• Sonuç bulunamadı

11. TÜYAP Kitap Fuarı'nın "Onur Yazarı" Yaşar Kemal:O yazınımızın da onuru

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "11. TÜYAP Kitap Fuarı'nın "Onur Yazarı" Yaşar Kemal:O yazınımızın da onuru"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

<■

.

U

j

f

C 3 vJ k* l mA.

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafmdan düzenlenen kitap fuarlarının

11 .sinin basın ve davetliler için ön açılışı 6 Kasım 1992 Cuma günü saat 16.00’da, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafmdan yapılacak ve fuar 7 Kasım 1992 Cumartesi günü saat

11 .OO’den itibaren tüm ziyaretçilere açık olacak. Bu hemen şu anlama da geliyor kitapseverler için: dokuz gün sürecek zorlu bir kitap maratonu. Geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da öğrenci, öğretmen, öğretim üyesi, gazeteci ve yazarlardan giriş ücreti alınmayacak. Fuar süresince gerçekleştirilecek tüm etkinlikler ziyaretçiler tarafmdan izlenebilecek, düzenlenen imza günlerinde okur, yazarıyla ve kitabıyla buluşacak.Fuarın bu vılki yabancı konukları Cezayir asıllı Fransız yazarı Flenri Alleg ve Federal Almanya Pen Kulübü Başkam Gert Heidenreich fuar süresince ziyaretçilerle birlikte olacaklar, söyleşilere, panelleri ve açık oturumlara katılacaklar. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal tarih Vakfı ve TÜYAP’ın birlikte düzenledikleri İstanbul panelleri “İstanbul Kitapları ’, “İstanbul’un avam Edebiyatı ”,

• “Cumhuriyet ve İstanbul” ve “İstanbul’da Kütüphaneler” adlarmı taşıyan dört ana başlık altında

gerçekleştirilecek.Ziyaretçiler tarafmdan ilgiyle izlenecek panellerin konuşmacıları da kendi alanlarının tanınmış uzmanları. Alman kültür Merkezi ve Türkiye Yazarlar Sendikası birlikte “Türkiye’de Çocuk ve Gençlik Kitaplarının Teşviki ve Çocuk ve Gençlik Kitapları Ödüllerinin Oluşturulması Olanakları“konulu bir seminer düzenliyorlar. Ayrıca Türkiye Yazarlar Sendikası fuar süresincekendi standmda üyelerine imza günleri düzenliyor. Burada da okur yazarıyla buluşup söyleşebilecek.Sonuçta tüm kitapseverleri çok keyifli bir dokuz gün bekliyor.

Cumhuriyet

O

fforıvup

İL TUYAP İSTANBUL KİTAP

As ı iiiSStV; V , ■■ V A; S İ ' S « f t i f m i - ı r w C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 4 1

(2)

m ll.TÜYAP Kitap Fuarının “Onur yazarı” Yaşar Kemal

O yazınımızın da onuru

TÜYAP Kitap Fuarı geçen yıllarda olduğu gibi bu yılda bir onur sanatçısı saptadı:Yaşar

Kemal..Alpay Kabacalı da, “Çağımızın Büyük Romancısı:Yaşar Kemal” başlıklı bir kitap

hazırladı.Kitap ünlü yazarımızın yaşamı ve sanatı ile ilgili bilgileri içermekte.Biz de kitapta yer

alan,Yaşar Kemal ile yapılmış söyleşinin bir bölümünü alıyoruz sayfalarımıza.

ALPAY KABACALI

• Adı da konmuş birtakım roman tasarılarınızı biliyoruz: Cenuben Kel Ali Tarlası, Anavarza, Savrun Gözü, Uçurtmalar Adası, vb... Kimi roman­ lar öne geçiyor, yazılıyor. Kimisi de uzun yıllar belleğinizde, imgeleminiz­ de yaşıyor. Bu nasıl bir oluşum? H an­ gisi , hangi nedenlerle öne geçiyor?

