• Sonuç bulunamadı

Üniversite hatıraları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Üniversite hatıraları"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ıııııı_—

^

ı>ıj ıQjjyjıyjjjj^j(Qjjjjjjjjjjjjjıyı—^

^

_

H Â T I R A L A R

i!llllll!lllll!lim illlllllllll

Üniversite hâtıraları

Yazan: Halûk Y. Şehsuvaroğlu

İstanbul Darülfünununda yapılan İnkılâptan sonra yeni üniversite, hür bir düşünce sistemiyle 1933 te çalışmalarına başlamıştı.

Kürsülere milletlerarası şöhret sahibi ilim ad am lan getirilmiş ve bu âlimler, yerlerinde bırakılan birim profesörlerle beraber, ilmi hayatımızın gelişmesine gayretler sarfetmişlerdi. Fakat her serde ye- tişmiyen nadide bir çiçeğe benzi- yen ilim, özlenilen inkişafa kavuş mamış, etrafını saran ayrık otları arasında soluk ve çelimsiz kal­ mıştı.

Siyaset adamlarımız hür düşün­ ceye tahammül edemiyor, ilim a- damları arasına karışmış bazı lâ­ yık olmıyanlar da türlü nifak ve fesatlarla temiz havayı zehirliyor­ du. Eu şartlar içinde beynelmilel ! şöhretler birer birer kürsülerini bırakıp gitmişler, kötü havayı ya­ ratanlar bununla da yetinmiyerek günün birinde kendi 147 hocamızın tasfiyesini temin etmişlerdi.

İstanbul Üniversitesinin kurulu- şundanberi 25 seneden fazla bir zaman geçmiş bulunuyor. Şimdi, güzel ümitler içinde yaşadığımız j 1933-36 yılları üniversitenin Hu­ kuk Fakültesini bütün hoş tarafla- riyle hatırlıyoruz.

Alman profesörlerin hikâyesin­ den evvel kendi hocalarımızı an­ latmak istiyorum.

Darülfünundan yeni ü n iv ersite­ ye geçen hocalardan biri rahmetli Ebülûlâ Mardin idi. Heybetli cüs­ sesi, ağdalı takrirleri ve gür se­ siyle hepimizin dikkat ve alâkası, nı üzerine toplamıştı. O yıllarda bizim nesiller bile dilini çok eski­ miş bulurduk. Fak at kürsüsüne son derece hâkimdi, büyük bir terkip ve tahlil kudreti vardı. Me­ selelerin en ince teferruatına ka. dar iner, çetin mevzuları nüktele­ riyle .tatlı gülüşleriyle hafifletir­ di. Güç mevzulara temas ettikçe gamız derdi. V e bunların hal güç. lüğünü de (T u t kelin perçemin­ den) diye belirtirdi. Kendisine ait hoş hikâyeler vardı.

Ebülûlâ Mardin, imtihanlarda pek çetin sualler sorardı. Zaten küçük bir masanın başında karşı­ sına aldığı talebeye ilk korkulu tesiri, kendi oturuşu ve bakışları verirdi.

Böyle bir imtihan gününde bir talebe heyecanla karşısına oturmuş ve hoca kendisine gamız suallerin­ den birini sormuştu. Talebe suali anlıyamamış ve mütehayyirane ho­ canın yüzüne bakmaya başlamıştı. Böylece geçen bir zamandan sonra Ebülûlâ Bey talebeye dönüp:

— Ne o nuru aynim, işmizazı veç- hiyemden istimbatı ahkâma mı ça­ lışıyorsunuz? diyerek onu büsbü­ tün hay retler içinde bırakmıştı.

B ir gün de çok iyi konuşan bir talebe imtihana girmiş, hocanın sualini bilmiyormuş, fakat bunu güzel bir konuşma İle geçiştirmek istemiş, Ebülûlâ Bey, konuşmayı sonuna kadar sabırla dinlemiş ve talebe susunca, kendisine mahsus tebessümü ile onun yüzüne bakıp:

— Evet, nuruaynim, demiş, ge - lelim şimdi sadede.

Ebülûlâ Beyin şayanı hayret bir hafızası vardı. Seneler sonra bile yüzlerce talebesini hatırlar, bazan onlara «Size imtihanda bunları sor muştum» bile derdi.

Rektör Cemil Bilsel, galiba sınıf arkadaşıydı. Devletler hukukunu, ikinci sınıfta kendisinden okumuş­ tuk. Güzel, alâka çekici bir takrir tarzı vardı. (Bey, hanım) yerine (bay ve bayan) denileceğine dair ilk haberlerin çıktığı bir gün, der­ sine geldiğinde konuşmasına (ba - yanlar, baylar) diye başlamış ve birkaç kelime de yeni türkçe kul­

lanmak istemişti. Fak at bu hitap, sınıfta tuhaf karşılanmış, gülme - ler, anlaşılmaz konuşmalar olmuş tu. Bu manzara karşısında Rektör kızarıp, asabiyete kapılmış ve sert bir şekilde:

— Şimdi odama gider, İstanbul Hukuk Fakültesi ikinci sınıfının İnkılâba karşı olduğunu telefonla Ankaraya bildiririm, demişti.

