• Sonuç bulunamadı

Türk kadını

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk kadını"

Copied!
124
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MUHARRİRİ: \

N e z i h e M u h i t t i n

^ ^ / \ - / A M A ' W ' l'/"l. , y y s uA ,W ' A ^ V y V w V w i 1 9 3 1 ... ... f :■!.*.> \ / l l u ü l b t ' v ^ N f s» t | '.-M.;* N», i 3 9/ &

İstanbul NÜMUNE matbaası

(2)

BÜYÜK REHBERE İTHAF

Bu küçük eserde, muhtelif siyasî devirlerin kadın­ lığımız üzerinde yaptığı te’sirleri ve hazırladığı hayatî şartlan tetkik ederken kadınlarımızın bu-müessirler kar­ şısında tenebbühiyet ve intibak kabiliyetlerini ölçmek istedim. Muhitlerindeki biivük hadiselerden daha çabuk ikaz emri alarak daha seri harekete geçen kadın şah­ siyetlerinden birer birer bahsettim. Tabiî tercemei halle­ rinden değil, yalnız, mukfzlere karşı verdikleri hare­ ket cevap,arının mahiyetini, unmıniyyet ve lıusasiyyet- leri’ itibarile müşahede altına almağa çalıştım. Devirlere göre kadınlık hayatımızdaki müteııavip ve mütemadi al­ kışları bir voltmetre ibresinin hasasiyet ve şaşmazlığı- !a kaydedebilmekte pek mahir olmadığımı itiraf ederim.

Yalnız kendimi bildim bileli şahit olduğum ve te- siratını bizzat gördüğüm hadiseler arasında son ve bü­ yük inkılâbımızın büyük mahiyetini aczime bakmıya- rak kadınlık noktal nazarından izah etmek istiyorum.

Münebbitı ne kadar kuvvetli olursa uzviyet üzerin­ de husule gelen taaınül o kadar kuvvetli, teşekkiilât ve bünye dahilindeki tagayyürde o kadar derin (ve„ aşikâr olur. Kısaca: uzviyetteki taamülihı umk ve viis’ati; tnii- nebbihin şiddetile mabsutaıt nıütanasiptir.- Bu fizyolo­ jinin ve bilıniiııasebe psikolojinin.başlıca kanunlarından .

biridir.Şimdiye kadar gelip geçen nuiessirat, manevi bün­ yemizde hiç bir değişiklik yapamıyacak kadar kudretsiz, kına ve devamsız oldu. Bazen havasımıza bile tesir ede­ medi veyahut menfi tagnyyürlere sebebiyet verdi.

Sakim tesirli lıari.l ınünebbihlere karşı mukavemet göstererek binefsihi tekâmül eden müstesna uzviyetler de vardır. İşte bu enffisî şahsiyetler bu günkü büyük ve kıy­ metli inkılâbı hazırlamıştır. ■>

Fena tesirler altında kala, kala garip bir tagayyü- re uğrıyan manevi bünyemizi ve uyuşan benliğimizi, şe­ dit ve kudretli bir hamle ile hayatiyet ve harekete da­ vet eden büyük rehber! Misilsiz dehanın yarattığı hayat ve hareket mütemadi temevvüclerile kadınlık hayatımızı daima zinde bir feyiz ve teceddütle ilerletecektir.

Bütün tiirk milleti, yürüdüğün ışıklı izlere kalpleri­ nin minnet ve şükranından örülmüş eserlerde kıymetli ve mutena poketler serpiyorlar. Ben de bu küçük kadın e- serini, ancak senin parlak meşalenden bir zerre zıya a- larak yazdım. Onu miitevazl bir çiçek gibi ziyadar izine hediye ediyorum.

(3)

. ,ı ■ ^ •

}

. 9i ' . Î

-, ■

r '

V § r

Î ;

> 1

, İÂ $ l/ . . \ ■ ■. . s s * «Ç /* r& W #&S31 W' 1, H-fe-rı İ t fel'v', J E îp s

(4)

f

T ü r k K a d ı n ı

M E T H A L

Kadınla erkek arasında'

farklar

ve ben Feminizmi nasıl anlayorum?

— Ne farkımız var ? — sözünün ulu orta moda olduğu bir zamanda kadın ve erkek arasındaki ma­ betleri ölçmeyi İçtimaî ve İlmî noktalarda faideîi bu­ luyorum.

Modanın tesiri yalnız giyinişimize müessir ol­ makla kalmaz, o, şeytan gibi her işimizin içine bur­ nunu sokar ve hükmünü icra eder, tesiri altında ka­ lanların mantıkla alakasını keser, giydiğimiz elbise­ lerden, oturup kalkmamıza, lakırdı söyleme ve yaz? yazma tarzımıza, zevkimize, duygumuza kadar bizi parmağının ucunda çevirip durur... İşte bu son gün­ lerde moda olanlardan biri de — Ne farkımız var? —

(5)

sözüdür. Tramvaya girersiniz, erkek, 'işeltremanetinin size talısis ettiği yerde oturmuştur. Ayağa kalkmak istemeyince, — Ne farkımız var ? — diye başını pen- çercye çevirir. Zannedersiniz ki kadın, erkek kadar adali ve fizik kuvvete salıip olmuştur!. Bir külhanbeyi bir kadını tnuştalâdığı zaman polise %-■ artık farkımız kalmadı— diye itizar etmeye çalışır. Kocasını döğen yaman bir kadın, mahkemede — Oh! Yarabbi şükür, artık aramızda fark yok! — diyerek söze başlayor... Gazeteler bir kadın mes’elesinden balısetseler — Ma­ şallah da maşallah, ne farkımız var? — cümlesile el çırpıyorlar... Bir hunim beyanat veriyor: — Aramızda artık hiç bir fark kalmadı — hükmünü bastırıyor... Anlaşılıyor ki kadın, belediye intihap hzkkına malik ■olunca — Ne farkımız var? sözü moda oldu...

Benim gibi memlekette açık açık kadına hak istemek için ananeleri, telakkıları, senelerin ördüğü zihniyet­ leri hiçe sayıp sesini gür çıkaran bir kadının, bu eski

ıues’elenin köhne nazariyelerini kurcalar gibi görün- • * i meşini garip bulanlar olacaktır. Maksadım bir hortlağı

canlandırmaktan çok uzaktır. Ben bu noktada ilme« tecrübeye, o İçtimaî ihtiyaçlara istinat edeceğim:

Kvvela: ilk hayatî hüceyreleri bile şekil, bünye, tenebbühiyet itibarile birbirine nazaran çok ayrı vasıflar gösteren bu iki cins, bütiiıı hayat imtidadmca birbi­ rine hiç benzeni iyen şekil, bünye, seciye ve ahlâkla inkişaf ederek hayat pilinin müspet ve menfi kutup­

larını teşkil ederler, onun için aralarında kuvvetli bir. tecazüp vardır. Meharet, bu iki kutup arasına, eyi

(6)

ya7 r

-şamamizı temin eden bir hayat cereyanı geçirilebile­ cek kabiliyette bir nakil rabtedebilmekterlir. »Şimdiye İcadar bizler içtimai hayatımızı, kudretimizin tek kutbu ile idare etmek istedik, diğer kutbu ihmal ettik. Hayat yürüdü, fakat noksan ve sakîm yol aldı.

Biz, hakikî feministlerin; moda cereyanına sürük­ lenen şuursuz zümre ile hiç bir münasebetimiz yok­ tur. İçtimaî ve siyasî hukuku ancak, hayat pilinin eyi işliyebilmesi ve maşeri vasatın kuvvetli teamülleri için istiyoruz. Pilin tam ve mükemmel kudretini ise elektrotların icap eden hususî vasıflarında görü­ yoruz.

ik i cinsin — erkekle kadının birbirine benzemesi bizim istediğimiz neticeyi vermez. Asıl benzememektir ki İçtimaî müvazene ve kudretin tecellisine esas teş­ kil. eder.

Yeni kadın erkek gibi giyinmek, erkek gibi düşünmek, erkek gibi yaşamak temayülünü göster­

meğe başladı. Ben bu cereyanı muzir görüyorum. I-Iatta bizim İçtimaî ihtiyaçlarımızın hususiyetini düşünerek endişeye kapılıyorum. İnkılâbımızın verdiği büyük fırsatla bizlerin lıer şeyden evvel, asırlarca nıünfeil ve 'metruk kalmaktan menfileşen, tefessüh eden kadı

tuti aslî seciye ve vasıflarını» ıslah etmek ilk işimiz olmalı idi. Meselâ, kadın izci teşkilâtından evvel, has­ ta bakıcı teşkilâtı daha çok faideli olur kanaatindeyim. Eski hıırafa devrinin körleştirdiği kadınların köylerde değil şehirlerin bir çok yerlerinde bile, eli kesilen, düşüp başı ve ayağı yaralanan çocuğunun imdadına

(7)

doktor yetişmeden evvel yarasını fennî bir surette te-, mi z ley ip sarmak hususunda mahareti şöyle dursun, belki hâlâ örümcek ağı, sulu çamur koyarak yarayı enfekte edenlerin adedi bizi korkutacak kadar çok ol­ duğuna eminim. Bundan iki üç sene evvel KiUİUl Y o lu M e c m u a s ın d a neşreylediğim Hanife kadınla mülakatlarım köylerde tıbba karşı telâkkiyi pek beliğ bir tarzda gösteren Kakikattan alınma tetebbülerdi. Hâlâ sıtmayı bavlıyan, kuduzu parpalıyan, dalağı kır- bacıya götürenlerin nazarında yara bere gibi görünüşte küçük ve bazan akıbeti vahim kazaların ne ehemmiyeti olabilir ?

Hanife kadınla yaptırım mülakatı

iktibas ediyorum:

— Hanife kadın sizin köyde çocuk doğar doğ­ maz ne yaparsınız; bazı köylerki gibi toprağa m ı yattırırsınız ?.

