlarında farklılık göstermektedir. Bu farklılığın temel nedeni doğu toplumlarındaki muhafazakâr aile yapıları, kültür en önemli bir unsur ve yaşlı bireyin tecrübesinin de getirdiği bilgelik. Bilge ve olgun yaşlılar kendisi ile ilgili olumlu bir bakış kazanmış ve yaşının ve hayatın getirdiği tecrübe sayesinde çevresi ile bir nedensellik ilişkisi kurarlar. Yaşadıkları ile sonuçları arasında kurdukları ilişkiyi benliklerine yükler ve değerlendirme yaparlar (Yavuzer, 2015: 8). Bu değerlendirme kişinin hayata bakış açısı ve davranışlarında belirleyici olmaktadır. Bu olgun insanlar, çevrelerini, olayları, kendi yararlarına göre yönlendirebileceklerine inanan, olayların sorumluluğunu üstlenebilen kişilerdir (Aydın, 2002: 122).

Batı toplumlarında ise yaşlı ve yaşlı bakış çeşitlilik göstermektedir. Doğu kadar kesin ve mutlak kuralları yoktur. Yaşlı bilge değil aciz, muhtaç, hareketleri kısıtlanmış varlık olarak görülebildiği gibi aksi de savunulabilir. Bunun nedeni ileri yaşların gerçekte ne olduğunun çarpıcı bir şekilde değişmesidir. “Burada birbiriyle çelişkili iki süreç söz konusudur. Bir yandan çağcıl toplumlardaki yaşlı insanlar, çağcıllık öncesi kültürlerde sahip olduklarından düşük konum ve daha düşük güce sahiptirler. Bu kültürlerde bugünkü Batı dışı toplularda (Hindistan ve Çin) olduğu gibi yaşlılığın bilgelik getireceğine inanılmaktaydı; herhangi bir topluluktaki önemli kararlar hakkında söz sahibi olanlar da genel olarak topluluktaki en yaşlı insanlardı (Giddens, 2005: 161).” Bugün, ortalama yaşam süresinin artması ve buna bağlı olarak toplumdaki yaşlı nüfusun da artması bunun tersini getirmektedir. Yaşlı kesimin giderek arttığı modern toplumlarda, toplumsal bir küme olarak yaşlıların statüleri nasıl algılanmaktadır (Canatan, 2011: 327)? Bizimki gibi sürekli değişen bir toplumda, yaşlı insanların bilgi

(28)

19 birikimi genellikle gençlere artık bir yararı olmayan, yalnızca zamanın gerisinde olan bir bilgelik yığını olarak görülmektedir.

1.3.1.3. Damgalamanın Doğurduğu Olumsuz Sonuçlar

Yukarıda da bahsedildiği üzere yaşlılar yaşlılığın getirmiş olduğu birçok fizyolojik özelliklerin değişmesi ve gelişmesine bağlı olarak çeşitli açılardan damgalanmaktadırlar. Yaşlıya yönelik damgalama işlemi yaşlıyı bilge, deneyimlerinden yararlanma haricinde çoğunlukla olumsuz yönde olduğunu görmekteyiz. Olumsuz etiketlemenin en önemli sonuçlarından biri etiketlenen birey veya grup ait olduğu gurubun dışına itilmesi yani dışlanma veya ötekileştirme olarak adlandırılabilir. Şehirlerde, yeni oluşan aile yapılarında, toplumsal aktivitelerde yaşlılara pek yer verilmemektedir. Bu durum, kendilerini yalnız ve işe yaramaz hisseden yaşlıların psikolojik yönden yıpranmasına neden olmakta, kalan ömürlerini zorlaştırmaktadır (Allianz, 2016). Yaşlıları bu denli kendilerini yalız hissetmelerine ortam hazırlayan birçok faktör vardır. Bu faktörler aşağıda ayrıntılı incelenecektir.

1.3.1.3.1. Ötekileştirme/Dışlama

İnsanın yaşam serüvenini göz önüne aldığımızda bireye ait en temel özelliklerden biri olan bağlanma ve ait olma duygusu ile karşılaşmaktayız. Birey bağlanan bir varlıktır; ait olduğu gruba, topluma, mesleğe, aileye, çevreye… Dolayısı ile ait olduğu / bağlantılı olduğu grupların değerli bir üyesi olma ve sosyal açıdan kabul görme veya görmeme bireyin hem psikolojisini etkileyecek hem de etkilendiği durumlar davranışlarına ve duygularına yansıyacaktır.

