• Sonuç bulunamadı

ABD’nin Afganistan Operasyonu: Kuvvet Kullanma mı? Meşru Müdafaa

II. BÖLÜM

3.1. Başkan George Bush Dönemi: ABD İle Afganistan Arasındaki İlişkiler

3.1.2. ABD’nin Afganistan Operasyonu: Kuvvet Kullanma mı? Meşru Müdafaa

11 Eylül terör olaylarından sonra meşru müdafaa hakkı kazanan Amerika Birleşik Devletleri İngiltere ve birçok devletin yardımıyla meşru askeri güç kullanmıştır. BM anlaşmasının 7. Bölümünde birinci çerçevesinde 51. madde kapsamında meşru yapma hakkı olmadığı taktirde ABD’nin bir suç işlediği ve hakkı ihlal ettiği belirtilmiştir (Başeren, 2002: 52).

Birleşmiş Milletler’in hedeflerini açıklayan birinci maddenin birinci fıkrasında “Uluslararası Barış ve Güvenliğin Sağlanması” ilk amaç olarak belirlenmiştir. Bu hedefleri gerçekleştirmek için geçerli usullar da iki maddede izah edilmiştir. BM Antlaşmasının ikinci maddesinin üçüncü fıkrasında üye ülkelerin anlaşmazlıklarını, uluslararası güvenliği, adaleti ve barışı tehlikeye sokmadan, barış vasıtası ile haledeceklerini söylemiştir. Öyle ki BM sistemi güç kullanımını açık bir şekilde yasaklamıştır.

BM sözleşmesine göre, BM organizasyonu tarafından ya da Ülkeler tarafından uluslararası anlaşmazlıkları BM anlaşmasının 6. Bölümü’ndeki 33-37 maddelere tabi tutularak açıklaması beyan edilmesi gerekmektedir. Şayet bir sorun karşısında barışçıl bir çözüm bulunamazsa bu sorunu BM Güvenlik Konseyi’ne aktarılır. Güvenlik Konseyi ise 40. Madde gereği geçici tedbirler ya da 7. Bölüm’de olan 41.42. maddeleri gereği ülkeyi yaptırıma maruz bırakır ya da barışçıl, huzurlu bir

44 yola girer. BM yaptırımları genellikle ekonomik, diplomat, askeri müeyyideler şeklindedir.

Uluslararası manada bütün tanımları içine alarak güç kullanma ifadesi adından anlaşılacağı gibi “silah kullanma yetkisi elde edinilir” ifadesi anlaşılır. Uluslararası bağlamda hukuk çok önemli bir yere sahiptir. Güç kullanımı ise bu bağlamda ise iki önemli değeri bulunmaktadır. İlki kuvvet kullanmak için hazırlanan ülkelerin istisnai olan durumlarını güç kullanmada bilmek, ikincisi ise güç kullanmayı ya da kuvvet kullanmayı önüne geçip, yasaklamaktır. Bu yüzden uluslararası hukuk kurallarına gereksinim duyulmaktadır (Tinta, 2004: 196).

Birleşmiş Milletler’de yasadışı güç kullanımı, saldırganlık veya yayılmacılık olarak algılanmış ve yasaklanmıştır. Güç kullanımına fakat, meşru müdafaa olarak güç devreye sokma, BM Güvenlik Konseyi tarafından güç kullanma, Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden beş daimi üyenin güç kullanması, İkinci Dünya Harbi’ndeki düşman ülkelere karşı güç kullanılması maksadıyla izin verilmiştir (Tinta, 2004: 197). Tabi hukuka ait bir kavram olan meşru müdafaa hakkı insan fıtratında olan doğa ile mücadele ve başa çıkma savaşarak varlığını idame ettirme maksadının bugüne açığa vurmasıdır. İçinde meşru müdafaanın da yer aldığı hukuka uygunluk sebepleri çoğu zaman hukuk düzeni tarafından tanınan yetkiye dayanır. Bu manada bir şiddet fiilinin meşru müdafaa olarak anlamlandırılması; saldırganın yersiz, tehlikeli, acil ve içinden çıkılmaz saldırısına karşı onun saldırısı ile orantılı şiddette cevap vermesi ile sağlanır (Reisoğlu, 2001: 14).

Birleşmiş Milletler’in anlaşmasına göre 51. madde gereği meşru müdafaanın açıklaması şöyle belirtilmiştir: “BM’nin üyesinden bir ülkenin silahlı saldırıya uğraması halinde, ilk olarak Güvenlik Konseyi güven barışı sağlamak için önlem alıncaya kadar, yapılan saldırıya, saldırı hakkını helal getirmez. BM’nin bu maddesi barış, güven ve yenide kurulması gerekli yeni anlaşmaları, alınan tedbirleri ve her an hareket etme isteği gibi değerleri Güvenlik Konseyi’ne sunup, daha barışçıl bir yol izlemelidir.”

