• Sonuç bulunamadı

Amerika Birleşik Devletleri-Afganistan ilişkileri 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi-sonrası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Amerika Birleşik Devletleri-Afganistan ilişkileri 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi-sonrası"

Copied!
92
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ-AFGANİSTAN

İLİŞKİLERİ

11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI

ÖNCESİ-SONRASI

Abdul Karim SAFA

YÜKSEK LİSANS

TEZİ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Zerrin SAVAŞAN

(2)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Öğrencinin imzası (İmza) Ö ğr en ci ni

n Adı Soyadı: Abdul Karim SAFA Numarası: 144229001018

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler / Uluslararası İlişkiler Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

(3)

i

(4)

ii Önsöz

Bu tez çalışma döneminde, samimiyetiyle yardımlarını benden esirgemeyen, engin bilgi ve tecrübelerinden çokça faydalandığım, bilgilendirmeleriyle çalışmamı bilimsel temeller ışığında şekillendiren tez danışmanım sayın değerli Yrd. Doç. Dr. Zerrin SAVAŞAN’a sonsuz teşekkürlerimi saygıyla sunarım. Ayrıca çalışmam sırasında ve yüksek lisans eğitimim boyunca bana destek olan aileme, tüm hocalarıma ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Dedication

I owe my sincere and greatest gratitude to my supervisor Assist. Prof. Dr. Zerrin SAVAŞAN who did not hesitate to share scientific and constructive comments during writing my thesis. Besides that, I really thank my family, honorable academicians and my friends who stood by me during my graduate studies.

ABDUL KARİM SAFA 29/12/2017

(5)

iii T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Özet

Bu çalışmada, ABD-Afganistan ilişkileri, Ortadoğu’da ABD’nin etkisi, terörizme karşı mücadelesi, saldırıların sorumlusu doğrudan Afganistan olmamasına rağmen ABD ve müttefiklerinin Afganistan’a yaptığı operasyon ve operasyonun meşru müdafa mı? kuvvet kullanma mı? olduğu tartışması, ABD’nin bölgede varlığının nedenleri, ABD’nin demokratik değerler çerçevesinde yapılandırılmış bir devlet kurma konusundaki başarısı, Afganistan’ın jeopolitik konumu da göz önüne alınarak değerlendirilmektedir. İki ülke arasında zamanla değişen ve dönüşen ilişkiler bu çalışma kapsamında 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi ve sonrası dönemler esas alınarak incelenmektedir. Bu kapsamda, birinci bölümde 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi dönem; ikinci bölümde 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve etkileri; üçüncü bölümde ise 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası dönemdeki ilişkiler analiz edilmiştir.

Sonuç olarak ise, 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi ve sonrası dönemlerde ABD ile Afganistan ilişkilerinde dönemsel inişler ve çıkışlar olmasına rağmen; mevcut durumda ABD-Afganistan ilişkilerine bakıldığında, ABD’nin Afganistan’ın siyasi ve askeri hayatın devamını garanti eden stratejik bir dostu olduğu; ülkenin tüm kalkınma bütçesini de ABD’nin karşıladığı; son dönemde ABD’nin Afganistan’ın yeniden yapılanma sürecine olumlu katkıda bulunduğu ve aralarındaki stratejik ilişkinin

Ö ğr en ci ni n

Adı Soyadı: Abdul Karim SAFA Numarası: 144229001018

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler / Uluslararası İlişkiler Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Zerrin SAVAŞAN

(6)

iv

güçlenerek devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, yapılan çalışma ile elde edilen bulgular ışığında özellikle Afganistan-ABD ilişkileri ve teröre karşı yürütülen mücadeleyle ilgili bazı önerilerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: ABD, Afganistan, El-Kaide, Kuvvet Kullanma, Meşru Müdafaa Hakkı, Taliban, 11 Eylül 2001,

(7)

v T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Summary

In this study, the USA-Afghanistan relations, the influence of USA in Middle East, its struggle against terrorizm, the debate whether the military operations of USA and its allies in Afghanistan-despite Afghanistan is not responsible directly from the terrorist attacks- can be considered as self-defense or the use of force, the reasons of the presence of the USA in the region, the success of the USA in establishing a state structured with democratic values, are evaluated. The relations which have been changed and transformed over time are examined on the basis of the terms- pre-11 September 2001 and post-11 September 2001 In this respect, in the first chapter, the period before 11 September 2001; in the second chapter, 11 September 2001 terror attacks and their impacts; and in the third chapter, the relations after 11 September 2001 terror attacks are analyzed.

Finally, it is concluded that although there are ups and downs in the relations both before and after the 11 September attack; given the current situation in the relations between the USA-Afghanistan, the USA is a strategic partner guaranteeing Afghanistan to survive politically and militarily, paying the entire development budget of the country; contributing to Afghanistan’s reconstruction positively and the strategic relationship in between two states continues becoming stronger. Additionally,

Ö ğr en ci ni n

Adı Soyadı: Abdul Karim SAFA Numarası: 144229001018

Ana Bilim / Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler / Uluslararası İlişkiler Programı Tezli Yüksek Lisans X Doktora

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Zerrin SAVAŞAN

(8)

vi

through the findings found by this study, some suggestions are made particularly on Afghanistan-USA relations and ongoing fights against terrorism.

Keywords: Afghanistan, Al-Qaida, Self-Defense Right, Taliban, USA, Use of Force, 11 September 2001.

(9)

vii

İÇİNDEKİLER

Tez Kabul Formu ... i

Önsöz ... ii Özet ... iii Summary ... v Kısaltmalar ... ix Giriş ... 1 I.BÖLÜM 11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI ÖNCESİ DÖNEM 1.1. ABD’nin Ortadoğu Politikasının Kökenleri ... 4

1.1.1. Truman Doktrini ... 4

1.1.2. Eisenhower Doktrini ... 5

1.1.3. Kennedy Doktrini ... 6

1.1.4. Carter Doktrini ... 6

1.1.5. Reagan Doktrini ... 7

1.2. 1991-2001 Döneminde ABD’nin Ortadoğu Politikası ... 8

1.3. 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları Öncesi Afganistan ... 11

1.3.1. Sovyet İşgali ve Afganistan ... 11

1.3.2.Taliban Hareketinin Oluşumu-Gelişimi ... 13

1.3.3.Taliban Yönetimini Destekleyen Devletler ... 16

1.3.1.1. Pakistan ... 16

1.3.1.2. Suudi Arabistan- Birleşik Arap Emirlikleri ... 16

1.3.1.3. Türkmenistan ... 17

1.3.1.4. Amerika Birleşik Devletleri ... 17

II. BÖLÜM 11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI VE ETKİLERİ 2.1. 11 Eylül 2001 Terör Saldırılarının Meydana Gelişi ve Yansımaları ... 19

2.1.1. 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları Sonrası Dünya Liderlerinin Açıklamaları . 23 2.1.2. 11 Eylül 2001 Terör Saldırılarının Dünya Basınındaki Yankıları ... 27

2.2. 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları ile Değişen Amerikan Dış Politikası ... 31

2.2.1. Bush Doktrini ... 32

(10)

viii III. BÖLÜM

11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI SONRASI DÖNEM

3.1. Başkan George Bush Dönemi: ABD İle Afganistan Arasındaki İlişkiler ... 37

3.1.1. ABD’nin Afganistan Operasyonu ... 37

3.1.2. ABD’nin Afganistan Operasyonu: Kuvvet Kullanma mı? Meşru Müdafaa Hakkı mı? Tartışması ... 43

3.2. ABD’nin Operasyonu Sonrası Afganistan ... 50

3.2.1. Bonn Konferansı ... 50

3.2.2. Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvvetinin Oluşturulması ... 51

3.2.3. Tokyo Konferansı ... 53

3.2.4. Afganistan’ın İç Politika ve Güvenliğinde Yaşanan Gelişmeler ... 54

3.2.4.1. Güvenlik Etkisi ... 57

3.2.4.2. İmar ve Kalkınma Etkisi ... 58

3.2.4.3. İyi Yönetişimin Etkisi, İnsan Hakları ve Demokrasinin Sağlanması ... 58

3.3. ABD-Afganistan İlişkilerinde Son Dönem ... 59

3.3.1. Başkan Barack Obama Dönemi ... 59

3.3.1.1. Lizbon Antlaşması ve ABD İle Stratejik İşbirliği Antlaşması ... 60

3.3.1.2. ABD ile Afganistan Arasındaki Güvenlik Anlaşması ... 63

3.3.2. Başkan Donald J. Trump Dönemi ... 66

Sonuç ... 69

KAYNAKÇA ... 72

(11)

ix Kısaltmalar

ABD Amerika Birleşik Devletleri

BM Birleşmiş Milletler

NATO North Atlantic Treaty Organization

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Cumhuriyeti ISI Inter-Services Intelligence

CIA Central Intelligence Agency

UNIKOM United Nations Iraq–Kuwait Observation Mission FBI Federal Bureau of Investigation

MSNBC Microsoft Network ve National Broadcasting Company FDKC Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi

IMF International Monetary Fund, Uluslararası Borsalar Birliği DSP Demokratik Sol Parti

AKP Adalet ve Kalkınma Partisi CHP Cumhuriyet Halk Partisi TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

UGYK Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti

NAC North Atlantic Council, Kuzey Atlantik Konseyi BMGK Birleşmiş Milletler Güvenlik Kuvveti

CINCNORTH Müşterek Kuvvet Karargahı EUROCORPS Avrupa Kolordusu

ISAF International Security Assistance Force UNDP United Nations Development Programme INCB International Narcotics Control Boar

(12)

x

SHAPE Supreme Headquarters Allied Powers Europe PAS Parti Islam SeMalaysia, Malezya İslam Partisi

MHP Milliyetçi Hareket Partisi ANAP Anavatan Partisi

PNA Ön İhtiyaçlar Rapor BAE Birleşik Arap Emirlikleri

(13)