Ötekileştirme kişi veya grupların diğerlerinin gözünde farklılaşma olarak tanımlanmaktadır. Öteki olarak kabul edilen birey toplum içerisinden dışlandığı ya da ötekileştirildiği için sosyal etkileşim süreci onlar için çıkmaz bir süreç olacaktır (Şenol, 1994’den aktaran Özalp, 2016). Öteki kavramı konumuz açısından değişim ile birlikte açıklanabilir. Şöyle ki değişimin var olan durumdan bir başka duruma geçme olarak ifade edilirse değişen her şeyin bir önceki haline göre farklı olduğu ve ötekileştirmeyi doğurduğu söylenebilir. Yaşam dönemleri göz önüne alındığında bireyde meydana gelen fiziksel değişimler, deformasyonlar bireyleri bir anlamda toplumdan dışlama ve ötekileştirilmesine neden olmaktadır.

(29)

20 1.3.1.3.2. Sosyal İlişkilerden Dışlanma

Yaşlılar yaşlılık döneminde değişen ve gelişen özelliklerinden dolayı toplumda birçok alanda dışlanmaktadırlar. Yaşlıların toplumdan uzak kalmaları buna bağlı olarak yalnızlık hissine kapılmalarını sosyal dışlanma kavramı ile açıklayabiliriz. Sosyal dışlanma; birey veya grupların işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, özürlülük, yaşlılık gibi nedenlerden dolayı eğitim, sağlık ve kültürel imkânlardan yararlanamaması, üretim etkinlikleri içinde yer alamaması ve karar alma süreçlerine katılamaması şeklinde tanımlanabilecek kapsamlı ve çok boyutlu bir kavramdır (Genç & Dalkılıç, 2013:7). Silver’e (1994) göre “sosyal dışlanma”, bireylerin ve grupların yaşadıkları toplumun normal süreçlerine tam katılımını engellemeyi, sosyal ve kurumsal ilişkilerden koparılmayı sağlayan çok boyutlu bir süreçtir (Akt. Kalınkara, 2011: 181).

Ayrıca bireyin toplumun dışına itilmesi, gelenekselliğin içine hapsedilmesi, hatta getto misali yeniliklere karşı da uzak tutulmaya çalışılması olarak da tanımlayabiliriz. Sosyal dışlanmanın en önemli niteliği, bireyin veya belirli bir grubun toplumla olan ilişkilerinin veya farklı refah kurumlarıyla olan bağlarının zedelenmesi veya kopmasını ifade etmesidir (Sapancalı, 2003: 55). Sosyal dışlanmanın en belirgin görünümlerinden biri yaşlılıktır. Bununla birlikte yaşlılık sosyal dışlanmanın bir biçimi olabildiği gibi nedeni de olabilmektedir.

Dışlanmanın sosyal ilişki boyutu ise aile ve arkadaş çevresi ile ilişkilerin yoğunluğunu göstermektedir. Modernleş(tir)menin en önemli sonuçlarından biri olarak aile yapılarındaki değişimin yanı sıra sosyal ilişkiler de nasibini almıştır. Öncelikle aile yapılarında geleneksel ve geniş aile yapısı değişmiş çekirdek aileye doğru bir dönüşüm yaşamıştır. Çekirdek aile yapılanmaları zamanla yaşlı bireyleri torunları ve çocukları ile arasındaki ilişkinin açılmasına yüz yüze görüşme sıklığının zamanla telefonla görüşmeye ardından dışarıda görüşmenin neredeyse hiç olmaması sonucunu doğurmaktadır.

1.3.1.3.3. Kültürel Faaliyetlerden Dışlanma

Topluluklar birçok sebeple bir araya gelirler ve bir araya gelen toplumlar ise belirli özel paylaşımları ile belirli ölçülerde yaşamlarında kalıtsallık bırakan etkinliklere katılma eğilimlerini göstermektedirler. Bu nedenledir ki toplumlar arasındaki oluşan bölümler farklı kimliklerin bir araya gelmesini sağlamakla birlikte, topluluğun bir arada

(30)

21 paylaşımlarının olması da aralarındaki asabiye(t)nin güçlenmesine katkı sağlar. Bu şekildeki birliktelikler kültürel faaliyetlerin oluşumundaki en büyük katkıdır.