Meşru müdafaa hakkı doğan ülkenin en önemli olarak kullanacağı bir yol silahlı saldırıdır. Bu sebeple büyük devletler meşru müdafaa hakkında içerik ve manası bağlamında bu kavramlar ya da kavramın çok iyi ölçüde değerlendirmeleri ve aralarında anlaşmaları ehemmiyet taşımaktadır. Ama günümüzde bununla ilgili net bir

45 tavır bulunmamaktadır. Aynı zamanda BM anlaşmasında birçok yerinde geçen silahlı saldırı terimi bulunmakta, ama silahlı saldırının ne olduğu konusunda net bir tavır ya da anlam verilmemektedir.

Bu belirsizlik kısmen de olsa 1974 tarihli “Saldırganlığın Tanımına İlişkin Bildiri’nin” kabulüyle birlikte aşılmıştır.Kabul edilen bu metnin 1. maddesinde saldırı şöyle tanımlanmıştır: “Saldırı, bir devletin, bir başka devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı silah kullanması ya da bu tanımlamaya uygun olarak, Birleşmiş Milletler Antlaşması’yla bağdaşmaz başka bir yola başvurmasıdır.”

Fakat bu belge bağlayıcı bir belge değildir. Tanımlanan kavramda aslında silahlı saldırıdan ziyade saldırma fiilidir. Söz konusu bildirinin hazırlık çalışmasında saldırı fiilinin tanımlanmasını amaçlanırken; Batılı devletlerce desteklenen ABD, silahlı saldırı kavramının tanımlanmasına engel olmuştur (Roth, 2004: 189).

Kavramın tanımlanmasına ilişkin bu belirsizlik durumu geniş yorumlamaya neden olmamalıdır. Daha başka bir deyişle, her türlü güç kullanımı silahlı saldırı kabul edilmemeli; bunlara karşı yapılan eylemlerin meşru müdafaa hakkına girip girmeyeceği konusunda da değerlendirme buna göre yapılmalıdır. Her türlü silahlı saldırı bir güç kullanımıdır ama her türlü güç kullanma yasağının ihlali bir silahlı saldırı şeklinde değerlendirilmeyebilir. Silahlı bir saldırıdan söz etmek için, ciddi düzeyde bir güç kullanımı ve aynı düzeyde bir hasarın söz konusu olması gerekir (Reisoğlu, 2001: 18).

Meşru müdafaa hakkı için gerekli ölçüde kullanabilmek için üç şart bulunmaktadır: orantılık, gereklilik, aciliyettir. Bu üç temel değer Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bildirilmesi gerekmekte olup, şartlarını yerine getirdikten sonra gerekli olan operasyonların yerine getirmesi şarttır.

Bir develete sıcak temas halinde bulunulması halinde, barışçıl olan yolları izleyip, karşı devlet bu yolu zorluyorsa, kendisini savunmak için saldırıya geçebilir. Saldırıya uğrayan bir devlet, saldırının sona ermesini beklemeden hemen saldırı pozisyonuna geçebilir. Bu durumda yukarıda belirttiğimiz gibi sıcak temasın hala devam etmesi durumunda olmaktadır (Keskin, 2003: 253).

Bir savaşta haklı olarak gösterilen neden Jus ad Bellum olarak adlandırılmaktadır. Bu terim savaşın nedenini en önemli ve ilk şartıdır. Jus ad Bellum

46 genel bir tabir ile kısaca “kuvvete başvurma hakkı” olarak tanımlanabilir. Savaşa başlamadan önceki süreç için kullanılır. Hangi durumlarda kuvvete başvurma hakkı olduğunu belirler. Jus in Bello terimi ise savaş süreci için kullanılır. Savaş sırasında kuvvet kullanımının içeriği ile ilgilidir. Nelerin adil kuvvet kullanımı olup olmadığına bakar. Bu terim savaşın belirli ölçütlere göre meydana gelmesini savunmaktadır. Bu ölçüt ve kaideler genellikle orantılılık, hukuka uygunluk, haklı bir sebep, en son çare savaş, savaşın başarıya ulaşması ve amacın güvenlik ve başarı olması gibi temel değerleri kapsamaktadır. Bu durum ancak savaşın adilliği ve savunmasıyla mümkün olabilecektir (Roth, 2004: 190).

