• Sonuç bulunamadı

Ortaokul Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyinin Ebeveyn Kabul Red Algısı Ve Demografik Değişkenlere Göre İncelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ortaokul Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyinin Ebeveyn Kabul Red Algısı Ve Demografik Değişkenlere Göre İncelenmesi"

Copied!
122
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNİN SALDIRGANLIK DÜZEYİNİN EBEVEYN KABUL RED ALGISI VE DEMOGRAFİK DEĞİŞKENLERE

GÖRE İNCELENMESİ

Ebru AYTEKİN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(2)

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren on iki (12) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN Adı : Ebru

Soyadı : AYTEKİN

Bölümü : Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik İmza :

Teslim tarihi : 05.08.2015

TEZİN

Türkçe Adı : Ortaokul Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyinin Ebeveyn Kabul Red Algısı ve Demografik Değişkenlere Göre İncelenmesi

İngilizce Adı : Elementary Schools Students’ Agression Level and Acceptance/Rejection Perception to Parents and its Analysis by Demographic Variables

(3)

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

(4)

Jüri onay sayfası

Ebru AYTEKİN tarafından hazırlanan “Ortaokul Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyinin Ebeveyn Kabul Red Algısı ve Demografik Değişkenlere Göre İncelenmesi” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Danışman: Doç. Dr. Şerife TERZİ

(Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi) ………

Başkan: Doç. Dr. İlhan YALÇIN

(Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi) ………

Üye: Yrd. Doç. Dr. Leyla ERCAN

(Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi) ………

Tez Savunma Tarihi: 05/08/2015

Bu tezin Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Servet KARABAĞ

(5)

TEŞEKKÜR

Tez hazırlama sürecim boyunca bana kilometrelerce uzaktan bile olsa yol gösteren, moral veren ve beni motive eden, yardım ve önerilerini esirgemeyen, çalışmalarımı hızla inceleyerek bana ileten, desteğini hep hissettiğim çok değerli danışmanım Doç. Dr. Şerife TERZİ’ ye sonsuz teşekkür ediyorum.

Çalışmam boyunca yardımlarından dolayı hayatıma olumlu bakmama yardım eden güleryüzlü arkadaşım Gülcemal GÜLER’e ve bana uygulama aşamasında yardım eden Mehmet Varlıoğlu Ortaokulu Öğretmenlerine teşekkür ediyorum.

Hayatımın her anında varlıklarını ve desteklerini hissettiğim, tüm eğitim-öğretim hayatım boyunca olduğu gibi yüksek lisans eğitimimde de bana yardımcı olmak için her şeyi yapan, özverili ve ilgili, sevgilerini hiç eksik etmeyen, hayatıma anlam katan değerli varlıklarım sevgili annem Sema AYTEKİN ve babam Tuğrul AYTEKİN’e teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Stresli zamanlarımda moralimi yerine getiren ve kendime güvenmemi sağlayan, bu süreçte beni sürekli destekleyen ve başım sıkışınca yardımıma koşan, her zaman sevgisini ve desteğini hissettiğim hayat arkadaşım, eşim Yüksel YALÇIN’a teşekkür ediyorum.

(6)

ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNİN SALDIRGANLIK DÜZEYİNİN

EBEVEYN KABUL RED ALGISI VE DEMOGRAFİK

DEĞİŞKENLERE GÖRE İNCELENMESİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Ebru

AYTEKİN

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Haziran 2015

ÖZ

Bu çalışmada ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyi, ebeveyn kabul red algısı ve demografik değişkenlere göre incelenmiştir. Araştırmaya Kırıkkale il merkezinde öğrenim gören 102’si 6. sınıf, 137’sı 7. sınıf, 134’sı 8. sınıf olmak üzere toplam 373 ortaokul öğrencisi katılmıştır. Veri toplama araçları olarakSaldırganlık Ölçeği, Ebeveyn Kabul-Red Ölçeği ve Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen verilerin analizinde Pearson Momentler Çarpım Korelasyon Katsayısı, Çoklu Regresyon Analizi, İlişkisiz Örneklemler için t-Testi ve Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Araştırma sonucunda öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin cinsiyet, kardeş sayısı, anne-baba eğitim durumu, sosyoekonomik düzey değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermediği görülmüştür. Bununla birlikte, 8. sınıf öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri 6. ve 7. sınıf öğrencilerinin saldırganlık düzeylerinden daha yüksek bulunmuştur. Araştırmada ayrıca saldırganlık düzeyi ile anne kayıtsızlık düzeyi, anne ayrışmamış red düzeyi, baba sıcaklık düzeyi, anne düşmanlık düzeyi ve baba kayıtsızlık düzeyi arasında orta düzeyde pozitif yönde ve anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Saldırganlık düzeyi ile baba ayrışmamış red düzeyi arasında ilişki de pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Araştırmada elde edilen diğer sonuçlar ise anne ayrışmamış red, anne düşmanlık, anne kayıtsızlık ve baba düşmanlık, baba kayıtsızlık, baba ayrışmamış red düzeyinin saldırganlığı yordadığı görülmektedir. Buna karşın anne sıcaklık, baba sıcaklık düzeyinin saldırganlığı yordamadığı görülmüştür. Ebeveyn kabul –red düzeyi saldırganlık varyansının %5’ini açıklamaktadır. Araştırmada elde edilen bulgular ilgili literatür ışığında tartışılmıştır. Öğrencilere saldırganlık düzeylerini azaltmaya yönelik sınıf rehber öğretmenleri ile işbirliği yaparak grup rehberliği çalışmaları yapılmalıdır. “Çatışma Çözme Becerileri” ve “Temel İletişim Becerileri”, “Öfke ile Başa çıkma Yöntemleri” konulurında olmalıdır. Anne babalara yönelik anne-baba tutumları, aile içi iletişim ile ilgili seminer çalışmaları yapılmalıdır. Okullarda öğrencilerin serbest zamanlarını değerlendirebilecekleri ve arkadaşlık ilişkilerini geliştirebilecekleri etkinliklere yer verilmelidir.

(7)

Bilim kodu:

Anahtar Kelimeler: Saldırganlık, ebeveyn kabul-red, kabul-red algısı Sayfa Adedi:109

(8)

ELEMENTARY SCHOOL

STUDENTS’ AGRESSION LEVEL AND

ACCEPTANCE/RE

JECTION PERCEPTİON TO PARENTS AND ITS

ANALYSIS BY DEMOGRAPHIC VARIABLES

(M.S. Thesis)

Ebru AYTEKİN

GAZİ UNIVERSTY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES

June 2015

ABSTRACT

In this study, elementary school-students’ agression level is examined throughly according to parental acceptance /rejection and demographic variables. Totally 373 students- studying in provice center of Kırıkkale - 102 students at 6th grade, 137 at 7th grade, 134 at 8th grade participated in this survey. As data collection tools, Aggresion Scale, Parent Acceptance/Rejection Scale and Personal Information Form are used. In the analysis of the obtained data during the research, Pearson’s Product-Moment Correlation, Multiple Regression Analysis, One-way Analysis of Variance (ANOVA) and Independent Samples t-Test are utilized. At the end of the research, it is found out that the agression level of students doesn’t differ significantly in terms of such varieties as gender, the number of siblings, the education level of parents, socio-economic level. However, the agression level of 8th grade students is found out to be higher than the agression level of 6th and 7th grade students. Moreover, it has been seen that there is a positive and significant –medium- relation between agression level and maternal indifference/neglect, undifferentiated rejection level, father’s warmth/affection level, maternal hostility/agression level, father’s indifference/neglect level. The relation between agression level and father’s undifferentiated rejection level has been found out to be positive and significant. Other result achieved in the research is that maternal undifferentiated rejection, hostility, indifference/neglect levels and father’s hostility/agression, undifferentiated rejection levels predict the agression level. On the other hand, maternal warmth/affection and father’s warmth/affection levels don’t predict the agression level. Parental accept/reject level explains %5 of variance of agression. The data obtained throughout the research has been discussed in the consideration of literature. Group guidance should be done to reduce the agression level of the students by cooperating with class guidance teacher. Methods of Conflict Resolution Skills, Basic Communication Skills and Coping with anger should be about. Seminar studies on parents' attitudes towards parents and intrafamilial communication for parents should be performed. The activities that students can evaluate their free time and improve their friend relationship should be involved at schools.

(9)

Science Kode:

Key Words : Agression, parent accept/refuse, accept/refuse perception. Page Number : 109

(10)

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU ... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI ... ii

JÜRİ ONAY SAYFASI ... iii

TEŞEKKÜR ... iv

ÖZ ... v

ABSTRACT ... vii

İÇİNDEKİLER ... ix

TABLOLAR LİSTESİ... xii

GİRİŞ ... 1

1.1.Araştırmanın Amacı ... 7

1.2.Araştırmanın Önemi ... 8

1.3.Sınırlılıklar ... 9

1.4.Tanımlar ... 10

KURAMSAL BİLGİLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR ... 11

2.1.Saldırganlık İle İlgili Kuramsal Bilgiler... 11

2.1.1.Saldırganlık Kavramı ve Nedenleri ... 11

2.1.2.Saldırganlığın Nedenlerini Açıklayan Kuramlar ... 16

2.1.2.1.Biyolojik Temelli Kuramlar ... 16

2.1.2.2.İçgüdü Kuramı ... 18

2.1.2.3.Davranışçı Kuramlar ... 21

2.2.Ebeveyn Kabul Reddi İle İlgili Kuramsal Bilgiler ... 24

2.2.1.Ebeveynliğin Sıcaklık Boyutu ... 26

2.2.2.Kontrol Boyutu ... 28

(11)