1 Giriş

11 Eylül terör olayları sonucunda dünyanın gündemi değişmiş ve dünya gündeminin merkezine terör oturmuştur. Globalleşen dünyada giderek artan ikili ve sürekli ilişkiler sonucu terör olayları farklı boyutlara ulaşmıştır. 11 Eylül 2001 günü dünyanın merkezine yapılan korkunç terör olayında Afganistan’da yaşayan ve bu terör olayının baş sorumlusu olarak görünen Usame Bin Ladin ve El Kaide ve benzeri terör örgütleri önem kazanmıştır. Bu olay sonuncunda binlerce sivil insan hayatını kaybetmiş, süper güç olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin bile terörü çok yakından hissedebileceği ve böylesi bir süper gücün bile bir terör olayında hiçbir şey yapamayabileceği anlaşılmıştır. Pentagon hükümeti, yaşanılan 11 Eylül terör olayının ardından olayın nedenini Ortadoğu’da görmüş; olayın sonuncunda ise doğrudan Afganistan’a operasyon düzenlemiştir. Böylece insan hakları, demokrasi ve yeni düzen sağlama gerekçeleri ile temellendirilmiş bölgeye demokrasi götürme ve bölgede terörizmi bitirme adına yapıldığı dillendirilen Büyük Ortadoğu Projesini başlatmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri operasyondan önce Afgan yetkilileriyle diyaloga geçmiş, terörist ilan edilen Usame Bin Ladin’in teslim edilmesini istemiştir. Taliban ise bu teklifi şiddetler reddetmiştir. Bu sebeple ABD hemen operasyon hazırlığına başlamış, 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan’a operasyonu başlatmıştır. 2 ay süren bu operasyon ABD’nin ve ABD’nin yanında bulunan ve yardım eden müttefik güçleri lehine sonuçlanmıştır. Yapılan operasyonlar sonucunda ülkenin geleceği ve yönetimi açısından Almanya’nın Bonn kentinde bir de konferans düzenlenmiştir. 25 Kasım - 5 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen bu konferansa türkiye’nin de dahil olduğu 12 gözlemci ülkeyle birlikte katılmıştır. Toplantıda bulunan ve Afganistan’da söz sahibi olan Peşevar grubu (Pakistan), Kuzey İttifakı, Kral Zahir Şahin’in grubu (Roma), Afgan mülteciler grubu ve ek olarak da Afganların farklı etnik adı altında bulunan Kıbrıs grubu da toplantıya iştirak etmişlerdir. Bu toplantıda hüküm sürülen anlaşmalar gereği ilk başkan olarak Hamid Karzai devlet başkanı olma statüsüne getirilmiştir. Sonuç olarak, yapılan bu konferansla birlikte Taliban ve hükümeti devri bitmiş, Hamid Karzai dönemi başlamış, böylece yeni şekillenen bir devlet modeli ve yeni bir oluşumun temelleri atılmıştır.

(14)

2 11 Eylül saldırıları sonrası dünyanın pek çok etkili ülkesi Afganistan’a uluslararası güvenliğin en önemli aktörlerinden biri olarak bakmaya başlamış ve bu ülkeler son on altı yılda Afganistan’ın siyasi, ekonomik ve güvenlik meselelerini yakından takip etmişlerdir. 11 Eylül sonrası Afganistan’nın başta ABD olmak üzere güç merkezleri ile olumlu etkişim içinde olması Afganistan siyaseti ve dış ilişkileri açısından önem kazanmasını sağlamıştır.

Afganistan’ın stratejik ortağı ve siyasal sistemini teşkil eden ABD de, Afganistan’ın iç ve dış siyasetinde en etkili ülkelerden biri olmaya devam etmiştir. Dolayısıyla ABD’nin Afganistan’la ilişkileri önem arz etmeye devam etmektedir. Çünkü dünyanın önemli siyasi, askeri ve ekonomik güçlerinden biri olan ABD Afganistan’da istikrar, güvenlik ve barışın koruyucusu olmuştur. Yıllık 4.5 milyar dolar vermek suretiyle askeri, güvenlik ve kalkınma projelerini destekleyerek Afganistan’ın siyasal sisteminin devamlılığının da teminatı sayılmaktadır.

Bu nedenlerle, uluslararası sistemin 11 Eylül 2001 öncesi ve sonrası dönemlerinde, değişen koşullar doğrultusunda ABD ve Afganistan ilişkilerinin incelenmesi de uluslararası ilişkiler bağlamında önemli konulardan biri haline gelmiştir. Bu bağlamada, böyle incelemede temel sorular şunlardır: ABD’nin Afganistan’a müdahalesinin nedeni nedir?; ABD’nin Afganistan ile olan ilişkilerinin önemi nedir?; Trump’ın Afganistan ve Güney Asya stratejisi terör ve radikal İslamcıların azalması için Afganistan bölgesinde ne kadar etkili olacaktır?

11 Eylül terör saldırısı ABD-Afganistan ilişkileri tarihinde en büyük değişikliği beraberinde getirmiştir. Bu değişikliği anlamak ve idrak etmek için Suriye, Yemen ve Libya’da cereyan eden hadiselere de bakılması gerekmektedir. Bu ülkeler- özellikle Suriye ve Libya- despot ve diktatör rejimlerden kurtulmak ve siyasi özgürlüklerine ulaşmak için yıllardır mücadele veren canları pahasına savaşıp kan döken ancak istedikleri sonuca ulaşamayan ülkeler görünümünde olmuşlardır. Ancak Afganistan’ın durumunda, 11 Eylül saldırılarının Afganların bu diktatör ve insanlara hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sözde İslam Şeriatını uygulamak isteyen Taliban rejimini Uluslararası Koalisyon güçlerinin desteğiyle iki ay bir süre zarfından ortadan kaldırması için bir kıvılcım olduğu görülmektedir.

Afganistan’da Taliban hâkimiyetinin sonlandırılması ve ortadan kaldırılması savaşın bitmesi anlamına gelmese de bu ülke 11 Eylül saldırıları ve Taliban rejiminin

(15)

3 ortadan kalkması sonrasında birçok fırsatı ele geçirmiştir. Bu fırsatlar ve onlara ulaşmak uluslararası fikir birliği ve ABD’nin himayesi olmadan imkânsız diyemezsek de elde edilmesi çok zor bir mesele olduğu gerçeğini de gözardı etmemek gerekmektedir.

Afganistan 11 Eylül saldırıları ve Taliban rejiminin yok oluşu sonrası yeni anayasa sahibi olmuştur ki önceki anayasalarda Afganistan’ın çoğu gerçeklerinin gözardı edilmiş olduğu da bu yeni anayasa ile gözardı edilmez hale gelmiştir. Bu olaydan sonra açık bir şekilde Afganların yasal hakları olarak kabul edilmiş. Kadın ve erkek hakları eşitliği yasal hale gelmiş, Şii mezhebinin resmi bir mezhep olarak tanınması, mevcut dillerin resmileşmesi, ifade özgürlüğü, medya özgürlüğü, sosyal özgürlükler ve siyasi parti kurma özgürlüğü gibi temel özgürlüklerin Anayasada yer bulmuştur. Bu meseleler demokratik sistem konusu ve özgürleştirme iddiasıyla yola çıkan ABD için de önplanda tutulan konular olmuştur.

16 yıl içinde Afganistan genelinde dört kere seçim yapılmıştır. Böylece Afgan halkı seçme ve seçilme hakkı da kazanmış; ilk kez siyasi kaderlerini belirlemek için seçime gitmişlerdir. Ülke şu anda onlarca siyasi parti, onlarca özel medya kuruluşlarını kendi bünyesinde bulundurmaktadır. Afganistan yasalarına uygun olan ve hiçbir kişinin yayınlanmadan ve yayına göndermeden önce sansür etme hakkına sahip olmadığı yaklaşık 20 özel televizyon, 80 radyo istasyonu, gazeteler ve dergiler medya kanunları dışına çıkmadan faaliyet göstermektedirler.

ABD, Afganistan’ın siyasi ve askeri hayatın devamını garanti eden stratejik bir dostudur. Üstelik ülkenin tüm kalkınma bütçesini ABD vermektedir. Bütün bu meseleler ABD ve Afganistan ilişkilerinin ne kadar derin olduğunu göstermektedir ki, 11 Eylül sonrası olaylar ve ilişkiler konusunun araştırılması gereğini de göstermektedir.

Bu nedenlerle, mevcut çalışma dahilinde, iki ülke arasında zamanla değişen ve dönüşen ilişkilerin 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi ve sonrası dönemler esas alınarak incelenmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda, birinci bölümde 11 Eylül 2001 terör saldırıları öncesi dönem; ikinci bölümde 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve etkileri; üçüncü bölümde ise 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası dönemdeki ilişkiler analiz edilmiş; sonuç olarak, analiz kapsamında elde edilen bulgular değerlendirilmiştir.

(16)

4 I.BÖLÜM

11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI ÖNCESİ DÖNEM 1.1. ABD’nin Ortadoğu Politikasının Kökenleri

Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’ya her zaman ilgi duymuştur. Bu ilgi 1770 yıllarda yani Amerika’nın bağımsızlığını kazandığı yıllara kadar uzandığını ifade edilmektedir. Bu yıllarda Ortadoğu’da eğemenliğini sürdüren Osmanlı İmparatorluğudur. Birçok devlet Osmanlı İmparatorluğu ile birçok anlaşma yapmıştırlar. ABD Başkanı Benjamin Franklin ve sonra devlet başına geçen Thomas Jefferson ve sonraki dönemlerde John Adams gibi devlet yöneticileri Ortadoğu için Osmanlı İmparatorluğu diplomatik bağlamda anlaşmalar ve diplomatik ilişkiler kurmuşlardır.1

ABD Monroe Doktrini’ne göre Ortadoğu’yu kendisine göre dizayn etmiş olup, bölgeyi kendisine göre şekillendirmiştir.2 II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise bu

doktrin Ortadoğu’yu ulaşmak isteyen Amerika’nın, ekonomik, siyasi ve politik bağlamda çıkarlarıyla tam manada örtüştüğü ve ilerleyen dönemlerde yasal hale getirmek için Truman Doktrini’nin işgaller için bir netlik kazandığını dile getirmektedir (Kocaoğlu, 1995: 99).