— Biz uşağı toprağa yatırmayız; Çocuk dünyaya kolay gelirse ebe çocuğu doğar doğmaz yıkar, başını bir eyiee düzeltir sonra burnunu iri olmasın diye sı­ kar, sonra bir güzel çenberle sim sıkı sarar, eğer kadın üç gün sallanırsa imama nııslıa yazdırırlar, lohsaya nüshanın suyunu içirirler, bu da olmazsa fil dişi bir tarağı yazdırırlar sol ayağına bağlayınca çocpk Allahın iznile hemencecik dünyaya ayak basar bu, hakkın hikmeti bire birdir.

(8)

9

f * - i . ’.'•v v

> İ t •

— Vardır; Benim dayımın ûç tane kızı birbiri ardından, böyle öldü, lobsa, ölen şehit, gidermiş rab- bim rahmet eylesin!

— Köyünüz kaç evlidir? — Bizim köy on hanelidir

— Hanife kadın hastalarınız için ne yaparsınız? — İmamlar muska yazar hastanın başında ukur — Sıtmaya ne yaparsınız? sizde çok mudur?

— Sıtma bizde .çoktur, sıtmayı eyi etmek içir* * sarımsağı yazıp hastaya yuttururlar; Kara sığırın sırt kemiğine yazarlar, süğııt yaprağına yazarlar, yılana bağlarlar, saatma, dakikasına gelince biiznillâhi taalâ sıtma koyuverir;

— Verem var mıdır? Ve çiçeğe tutulana ne ya­ parsınız ?

— Verem nedir ki ? — Göğüs hastalığı

— O hiç yoktur, çok şükür., çiçeğe tutulan olursa çiçekçi gelir haşlar; bizde çok çucıık çiçekten ölür

— Köyde kuduz olursa ne yaparsınız?

— Kuduz hastalığı için parpalıyıcı vardır; bu, o- caktır, o. ocak olduğu için parpalaymca eyi olur<

— Parpalayıcı nasıl eyi eder?

— Parpalayıcı eline bir deve dikeni alır, hastayı da bir elile tutar, biri de karşıda selâm durarak ne- yapıyorsun? diye sorar parpalaycı, bu hasta olmuş parpalıyorum — cevabını vererek dikenle hastaya üç deia vurur, hasta da iyi olur! bazan da itin dağladı­ ğı yere sıcak hamur vururlar.

■ İl "'-ip »•--C.e’. i ,! f v.Vi.' . -j* ¿4'1 i w Mİfa/i lf/¿tut*! .j—

;

(9)

Bu lakaydi ve cehalet yalnız köylere mahsus d elil­ dir, şehirlerde, hastalıklara kurşun döktüren, efsunla­ tan, kadınların kemiyeti sanki köylere nisbeten pek mi azdır ?

Medeni kadın binicilikte, yüzgeçlikte, otomobil rekorlarında erkekle müsavi olduğunu isbat etmek için çırpınıp duruyor... Faydası? kadın vücudunun bir pehlivan adalesile sarılması, memleket namına hiç bir fayda temin etmez. Pçhlivan kadın çocuk yetiş­ tirmekten mııteneffirdir. Kadın bünyesinin ancak çe­ lik bazulu çocuklar yetiştirecek kadar sağlam ve sıh­ hatli olması kâfidir. Eski kadın güneş ve havadan mahhrıım ola ola çarpık bacaklı, yumru kafalı bir ne­ sil yetiştirmeğe başlamıştı. Yeni kadın bize bu nok­ sanı telâfi etmelidir.

Erkek haddi zatında hudbin, etrafında zaıf, şafkat ve ihtiyaç görmeyince yuva kurmaktan müstağni ve hatta yıkıcı bir mahluktur. Yeni kadın İçtimaî bir ihtiyaç olsun olmasın erkeğin harici meslekinde ıranız ölç­

mek azminde bulunuyor. Çhnkü erkek gibi müstakil yaşamak, onun gibi hür, serbest gezip eğlenmek is­ tiyor. Halbuki kadının fıtratı müşfik, etrafile alaka­ dar olmağa müstait olduğu için yapıcı ve kurucudur.

Eski kadın, kafeslerin arasında nıalıbus kala kala yanı başında yaşıyan komşu kafeslerine karşı tecessüsü ve mahdut muhitile daha sıkı ve basit alâkası, onu, de- dikuducu, ayıpcıı, geveze, ukalâ, bir u’cube haline getirmişti. Eski kadın kabuğuna yapışık bir naime hayatı yaşıyordu. Yeni kadın bucağından büsbütün

(10)

i r —

a E >*

! *

.

uzaklaşmak, kelebekleştııek hevesini gösteriyor. Biz törk kadınları, çocuklarımızı köylerde süt nenelere teslim edip kendi havamızda kaydsiz yaşamak kabi­ liyetinde mıiyiz?. Jioyle . hareket edersek memleketi nı i - rnizin nufus siyasetinde bize mevdu olan ehemmiyet­ li rolü ihmal etmiş olmaz mıyız?.

O halde evlerimize ısınmamız, bucağımıza ruhu­ muzun sıcak şafkatinden ıımnis ve cazip bir hava örmece çalışmamız memleket namına çok daha ha­ yırlı bir iştir. İktisadî bıılıarn devrelerinde erkek emeği yuvanın kuşlarını besliyecek kudreti gös­ teremeyen ihtiyaçlarda kadın da çalışabilecek kabili­ yette terbiye edilmelidir. . >

Şu ıııutalaatım umumî hayatımızın muvazenesi için düşünülen fikirlerin muhassalasıdır. Yoksa kadının her meslekte yerini almasını zaruri görenler­ den biriyim. Kadın, doktor, avokat, tüccar, memur, muallim, san’atkâr, mebus hatta vekil olmalıdır ki kadın, hayatını tanzim eden münevver ve nazım zümre arasında kadın varlığını hissettirebilsin. Fakat her kadının gayesi yalnız ve yalnız doktor, mühen­ dis, avokat, tüccar, san’atkâr, mebus, vekil, rekorcu olmak olursa maşeri ahenkten eser kalmaz.

Memleketimizin daha mes’ut yaşaması, büyük inkılâbımızın kuvvetle yürümesinde kadının yüksel­ mesi en mühünı şartlardan biridir. Fakat kadının yükselmesi, erkeğe benzemesi, aradaki farkların kalk­ ması demek değildir. Bilâkis aradaki farkların ıslâh ve terbiyesidir. Kadının husnsî ve irsî 'vasıfları,' eski

■ ) .¡».J.üHBJJÜiJu! l|illU P m ü !J « W W WW

mütti T

(11)

batıl, ve burafevi tortu pas ve küflerden temizlenerek cilalanırsa eline geçen ve geçecek olan İnsanî ve medenî haklarını sel âhiyetle kullanabilecektir.

— Ne farkımız var?. — Farkımız kalmadı!. Sö­ zü .batıldır. Ben hakikî feminizmi böyle anlıyorum.

(12)

Türk kadını

Türk kadınlığı hayatında görgülerim

ve hatıralarım

Kitabın ihtiva ettiği bahisler: — 1 - Türk kadınlığı hakkında îlk intihalarım. 2 -İstibdat kadını. 3 - Meşrutiyet kadını. 4 - Cum hııriyet kadını. 5 - Büyiik Gaz! ve yarinki kadın.. 6 - Oeııç müs­ takbel kadına bir hitap. 7 - Yarım asır zarfında teşekkül edan

kadın cemiyetlerinin tarihçesi

Kadmlık hakkında ilk intiba ve hatıralarım 1 — İlk miirebbim 2 — Müstesna bir kadın tipi 3 — Otuz sene

• evvelki münevver tiirk kadını

Kendi kendime - türk kadını- deyince gözleri­ min önünde bir hayal belirir: Bu ne ideal bir tip, ne de muhayyel bir şahsiyyettir. Bu otuz sene evvel yaşıyan mefkuresinin ateşli sesi mütevazı çatısını aşa- ınıyan, coşgun ruhunun heyecanlan ve ateşleri içinde yanıp kavrulan genç türk kadınının hayalıdır. Evet ne zaman kendi kendime türk kadınlığım düşünsem gözlerimin önüne, daima ince asabı parmaklannnn arasında bir kurşun kalem, dizlerinin üstünde bir

(13)

14

yıgm kâğıt, etrafında bir sürü kitap ve bunların ara­ sında asabi ve narin ' hayalile dayı zadem* Nakiyye hanım gelir. Loş kafeslerin hisarları ortasında mahbus- geçen - türle kadın hayatına ragnıen hürriyetin serin ve geniş ufuklarını cevval gözlerinin kendine mahsus görüşlerile kavnyan, ruhunun .hız ve hamlelerini aşıramaıııaktan mütevellit bir hırçınlıkla çırpınan ateşin, duygulu genç kadının titiz sesini günün muh­ telif zamanlarında acı feryatlar halinde duyar, bir köşeye siner ve onu hayret ve sevgi içinde dinler­ dim. Onun sesinde ve sözlerinde kalpten sızan do- yolmuş bir- acı, dimağının temiz ve berrak kaynakla­ rından süzülmüş yüksek fikirler pırıldar ve karşısın­ dakini teshir ederdi. Bu ince ve asabî kadın sesi; ya Abdülhanıid’in müstebit idaresine ateş piiskürerek tel’in eder. Ya menfaların kızgın çöllerinde hürriyet uğruna ean verenlere veet içinde hitap ederdi. Binler ve binlerce defa büyük ve kahraman Namık Kemalin:

«Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi Yazılsın sengi kabrimde vatan makzün ben mahzun»

Mısralarını narin, yüzü kızarmış kıvırcık saçla­ rının altında zekâ ve duygu ile pırıldayan gözleri yaşara, yaşara tekrar ettiğini işidirdim. Zavallı Naki- ye hanım; yüksek, fayzlı fikirlerini işittirmeyen bed­ baht genç kadın! Tenha ve ziyaretçisiz * mezarında m ahzun. yatıyorsun. Hiç bir ışık görmeden genç, cev­ val vücudun loş kafeslerin arasından kara toprakların çürütücıı rutubetine gömüldü. Benim ilk ve aziz mü- rebbira! Sana kalbimden kaynayan iki damla göz yaşı hediye ediyorum.