Türk sanat müziği konseri, sinema, tiyatro, bayramlaşma, düğün, nişan, kına geceleri, asker çetnevirleri, asker uğurlama törenleri ülkemizde yapılan kültürel faaliyetlerin başında gelmektedir. Yaşlının bu tür etkinliklere katıl(a)maması, ev hayatına mahkûm bırakılması bu tür etkinliklerden dışlandığının açık bir göstergesi olmaktadır. Nitekim Konya’nın en önemli kültürel etkinliklerinden biri olan asker çetneviri, kına gecelerine davetli listelerinde yaşlı kesim yer almamaktadır. Özellikle ekonomik ve kültürel zenginliği düşük kesimler bu dışlanmayı daha fazla hisset(tiril)mektedirler. Hâlbuki geleneksel toplumlarda çok değil henüz kentsel dönüşümün aileyi etkilemediği, geleneksel yaşam tarzının devam ettiği dönemlerde yaşlı özellikle bu tür etkinliklerin yapı taşlarıydı. Hatta ülkemizde bazı kırsal kesimlerde yaşlı özellikle kına gecelerinde mani atışmaları sayesinde geceye renk katan, gelmesi arzu edilen bireylerdi. Aile yapılarındaki değişmelere ve yaşam tarzlarına paralel olarak yaşlı da bu tür etkinliklerden dışlanarak yapılması istenilen faaliyetlerin istenilmeyen tipolojileri olarak karşımıza çıkmaktadır.

1.3.1.3.4. Toplumsal Faaliyetlerden Dışlanma

Yaşlının siyasi parti üyeliği, sendika üyeliği, sosyal gruba katılma, cami gibi bir dini kuruluşun organizasyonlarında yer alma olarak sıralanabilir (Genç &Dalkılıç, 2013: 469). Bu faaliyetler herhangi bir sivil toplum kuruluşu üyesi olamamak, gönüllü bir eyleme katılamamak, seçimlerde oy kullanamamak olarak sıralamak mümkündür. Ülkemizde yaşlıların toplumsal faaliyetlerden dışlanması, diğer alanlara göre daha az seviyedir.

1.3.1.3.5. Ekonomik Dışlanma

Bireyler yaşamlarını devam ettirebilmek için çeşitli faaliyetlerden bulunmaları gerekmektedir. Çalışma ve ekonomik anlamda yaşamlarını devam ettirebilme üretim sürecine aktif katılmaları ile mümkün olabilmektedir. Yaşlı kesimin üretim sürecinin dışına çekilmesi, tarihsel açıdan yeni bir olgudur. Çünkü endüstri öncesi dönemlerde,

(31)

22 yaşlılar üretim süreçlerine dâhil edilmişlerdi. Geçim bireylerin kendileri tarafından yerine getirilen bir işlev olduğundan çalışma ve emeklilik sınırı yoktu. Endüstrileşme başladıktan sonra başkası hesabına maaş karşılığında çalışanlar ortaya çıktı ve çoğaldılar. Yaşlıların üretim süreçlerinin dışına çekilmesi devreye girdi ve yaşlılık “kolektif bir sosyal problem” olarak algılanmaya başlandı (Tufan, 2012: 60). Yaşlı insan çoğunlukla üreten değil tüketen nüfusta yer almaktadır. Bu bağlamda yaşlının ekonomik sorununu modern toplumların sorunu olarak ele almak kaçınılmaz olacaktır.

Modern toplumda emeklilik rolü, daha önceki yaşam dönemlerinde diğer rollerde olduğu gibi doğal bir akış içinde gerçekleşir, ancak yaşlı birey gençken çalışmaya başlayıp, çalışmasını kanunlarda belirtilen süre il gerçekleştirirse ve sosyal güvenlik fonuna ödemelerini düzenli olarak yatırırsa kazanılabilir. Emekliliğin tanımını yapmak gerekirse “bireyin ileri yaşta iş gücünden uzaklaşması,” “ileri yaşta sosyal bir süreç olarak çalışma rollerinin ve aktivitelerinin sona ermesi”, “çalışırken ödenen sosyal kesintilerinin ölünceye kadar maaş olarak alınması dönemi” denilebilir (Canatan, 2008: 107).” Emekli olmak bireyi oldukça etkilemektedir. Emeklilik artık önceki işlerini yapmaması anlamını taşır.