1.1.1. Truman Doktrini

1947 başlarında SSCB ve ABD arasında savaş zamanında kurulan anlaşma, ABD ve SSCB’nin politik, ekonomik ve siyasi nedenlerle yavaş yavaş bitme aşamasına gelmiştir. Başkan Harry Truman’ın 12 Mart 1947 de bir kongrede yaptığı konfransta bir ilki gerçekleştirerek dünyanın iki ilke arasında parçalandığı ve

1 Osmanlı ABD ilişkileri 1783-1793 yılları arasında akdenizdeki deniz ticareti ile başlamıştır. Bu ilişki

1830’da II. Mahmut ve 1869’da Sultan Abdulaziz tarafından sürdürülmüştür. ABD’nin Türkiye ile ilk diplomatik ilişkisi 6 Ağustos 1923’te Lozan Barış Konferansı’nda imzalanan antlaşma ile kurulmuştur.

2 Monroe Doktrini, ABD başkanı James Monroe tarafından 2 Aralık 1823 yılında kongreye sunulmuş

ve onaylanmıştır. Monroe Doktrini’ne göre; ABD, Avrupa siyasetine karışmayacak ve Avrupalı güçlerin Amerika kıtasındaki varlığına saygı gösterecek, buna karşı, Latin Amerika’da ortaya çıkan cumhuriyetler üzerinde Avrupalılar tarafından yeni bir sömürge politikası güdülmeyecekti.

Doktrin ayrıca şu üç hususu da öngörüyordu:

-Emperyalist güçlerin Amerika kıtasında Yen’i sömürgeler ve koloniler kurmalarını engellemek. -Alaska’yı elinde bulunduran Rusya’nın daha Güney’e inmesini ve böylece bir tehdit olmaktan çıkmasını sağlamak.

Avrupa’da meydana getirilen Kutsal İttifak (İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya) ile Güney Amerika’daki bağımsızlık hareketlerinde bulunan halkı sindirmek (Günel, 2008: 6).

(17)

5 kutuplaştığından söz etmiştir. Truman doktrini olarak tarihe adını yazdırmıştır. Truman Yunanistan’ın yaşadığı sorun ve problemleri belirterek, Yunanistan’ın özgür ve yaşanabilinir bir ülke olabilmesi için acilen ülkeye yardım götürülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Yunanistan’da birkaç bin silahli terör örgütü tarafından tehdit edildiği ve Yunanistan’ın mevcut hükümetinin ordusunun zayıf ve küçük olduğunu belirmiştir. Bu örgütle uğraşamadığı ve bu sebeplerden dolayı Yunanistan’a yardım götürülmesinin gerekli olduğunu ifade etmiştir (Armaoğlu, 1984: 441).

Kongrede Türkiye’den de bahseden Truman, ABD’nin alakasını hak ettiğini ve Türkiye’nin batı ve ABD için çok büyük bir önem taşıdığını ve Ortadoğunun düzeni için Türkiye’ye yardım yapılması gerektiğini ifade etmiştir (Aktaran: Armaoğlu, 1984: 443).

Oran’a göre İngiltere İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu için yapılması gereken düzeni ve bu boşluğu ABD ve Batı dünyasının yapacağını ifade etmiştir. Bu yüzden savaştan sonra, 1947 Martın’dan sonra Yunanistan’a yaptığı yardımı sonlandırmıştır. Bu boşluğu ABD’nin doldurabileceğini söylemiştir. Bu yoldan çıkarım yapılarak SSCB’nin yüzyıllardır projesi olan sıcak denizlere inebilme düşüncesi ve Ortadoğu’ya hâkim olabilmesi ABD için büyük hayal kırıklığı yaşatmasına sebep olur. Üç kıtanın ve ticaret yollarının Sovyet Rusya’nın kontrolünde olması ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu bölgesine değer vermeye ortam hazırladığını söyleyebiliriz. Truman doktrini, Oran’ın bu düşüncesiyle İngiltere ve ABD’nin Ortadoğu için bir mirasçı olarak kalmasını sağlamıştır (Aktaran: Armaoğlu, 1984: 444).

1.1.2. Eisenhower Doktrini

Ortadoğu’da bulunan ve Baas rejim haraketi gibi özgürlükçü unsurlar ile SSCB ve güçlü aşiret reislerinin liderliğinde yönetimler Sovyet Rusya tarafından şekillendirilirken, ABD, Eisenhower Doktrini ile SSCB’ye karşı Senatodan gerekli yetki ve donanımını alan başkan Eisenhower, komünizm tehdidi adı altında bölgeyi şekillendirmek isteyen SSCB’ye karşı gerekli yerlerde silahlı kuvvet ve ekonomik olarak yardımı kapsayan çok yönlü bir plan ve proje oluşturmuştur (Özdağ&Kalafat&Er, 2003: 189).

(18)

6 Süveyş krizinden sonra SSCB desteği arttırırken, Başkan Eisenhower doktrini uluslararası kamoyunu açıklamıştır. Başkan Eisenhower SSCB’nin tehditlerine karşı herhangi bir devletin baskısı altında kalacağına ima ederek, “askeri müdahelede dahil olmak üzere, gerekli tüm seçeneklerle koruyacağını ve bu yönde askeri yardım yapacağının” ifade etmiştir. Bu doktrin ABD’nin Ortadoğu’da etkili bir strateji geliştirdiğinin başlangıcı sayılmaktadır (Kocaoğlu, 1995: 100).

1.1.3. Kennedy Doktrini

John F. Kennedy, ABD’nin 35. Başkanı 1961’den 1963’e suikaste kadar görevde bulunmuştur. Kennedy, politikalarını sunarak ülkenin geçen cumhurbaşkanları gibi, komünizmin etkisiyle başa çıkma ilkesine odaklanmıştır. Ayraca kennedy doktrininde Latin Amerika’daki komünizmin sızmasına ve genişlemesine karşı durmaya çalışmıştır. Fakat Devletlerin komünizme karşı birlikteliğinin bu tehlikenin yayılmasını önleyebileceğine inanmıştır. O dönemde, Küba devrimi ve Fidel Castro’nun Kennedy’nin bakış açısı, Latin Amerika’daki tüm ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin Latin Amerika’daki etkisini durdurmaya çalışmıştır. Kennedy yönetimindeki yıllarda temel düşünce komünizmin görüldüğü her coğrafyada kuşatılması ve daha da geniş bir alana yayılmasının engellenmesidir.3

1.1.4. Carter Doktrini

Carter Doktrini ABD Başkanı James Earl Carter’ın (Jimmy Carter), 23 Ocak 1980 tarihinde, Temsilciler Meclisi ve ABD Senatosu üyelerinin katıldığı ortak toplantıda yaptığı konuşmada, açıkladığı ve ABD’nin ulusal çıkarlarını korumak amacıyla İran Körfezi’nde gerekirse askeri güç kullanmaktan kaçınmayacağı yolundaki politikaya verilen isimdir.4

Carter bu konuşmada şöyle söz etmiştir: “mevkimizin açık olmasına izin verin: Körfez bölgesinin kontrolünün herhengi bir yabancı güç tarafından ele geçirilmesi, bizim görüşümüze göre ABD’nin hayati menfaatlerine yönelik bir

3 https://asemandaily.ir/print/2695

(19)

7 saldırıdır. Bu nedenle, herhangi bir şekilde gerekirse, askeri güç kullanmakta dahil, her türlü tedbiri alacağız.”5

Bu bağlamda yeşil kuşak projesi ve siklon operasyonlarından da söz etme gereği doğmaktadır. Bunlardan, ABD başkanı Jimmy Carter döneminden önce Yeşil Kuşak Projesi, ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski tarafından 1977’de geliştirilen bir projedir. Bu projesinin amacı, İslam’ı komünizme karşı bir savunma olarak kullanarak, SSCB’nin petrol zengini Basra Körfezi civarında etkinlik sağlamasını engellemektir. SSCB'nin Afganistan işgali sırasında CIA ve Pakistan himayesinde mücahit güçler örgütlenmiştir.6 ABD’nin, Soğuk Savaş sırasındaki rakibi

SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesine gösterdiği reaksiyondur.

Siklon Operasyonu (Operation Cyclone) ise, CIA’in Aralık 1979’da başlayan ve Şubat 1989’da Sovyet birliklerinin çekilmesiyle sona eren Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a müdahalesi sırasında, Sovyetler Birliği ve Afganistan hükûmetine karşı Afgan mücahitlerini silahlandırma ve finanse etme programının kod adıdır. Siklon Operasyonu CIA'nin şimdiye kadar yapılmış en uzun ve maliyetli gizli operasyonlarından biri olup 1980’de yılda 20-30 milyon dolardan başlayarak 1987’de yılda 630 milyon dolar harcanmıştır. 7

1.1.5. Reagan Doktrini

Reagan Doktrini, ABD Başkanı Ronald Wilson Reagan, Soğuk Savaş’ın son yıllarında SSCB ve komünistlerin dünya üzerindeki etkisini kırmayı amaçlayan bir dış politika stratejisidir.

Reagan Doktrini kapsamında ABD, SSCB destekli Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki sosyalist ülkelerdeki komünizm karşıtı direniş hareketlerine açık ve gizli destek vermiştir. Bu bağlamda Afganistan’da mücahitler, Angola’da Jonas Savimbi liderliğindeki UNITA ve Nikaragua’da Kontralar gibi hareketler desteklenmiştir. Bu Doktrin George H. W. Bush ve Clinton dönemlerinde de devam etmiştir.8 5 http://tr.unionpedia.org/Carter_Doktrini 6 https://tr.instela.com/yesil-kusak-projesi--215386 7 https://ipfs.io/ipns/tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/Siklon_Operasyonu.html 8 http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=14&makaleid=3612

(20)

8 1.2. 1991-2001 Döneminde ABD’nin Ortadoğu Politikası

ABD, SSCB arasındaki soğuk savaş döneminden sonra SSCB’nin çökmesiyle birlikte Ortadoğu’da yepyeni bir düzen kurma ütopyası güç kazanmıştır. Tarihin Sonu adlı kitabın yazarı fikir babası olarak nitelendirilen Francis Fukuyama bu döneme ait ABD’nin düşüncelerini anlatan en iyi örneklerden biridir. Sarıkaya ve Kuloğlu’na göre ise; antik çağın imparatorluklarına benzeyen, etnik olarak bir bölgeye dağılmış bir imparatorluğun oluşturulması düşüncenin temelinde yattıklarını ifade etmişlerdir. ABD’nin siyasal ve ekonomik bağlamda bu düşünceyle şekillendiğini dile getirmişlerdir (Kuloğlu&Sarıkaya, 2004: 28).