2.2.4.EKAR Kuramı’nın Alt Alanları ... 30

2.2.5.EKAR’ın Kişilik Kuramı ... 31

2.2.5.1.Bağımlılık veya Savunucu Bağımsızlık ... 32

2.2.5.2.Duygusal Duyarsızlık (Tepkisizlik) ... 35

2.2.5.3.Düşmanlık ve Saldırganlık ... 36

2.2.5.4.Olumsuz Öz-Saygı ... 38

2.2.5.6.Olumsuz Öz-Yeterlik ... 39

2.2.5.7.Duygusal Tutarsızlık ... 40

2.2.5.8.Olumsuz Bakış Açısı ... 40

2.2.6.EKAR Kuramı’nda Başetme Teorisi ... 41

2.2.6.1.Öğrenilmiş Güçlülük ... 43

2.2.6.2.Kontrol odağı ... 44

2.2.7.EKAR Kuramı Sosyokültürel Sistemler Modeli... 45

2.3.Ergenlik Dönemi İle İlgili Kuramsal Bilgiler ... 46

2.4.İlgili Araştırmalar ... 50

2.4.1.Saldırganlık İle İlgili Yapılan Araştırmalar ... 50

2.4.2.EKAR İle İlgili Yapılan Araştırmalar ... 56

YÖNTEM... 61

3.1.Araştırmanın Modeli ... 61

3.2.Araştırma Grubu... 61

3.3.Veri Toplama Araçları... 62

3.3.1.Kişisel Bilgi Formu ... 62

3.3.2.Saldırganlık Ölçeği ... 62

3.3.3.Çocuk/Ergen Ebeveyn Kabul-Red/Kontrol Ölçeği (Çocuk/Ergen EKRÖ/K) ... 63

3.4.Verilerin Toplanması ... 65

3.5.Verilerin Analizi ... 65

BULGULAR VE YORUM ... 67

4.1. Demografik Değişkenlere Göre Saldırganlık ... 67

4.1.1. Cinsiyete Göre Saldırganlık ... 67

4.1.2.Sınıf Düzeyine Göre Saldırganlık ... 68

4.1.3.Anne ve Baba Eğitim Düzeyine Göre Saldırganlık ... 70

(12)

4.1.5.Sosyoekonomik Düzeye Göre Saldırganlık ... 73

4.2. Saldırganlık ile Anne ve Baba Kabul-Red Alt Boyutları (Sıcaklık, Düşmanlık, Ayrışmamış red, Kayıtsızlık) Arasındaki İlişki ... 75

4.3.Anne ve Baba Kabul-Red Düzeyinin Alt Boyutlarının Saldırganlığı Yordaması ... 77

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 81

5.1. Sonuç ... 81

5.2. Öneriler ... 82

5.2.1.Uygulamaya Yönelik Öneriler ... 82

5.2.2.İleriki Araştırmalara Yönelik Öneriler ... 83

KAYNAKLAR ... 85

EKLER... 100

EK 1:Kişisel Bilgi Formu ... 101

EK 2:Saldırganlık Ölçeği ... 102

(13)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1.Cinsiyete Göre Saldırganlık Ölçeği Puanlarına İlişkin t-Testi Sonuçları……...…67 Tablo 2.Saldırganlık Ölçeği Puanlarının Sınıf Düzeyine Göre Betimsel Verileri………...68 Tablo 3.Sınıf Düzyine Göre Saldırganlık Ölçeği Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları………69 Tablo 4.Saldırganlık Ölçeği Puanlarının Anne ve Baba Eğitim Düzeylerine Göre Betimsel

Verileri………..70

Tablo 5.Anne ve Baba Eğitim Durumuna Göre Saldırganlık Ölçeği Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları………..70 Tablo 6.Saldırganlık Ölçeği Puanlarının Kardeş Sayılarına Göre Betimsel Verileri……...72 Tablo 7.Kardeş Sayılarına Göre Saldırganlık Ölçeği Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları………....72 Tablo 8.Saldırganlık Ölçeği Puanlarının Sosyoekonomik Düzeylerine göre Betimsel Verileri………..………73 Tablo 9.Sosyoekonomik Düzeye Göre Saldırganlık Ölçeği Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları……….74 Tablo 10.Saldırganlık,Anne ve baba kabul red düzeyleri arasındaki ilişkiler Pearson Momentler Çarpım Korelasyonu………..75 Tablo 11. Saldırganlığın Yordanmasına İlişikin Çoklu Regresyon Analizi…………..…...77

(14)

BÖLÜM I

GİRİŞ

İnsan toplumsal bir varlıktır ve çevresindekilerle ilişki kurarak yaşamını sürdürür. İnsan yaşamı kişilerarası ilişkilerin toplamıdır.Kişilerarası ilişki insanın yaşamında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu ilişki bazen olumlu ve yapıcı olmakla birlikte bazen de çatışma ve problemleri içerebilir. Kişilerarası ilişki hali kimi zaman saldırgan unsurlar da içerebilmektedir. Bireyler ailede, okulda, çevresinde çeşitli durumlarla, değişikliklerle ve engellenmelerle karşılaşmaktadır. Engellenme saldırganlığın meydana gelmesinde önemli bir etken olarak kabul edilmektedir. Engellenmenin saldırganlık için basit bir uyarıcı olduğu ve organizmayı saldırgan olmaya hazırladığı öne sürülmektedir. Bireyi engelleyen nesne ya da bireye yapılan saldırganlık, bazen uyuma, bazen de uyumsuzluğa neden olabilmektedir. Açlık, susuzluk gibi fizyolojik gereksinimlerin ya da sevgi, ilgi gibi duygusal gereksinmelerin karşılanmaması insanı saldırgan hale getirebilmektedir. Engelleyen kişi ya da olay kendi dışında ise engellenme sonucu ortaya çıkan kızgınlık yer değiştirmekte, başka kişi ve nesnelere yönelmektedir (Cüceloğlu, 2005). Engellenme deneyimi yaşamış çocuklarda saldırgan model izleme, saldırganlığın ortaya çıkmasını sağlamakta, başka bireylerin şiddet içeren hareketlerini izleme de saldırganlığın dışavurumunda arttırıcı rol oynamaktadır (Sue, Sue ve Sue, 1981).

Günümüzde de popüler bir araştırma konusu olan saldırganlık canlıların temel içgüdülerinden, dürtülerinden biri olup yaşamı sürdürmek için gerekli olan davranışların kaynağı ve itici gücüdür. İnsanda saldırgan davranışlar kalıplaşmış olup; kızgınlık, öfke durumunu dışa yansıtan yüz mimiğinden ya da bir sözcükten, doğayı, canlıyı yakan, yıkan, yok eden şiddet eylemlerini içine alan geniş bir alanı kapsamaktadır (Köknel, 1996).

Fromm (1995) saldırganlığı savunucu ve yıkıcı saldırganlık olarak ikiye ayırmıştır. Savunucu saldırganlığın insanda ve hayvanda ortak olduğunu, yaşamsal çıkar, tehdit altındayken ortaya çıktığını ve kalıtımsal olarak programlanmış bir saldırma tepkisi olduğunu belirtmiştir. Fromm savunucu saldırganlığın, tehdit ortadan kalktığında etkisini kaybettiğini vurgulamaktadır. Yıkıcı saldırganlık ise, zalimlik ve yıkıcılığı kapsamakta, insan türüne özgü,

(15)

kalıtımsal olarak programlanmamış, biyolojik olarak uyarlanamayan, hiçbir amacı olmayan ve doyurulması yoğun olan bir saldırganlık çeşidi olarak vurgulanmaktadır.

Saldırganlık sözcüğü genelde olumsuz bir davranış olarak algılanmasına rağmen, temel anlamda bir yere veya kimseye yaklaşmak, bir şeye başlamak fakat aynı zamanda saldırmak üzere atılmak anlamlarına gelmektedir. Fakat günümüzde saldırganlık, canlı ya da cansız herhangi bir objeye zarar verici, yaralayıcı, hatta öldürücü, zedeleyici davranışlar olarak tanımlanmaktadır (Kesen, Deniz ve Durmuşoğlu, 2007). Berkowitz (1987) ise saldırganlığı, birine fiziksel ya da psikolojik olarak zarar verme niyeti ile yapılan fiziksel ve sözel davranışlar olarak görmektedir.

Saldırganlık açık ya da örtülü, şiddetli ya da hafif, özel ya da genel, tepkisel ya da planlı, görünür bir nedene bağlı ya da açık bir nedene bağlı olmadan, psikolojik veya fiziksel bir biçimde olabilir. Hangi biçimde olursa olsun, eğer davranış zarar verme niyetiyle yapılmışsa karşısındakini incitmemiş veya acı vermemiş bile olsa saldırganlık olarak nitelendirilir (Kartal ve Bilgin, 2009).

Freedmen, Sears ve Carlsmith (1998), saldırganlığı özgeci, düşmanca saldırganlık ve izin verilmiş saldırganlık olarak üçe ayırmıştır. Özgeci saldırganlığı grubun moral standartları açısından kabul edilebilir amaçlar çerçevesinde, toplumsal olarak onaylanan saldırganlık olarak tanımlarken, düşmanca saldırganlığı toplumsal olarak onaylanmayan, kışkırtılmamış ya da tahrik edilmemiş suç eylemleri olarak tanımlamıştır. İzin verilmiş saldırganlığı ise, toplumsal kuralların gerekli kılmadığı, fakat toplumsal kurallar çerçevesi dışına taşmayan, kabul edilmiş ahlaksal standartlara ters düşmeyen saldırganlık şeklinde ifade etmiştir.

Moeller (2001) de saldırganlığı, fiziksel ve sözel saldırganlık olmak üzere iki grupta incelemektedir. Fiziksel saldırganlıkta kişiye, hayvana ya da nesneye vurma, tekmeleme, bıçaklama, ateşli silahlarla yaralama, sert bir şekilde itme, nesne fırlatma, pencere çarpma, cam kırma ve yangın çıkarma gibi zarar verme vardır. Sözel saldırganlıkta ise; tehdit etme, not ya da mektup yazarak tehditte bulunma, bağırıp çağırma, dedikodu yapma, alay ederek sataşma gibi kelimelerle zarar verme vardır.