Yıllardır üretime aktif bir şekilde katılması ve bunu bir anda sonlanması birey için pek çok anlam ifade etmektedir. Haftada beş gün en az sekiz saat yapılan bir aktivitenin sona ermesi kayıp gibi de yaşanabilir, özgürlüğe kavuşmak gibi de yaşanabilir (Canatan, 2008:108).Çalışan rolünden emekli rolüne geçiş hem ani hem de aşamalı kabul edilir. Çünkü bir günde çalışan rolünden emekli rolüne geçilmektedir (İçli,2008: 33).Emeklilik, yaşlı insanların yaşam standartlarında önemli bir düşüşe neden olabilecek ölçüde bir gelir kaybına neden olur (Giddens, 2005: 164). Bireyde yaşanan ani gelir kaybı ki bu kayıp genellikle aktif halde çalışıyorken aldığı maaşın yarısına düşmektedir. Bu nedenle bireyler emekliliği olabildiğince geciktirmenin yolunu bulmaktadırlar. Nitekim yakın dönemlerde kamu çalışanları bunu sıklıkla yapmış ve bulunduğu birimde tabiri caizse fosilleşinceye kadar çalışmıştır gelir kaygısı ile. Neticede genç nüfusun da azalması üreten nüfus yerine tüketen nüfusun artmasına neden olmuş ve 20. Yy da emeklilik yaşı 65 e yükseltilmiştir. Emeklilik yaşının 65 olması gelecekte yaşlıları üretim piyasasından olumsuz yönde etkilenmesine neden olacaktır. Çünkü işverenler yasaya göre değil bireyin yaşına göre hareket etmektedir. Genellikle 65 + üzeri yaş kategorisini oluşturan bireyler, toplumdan olumlu ya da

Şekil

Tablo 2  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diğer kurumlara Bağlı Huzurevleri  4
Tablo 3 Huzurevlerinin sayısı, kapasitesi ve bakılan kişilerin sayısı, 2014 5
Tablo 4 Türkiye'de huzurevinin illere göre dağılımı.
Tablo 5 Bilgiler huzurevi sosyal hizmet bölümünden alınmıştır.
+2

Referanslar

Benzer Belgeler

derûndan yetişme ve kimsesiz adamı Yıldızda bir sığıntı şek­ linde yaşamağa tahammülü kalmadığı için çaresiz kabul et­ miş, fakat sarayına geldikten,

“ Bu kadar yaşlı olmak nasıl bir şey ?”  Onlara göre 100'lük olmak demek, hayatının yarısına yakınını dul, çeyreğine yakınını da çocuk gibi geçirmek

Ancak bu şekil daireye yakın olduğu için yö- rünge hareketi sırasında Dünya’nın Güneş’e en yakın ve en uzak olduğu mesafeler arasındaki fark çok azdır.. Bu

Fakat Yönerge emeklilik yaşı belirleme konusunda üye ülkeleri serbest bırakmıştır (md. Yaş Nedeniyle Farklı Davranma- nın Haklı Gerekçesi başlıklı md. 6’da ise

Yaşlıda Laboratuvar Sonuçlarının Değerlendirilmesi Kabul edilmiş normal aralık değerleri yaşlı yetişkin- ler için kullanılabilir olmayıp, referans aralık kullanı- mı

Yaşlı hastaların tedavisinde ilaç yan etkileri olmaksı- zın ve yaşam kalitesini değiştirmeden nöbetsiz bırak- ma hedeflenmedir. Yaşlılarda kusursuz antiepileptik ilaç,

Yaşlanma sürecinde gözü etkileyen yaşa bağlı doğal de- ğişiklikler olabileceği gibi, yaşla birlikte daha sık ortaya çıkan bazı ciddi göz hastalıkları da görme

Buna bağlı olarak Türk kişi adlarında, sıfat tamlaması ve “ters çevrilmiş sıfat tamlamasına benzeyen” (Özmen, 2013: 109) isnat grubu kuruluşundaki