TE E S S Ü S Ü — TE K Â M Ü LÜ — İN H İTA TI
H U L Â S A
1300
—1922
M. YUSUF AKYURT Türk Osmanlı mimarîsinin fennî,
sınaî, tarihini yazmak için:
1 — Mimarlıkta ihtisas sahibi ol mak.
2 — Birinci Osman devrinden ikine
Abdülhamidin son saltanatına kadar
geçen 622 sene içinde yapılmış olan muhtelif yerlerdeki mebaniyi bizzat gö rüp tetkik etmek ve hangi milletin mi marîsinden müteessir olduğunu anla mak.
3 — Taş oyma tezyinatında rüsuh ve meleke sahibi bulunmak.
4 — Yaprak, çiçek, çini ve ağaç
oyma tezyinatila ağaç şubelerinde
ayrı ayrı ihtisas sahibi olmak.
5 — Osmanlılara mücavir muhtelif milletlerin mimarî tarihini ve sanayideki seciyelerini bilmek.
Bu evsafı haiz olmayan kimselerin bu bapta yazacağı satırlar fayda vermez. Fen ve san’at erbabı nazarında roman gibi hayalhane mahsulü olmaktan başka bir şey olamaz.
Konyamızda mimar Sinan gününde koca mimarın namını tevkir için gaze telerde makaleler, mahfillerde mütevarit ve mükerrer ve mevzua muvafık olmı- yan nutuklar okundu. Bu makale ve nutuklar fennî, İlmî esaslardan uzak
olduğu için hiç bir kıymeti haiz olma makla beraber yazanların bu vadideki İlmî malûmatının eksikliğini göstermek ten başka bir şeye yaramadı.
Bir insan kendi hududu ve mükte sep malûmatı dahilinde yazı yazmalı ve bu haddi açmamalıdır. Ben otuz seneye yakın fasılasız olarak İstanbul san’atlar mektebi tarzı mimarî ve tezyin işleri ile resim muallimliğinde bulunmuş, na zarî ve amelî olarak bilfiil tedris ve ta lim vazifesile iştigal etmiş; Mısır, Suriye ve Endülüs mimarîlerini gözden geçirerek senelerce Türk mimarîsinin ve bahusus mimar Sinanın eserleri üzerinde tetki- katta bulunmuş o koca mimarın koyduğu tenasübü aramak gibi azîm bir külfete katlanmış olduğum halde bu ilim karşı sında kendimi âciz görüyor ve neticede hiç bir şey bilmediğimi itiraf ile bu sahada yazı yazamıyorum. Türk Osmanlı mimarîsinin muhtelif devirlerile esas kaidelerini ve tenasübünü onbeş gün içinde yazack kadar cür’etinde bulunan bir arkadaşımın ağzından işittim. Acaba bu mümkün mü?..
İlmî malûmat ve tetebuu ile, şumullü tetkikat ve ihtisasile temayüz ederek şöhret bulmuş olan üstadı muhterem Celâl Es’at 1928 senesinde (Türk san’atı)
K O N Y A
61adıyla mühim ve müfit bir eser yaz mıştı. Medit mesai ve yorgunluk mah sulü olan bu eseri kaç senede yazdın diye bir suale karşı onbeş günde değil onbeş senede yazdım cevabını verdi ğinde şüphem yoktur.
Büyük denizler gibi geniş olan mi mar Sinanın ahlafa bıraktığı usul ve kavaidi bulup tesbit etmek için o deni zin fırtınalarına, şiddetli cereyanlarına mukavemet edebilecek merkezi sikleti yerinde bir gemi ile akşamı inşasiyesi- nin her şubesinde ihatalı malûmat ile mücehhez üstadlar ve erbabı fen ve san’at lâzımdır. Herkes ihtisası dahilinde mensup olduğu şubede taharriyat ve tetkikte bulunmalı ve ebniyeden nümu- neler üzerinde müctemian imali fikir etmeli ve neticeyi yine madde üzerine kayıd ve tesbit eylemelidir. Yoksa bir mimarın ve bir iki dekoratörün işi de ğildir.
Celâl Es’at (bir milletin san’atını iyi anlayabilmek için o milletin ruhî hisle rine ve san’at eserlerine müessir olan avamili tanımak lâzımdır) diyor.
Benim mütaleama nazaran Osmanlı Türk mimarisi hakkında yapılacak tet- kikatın esasları şunlardır:
1 — Mimarî tenasübünün taharrisile tesbiti (Binanın umumî şekil ve cinsine g ö re .):
Camilerde, kervansaraylarda, çeşme ve sebillerde, bimarhanelerde, imaretler de, hamamlarda, köprülerde, türbelerde,
saraylarda, kalelerde, medreselerde,
velhasıl sivil, askerî ve dinî mebaniler- de kullanılan inşa usul ve tenasübünün tesbiti.
2 — Sütun başlıklarıyla irtifaları
arasında tenasüp.
3 — İki sütün arasındaki mesafenin tenasübü (Binanın şekline ve sütun baş
lığının kalınlığına göre).
4 — Yassı medhal kemerlerinin
tenasübü ve kavis dereceleri ve kemer taşlarının muhtelif şekilleri ve bunlara verilen uzunluk ve enlilik ile medhalin irtifa ve genişliği.
5 — Sivri ve beyzî kemerlerin te nasübü ve usulü tersimi.
6 — Kubbelerin dahilî ve haricî kuturları ve kalınlığı tenasübü.
7 — Dıvar ve akşamı inşaiyenin kalınlığı ve mukavemeti.
8 — Esas Selçuk Türklerile Arap- lardan alınan istalaktitlerin ilk evvel Bursada Yeşilcamide nasıl ve ne suretle Türk Osmanlı mimarisine ıslahan yapıl dığı ve bunlar ikinci Bayazidin mimarı
mimar Hayrettin ve bilâhara mimar
Sinan taraflarından ne gibi ve nasıl bir şekle ifrağ ve ıslah ile bir takım ilâve ler yaparak Türk zevkine göre esaslı bir şekle konulduğu hususlarının tesbiti.
9 — Muhtelit olarak taş ve tuğla inşaatı ve nümuneleri.
10 — İnşaatta kullanılan eşkâli hen- desiyenin menşei ve ağaç kapılarda ve sadefkârlıkta tatbiki ile usulü imali.
11 — Ağaç kapılarda vesair ahşap işlerinde ve cami kürsilerinde ve kuran mahfaza ve rahlelerinde yapılan sadef- kâri işlerle filkatoların eşkâlile sureti imali ve ilk menşei.
12 — Demir üzerine, kilitlerde, men teşelerde, parmaklıklarda, kapı rozasla- rında görülen altın ve gümüş kakma ve tezyin usulü, maden dökme ve oyma tezyinleri ve dökme parmaklıklar.
13 — Eşkâl ve alâimi tezyiniyede esaslı tetkikler. Ezhardan alman tezyin şekilleri. Yağlı boya ile yapılan tezyin alâimi. Menşelerile mimariye ithal ve ifrağı.
mimarinin şümul ve ihatası başka mil letlerin mimarisinden daha zengin olma sının esbap ve avamili.
15 — Bina temellerinin sihan ve mu kavemeti.
16 — Tetkik esnasında yukardaki maddeler içine alınamayan akşamı inşa- iyenin tesbiti.