Saldırganlık, fiziksel, sözel saldırganlık, aktif, pasif saldırganlık, dolaylı, dolaysız saldırganlık olarak da ayrılabilir. Fiziksel aktif dolaysız saldırganlık; birisini yumruklama, sözel aktif dolaysız saldırganlık; hakaret etme, onur kırma, fiziksel aktif dolaylı saldırganlık; şakalar, sözel aktif dolaylı saldırganlık; hoş olmayan dedikodular yapma, fiziksel pasif dolaysız saldırganlık; bir şeylere engel olma, sözel pasif dolaysız saldırganlık; konuşulanları reddetme,

(16)

fiziksel pasif dolaylı saldırganlık; bir iş için gerekli olan şeyleri reddetme, sözel pasif dolaylı saldırganlık ise yazarak ya da konuşarak sürekli reddetme durumlarını içerir (Buss, 1978). Saldırganlığın iki boyutu vardır. Birincisi, kalıtımsal boyut, ikincisi ise öğrenme boyutudur. Saldırganlık eğilimi doğuştan gelebilir, ancak insanlar, içinde bulunduğu kültürün ve kişisel yaşantıların zihinlerinde oluşturduğu şemaların etkisiyle saldırgan içerikli davranışlar sergileyebilirler (Dökmen, 2013). Bireyin içinde bulunduğu çevrede ya da grupta saldırganlığın olması, bireyin de saldırgan davranmasına neden olabilmektedir. Bir grup içindeki saldırgan davranışlar bulaşıcı hastalık gibi yayılabilmektedir (Gültekin, 2011).

Saldırganlık sadece yetişkinlere özgü değildir, çocuklar ve ergenlerde de görülmektedir. Bireylerin yaşamında öfke ve saldırganlığın en fazla görüldüğü dönemin ergenlik dönemi olduğu ve öfke ve saldırganlık içeren davranış bozukluğu ve suç davranışı gibi durumların da ergenlik döneminde doruğa ulaştığı bildirilmektedir. Bu bağlamda ele alındığında saldırganlık, Türkiye’de ergenler arasında özellikle son yıllarda artmış, dolayısıyla bu artış okullara da yansımıştır (Kulaksızoğlu, 2008; Yavuzer, 1997).

Ergenlikte artan fiziksel güce ve ergenin yaşadığı çevre koşullarına bağlı olarak şiddetten hoşlanma ve saldırganca davranma sıklığında artış olmaktadır (Kulaksızoğlu, 2008; Yavuzer, 1997). Evde, arkadaş çevresinde ve okulda baskılanan, anlaşılmayan, kendini ifade edemeyen ergenler genellikle kendini ifade yolu olarak saldırganlığı seçebilmekte, bu da okullarda ciddi problemlerin yaşanmasına neden olabilmektedir. O yüzden saldırganlık, okullarda rastlanılan ve üzerinde araştırmalar yapılan, psikolojik danışma yöntemleri ile çözülmeye çalışılan en önemli problemlerin başında gelmektedir.

Okullarda gösterilen saldırganlığı ve öğrenci saldırganlığı tiplerini Moeller (2001), çeşitli kategorilerde ele almıştır.

-Düşük Düzeyde Saldırganlık: Kötü sözler söylemek, itmek, dürtmek, olumsuz sözler içeren duvar yazıları yazmayı içerir.

-Taşınmaz Mala Karşı Saldırganlık: Halkın kullandığı malı tahrip etmek ve kundaklamak, okulda kullanılan mallara zarar vermek, yangın çıkarmaktır. Goldstein’e (1994) göre bu saldırganlık okullara ciddi zararlar veren eylemlerde bulunmayı da içerir.

-Tehditler: Öğrencinin diğer bir öğrenciyi açık bir şekilde tehdit etmesi durumunu içerir. Okullarda çok fazla yaşanan durumlardan biri olduğu vurgulanmaktadır.

(17)

-Fiziksel Saldırganlık: Okulda yaşanan saldırganlık durumlarından bir tanesidir. Öğretmene karşı olan saldırganlık, alay etme, kabadayılık, cinsel saldırı, tecavüz, tartışma, kavga etme, silah taşıma ve kullanma tehdidi ya da kullanma, çocuk kaçırma, rehin alma, bombalama, bıçaklama fiziksel saldırganlık kategorileri arasındadır (Moeller, 2001).

Saldırganlık her ne şekilde gelişirse gelişsin, ister saldırganlığa maruz kalınsın, isterse saldırganlık gösterilsin, saldırgan tutum ve davranış sonrasında ergenler bu durumdan çeşitli şekilde etkilenirler. Bu etkilenmeler çeşitli araştırmacılar tarafından değişik şekillerde ortaya konulmuştur. Jean’e (1997) göre saldırgan ergenler, saldırgan olmayan akranlarına göre daha çok başarısızlık ve reddedilme ile karşılaşmakta, kişiler arası ilişkilerde yetersizlikler göstermektedirler. Fisher (1999), fiziksel istismara maruz kalan ergenlerde depresyon, geri çekilme, öğrenme problemleri ya da okul performansının düşmesi, okuldan kaçma, zorbalık, kavgaya eğilim, temel becerilerde zorluk, düşünmeden hareket etme, davranışsal ve duygusal problemler, inkar ya da olayın yeniden anlatılması takıntısı gibi travma sonrası stres belirtileri gözlenebileceğini belirtmektedir.

Çocukların ve ergenlerin aile içi şiddete maruz kalmalarının kendi kendilerini kontrol etme, kendi kendilerine karar verme ve özgüven eksikliği gibi gelişimsel ve davranışsal birtakım problemlere sebep olacağı saptanmıştır (Wolfe ve Korsch, 1994). Zorlu bir dönem geçiren ergen bu tür etkilere maruz kaldığında saldırganlık gösterebilmekte, kendisi için çok önemli olan sosyal modelden de saldırgan davranışlar gördüğünde saldırganlık gösterme durumu artabilmekte ve beraberinde ailede, arkadaş çevresinde ve okulda birtakım sıkıntılar yaşayabilmektedir.

Ergenlik dönemi mutsuzluk, huzursuzluk ve engellemelerle geçmiş bireylerin, yetişkinlik döneminde çevre ile olumlu ilişkiler kuramayabildikleri ve düşmanca tutum sergileyebildikleri ifade edilmektedir (Çaplı, 1993). Henning, Leitenberg, Coffey, Bennet ve Jankowski (1997) ile Silvern, Karly, Waelde, Hodges ve Starek (1995), aile şiddetine maruz kalmanın davranışsal etkilerini saldırganlık ve diğerlerine karşı suç işleme olarak ortaya koyarken, psikolojik etkilerini ise kaygı, depresyon ve benlik saygısının azalması olarak belirtmişlerdir.

Ergenlik döneminde kişinin sosyal beceri açısından yeterli seviyede olmaması bireyin yalnızlık duygusu yaşamasına neden olabilmektedir. Kendini ifade edemeyen bireylerin saldırgan davranışlar göstermesi de olasıdır ve birey kendini ifade etmenin bir yolu olarak saldırganlığı kullanabilmektedir.

(18)

Noller ve Callan’a (1991) göre, ergenin ergenlik görevlerini sağlıklı bir biçimde tamamlayabilmesinde etkili olan ailesel özellikler; özerkliğin ve bağımsızlığın desteklenmesi, ebeveynlerin ergen üzerindeki kontrol düzeyleri, aile üyeleri arasındaki çatışmaların yoğunluğu, aile içi sınırların belirginliği ve ergene verilen sevgi ve desteğin niteliğidir. Ergenlik dönemine ilişkin gelişimsel görevler, özerkliğin desteklendiği, ebeveynlerin ergen üzerindeki kontrolünün makul düzeyde olduğu, aile içi çatışmaların az, aile bireylerinin hissettikleri sevgi ve destek düzeyinin yüksek olduğu aile ortamlarında başarılı bir biçimde tamamlanabilir.

Ergenlerde saldırganlık biyolojik temelli olabildiği gibi, öfke, kaygı gibi duygu durumlarının sonucu olarak, engellenme durumunda, televizyon seyretme alışkanlıklarına, ana-baba tutumlarına, sosyal modele ve diğer etmenlere bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Araştırmacılar saldırganlıkta bireysel ve çevresel faktörler üzerine odaklanılması gerektiğini, bireysel faktörlerde gelişimsel faktörlerin, çevresel faktörlerde de kişinin sosyal rolleri ve fonksiyonlarının önemli olduğunu belirtmişlerdir (Farmer, Farmer, Estell ve Hutchins, 2007). Bandura, saldırganlığın davranış boyutuna geçmesinde sosyal modelin çok önemli bir yer tuttuğunu, çevresel uyarılar olarak kabul edilebilecek; gürültü, sıcaklık, sosyal ödüller, kalabalık, taklit, aile içinde görülen eksik ve hatalı davranışlarla alevlenen saldırgan düşünce ve ifadelerin, saldırgan davranışın oluşumuna katkıda bulunarak sürdürülmesinde ve güçlenmesinde büyük etken olduğunu belirtmiştir (Bandura’dan aktaran Furlong ve Smith, 1994). “Saldırgan aynileşme” adı verilen bir mekanizma sonucu çocuğun içinde yaşadığı ailenin kendisi saldırgan oldukça, bu saldırganlığın çocuğun kişilik gelişimini etkilediği, böyle ailelerde yaşayan çocuklarda intihar, suçlu davranışlar, cinsel suçlar ve benzerlerinin ortaya çıktığı yapılan araştırmalar ile ortaya konmuştur (Ekşi, 1990).

İnsanların kişilik ve davranış gelişimlerinde çevresel etkenler ve yaşamının ilk yılları büyük öneme sahiptir. Anne-baba tutum ve davranışları ilk yıllardan başlayarak çocuğun kişilik gelişimini, benlik algısını, olayları, çevresini ve kendisini nasıl algılayacağını ve yorumlayacağını etkileyen en önemli çevresel etkenleri oluşturmaktadır (Yılmaz, 2009). Bireylerin olumlu davranış özelliklerini kazandığı ve geliştirdiği bir ortam olarak değerlendirilen aile ortamı, zaman zaman olumsuz bazı yaşantıların örseleyici sonuçlarının da ortaya çıktığı bir ortama dönüşebilir. Aile içinde ortaya çıkan öfke ve saldırganlık yaşantıları, bireye zarar verici ve örseleyici yaşantılar içerisinde değerlendirilebilir. Aile içinde öfke ve saldırganlığın çok sık yaşanması ve kontrol altına alınmaması gerek ebeveyn gerekse çocuk üzerinde çoğu zaman onarılması güç yıkımlara yol açmaktadır (Özmen, 2004).