Irak’ın başkanı olan Saddam Hüseyin’in 1990 yıllarında Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu olay ABD’nin çıkarlarına ters düşmüş ve bölgenin güvenlik ve barışı sağlamak amacıyla ABD, hemen olaya müdahele edip, işgali önlemiştir. ABD, bundan sonraki planlarında ise Saddam Hüseyin’in iktidarına sona erdirmek için şekillendirmiştir. Turan Yavuz’a göre ABD’nin bu planını uygulmak için; ambargo, uçuşa yasak bölge kurulması, silah denetimi, Iraklı muhalifleri destekleme, Irak hükümetine karşı uluslararası baskı oluşturmuştur (Kayar, 2003: 199).

Kayar’ın düşüncesine göre; ABD, Irak’a müdahale ettikten sonra güneyde yaşayan Şii nüfusunun İran’a nüfus etmesinden korktuğu için Saddam Hüseyin’in yerine müdahale etmemiştir.

Barry Rubin’e göre; ABD’nin başkanı Clinton ise Ortadoğu’nun siyasi ve güvenlik politikasını hedefleri ve amaçları şu şekilde aktarabilmiştir: Arap-İsrail barış anlaşması yapmak, İran ve Irak tarafından yaratılan Amerika’nın Körfez’deki menfaatlerine yönelik stratejik tehlikeyi kontrol altına almak, kitle imha silahlarını kontrol altına almak, silahlaşmayı durdurmak, politik ekonomik ve istikrarın gelişmesini ve büyümesini sağlamak, körfezden gelen petrol akışını uygun fiyatlarla güvence altına almak ve terörizme karşı ortak hareket etmeyi hedeflemiştir (Aktaran: Dağ, 2005: 169).

Clinton döneminde Arap-İsrail barışına ve Irak hükümetine karşı ambargo uygulamaya hedeflendiği söylenebilir. Bu dönemde de daha önceki dönemlerde olduğu gibi Arap-İsrail barışı devam etmektedir. Clinton İsrail’in ele geçirdiği toprakları hiç söz konusu etmemiş olup, İsrail’i sadece eleştirmiştir. Clinton İsrail’i sadece Doğu Kudüs’ü yerleşmesini eleştirmiş ve BM Güvenlik Konseyinde yapılan

(21)

9 eleştiriyi de veto etmekle yetinmiştir. Clinton’un bu bakışı, ABD’nin İsraili koruyup, müttefiki yapmakla hem de Araplara karşı birer çifte standart uygulması olarak sebebiyet vermiştir9 (Dağ, 2005: 170).

Clinton döneminde, başkan danışmanı olan Anthony Lake, İran, Irak, Kuzey Kore, Sudan gibi devletleri haydut devletler (rogue states) olarak ifade etmiştir. Özellikle İran ve Irak’ı çevreleme stratejisiyle ABD, yıpratmaya çalışmıştır. Bu strateji 1993-2001 yılları arasında uygulanan ve bölgede ortaya çıkan istikrarın bozulacağı korkusuyla temel alan yaklaşımdır (Dağ, 2005: 171).

Bu strateji Irak’a çok fazla etki yapmıştır. Irak’a yapılan füze saldırıları ve genişletilmiş uçuşa yasak bölge gibi yaptırımlarla Irak’ı denetim altına almıştır. İran için ise çevreleme stratejisi çok sınırlı kalmıştır. ABD, Irak’a yaptığı çevreleme stratejisinde BM’in bu bölgede yaptığı yaptırımların kalması yönünde kesinlikle vazgeçmeyeceğini belirtmiştir. Clinton döneminde ise petrol karşılığı gıda iptali ve daha ağır yaptırımlar uygulanmıştır (Kayar, 2003: 203).

ABD, Irak’a tüm seçeneklerin masada olduğunu ve Savunma Bakanı William Conen’in yaptığı açıklamada BM raporlarına göre ekonomik, siyasi ve askeriye kadar tüm seçeneklerin masada olduğunu belirtmiştir. BM Özel Komisyonu’nun (UNİKOM) başkanı Richard Butler, BM’in önünde bulunan askeri şeçenek Irak Hükümetine karşı uygulanması gereken bir şeçenek olduğunu ifade etmiş, İngiliz ve Amerikan Uçakları Irak’ı bombalandırmaysıyla netice kazanmıştır (Dağ, 2005: 172).

Ocak 2001’de göreve başlayan George W. Bush yönetimi başarısız olarak gördüğü Clinton yönetiminin Ortadoğu politikasını tümden değiştirme iddiası ile iktidara gelmiştir. Yeni yönetimin Ortadoğu politikası bölgeye ilişkin özellikler de taşımakla birlikte genel olarak yeni yönetimin küresel siyaset ve ABD’nin liderliğini

9 İsrail, 1967’teki Altı Gün Savaşı’nda o zamana kadar Ürdün’ün kontrolü altında bulunan Doğu

Kudüs’ü işgal etmiştir. 1980’de kabul ettiği kanunla da İsrail hükümeti, Kudüs’ü “bölünmez başkenti” ilan etmiş. Böylece ABD Kongresi, 1995 yılında (Bill Clinton’ın başkanlığı zamanında), Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması için bir kanun çıkarmıştır. Ama bu kanunun uygulması o zamandan beri her altı ayda bir yayımlanan Başkanlık kararnameleriyle ertelenmiştir. Ama bugüna kadar hiçbir başkanı bu kanunu tetbik emtmediler. Yine altı ay dolduğunda, bu sefer ABD Başkanı Trump’ın öyle bir kararname yayımlamayıp Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıyacağı ve büyükelçiliğin Kudüs’e taşınması sürecini başlatacağı emir vermiştir. Bu durumda tüm İslam ülkeleri tepki gösterdiler. Durumla ilgili Mısır BM Güvenlik Konseyi'ne sunulanmış ve ABD Başkanı Donald Trump'a Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımaktan vazgeçme çağrısı yapan karar tasarısı Washington tarafından veto edildi. Sonrası ABD'nin veto ettiği karar BM genel kurulu toplantısında 128 ülke tarafından redd edilmiş ve İsrail’e karşı karar almışlardır.

(22)

10 tesis etme projesinden de büyük ölçüde etkilenmiştir. Bush yönetimi İsrail’e güvenlik ve Filistin’e ise yenilikler konularına ağırlık verilmiş olup, İsrail-Filistin probleminin çözülmesine planlamıştır (Dağ, 2005: 172).

11 Eylül saldırıları ABD için bölgesel olmaktan çıkmış, küresel ölçekte bir boyut kazanmıştır. Terörizm artık uluslararası ölçüde bir boyut kazanırken ABD’lileri Ortadoğu ve tehdit aşamasında değişim yaratmıştır. Başkan Bush bu bağlamda ilk olarak dış politikada Irak olmuştur. İran ise bu politikada ABD’nin öncelikleri arasına giren diğer ülke olmuştur (Yavuz, 2003: 184).

Sonuç olarak, ABD’nin Ortadoğu bağlamında Truman devrinden bugüne kadar politikasından pek bir değişiklik olmadığını ifade edebiliriz. Görüldüğü gibi gelen başkanların bölgede sadece araç değişikliğine gidildiği ve içeriğinin yani özünün değişmediğini görmekteyiz. ABD’nin küresel güç ekserisinde Ortadoğu vazgeçilmez bir unsur olduğunu ve iki kutuplu dünya düzenini şartlarında hedeflerine ulaşmaktan vazgeçmeyeceğini de dile getirebiliriz. Amerika Birleşik Devletleri bölgeye önemli ölçüde ve aktif olarak müdahale etmesi olmuştur (Kocaoğlu, 1995: 101).

1951 yılında Truman, bölgenin mevcut petrol kaynakları ve stratejik önemine vurgu yaparken, hayati önemini dile getirmiştir. Truman bölgenin ekonomisi ve geleceği için silahlı savunması gerekliliğini savunurken, bölgenin emniyetini ve istikrarını sağlamak gerektiğini ifade etmiştir (Kuloğlu&Sarıkaya, 2004: 24).

Başkan Truman’dan Obama’ya kadar olan süreçte Ortadoğu hep ABD’nin ağırlıklı olarak ilgilendi ve dış politikalarının en önemli maddeleri olmuştur (Kuloğlu&Sarıkaya, 2004: 25).

Barack Obama göreve başladığı gün itibariyle Ortadoğu’ya yönelik dış politkasını Şükrü Elekdağ’dan çıkarım yapılarak: Yeni Amerikan yönetimi müttefikleriyle istişare ederek, işbirliği içinde, diplomasi ve hukuk kurallarını hareket ederek, NATO ittifakına yeni küresel koşullarına uyum ve güvenliği sağlayarak, BM saygınlığını kazandıracak şekilde diyen Elekdağ, Barack Obamanın ilk aşamada istikrar, huzur ve barışın sözünü verdiğini ve akıl ölçekli politikalar izleyeceği görünümünü verdiğini ifade etmektedir (Aktaran: Kuloğlu&Sarıkaya, 2004: 27).