-- Biliyorsun ki benim çok roman ta­ sarım var... Bazı arkadaşlarda eskiden şöyle bir hava vardı: Kahveye oturu­ rum, teybimi koyarım, sonra bunu alır, roman yazarım. Böyle roman olmaz! Roman, yüzde yüz yaratmadır. İmge yaratmadır. Benim için imge yaratma­ dan da çok, insanda psikolojik olanak­ lar bulmaktır. Tarih boyunca yazarla­ rın işi de bu oldu. Bizim çağımızda bu iş bitti gibi görünüyor ama, insanlık sü­ rüp gittikçe bitmez. İnsanın en büyük değeri olan psikolojik değeri her za­ man yazarların gündemine gelecek ve yaratıları o yönde gelişecek.

Şöyle bir tasarım vardı: İstanbul’da geçen, beş tane, çocukları anlatan ro­ man kurmuştum. Küçük romanlar. Bir tanesi, Kuş Sütü. Bu, on bir yaşında bir çocuğun cinayeti. Adı değişebilir. İkincisi, Yelesi Boncuklu Tay. O da on bir yaşında bir çocuğun cinayeti. Se­ bepler aynı... Üçüncüsü, yetmiş, sek­ sen yaşında bir yaşlı adamın cinayeti. Adı, Bağdatta Uç Pencere. D ördüncü­ sü, Zürafa. Yine bir çocuk, gecekondu­ da yaşayan, İstanbul dışından gelmiş insanlar... Beşincisi, İstanbul dışında geçiyor. Adı, Kuğu Gölü ya da Kuğu­ nun Ölümü. Bunlardan biri olabilir. Biliyorsun, bunlar bale adları. Kuğular üstünde İstanbul avcı zenginlerinin maceraları, sonra çocuklar... Gide, Stendhal üstüne bir yazısında diyor ki...

• Stendhal, başucu yazarımz... - Hayran olduğum yazar...Eskiden her romanıma başlamadan Kızıl ve Ka- ra’yı, bir de Nâzım Hikm et’i n şiirlerini okurdum. İki büyük kaynağım vardı. Nedense huy edinmiştim. İkisi de çok sağlama giden yaratıcılar. Nâzım’m Türkçesi, erişilmez bir Türkçe.

• Öteki roman tasarılarınıza döner­ sek...

- Daha on yedi yaşımda Abidin Beye anlattığım bir roman konum vardı. Bir suyun yaşamı. Savrun Gözü. Önce Ce­ nuben Kel Ali Tarlası ydı, son olarak Güneyi Savrun Gözesi koydum. Deği­ şiyor... Elli bir yıl önce gelip Adana’da Abidin Beye anlattım bunu. Şöyleydi: Arzuhalciyken bana bir adam geldi. Adı, Ahmet Doğan. Arzuhalini kimse yazmıyordu, ağadan korkuyorlardı.

Ama, “arzuhalini yazacağım, ben kork­ mam,” dedim. “N e kadar zaman var Yargıtay’a?” Bir, bir buçuk ay var... “G el,” dedim “eve. ” Bir ay onun anlat­ tıklarını yazdım. Abidin Beye, “işte b u ­ nun romanını yazacağım,” dedim, “b u ­ nun kendi roman,” dedi. “Olduğu bir yayımla.” H oş bir şey olurdu. Çok ya­ zık ki, her hafta evimde arama yapan polis aldı. Yüz sayfalık uzun bir hikâ­ yem vardı, Kızamık, bir de Demir Ça­

rık adlı romanım. Onlar da gitti. Alın­ dıktan sonra bir roman olarak kafamda kaldı, ama hiçibr zaman yazamadım. Araya İnce M emed’ler, başka rom an­ lar girdi.

Sonra, Bir Ada Hikâyesi. Bir ada düşlüyordum İsveç’te. Daha sonra Marmara Adası’na gittim, ona yakın bir ada buldum. Çok şaşırıyorum insa­ nın düşlemesine. Ne düştemişsem, ne­ yi yazmak stiyorsam aynı ada... birkaç defa daha gidip adaya, ondan sonra yazmaya başlayacağım.

• Biraz önce Stendhal’den söz edi­ yordunuz.

- G ide diyor ki: “Stendhal, bütün en iyi romanlarım önrünün sonuna sakla­ dı. Sanki yazarların Tanrıyla sözleşme­ si varmış gibi... Yalnız bu romanlardan birini, son büyük şaheserlerinden olan Parma M anastırı’nı elli iki günde yaz­ dı. O ndan sonra da yazmadı. ”

Ben düşündüm: Tanrıyla sözleşmem mi var? Bir anlaşma yapmadım. İnsa­ nın ne zaman öleceği belli değil.. Atmış sekiz yaştan sonra düşünüyorum bun­ ları. Diyorum ki, yazmalıyım. Önce Bir Ada Hikâyesi’ne başlayacağım. Sonra “Akçasazın Ağaları’nın üçüncü cildi “Anavarza’yı, ardından Güneyi Sav­ run Gözesi’ni bitirmeye çalışacağım.