(19)

Çağdaş (2002) anne-baba-çocuk ilişkisinin sağlıklı olmasının öncelikle anne ve babanın kendi aralarındaki ilişkinin sağlıklı olmasına bağlamış; sebep olarak da ailede anne-baba ilişkisinin çocuğu, anne-çocuk ilişkisinin babayı ve baba-çocuk ilişkisinin de anneyi etkilediğini göstermiş; anne ve babanın aralarındaki olumlu ilişkilerin çocuğa olumlu tutum ve davranışlar olarak yansıyacağını, çocuklarına karşı daha sevecen, kabul edici, tutarlı davranışlar sergileyeceklerini, bu durumun da ailede olumlu, güven verici, sevgi, şefkat ve ilginin olduğu bir ortam oluşturacağını ifade etmiştir.

Ana-babanın, çocuğu “kabul eder” tutumda olmasının çocuğu kayıtsız şartsız sevmek, çocuklarının bağımsız olma, ana-babadan duygusal olarak kopma çabasına yardımcı olmak ve desteklemek, çocuğun kendine özgü bireysel kişiliğine saygı göstermek, çocuğun düşüncelerini ve duygularını belirtmesine fırsat vermek gibi temel öğeleri kapsadığını; ana babanın çocuğu “reddeden” tutumlarının ise, tam tersi davranışları içerdiğini ifade eden Özgüven (2001) genel olarak “kabul eden” ana baba davranışlarının hâkim olduğu ailede yetişen çocukların arkadaşlarını seven ve düşünen, işbirliğine yatkın, neşeli ve duygusal yönden kararlı kişilik özelliklerine sahip olduklarını; “reddeden” ana-babaların çocuklarında, suçluluk eğilimleri ve dikkati üstlerine çekmek için yapılan acayip davranışlar, aşağılık duyguları ve güvensizlik görüldüğünü ve bu davranışların, çocukta giderek saldırgan ya da pısırık, çekingen, içe dönük, utangaç bir kişiliğe neden olduğunu ifade etmiştir.

Anne-babaların çocukları ile olan ilişkilerinde reddedici davranışlarının, çocukların özgüvenlerini zedelediği, iletişim becerilerinin zayıf olmasına neden olduğu ve duygusal becerilerde yetersizliğe yol açtığı araştırmalar tarafından gösterilmiştir (Wolchik, Wilcox, Tein ve Sandler, 2000).

Rohner’e göre kabullenme, ebeveynlerin çocuklara karşı hissettikleri ve onlara gösterdikleri sevgi, yakınlık, ilgi ve destek gibi bazı ebeveynlik özelliklerine işaret eder. Öpme, sarılma, kucaklama, gülümseme gibi fiziksel; övme, güzel sözler söyleme gibi sözel sevgi gösterileri, ebeveynlerin çocuklarını kabullenmelerini ifade eden davranışlardır. Reddedici tutum ise, çocuğun anne babası tarafından istenmediği durumlarda ortaya çıkabilen bir tutumdur. Bu tutumu sergileyen anne ve babaların çocukları genellikle, anne ve babaları tarafından sevgi, ilgi, sorumluluk veya duyarlılıktan yoksun reddedici olduğu belirgin davranışlarla karşı karşıya gelirler. Bu davranışlar, saldırganlık ve kin, ilgisizlik ve ihmal ve ayrıştırılmamış reddetme şeklinde olabilmektedir (Rohner, Khaleque ve Cournoyer, 2007).

Kabullenme ve reddedilme birey tarafından öznel olarak yaşanılan durumlardır. Sıcak ve ilgili ailelerde bile çocuk bazen reddedileceğini düşünebileceği gibi, anne babanın çocuğunu ihmal

(20)

ettiği durumlarda çocuk reddedilme duygusunu yaşamayabilir. Önemli olan çocuğun o sırada kendisini nasıl hissettiğidir (Şendil ve Kaya, 2005).

Kabul edici ebeveynler sevgilerini ve tepkilerini; öpme, kucaklama, koruma, okĢama gibi sözel ve bedensel biçimlerde gösterebilmektedirler (Kitahara, 1987). Kabul edilen çocuk ise, kendine güvenen, kendi değerini her zaman ispatlayan ve kendini koruma ihtiyacı duymayan, duygularında kendini özgür hisseden çocuktur (Hortaçsu, 1997).

Reddedici ebeveynler ise tepkilerini çocuğuna karşı saldırgan tavırlar ve ihmal ile göstermektedir. Bu ihmal fiziksel açıdan çocuktan uzak durma, çocuğun ihtiyaçlarıyla ilgilenmeme şeklinde gerçekleşebilir. Reddedici tutumla yetiştirilen çocuklarda ileriki yıllarda saldırganlık, kişilere bağımlılık, düşük öz güven, düşük öz yeterlilik, karamsarlık, duygusal anlamda katı olmak, duygusal tepkisizlik, duygusal belirsizlik görülebilmektedir (Kitahara, 1987). Bunun sonucunda birçok reddedilmiş çocuk, daha fazla reddedilmekten korunabilmek için kendisini duygusal olarak kapatır. Diğer bir deyişle, duygusal açıdan daha tepkisiz olurlar. Bu durumda, sevgi gösterebilme, sevgi göstermeyi isteme, nasıl sevgi göstereceğini bilme ve başkalarının kendisine gösterdiği sevgiyi kabul etmede sık sık sorun yaşanır (Rohner, 1998).

Bu çerçevede bu araştırmanın problemi, ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeylerinin öğrencilerin cinsiyet, sınıf düzeyi, anne baba eğitim durumu, kardeş sayısı, ailenin gelir durumu, anne baba kabul red algısına göre değişip değişmediğini ortaya koymaktır.

1.1.Araştırmanın Amacı

Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyinin ebeveyn kabul red algısı ve demografik değişkenlere göre incelenmesi araştırmanın amacını oluşturmaktadır. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır.

Yapılan araştırmada sorulması gereken sorular;

1. Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri cinsiyete göre farklılaşmakta mıdır?

2. Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri sınıf düzeyine göre farklılaşmakta mıdır?

(21)

3. Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri anne ve baba eğitim durumuna göre farklılaşmakta mıdır?

4. Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri kardeş sayısına göre farklılaşmakta mıdır?

5. Ortaokul öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri algılana sosyoekonomik düzeye göre farklılaşmakta mıdır?

6. Ortaokul öğrencilerinin ebeveyn kabul red algısı saldırganlık düzeylerini yordamakta mıdır?

1.2.Araştırmanın Önemi

Ortaokul öğrencileri yaş itibariyle ergenlik döneminin başlarında yer almaktadırlar. Hemen hemen bütün toplumlarda ergenlik dönemi fırtınalı geçen bir dönem olarak gösterilmektedir (Kulaksızoğlu, 1990). Ergenlik döneminde bulunan öğrencilerin aile tutumu, akran grupları, sosyokültürel, sosyoekonomik yaşam şekilleri onların sosyal beceri edinmesinde önemli bir etkendir (Kırımoğlu, Parlak, Dereceli ve Kepoğlu, 2008). Ergenlerin aile ortamı ve içinde yaşadığı sosyal çevredeki dengesizlik ergenlerde huzursuz ve sağlıksız bir kişiliğin oluşmasına neden olmaktadır (Dinçel, 1977).

Bireyin topluma katılabilmesi, erişkinler arasında yerini ve konumunu alabilmesi, ergenlik döneminde belirli bilgi, beceri ve deneyim kazanmasına bağlıdır. Ergenin, yetişkinler dünyasında aranan olgunluğa ulaşabilmesi, beklentileri karşılayabilmesi için ergenlik dönemini sağlıklı geçirmesi gerekir. Ergenlik döneminin sağlıklı geçmesinin koşulu bu dönemde yoğun olarak yaşanan duyguların tanınması ve davranışların kontrol edilebilmesi ile mümkündür. Ergenlik döneminde yaşanan önemli duygulardan biri de öfkedir (Duran ve Eldeleklioğlu, 2005).

Ergenlik döneminde vücuttaki hızlı değişmeye ve gelişmeye uyum sağlama konusundaki güçlükler, değişen çevreye uyum sağlamadaki güçlükler, ülkemizdeki hızlı nüfus artışının ve iç göçün ortaya çıkardığı sosyal değişiklikler ergenlik dönemi sorunlarının kaynaklarını artırmıştır (Kulaksızoğlu, 1990). Ergenlik döneminde yaşanan fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel değişimler ergenlerin daha öfkeli ve saldırgan olmalarına neden olmaktadır. Bu dönemde ergenlerin bağımsız olma çabaları ve karşılaştıkları engellenmeler sonucu da saldırganlık davranışında artış meydana gelmektedir. Günlük hayatta çoğu birey istenmeyen durumlar karşısında öfke duygusu yaşamakta ve bunu değişik şekillerde ifade etmektedir.

(22)

Yaşanan öfke duygusunun saldırgan davranışlarla ifade edilmesi toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ergenlik döneminde vücuttaki hızlı değişmeye ve gelişmeye uyum sağlama konusundaki güçlükler, fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel değişimler ergenlerin daha öfkeli ve saldırgan olmalarına neden olmaktadır. Ergenlerin otoriteye karşı gelmesi, problemlerin çözümünde fiziksel şiddete ya da tehditlere başvurması, hiçbir neden yokken okula gitmemesi, okulda sürekli ceza alması, çetelere, kavgalara katılması saldırgan davranışlar göstermesine neden olmaktadır.

Ergenlik döneminde ebeveyn ile olan ilişki oldukça önemlidir. Aile ortamı, aile içi ilişkiler ve aile tutumu ergenlik dönemindeki birey için önemlidir. Ebeveynlerinin tutumları onların kabul red algılarını etkilemektedir.

