FELSEFE ve EDEBİYAT
S a n ' a t t a S ü b i e k t i v l z m
a k i d e s i n i n t e n k i d i
Subjektivizim iddiasına göre(artist, bir fotoğraf âleti olm<x- malı.. filân!) demiştim. Fakat (san'atta dar, sımsıkı, sâbit de mir kadrolar yoktur) demeyi de unutmamıştım. Onun içindir ki insafı elden bırakmıyarak yu karıdaki düsturu tenkide giriş miştim; o tenkide devam ediyo rum. Mantıkî bir rabıtaya zin cirleme bir şekil ve istikamet alan şu efkâr dizisinde hazan öyle mühim noktalara geleceğiz ki, bir takım mesleklerin ne gi bi bir düşünceye tebeiyetle, ne gibi mecburiyetle ve nasıl doğ muş olduğunu bize derhal ifşa edip gösterecektir Ve bu muhake meleri sırasiyle takip ederek, birdenbire o noktalara gelmek, hakikaten insana zevk verir bir meşgaledir; âdeta mantıkî bir şiirdir diyebilirim!.
Güzel san’atlar da, artiste en doğru yolu - riyazi bir k at’iyet - le - gösterebilecek kanunlar yoktur demiştim. Bütün san’at düstulan (tayin ve mesahası güç miinhanî 1er) e benzer: Ka ba bir teşbih ile söyleyeyim: de niz dalgası gibi bir şeylerdir. Şe killeri bellidir, lâkin hududu kat iyen muayyen değildir; seyyal dir, kaypaktır. Onlara, zihnimiz de, sabit bir hakikat haysiyeti ve vaziyeti verip te, bu zan üze rine mübahasemisa kuracak o- lursak, bahsimiz çalkalana çal- kalana, yayılır, dağılır, dökülür, saçılır, nihayet lâf kavgasına müncer olarak müzmahil olur!.
Benim, bu türlü mübaheselere dair hayli şahsî tecrübelerim vardır.
Size ezberden bir niimunesini arzedeyim ki esasen bu bahse taallûk %eder. Meselâ şu bahsimi ze iştirak eden malûmatlı bir zat: (tabiatı taklit etmek, san attan sayılmaz ırp?, öyle ise re sim, yağlı boya, sulu boya, pas tel, portre, peyzaj gibi eserlerde tabiatı taklitten başka bir hü ner var mı? Tasvir san’atmm bütün bu şubeleri ve nevileri, san’attan hariç mi
addedile-°>L J Y A Z A N :
FİLOZOF
RIZA TEVFİK
cek?!) diye itiraz edebilir ve bu tarizi pek yerinde ve haklıdır; fak at kısmen haklıdır; yani, an cak bir bakıma göre (!) haklı - dır. (Ne cihetle haklıdır ve na dereceye kadar haklıdır?.) di ye düşünüp, bu suale muvafık bir cevap vermeden, bansimizin şu köşesinde birdenbire önümü ze çıkan bu meseleyi, hallile ber ta ra f etmeden, diğer bir zat: (San’a t tabiatı taklit etmek meylinden doğmamış mıdır?!) sualiyle bahse girerek, birinci muterize kuvvet verir. Bu tariz- kârane sual de, bir bakıma gö re haklıdır, fakat zannederim ki, pek yerinde değildir; haklıdır, çünkü (resim), sahilıan, vahşi1 hayvani ar m şeklini kopye et - mekle başlamış olsa gerektir; fakat hiç zannetmem ki musiki ve h a ttâ heykeltraşhk öyle baş lamış olsun. Bu mülâhazalardan dolayıdır ki (taklit faraziyesi)- ni bir bakıma göre haklı bul dum; lâkin yerinde değüdir, çünkü biz, bilhassa (San’atm menşei) bahsiyle burada meş - gul olmuyoruz; muhtelif mes leklerin (esas - düsturları) ara sında (kıyasî bir tetebbü = une étude comparative) yapmakla meşgulüz ve hiç bir vakit bütün hakkı ve hakikati yalnız bir mesleke isnat edemiyeceğimizi, bahsimizin mukaddemesinde an latmıştık.
