İ K İ
l
K Ö Ş E M D E N T
ÇALIKÜŞUMUZ
Yazan: Haşan - Âl! Yiisel
Kendi, en çok bu eserine benze- ] eliği için; narin, yumuşak, kıymetli varlığı aramızdan uçtuğu zaman ona böyle diyerek ağladım. Doğmuş hiç kimsenin kaçamıyacağı malûm so nuçtan o da kurtulamadı. Reşad Nu ri; kırk yıllık dost, bir o kadarlık meslekdaş. Bitti mi? Reşad Nuri, sa natkâr olarak bir nesli kendine hay ran etmiş bir insandı.
Reşadın, şu son cümlenin son ke limesinde, tam özünü bulursunuz: Reşad, insandı.
Ah, feleğin ne hakikatsiz, ne ha fızasız bir devrinde yaşıyoruz. Dün ya derdleri, oluk oluk akan kanlar, poliLika dalgaları, menfaat dalave releri, türlü kaygular ve sıkıntılar, dostlarımıza bile onları kaybettiği miz acı günlerde hâtıralarile başba- şa kalıp için için göz yaşı dökme mize imkân vermiyor. Bu hali fazıa duyarlık, fazla içlilik, hattâ lüzum suz derecede romantik bulanlar çok olacak!!. Olsun... Ben gerçek insan lığı tankta, bombada değil, gönlün ve gözün içindeki öldüren ateşte bu lanlardanım. Nasıl olsa eriyeceğiz. Duya duya bitmeyi ve bitenlerle be raber bitmenin zevkini tatmayı ol gunluk eseri bilenler büsbütün si liııip gitmediler. Varlığı anlamanın en güvenli yolu, yok olmayı içten hissetmeğe bağlıdır.
Reşad Nuriyi Çamlıca Kız Lise sine hoca gittiğim zaman tanıdım. Ben toy öğretmen, bu gene ve biı;;-7 daha kıdemli meslekdaşta ruhuna kolay yaklaşılır, sıcak bir dostluk yuvası buldıımdu. Tanı otuz beş se ne!. Dile kolay!. Evet, otuz beş sene!. Yerinde duramıyan, çırpına çırpına konuşan Reşad da öyle çevik, öyle daldan dala atlayan, fakat yak nlık duyduklarım beraberinde uçuran bir ruh kudreti vardı ki, ona candan hayran olmuştum. Mantık kitabı yazmış, terbiye dersi veren bu genc- de mantık ötesi, terbiye üstü bir şey seziyordum. Ancak ders zamanı ha remine girdiğimiz ve öğrencilerimizi başörtülerinin altmda bulduğumuz bu mutaassıb, fakat terk , i: nı-11, temiz lisenin bahçesinde yanyana dolaşırken yanından geçtiğimiz a- ğaçlarm. daha da dışarıya çıktığımız zaman Çamlıca eteklerine serilmiş manzaraların onun dilinde öyle can lanışları, öyle kokuları, öyle renkleri, öyle bambaşka bir hayatları belirirdi ki, susar, hiç bir şey söylemez; zevk le, heyecanla hep onu dinler, hep onu dinlemek isterdim.
Ben zaten onu «Çalı Kuşu» nda bulmuştum. Çalı Kuşu nedir, onu bizden sonraki kuşaklar bilemezler. Gözü kör olası kıskançlıklarımız, u- nutkanlıklarımız çok kere asil eser den daha mühim olan yakınlarını sonradan geleceklere her zaman per deli bırakmıştır. Adam yetişmiyor, diye hayıflanan bizler, yetişmiş olan lara ne yapmışız ki, dahası yetişsin!. Çalı Kuşu, parça parça çıkarken o- kuyucular sanki bir büyüye tutul muşlardı. Oıtun kâşifi de başka bir dostum, Hakkı Tanktır. Ne son ayrı lış törenine gidebildim, ne onun için şimdiye kadar bir satır yazabildim. Hattâ ne de hakkında etraflı bir yazı okuyabildim. Utanıyorum. Kendileri ne iyilik etmek için pek çokları ya nında kötü kişi olduğu adamlar da/ mı öldüler?
Evet, Çalı Kuşu; edebiyat kökle rinde böyle birdenbire kanad çırptı. Ondaki bu çekicilik neydi, nereden geliyordu?
Çalı Kuşu bizdik; Çalı Kuşu mem leketti, Çalı Kuşu köydü, Çalı Kuşu idealdi. Aydınla halk, onda karşı karşıya gelmişti. Çalı Kuşu, gelin liklerini atıp Anadoluya köy hocası giden Feride değildi. Feridede halka hizmeti, halka muhabbeti sevdik. A- meıikan Kolejinden çıkmış bu hop pa kız, nelere katlanmadı? Feride- nin bu ıstırablarmda halk hizmetinin tatlı acılarını duyduk. Kırık, dökük de olsa, belki de böyle kırık dökük olduğu için, köye daüssıla duyduk. Kısaca, Çalı Kuşunda vatanımızı sevdik. Bu vatan, «Kâbede siyaha bürünmüş» kutsal bir hayal değildi; Bir gerçekti. Dış perişanlığı, iç ol gunluğu ile «Türk» ün kendisi idi. Hattâ Reşad Nurinin kendisi idi.
