• Sonuç bulunamadı

Toplumumuzda yaşlanmaya ilişkin tutumlar, olumlu, olumsuz ve karma olmakla birlikte çoğunlukla olumsuz olma eğilimindedir. “Yaşlı”, “ihtiyar” gibi sıfatlar insanları korkutmakta, toplum da onları kendinden uzak tutmaya çalışmaktadır (Kalınkara, 2011: 24). Yaşlı ve yaşlıya karşı olumsuz tutumlar modern çağın bir getirisidir ve gençtir. Yaşlılığa karşı tutumu etkileyen faktörler ile buna yol açan etmenler dünya savaşları, sosyo-ekonomik değişmeler ve ideolojilerin toplumları belirlemesi çerçevesinde ele alınacaktır.

İçinde yaşadığımız dünyada hızlı bir değişim gözlenmektedir. Bu değişimler ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel, ekonomik ve demografik dönüşümler giderek artmaktadır. Bunlardan özellikle ekonomik değişim toplumlarda yaşanan sosyo ekonomik değişimler çerçevesinde, demografik değişimler ise dünya savaşları ve kentsel dönüşüm ekseninde açıklanacaktır.

19. Yüzyıla kadar bir tarım ülkesi olan Büyük Britanya, yetmiş yıl gibi kısa bir sürede ekonomik alanda inanılmaz bir yol kat ederek dünyanın ilk endüstri toplumunu yarattı ve buna bağlı olarak şehirleşme süreci hızlandı. “Endüstri Devrimi” denilen yeni bir döneme giriliyordu (Tufan, 2002: 60). Toplumlar hızla değişiyor, insanların yaşam tarzları farklılaşıyor ve sosyal olaylar her ülkeyi temelinden sarsmaya başlıyordu. Endüstri devrimi peşinden Avrupa’nın doyumsuz ham madde isteğine ve bunlara bağlı olarak tüm dünyayı etkisi altına alacak savaşların olmasına sebep

38 olmuştur. Savaşlar nüfusun radikal bir değişime uğramasına neden olmuş ve dünya savaşlarında gençlerin ölmesi günümüze kadar etkisini hissettirmiştir. Geçmiş dönemlerde insan hayatını tehdit eden üç önemli unsur bulunuyordu: Açlık, savaş ve hastalıklar; bunların biri veya birkaçı görüldüğünde ortalama yaşam süresinin radikal bir biçimde düştüğüne tanık oluyoruz (Tufan, 2002: 67).

“Sanayi devrimi sonrası Avrupa’da yaşanan gelişmeler, yaşam süresinin uzamasına ve ölüm oranının düşmesine yol açtı. Kapitalizmin ortaya çıkardığı bilimsel gelişmeler ve işçi sınıfının çıkardığı mücadeleleriyle elde edilen kazanımlar, yaşam koşullarının iyileşmesine neden oldu. Avrupa’dan başlayarak dünyaya yayılan bu gelişmeler, insanlık tarihinin en büyük nüfus değişimine yol açtı. Ömür uzunluğunun artması, ölüm oranının düşmesi aynı zamanda doğum oranlarının da düşmesi, öncelikle gelişmiş batı toplumlarında olmak üzere yaşlı nüfus oranın artmasına neden oldu. Özellikle gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfusun oranında görülen hızı artış, zamanla ekonomik bir sorun, bir yük olarak görülmeye başlamıştır. (Yazıcı & Korkmaz, 2014: 10)” Sanayileşme ve çocuk merkezli eğitim gibi bir toplumun ekonomik kalkınmasına eşlik eden sosyal değişmeler, yaşlı insanların becerilerini gereksiz hale getirir yaşlı insanları toplumlun işlerliği açısından daha az gerekli kılar. (Kalınkara, 2011: 35).