Gibi uzun tetkike muhtaç olduğun dan böyle mühim bir eseri yazmak ayrı ayrı ihtisas sahiplerinin vücuduna tevak kuf eder.
Türk medeniyetinin büyüklüğünü ve her bilgiyi şamil olduğunu isbat edecek böyle mühim bir eserin istifade meyda nına çıkarılması millî ve vatanî bir vazi fedir.
Türk tarih kurumu tarafından mimar koca Sinanın hayatı ve san’atı hakkında yapılacak kitaba esas olmak üzere umumî müfettişliklere ve bütün ılbaylıklara riya seti cumhur umumî katipliğinden yazılan 13/1/1936 tarih ve 41/4 sayılı tamim ile emrolunmuş ve her faydalı işte olduğu gibi Atatürk bu işte dahi rehberlik et miştir.
Konya çevresinde yani Konyada, Karapınarda, Ereğlide ve Ilgında mev cut 13 parça binanın plân, makta, man zara ve kitabelerinin tarif ile Türk Os manlI mimarisi hakkında tenkidî bir zeyli havi mecmua Konya ilbayı Cemal Bardakçının teşvik ve gayretile 21 bü yük sahife, 29 fotoğrafi, ve tenkit bah
sinde 57 şekli şamil olduğu halde
9/4/1936 tarih ve 2257/105 sayılı tahri ratla Konya müzesi müdürlüğü tarafın dan ilbaylığa sunulmuştur. İlbaylık ma kamı bir nüshasını riyaseti cumhur kâtibi umumiliğine, diğer nüshasını Türk tarih kurumu reisliğine takdim etmiştir. Diğer ilbaylıklardan toplanacak malûmat ile mimar Sinanın hayatı ve san’atı hak kında şümullü ve esaslı mühim ve kıy metli bir eser meydana gelmiş olacaktır. Şimdi tarih ve kitapların münderica- tma ve bilfiil şahsî meşhudat ve tetkike müsteniden Türk Osmanlı mimarisi hak kında bir devir hulâsası yazmayı fay dalı gördüm. Bu hulâsa bir hulâsanın hulâsası olabilir. Tam bir hulâsa
ola-(Ardı var) maz.
MİMARÎ TÜRK OSMANLI DEVRİ
TE E S S Ü S Ü TEK Â M Ü LÜ İN H İTA TI
H U L Â S A
1300
—1922
M. YUSUF AKYURT — Geçen Sayıdan Devam —
O S M A N I Karaca şehirde, Bile-
D E V R İ cikte ve Yenişehirde
cami, hamam, gibi me- bani yapılmış ise de gayet metin olup yapılış tarzları hiç bir milletin tarzla rına benzememektedir.
U R H A N Hükümran olduğu
şe-D E V R Î hirlerde ve fethettiği
memleketlerde ve hatta büyük kariyelerde birer cami ve büyük hamam ve mektep ve imaret taphane
gibi yaptırdığı cesim mebaninin
adedi 328 zi mütecaviz ise de sağlam lığıyla meşhur olup yine mimarî bir usule müstenid olarak yapılmış değil dir.
TUrk OsmanlI Mimarîsinin
Başlangıcı
MURAT l VALİDESİ Nilöfer hatun
NİLÖFER HATUN gayet zevkli ve
müşkilpesend bir kadın idi. Her güzel şeyi çarça buk beğenmezdi. Bursada ve İznikte edindiği meskenin ziynet ve ihtişamını kendi zevkine ve zarif tabhna az gö türdü, 3unun için Kopyadan, Kara*
mandan, Aksaraydan, Erzurumdan ve sair Anadolu memleketlerinden mahir ustalar getirirdi. Türk Osmanlı mima rîsinin tesisine âmil öldü. îznikte Nilö fer hatun ismile meşhur büyük hamam ve çinili cami ve imaret gibi eserlerin inşasına başlattı. İznikte bir çini fab rikası tesis etti. Bu fabrikanın yaptığı çinilerden son defa olmak üzere İstan- l»ulda Sultan Ahmet camiinde kullanıl dı. Dahilî ihtilâlat sebebile bu fabrika münderis oldu. Bundan başka İznik havalisinde bir takım mebani yaptırdı. Çini fabrikasile mimar ve işçilerin va ridatı kendisine mahsus idi. Bursada tophane nam mahalde şehadet camii karşısında oğlu için muazzam bir saray yaptırdığı tarihlerimizde yazılı ise de vaktile harap olmuş ve izleri bile kal mamıştır. Hatta bu saraya hükümet erkânını davetle yaptırdığı camiin kü- şat merasimini yaparak veda etmiş ve Rumeliye geçip orada şehid olmuş olan birinci Muradın şehadet hatırrsını ida me için bu camiin ismi (Camii Şehadet) kalmıştır. İşte bu devirde Türk Os manlI mimarîsi beşikten kurtularak yeniden neşvünemaya başlamıştır,
Tekâmüle Doğru İlk Adım
1359
—1413
YILDIRIM Bu devirde Türk Osmanlı BAYAZİT mimarisinin esasları kon mağa başlandı. Bursada bimarhane, Ulucami, Ergene köprüsü, Edirnede eski Bayazit camii gibi me- bani meydana getirildi. Bu mebani resanet ve ihtişamile nazara şayan ise de tenasüp bakımından geride sa yılabilir. Gerek Timurun istilâ ve tah ribatı, gerek beş kardeş arasında zu hur eden saltanat kavgası, ve infirad daiyeleri, gerek ise Karaman oğulları hükümetinin Bursaya vesair memalike tecavüzle âli mebaninin tahribi (Bu meyanda Urhan Gazi camii, Hisar harici binalar) yüzünden Osmanlı Türk mimarîsi geri kalmıştır.
Esaslı teşebbüsler
Zinet Ve İhtişam
1414
—1481
ÇELEBİ Sekiz sene içinde devletin
MEHMED eski şevket ve itibarını iade ederek tahrip olun muş olan mebaniyi tamir eden Çelebi Mehmed Anadoludan getirdiği mi
marlar, nakkaşlar ve Bizanstan
( İstanbuldan) celbettiği bazı mahir işçiler marifetile Bursada Yeşil camii şerifi mimar îlyas Ali (N akkaş) ye yaptırmıştır. Bu camide mevcut ihti şam ve akşamı inşaiyenin ziyneti, tez
yin işlerinin muhtelif akşamındaki
mutabakat ve sonsuz letafeti ilk evvel bu camide görüyoruz. Arapların yapa madığı ziynet ve mutabakatin burada mebzulen mevcudiyeti Türk mimar ve
nakkaşlarının ne kadar mütebahhiı*
olduklarını isbat edecek âli bir eser plan bu Yeşil camide Türk Osmanlı
mimarisinin seciyesini ve esas kaide lerini görmekteyiz.
İstalaktitlerde, mimar Hayreddin’in ve bilâlıara mimar Sinan’ın ıslahat ve kavaidini görememekte isek de şayanı nazarı hayret birer san’at bediası ol makla beıaber Arapların istalaktitle- nnden bambaşka bir şekilde yapılmış ve bu takaddüm ve ıslah şerefi o devir üstadlarına ait bulunmuştur.