Bunların dışmda birçok roman tasla­ ğı var kafamda: Deniz Küstü, Kuşlar da Gitti. Bunlar devam etmeli, diye d ü ­ şünüyorum. Bu şehirdeki insanların yabancılaşması, yozlaşması, değişme­ si... Sonra, bir çoçuğun psikolojik sağ­ lıklılığı: Al Gözüm Seyreyle Salih. T ür­ kiye’de anlaşılmayan bu roman, Ame­ rika’da anlaşıldı. Şaşılacak hir şey!

Uçurtmalar Adası’nın konusunu sa­ na çok anlattım. O da kurulmuş bir ro­ man.

Bir tasarım da, Zilli Kurt. Adı şura­ dan geliyor: Kurtlar, Anadolu’da bir koyun damına girdi mi, birtanesini ye­ mez, hepsinin boğazını sıkar. Kurdun ağzı değen koyun yaşamaz. Bir gece bütün bir köyün koyununu yokedebi- lir. Kurt çeker gider... Köylüler adara binip kurdun ardından giderler, silah­ sız, köpeklerle. Köpekler öldürmesin diye, köpeklerin boynundaki dikenli tohdarı çıkarırlar. K urdu yakaladıkları zaman fiske vurmazlar, boğazına sağ­ lam bir kirişle zil takarlar. Kurt ne ko­ yuna yaklaşabilir, ne köye... Acından ölür. İşte bunu yaşamımla birleştirdim. Çok iş yaptım ben. O tuz kırk kadar... Adana’da zilli kurt oldum, sosyalisdik- ten dolayı. Türkiye, dünyanın en ağır faşizmini yaşadı. Herkes sanıyor ki, iki parti oldu, demokrasi geldi... Benim Zilli K urt’ta anlatacağım, hükümete aykırı düşüncede olanların çektikleri. Tam zilli kurt yaşamıydı. O işe giriyo­ rum, on gün sonra polis geliyor,

(3)

Yasar Kemal, TÜYAP'ın yaptırdığı anket sonucu, daha önce de iki kez, Halk Ödülü'ne değer görülmüştü. lıyorum, öteki işe giriyorum, jandarma

geliyor, çıkarılıyorum. Bir de insanları öyle şartlıyorlar ki... En korkuncu da o, beni işe almaya korkuyor herkes. Ö r­ neğin batosta çalışıyorum, dünyanın en zor işi, on sekiz saat çalışılıyor, ben de 57-58 kilo bir vatandaşım... Herif geliyor, o korkunç zordan bile beni atı­ yor. Batos kâtipliği yapıyorum pirinç tarlalarında, hasat zamanı, gelip beni oradan atıyorlar. Öyle bir kovalama ki benim bu beş yıllık yaşamım... En so­ nunda arzuhalcilik yaptım, kurtuldum. Arzuhalcilikte de yanıma iki adam di­ kiyorlardı. Bereket ortağım, Haceli Ça­ vuş, çok dişli bir adamdı, çok tanınmış bir arzuhalci, o dikili adamları kimse dinlemiyordu. Ben de iyi biliyordum tarla hukukunu... Zilli Kurt, anı değil, roman olacak. Yaratım yortuk anıda. İnsan gerçeğine varmak için, hep yine­ liyorum, insanın yaratmaktan başka ça­ resi yok. En büyük gerçek, yaratma gerçeğidir. Eğer insanoğlunun gerçeği­ ne yaklaşmak için bir miktar çabamız varsa...

"Aşık Kemal gelmiş...”

• Biraz da yazılma aşaması üzerinde duralım. Bir romanın baştan sona bü­ tün kurgusunu, hatta -romanlarınızın özelliklerini gözönüne alarak soruyo­ rum- her ayrınıtısını önceden tasarlı­ yor musunuz? Yoksa yazılma aşama­ sında mı ortaya çıkıyor kimi karakter­ ler, ayrıntılar, betimlemeler?