Barack Obama Mısır’ın başkenti Kahire’de yaptığı konuşmada ise Ortadoğu’da yaşanan sorunlara daha yumuşak ve ılıman bir politika izlediği düşünülmektedir. Obama Ortadoğu’ya yönelik barışın ve istikrarın devam edeceğine

(23)

11 ve Pakistan ve Afganistan’da şiddet yanlısı grupların temizlenmesine dikkat çekerek, ABD’nin Irak’ın güvenliğini sağlamak ve Irak’da bulunan tüm ABD güçlerinin 2012 yılına kadar çekileceğini ifade etmiştir. Filistin konusunda Obama izleyeceği temel problemler şu şekilde sıralamıştır (Yavuz, 2003: 174-75):

1. İsrail’in işgal ettiği topraklarda yerleşim merkezleri inşa edilmesi gayri meşrudur. Bunlar durdurulmalıdır.

2. Filistinliler kendi bağımsız devletlerine sahip olmalıdır.

3. Kudüs, Hristiyanlar, Museviler ve Müslümanlar için devamlı ve güvenli bir yuva haline gelmelidir.

4. Yol haritası çerçevesinde gerekli adımlar atılmalıdır.

5. İsrail, Gazze’deki Filistin halkının günlük hayatında gelişme kaydedilmesi için somut adımlar atmalıdır.

6. Hamas, İsrail’in yaşam hakkını ve mevcut anlaşmaları tanımalı ve şiddete son vermelidir.

1.3. 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları Öncesi Afganistan 1.3.1. Sovyet İşgali ve Afganistan

Sovyetler Birliği 1988 sonrası Afganistan’dan çekileceğini açıklamıştır. Afganistan’da yaşanan ve on yıl süren savaşlar neticesinde mücahitlerin savaşta başarılı olmalarına karşı Sovyetler Birliği çekileceğini duyurmuştur. Afganistan Cumhurbaşkanı Dr. Najibullah 15 Şubat 1989 yılında Mezar-ı Şerif’in Hayratan limanındaki köprüde, Sovyet Birliği’nin askerleriyle birlikte ayrıldığını bütün dünyaya göstermiştir. 10 yıla aşkın bir sürede yaşanan zahmetli savaşta bitmiştir (Sander, 2003: 563).

Anlatılması gereken bir durum da varsa, Sovyet Rusya işgalden sonra ise tüm iletişimlerini kesmemiştir. Sovyet Rusya bu durumu çok iyi bildiği için, Afganistan’daki ordu içindeki subaylar devletin siyasal yapısını yönetmişlerdir. Batılı bu duruma pek alakalı olmamıştır. Sovyet Rusya işgalinden sonra bazı mücahitler kendilerine yedi lider seçip, Afganistan Mücahitleri İslam İttifakını kurmuşlardır. Afganistan Başkanı olan Najibullah bu ittifakı kabul etmeyip, karşı bir ittifak olarak görmüştür (Beg, 2001: 28).

(24)

12 Najibullah ittifakı kabul etmeyince, ülke bir iç savaş eşiğine gelmiştir. Bu gruplar hedeflerini Najibullah hükümetine karşı kullanmışlardır. İç savaş eşinde olan Afganistan mezhepsel, ideolojik ya da etnik olmakla kalmayıp, savaşın asıl amacının ülkenin kim ya da kimin yöneteceği konusunda anlaşamadıkları için iç savaşın olduğu düşünülmektedir (Oğuz, 1999: 221).

Olan bütün bu olaylara karşı Başkan Najibullah uluşcu oluşu ve bu duyguları Afgan halkına karşı çok iyi şekilde kullanması gibi değerlerle Najibullah devri erken bitmemiştir. İkici neden ise yedi grubun ortak bir görüşünün ve ortak bir duygularının olmaması “kabile-din” anlayışıyla devam etmesinden dolayı olduğunu ifade edelebiliriz (Sander, 2003: 564).

Başkan Najibullah siyasi dünyasında yaşanan sorunlardan haberdar olduğu için, muhalifleri etkisiz hale getirip, yönetiminde söz sahibi olmuştur. Sovyetler Birliği’nde yaşanan olumlu gelişmeler olmuştur. Moskova hükümeti 1992 senesinden sonra Najibullah rejmine silah desteğini bırakmıştır (Sander, 2003: 565). Bu durum karşısında Najibullah Afgan subaylara inanmak ve güvenmeye mecbur kalmıştır. Birçok Rus yanlısı subayı görevden almak istemiş ve General Dostum’u pasif hale getirmek için bazı ordu mensubu subayları hemen görevden almıştır. Peştun kökenli subayları terfi etmiştir. Bu olayı haberdar olan Dostum, hemen gidip, mücahitlerle antlaşmayı tercih etmiştir. Mücahitlerin başındaki Ahmad Shah Massud ile iletişime geçmiş ve onların saflarına geçmeyi kabul etmiştir. Dostum ile birlikte harekete geçen mücahitler Afganistan’ın başkenti olan Kabil’de radyo-televizyon binası, havaaalnı, bakanları ve birçok hücre kontrol mekanizmayı almıştır (Saray, 2002: 201). BM’ler istifasını açıklayan Najibullah, 16 Nisan günü başkent Kabil’den sadık koruması ve kardeşi ile birlikte Hindistan’a gideceğini açıklamıştır (Balcı, 2004: 258).

Najibullah birçok bakana ve BM tekliflerine rağmen Kabil’den ayrılmasına izin çıkmamıştır. Kabil’e geri dönen Najibullah en yakınında bulunan BM temsilciliğine geçmiştir. Najibullah’ın siyasi mültecilik durumu hayata geçmiş olup, tam 4 yıl sürmüştür (Kocaoğlu, 2002: 312).

Afganistan’a davet edilen ve Pakistan’da bulunan İslami mücahitler, Afganistan’daki mücahitlerin başı Shah Massud’un isteğiyle devlete kurdurmak istemişlerdir. Bu olayın ardından Sibgatullah Müjeddedi iki aylık bir süre için Devlet başkanı olarak görev yapılmasını istenmiştir. Görevi kabul eden Müjeddedi bunun

(25)

13 üzerinde Peşevar’da antlaşma imzalamıştır. Peşevar’da imzalanan anlaşma gereği Müjeddedi 2 ay yerine 2 sene hükümette kalacağını bildirmiştir. Bu olay mücahitler arasında aralarının açılmasına sebebiyet verildiğini ortaya çıkarmıştır (Taşdemir, 2002: 280).

Mücahitler arasında büyük bir savaş başlamış olup, Hizbi İslami lideri Hikmetyar’ın yönetimi resmi olarak tanımadığını dile getirmiştir. Burhaneddin Rabbani ise devlet başkanlığına getirilmiştir. Hizbi İslami Burhaneddin Rabbani’yi tanımadığı ve verdiği görevleri yapmayacağını belirterek, hükümete karşı saldırılarını sürekli olarak devam ettirmiştir. Bu süre zarfında Hikmetyar-Dostum ittifakı başlamıştır. Şii milis güçlerin Hikmetyar-Dostum’un safına geçmesiyle birlikte şiddet aşırı derecede artmıştır (Davutoğlu, 2002: 114).

Taliban’a kadar olaylar böyle gerçekleşmiştir. Bu olaylar sonucu 60 bin insan hayatından olmuştur. Birçok insan farklı ülkelere sığınırken, geride kalanlar ise aşiret reislerin insanlığına bırakılmıştır (Ebrahim&Esmail, 2004: 133).

1.3.2.Taliban Hareketinin Oluşumu-Gelişimi

Medrese eğitim almış ve eğitimde iyi dercede ders almış kişiye Talip denilmektedir. Ülke sınırları içerisinde Kandahar denilen bir yeri, bir grup medrese öğrencisi, Molla Muhammad Ömer adlı kişinin liderliğinde, 29 Ekim 1994 gününde, ele geçirmişlerdir. Ülkede bu gruba Taliban adı verilmiştir (Akbar&Mir, 2002: 344).

Molla Ömer liderliğindeki bu grup, iktidarda yer almak istediklerini açıkça dile getirmişlerdir. İlk başladıklarında 30 kişi, 1994’ün Ekim aynıda ise her geçen artan kişi sayısına göre 200 kişi ve Aralık ayının sonu itibari ile 12 bin kişi olduğu ve her geçen zaman çerçevesinde artarak Batıda bulunan bir şehri saldırıp aldıkları söylenmektedir. Bu saldırıda ise 12 bin olan sayının 24 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir (Okur, 2002: 179).

Taliban ülkede olan birçok olaydan haberdar olup, bununla ilgili yasa, istikrar, düzen, emniyet ve sokaklarda bulunan reisleri temizleyerek halkın gözünde bir kurtarıcı olarak görülmüştür. Rüşvet ve yolsuzluğu ortadan kaldırmıştır. Halkı silahsızlandırıp, halkın içerisinde olmuştur. Yozlaşma ve kanun getirerek, bir reform hareketi olarak anılmıştır. Taliban ülkeye şeriatı getirmiştir (Burke, 2004: 148).

(26)

14 Batı dünyasında ve birçok ülkede taliban hareket kötü bir iz olarak ifade edilmiştir. Geri kalmışlık, cahilce, hatalı ve hoşgörüsüz olarak nitelendirilmiştir. Ama unutulmaması gereken bir olay da Taliban ülkede yaşanan olaylara karşı bir devrim niteliği taşıdığını ifade edebiliriz (Güler, 2004: 21).

1980 yıllarda Pakistan Afganistan silahli bir konvoy göndermiştir. Bu olay mücahitler silah taşımak amacıyla 80 Pakistanlı şoför aracılığıyla iki genç Taliban komutan da eşlik ederek Kandahar kentine götürülmesi istenmiştir (Esposito, 2003: 31). Haberi alan Afgan yetkililer Afgan komutanlardan Üstad Halim, Amir Lalay ve Mahsur Achakzay tarafından harekete geçmesi engellemek amacıyla durdurulmuşlardır (Fuller, 2004: 198). Pakistan destekli konvoyu birkaç seçeneği kullanarak kurtarmak isteyen Pakistan, karşı atağa geçerek saldırmıştır (Demirel, 2003: 50). Pakistan destekli Taliban, şehrin merkezi ve ikinci büyük şehir olan Kandahar’ı almışlardır. Bu olay Afganistan’daki gönüllüleri harekete geçirmiş ve Afgan olan Peştunlar yeni bir döneme girerek yeni bir siyasi oluşuma sebep olmuşlardır. Taliban gönüllüleri yapılan başarılarının ardından sayılarının 12 binin üstünde olduğu ve her geçen gün arttığının ifade edilmektedir (Ebrahim&Esmail, 200: 4135).