Taş oymalarında, çelik parmaklık larında, kilitlerinde ve bu cesim camiin sair bütün akşamında ziynet, nakış ve nahitlerin yekdiğerlerine mutabakatı hiç bir binada görülmemiştir. Filhakika Arapların ulaşamadığı bedayii uakşiye ve tezyiniyenin mutabakat! bu ca mide görülür. Bu eserlerle beraber '.'eşil türbe, gök dere köprüsü, ve Eursada çarşı ağzında biraderi için yaptırdığı cami ile Ali Paşa hanı ve ipek hanı mühim birer eserdir. MURAT II Küçüklü büyüklü yüzDrce
VE eser yapılmış ise de uzun
F A T İ H uzadıya tetkik ve muta-
leaya değeri yoktur.
( Şimdiki Fatih camiini 3 üncü Mustafa
yaptırmıştır.) Mahmut Paşa camii
(368 — 1463), Murat Paşa camii, Rum Mehmet Paşa cammi (870 — 1465), Çinili köşk, (mimar Kemalettin eseri
870 1465) bu köşk üçüncü Murat
zamanında tekrar yapıldı. (99S — 1591) Mahmut Paşa, Murat Paşa ve Rum Mehmet Paşa değersiz mebani içine idhal edilmemelidir.
E s a s l ı İ n c e l i k l e r Ve
OsmaısiıTürk Mimarîsinin
tebarüz etmesi
1481
—1512
BAYEZİT II Mimar Hayrettin, mimar Kemalettin, mimar îlyas,
110
Tekâmüle Doğru İlk Adım
1359
—1413
YILDIRIM Bu devirde Türk Osmanlı BAYAZİT mimarîsinin esasları kon mağa başlandı. Bursada bimarhane, Ulucami, Ergene köprüsü, Edirnede eski Bayazit camii gibi me- bani meydana getirildi. Bu mebani resanet ve ihtişamile nazara şayan ise de tenasüp bakımından geride sa yılabilir. Gerek Timurun istilâ ve tah ribatı, gerek beş kardeş arasında zu hur eden saltanat kavgası, ve infirad daiyeleri, gerek ise Karaman oğulları hükümetinin Bursaya vesair memalike tecavüzle âli mebaninin tahribi (Bu meyanda Urhan Gazi camii, Hisar harici binalar) yüzünden Osmanlı Türk mimarîsi geri kalmıştır.
Esaslı teşebbüsler
Zinet Ve ihtişam
1414
—1481
ÇELEBİ Sekiz sene içinde devletin
MEHMED eski şevket ve itibarını iade ederek tahrip olun muş olan mebaniyi tamir eden Çelebi Mehmed Anadoludan getirdiği mi
marlar, nakkaşlar ve Bizanstan
( İstanbuldan) celbettiği bazı mahir işçiler marifetile Bursada Yeşil camii şerifi mimar İlyas Ali (N akkaş) ye yaptırmıştır. Bu camide mevcut ihti şam ve akşamı inşaiyenin ziyneti, tez
yin işlerinin muhtelif akşamındaki
mutabakat ve sonsuz letafeti ilk evvel bu camide görüyoruz. Arapların yapa madığı ziynet ve mutabakatin burada mebzulen mevcudiyeti Türk mimar ve
nakkaşlarının ne kadar mütebahhir
olduklarını isbat edecek âli bir eser plan bu Yeşil camide Türk Osmanlı
mimarîsinin seciyesini ve esas kaide lerini görmekteyiz.
İstalaktitlerde, mimar Hayreddin’in ve bilâhara mimar Sinan’ın ıslahat ve kavaidini görememekte isek de şayanı nazarı hayret birer san’at bediası ol makla beıaber Arapların istalaktitle- rmden bambaşka bir şekilde yapılmış ve bu takaddüm ve ıslah şerefi o devir üstadlarına ait bulunmuştur.
Taş oymalarında, çelik parmaklık larında, kilitlerinde ve bu cesim camiin sair bütün akşamında ziynet, nakış ve nahitlerin yekdiğerlerine mutabakatı hiç bir binada görülmemiştir. Filhakika Arapların ulaşamadığı bedayii uakşiye ve tezyiniyenin mutabakati bu ca- n.ide görülür. Bu eserlerle beraber Y eşil türbe, gök dere köprüsü, ve Eursada çarşı ağzında biraderi için yaptırdığı cami ile Ali Paşa hanı ve ipek hanı mühim birer eserdir. MURAT II Küçüklü büyüklü yüzlerce
VE eser yapılmış ise de uzun
F A T İ H uzadıya tetkik ve muta-
leaya değeri yoktur.
( Şimdiki Fatih camiini 3 üncü Mustafa
yaptırmıştır.) Mahmut Paşa camii
(368 — 1463), Murat Paşa camii, Rum Mehmet Paşa cammi (870 — 1465), Çinili köşk, (mimar Kemalettin eseri 870 — 1465) bu köşk üçüncü Murat zamanında tekrar yapıldı. (99S — 1591) Mahmut Paşa, Murat Paşa ve Rum Mehmet Paşa değersiz mebani içine idhal edilmemelidir.
E s a s l ı İ n e e l î k l e r Ve
Osmanlı Türk Mimarîsinin
tebarüz etmesi
1481
—1512
BAYEZİT II Mimar Hayrettin, mimar KemaleRin, mimar İlyas,
mimar Şucâ, mimar Acem Âli [1] gibi büyük üstadlar yetiştirmiş olan bu devirde İstanbulda, Amasyada camiler ile Sakarya nehri üzerlerindeki köprü vesair mebanii âliyenin inşaatı sebebiîe bir hayli mimarlar ve erbabı sanayi çoğalmıştır. Mimar Hayrettin gibi bir san’at üstadı cümlesine tefev vuk ederek plânlara, istalaktitlere,
medhaUerin ve sütun başlıklarının
zevkli olmasına ehemmiyet vermiş ve Osmanlı mimarîsinin esaslarını vaz ile mimarîyi iyi bir usul ve şekle ifrağa muvaffak olmuş ve istalaktitlere ters bir ehramı müsellemi şeklini vererek nazımı olmuştur. [2] Bununla beraber akşamı inşaiyeden madut olan sütun başlıklarına verdiği ittisa, sütunların cesameti arasında tenakuzlar mevcut olduğundan irtifaı tanzim edememiş ve tenasüp vaz’ına muvaffak olama mış ise de binanın umumiyeti itibarile mimarî ahenginin tenasübünü temin
/ / / M eşhur Türk mimarları şunlardır:
1 — M im ar İlyas A li (N akkaş) Yeşil
camii yapan- 2 - Hayrettin■ 3 - Kcmalettin 4 - İ/yas (vefatı 933 — i 551) 5 — Ayaz (vefatı 983 — 1557) 6 Şucâ, 7 — Acem Ali
8 - Koca Sinan (vefatı 12 Cemaziyelevvel
996 - 9 Nisan 1588) 9 — Davut A ğa, Si-
nanıian sonra en biiyiik mimardır■ Daima Sinanla çalışırdı, Sinandan sonra ser nıinıar oldu■ İncili köşk bunun eseridir■ Ayasofya- daki Murat 111 türbesini yaptı• 10 — Dalgıç Ahmet ağa, Davuddan sonra mimar başı oldu■ 11 Kcmalettin■ 12 Y u su f- (H indis tana giden) 13 Mehmet ağa■ M im ar başı oldu- (Sultan Ahmet camiini yapan) 14 —
Tornacı başı- 15 Yetim A li Baba- 16 - Küçük Sinan- 17 - Koça Kasinı- 18 Me- remmetçi Mustafa- (Y eni camii bu iki mimar yapmıştır-)
[ 2 ] Konya miizesitıd? giimiiş merdiven üs
tünde istalaktitli kubbenin mimarı mimar Hayrettindir- B u kubbedeki san’at temaşaya şayandır,
edecek usul koymak suretile yeni bir çığır açmış ve bu suretle mimar Sina« na rehberlik etmiştir.