Buna rağmen, bir üçüncü kim se daha söze başlayıp: (meşhur Yunan filozofu Aristo, san’atm, menşei ve mahiyeti taklittir di ye iddia etmişti!) derse; bir dör düncüsü de: (Epikuros’un da fikri ve itikadı bu idi!) derse, bir beşinci dostumuz da: (On sekizinci asırda yetişen meşhur
Alman şairi ve mütefekkiri [Frederik Schiller = F. ¡ŞillerJ san'atm menşei ve mahiyeti o- yundur, yani hakikî hayatın tak lididir diyor, ve muasırlarımız - dan İngiliz filozofu H. Spencer de bu fikri beğeniyor! diye büsbütün bahsi karıştırırsa, insan, bizim Nasreddin Hocanın vaziyetine düşer ve bu malû matlı muterizlerin her birine
(Evet efendim senin de haklan var!) demek mecburiyetinde bulunur; fakat bahis dağılır, ya yılır, asıl mevzu unutulur (*)
Nasreddin Hocanın sözü tu haf olmakla beraber, estetik ve felsefe meslekleri bahsinde pek yabana atılacak zevzek bir söz değildir. Estetikte her meslek sahibinin - kendi hususî noktai nazarına göre - biraz hakkı var dır.
Ciinye:
Dr. lim ı TEVFİK (Sonu cumartesi sayımızda)
(*) Hoca, merhumun ma kama pek münasip düşen zarif hikâyesi belki herkesçe malûm değüdir. Omun için kısaca nak letm ek isterim : (Hooafendi icar dı obnuş. Bir gün enine bir a- da&n gelmiş komşusundan şikâ yet ve aleyhinde dava etmiş. Hoca bu adamı iyice, dinledik ten sonra: (Vailahi senin hak kın var!) demiş. Ertesi günü, o müddeinin komşusu, telâşla haoamn evine gelip daha ziyade şikâyet etm iş. Hoca onun sözle rini de dikkatle dinledikten son ra: (Vallahi senin hakkın var!) diyip savmış. Meğer bütün bu konuşm alan kapı ardından dinle m iş olan karısı, hocayı yalnız bulunca odaya girm iş: (A yol!.
Sen nasıl kadısın., biribirine
karşı daıxt eden kimselerin iki sine de hak verilir m i?) diyince Hoca: (Vallahi kadımm, senin de hakkın var!..) demiş.
V3
^ m ¿7 , r; w ' ••H ÉT
S a n ' a t t a
a k i d e s
S O b j e k t i v i z m
filo t e n k i d i
Biz gene insafı elden bırak- mıayarak - tenkidi tetebbüaü- mıza devam edelim de o hususî bakış zaviyelerine göre tezahür eden haklan tayine çalışalım. Bahsi karıştırıp büsbütün bu landırmamak için (güzel san’at ların menşei) meselesini, başka bir makaleye bırakıyonım.
Evvelâ (tabiatı taklit) mese lesini, kısaca tahkik edip, hiç olmazsa hallini kolaylaştıracak bir şekle sokalım:
(Taklit) ite (tasvir) i, bu ba hislerde hemen daima bir tutu yorlar. Ben bu iki kelimenm mâ naları arasında ince bir fark se ziyorum, yeri gelince ihsas ede rim.
San’atı (umumî bir lisan) di ye telâkki ve ta rif etmiş olan estetik mütehassısı îtalyah (Be nedetto Groce — B. Kroçe) nin bu telâkkisi çok doğrudur. Bu takdire göre, her san’at şube sinin kendisine muvafık vesaiti
ifadesi vardır: Resim, çizgi ve (gölge ve ziya — Clair - obs- cur) ile, yağlı boya, fürlii türlü boyalarla, musiki, yalnız nota ları, ahenkli bir surette tertip e- derek, şiir, (birer fikri tazarn - mun eden) kelimeleri bir aheııge uyudurarak yazmak ve söyle - mekle bir şey ifade edebilir. Ve bu sebepten dolayıdır ki her bi rinin ifade hususunda kabiliyeti ayni derecede değildir; ittihaz e- decekleri mevzuat itibariyle ka biliyetleri de ayni derecede ge niş değildir; meselâ şür, her şeyden bahsedebilir, çünkü va- sitai beyanı sözdür, kelimeler dir; hemen her şeyi bir keli meyle ifade etmek ve her şeye bir isim takmak mümkündür; halbuki musiki sade hissiyat li sanıdır. O da ancak en derin ve umumî hissiyatımızı ifade ede- büir, (hüzün ve sevinç, şevk, neş’e ve yeis) gibi, yoksa (bu gün bir dostumun öldüğünü ha ber verdiler pek meyusum) gi bi bir şey söyleyemez. Fakat her san attan ve hattâ şiirden
Y A Z A N :
FİLOZOF
RîZA TEVFİK
—
5
—daha büyük ve çok daha mües sir bir belâğatla (pek mahzu num) diyebilir. Bu bahsi de ay rıca bir makalede tafsü edecek olduğum için bu kadam k bir işaretle iktifa ediyorum. Şimdi lik yalnız taklit meselesiyle a- lâkadar olan (tasvir — pcin- ture) ve (resim — dessin) me selesini tahlil etmek isterim.
