• Sonuç bulunamadı

Genel eğitim içerisinde inanç ve davranış bütünlüğünün yeri ve önemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Genel eğitim içerisinde inanç ve davranış bütünlüğünün yeri ve önemi"

Copied!
69
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GENEL EĞİTİM İÇERİSİNDE İNANÇ VE DAVRANIŞ BÜTÜNLÜĞÜNÜN YERİ VE ÖNEMİ

ÖZET

İnsanın yeryüzünde varoluşundan beri, yaşantısına baktığımız zaman, onun hiçbir zaman inançsız yaşamadığını görmekteyiz. Hangi insan olursa olsun basit ve batıl da olsa bir inanca sahiptir.

İnanç, sevgi ve korku duygularını birarada ihtiva eden bir kavramdır. Bu nedenle iman duygusu sevgi ve korkudan kaynakanarak sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık duygularına dönüşmektedir.

Bütün bu duyguların verildiği yer, kişinin çevresidir. Çevre faktörünün ilk ve en önemli unsuru ise ailedir. Çünkü aile, ona en yakın ve kişinin üzerinde en çok söz sahibi olan ilk müessesedir.

Kişi de doğru inancın oluşması için doğru bir bilgi ile beslemek ve bu bilginin bilinç haline gelmesi gerekmektedir. Bilinç haline gelmemiş bilgi, doğru olsa dahi etkisiz bilgidir. Güvenilir ve tutarlı bilgiler üzerine kurulu düşünceler, insanın iyi ve doğru olanı yapıp bunları hayata geçirmesine vesile olur. Ancak bu inancın yaşaması için, doğru ve iyi olması yetmez, ayrıca o inancı yaşatacak ehil insanların bulunması gerekir. Bu sayede gelecek nesillere, ruh ve beden gelişimleri dikkate alınarak verilen bir dînî eğitim sayesinde inanç ve davranış bütünlüğü sağlanmış olur.

(2)

THE IMPORTANCE OF HARMONY OF BELIEF AND BEHAVIOUR IN COMMON EDUCATION

BRIEF

Since the begining of the earth, the human being has never been without belief. Whosoever (s)he is, has a belief even it is supersititious.

Belief incorporates love and fear at the same time. So the belief tranforms into hope, commitment and admiration coming from love and fear.

All of those feelings come from the person’s social surrounding in question. The first and the most element of the milieu is family. Because the family is the first establishment which is the most influential and closest on him/her.

To form a true belief in individual, It is necessary to feed him/her with true knowedge which makes him/her conscious person. A knowledge without conscious is ineffective yet it is true. The thoughts based on reliable and coherent helps to the individual to do the good and right. Neverthless, being good and right is not enough for this belief to survive. It is necessary to exist able people for it. Thanks to a religious education considering the people’s spiritual and physical development we get the integrity of belief and behaviour.

(3)

ÖNSÖZ

Genel eğitim içerisinde “İnanç ve davranış bütünlüğü” vazgeçilmeyecek bir yere sahiptir. İnsan tabiatı gereği bir inanca sahip olmak zorundadır. Kişinin inanç ve davranış bütünlüğünde çelişkilere sebep olmayan, şahsiyetiyle uyum içerisinde ve kişiliğinden ödün vermesine gerek bırakmayacak bir din eğitimi uygulaması yapmak gerekmektedir. Bu düşünceden hareketle günümüzde yapılması gereken, kişinin inancıyla davranışlarının birbirine uygun olması için eğitim ve öğretim faaliyetlerini bu amaçla ilişkilendirmek ve geliştirmektir.

Din Eğitimi bilim dalının yeni olması dolayısıyla, bu alanda yapılan incelemeler oldukça azdır. Bu nedenle, konusu insan olan diğer – Psikoloji, Sosyoloji, Eğitim vb.- bilim dallarından faydalanılmıştır. Dolayısıyla, inanç konusunu ele alırken yaptığımız araştırmayı zikrettiğimiz bilim dallarına interdisipliner bir yaklaşımla dayandırmaya çalıştık.

Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. Giriş de konuyu tanıtmaya çalıştık. Birinci bölümde, inanç kavramının üzerinde durarak , inancın psikolojik temelleri olan bilgi ve duygu kavramlarını açıklamaya çalıştık. Özellikle insanın hayatını şekillendiren unsurlardan dini duyguyu bu bölümde incelemeye aldık. Bunu da din ve eğitim psikolojisi eserlerine dayanarak ele almaya çalıştık Daha sonra insanın davranışı, inanç, bilgi, duygu bu üç kavramın birbirleriyle olan bağlantısını ve ilişkisini incelemeye gayret ettik.

(4)

İkinci bölümde ise çalışmamızın asıl konusunu teşkil eden “İnanç ve Davranış Bütünlüğü”nü önceki bölümde elde edilen bilgiler ışığında ele almaya çalıştık.