Mimar Hayrettin’in ölmez eserleri mimar Sinan’a ilhamlar vermiş ve bu ilhamları ta’mik ve takip eden ve san’atinde muvaffak olan mimar Sina- nın koyduğu sabit usul ile zeval bul mayacak şöhreti mimar Hayrettine medyun olduğu ve o mektebin ver diği feyz ile yetiştiğini hatırdan çıkar mak nimet naşinaslık olur.
Hakikî tekâmül ve tena
süp devri
Mimar Sinan mektebi
1512
—1648
YAVUZ SELİM Mimar Sinan fıtratın
SÜLEYMAN I. bir daha yetiştiremi-
İBRAHİME yeceği nevadirden
KADAR bir zattır. Askerliği
gibi san’atına da âşık bir şahsiyettir. Avrupada, Anadoluda, Suriyede, Mekkede yaptığı eserleri nasıl ve ne vakit meydana getirdiği insanın havsalası almaz. Binlerce eser yapan ve her yaptığı eseri takip eden eserinde nefaset cihetile daha yüksek olarak meydana getiren bu mümtaz ve müstesna Türk şahsiyeti acaba kaç yüz sene yaşamıştır? Şal varının üzerinde geniş şal kuşağına sapladığı âdi şimşir ağacından bir endaze ve büyük daireleri çizmek için bir sicim parçasile bir temel çivisinden başka bir şey kullanmayan bu san’at- kâra duyduğum hürmet yalnız nefsim de değil bütün milletin kalbinde yaşa maktadır.
Yaptığı eserlerde tenazur kaidesi cihetile bir santim bile fark görülemez. Bu hassas san’atkâr taşı, demiri, ağacı,
112
malzemeyi kendine ram etmiş ve her birisinde sanki mucize göstererek sa bun kaiıbı üzerinde işler gibi kolay lıkla işlemiş ve işlettirmiştir.
Sinan için hiç bir mania tasavvur olunamaz, önüne çıkan maniaları ze- kâsile, harukulâde dehasile iktiham etmiş bir çok memleketlerde yaptığı seyyahatler doîayısiyle bütün milletle rin mimarî tarzlarını tetkik eylemiş ve işi tesadüfe bırakmayarak üstadı olan mimar Hayrettin ve muasırlarının vaz ettikleri usule ittibaen ıslah eylemiş, inşaatın eşkâl ve kaidelerini tasfiye ile beraber inşaat kısımları arasındaki tenasüp ve mutabakati koymuş, muh teşem, muhip, ve rasin bir tarzı mi marî vücude getirmiştir.
Mimar Sinan, sütun başlıklarına, irtifalarına, iki sütun arasındaki ke merlerin ittisa ve reis noktalarının mevkiine, medhal kemerlerine, kubbe lerin kalınlıklarına bir nisbet koyarak tersim usulile tesbit etmiş ve bu suretle Türk zevkini, Türk ilim ve irfa nını, Türk mehabet ve ihtişamını ok şayarak fenni mimariye bir seciye ve kaide vermiştir.
Mimar Sinan, Arapların, Acemle rin, Selçukîlerin mebanisinde olduğu gibi binayı lüzumsuz tezyinat ile boğ'- mamış, hututu esasiyei hendesiye ve asliyeyi muhafaza etmek suretile tez yinatı sadeleştirmiş ve besalet içinde mehabet ve insicam içinde harikalarını bariz bir surette göstermeye muvaffak olmuştur. Mimar Sinanın yetiştirdiği mimarların adedi çoktur. Bu mimarlar Sinanın izini takip ederek şöhret bul muşlardır. Bir kısmı Hindistana gidip orada yüksek ve büyük mebaniyi yap mışlar ve Şah Babürün teveccühünü
kazanmışlardır,
Yetiştirdiği talebe dördüncü Mura da ve daha doğrusu dördüncü Meh- mede kadar yapılan mebani hep mimar Sinan mektebinin verdiği feyz ve inki şaf eseridir. Mimar Sinan 9 Recep 895 H = 29 Mayıs 1490 m. tarihine müsa dif Cumartesi günü Kayseride doğmuş
12 Cemaziyelevvel 995 h. 9 Nisan
1588 m. tarihine raslayan Cumartesi günü vefat etmiş ir. Ondan sonra daima beraber çalıştığı mimar Davut ağa baş mimar olmuştur. Davuddan sonra baş mimar Dalgıç Ahmet ağa olmuştur.
Mimar Sinanın yaptığı mebani en son zamanda tesbit edilen adedi şu dur:
87 Cami, 52 Mescit, 56 Medrese, 7 Darülkura, 19 Türbe, 16 İmaret, 3 Darüşşifa, 3 su yolları, 10 Köprü, 18 Kervansaray, 30 Saray, 5 Anbar, 32 Hamam, Çeşme ve sebil. Çeşmeler dahil olmadığı halde 338parçaya ba liğ oluyor.
Sinandan r-onra mimar Mehmet
ağa Türk mi arîsine teceddüd ve in kılâp yapmak istemiş ve camilerde huşuu davet eden loşluğu kaldırmış ve insana ferah ve inşirah verecek
aydınlığı B:...ıci Ahmet camisinde
yapmıştır.
Dördüne" iurat devrinde Üskü- darda Şeretabac adile muhteşem bir saray yapılmış isede 1797 senesinde harap olmuştur. Mehmet ağanın eseri olan Sultan Ahmet camii ( 1026 h. = 1617 m. ) ile mimar Kasım ve Mus- tafanın eseri olan Yenicami (1074 h. = 1663 m.) Sinan mektebinin sonu sayılabilir.
İnhitat Devri
1648
—1703
İBRAHİM I. Bu devirlerde yukarıda
MUSTAFA II. yazdığım köprü başın daki Yeni cami ile Üs- küdardaki Yeni cami ve Anadolu ka vağındaki cami gibi mebaninin inşa sından sonra fen ve sa’at tedenniye yüz tutmuş ve bahusus Yeniçerilerin temerrüdü yüzünden büyük binaların vücude gelmesine büyük bir engel teşkil eylemiş ve bu hal üçüncü Ah- medin cülusuna kadar devam eyle miştir.
Tekrar terakki devri
1703
—1754
AHMET III. Türk Osmanlı mimarist MAHMUT I. tekrar canlanmış ve bu devirde yapılmış olan mebaniden bazı tezyin eşkâlini tecrit eder isek eski revnakını iade ettiğini görürüz. Bu hususta Nevşehirli Damat İbrahim paşanın pek çok medhali ve gayreti olmuştur. Topkapı köşkleri ve içindeki çini ve sadefkârî mamulâtı gördükçe kayın pederine Boğaziçi sa hillerinde âli saraylar ile Haydarpaşa ve Üsküdar arasında Aynalı kavak sarayı muazzam mebaninin inşasına bir çok bahçelerin tarhına çalışmış ve Kâğıthane deresinin iki canibinde mer merden mamul Sâdabat sarayı [1] ve Çırağan adıla şöhret bulmuş bahçeler yaptırmış, zevk ve safa alemi gittikçe tezayüd ederek kayın pederini saray ve bahçelere davetle müdebdep ziya fetler ve mükellef tak ve şehrayinler tertip eylemiştir. Hatta kayınpederini
/ / / Sâdâbat sarayı o vakit Fransa sefiri
(M - D r Bonnac) ın verdiği Plânlar ürerine yapılmıştır■ Türk san'atı, Celal E s ’at S :
170.
davet için kuvvetli olan tabiatı şiri* yesi sayesinde manzum davetnameler
yazdığından nümuns olmak üzere
bunlardan bir kıtasını burada yazıyo rum.