- Romanm ana taslağı, başlangıcı so­ nu, tiplerle birlikte biçimleniyor ka­ famda. Önce biçim doğuyor bende, konu doğuyor, her nedense. Tip de birlikte yaratılıyor. Ana eksen, yazaca­ ğım tiptir. Ben, 20. yüzyıl romancıları­ nın dışında, ana tipe çok önem veriyo­ rum. Sonra... Örneğin İnce Memed 4’te, ilk düşündüğüm zaman romana başlarken, “Çukurova’da toprak da de­ niz gibi köpürür,” dedim. Bu, leitmo- tiv gibi... “Toros’un tepesine çıktığım zaman, Toroslarda ışık da deniz gibi köpürür.” Böyle bir şiirsel tarafı da or­ taya çıkıyor kafamda. Örneğin, hep yazmak istedim, bir halk deyimidir, “Savrun Suyu öyle aydınlık bir sudur ki, dibine Kuran düşse okunur. ” Böyle ayrıntılar kafamda yer yer doğuyor. Ayrıca yazarken de geliyor.

• Çeşitli ülkelerde eleştirmenler, si­ zi “epik” bir yazar olarak niteliyorlar. Siz bu yargıya katılıyor musunuz? “Epik” ne anlama geliyor sizce?

- İnsanoğlu’nun hem sözlü, hem b ü ­ yük macerasıdır epik. Hikâyeyi şiirle tatmak... Epope üzerine çok şeyler söyleniyor. Doğa-insan ilişkisini veren büyük yapıtlardır bunlar ve insanoğlu yapmıştır bunu. Benim anlayışıma gö­ re, tek kişinin eseri değildir. İlyada’yı, Gılgamış’ı, Manas ı tek kişi yapmamış­ tır. Bir ustalar zinciri yapmıştır. Tanık

oldum, Köroğlu nasıl anlatır biliyorum. H er epik anlatıcı, türkülü hikâye anlatı­ cısı, masal anlatıcısı kendine göre anla­ tıyor. Bir de anlattığı toplumla birlikte yaratıyor, anlattığı anda. Sonra başka ustanm eline geçiyor. Bu böyle sürü­ yor. O nun için, benim epik bir yazar sa­ yılmamam gerek. Yalnız, doğayla insan ilişkilerini epopedeki gibi işliyorum. Bana epik yazar diyorlar, salt yapıtları­ mı yüceltmek için. Yalnız benim için de

söylemiyorlar, örneğin çağımızda hay­ ran olduğum büyük yazar Faulkner’e de epik yazar diyorlar. Ben, böylesine büyük bir övgüyü, doğrusu kabul et­ mek istemem. Alçakgönüllülüğümden değil.

• Avrupa’yı uzun süre yaşadınız, bunu romanlarınıza aktarmayı düşün­ müyor musunuz?

- Sovyetler Birliği’ne beş defa gittim. Sanıyorum beş buçuk ay kaldım. Bir tek satır yazmadım. İsveç’te üç yıl dan fazla kaldım. İsveç üstüne bir tek hikâ­ ye düşünemedim. Fransa’da kaldığım süreyi toplasam, bir yılı geçer... İnsanı yazıyorsam, gerçek insana varmak isti­

yorsam, kendi ülkemden de gerçek in­ sana varabilirim. İstandinavya en çok okunduğum yerdir, orada sıfırın yirmi derece altında, Çukurova’nın sıcağmı anlatıyordum. Koşullarımız ayrı. Ama, orada okunacak kadar insanoğuluna yaklaşmışsam... İnsanoğlu her yerde insanoğludur, ona yaklaşabiliriz her yerde. 16. yüzyılın Shakespeare’i baba­ mın oğlu gibiyse şimdi, İsadan Önce bilmem kaç yılında yaşamış Sophokles

babamın oğlu gibiyse, demek ki amaç­ larına ulaştılar. O nun için, niye başkası­ nı yazayım?

Çukurova dururken niye balıkçıları yazıyorum? Çünkü macerama girdi on- İar. Otuz yıldır İstanbul’u yaşadım. O “yaşadım” şudur: İnsanlıkla zenginleş­ mek, doğayla zenginleşmek. Yoksa, ben yaratmaya inanırım.