(14)

15

V

Muhitin kör) sağır ve dilsiz lakaydisine rağmen genç kadının hüviyetinde şahlanan bu yüksek feyzin ıuenbaı ne idi? Yaşad,ığıJ. vasattan m üsbetbir ikaz: •almadan ruhu, tenebııhiyet ve

hayatiyetin en yüksek numune ve alametlerini izhar eden bu genç kadın çok şayanı dikkat psikolojik bir enmuzeedi. Haricî İliç bir te’sire ihtiyaç hissetme­ den kendi benliğinden aldığı feyzi en mütekâmil bir şekilde hazım, temsil ve tecelli ettiren çok müstesna bir yaradılıştı!,.

Nakiye Hanım; o narin ve ince genç kadın, ideali uğrun­ da hiç düşünmeden canını

verecek derecede metin, perva­ sız bir ihtilâlci ruhu taşırdı. On­ un sarsılmaz bir imanı vardı.

Hürriyete ve insaniyete karşı derin bir aşk, zulme ve iscibda- de karşı tükenmez bir nefret: insanlık uğrunda her türlü fedakârlık bu sarsılmaz imanın üç rüknü idi.

,Hürriyeti, süs, gezmek ve eğlenmek için istemi­ yordu. Genç kadının ruhu feragatle dolu idi. Büyük anasından kalan parayı hiç düşünmeden tamanıile- bedlpaht ve fakir gördüğü ınsankıra dağıtmıştı. Ace­ ze ve fakre karşı mütevazi şefkati insanlığa num une

Hanımın bir fotoğrafını bulamadım. Çehresini hatırlamak suretile ha­ yalini tesbit etmeğe ça­ lıştım. Muvaffak olup- olrnadığımı dostların­ dan soracağım.

(15)

1.6

•olacak kadar büyüktü. İki güzel elbisesinin»' bir ara­ ya geldiğini hiç hatırlamıyorum. Mutlaka bir tanesi ya gelinlik bir kıza hediye edilir, yahut bir çıplak giydirılirdi. O, tek esvabile daitiıa temiz, dâima mun­ tazam, daima muntazam bir kanaatla yaşamanın sır­ rım nefsine öğretmişti. Feragati, hayatınım her nok­ tasında beliriyordu. Yüksek tahsil görmüş bir erkek kadar perüzsüz yazılarını Sekiye imzasile gazetelere ve fikir arkadaşlarına gönderirdi. Dimağı mefkûreci bir erkek gibi mütekâmil olan bu genç kız, hiç ku­ sursuz bir ev kadını idi. Temiz, çalışkan, güzel di­ kiş diker, iyi yemek pişirir, evdeki uşaklara hizmet­ çilere kadar okumak yazmak öğretmek için çırpınır, hastalara can ve gönülden bakar beceremeyenlerin di­ kişlerini diğer fakirlere yardım eder. Velhasıl tam ma- nasile bir -, Altruiste bir diğer bin - kadınlığın en necip hasletine malik bir kadındı.

Otuz sene evvel tanıdığım yirmi beş sene evvel ölmüş ve mensi kalmış bir türk kadınının uzun uzun faziletlerinden balıs ettiğim için beni mazur görünüz. Maksadım sırf kıymetli bir ölünün hatırasını tebcil etmek değildir. Fakat Nakiye hanım benim için ha­

yatta bir mürebbı olduğu kadar benim tahayyül etti­ ğim asri kadın tipini yaşatmış bugün hayal olmuş bir kadın şahsiyetidir. Tesavvıtrî bir türk kadın timsali yaratmağa çalışmaktansa daprenatör, hakikattan alınmış bir tasviri tercih ediyorum. Ve bu gün türk kadınlığı hakkında bir eser yazmağı düşündüğüm dakikada o- rnın devamlı tesirlerini, silinmez intihalarını çiğneyip

(16)

r&' ı*-~ £ h ' ‘ *r

geçeni ezelim,' Çııffkü hayatta tatbik 'etmek-, istediğim , her eyi şey in içinde onun da bir hissesi var. . ■ ı r ,

• Genç dayızadem erken kalkar, ekseriyetle-tek-el- bisesile toniiz pak giyinir mutlaka evvelâ etrafına faydalı olmağı itiyat etmiştir. Evin bütün işlerini gözden geçirir. Vazifesini yaptığına kani o.duktuYı •sonra kitaplarının arasına girer ya yazar veya okur. Biraz annemle beraber edebiyat münakaşası yaparlar. Nakiye Hanım bir mefkûreci olduğu kadar da bir «dibe idi. Henüz okumak yazmak öğrenmeden evvel kulaktan bütün eski ve yeni ediplerin isimlerini Ve meşhur eserlerinin ünvanlanm bellemiştim.'Annem beri doğmadan on brş sene evvel kardeşinin kızı olan Nakiye hanımın büyük istidatlarını sezmiş Onu ked­ ilisine evlât yapmıştı. O da bizim kadar kıymetli idi. Ablamlzdı. Onun için bütün çocukluğum yanında geçti. Nakiye Hanım annemi annesinden çok severdi, •bilgilerini halasına medyun olduğunu her yaıuaıı sa­

mimiyetle söylerdi.

Genç kızın sade kütüphanesinde eski _ ve yeni müellif, şair ve ediplerimizin eserleri İliç biri eksik olmamak şartile mevcuttu; bunları dikkatle okur, tek­ rar okur, yeni çikan eserleri hiç ihmal etmezdi, Bu kadars edebiyatla > meşgul olmasına rağmen kat’iyyen ıparazi, şair taslağı, ölgün ve solgun benzli bir kız <leğildi. Kardeşimle bana edebiyat mevzulara verir ve

•onları tashih ederdi.

Nakiye Hanını bana çok,çatardı...Üzerimizde bü­ y ü k hüküm ve nüfuzu vardı. Ben haylaz bi.r

çocuk-' ' » ? ~

(17)

tu m. Hıtsusî muallimlerimi ihmal eder ve ekseriyetle erkek çocuklardan arkadaşlarımla erkek uyunları oy­ namaktan zevk alırdım. Genç dayızadem beni epice hırpalardı. Yavaş yavaş onu taklit etmeğe başladıktan sonra çok derin bir şif katle bana rehberliğe başladı, sırasile bütün eski ve yeni eserleri verdi ve kendi müşahe.û altında ukuttu. Ukuduğümuz eserler ,hak­ kında beraber münakaşalar yapmağa alıştırdı.

Nakiye Hanım hakkında intihalarımı yazarken onun münevver ve samimî arkadaşlarım da yad ede­ ceğim. Kıbrıslı hefideleri Azize (*) Refika ve Feride hanımlar. Ben bu günkü asri tıirk kadın hayatını o- tuz sene evvel bu münevver tûrk kadınlarının kendi tesis ettikleri hvsusî hayatlarında gördüm. Bu genç ve faziletli tıirk hanımları bir araya geldikleri zauıan en ciddî ve İçtimaî mes’eleleri konuşurlar, günün si­ yasetini tenkit ederler ve pek salahiyetli bir lisanla müstakbel hayatımız hakkında mülâhazalarını söylerler­ di. Akranları olan genç erkeklerle ciddî münakaşalara girişirler, bazandans ederler. Garp edebiyatını mevzu bahs ederler, en şık AvrupalI kadınlar kadar eyi giyi­ nirler. Fakat bütün günlerini moda, aşk ve danstan bahsederek geçirmezlerdi. Kıbrıslı Aziz hanını efen­ dinin tatlı ve vukuflu miisahebeleri, hemşiresi Refika hanım efendinin bir erkek gibi dürüst ve dik fikir­ leri, müstesna tavurları hatırımdan silinmez intiha­

lardandır. I

(*) Kıbrıslı Zade Aziz .Hanım Efendi ilk defa Avrağada. Beynelmilel Kadın Kongresinde Tiirk kadınlığım muvaffaki­

(18)

19

* A

• i,

Müsahebelerinin, münakaşalarının en mühüm ana lıattı o zamanki kadınlığımızın mahrumiyyeti, aciz ve cehaleti idi. Ben kadınlığın mefkiıresini onlardan öğrendim ve bilâhara fiil haline getirdiğim kadınlığa ait teşebbüslerin temelini, onların fikir nüveleri takviye etmiştir. Edııcatjon - terbiyenin basma kalıp kitaplardan değil bizzat canlı numunelerden, fi’lî ter­ biye vasatlarından alındığına bir misal daha işte..

Benzerleri pek ender olan bu müstesna kadın tip­ lerinden gayri bütün türk kadınlığı ne idi ya rabbi?!. Güzel zengin ve kibar olan zümresi ancak (dilber, delaşııp, yosma) gibi tavsiflerle bazı şairlerin taltifle­ rine raazhar olmaktan başka hayatta hiç bir nasibi olmıyan bir acayip mahlûktu kadın o zaman.. İşken­ ceye, kahre, hakarete, baş eğmek kadının en belli başlı seciyesi idi; Giyiniş ve yaşayış tarzı bile bir zulüm ve işkenceden başka nasıl, tasvir edilebilir? Cahil, mühmel tufeyli bir mahlûkun ne manası ola­ bilirdi, işte eksik etek, kaşık düşmanı, sırtta, kan- bur, gibi meseller o zamanki kadınlığımızın beliğ tavsifleridir. Böyle âtıl, batıl, hurafe kaynağı hiç bir işe yaramaz bir zümre arasında otuz sene evvel ideal asrı bir şahsiyetle yaşamış olan bu hanım efendiler kadınlığımızın ebedî mefahirindendirler.

(19)

— 20

Kadınların ilk. ciddî faaliyetini* neredir gördüm?

Ancak sekiz yaşlarında idim. Annende bir gün esbak Sadrıazauı Rıfat Paşanın evine gittik. O gün Rıfat Paşanın, kerimeleri Nuhbe ve Güzide kanım efendilerin teşebbüslerde diğer hanımlar arasında gör­ düğüm faaliyeti de 'ıiç unutamam. Konağın bir oda­ sında, hanımlar ciddî , bir kıyafete girmişler, araların­ da bir cemiyet te’sis etmişler, çalışıyorlardı. Beyaz .kı­ sa bir alpak vestonla veznadarlık eden Paris sefiri Münir Paşanın haremi Cemile Hanım efendinin cid­ dî ve vakur tavrı bana ne munis, görünmüştü.