Siyasi olarak yanlızlığa itiln Sovyet Rusya, iç savaşın eşiğinde olduğu için, Taliban’ın sorunuyla pek ilgilenememiş olup, Almanya bu sorun karşısında BM’ler Afganistan’daki sorun ile ilgili geniş ve açık bilgi istemiştir (Taşdemir, 2002: 282). Afganistan’da adları Taliban olan bu siyasi oluşum ülkenin en büyük ikinci kentini ele geçirdikten sonra kente emniyet, huzur, eşitlik ve bazı hukuk kuralları getirilmiştir (Oğuz, 1999: 262).

Taliban, ülkenin en büyük 2. şehrini ele geçirdikten sonra otuz iki ili ele geçirmiş ve hızla ilerleyerek büyümüştür. Batı’da bulunan Herat’ı ve Kuzey’de bulunan Kabil şehrinin yakınlarına kadar bölgeyi ele geçirmiştir. İç savaştan dolayı ülkeyi savunamayan Afgan hükümeti, Taliban’ın bu saldırılarına karşı bir şey yapamamıştır. Sayılarının 12 bin olduğu Taliban’ın Şii Hazarlılara karşı savaşarak, ülkenin kuzeyine sürmüştür (Raşid, 2001: 76).

Pakistan, Kabil hükümetine karşı birlikte olma anlayışı hale devam ederken, Taliban, başkent Kabil’i ablukaya almıştır. 10 ay süren kuşatma da Taliban başarılı olamamıştır (Oğuz, 1999: 28).

(27)

15 Jelalabad şurasının üzerine Pakistan, Dostum ve Hikmetyar ile Hizbi Liderler ve Peştun liderleriyle birleşim, ortak hareket adı altında birlikte hareket etmek istemişlerdir. Taliban’la ortak hareket eden bu gruplar 25 Agustos 1996 günü Jelalabad üzerine büyük bir saldırı yapmışlardır. 26 eylül 1996 günü Taliban ülkenin başkenti Kabil’e girmiş ve Dr. Najibullah ve kardeşini asmışlardır (Raşid, 2001: 92). Taliban ülkenin bel kemiğini ele geçirdikten sonra sağlık ve eğitim sistemlerini değiştirmiş olup, katı bir hiyerarşiye göre yönetmeye başlamıştır. İslam’ın en katı sistemi olan şeriatı getirmiş olup, ilk olarak bayanların hiçbir yerde çalışmasını engellemiştir (Ebrahim&Esmail, 2004: 147).

Batı dünyası bütün bu olaylar karşısında sessiz kalmış olup, olaylara sadece memnuniyet aşamasında kaldığını ifade edilmektedir. Bütün bu gelişmeler karşısında Hikmetyar, Dostum, Hazara, Şii etmenler, Rabbani Ahmad Shah Massud güçleri ilerleyen dönemlerde birlikte hareket edip, Taliban’a karşı 15 bin kişilik direniş örgütü oluşturdukları görebilmekteyiz (Ebrahim&Esmail, 2004: 148).

Mezar-ı Şerif’de bulunan Dostum, General Malik tarafından aldatıldığını bilen Dostum, Malik’in Taliban’la iş birliği yaptığını düşünerek Mezar-ı Şerif’ten hemen ayrılmıştır. Bu olay karşısında General Malik Taliban’la bir işbirliği yaparak Mezar-ı Şerif şehrini ele geçirmiştir. Bu olay 24 Mayıs 1994 yılında gerçekleşmiştir. Taliban şehre gelir gelmez, Malik ve halkını silahsızlandırmaya başlamıştır. Bu olayları gören halk ve Malik direk olarak Taliban’a karşı isyan çıkarıp, 600 Taliban öğrencisini öldürmüştür. 15 saat süren çatışmada 1 bin yakın Taliban öğrencisi ve Binlerce Pakistan öğrencisi yakalanıp, asılmıştır (Taşdemir, 2002: 283).

Taliban ilk olarak Suudi Arabistan, Pakistan ile görüşmüş ve gerekli olan tüm lojistik desteği sağladıktan sonra kuzey bölgesine doğru ilerlemiştir. Kuzey bölgesine hakim olduktan sonra Bamyan’a doğru harekte geçmiştir. Hizb-i Vahdet’i hüsrana uğratmıştır. Kuzey, güney, Batı ve Doğu’dan gelen yardımları keserek Hazaraları teslim olmaya itmiştir (Taşdemir, 2002: 284).

Taliban intikam almak için Hazaralara karşı birliklerin ablukaya almış ve yenilgiye uğratmıştır. Taliban, Ağustos ayında ise Dostum’u yenilgiye uğratmış ve bazı lidereri rüşvet vererek kendi ordusuna katmıştır. Bamyan’ın düşmesi olay İran’ı çok öfkelendirmiş, Taliban’la karşı karşıya gelmelerine sebep olmuştur (Raşid, 2001: 94).

(28)

16 Olaylar bu yönde eğilim gösterirken birçok ülkden kınama açıklamaları gelmiştir. Bunların başında Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetler’i ve Rusya’dan gelmektedir. Rus yetkililer ve Orta Asya Cumhuriyetler’in savunma ve dış işleri bakanları toplanmıştır. Bu olaylar cereyan ederken Suudi yetkililer yapılan yardımları kesmiştir (Raşid, 2001: 95). Afganistan olan bu olaylar neticesinde BM Afganistan’a yaptırım uygulamaya başlamıştır. Uluslararası teröristlere yardım yaptığı, insanın onurunun ve şerefinin ihlal edildiğinin neden göstererek. Bütün bu olaylar karşısında Hazaralar ve Massud Bamyan’ı tekrar almışlardır. Taliban’ın zor durumdan yararlanan bu güçler şehri ele geçirmişlerdir.

1.3.3.Taliban Yönetimini Destekleyen Devletler 1.3.1.1. Pakistan

Pakistan, Taliban’ı tanıyan bir ülkedir. Pakistan Taliban’ın direnişine karşı eğitim, personel, askeri, ekonomik ve ulaşım gibi birçok envanter göndermiştir (Burke, 2004: 149).

Pakistan Afganistan’da çok farklı bir politika uygulamaya başlamıştır. Pakistan’ın da bulunan bir bakan ve siyasi lider hep farklı kesimleri desteklediği için, Afanistan daha fazla iç karışıklığı yaşamasına da neden olmuştur. Pakistan İstihbarat Teşkilatı (Inter-Services Intelligence, İSİ) Hikmetyar’ı desteklerken, Dış İşleri Başkanı ise BM’in planını desteklemiştir (Burke, 2004: 150).

Esas itibariyle Pakistan’ın amacı da bu yönde olmuştur. Pakistan iç işlerindeki bu derece farklı politika uygulayarak, 1993 yılında biten Sovyet-İngiliz anlaşmasıyla Durand Hattı’nın 100 yıllık süresi bitmek üzeredir. Pakistan kendisine bağlı bir grubun Afganistan’ı ele geçireceğini isteyerek, iki devletin arasında çatışmaların sona ereceğini hesap etmiştir (Taşdemir, 2002: 286).

1.3.1.2. Suudi Arabistan- Birleşik Arap Emirlikleri

Afganistan devletini tanıyan bir diğer ülkede Suudi Arabistan’dır. Mısır, Irak ve İran gibi devletler Afganistan olan olayları şiddetle kınamışlarıdır. Kınama sadece İslam devletlerinden gelmemiş olup, Uluslararası kuruluşlar ve Batı dünyası da Afganistan yaşanan bu vahim durumu kınamışlarıdır. Birçok Batı devletler ve BM’ler

(29)

17 Afganistan hükümetini tanımazken, tanıyan devletler olarak BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), Suudi Arabistan ve Pakistan olmuştur (Burke, 2004: 150).

Suudi liderler ilk olarak düşünceleri Vahhabi akımını korumaya ve Afganistan bir Vahhabi akımı uygulamayı öngörmüşlerdir. Bu yolla Tacikistan ve Özbekistan’a karşı da Vahhabilik akımını koyacaklarını düşünmüşlerdir. Afganistan’daki görüşmede Kral Fhad’la bir araya gelerek Molla Rabbani’yi methetmiştir. Suudiların diğer bir planı da en büyük rakip olarak gördükleri İran’ın desteklediği Şiileri devleti ele geçirmesinden korktukları için, Şiileri güç durumda bırakmak istemişlerdir (Oğuz, 1999: 253).

1.3.1.3. Türkmenistan

Orta Asya ülkesi olan Türkmenistan’ın Afganistan’a sınırı bulunmaktadır. Türkmenistan ilk olarak Afganistan’ın bağımsızlığını tanımış ve bu ülke üzerinden çıkarım yapmaya çalışmıştır. Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra Hindistan ve Pakistan üzerinden ülkesinde bulunan doğalgaz rezervleri satmayı amaçlamıştır. Bu yüzden Taliban Hükümetine karşı hep yakın ilişkiler içinde olmuştur. Bu amaçla Rusya’ya olan ekonomik ve bağlı olduğu diğer değerleri azaltıp, kendi ekonomisini güçlendirmeyi hedeflemiştir (Taşdemir, 2002: 292).

Türkmenistan Dünya liderlerinin ve Rusya’nı katıldığı bir toplantıda Taliban hükümetini tanıyan bir ülke olmuştur. Taliban’ın Dışişleri bakanı ile Türkmenistan arasında ekonomik olarak bir anlaşma yapmıştır (Taşdemir, 2002: 294).