Benim doğaya öykünmek diye, insa­ na öykünmek diye bir derdim yok. Ben salt yaratıcılığa inanır ve güvenirim. Şöyle bir şey söylemiştim. Sanıyorum 1957’ydi. Gagarin uzaya gitmişti. Tek­ nik Universite’de uluslararası konfe­ ranslar düzenleniyordu. Beni de roman

üstüne konuşmak için çağırmışlardı. Orada imge, zenginlik meselesini an­ lattım. Artık dünyamızın yazarları bi­ raz daha zenginleştiler, dedim. Çünkü Gagarin uzaydan dönerken, “Dünya mavi bir portakala benziyor,” dedi. Daha önce bu mavi portakalı bilmiyor­ duk miz. Şimdi biraz daha zenginleş­ tik, şimdi dünyamız üstüne yeni imge­ ler kurabilir insanoğlu, yazarlar, de­ dim. Doğayla, tanımadığımız insanlar­ la zenginleşmek... Ama sınırlıdır imge­ lem de. H er çağın imgelemi sınırlıdır. Bu sınırıaşmak, imgelem sınırını daha zenginleştirmek için, yaşamda zengin­ leşmek zorundayız.

• Gençliğinizden bu yana sosyaliz­ mi benimsediğinz, savundunuz. Biraz önce Zilli Kurt dolayısıyla bu yüzden başınıza gelenlerden de söz ettiniz. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, Doğu Avrupa ülkelerindeki birtakım gelişmelerden sonra, sosyalizmin artık çöktüğü öne sürülüyor. Sizin görüşü­ nüz nedir?

- insan, insan olduktan sonra doğay­ la dövüşmüş.Toplum haline geldiği za­ man, sömürülen ve sömürenler her za­ man olmuş. Efendiler olmuş, köleler olmuş. Feodal beyler olmuş, seriler ol­ muş. Burjuva olmuş, proleterya olmuş. İnsanoğlu’nun içindeki sömürüye kar­ şı yanı kimse kesip atamaz. İnsanoğlu aşağılık bir yaratık değil, aşağılanmaya dayanamayan bir yaratıktır. Kandırılı­ yor falan ama, içinde öyle bir güç var ki... H er zaman büyük savaşım vermiş­ tir.

Mao’nun Edgar Snow’la yaptığı çok ilginç bir konuşma vardı, orada diyor ki: “Sanıyoruz ki biz, varılan ileri bir

“İnsan, insan olduktan sonra doğalla dövüş­

müş.Toplum haline geldiği zaman, sömürülen ve sö­

mürenler her zaman olmuş. Efendiler olmuş, köleler

olmuş. Feodal beyler olmuş, serfler olmuş. Burjuva

olmuş, proleterya olmuş. İnsanoğlu’nun içindeki sö­

mürüye karşı yanı kimse kesip atamaz. İnsanoğlu aşağılık bir ya­

ratık değil, aşağılanmaya dayanamayan bir yaratıktır. Kandırılı­

yor falan ama, içinde öyle bir güç var k i... H er zaman büyük sa­

vaşım vermiştir.”

(4)

noktadan sonra geriye dönülmez,” diyor. “Hayır. Kısa sürede, kısa mesafede dönülebi­ lir. Bir gün Çin’i yitirebiliriz ve yaptığımız her şey geriye dönebilir.” Ama insan soyu uzun sürede geri dönemez.