Nigâhı iliıfatın mayedarı izzü şan
oldu Hitabı mustatabın ruhbahşi cismü can oldu Acebmi kılsan ihya makdemi lûfunla hümcânm Kulun bir zerreyim zatın bana mihrici-han oldu Gibi davetiyelerle padişahın müşevviki ve makbulü olmuştur.
İlk lâle devrini tesis eden üçüncü Ahmedin babası dördüncü Mehmedin Edirnede zevk ve sefasını gören oğlu Ahmet daha ileri gitmiş ve bu yüzden Damat İbrahim paşanın sefahet dere cesine varan zevk ve satası o derece
taammüm etmiştir kİ o devri hatırlat
mak için bazı san’atkârlar Türk ku maşlarında Üsküdar ve Bursa ve Bile cik çatmalarında ve sair ipekli kumaş larda lâle resimleri dokuyarak bu “Ahmediye çatm ası,,, “Ahmediye ku maşı,, [1] adıyla yadolunurmuş.
İbrahim paşa ha' ikaten müceddit ve terakkiperver bir şahsiyet idi. Yir mi sekizinci Yeniçeri ortasına mensup olmasından dolayı, adı (Yirmi sekiz Mehmrt Çelebi) sefaretle Fransaya gidip geldikten sonra orada gördüğü bir takım zevk ve sefahet âlemlerini üçüncü Ahmede ve İbrahim paşaya
[ l ] Û sıiiJarda A hm diye caddesi ve camii arkasında kumaş tezgâhları yerleri vardır- Bilahara harap olmuştur- B u Ahmediye çatma ve kumaşlarından Konya aşari atika müze sinde vardır- Eski Bursa çatmaları dahi
mevcuttur-anlatmış ve öğretmiş idi, [1] Üçüncü Ahmet ve İbrahim paşa devrindeki sefahet kapısını ilk defa açan o Yirmi sekiz Mehmet çelebidir,
İbrahim paşa zevki ve eğlenceyi sevmekle beraber Türk medeniyetine, Türk tarzı hayatına verdiği teceddüt ve inkılâp inkâr olunamaz, Türkiyede basma san’atı bunun şayi gayretile temel tutabilmiştir. Gerek memleketin de, gerek Istanbulda ve Üsküdarda Cami, Mektep, Medrese, Çeşme, Saray, Hamam, Bahçe ve kütüphane gibi yaptırdığı mebanii hayriye ve şahsiye o devirde Türklerde sanayii nefise ve bilhassa mimarî fenninin ve tezhip san’atında “Şüküfe„ tarzının ne kadar terakki etmiş olduğunu isbat etmekte dir. Hele Üsküdarda iskele başında ve Galatada Azap kapısında ve Top
hane meydanında ve Ayasofyada
Babı hümayunda inşa ett'rdiği çeşme ve sebiller Türk mimarîsinin o devirde terakki ettiğine ve mimar Sinan devri mimarîsinden biraz farklı olduğuna birer delil ve vesika teşkil eder.
Bu muazzam ve muhteşem eserle rin vücuduna gayret ed;p padişahı teşvik eden yine İbrahim paşadır. Se- yid Vehbi [2] Babı hümayundaki
çeş-[1 ] Yirmisekiz Mehmet çelebi on beşinci L ui zamanında sefaretle Parise irilmiş ve Tulonda toplarla istikbal olunmuş, Parise varınca yüzlerce Fransız süvarileri arkasında ve yüz kadar yaldızlı ve siislii arabalarla Paris ahalisinin alkışları arasında şehre girmiştir. Pariste gördüğü Versay ve Triyanon bahçelerinin cazip ve güzel tesirlerini mektup larla yazdı■ Ve böyle bahçeler ve saraylar yapılması merakını uyandırdı■ (Tiirk san’atı
Celâl E s ’at S ■ 170.)
[ 2 ] Vehbi - Seyit Hüseyin efendi, İstan bulludur. Tedris ve kadılık silkinde bulunmuş ve Halep mevleviyetini de almıştır. 1149 h- 1736 m• tarihinde ölmüştür.
114
mede yazdığı tarihli kasidesinde bunu sarahatan şu suretle söylemiştir : Bu tarhı paki hurremi şevketti sadri
azami Damadı hası ekremi hem namı ceddül enbiya Oldu o düsturu çelil bu hayri cariye delil Halka idüb zemzem sebil celbetti o şaha dua İbrahim paşa o devrin edip ve şa irlerini, müverrihlerini, mimar ve nak kaşlarını ve basma san'atının takarrü ründen dolayı maişetleri darlaşan hat tat, müzehhip ve mücellitlerini himaye etmiş ve asrî, millî harsimize her sa hada çok kıymetli hediyeler, yadigâr lar bırakmıştır.
Devrinde erbabı fen ve san’at re fah ve saadet içinde yaşamışlardır. Türk edebiyatına ve musikisine güzel bir yenilik ve terakki vermiş idi. Onüç sene kadar sadaret mevkiinde bulun muştur. Birinci Mahmudun cülûsile neticelenmiş olan ihtilâl vak’asında (Rebiülevvel 1143 h. = Eylül 1730 m.) senesinde parçalanarak vücudu bulunamamış ve yalnız diz kemiği elde edilerek Şehzade başında yaptırdığı sebil ve darülhadis bahçesinde gömül müştür.
Bu mehasin ve sefahetile beraber, Üçüncü Ahmetle İbrahim paşanın pek ziyade dostu olan Fransa sefiri ( M. De Bonnac)ın teşvikile inşaat için Avrupadan getirdiği mimar ve mühen
dislerin beraberlerinde getirdikleri
nakış ve tezyin işçileri yüzünden millî mimarimiz ve millî san’atlarımızın te- c e misine âmil olmuş ve millî emtiaya rağbet azalarak Avrupa emtialarına gün t,â*den hevesler uyanmış ve bu
hâl umumî cereyan almıştır. Bu sebeple mimar Sinan mektebinin kiilliyen sön mesine ve Türk seciyesine muvafık olmayan firenkvarî eşkâl ve yaprakla rın mebanimizde bulunmasını ve ecne bilerle beraber yabancı şöhret kazan mış olan Ermeni milletinden mimar Rafail ve talebesi elinden çıkmaya başlayan mebaninin meydana gelme sine başlıca müessir olmuştur.
Tekrar inhitata doğru
1754
—1861
O 3MAN III. DEN Bu devirde Osman-
ABDÜLMECİDE lı mimarîsi başka
KADAR bir vadiye giriyor.
Türk zevkinden,
Türk ruhundan nasibi olmayan bazı Frenk ve Ermeni mimarlar tarafından yapılmış olan mskani göze çarpar.