Yarım asır içinde Türk kadınlığı arasında bu - Hanımlar teşekkülü - İlk lıayrî faaliyet olarak kaydedilebilir. Fakat maatteessüf hanımlar . ciddî, de­ vamlı, muntazam bir tarzda çalışmanın imkânını bu­

lamıyorlardı. .

Böyle devamsız bir teşebbüsün mübrli’îrgene' dayı­ zade indir. Mahzun ve gamlı bir kış bayramının are- fesinde Nakiye Hanım düşünüyor düşünüyor. Çok derin bir şafakatle sevdiği, yetimleri düşünüyor, bay­ ramda kimsesiz, boynu bükük yavruları giydirmek gönüllerini almak istiyor, fakat Nakiye Hanımın

(20)

21

'cömert kesesi vere vere boşalmış, belki ancak üç ni­ hayet dört yetimi giildürebilecek o istiyorki bu kış bayramında bin çok çıplak yavrular giyinsin.. Ha­ d ım la ra mahsus gazetede yazıyor, çırpınıyor, hanım­ ları teşrik mesaiye davet ediyor. Ve bir gün beni yanına alarak Fatma Aliye hanım, efendiyi ziyarete gidiyoruz. Bu büyük münevver türk kadınına teşeb­ büsünden bahsedecek, ondan muzaharet isteyecek...

Fatma Aliye ismi, kalbimde lnışu’ uyandıran, ak­ ilimi ‘ hayret veren bir isim!.. Onu bütün gördüğüm ve bildiğim kadınlar gibi tasavvur ve tahayyül ede­ miyorum...1 Uzun saçlı, ipek fistanlı, ince sesli bir •kadın olarak düşünemiyorum. Yevmi gazetelerde yazı yazan, ' romanlar neşreden bir kadının! esatiri bir ■ıhahlûktaU' ne farki var!?. Rir faytonun içinde sallana sallana giderken içimde tarif edilmez hisler kıpırda­ nıyor. Fatma Aliye hanını nasıl konuşur, nasıl otu­ rur, sesinin ahengi bizimkine benzer mi acaba?

Nihayet Fatma Aliye Hanımefendi bizi karşılı­ yor, temiz, çok temiz bir odaya girip oturur oturmaz Fatma Aliye Hanım ev kadınlığından bahsediyor. Yeni silinmiş mermer taşları kızma sildirdiğini söy- liyor. - Alışsın diyor. Bir kadın her şey bilmelidir.- HayretL Kvin içinde belki on tane hizmetçi ve kal­ fa var.

Nakiye Hanımı takdir ve teşvik ediyor.. Genç dayızadem mes’ut.. Bayramlarda yetim çocuk giydir­ mek; lıayrlı bir iş olarak bir kaç seneler devam e- diyor, fakat yalnız bayramdan bayrama.. Mütefekkir

(21)

__ 22 _

ve münevver kadınlanmış, kadınlımın ihtiyaçlarını düşünmek daha İnsanî ve medenî yaşamanın çarelerini araştırmak için miintazam ve müşterek bir mesaî te­ sis edemiyorlardı. Otuz sene evvelki kadın zümreleri arasında bir insicam bir tesanüt imkânı yoktu. Ka­ dınlık; aralarında hiç bir münasebet, en basit bir hattı

vasıl olmıyan iki münteha idi. Çok münevver, hatta ye­ ni kadının fevkinde olan adedi onu geçmiyen mü­ tefekkir akalliyeti kalile, mütebaki ekseriyeti teşkil eden ealıil, mutaasıp, hurafaperest zümreye hâkim olamıyor, tesirini icra edemiyordu. Çünkü iki. raün- tehaııın arasında yürüyüp geçilecek çürük bir köprü bile yoktu. Sonra dizi dizi ananeler, köhne ve küflü telâkkiler, kafile, kafile taassup heyulaları, eciç bücüç fikirler kadınlığın önünde aşılmaz Çin setleri teşkil etmişti.

(22)

İstibdat kadını

Ancak dört peşli entarisinin uzun eteğini beline saracak kadar bir kabiliyyet gösteren dişiye kadın de nildiği bir devrede bir Fatma Aliye hanım, bir Nigâr Hanım, bir Makbule Leman, Kıbrıslı lıafideleri, bir Nakiye Hanım, irapta malıalli olmıyan Türk kadın­ lığı hakkında yüksek ve mütebellir bir gaye besle­ mez 1er di.

Muhitlerinin telkin ettiği elem ve istirap bu mü­ nevver zümrenin fiil ve eserlerinde hazin hazin ifa­ de ve terennüm edilmiştir; işte; naşat ve müteelim

Makbule Leman Hanımın içli şiirleri.. İşte Nigâr Hanımın solgun ve süzgün hayaller izinde hüsran dolu neşideleri.. İşte Leylâ hanımın derin derin in­ leyen ince nağmeleri; işte Mihrinnisa Hanımın kal­ bin en hurda nesiclerinden süzülmüş bir hissiyetin

melalini besteleyen ürpertici hıçkırıkları.. Rvet: « Sarı bir güldün ey adem çiçeği!

« Kıyamazdım sa verem demeği. * İshak! Ey yetimei şep!

« Sevda ile hüzün şendedir hep..

Mısraları bu güzide ve müstesna kadınlarımızın solgun ve mustarip ruhlarının acıklı bir ifadesi değil

(23)

midir? Gecelerin karanlık maverasına gizli gizli in­ lerken göz yaşlarını mahzun gönüllerine sindiren.-

evvel zamanki hassas kadın­ larımız ancak yetim ve ök­ süz sevindirmekten başka, >, ne yapabilecek imkânları vardı? O zamanlar «Mu- .İvadderat^ 'ismindeki roma­

nında hi.r. »Fadıla- tipi ya­ şatan Fatma Aliye hanımın göstermek istediği teceddüt hamlesi, kim bilir nasıl te­ lâkkiye. oğramıştı?.

Müsavatın hiç bir ma- Kıymetli şairemiz AbdüJIıatc. ?ı a s i y o k tu . K i m i n l e Mihrinnlsa Hanımefendi ve - ne ile müsavat?! Nisbî olarak münevver olan- tiirk erkekliği avam, havas zümrelerine ayrılmış biri diğerini ezmekle meşgul... Ortada hakim ve kahir kuvvet nadan ve cahillerin elinde--İli m mağlûp, ceh­ li galip.. Rütbe ve nişan şaşaalerile pırıldayan göğüs­ ledin ' üstünde taşman kafalar b.i3'ir turpundan, kelek ^karpuzdan daha kıymetsiz.. Fakat bu kıymetsiz kafa­

ların -tosları nice zekâ ıuefıbalarını tuzla buz ediyor. Münevver er bek zümresi kara bir kuvvetin esiri, ka­ dın ise esirin esiri.. Evvelâ esirin kurtuluşu lâzım,, esirin esiri için ne kanun var ne hak, ne viedanT Ancak eğri büğrü taamiillerle kullanılan bir sürü ace­ ze!. Sesleri cürüm, sözleri cürüm, hareketleri, cürüm, i kadın insan değil, anadan doğarken mücrüm bir

(24)

malı25

-«t ? ' "

- 4.

lük!. Fakat bu haksız telakki yalnız kadınlara mahsus değildi.-O zamanlar - erkeklerde birbirinden çok ayri» çok, yabancı iki zünıre halinde yaşıyordu milletin bir kısmı, * Havas»-unvanının balış ettiği kahir imti­ yazlarla gayri faniler gibi haşmet ve azametine taptı-

rıyor.Bir kıstın da avam, yaftasının zilleti altında iki büklüm inleyor ve ayaklar altında sürünüyordu.Bu zalim

idare tarzı, milleti haksız bir tasnifle havas ve- avam zümrelerine ayırırken yobaz softa zihniyetinin miitaaf- fin ve çürük dişli ağzından iğrenç bir. hüküm daha çıkıyordu. Bu kara ilâm millet arasında üçüncü bir taksim ve tasnif daha yapmıştı. - Havas - Avam - kadın.

Kadın sınıfı hakkı hayattan mahrum olan avam züm­ resinden de daha aşağı, dalıa aciz, bir zümrenin is­

mi idi. ■

'fü rk kadınının bu soluk ve silik çehresi uzak mazinin tarihinde yaşamış parlak ve kudretli tiirk kadın simasile ■ bugünün - canlı ve iradeli tiirk kadının arasına asıl­

mış hüzün, istirap ve fama ifade eden bir tasvirdir. Münevver erkek, münevver kadın, bir aziz gaye uğrunda çırpmıyor, cosıyor: Kurtuluş! Milletin» vatanperverlerin halâ,sı!..

Harbiye mektebinden henüz çıkmış genç mülâ­ zım dayı zadelerim de hafca başlanuda bizim evde top­ lanırlardı.. -Fakat Nakiye Hanım bu genç zabitlerin de nıüşevviki.. „Gençler coşarlar, gizli kitaplar, meçimi gazeteler elden çle dolaşır.. Fakat bu kitap ve gaze­ telerin isimlerini; çocuk gevezeliğinden korkarak .ba­ na söylemezlerdi.. Bendeki tecessüs müthiş!.

(25)

Kulakla-26

m m dört açar dinlerini. Gene bir türlü isimlerini öğ­ renmek mümkün olmazdı. O kadar infial duyar öy­ le hiddetlenirdim ki onlara - Züppeler; diye hay­ kıracağım gelirdi... Kendi kendime başımı «allıyarak;- lıele bir kere sizin yaşınıza geleyim bak ben neler-

yapacağım.. Bu sizin yaptığınız da büyük bir şev mi - .sanki — diye içli içli kendimi tesliye ederim. En sonra

Namık Kemalin Vatan ve Silisira marşını bağıra bağıra söylemeğe başladıkları zaman babam endişe ve korku, içinde ayağa kalkar, susun çocuklar başımı be- lâye ıuı sokacaksınız?!. Diye kafesleri tarassut eder, Annem sevinç göz yaşlarile gençleri alkışlar, ihtiyar süt nine ayetülkürsi suresini okur okur etrafa üflerdi.