Jus ad Bellum yani bir savaşın devlet bağlamında resmi bir saldırı olabilmesi için mutlaka hukukun koyduğu bir ölçüte göre uygun bir yolla meydana geleceği anlamına gelmemekledir. Orantılılık ilkesine yönünde savaş hukukun en esas kurallarından birisidir. Meşru olmayan ve hukukun olmadığı bir savaştan bütün ülkelerin kaçınması gerekmektedir. Zaruri ve orantılılık dışına çıkan bir savaş meşru müdafaa haline gelir ve saldırı bir fiil olayına, haksız bir olaya dönüşür. Jus ad Bellum ise her iki durumda zor kullanım haklılığı sağlanmaya yönelik bir ilkedir. Orantılılık ve sivil dokunulmazlığı bulunan bir devletin saldırgan bir devlet karşısında egemenlik haklarını ihlal ettiğinden devlet hukuksal bir önlem almış olmaktadır. bu sebeple devlet her ne koşulda olursa olsun hedefinin dışını çıkarak o ülkeyi işgal etmemelidir. Bir fiilin ancak muhtemel saldırılarını müdahale etmek için zaruri olarak arz ediyorsa yasal olabilmektedir (Aydın, 2004: 176).

ABD’nin 11 Eylül saldırıları ve yaşanılan terörist saldırıları olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi almış olduğu karşı tarafa yapılan herhangi bir güç kullanma yetkisini ilgili bir meşru hak bulunmamaktadır. Birleşmiş Milletler’in 11 Eylül terör olayından yetkilendirme olmadığından, ABD yönetimi meşru müdafaa hakkı tanımıştır. 11 Eylül terör olayları sonucunda İngiltere ve ABD’nin Birleşmiş Milletler’e sunduğu ve meşru müdafaa hakkını 51. Madde’ye göre dayandırıp, ortak ve bireysel olarak beyan etmişlerdir (Aydın, 2004: 178).

Keskin’in yazdığı bir bölümde, Amerika’nın yaptığı operasyonun meşru müdafaa hakkını kullanarak ve Taliban terör örgütünü destekleyen El Kaide’nin bu saldırıda net olarak parmağının olduğunu ve El Kaide’nin Afganistan’da bulunan ve kontrol ettiği yerlerde devamlı olarak bir tehdit altına geldiğini beyan etmiştir. Yapılan

47 askeri operasyonların hedefinde ise ABD’ye karşı yapılacak olan saldırıları caydırmak ve gelen saldırıları önceden müdahale edip yok etmek olmalıdır. Amerika’nın sözcüsü ise ABD’nin meşru müdafaa hakkı her zaman olacaktır. ABD bu hak gereği diğer ülkelerle işbirliği içinde başka yerlere fiili olarak müdahale edebilme, beyanını dile getirmiştir (Keskin, 2003: 257).

Örneğin Marry O Connell, Taliban’ın yeni saldırılara hazırlanmasını önlemek ve memleketini bir üs olarak kullanan örgüt üyesinin yok etmek, Sean Murpy ise; Taliban’ın birçok çağrıya rağmen El Kaide örgütü liderlerini teslim etmemiştir. Bu sebeple ise ABD güç kullanmayı seçmiş deyip, ABD’nin yaptığı operasyonu savunmuştur. Cristopher Greenwood ise; El Kaideyi saklayan Taliban’ın verilmemesiyle ve daha birçok akademisyen, yazar ve ileri düzey bürokrat her zaman operasyonun gerekli olduğunu savunmaktadırlar (Aktaran: Reisoğlu, 2001: 20). Yazarlardan Tinta’nın görüşüne göre: ABD 11 Eylül terör olayında yaptığı operasyonun bir meşru hak ve hukuki açıdan da, silahlı terörist eylem olarak nitelendirmiştir. ABD’nin operasyondan öncesinde ise 11 Eylül terör olayının ABD’ye karşı yapılmış olan bir saldırı olmadığını altını çizmiştir (Tinta, 2004: 200).

Bozkurt’un dediğine göre, 11 Eylül terör olayının direkt ABD’ye karşı olmadığını ve herhangi bir ülkeden saldırı olmadığının ifade eden Bozkurt, ABD’nin Afganistan’a yaptığı operasyonun tartışmaya açık hale getirdiğinin altını çizmiştir (Aktaran: Tinta, 2004: 201).

Topal’ın dediğine göre 11 Eylül’ün Afganistan’a gibi bir ülkeye yapılması kafada soru işaretleri bırakmıştır. Saldırının ikinci bir ihtimali verilmeyip, sıradan bir terör olarak nitelendirmiştir (Aktaran: Aydın, 200: 179).