Üçüncü Mustafa zamanında yapıl mış olan Lâleli camii ve türbesi (1752) Fatih camii, Birinci Hamit zamanında Bebek köşkü, Hamidiye imareti (İma ret yerine bugün dördüncü vakıfhan kaim oldu) Beylerbeyindeki cami ve müvakkithane, Üçüncü Selim devrinde Nişatâbât sarayı, Fenerbahçe sarayı, Tersane ve Kağıthane ve Bebekte
Hümayunâbât sarayları, Beşiktaşta
Hatice Sultan sarayı, Beylerbeyi sarayı, Üsküdarda Selimiye kışlası ve camii, mühendis topçu mektebi, Taksim kış lası, İkinci Mahmut devrinde tophane*
de Nusretiye camii (1241 1826)
ve sair mebani yaptırılmıştır. Bu me* bani yukarda yazıldığı gibi Frenk, Rum ve Ermeni mimarlarına yaptırıl mış olup bunlar kısmen Baruk, kısmen Ampir devri sayılabilir,
Tekrar geriye dönmek
taklit devri
1861
—1922
ABDÜLAZİZ Abdülaziz devrinde
ABDÜLHAMİT İstanbulda bir çok
REŞADA KADAR mimarlar bulunu
yordu. Bunların
ekserisi Ermeni ve Rum kalfalarından ibaret idi. Yerli İslâm Türk mimarları var idi. İtalyandan ve Fransadan ge tirilmiş olan mimar ve mühendisler o devirde çoğalmış idi. Abdülaziz devrinde yapılmış olan Beşiktaştaki İhlamur köşkü küçük olmakla beraber gayet müzeyyen olup kamilen Frenk zevkini haizdir. Bilhassa meclisi meb- usan ittihaz edilmiş ve yanmış vc bu gün baki ankazı görülmekte bulunmuş
olan Beşiktaş sahilindeki Çırağan
sarayı [1] Aksarayda Valide Sultan Pertevniycl cami ve türbesi eski ve mütekânil Osmanlı mimarîsi devrini taklit fikrine ittibaen yapılmış iseler de yapanlar Türk mimarîsine vukufları olmadığı için mağşuş ve karışık bir mimarî ile yapıldıkları bariz bir surette
görülmektedir. Çırağan sarayındaki
salon ve oda kapıları sedefkârî olup çok emeklerle meydana gelmiş ve iki adedi Mısırlı Halim paşa tarafından 500 altın liraya alınarak Yeni köşkteki yalısına konulmuş, yalı bilâhara oğlu Sait Halim Paşa merhuma intikal et miştir. Çırağan sarayına sarfolunan meblâğın miktarı 1250000 altın lira
dır. ____________
[IJ Çırağan sarayı Ziya Paşanın uzun methiyesine zemin olmuştur- (Beşiktaş sahi•
tinde berk urur ismi Çırağandın) MısraınJ
takip eden bey t şudur 1
(Reva olmaz eğer teşbih edersem beyti mamuru) (BUnmt hüsnü ayan zira anın asan punttandır)
116
Yine Abdülazizin validesi Pertev- niyal Konyada 28,000 lira sarfile 1284 h. — 1867 m. tarihinde yanmış olan Yüksek camii inşa ettirmiştir. 1291 h. = 1879 m. Bu cami baştan aşağıya kadar karışık ve fena rönesans tarzın da yapılmıştır. Bilâhara bu camiye Aziziye ismi verilmiştir.
İkinci Abdülhamit devrinde Yıl dızda Hamidiye camii ve san’at kulesi yapılarak oda Çırağan sarayıla Ak- saraydaki Valide camii şekil ve tar zında mağşuş eşkâl ve alaimi havidir. Bunlar yeknazarda güzel ve cazip gibi görünürler ise de eski Türk zevkini, Türk seciyesini gösterememektedir.
Yine Abdülhamit devrinde Şişlide umumî bir sergi yapılması için (Iradei
seniyei cenabı cihanbanî şerefriz
sudur ve sünuh buyurulmuştur.) diye gazetelerde makale ve tumturaklı cüm leler yazılmıştı. Bu serginin inşası için bir müsabaka açıldı. Bu müsabakaya Avrupa mimarları dahil oldu. O vakit Orman ve Maadin ve Ziraat nazırı Selim Melhame bu işe memur edilmiş ve gelen resimler toplanarak Fransa- dan gelen resimler daha elverişli ol duğu halde Selim Melhamenin mülte* zemi olan İtalyalı M. Darankonun yap tığı resim beğenilmiş olduğundan Da- ranko celbedilmiş idi.
Şişlide inşaata başlanıldı. Paris umumî sergisinin küşat merasiminde Fransa Cumhur reisi Müsyö Karnonun katli dolayısiyle Abdülhamidin evha mını arttırdı. Bu suretle o serginin inşaatından sarfı nazar olundu. Selim Melhamenin himayesinde M. Daranko tstanbulda kalmış ve nazaret mimarı olmuştur. Istanbulda bulunduğu müd detçe hususî ve resmî inşaat işleri
yapmış ve Almanya imparatorunun
ikinci defa İstanbulu ziyaretinde Ab dülhamit onun için ayrı ve hususî bir daire yaptırmıştır. Bu daire Daranko nun elinden çıkmıştır.
Yine Abdülhamit devrinde Hay- darpaşada tıbbiye mektebini M. Daran ko ve M. Valeri müştereken yapmışlar
ve M. Valeri münferiden düyunu
umumiye binasını ve muahharen Ser asker Rıza Paşanın akarlarını ve kü çük çamlıcadaki köşklerini yapmıştır. 1894 senesi zelzelesinde rahnedar olan Istabnul san’at mektebi Sultan Ahmet meydanına nazır cephesi M.
Daranko tararafından 1899 senesi
Ağustosunda yapılmış ve o tarihte Orman ve Maadin ve Ziraat nezareti mezkûr binaya naklolunmuştur. Bu binanın bitişiğinde bir de Yeniçeri kıyafethanesi saknu yapılarak bugün askerî müzede bulunan Yeniçeri kıya fetleri bu salonda teşhir olunmuştur. Bu binalar birinci bakışta Türk mima rîsini okşayacak kemerleri, kuleleri var ise de umumiyet itibariyle kıy metsiz, mağşuş, karışık bir mimarî oldukları erbabınca malûmdur.
Meşrutiyetin ilânından sonra Türk Osmanlı mimarîsinin tekrar canlan ması için millî bir hareket, şedit bir ric'at hasıl oldu, ötede beride Türk mimarîsini okşayacak hususî hane ve binalar ve o binalara İstanbul Sanayi Mektebinde yaptırdıkları millî tarz üzere mobilyalarla donandı. Yanmış olan (Babıâli) nin inşaatı için yapılan müsabakada (Osmanlı tarzında) olması şart konuldu. Ve müsabakayı bizim Türk mimarlarımız kazandı. Fakat bu bina yapılamadı.
Fransada tahsilini ikmal etmiş olan Giritli Sırrı paşanın oğlu Vedat Bey lstanbuldakı postahaneyi yaptı, Şey»
Yine Abdülazizin validesi Pertev- niyal Konyada 28,000 lira sarfile 1284 h. = ' 1867 m. tarihinde yanmış olan Yüksek camii inşa ettirmiştir. 1291 h. = 1879 m. Bu cami baştan aşağıya kadar karışık ve fena rönesans tarzın da yapılmıştır. Bilâhara bu camiye Aziziye ismi verilmiştir.