Çalışmamızın temel kaynaklarını Kur’an’ı Kerim ayetleri ve Hz. Peygamber’in hadisleri ile çeşitli Psikolojik ve Sosyolojik eserler oluşturmaktadır. Yeri geldikçe Din Eğitimi alanında yapılan akademik araştırmalardan da yararlanılmıştır.

Bu çalışma esnasında, benden yardımlarını esirgemeyen hocam Prof. Dr. Mustafa Tavukçuoğlu’na ve çalışmamın her aşamasında bilgi ve tecrübelerinden istifade ettiğim muhterem Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK’e teşekkürü bir borç bilirim.

(5)

iÇiNDEKiLER Sayfa ÖNSÖZ... 3 iÇiNDEKiLER... 5 KISALTMALAR... 7 GİRİŞ... 8 I. BÖLÜM... 11

İNANÇ VE DAVRANIŞ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR ... 11

1- İNANÇ NEDİR? ... 11

1.1. İnancın Psikolojik Temelleri ... 14

1.1.1. Bilgi... 14

1.1.2. Duygu ... 17

1.1.2.1. Dini Duygu ... 20

a- Sevgi ... 22

(6)

c- Bağlanma... 28

d- Duyguların Eğitimi ... 29

1. Manevi Tavır Kazandırma:... 29

2. Dua Öğretme: ... 30

3. Yaparak Yaşayarak Eğitme: ... 32

4. Mükafatlandırma: ... 34

5. Cezalandırma: ... 35

1.2. İnancın İnsan Hayatındaki Olumlu Etkisi ... 37

1.3. Davranış Nedir?... 40

1.4. İnanç, Duygu, Davranış İlişkisi... 43

II. BÖLÜM... 48

İNANÇ VE DAVRANIŞ BÜTÜNLÜĞÜ ... 48

1. İNSANIN İNANÇ VE DAVRANIŞINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER... 48

1.1. Aile... 48

1.2. Sosyal Çevre ... 50

1.3. İnsanların Davranışları Ve İnançları Bakımından Örnek Modeller .... 52

2. İNANÇ VE DAVRANIŞ BAKIMINDAN İNSANLARDA RASTLANAN TİPLER 55 2.1. Mü’min ... 55

2.2. Kafir ... 56

2.3. Münafık... 57

3. DİN EĞİTİMİNİN AMACI OLARAK İNANÇ VE DAVRANIŞ BÜTÜNLÜĞÜ58 SONUÇ VE ÖNERİLER... 62

(7)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser. a.g.m. : Adı geçen makale.

A.Ü.E.F : Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi. A.Ü.İ.F : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

Bkz. : Bakınız.

Bs. : Basım.

c. : Cilt.

Çev. : Çeviren.

D.İ.A. : Diyanet İslam Ansiklopedisi. Hz. : Hazreti.

(8)

MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı.

MEDES : Milli Eğitim ve Din Eğitimi Semineri.

M.Ü.İ.F.V. : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı.

Nşr. : Neşreden.

r.a : Radiyallahu Anh.

s. : Sayfa.

S. : Sayı.

T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı.

Ts. : Tarihsiz.

Vb. : Ve benzeri.

Vd. : Ve diğerleri. Yay. : Yayınları.

GİRİŞ

İnsanın yeryüzünde varoluşundan beri, asırlardır süregelen yaşantısına baktığımız zaman, onun hiçbir zaman inançsız yaşamadığını görmekteyiz. Hangi insan olursa olsun basit ve batıl da olsa bir inanca sahiptir.

Ruh ve beden gibi, maddi ve manevi unsurları bünyesinde barındıran insanoğlu, bir yandan maddi varlığının devamı için uğraşıp çabalarken, öte yandan ruhî gıdası olan dinî inanç duygusunu tatmin gayesiyle, bazen gökteki Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara; bazen de yeryüzündeki ateşe, hayvanlara ve kutsal saydığı bir takım varlıklara tapmıştır. İşte bu durum bize, insandaki inancın fıtriliğini ispat etmektedir.

İnsandaki din duygusu ile, dinlerin kök ve başlangıçları, eskiden beri tartışıla gelmiştir. Hangi iç güdü ile açıklanırsa açıklansın “insan yapısı itibariyle gerek şuurlu gerek şuursuzca, mutlaka bir inanç sahibi olmak zorundadır.” Çünkü inanç, insanın irade, his, vicdan ve davranış gibi, bütün kabiliyet ve temayüllerine hitap etmektedir.1

Dînî inanç sistemi, insanları kötülükten uzaklaştırıp, iyiliğe yönelten en büyük amildir.2 İşte bu sebepten dolayı doğru inancın oluşmasında söz sahibi olan temel duygular üzerinde durmak ve onları eğitmek gerekmektedir. Çünkü insanın duyguları,

1 Halis Ayhan, “Temel ve Orta Eğitimde Din Eğitimi” (tebliğ), MEDES, Ankara 1981, s.165. 2 Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslam’a Davet Metodu, Konya 1993, s.43.