Bütün coşkunluklar, bu kafeslerden taşmııyan ci­ daller, istibdade isyan eden gençlerin ruhlarından sı­ cak sıcak taşan gene kaynar kaynar başlarına yağan

dalgalar hep milletin istibdat ve. zulüm buyundur- .gundan kurtulmak için yaptığı hareketlerdi. Fakat millet arasında kadının mevkii yoktu. Türk kadını bu vaziyet karştsıuda, müdrik ve şuurlu olmadığı

için duacı bile .kalanlıyordu.

Bu elîıu kadın yokluğu içinde bir iki müstesna kadın, zamanın tazyik çenberini aşarak, istilılûs uğ­ runda gizli bir teşekkül halinde çalışan Jön Türklere filen yardım edecek kadar büyük bir cesareti mede­ niye göstermiştir. Bu meyanda Manyasi zade Refik

Beyin haremi Miıveddet v e . Cevdet Paşa kerimesi Emıine .Semiye hanını efendileri hürmetle vad et­ mek lâzım gelir.

(26)

T ürk kadını, bilhassa şehirlerde çok bedbahttı. Köy kadını hemen bu gün. ne ise dün de o idi.

Erkek ile beraber çalışır beraber çırpınırdı; eskiden beri o şahsiyetine sahiptir,

İstibdadın en müthiş kahırlarını yüklenmiş olan ' bilhassa şehir kadını idi. Okumak ayıp, gezmek ayıp / Yüzünü göstermek künah.. Hızla gülmek mekruh.. Kafes ve divarlar arsında mahbus, Cennet kocasının ayağının altında, cehennem ' kapıları kayinpederinin bir işaretine muntazir.. Hele taşralarda bu esaret, gü­ lünç sahneler yaratacak kadar koyulaşmıştı. Çorumda | yeni bulunduğum sıralarda beldenin âdeti vecihle yirmi \ otuz hanım birlikte - Safa geldin- makamında ziyaretime geliyorlardı.Tabiî hepsinin ayri ayri hatırlarını almak istiyordum. Bazı genç hanımlara ettiğim hitaplar dai­ ma cevapsız kalıyordu. Tabiî bu hal merakımı celp etti. Bunların hepsi birden dilsiz olamazlardı yal. Son­ ra öğrendim ki yeni gelinlere lakırdı söylemek ya­ sakmış! Hatta genç gelin hanımlar çoluk çocuk sahi­ bi olduktan sonra bile kayin pederlerinin, kayinbi- raderlerinin yanında lakırdı söylemek şöyle dursun , yaşmak tabir ettikleri pullu başörtüler ile sıkı, sıkı

yüzlerini kapamaları bir hürmet eseri imiş.

Otuz senelik gelinlerinin henüz seslerini işitme­ miş ihtiyar kayinpederler çoktu. Bu on sene evvel­ ki âdetleri acaba şimdi değişmiş midir? Tetkik etmek için bir fırsat bulamadım.

Kadınlık âleminde daha neler de neler!.. Haddi varsa kıpırdasın.. Haddi varsa nefes alsın.. Böyle bir

(27)

mahlûkun hakkım istemek hatırına gelebilir mi? Küslen yediği var mı onun?! Kski bir fransız' mııhar- 'riri bile — Dayaksız' kadın zabtedilemez diyor —

Hay canına rahmet!.. Fransız 'edibinin ııasihatına ne hacet?,. Camilerde, mescitlerde gürül, giiriıl vaz eden ulema1 kâfi değil mi?, Saçının telini gösteren bir İla­ hımın nasıl müthiş bir. ukubete uğrayacağını, cehen­ nem alevlerinin birer azgın ejdarha gibi boyunlarda dolanacağını, erkeğini elile -evlendiren bir. eksik ete­ ğin -cenneti âlâda firdevs köşküne kurulacağını nasıl ballandıra ballandıra anlatırlardı.

Kocasının elinden boş! nmşraba alırken dikkatli, dikkatli erkeğinin yüzüne bakarak merhamet dilenen zavallı kadınlarımızın mukadderatı ne çürük bağlarla hayata bağlı idi.

Nefsine ağır da gelse kadın haddi varsa bıı teh­ ditlere bel bağlamasın hayatını kurtarmak için atıla ve başarabileceği yegâne meslek süt nineliği geçe­ mezdi ki.. İktisadî vaziyette bu kadar münfail olan bir insan esir olamaz da ne olabilirdi?.

Manen ve maddeten esir olmasına rağmen tıırk kadınları içinde haşmetlıı hanım efendiler burnundan kıl kopartmiyan azemetlü kadın efendiler de vardı. Bu haşmetpenah banım- efendilerin çoğu Kafkasya dağlarından çiplâk gelmiş ve güzelliği devletlü bir paşanın gözüne hoş göründükten sonra o makama çıkmış bir takım manasız kadınlardır. Paşanın gaza­ bı veya diğer bir dişiye meyli onu bir lahzada tali tından indirip kâhya kadın; menzilesinden ' daha aşa­ ğıya atacak kadar hâkim ve kahhar olabilirdi.

(28)

29

Güzelliklerinin îesünile devletlilerin gözüne gir­ dikten sonra siyası, hayat muzda rol oynamış, zeki kalınlar saltanatı okuyoruz. Fakat hiç birinin elleri-: ne geçen fırsattan istifade ederek zekâlarını memleket namına haydi bir iş için istimal eden tek kadın Si­ ması yoktur. Çerkeş dilberlerile ekserisi mühtedi olan hıı kadınlar, millet için fesat, zulüm, israf ve cinayet kaynağı olduktan sonra gene bir gün matuh .devlet­ lilerin gözünden ae gönlünden düştükten sonra salta­ nat ve gurur tahtlarından düşmüş, loş ve mağmum saray ve konak dilılizlerinin müntelıasında gizlenmiş yaldız dekorlu bir odanın metruk mahbusları olarak hayatları kötü bir ihtiras içinde çırpına çırpına niha­ yet bul muştur. •

İstibdat devrinde nasıl olmuştu da kadının mual­ lim olmasına müsaade edilebilmişti?! Hatta Fıtnet hanım isminde bir eski'muallim hanımımızın çok muktedir ve çok' eyi muallim olduğunu annemden işitirim.

. , Ben on,' on bir yaşlarında iken Darülmüallimata yazılmağı istemiştim. O zamana kadar hususî mual­ limimiz hukuk mezunlarından Ziver Beyden ders alıyordum. Darülnmallimatın dördüncü sınfma kabul edildim. Çünkü ulumudiniyyeden zayıf idim bizim muallimimiz daha asri tedrisatı tercih etmişti. Deva­ ma başladığım ilk günden itibaren mektep hakkın- daki tasavvurumda müthiş bir sukutu hayal a uğra­ dım. Dariilınnallimatta o zaman beş on tane muallim lıanım vardı. Sınıflar ve mektep baştan başa hercü

(29)

30

merç içinde idi. Tin basit bir terbiye usulü bile yok­ tu. Hatta boyuma bosuma bakmadan muallim hanım­ ları ikaza eiir’et bile ediyordum. Onlar ise muhallebi ve sütlâç kâseleri ellerinde birbirlerile şakalaşmak­ tan başka bir şey düşün emiyorlardı. Hocalığa karşı iştiyakım o zaman başladı. Smflara girenlerden çı­ kanlardan kimsenin haberi yoktu. Ben de sınıftan kaçar ücöncü ve ikinci smflarda kürsiye çıkıp hoca­ lık taslamaktan fevkelâde mütelezziz olurdum. Kvve- lâ çocuklara stnfı temizlettirir, intizama sokar ve der­ se başlarken zil de çalardı. Muallime hanımlar benim şu» yardımımdan memnun bile olurlardı. Fakat mek­ tep o kadar inzibat ve intizamsızdı ki altı aydan faz­ la devam edemedim. Gene evde 7Âver Beyden ders almağa başladım.

Mektep muallimliği, kadınlarımızın en eski mes­ lekidir, eyi kötü mesaî hayatına hocalık mesleki ile girdiğimiz; için bu mukaddes mesleki derin bir aşk­ la severim.

. İstibdadın bakiyesine ait kadın baklandaki inti­ halarım hemen, hemen bu yazdıklarımdan ibarettir.

(30)

:'••• .. . . . .

3!

%

|

Moşnıtiyct kadını

Geceler gündüz oldu. Dideler rüşen oldu... Haki­ katen meşrutiyetin ildnile beraber kadınlarımız ka­ ranlıktan kurtulur gibi oldular, peçeler incelendi, bir az dünya ışığına kavuştular, fakat kafesler baki.. Şu­ rada burada harem hayatı ilga edilmeğe başlandı ise de Çarşafların darlığı peçelerin inceliği hakkında müftü fetvaları da eksik değil.. Kanunda, İçtimaî hak­ larda mevkiimiz ayni, fakat siyasî işlere bile bilvası­ ta karışan kadınlarımız da mevcut.. Mesela_Halide Edip hanıma diplomat ricalimiz fevkelâde hürmetkar bir gece Tevfik Fikretin tarihi kadimini, sisini, rfı- cüünü ukuduktan sonra Seviye talib’i vecd içinde ıı- kuduk. İhtiyarlı gençli bütün dinleyenler hayran!.. Kudretli bir edibe.. Benim de içimde yazmak aşkı var. Ben de bir kalem tecrübesi yapmak istiyorvnı. Ortaya bir Şebabı tebah çıkarıyorum.

Fakat bu eserim Seviye talibin yanında deve­ de ' kulak kabilinden bir şey.. Halide Edip hanımın eserleri taaddüt ediyor.. Hepsi birbirinden neiîs.. Ben de yevmi gazetelere yazıyorum İlk makalem çıktı '- zaman dünyada hissetiğim sevinçlerin en büyüğünü kalbime sığdırmağa çalıştım.. Yevmi bir gazete

(31)

de ciddî hir makale.. Hem de sükse yaptın bir yazı; bir kat,' hafta muhtelif gazetelerde bahsedilen ve cevap verilen bir makale.. Düşünün bu rıe büyük bir

muvaffakiyet benim için!. Makalenin mevzuu : AVRUPAYA TALRRR İZAMI

Medenî bir cesaret gibi telâkki edilen bu maka­ leye Sebilûrreşat’ta tımtiraklı küfürlerle dolu bir ce­ vap.. Reni kadın hukuku ile alâkadar eden bu bir il •: mevzu olduğu için hâlâ makalenin ismini bile unutmadım.