Türkiye’de son yıllarda okullarda saldırganlık ve şiddet içeren davranışlarda artış görülmektedir. Yapılan çalışmalar da, okullarda saldırganlık ve şiddet eylemlerinin her geçen gün arttığını göstermektedir (Karataş, 2009). Okullarda yaşanan şiddet olayları öğrencilerin eğitsel ve sosyal bir ortamda ortaya çıkan ve onların uyum süreçlerini bozarak yaşamlarını olumsuz etkileyen zorlayıcı eylemler olarak düşünülmektedir. Özellikle okullarda yaşanan saldırganlık ve şiddet olaylarının altında yatan risk etmenlerinin ve risk gruplarının tespit edilmesi önleyici rehberlik hizmetlerine katkı sağlayabilir. Bu araştırma ile öğrencilerin saldırgan olma durumlarının nedenlerinin ortaya konulacağı düşünülmektedir. Demografik değişkenlere ve ebeveyn kabul red algısına bakılarak saldırganlık davranışını etkileyip etkilemediği ortaya çıkarılarak saldırganlığın oluşmasında etken olan nedenler hakkında bilgi verecektir. Yapılacak aile eğitimleri daha sağlılı aile içi ilişkilerin sağlanması amaçlanmıştır.

1.3.Sınırlılıklar

1.Bu araştırmanın verileri 2014-2015 eğitim öğretim yılında Kırıkkale ili Merkez ilçesinde bulunan ortaokulların 6., 7. ve 8.sınıf öğrencilerinden araştırmaya katılan öğrencilerden toplanan verilerle sınırlıdır.

2.Araştırmada elde edilen saldırganlık değişkenini, ebeveyn kabul red algısını ölçmeye yönelik kullanılan ölçeklerden toplanan bilgilerle sınırlıdır.

(23)

1.4.Tanımlar

Saldırganlık: Bir başkasına zarar vermeye yönelik yıkıcı bir davranış biçimidir (Köknel, 2005).

Ebeveyn Kabul-Reddi: Anne-babanın çocuklarına gösterdikleri sıcaklık, ilgi, destek, şefkat kısacası sevginin ön plana çıkması ebeveyn kabulü; bu davranışların ortaya çıkmaması, esirgenmesi veya tam tersi incitici fiziksel cezaların uygulanması, olumsuz psikolojik davranışların sergilenmesi ebeveyn reddi olarak tanımlanmaktadır (Rohner, 2006).

Kabul-Red Algısı: Çocuğun zihinsel tasarımı, ebeveyn tarafından sevildiği ya da sevilmediği konusundaki subjektif algısıdır (Rohner, 2005).

(24)

BÖLÜM II

KURAMSAL BİLGİLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

Bu bölümde saldırganlık, saldırganlığa ilişkin kuramsal görüşler, ebeveyn kabul red algısı, ebeveyn kabul red kuramı, ergenlik dönemi, ergenlik dönemi kuramları ve ergenlik döneminde saldırganlık ve ebeveyn kabul reddi ile ilgili yapılan araştırmalara yer verilecektir. 2.1.Saldırganlık İle İlgili Kuramsal Bilgiler

2.1.1.Saldırganlık Kavramı ve Nedenleri

Saldırganlık hemen herkesin bildiği bir davranış olmasına karşın tanımlaması güç ve sınırları geniş olan bir kavramdır. Ancak saldırganlık genel olarak diğerine zarar vermek amacıyla bir kişi ya da bir grup tarafından gerçekleştirilen bir davranış olarak tanımlanmaktadır (Enron, 1982).

Saldırganlık canlıların temel dürtülerinden biri olup yaşamı sürdürmek için gerekli olan davranışların kaynağı ve itici gücüdür. İnsanda saldırgan davranışlar kalıplaşmış olup; kızgınlık, öfke durumunu dışa yansıtan yüz mimiğinden ya da bir sözcükten, doğayı, canlıyı yakan, yıkan, yok eden şiddet eylemlerini içine alan geniş bir alanı kapsamaktadır (Köknel, 1996).

Farklı yaklaşımlar tarafından tanımlanan saldırganlık; duygusal tanıma göre; öfke duygusunun yol açtığı bir davranış olarak ele alınmaktadır. Güdüsel tanıma göre, bir davranışın saldırgan nitelikte olup olmadığını niyet belirlemektedir. Davranışsal tanımlara göre ise davranışın temelinde yatan niyet önemli değildir; bir başkasına fiziksel ve/veya psikolojik zarar veren her davranış saldırganlıktır (Erkuş, 1994).

Saldırganlık sözcüğü genelde olumsuz bir davranış olarak algılanmasına rağmen, temel anlamda bir yere veya kimseye yaklaşmak bir şeye başlamak fakat aynı zamanda saldırmak üzere atılmak anlamlarına gelmektedir. Fakat günümüzde saldırganlık, canlı ya da cansız herhangi bir objeye zarar verici, yaralayıcı, hatta öldürücü, zedeleyici davranışlar olarak

(25)

tanımlanmaktadır. Buna göre, fiziksel ya da dolaylı olarak bir başkasına zarar vermeyi amaçlayan hareketler saldırganlık olarak nitelendirilebilmektedir (Seven, 2010).

Fromm (1995) saldırganlığı savunucu ve yıkıcı saldırganlık olarak ikiye ayırmıştır. Savunucu saldırganlığın insanda ve hayvanda ortak olduğunu, yaşamsal çıkar, tehdit altındayken ortaya çıktığını ve kalıtımsal olarak bir saldırma tepkisi olduğunu belirtmiştir. Yıkıcı saldırganlık ise, zalimlik ve yıkıcılığı kapsamakta, insan türüne özgü,hiçbir amacı olmayan ve doyurulması yoğun olan bir saldırganlık çeşidi olarak vurgulanmaktadır.

Freedman,Sears ve Carlsmith (1998), saldırganlığı özgeci, düşmanca saldırganlık ve izin verilmiş saldırganlık olarak üçe ayırmıştır. Özgeci saldırganlığı grubun moral standartları açısından kabul edilebilir amaçlar çerçevesinde, toplumsal olarak onaylanan saldırganlık olarak tanımlarken, düşmanca saldırganlığı toplumsal olarak onaylanmayan, kışkırtılmamış ya da tahrik edilmemiş suç eylemleri olarak tanımlamıştır. İzin verilmiş saldırganlığı ise, toplumsal kuralların gerekli kılmadığı, fakat toplumsal kurallar çerçevesi dışına taşmayan, kabul edilmiş ahlaksal standartlara ters düşmeyen saldırganlık şeklinde ifade etmiştir.

Ertan ve Ardalı (1996), saldırganlığı, hâkimiyet sağlamak, yenmek, yönetmek amacıyla yapılan güçlü, etkili bir hareket; yıkıcı ve yok edici bir davranış olarak tanımlanmaktadır. Saldırganlık insanın varlık sebeplerinden biri olarak, yani kendini ve başkalarını tanımasını kolaylaştıran bir süreç olarak da görülebilmektedir (Doğan, 1993).

Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine yönelik olan yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki nesnelere çevrilmesidir (Geçtan, 1997). Freud, insanın kendine karşı olan saldırganlığını, kayıp nesneye karşı hissedilmiş ikilem ve onun içerdiği şiddet ve saldırganlığın şahsın kendine yönelmesi şeklinde açıklamıştır (Can, 2002).

Lorenz’e göre saldırganlık, esas olarak dış uyaranlara karşı tepki değil, insanın içinde gömülü, serbest kalmaya çabalayan ve dış dürtülerin yeterli olup olmamasına bakmaksızın anlatımını bulacak bir uyarılmadır (Lorenz, 1996).

Psikiyatride saldırganlık, DSM-IV ’te bir bozukluk olarak tanımlanmamaktadır. Saldırganlık özellikle psikiyatrik bozuklukların büyük çoğunluğunda yaygın bir semptom olarak ortaya çıkmaktadır (Can, 2002).

Freedman ve diğerleri (1998), saldırganlığın en yalın tanımının “başkalarını inciten ya da incitebilecek her türlü davranış” olduğunu; ancak bu tanımın eylemde bulunan kişinin niyetini içermediğini; niyet dikkate alındığında ise saldırganlığın “başkalarını incitmeyi amaçlayan her türlü davranış” olarak tanımlanabileceğini belirtmektedirler.

(26)

Saldırganlık başka bir kişiye zarar vermeyi amaçlayan bir davranıştır. Fakat başkalarına zarar veren her davranışın saldırganlık içerdiği söylenemez. Örneğin, arabanın kontrolünü kaybederek kaza ile bir yayanın ölümüne sebep olma gibi eylemler saldırganlık içermezken, bir kişiyi öldürme girişimi başarısızlıkla sonuçlanan eylemler saldırganlık içermektedir (Anderson ve Bushman, 2001). Saldırganlıkta, başka kişileri fiziksel ya da sözel olarak incitme ya da malı tahrip etme kastı taşıyan bir davranış söz konusudur. Kasıt taşımayan bir davranış saldırganlık olarak nitelendirilemez (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem ve Hoeksema, 2012).

Freud, saldırganlığın yararlı olduğunu ve belki de gerekli bir işlevi yerine getirdiğini öne sürmüştür. Eğer, insanlar saldırgan davranışlarda bulunamazlarsa, saldırgan enerji birikir ve kendine bir çıkış arar ve eğer bir şekilde davranışa yansımazsa, sonuçta ruhsal rahatsızlık şeklinde kendini gösterir. Saldırganlığın davranışa yansıması durumunda ise kişi deşarj olup saldırgan enerji düzeyini azaltacak, yani daha sonra saldırgan olma olasılığı düşecektir (Kağıtçıbaşı, 2004).

Alanyazında çok fazla saldırganlık sınıflaması vardır. Başlangıçta üç boyuttan söz edilmektedir (Buss, 1961) : Fiziksel-sözel, aktif-pasif ve doğrudan-dolaylı saldırganlık.

Fiziksel-sözel saldırganlık boyutu, başkalarına zarar vermek için fiziksel araçların ya da sözlerin kullanılmasıdır.