(9)

onun şekillenmesinde etkindir ve eğitilmesi gerekir. Eğitim genel olarak, devamlı ve karşılıklı bir etkidir. Bunun için insanlar eğitilirken hem bilgi aktarılmalı hem de duyguları ve davranışları eğitilmelidir. Zira insan bilen ve yapan bir varlıktır. Dolayısıyla inanç ve davranış, insan gerçekliğinin biri diğerinden ayrılmayan, aksine biri öbürünü tamamlayan iki yönüdür.

İnanç ve davranışı İslâm filozofları, bir kumaşın iç ve dış yüzü gibi birbirinden ayrılmayacağını ifade etmişlerdir. Din tarafından da iman-amel bütünlüğü içinde ortaya konan bu gerçek, özellikle bilgi-inanç-davranış ilişkisinin gerekliliğini Kur’an’ın daima iman ile ameli birlikte zikredişini gözönünde bulundurarak ısrarla vurgulayan Amirî tarafından şu önermelerle dile getirilir: bilgi davranışın ilkesi, davranış da bilginin gayesidir. Bilgi ile davranış arasındaki ilişki, sebep ile eseri arasındaki ilişki gibidir, biri diğerini gerektirir. Dinin, imanı teşkil eden itikat esasları bilgi, ibadet ve muamelata dair hükümleri davranış durumundadır.3

Çünkü inanç, insanın irade, his, vicdan ve davranış gibi, bütün kabiliyet ve temayüllerine hitap etmektedir. Bundan dolayıdır ki insanlar inançları doğrultusunda eserler meydana getirmişlerdir. Devletlerini bu esas üzerine kurmuşlardır. Mesela Yahudiler, inançlarına olan bağlılıkları sayesinde, milliyetlerini muhafaza etmişler ve yıllardan sonra tekrar devlet halinde toplanabilmişlerdir.

Yine insanların çevresini değiştirmesi ve düzenlemesi, bunu gerçekleştirmek için yapılan mücadele ve böyle bir düzen var sayılıyorsa onun korunması, başlıca amaç haline gelir.

Bunun neticesinde inancı şu veya bu yolla hakim kılmaya çalışanlar pek çok fedakarlığa katlanırlar. Kişilerin, otoritelerin despotluğuna boyun eğer, hatta seve seve bu köleliği kabul ederler.

İnsandaki duyguları ve bunların nasıl geliştiğini inceleyen Psikologlar, insanda en temel iki duygunun sevgi ve bağlanma duygusu olduğunu ileri sürmektedir. Nitekim iman, sevgi ve korku duygularını bir arada ihtiva eden bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlerin hem Allah’ın rahmetini ümit ettikleri hem de

3 Ebu’l-Hasan Muhammed b. Yusuf Âmirî, Kitabu’l-İ’lam bî Menakıbi’l-İslam, nşr. A. Abdülhamid Gurub, Kahire 1967, s.125.

(10)

azabından korktukları anlatılmaktadır.4 Bu nedenle iman duygusu sevgi ve korkudan kaynaklanarak, sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık duygularına dönüşmektedir.5

İşte bu nedenden dolayı çalışmamızda, Allah fikrinin doğuşunda iki esas duygu olduğu kabul edilen sevgi ve korku duygularından hangisinin ağır bastığı tesbit edilmeye çalışılmıştır.

Kamil insanı yetiştirmeye çalışan din eğitimi, kişinin bütün yönlerini, maddi-manevi, ele alarak eğitmeye çalışır. Yetenekler istendiği gibi şekle sokulamayacağına göre insanı eğitirken onun fıtratına yönelinmelidir. İnsanın fıtraten inanmaya yetenekli bir varlık6 olduğu bilinen ilahi bir gerçek olduğuna göre, dini eğitim de fıtri yapının sınırlarını iyi belirlemelidir. Allah insanı terbiye etmiştir. Şu halde insan terbiye edilen ve terbiyeyi kabul eden bir varlıktır. Yeter ki terbiye usulleri denensin. Çünkü tek metotla bir çok insanı terbiye etmek zordur. Bu sebeple insanları kabiliyetlerine uygun olan metotla eğitmek gerekmektedir. Terbiye ferde kabiliyet vermeyip, doğuştan getirdiği kabiliyetlerin gelişmesine ve yönlenmesine yardım etmek olduğuna göre, her insan terbiye edilebilir.7 Bunu başarabilmek için de dini ve duygusal gelişim

basamaklarının belirlenmesi gerekir.