Amerika Hükümeti barışçıl bir politikayı bırakıp, hemen saldırı aşamasına geçmiştir. Mevcut olay bittiği için geriye kalan saldırının olamayacağı ve tehlikesinin hala devam ettiğinin kanıtlanması gerekmektedir. İngiltere ve ABD hükümetleri Birleşmiş Milletler’e verdiği raporda gerçekleşmesi beklenilen saldırılar hakkında net bir bilgi vermemiştir. Hemen operasyona geçen ABD ve İngiltere hükümetlerinin barışçı, hümanist ve insan hakları gibi değerleri es geçtiğinin kanıtı olmuştur (Reisoğlu, 2001: 21).

ABD’nin 11 Eylül terör olayında sorumlu tutulan Usame Bin Ladin ile hiç muhattap olmamıştır. Bu yoldan çıkarım yapılarak ABD, Ladin ile oturup pazarlık

48 yapabilirdi. Afganistan’a direk saldırmak yerine Taliban terör örgütüyle oturup anlaşabilirdi. Birleşmiş Milletler ABD’nin yaptığı operasyonu 1368 sayılı karar nedeniyle, kolektif ve bireysel meşru olarak kazandığını düşünmek ve ABD’nin yaptığı tek başına yaptığı saldırı ve misillemeyi istisnai bir durum olarak saldırgan politikayı düşünerek, ABD’nin tek başına yürüttüğü bu durumu aleni olarak ihlal ettiğini savunmuştur (Security Council Resolution, 1368: 2001).

Birleşmiş Milletler, uygulayan ve ne de planlayan Taliban örgütü olsa bile hareketi meşru olarak görmemiş olup, 1373 ve 1368 nolu kararları kullanılmasına izin verilmemiştir (Güvenlik Konseyi 1373 Nolu Karar).

Gözen, ise ABD’nin 11 Eylül saldırısının sonucunda, operasyonun saldırısının meşru olmadığını, saldırganın tam olarak tayin edilmesi, saldırının tam olarak kim ve ne için yapılmasının bilinmesi, operasyonun meşru olabilmesi için bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu değerlerin bulunulmaması halinde operasyonun hukuk ilkesinin ihlaline yol açacağını savunmuştur (Aktaran: Reisoğlu, 2001: 22).

Amerika Hükümeti Birleşmiş Milletlere herhangi bir güç kullanmak için izin veren bir karar alınmadığını herhangi bir fiilde bulunmamıştır. ABD yapılan silahlı saldırının ortak ve bireysel olarak meşru bir müdafaa kullanmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Amerika hükümeti yapılan saldırıyı hem Konsey üyelerinin arasında toplanarak olumlu bir yaklaşım içerinde çözebilir hem de gerekli izinleri alıp, zorlayıcı yetkilere sahip olabilirdi. ABD bu yol ya da yolları seçmek yerine saldırı politikasını gerçekleştirmiştir. Ancak ABD’nin elinde herhangi bir kanıtın ve delilin olmadığı ve bu yüzden ABD’nin tek taraflı hareket ederek bir saldırı yapmak istediği gibi faklı kurgusal bir eylem olduğunu ileri sürmüştür (Başeren, 2002: 55).

Birleşmiş Milletler terör saldırına maruz kalan ülkeleri sakin ve rahat bir dille Güvenlik Konseyi’ne müracaat edebilirler. Ülkelere yapılan bu operasyonlar, terör örgütünün barınak sağladığı ve yardım ettiği gerekçeyle ülkeye düzenlenen saldırılar zaruret ve aciliyet gibi ölçülere uymadıysa, cezalandırıcı bir fiil olarak yapılabilip, savunma amaçlı olamaya bilmektedir (Aral, 1999: 24).

Başkan Bush’un Doktrini’nde, uluslararası hukuku çiğnediği ve meşrulaştırmasını gerçekleştirmek gibi bir olayın olmadığını söz konusudur. ABD yapılan 11 Eylül saldırılarından sonra yapacağı operasyon öncesinde yapacağı

49 operasyonu meşrulaştırmalı, Taliban’ın ve El Kaide gibi terör örgütünün yaptığını kanıtlamalı, eylemlerin silahlı boyutlara olduğunu ya da El Kaide gibi terör örgütünün yönlendiğinin, yapacağı operasyonu Taliban’a karşı yapacağını kanıta ve mevzuata göre göstermek sorumluluğundadır (Aktaran: Chomsky, 2004: 139).