Aktif-pasif saldırganlık boyutunda ise aktif saldırganlık, saldırganın birine zarar vermek amacıyla aktif olarak saldırmasına; pasif saldırganlık ise hiçbir şey yapmadan başkasında zarara neden olmasına karşılık gelmektedir.

Doğrudan saldırganlık, saldırganla hedef arasında yüz yüze karşılaşmayı içermektedir. Bu tür saldırganlık, başkasına zarar verme niyetli bütün davranışlar olarak tanımlanabilir, sözel ya da fiziksel olabilir. Dolaylı saldırganlık, bir başkasına zarar vermek amacıyla ama başka insan ya da objelerin aracılığıyla dolambaçlı olarak yapılan davranış olarak tanımlanır. Bu davranışlar istekleriniz görmezden gelme, kabul etmeme gibi hedef kişiyi dışlamaya ve reddetmeye yönelik olabilir. Bu da kişinin malına zarar vermede olduğu gibi fiziksel ya da arkasından konuşmakta olduğu sözel olabilir (Kassinove ve Sukhodolsky, 1995; Ramirez ve Andreu, 2005 ).

Saldırganlığın yaygın olarak ele alınan bir sınıflandırma şekli de ilişkisel saldırganlığa karşı açık saldırganlıktır. İlişkisel saldırganlık, bir çocuğun arkadaş ilişkileri ve bir gruba dahil olmayla ilişkili duygularına zarar vermeyi amaçlayan davranışlardır. Açık saldırganlık ise,

(27)

fiziksel saldırganlık, sözel saldırganlık, tehditler ve gözdağı verme aracılığıyla zarar vermeye yönelik davranışları içermektedir (Crick ve Gropter, 1995).

Saldırganlıkla ilgili başka bir sınıflandırma, reaktif saldırganlığa karşı proaktif saldırganlıktır. Reaktif saldırganlık, genellikle yanlış algılanan bir tehdide karşılık verilen otomatik ve savunma amaçlı bir tepki olarak tanımlanmaktadır (McAdams ve Lambie, 2003). Reaktif saldırganlığın dürtüsel olması yapılan davranışın kasıtlı olma olasılığının düşük olduğunu gösterir (Poilin ve Boivin, 2000). Reaktif saldırganlık herhangi bir kışkırtmaya karşı öfke patlamaları içermektedir. Proaktif saldırganlık ise, bir kışkırtma ya da öfke gerektirmeyen hedefe yönelik bir tepkidir (Vitaro, Gendreau, Tremblay ve Oligny, 1998).

Buss (1961), saldırganlığı üç boyut olarak sınıflandırmıştır. Bunlar; a) fiziksel ya da sözel saldırganlık, b) aktif ya da pasif saldırganlık, c) doğrudan ya da dolaylı saldırganlıktır. İttirmek, baskı yapmak, çekiştirmek, vurmak, ısırmak gibi davranışlar fiziksel saldırganlığa örnek olarak gösterilirken, sözel iletişim yoluyla psikolojik olarak karşıdaki kişiyi incitmek ve ona zarar vermek ise, sözel saldırganlık olarak tanımlanmıştır. Aktif saldırganlık, amaca yönelik bir davranış olup, bu davranış biçiminde saldırganın kurbana acı çektirme ve canını yakma amacı esastır. Pasif saldırganlık ise karşıdaki kişiyi aktif olarak tahrip etmek yerine onun amacını gerçekleştirmesine engel olmak olarak tanımlanabilir. Doğrudan saldırganlık karşıdaki kişiyi kışkırtmaya ya da öfkelenmesine neden olabilecek zararlı uyaranların direkt olarak karşıdaki kişiye gönderilmesi sonucunda oluşan saldırganlık türü iken, dolaylı saldırganlıkta ise dolambaçlı yollarla karşıdaki kişiye zarar verici uyaranların gönderilmesi söz konusudur.

Ramirez ve Andreu (2005) bu sınıflamaları bir araya getiren başka bir saldırganlık sınıflaması önermiştir. Buna göre saldırganlık üç boyutta sınıflandırılabilir: biyolojik, sosyal ve durumsal. Bu sınıflandırmaya göre fiziksel ve sözel saldırganlık, saldırganlığın biyolojik boyutunda; dolaylı ve eleştirel saldırganlık, saldırganlığın sosyal boyutunda ve son olarak reaktif ve araçsal saldırganlık, saldırganlığın durumsal boyutunda ele alınmaktadır.

Saldırganlık davranışı da insanın psikolojisinde yer alan bir davranış modelidir. Bu davranışın nedeni, nasıl oluştuğu, hangi olayların ve durumların buna zemin hazırladığı, en sık ne zaman ve hangi durumlarda görüldüğü gibi sorular hep cevaplanması gerekli olan sorulardır, ancak bilinen bir gerçek var ki o da, saldırgan kişiler kızgınlık ve öfke doludurlar. Öfke krizleri ve şiddet saldırılarıyla içlerindeki düşmanlığı dış dünyaya vururlar (Morgan, 2011).

(28)

Saldırganlığın ortaya çıkmasında birçok faktör etkili olabilmektedir. Saldırganlığın nedenleri arasında, içgüdü, güdüleri içeren engellemeler ve engellenmeye düşük tolerans, kişilik özellikleri, biyolojik faktörler (perinital problemler, baş yaralanmaları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi çocukluk bozuklukları), öğrenme bozuklukları, davranım bozuklukları, ebeveyn becerilerinin eksikliği, aşağılanma, ortalamanın üzerinde şiddete maruz kalma, diğerlerinde gözlenen saldırganlığın taklit edilmesi, yüksek risk grubunda olma, düşük özsaygı, A tipi kişilik, toplumsal cinsiyet rolleri ve sosyalleşme, bireysel ayrılıklar, katarsis, kışkırtma, alkol ve madde kullanımı, fiziksel çevre (ısı, kalabalık, alkollü insanlardan oluşan ortam vb.), dezavantajlı gruplardan olma, cinsiyet sayılabilmektedir. Şiddet, saldırganlık, kimi zaman nefret suçlarında olduğu gibi önyargılarla, ırkçılık ve marjinalleşmeyle de ilişkili olabilmektedir. Kalabalık, XYY kromozomu, beyin tümörü, alışılmadık hormon düzeyi gibi faktörler de saldırganlığın ve şiddetin nedenleri arasında sayılmaktadır; ancak bunlara ilişkin kesin bulgulara ulaşılmamıştır (Englander, 2003; Hogo ve Vaughan, 2006; McWhirter, 1997; Morgan, 2011).

Saldırganlık, psikopatolojik durumlarla da yakından ilişkilidir. DSM-IV’te özel bir saldırganlık bozukluğu tanımına yer verilmemekle birlikte, saldırganlık ruh sağlığı için çok önemli bir boyuttur. Düşmanlık, rahatsızlık ve öfke, saldırganlığın yaygın ifade ediliş biçimleridir (Fassino, Daga, Piero, Leombruni ve Rovera, 2001). Tıpkı öfkede olduğu gibi, saldırganlığın temelinde de birçok duygu yer almaktadır. Acı, can sıkıntısı, endişe, kaygı, baskı, korku, öfke, köpürme, aşırı sinir duyarlılığı, düşmanlık, kin, nefret vb. duygular da saldırganlığın ortaya çıkmasında tetikleyici olabilmektedirler (Köknel, 1996).

Saldırganlık, alkol ya da ilaç kullanımından, bebeklikten, bebeklik dönemindeki akran ve ebeveyn ilişkilerinden, duygusallık, çabuk uyarılma gibi kişisel özelliklerden de kaynaklanabilmektedir. Uyarılma düzeyi yüksek ve duygusal olan bireylerin stres yaşantıları daha fazladır; çünkü bu bireylerin kendini düzenleme düzeyleri düşüktür. Bu nedenle saldırgan davranışlar gösterme olasılıkları yüksektir (Sharron, 2005).

Saldırganlık bireyin kişisel özelliklerinden de kaynaklanabilmektedir. Fromm’a (1995) göre savunucu türde saldırganlığın ortaya çıkmasındaki faktörlerden biri, bireyin özseverliğinin yaralanmasıdır. Özsever kişi, çoğunlukla elde ettiği bir başarı ya da üstün bir özelliğinden dolayı değil kendi kusursuzluğuna, üstünlüğüne ilişkin tamamen kendi öznel algısı sayesinde güvenlik duygusu yaşamaktadır. Bu kişi, özsever imgesine dört elle sarılmalıdır; çünkü hem kimlik hem de değerlilik duygusu bu algıya dayanmaktadır. Eğer birisi onu hafife alarak, eleştirerek, hatalarını yüzüne vurarak, onu yererek özseverliğini yaralarsa bir alanı tehdit eder.

(29)

Kalabalığın ve kitle hareketlerinin, saldırganlık ve şiddet açısından önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. İnsanoğlu, tek başına sergilemediği saldırganlık ve şiddeti bir grubun ya da kalabalığın bir parçası iken sergileyebilmektedir. Le Bon’a (2005) göre insan sadece örgütlenmiş kalabalığın bir parçası olmakla, uygarlık düzeyinde düşüş göstermektedir.

Freud’a (2000) göre ise kalabalık davranışı patolojik/anormal bir davranıştır. Uygar davranışlar ahlaki kurallar ve bunların içselleştirilmesi yolu ile oluşan süperego yoluyla devam ettirilirken, kalabalıklarda süperegonun yerini topluluk lideri almaktadır. Lider, id’ in bilinç dışı ve ilkel dürtülerini kontrol eden bir hipnotizmacı gibi hareket eder. Liderin bu etkiye sahip olması, insanların içinde bulunan ve kalabalık içinde su yüzüne çıkan köklü ve ilkel içgüdülerinden kaynaklanmaktadır.

Özetle, saldırganlık bir başkasına zarar vermeye yönelik yıkıcı bir davranış biçimidir. Genellikle öfke, kin, nefret gibi duygular eşlik etmekle birlikte, saldırganlık bu duygular olmaksızın da ortaya çıkabilen bir davranıştır. Saldırganlığın içgüdü, psikopatolojik durumlar, kişilik özellikleri, engellenme, aile, toplum gibi birçok faktörden kaynaklandığı ileri sürülmektedir.