Bütün bu duyguların verildiği yer, kişinin çevresidir. Kişiye verilen eğitimde, çevrenin rolü oldukça büyüktür. Çevre faktörünün ilk ve en önemli unsuru ise ailedir. Çünkü aile, ona en yakın ve kişinin üzerinde en çok söz sahibi olan ilk müessesedir. Bu sebepten dolayı aile, kişiyi şahsiyetli bir insan olarak yetiştirmesi ve hayatına bu hedefe ulaşması için yön vermesi gereken nihai amacı taşımalıdır. Bu hedefe ulaşmanın yolu ise, -Kur’an’ın belirttiği gibi- inanç ve davranışın bir bütün halinde sergilenmesidir.

Aile, duygusal yönden, sevgi ve güvenin tabii kaynağıdır. Bu tabii kaynak önce kişinin kendisi sonra yakın ve uzak çevresine karşı olan ilişkileri için

4 Bakara, 2/218; Araf 7/59; Yûnus 10/15.

5 Neda Armaner, İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, İstanbul 1967, s. 23. 6 Rum, 30/30.

(11)

sayılamayacak kadar önemli malzeme sunar. Çünkü aile, davranışların kişilik içerisinde yerleşmesini sağlayan mükafat ve cezaların kullanıldığı ilk ortamlardandır.

Konunun önemi ve bu alanda çalışmaların az olması bizi bu konuda araştırmaya sevk eden en büyük amil olmuştur.

I. BÖLÜM

İNANÇ VE DAVRANIŞ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

1- İNANÇ NEDİR?

İnsanın ruh ve beden olmak üzere iki yapısı vardır. Bedenin yaşayabilmesi için maddi gıdaya, çeşitli besinlere ihtiyaç vardır. Besinin cins ve kalitesine göre de insan; ya gürbüzleşir, ya zayıflar, yada besin zehirli ise ölür. Ruh da böyledir. Onun da yaşayabilmesi için bir gıdaya ihtiyacı vardır. İşte ruhun ihtiyacı olan bu gıda manevidir. Ve “inanç” ismiyle anılır. İnanç iradenin isteği doğrultusunda beynin ve kalbin arzu ederek ve serbestçe yaptığı seçimdir.

Buna dayanarak inancı, insanın bütün benliği ile iştirak ederek ilahi kudreti gönülden gelen bir istekle kabul etme hadisesi olarak tarif edebiliriz.8

İnsanın ayrılmaz parçası olan inanç, bireyin dünyasının bir yönü ile ilgili algıların ve tanımların meydana getirdikleri sürekli bir organizasyondur. İnanç, bir şeye verilen anlamların belli bir görünüşü, bireyin bu şey hakkındaki bilgisinin tamamıdır.9

Bir başka açıdan ele alacak olursak inanç, imanın önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Aslında inanç dahil olmak üzere, duygu, irade, tecrübe, amel gibi unsurlarıyla iman, insanın bütün varlık şartlarının içine katıldığı varoluşsal bir yaşantı ve süreçtir. Bir başka ifadeyle, iman zengin bir muhtevaya sahiptir ve bu muhtevayı meydana getiren unsurlardan herhangi biri tek başına iman diye adlandırılamaz. İman ne sadece inançtır, ne sadece iradedir, ne de diğer unsurlardan herhangi birine indirgenebilir. İman, insanın bütün varlığına ait varoluşsal bir tercihtir. Ancak imanın muhtevasının içinde ağırlığını en çok hissettiren ve imana rengini veren inançtır, denebilir; çünkü, teoloji, imanı

8 Kerim Yavuz, Çocuk ve Din, İstanbul 1994, s. 115.

(12)

“önermesel inanç”a dayandırır. İman teolojik önermelerin “ikrar” ı ve “tasdik”idir.10

İnançlar, tahrif ve bozukluk (çelişki) kabul etmez. Çünkü inanç, geçici değişikliğin hiçbir şekilde, sürekli dönüşümün nadiren düşünülebileceği akli bir keyfiyettir. Bu nedenle inançlar, şu özelliklere sahiptir:

1-Ya hiçbir şekilde itiraz kabul etmeyen kesin delilleri vardır. Bunlar, kesin kanıtlardan doğan kesin inançlardır.

2- Ya aklın alıştığı ve kabul ettiği farklı ikna edici delilleri vardır. Bu delilleri akıl, farklı biçimlerde kavrayabilir. Dolayısıyla aykırı bir delili kabul etmeyecek biçimde olabilir. Bunlar, kesin değilse de gerçek delillerdir. Çünkü gerçeğin önünde onu nakzeden değil, destekleyen şey durabilir. Ayrıca zayıf olan yada olmayan biçimde itirazı kabul edecek özellikte de olabilir.11