Kdebî kadın isitidatları meşrutiyetin ikaz zarbe- sinden sonra birer birer meydana çıkmağa başlıyordu. Şuküte Nihal hanım, Halide Nusret hanımın mec­ mualarda çıkan ilk şiirleri vaikâr görünüyordu.

■ Ren daha ziyade İçtimaî mevzular üzerine düşün­ meği tercih ediyordum.

Çocukken tanıdığım münevver ve mütefekkir ha­ nı uılardau pek çok hayırlı işler beklenebilecek olan bu inkişaf baş'angıcında ses ve sedalarını işitmeği çok bekledim. Nedense hiç bir ses çıkaran- olmadı kendi •klişelerinde, kendi hususî hayatlarında sessis ve seda­ sız kalmağı tercih etmelerinde her halde değişen si­ yasetin mühûm bir tesiri vardı;, Kimsenin siyasî ka­ naat ve şahsı düşüncesine müdalıele etmeği doğru bul madiğim, halde- siyasî ve hususî kanaatlerin kadın­ cığın müşterek 1 gayesinde müessir olamamasını- ve ■pnînevver kadınların ki kay t kalmamalarını, çok -temen­

n i et 1 erdinu. Senelerce asude ve -müreffeh bir hayatın ■onlara temin ettiği tahsil , ve terbiye, .hafi,., ve

(32)

müdda-33

har bir istida halinde kalmamalı idi. Bu hayatiyet ■zamanın müsait zeminlerinde kadınlığımıza nuifit •olarak semereler vermeli idi.

Meşrutiyetin İlk iki senesi kadın; hayatında hayli inkişafla ilerledi. Artık kadınlarımız medeniyete yak­ laşan kıyafetlerle, bazı koca ninelerin baston tehdit­ lerine rağmen serbestçe dolaşabiliyorlar, erkeklerile be­ raber umumî bahçelere ve tiyatrolara girebiliyorlardı. Dar çarşaf ince beçelerle dolaştığımız zamanlar hacı ninelerin ve hanım teyzelerin hakaretlerine sık ■sık hedef oluyorduk, hatta bunların arasında şık çar­ şafların kısa pelerinlerine balgamla tüküren yaşlı baş­ lı erkekler de eksik değildi. Hele söz atmak sokak •ortasında el şakalarına bile eiir’et edenler, genç ha- nımlart yalnız sokana çıkmaktan korkutacak kadar çoktu. Bu çok çirkin halleri hemen nazarı itibara ala­ rak sıkı bir inzibat tesis eden merhum Cemal Paşa, kadın hürriyetine karşı kıymetli bir nezaket eseri göstermiş oldu.

Bu vak’alardan birini çok tuhaf olduğu için hikâ­ ye eedecegim.

Bir gün bir akrabamı ziyaret maksadile Üskııda- ra geçmiştik. Yanımda ayni tarzda giyinmiş bir genç hanını daha vardı. Tabiî peçeler ince, ve çarşafların •etekleri o zamanki modaya göre adım atmakta müş­ külât çekecek kadar dardı. Vapur yanaştı, bizde mev­ kiden çıkarak yavaş yavaş vapura doğru yollandık, fakat iskelenin, üstünde yeldirmeli ihtiyar bir hanım bize çattı, hiddetli tehditler ve küfürler savurdu.

Tav-3

(33)

34

rı ve bakışları pek yaman olacaktı ki onunla beraber vapura girmekten çekindik. Vapura girersek acaba

dayak yer miyiz! ^ ; /

Biz bu tereddüt içinde iken küçük Üsküdar va­ purunun güvertesinde bir kaynaşma oldu. Bize çatan şişman ihtiyar nine vapurdan iskeleye doğru sarkmış lıabire etrafına toplananlara bizi göstererek kızıştırıp- duruyor:

— Allahım seven şunlara tükürsün.. Kvvelâ kendisi ön aj^ak oluyor: — Tu..tu..tu..

Vapur iskeleden kalkmış. Biz gülmekle ağlamak arasında şaşkın şaşkın iskelede kalakalnıiştık.. Vapur epiee uzaklaştığı halde tükürük selâmı bir gulgııle halinde devam ediyor gidiyordu:

-- Tu tu ’tu tun

Biz yazı imzan kadınlar henüz birbirimizi tanı­ mamıştık.

Meşrutiyetin ikinci senesi haricî hayata atılmak bir erkek gibi çalışmak için içimde günden güne ziyade­ leşen bir emel canlanmağa başladı. Yeni ve ilk bir kız idadisinin tesis edileceğini duyar duymaz ulumu tabiîye dersleri için müsabaka imtihanına girmeği Maarif Nezaretine teklif ettim. Gazetelerde de yazı yazmakta devam ettiğim cihetle ismim hayli tanınmış­ tı;.- Maarif Nazareti imtihıı teklifimi kabul etti. O esnade gene yeni teessüs eden ittihat ve ta ra k k i, kız sanayi mektebine beni müdür tayin ettiler.. Bir ay sonra maariften imtihana davet edildim. Mer-, ,

(34)

hum Sami, müsteşar Sait B.ef. ve daha iki zatın mü­ meyyizliği ile imtihan verdim. Bıı iki muhterem sima beni çok taltif ve teşvik ettiler. İmtihanın muvaffa­ kiyetini bu iki salâhiyettar şahsiyetten işitmek kuv­ vet maneviyemi takviye etti. Kız idadisine ıılumuta- biiye muallimi tayin edildikten sonra ayni mektepte muallim olan Halide Edip ve muallim Nakiye ha­ nımlarla tanıştık. Şüküfe Nihal hanımla «o da bir mektepte müdür bulunduğu cihetle» meslekdaşlık do­ lay ısil e görüştük.

Halide Kdip hanım ateşin bir turancı ve kuvvet­ li bir idealist idi. Kadının bilâ kayt ve şart erkekle ayni seviyyede çalışmasını iddia ediyordu. Bu fikir o zaman için tatbik imkân i plmıyan müfrit bir iddia idi.

Şüküfe Nihal hanım şair ruhile kâh kadının, evinde nazlı, nazenin, ipekler

tüller içinde yıpranmamasını diler, kâh kadının erkekle müsavi olamadığı ve zuliini- dide olduğu için sızlanırdı.

Şüküfe Nihal hanım efen­ dinin çok hassas ve güzel şiirleri Halide Nusret Hanım efendinin sevimli romanları Halide Edibin çok ince çok .değerli yazılarile emsalsiz ro­

manları T ürk kadınlığının ŞÜKÜJE NİHAL Hanım efendi

büyük istidadın kıymettar mücevherler gibi ortaya çıkarmıştı.

Muallim Nakiye hanım efendi ise kadınlık

(35)

na şahsî bir davada musir olmaktan ziyade mümtaz bir idareci kadın olarak temayüz etmitşİ. Ben ise henüz kadının hususî vasıflarını tekâmül ettirmesini her yer­ de, her işte kadının erkekle omuz ölçmek sırası henüz gelmediğini, fakat İçtimaî ihtiyaçların belir­ diği yerlerde İliç düşünmeden en yeni fikirlerin he­ men fiil haline getirilmesini temenni edenlerdenim.

Meşrutiyet ikinci yaşma girdiği halde biz kadın­ lar henüz kül halinde çalışmak fırsatım hazır kıya­ mamıştık.

Fakat bu intizar uzun sürmedi.. Halide hanım «Taalii \ risvan Kulübü- namile bir cemiyet tesis ederek hepimizi etrafına davet etti. Kadın hayatında hu, yep yeni bir safha idi. Bu kadın cemiyeti bir çok iş yapmaktan ziyade hanımlar arasında İçtimaî bir hayat tesisine matuftu.

Güzel ve kibar bir salonda birleşen zamanın en şık ve monden hanımları Amerikan usulü sindire sin- • *

dire çay sohbetleri yaparlar, samileri mahdut küçük musahabe ve konferanslar tertip ederler, daha bazı te­ şebbüsler etrafında çok yorulmadan' çalışırlardı. İttihat ve tara'kki mektebimn müdürü, kız idadisile darülmu- alli matta muallim olduğum için her içtimai arında bulunmak imkânım bulamamıştım.

Ta’aliî nisvan kulübünün en hayırlı eserlerinden biri. Sabiha hanımı J/mdraya tahsile göndermesidir.' Sabiha hanını Londradan değerli bir kadın olarak av­ det etmiştir. Bu gün mekteplerimizde çalışan bir mu­ allimedir. ,.

(36)

Ben de bu esnada Donanma cemiyetinin İstanbul kadınlar şubesini tesis ederek müdürü bulunduğum mektep te Donanma cemiyetine mülhak bir mesaî dairesi açmış ve var kuvvetimle çalışıyordum.

Her şeyden ziyade müdürü bulunduğum İttihat ve terakki kız sanayi mektebinin inkişafına faaliyetimi temerküz ettirmiştim. Bu mektep o zaman için çok teceddütle ortaya çıkmış bir irfan müessesesi idi. Asrî bir teşkilât içinde pek mesııdane çalışabiliyordum. Programına spor, musiki gibi yepyeni dersler ilâve edilmişti. Bahusus İngilizce, almanca ve fransızca ted­ ris eden İlk kız mektebi irfi.

Bu mektepten bir kaç ay sonra teessüs eden kız idadisi seçme, bir heyeti talimiyeye malik olmuştu. Nakiye Hanım ilk defa, kadın müdür olarak tayin edilmiş Halide H. tarih, ben ulumu tabiiye Müfide Hanımda ilk ressam kadın olarak resim dersini ka­ bul etmişti. Hepimiz tatli ve ümitli bir gayretle elele vermiştik. T ürk kızlarının ecnebi kızlarından farksız yetişmesi bizim için en kıymetü bir mefkure idi. Deruhte ettiğimiz dersler için düşündüğümüz o zaman için hayal fakat bu gün hakikat olan emellerin arka­ sında nasıl iştiyakla koştuğumuza bir niımune olarak dersime ait maarif nezaretine vermiş olduğum raporu bir hatıra olmak üzere neşretmek isteyorum.