1.3.1.4. Amerika Birleşik Devletleri

Afganistan’a sürekli olarak destek veren ABD’nin, Sovyet Rusyan korktuğu için, devrimden sonra politikası değişmiştir. SSCB’nin Afganistan’ı 1989 yılında işgali bitmiş olup, Hazaraların bölgede egemen olma anlayışı giderek artmıştır (Akkurt, 2005: 170). ABD’ye Afganistan’a el altından Suudi’lere ve Pakistanlılar’a yardım ederek İran’ın bu bölgede egemen olduğunu görmek istememiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgede iki önemli amacı bulunmaktdır: İlki Orta Asya Cumhuriyeti’nde bulunan devletlerin yer altı kaynaklarından faydalanmak, ikinci olarak Afaganistan’da Şii bir nüfusun olmasını istmemek ve teröre destek veren İran’ı bu bölgede etkisini azaltmak olacaktır (Godoy, 2002: 157).

(30)

18 ABD, bu politikaları destekleyip, birçok projeyi de desteklemiştir. Unocal’ın (US Oil Company) Afganistan’dan Türkmenistan’a yapacağı doğalgaz boru inşaatını şiddetle desteklemiştir. Bu olayında Taliban tarafından da kabul göreceğini bilmektedir (Kleveman, 2004: 9). Dışişleri bakan yardımcısı Strobe Talboot Amerikan’ın 200 milyon varilden oluşan bir bölgeye sahip olmak istediğini çok vurgulamıştır. Taliban ise İran’dan hep uzak kaldığı için ve ABD’nin bu ölçüde yaklaşmanın doğru olduğunu öngörmüştür. Bu iki ülke ABD ve İran birbirlerini hep Afganistan’a yardım konusunda suçlamışlardır (Ataöv, 2004: 128).

Amerika birçok devleti emellerine ulaştırdığı gibi Taliban’ı da kendi hedefleri noktasında yönlendirmişlerdir. ABD’nin çıkarlarına ters davranan bir ülke olmaması için Taliban’ın yerine dost meclisi bir rejimi bile getireceklerini ifade etmişlerdir. ABD Taliban’ı sürekli olarak kendi işlerine göre, kendi çıkarlarına ters olmaması adına kullanmışlarıdır. Bu konuda anlaşmalar ve pazarlıklar sürekli olarak tekrar etmiştir. Anlaşmalarda uyuşmadığı da görülmüştür (Özcan, 2002: 365). ABD, Taliban’ı bölgedeki jeopolitik alanındaki politikalarını uygulamak için bir kaldıraç olarak kullanmıştır. Hemde İran bölgesel varlığını önlemesi, Rusya’ya baskı uygulaması ve Orta Asya da kaos oluşturması için 1992 den 1995’a kadar lojistik ve ekonomik destekler sağlamıştır. Ama Taliban rejimi Afganistan’ı ele geçirdikten sonra ABD Afganistan’ın kaderini Pakistan’a bırakmıştır.

Ancak Taliban-ABD ilişkisi giderek uyuşmamazlığa başlamış ve kriz giderek artmıştır. ABD planları değiştirmiş ve Taliban’ı devirmeye başlamıştır. Bu sebeple Bin Ladin birçok saldırıda özellikle Daresselam ve Nairobi’den mesul tutulmuştur. 1998 tarihinden itibaren ABD’deki birçok bakan Taliban’ın devrilmesini dile getirmişlerdir (Ataöv, 2004: 128).

Şubat başı görev yapan Başkan Bush ilk olarak Afganistan’ında bulunan sorunları ve Afganistan’ın temsilcileriyle görüşmeler yapmıştır. İslamabad’ta yapılan görüşmeler neticesinde, saldırıdan 5 hafta önce Ağustos ayında Afganistan’ın yaşadığı ve ülkenin çıkarlarına ters düşen problemleri görüşülmüştür (Godoy, 2002: 158).

(31)

19 II. BÖLÜM

11 EYLÜL 2001 TERÖR SALDIRILARI VE ETKİLERİ

2.1. 11 Eylül 2001 Terör Saldırılarının Meydana Gelişi ve Yansımaları Sovyet Birliği’nin dağılmasıyla ABD küresel gücünü en üst seviyeye taşımıştır. Fakat 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren ABD’nin terör tehdidi ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. İlk olarak ABD’nin Kenya ve Tanzanya’daki büyükelçiliklerine saldırılar düzenlenmiştir.10 ABD kurulduğu gün itibariyle devlet

bağlamında ilk kez bölgesel ölçekli bir saldırıya hedef olmuştur. ABD’nin 11 Eylül 2001 yılında New York’ta bulunan ikiz kuleler bir terör olayına maruz kalmıştır. Bu olay bütün dünya tarafından en büyük terör olayı olarak kayıtlara geçmiştir (Karagül, 2001: 147). Başkan Bush’un ABD’deki bir okulda olduğu esnada Boston’dan harekete geçen bir uçak 11 Eylül günü saat 09.00’da ilk olarak Dünya Ticaret Merkezi’ne, daha sonra başka bir yolcu uçağıda diğer kuleye çarparak ABD’nin en büyük terör olayını gerçekleştirmiştir (Tanner, 2005: 217).

Uçakların kaçırıldığını ve yolcu uçağının olduğu sonradan öğrenilse de ikiz kulelere çarptıktan sonra büyük bir patlama yaşamıştır. Büyük tahribatlara yol açan bu olay ABD basını ve Dünya basınında çok büyük bir yankı uyandırmıştır (Uslubaş, 2005: 210). Dünya bu olaya şahit olurken, Dünya Ticaret Merkezi’nde yanında bulunan bir bina da çökerek binlerce insan altında kalıp, can vermiştir. .

ABD hükümeti olaydan haber alır almaz, o bölgede yaşayan birçok insanı kentin dışına çıkarmıştır. Dışişleri bakanlığının önünde iki bomba patladıktan sonra, Adalet, Dışişleri, Kongre binası, ABD savunma bakanlığı gibi birçok bina boşaltılıp, olağanüstü hal ilan edilmiştir (Uslubaş, 2005: 211).

İki kule 1 saat içeisinde çökmüştür. Washington’da hemen geri dönen Bush güvenlik konseyini toplamış ve teröristleri bulmada söz vermiştir. Büyük çapta hasara neden olay 11 Eylül tarihi ABD’nin en büyük saldırılara maruz kaldığı olay olmuştur (Örgün, 2001: 348).

10 Kenya’nın başkenti Nairobi ve Tanzanya’nın başkenti Daresselam’daki ABD elçilik binaları 7

Ağustos 1998 günü saat 10.30 sıralarında saldırılar düzenlendi. Kenya’daki patlamada 12’si Amerikalı 213 kişi ölürken 4000’den fazla Kenyalı yaralandı. Tanzanya’daki patlamada ise 11 kişi öldü, 85 kişi yaralandı. Saldırıları gerçek olmayan iki örgüt üstlendi. Bunun sebebi hedef şaşırtmaktı.

(32)

20 11 Eylül olayından hemen sonra konuşan Başkan Bush yapılan terör saldırısının ABD’yi korkutmak için hedef alındığı, Amerika’nın özgürlükçü ve barışı hep koruyan tavrından vazgeçmeyeceklerini dile getirdi. Bugünü unutmayacaklarını altını çizen Başkan Bush saldırıların Amerika’yı küçük düşüremeyeceklerini beyan etti.

11 Eylül saldıralarını ilk olarak “Teröristleri mutlaka bulucağız” diyen Başkan Bush, saldırıyı Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi olarak iddiaa edilmiştir. Kısa bir süre zarfından sonra bu örgüt açıklama yapmıştır. Olayla hiçbir bağlantısının bulunmadığını dile getiren FDKC, aslını inkar etmiştir. Asılsız olan ve olayın Kızıl Japon Ordusu’nun yaptığını Hiroşima ve Nagazaki’ye karşı yapılan bir misilleme olarak yapıldığını beyan eden bir kişinde olduğu bilgisi edinilmiştir (Uslubaş, 2005: 213).

Sonuç olarak dünyanın en güçlü devletine yapılan 11 Eylül terör saldırısı ABD’nin bile bu durumda güçsüz kaldığını göstermiştir. Süper güç olan bir devletin buna mani olamaması dünyada, uluslararası terörün ABD için bir tehlike anlamına geldiğini belirlenmiştir. 11 Eylül 2001 terör saldırıları başta ABD ekonomisi olmak üzere küresel piyasaları da derinden etkiledi ve yalnızca ABD’ye 2 trilyon dolara mal oldu. Saldırıların sonucunda 2.976 kişi hayatını kaybederken, 6.291 kişi de yaralandı. Amerika Birleşik Devletleri terörü artık daha dikkate almaya başlamış olup, bu örgütlere karşı yeni planlar ve çok boyutlu stratejiler geliştirmiştir (Karagül, 2001: 149).

Bu olaydan sonra Radikal İslam ABD için bir terör simgesi haline gelmiştir. İslam adı altında ya da Müslüman adı altında kurulan simgeler taşıması tehdit olarak görülmüştür (Bal, 2006: 154). 11 Eylül Terör Saldırısı sonucu ABD, Uluslararası camia da küresel bazda bir savaş ilan etmiştir. Usame bin Ladin tarafından gerçekleştirildiğini öne süren Pentagon, El Kaide terör yuvasının Afganistan’da olduğunu ifade ederek, Taliban rejmini 2001 Aralık ayında saltanatına son vermiştir (Uslubaş, 2005: 214).

11 Eylül terörü Dünya çapında geniş yankı uyandırmıştır. Bu terör akımı geniş kitlelere yayılmış ve benzeri eğilimler gösteren kişi ya da kişiler için bir umut olmuştur. Dünya çapında ve özellikler Batı dünyasında panikle karşılanmş olup, küresel baz da bir krize neden olmuştur (Aktaran: Karagül, 2001: 148).