İnanç, ferdin dünyasının çeşitli yönlerine ait, idrak ve bilgilerin devamlı bir organizasyonudur. İnanç, bir şeyin ifade ettiği manâlar bütünüdür, ferdin eşya hakkındaki bilgisinin toplamıdır. Bir idrak yada bilgi bizatihi bir organizasyon olduğu nispette, inanç da bir organizasyonlar organizasyonudur. Dolayısıyla tamamlanmış ve yapılanmıştır. Mesela bir insan dünyanın küre şeklinde olduğuna inanır. Bu inanma, onun inancının çeşitli bilgileri ihtiva ettiğini gösterir. Dünyanın bir takım biçim unsurlarına sahip olduğunu görür; onu hiçbir zaman küre şeklinde görmemekle beraber, fezada dünyadan çok uzak bir yere gittiği taktirde bu şeklin bir top, portakal veya ay gibi kürevi olduğunu göreceğini bilir veya buna inanır. Dünya yüzeyinde düz bir çizgi boyunca mütemadiyen gittiği zaman nihayet başladığı noktaya döneceğini bilir yahut inanır.- Hatta bunu yapmıştır- Eğer o bir matematikçi ise, yer kitlesinin çeşitli parçalara bölünmesi hususunda bir takım hesaplar yapıldığında, bu hesapların ancak kitlenin kürevi tarzda bölündüğünü farz edebilmek suretiyle tatminkar olacağı meselesi de onun bilgi ve inancına dahildir.12

İnanç deyimi, “insanın doğrulanabilir saydığı ve doğrulamış olduğu inançları olarak kabul edilen bilgi”, “bireyin özü bakımından doğrulanmaz saydığı şeyler hakkındaki inançları olan iman” ve “doğrulanabilirlik ölçeğinde

10 Mualla Selçuk, “Gençlik Çağı ve İnanç Olgusu” Gençlik Dönemi ve Eğitimi, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi:29, İstanbul 2000, s.334.

11 M. Tahir b. Aşur, İslam İnsan ve Toplum Felsefesi, çev: Vecdi Akyüz, İstanbul 2000, s.108. 12 David, Krech, a.g.e, s.179.

(13)

orta bir yer tutan inançlar olarak tarif edilen kanaat”leri kapsayan bir ifade olarak kullanılır. İnsanlar her zaman bilgi, kanaat ve iman sahibi olduğunu daha açık göstermek istediği zaman “inanıyorum” der.13

İnançları, insanın kendisi ve varlık alemiyle tutarlı iletişimini sağlayan prensipleridir. “İnsan inancından ibarettir” denir. İnançlarımız, yaşama anlam katan, yaşama yön veren ilkelerimizdir. Ayrıca dünyayı algılamamızda ve anlamlandırmamızda adeta birer süzgeç vazifesi görürler. Yol gösterici ve güçlü inançlara sahip olmak demek, eyleme geçebilmek ve dünyaya şekil vermek gücüne sahip olmak demektir.14

Biz bu çalışmamızda “inanç” kelimesini Arapça’daki “itikat” kelimesinin karşılığı olarak kullanıyoruz. İman, inancı içine aldığı halde, inanç, imanı içine almamaktadır. Yani her inanç iman değildir; ama her imanda, bir unsur olarak inanç bulunur.

İslam’ın inanç esasları olarak kabul ettiğimiz altı inancı Kur’an’ı Kerim ve Allah’ın Rasülü açıklamaktadır.

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberlerine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman(da sebat) ediniz.”15

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmek değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.”16

Peygamberlerin ifadelerinden de iman esaslarının aynı şekilde açıklandığını görmekteyiz. “Cibril Hadisi” olarak bilinen hadiste Peygamber, Cebrail’in “Bana iman hakkında bilgi ver” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.”17

“...Kim Allah’a inanırsa (Allah) onun kalbini doğru düşünceye iletir. Allah her şeyi bilendir.” 18 Yani, başına bir musibet geldiğinde bunun Allah’ın kaza ve kaderiyle olduğunu bilir. Buna sabreder, öldüğünde bunun mükafatını

13 David, Krech, a.g.e, s.176.

14 Doğan Cüceloğlu, İyi Düşün Doğru Karar Ver, İstanbul 1999, s.10. 15 Nisa, 4/136.

16 Bakara, 2/177.

17 Müslim, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, İman, 4. 18 Teğabün, 64/11.

(14)

alacağını umar, Allah onun kalbine hidayet, yakîn ve doğruluk verir. İbn Abbas: “Kalbine yakîn verir, böylece başına gelen musibetin onu töhmete sevk etmek için gelmediğini, bunun Allah tarafından olduğunu bilir, böylece ondan razı olur ve ona teslim olur...”19 şeklindedir demiştir.20

İslam’ın inanç esaslarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Allah’a İman 2- Meleklere İman 3-Kitaplara iman 4-Peygamberlere iman 5-Ahiret gününe iman 6-Kaza ve Kadere iman.