RAPORUN SURETİ

Biz şimdi, bir inkılâbi İçtimaînin henüz ilk kade­ m esinde buîunıyoruz. mümkün m ertebe hali hazırı İslah, fakat âtiyi temin ile m ükellef bulunduğu bir z.amanda, itasına m ed’u olduğu, vaz.ayiften kadınla­ ra ait olanını eyice tayin v e tahdit etm ek iktiza eder

(37)

38

A rtık müdafaasına ihtiyaç kaîmıyan hakikatlerden- clir ki bu m em leketin eınrii ıslâh ve teceddüdünde kadınlarımızdan matlup olan şey; onların bu m em ­

lekete m anen, m addeten dinç ve gürbüz faal ve müteşebbis bir unsuru kıymettar ibda edebilecek eyl bir valide, cem iyetin rüknü esasisi olan hayat ailevî hüsnü idareye kabiliyetli eyi bir ev hanımı ve zev ce olmalarından ibarettir. Şu ufacık m ukaddim e­ yi serd etm ekteki maksadım: Bütün hayati talimi- yem de m em leketin şiddetle miihtaç bulunduğu bu gaye i m es’udeyi istihsala, saî bulunduğumu arz et­ mektir.

Kızlarımızın talim ve terbiyesinde; onlardan bek­ lenilen hizm etle mütenasip esaslı bir porogramm kabulu ne kadar mecburî ise, o programa ithal o- lunan derslerin her birine ait hususî programların da bu esasa tevafık ve tetabık etm esini tahtıelzem i-

yette görürüm.

işte her şeyden evvel bu esas üzerine tertip ve tanzim ettiğim porogramm hututu esasiyesini ber- vechiâti arzediyorıım:

Fünunii tabiîyenin, (hifzısıhha, talim v e terbiyei etfal, idarei beytiye) gibi şuubati uluma; samimî bir surette temas ve taallûk eden mebabisi mümkün oldu­ ğu kadar müfassalan tedris ve takrir eylem ek fik­ rindeyim. Bizde kadınlarımızın bir çok batıl v e sa- hif akidelere esir olduklarını nazari itibara alarak saikai cehaletle husul bulan ve manii feyz ve teced ­ düdümüz olan bu hirafate kökünden izale veya ıslâh ed ecek fikir, tenevvür ve hakikati verm ekteki kuv­ veti tabiîyenin ifa ettiğim iz hizmeti hiç bir zaman * nazarı dikkattan dur tutmıyaeağım. D erecei salisede kalm ak üzere fünunü tabiîyenin, hayati am eliye, tat- bikıyye ve sinaiyyenin hem en her noktasına temas

(38)

39

etlen cihetlerinden en lâzım v e müfit olanları hak­ kında bir fikir mücm el verm ekte porograma dahildir. M übeyyen ve vazih bir m aksat ve gayeye göre tanzim edilmiş bir programın tatbikmda takip edi - m esi lâzım gelen usul (Usulü tedris) hakkm dada mü- talaai acizanem i muhtasaran arzetm ek isterim:

Bu hususta - Psycholojie m oderne - üzerine mü­ esses am elî ve teçrübîbir usulü tedrisin bizdede ka­ bulü v e hem en tatbiki icap eder.

Batinler ve Anglo - Saksonlar’m arasındaki farkı azim ; bu usulün fevail ve muhassenatini pek râna bir surette isbat ve irae etm ektedir.

Hayatta daima galip ve daima m uvaffak olan A nglo-Sakson ırkının esbabı tefevvükunü m ektep le­ rinde tatbik olunan usulü am eliye ile izah ve hülâsa edebiliriz.

(Savoir par coeur n’est pas savoir) hakikat psi- kolojiyesi usulü tedriste takip etm ek em elind e oldu­ ğum eski fakat kıymettar bir düsturdur. Vukuf v e m alûm atı beşeriyenin m enşeî hakikîsi olan vakayi v e hadisatı; çocukların seviyelerd e m ütenasip bir tarzda ve bütün vuzuh ve safahatile irae etm ekten m akul v e fennî bir usul olamaz.

M üktesibatı ilmiye ve fenniyesini, hayatı am eli­ y e tatbik edebilecek kabiliyette yetiştirebileceğim iz evlâtlar; bu zavallı çorak ve atil m em leketim ize ha­ yat ve faaliyet verecek en kıym ettar bir unsuru te ­ ceddüt olacaktır. Hututu esasiyesini tersim edebildi­ ğim şu porogram v e usulü tedrisin bu sen e zarfında bütün şumul ve ihatasile tatbik edilm esi m aatteessüf pek te mümkün oîmıyacak.

V esaiti tedrisiyem izin henüz m evcut olan nok­ sanlarından mada ünas m ekteplerine elverişli te ’li- faturnızda hem en yoktur; diyebilirim. Bu yokluk içinde

(39)

Sati Beyin mebadii ulumu tabiîyesi, rüşcliye sınıfla­ rı için ihtiyacatı hazırayı tevafuk edebiliriz. Bu sene zarfında onları takip edeceğim.

*dadî ikinci sene için ise not yazdırmakta bu notlar, hayvanattan bilhassa teşrih ve fizyoloji m e- behisini bütün tefsiiâtile tasifi hayvanat mebahisini ise ancak bizimki umumî verebilecek derecede mü­ tehassis nabatat ve tabakattan ise herkes için lüzum ve faidesi inkâr olunamayan mrtîûmatı ibtidaîyei fenniye (Mations generai)i ihtiva edecektir

Bir de bu seneki derslerim, nim konferans mahi­ yetini haizdir. Çünkü elyevm idadî ikinci smfı teşkil eden talibat, ulun . tabiîyenin mebadisini m uayyen ve müntazam bir usul tahtında tederriıs etmek bah­

tiyarlığına nail olamamışlardır. Konferaslarım, bu noksanı telâfi ile takriratımı daha kabili hazım ve temessül bir halde anlaşılmasını teshil ve tem ine matuf olacaktır. ;

HAŞİYE:

Meselenin ehemmiyet ve ciddieytini takdir eden­ lerden olduğum için bu hususta tatkikatı vasıada bulunmaktayırr.

Avrupadan (Ingiltere, Almanya, Fransa) fınas mekteplerinin ve bilhassa ulumu tabiîyenin tarzi ted­ risine ait tafsilâti lâzımeyi havi programlarını celp

ettiriyorum. Önümüzdeki yaz müddeti tatiliyesinde bir seyahali tete'obüiyye icrasile tedkikamı badelik- mal Maarif Nezaretine bu hususta bir lâyihai mufas­ sala takdim edeceğim. Baki ihtiramatı faikamın k a - bulunu istirhama cüretyap oldum efendim.«

Arkadaşlarım hiç şüphesiz benden daha iyi çalı­ şıyorlardı.

(40)

ta-41

rakkı kız sanayi mektebi ecnebi mekteplerine hakin­ le rakabet edecek birer irfan müessisesi idiler.

Fakat bıı güzel ve sakin mesaî devam edemedi* siyasî bir hadise, bütün emekleri ve emelleri alt üst edecek kadar müellim oldu.İttihatçılar ümit edilmeyen bir zamanda sukut ederek İtilâf fırkası onun yerine geçti. Bu siyasî tahavviil bizim mektebi hayli sarsın­ tıya uğrattı. Kbeveynleri siyasî darbaya uğrıyan ço­ cuklar birdenbire mektebi bıraktılar, mııessis- ler birer tarafa çekildi, ortada yapa yalnız kaldım. Meydanda kalabilen bir bir kaç kişi beni zıfa sürük­ ledi.. Mektebin devam edemeyeceğini, hatta ısrar edersem tehlikeye maruz kalacağımı söylediler. Derin bir yasla iiç gün kadar mektebi kapatarak evde dü­ şündüm. H tr halde yapılacak, meydana çıkmış olan bu hayrli miıessiseyi kurtaracak çareler araştırıyordum. Bu esnada mektebin bir mıısevî kızına satılacağını haber alır almaz artık her türlü tehlikeyi göze alarak mektebe koştum. Gözüm kızışmıştı. Hiç bir şeyden korkulıyordum olanca kuvvetimle çalışmağa başladım. Mektepten ayrılan çocukların çoğuna birer mektup yazdım ve nıenıektebe çağırdım.

Ayni zamanda tanıdığım veya ismini ve iktidarını uzaktan bildiğim ne kadar çalışabilecek münevver Türk hanımı varsa hepsini mektebi kurtarmak için etrafıma davet ettim. Bn meyenda merhum Hamiyet hanını, Naciye Hurşit H.efendi gibi yeni bazı kıymetli dostlar kazandım. Mektebin muallim kadrosu bu lu- tufkâr ve milliyetperver hanını efendilerin can

(41)

ve-42

gönülden ioabetile vasi ve kıymettar bir lıey’eti tali- nıiyeye malik oldu. Hepsi kendi vukuflarına göre birer ders kabul ettiler..,. F skisinden daha muntazam, daha lıeraretli bir mesaiye rnazhar olan mektep inki­ şaf ve tekâmül yolunda devam etmeğe başledt. Azim

ve mefkurenin tatlı teşviki ile çalışmanın bu manevî zevki, para mukabili, kabul edilmiş bir vazifenin ifa­ sından-alman zevkle kabili kıyas değildir. Fakat bir tarafdan Balkan harbinin acı bir hezimete meyleden seyri, diğer taraftan dahilî siyasetin teşevvüşü gönül­ lerimizde kemirici birer endişe ve ıztırap halinde de­ rinleşip duruyordu. Bazan mektebin önüne.' bir sürü serseri toplanır, İttihat ve Terakki' levhası önünde mersiye ve fatiha okumak küstahlığına kadar işi azış- tırırlardı. Hatta İttihat ve Terakkinin koyu erkânına mensup olan bazı hanımlar bile mektebin levhasını indirmekliğim teklifinde bulunmuşlardı, fakat onların tesis hakkına hürmeti bir vazife .telâkki ettiğim için levhayı indirmek riyakârlığını bir türlü hazmedeme- miştim. Altı, yedi ay devanı eden bir karışıklıktan sonra İtilâf fırkası yuvarlandı ve İttihatçılar birer birer meydana çıktılar.