2.1.2.Saldırganlığın Nedenlerini Açıklayan Kuramlar

Saldırganlığa ilişkin pek çok kuram ve kuramcının görüşleri bulunmaktadır. Bu bölümde saldırganlık ile ilgili kuramsal yaklaşımlara değinilmiştir.

2.1.2.1.Biyolojik Temelli Kuramlar

İnsanda saldırganlıkla ilgili beyin alanları hipotalamus, amigdala, prefrontal lob ve limbik sistemdir (Abay ve Tuğlu, 2000). Limbik sistemin parçası olan amigdalalar, duyguların kontrolünden sorumlu beyin alanları olarak bilinirler. Saldırganlık gösteren hayvanlarda amigdalaların çıkarılması ile bir sakinlik hali gözlenmiştir. Bu bölgede sınırlandırılmış olan bazı tümoral oluşumların aşırı saldırganlığa yol açtığı gözlenmiştir (Uğur, 1994).

Saldırganlık konusundan sorumlu beyin alanlarının incelenmesinde, canlılarda hipotalamusun saldırganlığın hem kontrolünde, hem de aktivasyonunda önemli bir alan olduğu görülmüştür. Kedilerin hipotalamuslarının elektrik ile uyarılması sonucunda saldırgan davranışlar gözlenmiştir (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem, Hoeksema, 2012).

(30)

Nörolojik problemlerin saldırganlığa yol açtığı düşüncesiyle, beyindeki uygun bölgeleri operasyonla yok eden Portekizli nöropsikiyatrist Moniz, başarılı sonuçlar elde etmiştir. Fakat bu alandaki diğer deneme ve operasyonlar aynı güvenilir sonucu vermemiştir (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem, Hoeksema, 2012).

Nörotransmitterler: Androjen hormonunun, beyin işleyişine etki etmesinin yanı sıra, kas

gelişimini ve fiziksel büyümeyi etkileyerek, dolaylı olarak saldırganlığa yol açtığı varsayılır. Bu görüş genetik ve hormonal bulgular üzerine yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Örneğin, bazı hayvanların çiftleşme dönemlerinde androjen hormon düzeyinin yükselmesi, erkekler arasında saldırgan ve kavgacı davranışlara neden olmaktadır (Önder ve Dilbaz, 1994).

Son yıllardaki bulgular, seratonin hormonu üzerinde yoğunlaşmıştır. Hayvan beyindeki seratonin miktarı azaltıldığında hem yıkıcı hem de duygusal saldırganlık ortaya çıkmıştır. Yine seratonin metabolizmasında rolü olan tripofanın beyindeki alımını arttıran lityumun, insan, kedi ve farelerde saldırgan davranışı azalttığı savunulmuştur (Önder ve Dilbaz, 1994).

Hormonlar ve Metabolizma: Hipoglisemi ile saldırganlık arasındaki ilişkinin varlığı

araştırılmıştır. Örneğin; antisosyal kişilerin çoğunun anormal glukoz metabolizmaya sahip oldukları bulunmuştur (Lopez-Ibor’dan aktaran Önder ve Dilbaz, 1994). Gerçekten de hiperinsullinizm halinde ortaya çıkan hipoglisemi durumlarında veya diabetik kişilerde ortaya çıkan hipoglisemi dönemlerinde bariz saldırganlık hallerine rastlamak mümkündür.

Saldırganlığın nörofizyolojik yönleriyle ilgili olarak yapılan çalışmalar, şu noktayı açığa çıkarmıştır. “Kavga davranışının asıl uyarımı dışsaldır.” Bu nedenle, çatışmalı davranış sisteminin içerdiği fizyolojik ve heyecansal etmenler, cinsellik ve beslenmeyle ilgili davranışın içerdiği etmenlerden farklıdır. Biyolojik olarak uyarlanabilir. Saldırganlık yaşamsal çıkarlara yönelik tehditlere verilen karşılıktır; kalıtımsal olarak programlanmıştır; kendiliğinden ya da kendi kendini artırıcı değil, tepkisel ve savunucudur. Ya yok ederek ya da kaynağı kurutarak tehdidi ortadan kaldırmayı amaçlar (Fromm, 1995).

Kromozom anormallikleri: Saldırganlığa yol açan yapısal özellikler arasında kromozomlar da

incelenmiştir. Genlerdeki farklı kombinasyonların saldırganlığa yol açtığı ifade edilmektedir, özellikle cinsiyet genlerinin davranışla ilişkisini araştıran pek çok araştırma vardır. Cinsiyet belirleyen 23. kromozom dizilimi XX dişi, XY erkek cinsiyetini belirlemektedir. Bazı araştırmalarda, XYY (bir Y kromozomu fazla) kromozom anomalinin, ciddi suç işlemiş erkeklerde daha fazla görüldüğüne dair bulgular elde edilmiştir (Rosenzweig ve Leiman, 1989).

(31)

Jacobs ve diğerleri (1965), akıl hastanelerine yatırılmış kişiler üzerinde yaptıkları araştırmalarda normal nüfusa oranla, bu hastalarda Y kromozomu anomalilerine daha sık rastlandığı sonucuna varmışlardır. Ancak aynı konuda yapılan bazı araştırmalar bir fazla ‘Y’ kromozomu ile saldırganlık arasında ilişkinin bulunduğunu reddetmiştir.

İkiz Çalışmaları: Cristiansen, 1968 yılında yaptığı çalışmada ikizler arasında suçluluk

uygunluk katsayısını, monozigotlarda (MZ) %74, dizigotlarda (DZ) %47 olarak bildirmiştir (Coccaro ve McNamee, 1998). Daha sonra 1977 yılındaki çalışmasında bu oranlar MZ’lerde %35 DZ’lerde %13’tür. Lyons, 1995 yılında suçluluk uygunluk katsayısını MZ’lerde %39 DZ’lerde %30 olarak bildirmiştir (Coccaro ve McNamee, 1998). Coccaro ve arkadaşları (1988), doğrudan fiziksel saldırganlık gösterenlerde genetik geçişin %47, dolaylı fiziksel saldırganlıkta %40, sözel saldırganlıkta %28 olduğunu bildirmiştir.

Evrimsel Sosyal Psikoloji: Sadece saldırganlığı değil tüm sosyal davranışların biyolojik bir

temele sahip olduğunu öne süren bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre bir davranış, o davranışa yol açan genlerin hayatta kalması yoluyla gelişmektedir. Bu genlerin daha uzun bir ömre sahip olmaları, sonraki kuşaklara aktarılmalarına ve etkilerini devam ettirmelerine olanak sağlamaktadır. Etiyolojik görüşte olduğu gibi saldırgan olmak kaynaklara ulaşmayı kolaylaştırmaktır. İnsanlar için saldırgan davranışın uyarlandığı amaçlar; ya var olan kaynaklarını korumak ya da yeni kaynaklar elde etmek için sosyal ve ekonomik üstünlüklere ulaşmayı içermektedir. Biyolojik yaklaşım saldırganlığın açıklanması konusunda yeterli görülmemektedir; çünkü bu yaklaşıma göre saldırganlık bilinmeyen ve ölçülmeyen bir enerjiye dayandırılmaktadır. Bu nedenle saldırganlığı azaltmaya ya da önlemeye ilişkin çok az fayda sağlayan bir görüş olarak kabul edilmektedir (Hogo ve Vaughan, 2006).

Biyolojik temelli yaklaşım, somut ve nesnel verileri içermesi açısından önemli olmakla birlikte, saldırganlığın oluşumunda etkili olan, bireyin zihinsel, duygusal ve sosyal süreçlerini göz ardı etmesi nedeniyle yetersiz kalmaktadır.

2.1.2.2.İçgüdü Kuramı

Dünya tarihine bakıldığında yaşanan şiddet olaylarının sıklığı ve yoğunluğu sonucunda, saldırganlığın içgüdüsel olduğu görüşü ortaya çıkmıştır. İçgüdü kuramı; Psikoanalitik Kuram ve Etiyolojik Kuramlar olarak iki başlıkta görülmektedir.

Psikoanalitik Kuram: Bu görüşün en önemli temsilcilerinden biri olan Freud, dürtü kuramını

(32)

enerjinin yaşama gücünü ve yaşamın devamını sağladığını, saldırganlığın ise libidinal dürtülerin engellenmesine bir tepki olarak ortaya çıktığını savunmuştur. Freud daha sonraki yazılarında, ölüm içgüdüsünden söz etmiştir. Bireyin içinde yaşama içgüdüsünden enerjisini alan yıkıcı dürtülerin de olduğunu belirtmiştir. Ona göre, ölüm içgüdüsünün zorlamasıyla, kendine zarar verme dürtüleri, yer değiştirme gibi savunma düzenekleriyle dış ortama yöneltilmektedir. Saldırganlığın temelini ölüm içgüdüsünün diğer kişilere yöneltilmesi oluşturmaktadır. Freud son yazılarında bu iki görüşü birleştirerek, insanın tüm davranışlarının, eros ve thanatos’un karşılıklı etkileşimlerinden oluştuğu sabit bir gerilimden kaynaklandığı sonucuna varmıştır. Bu durumda saldırganlık, hem libidinal dürtülerin engellenmelerine karşı gelişen bir tepkiden, hem de kendine zarar verici dürtülerin yönünün kendinden uzaklaştırılarak diğer kişilere yöneltilmesinden kaynaklanmaktadır (Geçtan, 1993; Can, 2002; Özgüven, 2001; Öztürk, 1995).

Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır ya da onlara karşı davranışlar geliştirir; çünkü kendini yok etme isteği ve yaşam içgüdüleri birbirlerini etkisiz kılabilir ya da biri diğerinin yerine geçebilmektedir (Geçtan, 1993).

Oral dönemde yaşanan sorun ve sapmalar, yetişkinlikte alaycı, aşağılayıcı konuşan ve davranan, kolayca öfkelenen ve öfkelendiğinde çevresine zarar veren bireylerin kişilik özelliklerinin temellerini oluşturmaktadır. Anal dönemde baskılı bir tuvalet eğitimi de, sonraki yıllarda yıkıcılık, kızgınlık nöbetleri gibi bazı karakter özelliklerine ve sadist kişilik yapısına neden olabilmektedir (Geçtan, 1997; Köknel, 2005).