İslam akidesinin temelini Allah’ın birliğine iman, teşkil etmektedir. Bu inancın üzerine peygamberlere iman, kitaplara iman ve ahiret gününe iman tesis edilmektedir. Hz. Peygamberden önce geçen bütün peygamberlerin tasdikini gerektiren İslam imanı, bu peygamberlerin Allah’tan getirdikleri kitaplara da imanı zaruri görmektedir. Peygamberlerin Allah’tan vahiy yoluyla getirdikleri kitapta haber verdikleri Ahiret gününe iman da İslam inancının ayrılmaz unsurunu teşkil etmekte ve İslam’ın dünya görüşünü belirlemektedir. Bu inanç kodları dışında kalan meleklere iman ve kaza-kadere iman unsurları da, bu temel kodlardan sonra gelen iman prensiplerini teşkil etmektedir.21

Şimdi ise, insan inancının psikolojik temellerini oluşturan kavramlardan birisi hatta en önemlisi olan bilgi kavramını ele alcağız.

1.1. İnancın Psikolojik Temelleri

1.1.1. Bilgi

Her iman, az yada çok; zayıf yada sağlam, bilgiyle temellendirilmiş inanca dayanır.

İslam’a göre insanın bilgi edinme yolları üçtür: 22 1- Duyular

19 İbn Kesir, Tefsîri İbn Kesîr, Beyrut 1922, c. VII, s.29.

20 Allah’ın yaratıklarına ilişkin planını ve tabiatın işleyişini gerçekleştirmesini ifade etmek üzere literatürde

kader ve kaza kelimeleri kullanılır. Bu iki terim alimlerce farklı şekillerde tanımlanır. Sözlüktw “gücü yetmek;

planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak” gibi manalara gelen kader, “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi” diye tarif edilir. “Hükmetmek; muhkem ve sağlam yapmak; emretmek, yerine getirmek” anlamlarındaki kazâ ise “Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezeli planını gerçekleştirmesi” şeklinde tanımlanır. Kur’an’da Allah-kainat ve Allah-insan bağlamında temas edilen kader konusu doğrudan doğruya iman edilmesi emredilen esaslar arasında zikredilmemiş (Bakara 2/177; Nisa 4/136), sadece Allah’ın yetkin sıfatlarına , bunun yanında insanın cebir altında bulunmayıp seçim hürriyetine sahip olduğu hususuna vurgu yapılmıştır. Daha fazla bilgi için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Kader” Maddesi, DİA, c.24, s.58.

21 Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya 1995, s. 381-382.

(15)

2- Haber-i Sadık 3- Akıl’ dır.23

İslam dini bu konuda bir alan ayırımı yapmakta ve bu yollardan her birini kendi sahasına tahsis etmektedir. Duyular yoluyla bulunabilecek şeylerde duyular, akıl yoluyla bulunabilecek şeylerde akıl ve nakil ile bulunabilecek şeylerde haber-i sadık geçerlidir. Bunlardan birinin diğerinin yerine ikame edilmesinin hem imkan hem de gerek yoktur

Kur’an-ı Kerim’de bilgi (ilim), en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah'’n verdiği bilgidir. Burada kelime tam manasıyla tek gerçek olan Hakk’a , hakikate dayandığı için mutlak ve objektif geçerliliğe sahiptir. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim kesin bilgi demektir ve bu bilgi sayesinde Cahiliyye çağının kapatıldığı imasıyla kelimenin anlamı “değer” mefhumunu da içine alacak şekilde genişletilir. “Sana ilim geldikten sonra onların arzularına uyacak olursan...”24 ayetindeki ilim ile, “Ey insanlar size Rabb’inizden bir burhan geldi...” 25 ayetindeki burhan kesin ve kanıtlanmış

bilgiyi ifade etmektedir. Bunun yanı sıra ilâhi mesajın insan bilgisine kılavuz olma özelliği vardır. Bu vahyedilmiş bilgiler karşısında insanın yine Kur’an’da açıkça belirtilen bilgi vasıtalarını kullanması da ısrarla istenir.26

Kur’an’da bilgi vasıtaları ise, vahiy başta olmak üzere duyular, akıl yahut bunun ötesinde ilham olarak tesbit etmektedir. Kur’an’da göz, kulak ve kalbin bir arada anılması yanında kalbin akledici fonksiyonunun vurgulanması dikkat çekicidir. “Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardınca gitme; çünkü kulak, göz ve kalp; bunların her biri ondan sorumludur.”27

23 İslama göre duyular ve akıl ile birlikte haberin vazgeçilmesi imkansız üç temel bilgi kaynağından biri olduğu hususunda hemen hemen bütün alimler ittifak etmiştir. Haberin bilgi kaynağı olduğunu inkar etmek sonuç itibariyle çelişkiye götüreceğinden imkansızdır. Aslında kişinin haberi inkar ettiğini söylemesi , kendisine ait bir görüşü başkasına haber vermesinden başka bir şey değildir. ayrıca insan adına ve soyuna varıncaya kadar kimliğine ait bütün bilgilerle çevresinde yer alan çeşitli varlıklara ilişkin bilgilerden başka, akıl yoluyla bilinemeyen ve kendi duyularının ötesinde vuku bulan olaylara ait bütün bilgileri ancak haber vasıtasıyla öğrenebilir. Alimler, haberin bilgi kaynağı olabilmesi için onun doğruluğunu temel şart kabul etmişlerdir. Nitekim müteahhir dönemden itibaren bu şartın vurgulanması amacıyla “haber-i sadık” (gerçeğe uygun haber) terkibi şöhret bulmuştur. Haberin gerçeğe uygunluğunda esas olan, muhatabın buna inanması değil, fiilen gerçeğin böyle olmasıdır. Bunun için de haberin duyuların algısına dayanması gerekir. Daha fazla bilgi çin bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Haber” Maddesi, D.İ.A, c.14, s.346.