Sanayileşmenin etkisiyle modern toplumlarda yaşlılığı geleneksel toplumlardan farklı olarak ekonomi merkeze alınmaktadır. Sanayileşme ile birlikte modern toplumların yaşlı insanlara az değer verdikleri belirtilmektedir (Kalınkara, 2011: 35). Modernleşme kuramlarında yaşlılık ve teknolojik ilerleme ters orantılıdır ve bilindiği üzere değişime en fazla direnen kesim yaşlılardır. Teknolojik ilerlemelere uyum sağlayamayan yaşlılar geçmişte bilge kimse konumunda iken torunlarına bildiklerini öğretirken teknolojideki değişimler bu süreci tersine çevirmiştir. Dolayısıyla yaşlılığın modern bakış açısı ile üretim odaklı algılanması, yaşlılığın sosyal bir sorun olarak algılanmasına neden olmaktadır (Ceylan, 2015: 45).

Sanayileşme, modernleşme, tarımda makineleşme gibi etkenler kırsal kesimde yaşamı güçleştirmiş ve çocuklar ebeveynlerini terk ederek kentlere göç yoğunluk kazanmıştır. Hatta modern kültür öylesine bir kent kültürüdür ki bu söz konusu toplumsal dönüşümün kaçınılmaz biçimlerinden birisi kır/köy hayatının gittikçe eriyerek şehir hayatına dönüşmesidir; yani kırsal kesim kent lehine erimektedir (Aydın, 2014: 139).Bu göçten en çok etkilenen aile yapılarıdır. Geleneksel aileden çekirdek

39 aileye doğru bir değişim yaşanması kadının iş hayatına girmesine ve ailelerin küçülmesine, parçalanmasına yol açmıştır. Mesela ailenin üretim, eğitim vb. işlevleri diğer bürokratik kurumlara aktarılmıştır; Örneğimizdeki aile konusunda iç bağlılığın artışı gibi bir kazanıma karşılık diğer yakınlık kültürünün gevşemesi gibi bir olumsuzluk da söz konusudur (Aydın, 2014: 172). Çalışma hayatına başlayan kadın için artık çocuklar kreşe yaşlılar ise huzur evlerinde yer aranmaya başlanmış yaşlı kesim birer yük gibi algılanmıştır.

Ayrıca geleneksel toplumlarda genel nüfus içinde yaşlıların oranı çok azdı ve yaşayabilmek ayrıcalıktır. Çünkü sağlık, beslenme koşulları, salgın hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar nedeniyle pek az sayıda kimse yaşlılığa erişebilmiştir. Bu nedenle yaşlı hem bilgin, hem tecrübesinden faydalanılması gereken statü ve prestiji yüksek kimselerdi. Oysa modern önemde tıp ve teknoloji alanında görülen gelişmeler, bilinçli ve sağlıklı beslenme, yaşam koşullarının iyileşmesi gibi nedenlerle yaşlılık, çok küçük bir azınlığın deneyimleme imkânı elde ettiği ayrıcalık olma özelliğini kaybetmiştir. Giderek uzun yaşam süreleriyle birlikte yaşlılık insan hayatının en uzun dönemi haline gelmiştir. Ayrıca doğum oranlarının azalmasıyla genel nüfus içindeki yaşlıların oranı giderek artmaya başlamış, bazı toplumlarda yaşlıların oranı çocukların oranını aşmıştır. (Ceylan, 2015: 47-48).

Yaşlılığa bakış açısını değiştiren bir başka etken ise küreselleşmedir. Genel tanımıyla küreselleşme, demografik değişimlere yönelik ulusal temelli politikalar ile evrensel aktör ve kurumlar tarafından formüle edilen politikalar arasında gerilime yol açarak yaşlanma tarihinde belirleyici bir etki yaramıştır (Phillipson, 2014: 68). Küreselleşme, yaşlılığın bir yandan refah ideolojisi tarafından daha az kontrol edilen, diğer taraftan ise daha farklılaştırılmış ve bölünmüş, değişken biçimini yaratmaktadır (Phillipson, 2014: 76). Toplumsal yaşlanma sadece ulusal bir soru veya konu olmaktan ziyade, dünyadaki tüm kişi, grup ve toplumları etkileyen bir olgu olarak kabul edilmektedir.