Fakat bu sözler, sınıfta ayak pa- I tırdılan ve homurtularla önlen - | miş, Rektör de ısrarından vazgeçe- . rek biraz sonra, derse eskisi g i b i ' i devama başlamış ve bir ara da

hanımlar, efendiler hitabını kul - lanmıştı. Bu defa da arka ş u a l a r ­ dan kaim bir ses (Oldu mu, oldu mu ya. Hani bayanlar, baylar de­ necekti.) diye yükselmiş ve sınıfı 1 ven’ bir gülme kaplamıştı, kakat Rektör, bu defa bütün bunları duymamış görünüp derse devam et

misti. i

Üniversitede, alâkamızı en faz- j la çeken profesör, şüphe yok ki, Sıddık Sami Onardı. Kendisinden j idare hukuku okurduk. Küçük, çe 1 limsiz vüeudü ile sınıfa girdiği va 1 kit, kürsünün üstünde kaybolacak sanırdınız, fakat o. geniş tıilpisi ve ilmi celâdetiyle o kürsüyü doldu - run taşardı, ilmi, siyasetin üstün- |

de ve dışında tutar, ilme duyduğu alâkayı hiç bir dünya rimeline karşı göstermezdi.

Hâdiselerin, kendisini kısa bir müddet için siyaset sahnesine it- i

miş olmasından yine en çok ken - '

dişinin müteessir olduğunu zanne­

derim. |

Tahir Taner ölçüsünde bir pro­ fesör yetiştirmenin güçlüğü ve şe­ refi de İstanbul Üniversitesine ait­ tir. Sınıfa, vakarın mücessem bir şekli halinde girerdi. Bütün hare­ ketleri, konuşmaları vakar ölçüle-ı ri içindeydi.

Dersinde, arka sıraya çekilip s o h ! bete dalmış bir çifti görürse, ce­ zayı müstelzim bir faslı anlatan cümlesini bir yerinde birdenbire keser, dikkatleri kürsüye to p la r,1 arka sıradakiler hâlâ sohbette ise­ ler kalemini hafifçe kürsüye v u-j rur, onlar başlarını kaldırıp ken-1 dişine bakınca şehadet parmağını pek zarifane bir eda ile sallıyarak cümlesini (ceza verilir) diye ta­ mamlardı.

Istanbuldan, Anadoludan muhte­ lif liselerden gelmiş grup grup talebe vardı. Bu gruplar içinde Ga latasaraylılar dikkati çeken müm­ taz bir topluluk halindeydi Nihat Erim, daha o yaşlarda bir devlet adamı ağırlığı içindeydi. Ziyat E- büzziya, Zeki, zarif ve cana yakın dı. Mehmet Ali Cimcoz terbiyesiy­ le, gün görmüş haliyle herkes ta­ rafından sevilirdi.

Esat Çağa’nın istikbalde mukte­ dir bir avukat olacağı medeniye derslerindeki suallerinden anlaşı­ lırdı. O derslerde dikkati çeken­ lerden biri de Vehbi idi.

Ağır ve kibar tavırlariyle Meh­ met Aliyi andıran Muhtar da Ga- latasarylı grupun sevilen arkadaş, larındandı. Sonra Yücel mec­ muasını çıkaran bir grup var dı. Muhtar E nata’nın başında bu­ lunduğu bu grup, vakitlerinin ço­ ğunu mecmua .şlerine vermişti.

Şimdi iş adamlarımızdan biri o- lan R^şit özsaruhan nezaketi ile, terbiyesiyle en çok sevilen talebe­ lerden biriydi,

Hagıp Sarıca, kaşları altında daima havaya bakan, titiz çalış-

j kan ve dikkati çeken bir talebey- i di. Bazı Alman profesörlere ter- j cümRnlık yapan Bülent Dura’nın temiz ve berrak sesini daima du­ yar gibi oluyorum.

Aradan otu* seneye yakın bir zaman geçmiş, onun için daha kırk larını doldurmadıkları muhakkak olan hanım arkadaşlarımızdan balı • aetmlyeceğim.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yalnız gerek Bükreş, gerek Peştede büyük bir yer t u t a n klâsik ted- risata hiç olmazsa mimari tarihi vazifeleri sıra- sında olsun bizim sergide de tesadüf etmek is-

Bu dersi başarıyla tamamlayabilen öğrenciler; ses rengini, tonunu, hızını etkili ve verimli The students who succeeded in this course; will be able to use his/her voice (color,

Aristoteles, şöyle bir varsayımla yola devam eder: Her sanatın nesnesi, her mimetik obje insandır. Bu varsayımın nedeni, sanatya da taklit olarak düşünülen

63 Aquinas’a göre meydana getirilecek sanat eserinin ideası sanatçının zihninde imge olarak vardır ve sanatçı bu örnek for- mu taklit etme yoluyla bir şey üretir.. Yalnız

 Bu biçimler arasında göğsün üst kısmını kullanarak ya da alt kısımdan, yani sadece karın boşluğu ve diyafram yolu ile soluk alıp vermeden ayrı olarak

 Daha önce verdiğimiz vurgulamaya ilişkin bilgilerin desteğiyle, aşağıda verdiğimiz sözcükler, tümceler, heceler, ünlemler üzerinde vurgu ve tonlama

Yatak ünitelerinin üç blokta ve alçak tutulması, asansörden kaçınılması, koğuş sisteminden kaçınılarak ölçülü ve talebe prikolojisine uygun ünitelerin tertibi,

Hasson ve meslektaşları, bir konuşmacının prova edilmemiş hikâyeler anlatırken beyin aktivitesini kaydetti. Sonra, hikâyeyi dinleyen