24 Bakara 2/120,145. 25 Nisa 4/174.

26 Necip Taylan, “ Bilgi” Maddesi, D İ.A, c.VI, İstanbul 1996, s.158. 27 İsra 17/36.

(16)

“Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, görmeyi ve kalbi yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz.”28

Vahiy karşısında bilgi ve inancın birbirine dönüşmesi de tabiidir. Zira ilke olarak vahiy mutlaktır; duyu ve akıl idrakleri ise onu destekleyen ve doğrulayan tecrübî ve nazarî bilgilerdir. Buna karşılık duyu ve akıl seviyesindeki bilgi mutlak bilgiyi kuşatma kudretine sahip değildir. İnsan zihninin başlangıçta bir tür “temiz bir levha” olduğunu Kur’an haber vermektedir. “Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”29 buyurularak aklı yapan şuur muhtevalarının tecrübelerle sonradan oluştuğuna işaret etmektedir.30

Kur’an’ın tanıtımında insan, meleklerin bilmediği şeyleri bilmekte ve bu bilgi de - meleklerin başlangıçtaki üstünlüklerine rağmen- onu meleklerin üstüne çıkarmaktadır. Böylece insanın üstünlüğü soydan değil, bilgiden kaynaklanmaktadır.31

İnsanların öğrendiği, öncekinin başladığı, sonrakinin vardığı bütün bilgiler, iki ereğe yöneliktir: 32

1- Herhangi bir konuda düşüncede yanılmadan korumak üzere doğru düşünme

2- Uygulamaya aktaranın karşılaşacağı yanlışlardan sakınmak için belirli bir davranışa yönelince davranış doğruluğu

Hiç kuşkusuz, bilgi öğrenmeye teşvik, doğru düşünce ve davranış yolunu bulmaya, doğru inanç aracını belirlemeye yöneliktir.33Kur’an’ın ilk nazil olan ayetinde“Yaratan Rab’in adıyla oku !” emri de bize bilgi edinme yolunu açık ifadelerle ortaya koymaktadır.

Yine “De ki : Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”34 “Rabbim benim ilmimi artır de” 35 gibi ayet-i kerimeler bilgi ve ona teşvik konusunda Kur’an’da

28 Secde 32/9. 29 Nahl 16/78.

30 Necip Taylan, a.g.m., c.VI, s.15. 31 Abdurrahim Yalçın, a.g.e, s.102. 32 M. Tahir b. Âşûr, a.g.e, s.120. 33 M. Tahir b. Âşûr, a.g.e, s.120. 34 Zümer, 39/9.

(17)

çok açık bir şekilde beyan edilen ayetlerdendir. Üstelik Kur’an’da insanı tefekkür, teakkul, tedebbür, ve bunlara müteradif manalardaki hasletlere yani ilme ve bilgiye çağıran ayetlerin sayısı yediyüz’ü geçmektedir.

Bilgi, inançla olan ilişkisi açısından önemlidir. İman sürecinde yer alan epistemolojik terimler ilgi, şüphe, zan, (istidlali) bilgi ve iman şeklinde sıralanabilir. İmanın bilgiden sonra gelmesi, İslam’da imanın hakkında hiçbir malumata sahip olunmayan ve anlaşılmayan bazı şeylerin körü körüne kabul olmadığını göstermektedir. Kur’an, küfür ve inkarın da tıpkı iman gibi bilgiden sonra geldiğine işaret etmektedir.36 “Kendilerine kitap verdiğimiz milletlerin bilginleri, Peygamber’i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerine yazık edenler ancak iman etmezler.”37 “Ve vicdanları bunların doğruluğuna kesin bir kanaat getirdiği halde sırf zulüm ve kendilerini büyük görme yüzünden onları inkar ettiler; fakat, bak o bozguncuların akıbeti nasıl oldu”38

İnsanın doğuştan gelen inanma ihtiyacı ancak ona dini bilgilerin doğru anlatılması ile gerçekleşir. Böyle olunca dini konularda bilgilenme ihtiyacı hayati bir mesele arz etmektedir. Çünkü pis temizden bilgiyle ayırdedilir. Zaten din eğitiminin amacı; kişilere dini doğru bir şekilde anlatıp seçimi onlara bırakmaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle dile getirilmiştir: “De ki: Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin”39 Bu ayete dayanarak “inanç” ve “bilgi” içeren bu tercihin iman mı; inkar mı olacağına insanın kendisi karar verecektir.