197 f de Abdi İpekçi ile yaptığımız, Milli- yet’te yayımlanan konuşmamızda da söyle­ dim. Sovyetler Birliği, yanlış bir yoldadır, de­ dim. Biz bunu 1964’lerde, resmen de 1965’te söyledik. 68’de de Çekoslavak olaylarında Sovyetler Birliği düzenine karşı olduğumuz iyice ortaya çıktı. Yani, bizim mücadelemiz zor oldu. İnsanın kendi üstüne yürümesi en zor macerasıdır. Sovyetler Birliği resmi olarak sosyalist devlet kabul ediliyordu, biz onun üs­ tüne yürüdük. Çok zor oldu. Ben bütün genç­ lik arkadaşlarımı kaybettim o Çıralarda, Sov­ yetler Birliği’ne karşı olduğumuzu resmen açıkladığımız, bunu yazdığımızzaman, Türki­ ye İşçiPartisi’nin bölünmesi de bundan oldu. Çünkü arkadaşlarımız o düşünceye koşullan­ mıştı. Ama kimseyi suçlamıyorum ben. insa­ noğlu koşullanıyor. Bütün ömrünü koymuş adam nasıl geri dönüversin? Bana gelince, ben Sovyetler Birliği’ni görmüştüm. G örm e­ den önce de Nâzım Hikm et’le karşılaşmış­ tım.Nazım bana Sovyetler Birliğinin ne olaca­ ğım,nereye gittiğini anlatmıştı Paris’te.Bu da Nazım’ın büyüklüğünü, kavga namusunu gösterir. O ne sosyalizmin yanlışlarıyla bera­ berdi, ne şununla, ne bununla... Sovyetle Bir­ liği’ni görmüştü ve beni ikna için günlerce uğ­ raştı. “Nasıl olur daSovyetler Birliği senin de­ diğin şekilde olur, Koca N azım ?” diyordum. “Olur evlâdım,” diyordu. Çok olgun bir adamdı. Mehmet Ali Aybar, ki baştan sona demokrat bir adamdır, Sovyetler Birliği’nin yanlışını kitaplarıyla ortaya koydu, eylemleriy­ le ortaya koydu. Benim politik hayatımın en büyük onuru Türkiye İşçi Partisi ile beraber olmaktı. Bugün haklı çıktım. Keşki haklı çık- masaydım, Sovyetler Birliği bizim dediğimiz gibi olmasaydı. Ama oldu, ama öyleydi.

• TÜYAP’m anketi sonucu daha önce iki kez Halk Ö dülü’ne değer görülmüştünüz. Bu yıl da O nur Yazarı seçildiniz. Bu konuda ne diyeceksiniz?

- Geçenlerde bir televizyon programı için bir soru sordular. Herhalde yayımlanmaya­ cak. “Sana çok baskılar yapıldı,” dediler, “ül­ kendeki sana karşı davranışlardan dolayı kızı­ yor musun?” dediler. “Hayır,” dedim. Ben evliya gibi oturmadım, onlara karşı dövüş­ tüm. Onlar da bana karşı dövüşeceklerdi. D o­ ğal bir ortamda böyle olmazdı, onların bana yaptığı kötülükleri hak etmedim elbet. Ama o ortamda hak etmiş sayılı' orum. Bana düşün­ celerimden dolayı çok çektirdiler. Düşüncele­ rimden dolayı zilli kurt oldum, ömrüm boyun­ ca. Niye ülkeme kızayım, güceneyim. Biliyor­ sun, halkım beni seviyor.

Bana dostluk gösterenlerin hepsine sevgi doluyum. TUYAP’a da teşekkür ederim.

Şovenler de var. Onların da kendilerince bir sebepleri vardır elbet. Boşu boşuna neden sövsünler ki. ■

C E P K İ T A P L A R I ’ n d a n Y E N İ Y A Y I N L A R

GROSSMAN

/

KORKU İLE N E F R E T ARASINDA

HĞIĞne KAFİ

/

SÜ R GÜN

1965 yılından beri sür­ günde olan Kafi, ihtilâlci­ lerin taşkınlıklarına, aşırı­ lıklarına tanık olmak için gizlice İran’a geri dön­ dü. Bu röportajını, otobi­ yografisiyle gazeteci ola­ rak araştırmalarında el­ de ettiklerini bir araya getirerek bize bugünün İran’ını anlatıyor.

(B elgesel Dizi)

İsrailli genç yazar, kita­ bında, yalnızca Filistinli mültecilerin içine itildikle­ ri sefaleti ve İsraillilere karşı besledikleri korku ve nefret duygularını de­

ğil, işgalin yenik tarafa olduğu kadar yenen ta­ rafa da nasıl pahalıya mal olduğunu dile getiri­ yor.

(Belgesel Dizi)

Füsun ERBULAK

/

G EC EC E

Türkiye’de eli kalem tu­ tan günümüz kadınları arasında rahatlıkla en "dobra"sı denebilecek Füsun Erbulak’ın "Ge­ ce" yazılmış güncesi, bu­ nu bir kez daha kanıtlı­ yor.

Yine tanıdık simâlar, fa­ kat cilâsı kazınmış; tüm "çıplaklıkTarıyla, kadınlar ve erkekler, gayrı-edebî bir yazardan...