Ressam olan artist, tabiatı kopye ediyor, taklit etmiyor! Evvelâ bu farkı kaydedelim!
(Cansız tabiat = nature morte), dedikleri, taibat, insandan ve canlı hayvanlardan hâlî manza ralar, ve panoramalar tasviriılir. Bir tabakta bir iki elma, bir di lim karpuz ve yahut bir vazoda bir demet çiçek gibi şeyler tem- j sil eden tablolar da o kabilden-j dir. Bu gibi şeylerde bir hususî ‘ şekil ve vaziyet olursa da. hiç bir (eda — expiression) yoktur, ve olamaz; zira (eda), ancak hayatın mânâdar bir (tavrı ifa de) ) sidir. Halbuki, biz insanlar, - hiç hissiyatımızla alâkadar
ol-Düzeltme
Dün gazetemizin bu sütun larında intişar eden “Hayat ve istiklâlimiz için ahdimize bağ lıyız,, yazısının ikinci sütununun beşinci paragrafında tertip ha tası yüzünden bir kelimenin yanlış dizilmesi mânayı tahrif etmiştir. Mevzuubahis parag rafı doğru şekliyle aynen tek rarlarken muharririnden ve o- kııyuc uları mı zdan özür dileriz:
“Atatürk ve ondan terbiye almış arkadaşları esasen hakikî! sulhcuduriar. Bu salâbetli aki delerimize genç cünıhuriyet ta rihimiz en büyük şahittir. „
J
mıyan... hattâ bizim -varlığımız dan haberdar olmıyan dağlara taşlara, akar sulara ve ağaçla ra, bulutlara ve denizlere, hülâ sa, (cansız tabiat) a, kendi ha lat ve infialâtı ruhiyemizi atfe derek onu canlandırıyoruz! En gin ve durgun denizler bize ul vî bir sükûnet içinde (derin bir düşünce) duygusu veriyor, ö y le hir zamanda güneşin doğu şunu da seyredersek bir de - ta rifi cidden güç - bir azamet ve haşmetin sihrini şiddetle hisse diyoruz.
Bu ne demektir, bilir misiniz ? Biz tabiatı, ancak kendi teessü- ratımızra perdesi arasından gö~ j rürüz, demektir! Ve madem ki o teessüratı ve intibaatı bizim vicdanımızda vukua getiren - ne olduğunu hiç bilmediğimiz - tabiattır; demek olur ki (tabi at) namına, bildiğimiz şey an cak onun mtibaatıdır, yanı ken di teessürlerimiz ve hâlâti rahi- yemizdir. Felsefede sübjekti - vizm meslekinin esaslı akidesi budur.
Bundan evvelki makalelerim-1 de (animizm) den kısaca bahse-
j
derken bu keyfiyete dair bazı şeyler söylemiştim. Şu tahlili-! mize göre - yiikşek mânasiyle bir artist - eğer ressam ise tabi atın manzaralarından birini kop ya ederken bize, yalnız, dağ, t a ş ,1 deniz, bıılut, şekli resmetmekle ikalmamalı, o manzaraları sey -; rettiğimiz zaman - insan oldu -; doğumzdau dolayı! - duyduğu - muz hâlâti ruhiyeyi de -resm et-! tiği şekiller vasıtasiyle - ihsâs, edebilecek bir (hüner sihirbazlı ğı) da göstermelidir; yani, yap tığı esere kendi heyecanından da bir neşe katarak, biraz t uh. ve mâna vermelidir.
San’atta subjektivizıu. kısa-! ca, işte bu sihirbazlıktır. Buna ve tamamiyle kopye etmek j mümkün mü ? Bu suale gelecek | fakat bakalım, tabiatı ayniyle | yalanda misaller vereceğim; I makalemde cevap vereceğim.
Ciinye:
Dr. Rıza TEVFİK. T ah a Toros Arşivi