Yılmazer, Achcar ve Chomsky göre; ABD’nin operasyonun herhangi bir izin alma görüntüsüne girmediğini, ABD’nin gerekli olan İzni BM’den alabileceğini savunmuşlardır. Ancak ABD bu yola girmemesinin nedeni Çin ve Rusya’nın bu operasyon sonrası kendilerine menfaat sağlayabileceğinden dolayı girmek istememiştir. 11 Eylül terör olayının ABD’nin elinde bulundurdukları belgeleri Uluslararası Adalet Mahkemesine başvurmuştur. Belge olarak da Nikaragua davasını vermiştir. Öncelikle yapılan terör olayının meşrulaştırıp, saldırıyı silahlı bir saldırı olarak göstermesi gerekmektedir (Aktaran: Paksüt, 2002: 94).

Nikaragua davasında, 1979’da Nikaragua Cumhuriyeti’nde, sağcı Somoza rejimi solcu Sandinista devrimcileri tarafından yıkılmıştır. Kendi sol görüşlerini yaymak isteyen sol Sandinista rejimi, El Salvador’daki hükümet karşıtlarını desteklemeye başlamıştır. Bunun üzerine ABD başkanı, El Salvador’daki gerillalara yardım etmesi üzerine ekonomik yardımını keserek Sandinista rejimi tarafından yönetilen Nikaragua’ya tepki göstermiştir. Bununla beraber Amerika, Nikaragua’daki Sandinista rejimini tehdit eden silahlı gruplara askeri ve ekonomik yardımda bulunmuştur. Nikaragua ABD’nin, “iç sularına ve karasularına mayın dökmek, Nikaragua ticaret gemileriyle yabancı gemilere zarar vermek ve Nikaragua’nın limanlarına, petrol tesislerine ve bir donanma üssüne saldırmak suretiyle kendisine karşı” uluslararası teamüllere aykırı bir biçimde güç kullandığını iddia ederek, Uluslararası Adalet Divanı’na ABD aleyhine dava açmıştır. ABD’nin ülke iç işlerine karışmasını bir an önce bırakarak tazminat ödemesini talep etmiştir. ABD ise bu yaptıklarını müşterek meşru müdafaa hakkına dayandırmıştır (Karadağ, 2016: 180).

Divan incelemesi sonucunda kısaca şu kararlara varmıştır (Karadağ, 2016: 181): - Silahı temin etmekle müdafaa hakkı oluşmaz,

- Muzdarip olan devlet sadece kuvvet kullanabilir,

- Nikaragua devletine isyan eden kişilere destek vermiştir. Silahlı destek değildir,

50 - Nikaragua‘da meşru müdafaa hakkıyla ABD’nin El Salvador’u

göstererek kontralara yaptığı yardım kabullenilmez bir durum, - ABD yaptığı bu olayda kuvvet kullanma hakkını çiğnemiştir,

Bu olay tıpkı Afganistan’a yapılan operasyon gibi düşünülmesi gerekirse; İngiltere ve ABD’nin Afganistan’a yapacağı operasyonu hukuki açıdan geçerlilik kazandırmak istemiştir. Birleşmiş Milletler’in 51. Maddesine göre hukuki bir geçerlilik olarak ABD ve İngiltere Taliban hükümetinin El Kaide gibi terör örgütüne silahlı yardım sağladığını söylemişlerdir. İngiltere ve ABD’nin yaptığı ve belge olarak götürdüğü BM’ne bir terör örgütü diğer bir terör örgütüne silah yardımı yapıyorsa (tıpkı Nikaragua gibi) ve bu örgüt diğer bir ülkeye saldırı düzenlerse, saldırıya uğrayan ülke meşru müdafaa hakkını kazanır. Ancak ABD ve İngiltere her ne kadar silahlı bir yardım yapılmadığı olsa da, ABD ve İngiltere BM’in 51.madde gereği Afganistan ve Irak’a saldırı operasyonu gerçekleştirmiştir (Yılmaz&Irk, 2015: 160). FBI ve CIA El Salvador olayında Somoza rejimin iktidardan düşürmek adına müdahale yaparken kontralara gerekli eğitimi verdiğini, silahlandırdığını ve tüm açıdan destek çıktığını kanıtlamışlardır. Bu olay sonuncunda ABD Uluslararası Adalet Mahkemesinde suçlu bulunan tek ülke olma sıfatını kazanmıştır. ABD’nin bu durumları birçok ülke tarafından kınanmış ve sempati kazanmıştır. birçok kişinini maruz kaldığı ve binlerce insanın öldüğü bu tür operasyonlarda hep zarar verme politikası gösterdiği denilebilir (Aktaran: Paksüt, 2002: 94).

3.2. ABD’nin Operasyonu Sonrası Afganistan

Benzer Belgeler