İkinci Abdülhamit devrinde Yıl dızda Hamidiye camii ve san’at kulesi yapılarak oda Çırağan sarayıla Ak- saraydaki Valide camii şekil ve tar zında mağşuş eşkâl ve alaimi havidir. Bunlar yeknazarda güzel ve cazip gibi görünürler ise de eski Türk zevkini, Türk seciyesini gösterememektedir.
Yine Abdülhamit devrinde Şişlide umumî bir sergi yapılması için (Iradei
seniyei cenabı cihanbanî şerefriz
sudur ve sünuh buyurulmuştur.) diye gazetelerde makale ve tumturaklı cüm leler yazılmıştı. Bu serginin inşası için bir müsabaka açıldı. Bu müsabakaya Avrupa mimarları dahil oldu. O vakit Orman ve Maadin ve Ziraat nazırı Selim Melhame bu işe memur edilmiş ve gelen resimler toplanarak Fransa- dan gelen resimler daha elverişli ol duğu halde Selim Melhamenin mülte- zemi olan ltalyalı M. Darankonun yap tığı resim beğenilmiş olduğundan Da- ranko celbedilmiş idi.
Şişlide inşaata başlanıldı. Paris umumî sergisinin küşat merasiminde Fransa Cumhur reisi Miisyö Karnonun katli dolayısiyle Abdülhamidin evha mını arttırdı. Bu suretle o serginin inşaatından sarfı nazar olundu. Selim Melhamenin himayesinde M. Daranko Istanbulda kalmış ve nazaret mimarı olmuştur. İstanbulda bulunduğu müd detçe hususî ve resmî inşaat işleri yapmış ve Almanya imparatorunun
ikinci defa İstanbulu ziyaretinde Ab- dülhamit onun için ayrı ve hususî bir daire yaptırmıştır. Bu daire Daranko nun elinden çıkmıştır.
Yine Abdülhamit devrinde Hay- darpaşada tıbbiye mektebini M. Daran ko ve M. Valeri müştereken yapmışlar
ve M. Valeri münferiden düyunu
umumiye binasını ve muahharen Ser asker Rıza Paşanın akarlarını ve kü çük çamlıcadaki köşklerini yapmıştır. 1894 senesi zelzelesinde rahnedar olan îstabnul san’at mektebi Sultan Ahmet meydanına nazır cephesi M.
Daranko tararafından 1899 senesi
Ağustosunda yapılmış ve o tarihte Orman ve Maadin ve Ziraat nezareti mezkûr binaya naklolunmuştur. Bu binanın bitişiğinde bir de Yeniçeri kıyafethanesi salcnu yapılarak bugün askerî müzede bulunan Yeniçeri kıya fetleri bu salonda teşhir olunmuştur. Bu binalar birinci bakışta Türk mima risini okşayacak kemerleri, kuleleri var ise de umumiyet itibariyle kıy metsiz, mağşuş, karışık bir mimarî oldukları erbabınca malûmdur.
Meşrutiyetin ilânından sonra Türk Osmanlı mimarîsinin tekrar canlan ması için millî bir hareket, şedit bir ric'at hasıl oldu, ötede beride Türk mimarîsini okşayacak husûsî hane ve binalar ve o binalara İstanbul Sanayi Mektebinde yaptırdıkları millî tarz üzere mobilyalarla donandı. Yanmış olan (Babıâli) nin inşaatı için yapılan müsabakada (Osmanlı tarzında) olması şart konuldu. Ve müsabakayı bizim Türk mimarlarımız kazandı. Fakat bu bina yapılamadı.
Fransada tahsilini ikmal etmiş olan Giritli Sırrı paşanın oğlu Vedat Bey
hülislâm ve Evkaf nazırı merhum Hayri bey evkaf hanları ve evkafa ait me- baniyi Türk tarzında olmasını iltizam etti. Almanyada tahsilini ikmâl etmiş olan değerli mimarlarımızdan gayet seviştiğimiz merhum Kemalettin bey Hayri beyin himayesini gördü. Ecnebi mimarlara iltifat etmedi. Kemalettin evkaf mimarı ve fen hey’eti reisi bu lundukça bu hanları Türk seciyesile yaptı. En son yaptığı han, bahçe ka
pısında Hamidiye imareti yerinde
dördüncü vakıf hanı idi. Bu binalar o devrin yeni Türk eserlerinden mâ- duttur.
İşte Türk Osmanlı mimarîsinin
1300 — 1922 tarihine kadar yani 622 sene içinde geçirdiği inkılâp fırtınala rının hulâsası bundan ibaretti.
Bugün Cumhuriyetim'z Türk har- sini, Türk zevkini, Türk ilim ve irfanını, Türk seciyesini gösterecek ve okşaya cak yeni bir Türk mimarîsinin mev cudiyetini ister. Bu Türk mimarîsi
İktisadî, Sıhhî, İlmî, ve fennî ve hali hazır ihtiyaçlarını temin edecek sade ve tekellüfattan azade olmalıdır. Bu mühim ve vatanî işi sırf Türk mimar larımızın himmet ve gayretlerinden beklerim.
Anadolu Selçukîlerile Karaman
oğulları hükümetlerinin mimarî devir lerine ait makaleler hazırlamak fikrin de bulunmuş isem de o devirlerin mimarîsini tarih sırasile takip ederek bütün mebaniyi tetkik ve uzun uza dıya plân, makta ve akşamı inşaiyenin eb’ad ve evsafı mümeyyizesini zapt ve kaydetmek ve bütün Konya çevre sinde ve mücavir memleketlerde ve Anadolunun muhtelif mevkilerindeki mebaniyi görmekle kabil olabilecektir.
Bu ise vaktimin ademi müsaade sine inzimam eden bazı mühim meva- niin tesirinden dolayı yazamıyorum.
Memleketimizi baştan başa seyahat eden ve mebaniyi tetkik eyleyen kıy metli mimarlarımıza terk ile bu bahsi burada bırakıyorum.
G U F
R A N I
FERİT UĞUR Dergimizin birinci sayısında (Halk
san’at ve edebiyatına dair düşünceler) başlığı altında Namdar Rahmi Karatay
arkadaşımızın yazdıkları makalede
bilmünasebe adı geçen Karaman’ın Başkışla nahiyesinden Aşık Gufranî’nin yanımızda bulunan şiirlerinden üçünü bu sayıya koyuyoruz. Bu halk şiirleri şimdiye kadar hiç bir mecmua ve risalede intişar etmemiştir. Diğer koş ma, destan, semaî ve divanlarını da peyderpey dercedeceğiz.