(Anlatı Dizisi)

Graham GREENE

/

K A Y B ED EN KAZANIYOR

Herkesçe bilinen, "Ku- .marda Kazanan, Aşkta Kaybeder" deyişinin, ün­ lü İngiliz casus romanla­ rı yazarı Greene tarafın­ dan; araya serpiştiril­ miş, Tanrı’ya, Şeytan’a, Talih’e dair imalarla mi­ zahi bir öykü haline geti­ rilişi. Kumar tutkunları için hayli ilginç olacak, çok keyifle okunacak bir kitapçık...

(Anlatı Dizisi)

HİÇYILMAZ - ALTINDAL

/

BÜYÜK SIĞINAK Pervez HOODBHOY

/

İSLÂM ve BİLİM

Yazarlar, bu kitapta, 1992 yılında 500. yıldö­ nümü kutlanan, İspan­ ya ve Portekiz’den Tür­ kiye’ye yönelik büyük Yahudi göçünden günü­ müze kalanları aktarı­ yor. Yakın tarihimizde, Varlık Vergisi uygulama­ sı ile ezilen Yahudilerin, İstiklâl Madalyası ile de ödüllendirildikleri, İttihat ve Terakki’nin içindeki önemli rolleri, kitabın il­ ginç sayfaları arasın­ da...

(Belgesel Dizi)

Nükleer Fizik Profesörü Dr. Hoodbhoy’un bu ki­ tabı, günümüzün İslâm dünyasında bilimsel dü­ şünce ile İslâmi kuram ve pratik arasındaki ta­ rihsel ve güncel ilişkiyi araştırıyor.- Günümüz Türkiye’sinin bağnaz ke­ simin baskısı altında bu­ lunan, eğitim alanındaki sorunları anlayabilmek bakımından çok önemli bir yapıt.

(Düşün Dizisi) Yayınevimiz dışında, dokuz kuruluşun (Remzi, Varlık,

Cem, £, Çınar, Metis, Ayrıntı, Mavi BulJt, Anahtar) yayınlarını da bünyemizde kurduğumuz CEP KİTAP KULÜBÜ aracılığıyla sizlere sunuyoruz.

Sipariş edebileceğiniz yayınların listesini ve 1992’nin kitaplarını içeren açıklamalı

tanıtım broşürümüzü isteyiniz

Plyerloti Caddesi 7 -9 34400, Çemberlltaş - İstanbul, Tel: 516 2004 Faks: 516 2005

T ü y a p K i t a p F u a r ı ; A 9 9 n u m a r a l ı s t a n d ( a l t k a t )

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 4 1

Taha Toros Arşivi S A Y F A 1 8

Referanslar

Benzer Belgeler

jenli solunumla enerji üreten organel) say›s› daha yüksek, daha fazla besin tü- ketiliyor; ve bunu karfl›layabilmek için de çok daha s›k besleniliyor ve daha bü- yük

İşte 60 Türk Romanı, bize Fethi Na­ ci’nin 1998’deki vurgulamalarını yansıt­ makla kalmıyor, aynı zamanda On Türk Romanı ile çıktığı bu yolda, yirmi yedi yıl

Safranbolu tjütün bu kent­ ler içinde çeşitlilik İçinde bütünlüğün simgelen- diğl kentlerden biri olduğu İçin ilk örnek olarak alınmıştır.. Geleneksel

Ama bir kaç yaprak sonra &#34;sahibi izz ü celal olan saâdetmend bu bendelerine buyurdu kim bu memduh-i enam ve Mahmud-i hâs ü âm olunan düstur-i kerimü'~-~an~n dokuzyüz

Rüyasında bu cami ikmal edi­ lirse onun da hayata göz yumacağı söylenmiş Paşa ertesi gü­ nü ne kadar usta ve amele varsa, hepsini savmış, yalnız

Bu çal›flmada “slime” oluflturan KNS’de artan dozlardaki NANaz ile muamele sonucu “slime” oluflumunun azalmas›, NANaz’›n bu aktivitesinin bir farmakolojik blokan›

Dahiliye Vekili Ferid Bey,ermeni zenginlerinin İstanbulâSvdetleri hakkında Büyük ¿¿illet Meclisine izahat verirken m e s ' ele, «akik bir gezeteci ile sabık bir polis

Ve günün birinde bir kış bahçesinde gamzenle yüz yüze gelmekten ve dil dile olmaktan.