Reşad Nuri, bizi bize bulduran büyük adamlarımızdan biridir. Sevgi l i Feridesi gibi, hayat ve sıhhat ara mağa gittiği sahici bir gurbetten ger çek vatana, fakat Feridenin zıddına olarak, cansız vücudile dönüyor. E- minim, ömründe bir defa bir kimse ye kötülük duymamış bu mübarek insan, mutlaka Hakkın rahmetine er miştir. Ulu Tanrı, onun gibi «iyi» kullarını cennetine almayıp da kimi kabul edecek? Hakkın adaletine, onun merhametine inanmaz ve böy- 1 le düşünmezsek, işte o zaman kâfir oluruz. Ne hazin teselli!. Hazin, fa kat tek!.
Reşad Nuri, hiç bir zaman büyük lüğünü hissetmemiş, hele hiç oir su retle hissettirmemiştir. O hissetmedi .veya hissettirmedi diye biz de açık- lamıyalım mı? Tevazu, sahibi için kusur haline getirilirse başa mağrur lar belâ kesilirler. Nitekim edebiya tımız ve fikir hayatımız böyle aza metlilerin belâsını çok çekmiştir, hâ lâ da çekmiyor değil Reşad Nuri, bunun tam tersine, geniş kültürü, hayat tecrübelerinin zenginliği, işlek kafası ve duyan kalbine -ağmen dai ma yük olmadan, hiç bir şeye, mev- 1 kie, şöhrete, muvaffakiyete yük ol- 1 madan hafif, bir tüy kadar hafif ya- ’ şadı. Gene o kadar hafif, bir lüy gibi uçup gitti.
Bu satırları yazdığım saat, onun yirmi dört saat içinde en sevdiği an lardır. Şimdi, kırılan billûrlar gibi yüreğimi yırtıp kanatarak içime dö külen kahkahalarını duyuyor, ispir tosu bitmiş ocağa günün gazetelerini kırpıp koyarak elinde cezve, kahve pişirişini seyrediyorum. Herkes derin uykuya daldıktan sonra en az dört, beş saat geçmiştir. Henüz ne ay bat mış, ne güneş doğmuş. Bir sigara, bir sigara daha. Ve kahve. . Onun bü tün sefahati bu kara içkiyle o beyaz dumanda idi. Günah olarak işlediği bu masum mekruhları ölümile affet- tirmiştir. Bir de güzel yemeği pek severdi. Onu, tanıdığımdanberi hep böyle zayıf, çelimsiz görmüşümdür. Çok yemezdi. Esasen şişmanlığa is- tidadsızdı. Pek zeki, olgun, aç lı ve çilekeş anneciği de öyleydi. Güzel yemeği seven Reşad, güzel de ye- | mek pişirirdi. Hele bazı yemekleri fevkalâde yapardı. Onunla veya on dan yemek yemek, bir ziyafetti, saa detti, zevkti.
' Bakın bana; çıldırdım mı? Neler anlatıyorum. O da, siz de beni mazur görün. Ben bu satırları Reşadı an latmak için yazmıyor muyum? Bu kadar canlı, bu kadar hayat dolu in sandan başka türlü nasıl bahsedebi lirim? Fakat ba'ka türlü bahsetme ğe mecburum. Ne korkunç, ne mer hametsiz mecburiyeti.
Reşad Nuri, Carlyl’in Kahraman larım türkçeye çevirmişti. Fransız- casından yaptığı tercümeyi parça parça okudu. Bu mühim kitab için benden bir başyazı istedi. Omı ki- ramazdım. Yazdım. Müsveddeyi eline uzattığım zamanki ciddi, diri mem nunluğunu, gönül alıcı »özlerini -hiç unutamam. Beni yazmağa en çok teşvik eden, hattâ zorlayan oydu. Geçen sene J. J. Rousseau'nun İti raflarım türkçeye çevirdiğini söyler ken gözlerinde aynı sevinci buldum. Aynı gene sevinç... Reşad, yaşlandı, fakat ihtiyarlamanııştı. Nidelim ki, öldü.
On dakikadan fazla bir zaman son ra devam ettiğim bu yazı, ona bir «mersiye» olsun istemem. Eminim ki, o da istemez. Nerede bir kalaba lık, vak’a denilmeğe değer bir top lanış görürse bir polis hafiyesinin meslek tecessüsü ve vazife aşkilc oraya sokulmaktan kendini alamı- yan Reşadın ruhu, ölümü hâdisesi nin etrafında mutlaka uçuyordur. Kendi varlığına bite bir romancı, bir insan öğrencisi sıfatile objektif bak- j mağa alışmış bu ruh, ancak sevdik lerinin yanında olmadığı için açılıdır. Ölümile, belki de onları bir kere da ha denemek istedi. Bu kadar seven bir insanın, sevdiklerinden buna beklemesi haklı değil midir’ Ailasi- ne, yakınlarına, dostlarına. Türk Rah nesine, edebiyatımızı Türk maari fine başsağlığı dilemekten başka il den bir şey gelmiyor ki...
Taha Toros Arşivi