Bir çok defa kendisile görüşüp konuşduğumuz ve destanlar okuttuğu muz bu köy hocası kıyafetli, saf yü rekli, şakacı şair (1339) malî yılı ağus- tos’unun ilk günlerinde elli dokuz ya şında olduğu halde öldü. Gufranî maişetini ekseriya gezmekle, baylar
evinde veya kahvelerde destanlar
okuyarak niyaz (parse) toplamakla temin ederdi. Konyada onu tanıyanlar ve halinden bahsedenler az değil dir. [1]
Ş İ K Â Y E T
Meclisi Kübraya arzuhalim var, Bakın ey tabibler ehl-i derde siz. Mecruh dil oldum bir melâlim var, Dertli kısmı olur imiş perdesiz.[ l j Fazla bilgi edinmek isteyenler ( Konya tialkıyat vı Harsiyatı) na
baksınlar-Geldim kanlı yaşla her darelere, [1] Gösterin bir cerrah bu yarelere, Bendeniz misillû biçarelere, Bir muini kavisiniz burda siz. Konyalıyım Karamana bağlıyız, Harap olmuş bir ciğeri dağlıyız, Yaşımız kır beştir ele çağlıyız [2] Yorman beni tekrar kışta karda siz. Hem soydular arkamdaki abayı Hain düşman bunu bana yapa mı Bir takım yırtıcı yedi babamı Alın elden beni vermen kurda siz. Efendim fakire hakaret oldu Ne bir hükümetten nazaret oldu Mülk-ü millet size emanet oldu Evvel Allah sahipsiniz mülke siz.
K O Ş M A
Felek beni taştan, taşlara çaldın Ne yapdım bir kerre sana bilmem ki Düşürdün girdaba, aklımı aldın Daha yapacağın ne ya, bilmem kİ. Türlü mihnet İle, beni şaşırdın Nuri firkatle ciğerim pişirdin Dönen dolabımı değdin düşürdün Biçareler nasıl ona bilmem ki.
[1] Daimler d
namuslu-Resim hakkında tarihsel notlar:
K O N Y A İLE İLGİLİ İKİ B Ü YÜ K ÂLİMİN
RESME KARŞI DURUMLARI :
H. FEHMİ TURGAL
1 — Muhiddini arabî fütuhatı
mekkiyesinin zeylini teşkil eden
cildin ikinci cüz’ünde Konyada
geçmiş bir hadiseyi şöyle anlatmakta dır :
Bu san’at ( resim ) hakkında gör düklerimin en mühimmi, Konyadakidir: Konyalı bir ressam vardı. Bu zat bir resmiyle bizi imtihana çekmişti. Çizdiği eserde son derece gizli bir kusur yapmış, onun keşfini herkesin zekâsına bırakmıştı. Biz onun bu maksadını tabiî bilmiyorduk. Mes’ele şöyle cereyan eylemişti.
Bu zat bir tabak üzerine bir bıldır cın tersim eylemiş, kuşun tasvirinde bilinemiyecek, görülemiyecek bir ek siklik, bir yanlışlık yapmıştı. Tasvirin muvazene ve tenazurundaki bu noksan ile bizim zekâmızı, idrakimizi ölçüp durmuştu. Bıldırcın tabak üzerinde hali tabiîde bir cesamet arzediyordu. O sırada yanımızda bulunmakta olan alıcı bir şahin hakikî bıldırcın sanarak atılmış kıynağıyla tabağa çarpmıştı. Çünkü cismi, rengi, tüyleri muvaffaki
yetle gayet san’atkârane bir şekilde tabağa kondurulmuştu. Ressam, bana bakarak :
Bu resim hakkında ne buyurursu nuz deye sordu. Ben de :
Resim son derece mükemmel ve muvaffak bir eserdir. Ancak gizli ve küçük bir kusuru vardır dedim. Meğer bu kusuru ressam hazırladan bazı sına daha önce ifşa eylemiş imiş. Benim bu sözüm üzerine nasıl olur, ölçüsü sahih ve tamdır deyecek oldu, ben de bu kerre :
Bir ayağının uzunluğunda arpa sırtı kadar bir nisbetsizlik vardır deyince ressam kalkarak alnımdan öptü ve biz bunu sizi imtihan ve tecrübe için bilhassa böyle yapmıştık deye itiraf eyledi.
2 — Eflâkî tezkeresinde Mevlâna Celâleddini Rumî menkıbesinde şu mes’ele geçer :
Kaloyan ve aynüddevle Rum iki ressamdı. Tasvir san’atında emsalleri yoktu. Her ikisi de sonraları Mevlâ-
Kaloyan İstanbulda görmüş olduğu bir Meryem ve îsa tablosundan bah
sediyordu. Emsalsiz resmedildiğini,
dünya ressamlarının bu eseri ziyaret için İstanbula seyahat eylediklerini, emsalini vücuda getirmek imkânsız olduğunu anlatıyordu, Aynüddevle bu hikâyeyi dinledikten sonra eseri gör mek sevdasına düştü.
Eser İstanbulda Ayasöfya kilise sinde bulunuyordu. Aynüddevle kalkıp İstanbula gitti. Ayasöfya mabedinde tam bir yıl mücavir kaldı. Son derece tevazular göstererek, bir çok fedakâ- rane hizmetler görerek itimat ve emniyet kazandı. Bir gece levhayı koltuklayıp yürüdü, Konyaya geldi. Mevlânayı ziyarete geldiğinde Hazret kendisine çoktanberi nerede bulun duklarını sordu. Levhanın hikâyesini tafsilde arzedince Mevlâna haydi o ruhefza levhayı getir biz de temaşa ile zevkiyap olalım buyurdular. Gitti, getirdi. Hakikaten gayet enfes ve müstesna bir eseri saıı’at idi. Biraz
tevakkuftan sonra Mevlâna gene
buyurdular : Bu iki güzel suret sen den şikâyet ediyorlar, diyorlar ki biz ne yeriz, ne de içeriz, ne de uyuruz, Daima kaimülleyl ve saimünniharız.
Aynüddevle bizi bırakarak bütün
gece uyuyor, gündüz de yemekle vakit geçiriyor, bizimle hiç bir suretle muvafakati yoktur. Aynüddevle bunun üzerine bunlar için yemek, içmek esasen muhaldir; söz söylemek kud
retleri de yoktur; cansız, ruhsuz nakış
tan ibarettir deyince : Mevlâna arz
ve semavatı yaratanı, hay ve daim olanı bırakıpta bu cansız nakışlara kendinizi vermek garip değilmidir ? buyurunca Aynüddevle derhal tevbeler etmiş, yer öperek İslâmî kabul eylemiş.
Diğer bir menkibe de şöyle geçi yor :
Gürcü Hatun Mevlâranm halis mu- hiplerindendi. Onun aşku şevki ile bağrı yanıktı. Bir gün Kayseri’ye seyahat icabeyledi. Mevlânadan ayrıl mak ona pek zor geliyordu. Ressam Aynüddevleyi çağırarak ve kendisine bir çok iltifatlarda bulunarak bir kâğıt üzerine Hazreti Mevlânanm resmini yapmasını rica eyledi. Seyahatlerinde ona enis ve yoldaş olacak olan bu tasviri Aynüddevle deruhte eyledi. Kâğıt ve kalem alarak Mevlânın buzu na gitti. Mevlâna başını eğmiş duru yordu. Ressam tasvire başladı. Tabiî olarak son derecede muvaffak bir
suret nakşeyledi. Bunu bitirdikten
sonra Mevlânaya bir kerre daha nazar atfeyledi. Bu kez ressama başka bir sima göründü. Onu da ayniyle yaptı. Yirmi kez tekrar eyledi. Nihayeti
kalemi kırıp uğundu, bihuş oldu.
Mevlânın bu manzara önünde bir ga zelleri vardır. O sırada inşat buyur, muşlardı.
Aynüddevle kendine geldikten sonra bütün tasvirleri toplayıp Gürcü Hatuna götürdü, takdim eyledi.