Jön Türk

gazetesinde intişar ■eden makalelerle İttihat ve Terakki merkezitıen aldı­

ğım takdir ve teşekkiirnameler sırf kendi mefkurem, uğruna yaptığım fedakârlığımın birer kadirşinaslık nişaneleri oldu.

Fakat Balkan, hezimeti ' kalplerimizde onulmaz yareler açarak harp nihayete erdi. İstanbıılun havasına «ezici, yürek yaralayıcı, millî izzeti nefsi kanatıcı bir

(42)

ıztırap örüldü. Balkan muhacirleri sefil ve perişan, hasta ve mehil, sokaklarda inildeyen yaralı ve sevgili askerimizin arasında feci bir manzara arz etti ü za­ man da tiirk kadını millî ‘ vazifesini pek ulvî bir hamiyet ve fedakârlıkla ifaya koştu. Memleketin en kibar, en mümtaz kadınları yaralı askerlere ellerile bakmak için hastanelerde hasta bakıçı oldular... Bu meyanda kıymetli infırnıterimiz Safiye Hüseyni..ha­ nını efendiyi en başta yad etmek borctımdur. Safiye Hüseyin H. diğer hemşireleri gibi yalnız şefkat hissi ile değil aynı zamanda hasta bakıcılık tahsilinin ver­ diği bir selahiyet ve vukufla yaralı askerlere şitap etmiş ilk Türk kadınıdır.

Bizim mektebin genç ve fedakâr kızları gözleri kalp­ lerinden taşan hakiki yaşlarla dolu, necip tûrk hissile yaralılarımızın ıztıraplarını teskin için her türlü feda­ kârlığa seve seve koşuştular. Yaralı asker hastanesi, haline getirilen Nuru Osmaniye İtihat Terakki kulü­ büne kız İtihat Terakki mektebi çarşaf, yorgan, ça~ maşir hazırlayan bir imalâthane haline geldi. Genç kızlarımız nöbetle hasta bakıcılığı yaptılar. Bunları hatırlarken hem o muztarip günlerin yadı hem de tiirk kadınının memleket aşkını düşünerek gözlerim yaşarıyor.

Balkan lıarbı daha bir çok güzide kadınlarımızın yüksek hüviyetlerini meydana çıkardı. Ömrünü Hilâli Alımere hasr etmiş olan Nezihe Veli hanım efendi, Sadiye, Beylâ ve Selıııa hanım efendilerin refakatile bütiin lıimetlerini Hilâlahmere vaki' etmişlerdi. Hilâli alınıerimizde kadın mesaisi çok kıymetli semereler vererek inkişaf ve tebarüz ediyordu.

(43)

44

Bu noktada biraz uzunca tevekkııf edeceğim: Hilâ- linhmer sözü Besim Ömer ismile beraber hatıra gelir. Yahut Besim Ömer deyince, Hilâlalımer hatırlanır. Ve bilhassa kadınlığa karşı beselediği derin şafkatile büyük vukufunu sevimli tavazuu altında gizliyerek hanımlarımızın kımetli. mesaîlerine rehberliğini esirge-miyeu aziz üstat ta mektebi tıbbiyenin son sınıfların­ dan itibaren gazetelerde yazdığı mütaaddit makaleler ve vermiş olduğu konferanslarla türk kadınının selâ­

met sıhhiyesini duşu hazakate alan Besim Ömer Paşa öm- s riinü eserleri ve fiilerile ka­

dınlığımızın sıhhî ve İçtimaî selâmet ve saadetine vakfetmiş bir üstadı muhteremdir. Ka­ dınlarımız Besim Ömer Paşaya

ilk erkek femenist ünvamnı mefharetle vermeği- bir şeref ve kadirşinaslık addet melidir.

Aziz fi stat Besim Ömer İşte üstadın ’mücevher cser-

P«ija Hazretleri len: Doğururken, Ferini izdi­

vaç, Çocuk - lcongrası, Hasta bakıcılığa dair, Hilâliah- mer konferansları, Kadın hastalıkları, Verem tehlikesi, Kısırlık gibi memleketin ve bilhassa kadının sıhhat ve sadetine matuf kitaplarının hangisi kadın ve ço­ cuktan bahsetmemiştir ?

Beşim Paşa yalnız eser neşretmekle kalmamış­ tır. Hilâliahmer kadınlar merkezi doğrudan doğru­ ya ustalın bir eseridir.

•Hilâliahmer nizamnamesinde yalnız ünas kısmı.kay- dile kadınlara pek basit bir mevki verilmişken Besim

(44)

45

Ömer Paşa kadının hiç olmazsa şafkat işlerinde erkek­ lerle müsavi addedilmesi lâzım g e le c e ğ i hakkında

mücadele etmiş ve bizzat kendi evinde Hilâlialmıer hanımlar merkezini tesis eylemiştir.

Balkan hezimetinden sonra kadınlımın kayde şayan bir hareketi de Darülfünun kon­ ferans salonunda aktedilen büyük mitingdir. Bu konferan: na ön ayak olarak ıniidafai hukuk cemiyeti, idi.

Emsalsiz göz tabibi Esat Paşa’ntn kadınlığımıza göster­ diği himmet ve rehberlikte büyük ve unutulmaz bir ha­ tıradır. Kendileri le müdafaai hukuk kadınlar şubesinde müşerref olmuştum. Mitingi

hazırlayanlar arasında bulunuyorlardı.

• Mitingde bir nutuk söylemek için beni de da­ vet etmişlerdi. Büyük konferans salonunun

süne çıkanlar ve beş bine • yaklaşan hamın

lere hitap edenler arasında Fatma Aliye, Halide Edip muallim İslahiye, İhsan Raif Kellime hanım efendi­ ler vardı kimi bir şiir kimi birer hissi hitabe söyle­ diler. Hanımlar ağlaştılar bol bol iane verdiler.

Ben de iktisadi bir mevzu üzerinde uzun uzun konuştum. Sami hanımlardan yerli ıualı kullanacak­ larına dair yeminle vait aldım. Ertesi günü mitingin

Ömrünü HİIâHahıttere hasr etmiç olaıı nıuşefik ve nec/p hisli NEZİHH VELİ Hanım

Efendi

kûrsü-

(45)

sami-46 f ‘ , A ■• v > i' >■' y

<

S f e * 1 v*.V fiî" yV tĞ '.V 'V ¿g ...î ' ^ r f ■■•;■?■ ;■ Kıymetli profesörümüz

mûrettiplerinden bir tebrikname geldi. Bu: .Ünrmehatı salifemizİri ervahını şadeyleyenjfljhitobemz... diye baş­ layan aynı mevzu üzerinde^İstanbulufı muhtelif yer­ lerinde konferanslar vermemi teklif eden bir mektuptu. Ya­ kın zamana kadar evrakınım arasında ara sıra gözüme ili­ şen bu mektubu bulursam ay- ' nen bu hatıralarda neşredece­

ğim. Bu konferanslara, lstan- bulun muhtelif semtlerinde devam ederken fikrime doğan bir teşebbüs tohumu yavaş yavaş filizlenmece başlayordu. köz tabibi 1-.SA '• î'AŞA Uz. Mektebin halası için etrafıma

toplanan hanımlardan istifade etmek, muntazam bir cemiyet halinde çalışmak fır­ satı tamamile hazırdı. Üzerinde çalışacak mevzu ise alâkayı celp edüp duruyordu: Yerli malların hi­ mayesi, eski kadın san’at işlerini asrileştirip ih­ ya etnik... böyle hayri bir cemiyet teesisinin ihti­ yacı ise acı bir feryat halinde kalplerimize hitap edüp duruyordu. Balkan muhaceretinde babasız anasız ve yurtsuz kalmış yetim muhacir kızları... ihtiyaç, vazife, âza, hepsi tamam olunca mekanizme kolay kolay faa­ liyete geçti. Fil’lıakika vaki olan teklifim arkadaşla* rımca hüsnü kabule mazhar oldu ve hemen işe baş­ ladık. Artık Esirgeme Derneği meydana gelmişti.

(46)

Referanslar

Benzer Belgeler

Cenazesi 6.8.1993 günü (bugün) saat 11 .OO’de Mimar Sinan Üniversitesi’nde düzenlenecek törenden sonra Şişli Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip

j U [sam Zeynep Hotiç (Ataç), Akbank Bebek Sa­ nat Galerisi’ndeki kişisel sergisinde sulu boya tekniği ile ilginç doğa yorumlamalarını izleyiciye sunu-

69 yıl önce bugün, 1 Nisan 1921 gecesi, Türk ordusu İnönü önlerinde­ ki kanlı savaşı kazanarak düşmanı ka­ çırmayı başardı, ikinci İnönü Savaş ı'-

Bu ma­ kaleyi, Atatürk’e yapılmak istenen suikaste karışmakla zamanında maliye ve iktisat sahasındaki derin bilgisine de gölge düşürmüş olan eski maliye

Sait Faik, konuşulan dile daha çok önem verdiğinden, o günkü duru­ mu ile bile olsa yeni sözcüklere gene de fazlaca yer vermiş değildir.. Ama, dil devrimine aykırı

Gizli bir gururla konuşuyorlardı, çünkü Nazım Hikmet gibi milletlerarası bir şair yetiştirmenin gururunu açıkça belirtmek bugün Türkiyede hattâ Türkiye

Meclis'in azasından Musa Kazım Efendi'nin her ne kadar müdafaa vekili ve savcının beyanatın da kemal erbabından ve ilmiye ricalinden olmaları mümtaz vasıfları

Bunun nedeni, lise ve meslek lisesi öğrencileri diğer dinlerle ilgili bilgi ve değerlendirmeleri sadece DKAB dersinden öğrenirken, imam-hatip lisesi öğrencilerinin konuyla