(33)

21 11 Eylül terör saldırısı sonucu binlerce insan ölmüştür. Bu olay sonrası terör birçok anlamda uluslararası boyut kazanmıştır. 11 Eylül olayın sorumlusu kim olursa olsun, meydana gelen bu değişiklik 1990 yıllarda yansıtmış olmasındandır (Aktaran: Karagül, 2001: 148). Birçok ünlü insan 11 Eylül’ü vahşice yapılmış bir olay olarak göstermiş ve birçok yerde vurgu yapılarak 11 Eylül’ü tarihsel bir olay olarak göstermiştir. Chomsky, bu olayı Amerikan topraklarını ilk defa böyle kanlı bir terör saldırısı olarak ifade etmiştir. Bazı yorumlar da ise 11 Eylül saldırısı Amerika Birleşik Devletleri için Ortadoğu’ya karşı bir eylem planı için geliştirilen bir fiil olarak ifade edildiği olmuştur. 11 Eylül terörü ise küreselleşen bir dünyada küreselleşmiş dünyanın terör yansımasıdır (Aktaran: Eycioğlu, 2005: 58).

Amerika Birleşik Devletleri, 1812 yılından itibaren, 11 Eylül gibi bir terörizme karşı saldırı olmamıştır. Birçok insan 11 Eylül olayını Pearl Harbor olayı ile paralellik olduğunu savunmuştur. Bu olayda ise ABD’nin sınırları içinde olmayıp, ABD’nin bu olaydan daha önce uzmanları tarafından belirtilmiştir. 7 Aralık 1941 de iki ABD kolonisine bulunan askeri üsse saldırılmıştır. Askeri ishibarat dairesinin başında bulunan Thomas R. Wilson, Senatoda’ki söyleyişinde 11 Eylül Paralellik gösteren olayların olabileceğini dile getirmiştir. Thomas gelecekte olan beklentisini yaparken, önümüzdeki 1-2 yıl içerisinde ise tahminlerini şöyle belirtmiştir (Tanner, 2005: 218):

1. Ortadoğu’da yaşanan olaylar, Filistin ve İsrail arası savaşın olması sonucunda oluşan bir Amerikan karşıtı tutumu,

2. Amerika karşıtı protestoların artması,

3. Amerika’nın dışında ya da içinde büyük bir terörist tutuma karşı saldırı yapma (Akıner, 2004: 19).

Pentagon, 11 Eylül saldırısının pek sürpriz olmadığını ve uyardığını ifade etmiştir. Pentagon’a göre önümüzdeki 20 ya da 25 yıl içerisinde ABD’ne ve yaşayan insanlara karşı bir saldırı ya da terör olayı gerçekleşebilir. Başka bir kanıt ise 2001 yılının Şubat ayında ABD’nin en önemli gazetelerinden biri olan New York Times gazetesi “Amerika donanmasında bulunan bir grup komando askerinin, Amerika Birleşik Devleti’ni mahvedebileceğini ve bunun için tek bir iz bile bırakamadan yapabileceğini” yazmıştır (Aydın, 2003: 349).

(34)

22 FBI ve CIA Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı aynı uyarıyı defaatla söylemiş olmasına rağmen olayın içinde bir kanıt ya da rapor bulunmadığı için veyahut somut bir bilgi olmadığı için raporlara gereken önem verilmemiştir. FBI’daki bir ajan uçuş eğitiminde bulanan kişilerin iyi tespit edilmesi ve bu eğitimlerin teröristleri yetiştirmek için oluşturulmasına dikkat edilmesi gerektiğin ifade etmiştir. Bu sır Amerikan Senatosu’na ulaşmıştır (Aydın, 2003: 350). Birçok ülke buna; Kanada, İsviçre, Rusya, Kazakistan gibi ülke simgesel olan binalara saldırı hazırlığında yapılabilir. Bu binalara bomba koyma ya da uçakla yapılabileceğini önceden belirtmiştir. İsrail ise simgesel binalarından kastını ABD’de bulunan İkiz Kule’leri belirttiğini açıkça söylemiştir (Turgut, 2001: 36).

Amerikan yerel basınında Eylül ayında kanıtlanan ve 11 Eylül gününden bir an önce Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ABD’nin bazı özel simge haline gelmiş olan binalarına terör olayı gerçekleşebilir. Apaçık, akıcı ve açık bir dille bunu ifade etmiştir (Akıner, 2004: 21).

11 Eylül olayının tek bir devlet olarak görmediğini dile getiren Davutoğlu, Bu olayın vahşice olduğunu ve insanlık suçu işlendiğini söylemiştir. 11 Eylül olayın kim ve kimlerin gerçekleştirdiğini, arka planda kimlerin olduğunu belirtmenin gerçekten çok güç olduğunu ve bu olayın arkasında bir örgütün olamayacağını söylemiştir. Tek bir devletin bu işi başaramayacağını arka planda birçok kişinin ya da devletin olacağını, ABD’nin süper güç olması sebebiyle böyle bir olayın gerçekten çok güç olduğunu belirtmiştir. Birçok batılı uzman ise bu olayın ABD’nin içinde bulunan bazı güçlerden yardım alındığını ve Afganistan’ın yaptığı gerçeğini pek gerçekçi bulmamışlardır (Davutoğlu, 2004: 63).

Birçok yorumcu farklı şekilde olayları yorumlamıştır. 11 Eylül olayının arkasında Usame Bin Ladin’in olduğunu göstererek Ortadoğuda bulunan Irak gibi ya da Afganistan’a karşı bir meşru savunma hakkını kullanarak yaptığını ve bu bölgeleri işgal etme ya da operasyon yapma eğilimini sağlamak amacıyla birer tuzak olduğunu ifade etmişleridir. Bazı yorumcular ise 11 Eylül saldırısını Usame Bin Ladin’in yaptığını söylemiştir. Bu iki görüş ya da birden fazla görüş olasılık olarak ve henüz kanıta dayandırılan bir gelişme olmamıştır (Turgut, 2001: 37).

(35)

23 2.1.1. 11 Eylül 2001 Terör Saldırıları Sonrası Dünya Liderlerinin Açıklamaları

11 Eylül sonrası yaşanan olaylardan sonra ulusa sesleniş adı altında birçok konuşma yapmıştır. Genellikle İncil’den alıntı yaparak güçlü ve zayıf sözleri ile tüm dünyayı tehdit etmiştir. Bush Amerika vatandaşların tüm gücüyle teröristler karşı savaşacağını ve halkını korunmak ve kollamak için tüm gücü ile çalışacağını ifade etmiştir (Bila, 2001: 91).

George W. Bush, ülkedeki halkına seslenişte, “ABD halkı el ele olmasını ve bana her zaman destek vermesini diliyorum, bizi test ettiler ve bu testten geçemediler” sözlerini ifade etmiştir. Başkan Bush yaptığı konuşmada iki değer önemli ve ilgi çekmiştir: ilki hiçbir bağlantısı ve ilgisi yokken Usame Bin Ladin’in bağlantılı olduğunu ve olayı bir barbar istilası olarak fikrini beyan etmiştir (Davutoğlu, 2004: 64).

2001 yılında ise CIA direktörü olan George Tenet, Afganistan’ın büyük bir saldırı niteliği olduğunu beyan etmiştir. Savunma Bakanı, 11 Eylül saldırısından sonra hemen Irak’ı işgal etmeyi fikrini söylemiştir (Bila, 2001: 92).

FBI 14 Eylül 2001 günü şüpheli olduğu belirten toplam 19 kişinin adlarını söylemiştir. 13 gün sonra bu şüpheliler yakanlamış ve fotoğrafları yayınlanmıştır. Önemli bir konu olarak yakalanan 19 kişi daha sonra olayla hiçbir alakasını olmadığı ortaya çıkmıştır (Bila, 2001: 93).

Yakalanan BAE uyruklu iki şüphelinin bombalanmayla hiçir şekilde alakasının olamdığı aksine hasta oldukları için orda bulundukları belirtilmiştir. Başka bir Müslüman din adamının da FBI tarafından hata sonucu yakalandığın söylemiştir. Bu ve bunun benzeri şekillerde açıklama yapmayan FBI soruları hala cevapsız bırakmaktadır (Gözen, 2004: 163).

North’un yaptığı açıklama da uçakların isim listelerinin devamlı olarak birer kopyası bulunmaktadır. Dikkat çeken bir diğer şey ise yolcular arasında hiç Arap uyruklu yolcu yoktur. Listedeki yolcuların sayısı ile ABD hükümetinin açıkladığı yolcu sayısında da tam bir paralellik olduğuna rastlanmamıştır. Yapılan saldırda Uçak pilotu olan Muhammed Atta ile bilgiler ise hala gün yüzüne çıkmamıştır. Hollandalı bir dergide yer alan bir yazıda uçağı kaçıran 6 kişinin Muhammet Atta da dâhil olmak üzere ABD’li kişiler tarafından uçuş eğitimi verildiğini belirtmiştir (Gözen, 2004:

Referanslar

Benzer Belgeler

ABD tarafından 1997 yılında açıklanan “Yeni Bir Yüzyıl İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde; terörizm, yasa dışı uyuşturucu ticareti, silah

Uluslararası her terör eyleminde olduğu gibi, bu tür eylemlerin barış ve uluslar arası güvenlik için bir tehdit oluşturduklarını ayrıca teyit ederek,.. Birleşmiş

Uluslararası hukukta meşru müdafaa, bir devletin başka bir devletçe kendisine karşı girişilen hukuka aykırı kuvvet kullanma eylemine ani ve doğal olarak kuvvet kullanma

Bu dönemde Afganistan’ın takip ettiği dış politika hedefleri arasında; devletin bekası ve varlığını korumak, ulusal güvenliğini ve istikrarını sağlamak, bağımsızlık

Taşdemir (ed.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye. “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD Dış Politikası – Obama Dönemi ve Ak Parti”. “Kuzey Atlantik Paktı”..

ABD, İngiltere, Rusya, Kanada gibi ülkelerin desteğini arkasına alarak “terörizme karşı savaş” ilan etti. Bush’un tüm dünyaya seslenişinde; “Ya

Özellikle tek kutuplu günümüz dünyasında Avrasya coğrafyasında önemli güç odakları olan Türkiye ve Rusya arasında engelleyici rekabet ve mücadele yerine işbirliği

11 Eylül 2001 öncesinde Washington yönetiminin Orta Asya ile ilgili politikalarında "Afganistan'ın artık kendi haline bırakmaktan vazgeçilmesi gerektiği, Batının,