Psikoanalitik çalışmaların dışında, saldırganlık konusunda Freud’un doktrinlerinden ayrılanlar olmuştur. Psikoanalitik gelenekten ilk ayrılan psikologlar Adler ve Jung’tur.

Jung, saldırganlıkla ilgili görüşlerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koymamıştır. O, yaşam ve ölüm içgüdülerini libido diye isimlendirdiği tek bir içgüdü halinde ele almıştır. Jung’a göre bu içgüdü iki kutuplu olup ölüm-yaşam-nefret-sevgi şeklindeki içgüdülerdir. Jung’da libido, dinamik bir süreçtir. Yapıcı olmadığı zaman yıkıcı rolü oynar. Jung bu fonksiyonların birbirinden ayrıldıkları zaman, bilinçaltı düzeyine indiğini bu nedenle de zorunlu olarak tahrip edici olduğunu ifade etmiştir (Efilti, 2006).

Adler ve Horney ise, Freud’un saldırganlığın doğuştan geldiği görüşüne karşı çıkmaktadırlar. Adler, saldırganlığı bireyin organ sisteminden kaynaklanan bir dürtü değil, kendi ihtiyaçlarını

(33)

karşılama isteğinden kaynaklanan ve engellemeler sonucu başvurduğu akılcı olmayan davranış biçimleri bir dürtü olarak ele almaktadır (Gümüş, 2000).

Horney, Adler gibi saldırganlığı doğuştan getirilen bir içgüdü olarak ele almamaktadır. Horney’in ‘Temel Anksiyete’ kavramı saldırganlığı açıklamakta kullanılmaktadır. Horney’e göre olumsuz anne-baba tutumları sonucunda birey, kendini düşman bir dünya içinde yalnız görerek temel anksiyeteyi geliştirir. Düşmanca tepkiler, nevrotik anksiyetenin yarattığı gerilime tepki olarak bireyin geliştirdiği bir çözüm yoludur. Bu çözüm yollarından ‘Genleşme’, objeye yöneltilen saldırganlıkla eşanlamlı, ‘Silinme’ ise kendine yönelik saldırganlıkla eş anlamlı olarak ele alınabilmektedir (Geçtan, 1997).

Psikanalistlerden Fromm, insanlarda ve hayvanlarda varolduğu biçimiyle kalıtımsal olarak programlanmış saldırganlığı, biyolojik bir tepki olarak nitelendirmiştir. Buna göre, saldırganlık tehdide karşı bir tepki biçimi değildir. Varoluşun tehlikeye düşmesi durumunda başvurulan bir tepkidir. Hayvanlardaki saldırganlık, hayvanın hiç kaçma şansının bulunmaması durumunda ortaya çıkan davranış olarak görülmelidir. İnsan da, yaşamsal çıkarı tehdit edildiği zaman saldırıya kaçışla tepki göstermek üzere, kalıtımsal olarak programlanmıştır (Fromm, 1995).

Kernberg’e (1992) göre dürtülerin ifadeleri veya simgeleri olan duygular ve duygulardan kaynaklanan davranışlar, Freud’un tanımladığı libidinal dürtüleri doyurmak için düzenlenen psiko-fizyolojik süreçlerdir. Kernberg, öfke, hiddet, kin gibi duyguların, hem tümüyle kötü bir obje ilişkisinin etkinleşmesiyle ondan kurtulma, onu yok etme, hem de tümüyle iyi bir obje ilişkisini yeniden sağlama arzusunu dile getirme yolu olduklarını belirtmiştir. Bu durumda saldırganlık bir şekilde doyum sağlamaktadır (Kernberg, 1992).

Etiolojik Yaklaşım: İnsan saldırganlığın içgüdüsel temellerini hayvan davranışları ile

açıklamaya çalışan bir kuramdır. Tıpkı hayvanlarda olduğu gibi insanın da kalıtımsal bir içgüdüsünün olduğu savunulur.

Lorenz’e göre saldırganlık eylemi, bireyin diğer insanlarla arasındaki mücadele içgüdüsünden kaynaklanmaktadır. Saldırganlık, mücadele içgüdüsü ile birlikte olan enerjinin ve saldırganlığı tetikleyen uyaranların gücüne bağlıdır (Lorenz, 1996).

Lorenz (1996), hayvanlarda görülen saldırganlıkla insanlarda görülen saldırganlığın aynı olduğunu vurgulayarak saldırgan davranışlarda içgüdülerin oynadığı role değinmektedir. Birçok havyanın türdeşlerine karşı gösterdiği saldırganlığın, türün aleyhine olmadığını, tam tersine, türün korunmasına yönelik olduğunu belirtmiştir.

(34)

Lorenz’e (1996) göre doğal saldırganlık, yönelebileceği bir hedef bulmazsa ya da koşullandırmalar yüzünden belirsizleşirse birey patolojik davranışlarda bulunmaya başlar ve grup içinde çatışmalar çıkar.

Sonuç olarak Lorenz’e (1996) göre saldırganlık, toplumsal sistemin başlıca düzenleyicilerinden biridir ve türün doğasında vardır. Bu kurama yöneltilen eleştirilerin en önemlisi Lorenz’in insan ve hayvan davranışları arasında paralellikler kurması ve evrim süreci içerisinde öğrenme ve kültürel gelişmeyi dikkate almamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Hem Freud’un Psikoanalitik hem de Lorenz’in etiyolojik kuramında insanda denetlemesi zor, doğuştan getirilen dürtüsel bir saldırganlık enerjisi bulunmaktadır. Bu enerji, türün evrimi için ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde önemli rol oynamaktadır.

2.1.2.3.Davranışçı Kuramlar

Davranışçı yaklaşımda saldırganlık bir kişilik özelliği ve öğrenilmiş bir davranış olarak incelenmiştir. Bu yaklaşımdaki farklı kuramcılar saldırganlığı; engellenme, sosyal öğrenme ve pekiştireç kavramlarıyla açıklamışlardır.

Engellenme Kuramı: Saldırganlığı, engellenme ön şartına bağlayan bir kuramdır.

Saldırganlık, amacı yöneldiği hedefe zarar vermek olan güdüsel bir davranıştır ve temelinde daima engellenmenin yarattığı bir dürtü durumu yatmaktadır. Böylece, engellenme-saldırganlık denencesine göre, engellenme-saldırganlık, daima bir engellenmenin sonucudur ve engellenme daima bir tür saldırgan davranışa yol açmaktadır (Yıldırım, 2009).

Saldırganlığın nedenleri arasında engellenme kuramı oldukça önemli bir yere sahiptir. Engellenme-saldırganlık hipotezi ilk olarak Yale Üniversitesinde, Dollard, Doob, Movver ve Sears, 1939, tarafından ortaya atılmıştır. Saldırganlığı açıklarken doğuştan getirilen bir ölüm içgüdüsü ya da saldırganlık dürtüsü kavramlarından yola çıkmışlar ancak bunları tam olarak kabul etmemişler, doğuştan saldırgan olan bir insan doğası yerine engellenme sonucu saldırganlık sergileyen bir insan görüşü ortaya koymuşlardır (Dollard, Doob, Movver ve Sears, 1939).

Perlman ve Cozby (1983), engellenmeyi “beklentinin yerine gelmemesi” olarak tanımlamaktadır. Genellikle engellenme, beklenen bir ödülün geri çekilmesi, bir işte

Şekil

Tablo 1.  Cinsiyete Göre Saldırganlık Ölçeği Toplam Puanlarına İlişkin t-Testi Sonuçları  Cinsiyet                           N                        �̅    Ss               t                p
Tablo 2. Sal dırganlık Ölçeği  Toplam Puanlarının Sınıf Düzeyine göre Betimsel Verileri  Sınıf                          N                        �̅    Ss
Tablo  3.  Sınıf  Düzeyine  Göre  Saldırganlık  Ölçeği  Toplam  Puanlarına  İlişkin  Tek  Yönlü  Varyans  Analizi (ANOVA) Sonuçları
Tablo  4.  Saldırganlık  Ölçeği  Toplam  Puanlarının  Anne  ve  Baba  Eğitim  Düzeylerine  Göre  Betimsel Verileri   Sınıf                                N                  �̅                Ss  İlkokul       91    78.46  20.88  Ortaokul      153
+6

Referanslar

Benzer Belgeler

Son zamanda yapılan araştırmalar akran zorbalığının erken çocukluk eğitiminde yaygınlaştığını gösterirken Kirves ve Sajaniemi’ye göre (2012), üç -altı

Bu araştırma ilköğretim 8.sınıf öğrencilerinin; saldırganlık düzeyleri ile algılanan sosyal destek düzeyleri (genel, ailelerinden, arkadaşlarından ve

Öğrencilerin spor yapma durumuna göre beden eğitimi ve spor dersi sportmenlik davranışı ölçeğinin negatif davranışlardan kaçınma alt boyutunda ve sportmenlik toplam

Çalgı çalmaya ve konsere gitmeye yönelik olumsuz tutumlar alt boyutunda; kız öğrencilerin erkek öğrencilere oranla müziğe yönelik ilgilerinin daha fazla

Öğrencilerin matematik eğitimine ebeveyn katılım algılarının anne baba eğitim düzeyine, matematik dersi başarı düzey algılarına, öğrencilerin kardeş sayılarına

Araştırmanın başka bir sonucu; Meram ilçesindeki ortaokul öğrencilerinin babalarının eğitim durumlarına göre toplumsal değerleri algılama ölçeğinden

Bu bölümde, literatürde daha önce karşılaşmadığımız konvansiyonel çift modlu rezonatör ve dielektrik tabanda bütünleştirilmiş dalga kılavuzunun birlikte

Yap ve arkadaşları 45 'nın,diş rengindeki restoratif materyallerin (kompozit rezin, poliasit-modifiye kompozit rezin ve rezin-modifiye cam iyonomer) yüzey pürüzlülüğü