Bundan dolayı bilginin, inanç ve davranışı oluşturma ve değiştirmede önemli bir etkisi vardır. Hatta inancın ve imanın bilgiye dayandığını söyleyebiliriz.

1.1.2. Duygu

Duygu, içinde haz ve elem unsuru bulunan her çeşit ruhsal olaydır. Haz hoşa giden bir hal, elem ise, hoşa gitmeyen bir haldir.40

Duygular, günlük hayatın akışı içerisinde sevgi, korku, hüzün, sevinç, ümit gibi bir çok şekilleriyle dini inanç ve davranışa yön verirler. Duygular

36 Hanifi Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, İstanbul 1992, s.34-35. 37 En’am, 6/20.

38 Neml, 27/14. 39 Kehf, 19/29.

(18)

karmaşık bir ruhi olay olmalarından dolayı sabit bir şekilde tanımlanamazlar. Genel bir ifadeyle , davranışlar ve düşünceler üzerinde etkili olan ve içinde az yada çok haz ve elem unsuru bulunan ruhi olaylara duygu denilebilir. Haz ve elem organizmayı ters yönde etkiler. Haz veren bir duygu genel olarak düşünceyi ve faaliyeti çabuklaştırırken, elem veren duygu ise ağırlaştırır. Böylelikle duygu, düşünce ve hareket arasında kesintisiz bir ardarda geliş, içiçe bir oluş olduğu söylenebilir.41

Ruhi faaliyetlerin hem yaşanmasında hem de ortaya çıkmasında duygunun, önemli bir yeri vardır. Yani duygu insan davranışlarını ayarlayan itici

bir güç olduğu gibi davranışın şeklini de belirleyen bir faktördür.42 Duygular, ferdin davranışlarında etkili olduğu için; kaynakları,

yoğunlukları, süreklilikleri, geçmişe bağlılıkları bakımından birtakım guruplara ayrılırlar. Buna göre, yoğun biçimde, kısa süreli olarak meydana gelen ve çoğunlukla bedensel belirtilerinde gözle görülür bir hal aldığı duygu durumlarına heyecan denilmiştir. Heyecanlara göre daha az yoğun ama daha sürekli ve kalıcı olan, sempati, sevgi, kıskançlık, pişmanlık, gurur, utanç gibi durumlar ise duygu adını alırlar. Sürekli ve çok yoğun olup insanın gerçekleri görmesine engel olan duygulara ise ihtiras yada tutku denilebilir.43

Duygusal gelişme zihinsel gelişmeden önce olmaktadır.44 Ama duyguların gelişimi düşüncelere bağlıdır.45 Din, ahlak, estetik gibi yüksek duygularda, ilkel duygularda görülen biyolojik faktörleri bulmak çok zordur. Bu duygular zihinsel süreçlerin olgunlaşması ve öğrenme ile değişip yeni şekiller alırlar. Düşüncelerle iç içe girmiş oldukları için onları alışkanlıklar ya da heyecanlar olarak değerlendirebilmek mümkün değildir. Yüksek duyguların temelleri fıtrî de olsa gelişmeleri, aile, okul gibi çevresel faktörlere bağlıdır. Bir de din, şefkat, adalet gibi

41 Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İstanbul 1994, s.73.

42 Kerim Yavuz, Çocuğun Dünyası ve Gelişme, İstanbul 1992, s.31.

43 Gülseli Koptagel- İlal, Tıpsal psikoloji Tıpta Davranış Bilimleri, İstanbul 1983, s. 99. 44 Psikolojiye Giriş, ( Ter. Komisyon ), H.Ü. Ankara 1981, s. 59.

(19)

duygular, hem kişisel hem toplumsal olarak düşünülebilecek geniş ve derin bir boyuta sahiptirler.46

Ruh ve beden gelişmesini araştıran psikologlar, insanda en temel duyguların; sevgi, bağlanma, güven duyguları olduğunu, ilk ortaya çıkan duyguların da bunlar olduğunu söylemektedirler.47

İslami kültür çevresinde duygular iç, dış (dahili, harici) ya da açık, gizli (zahiri, batîni) biçiminde ele alındığı gibi dini, ahlaki, utanma, öfke, kin, kıskançlık, sevgi, korku, güvenme, dayanma, boyun eğme, sığınma, teslim olma, haz, elem vb. gibi onların tek tek ele alındığı görülmektedir.48

Genel olarak, insanın duygularını üç bölüm altında toplamak mümkündür:

1-Saldırıcılık davranışlarına yönelten duygular: Öfke, kıskançlık, nefret, düşmanlık gibi

2-Yasaklayıcı ve savunucu davranışlara yönelten duygular : Korku, üzüntü, sıkıntı, hüzün, keder, bıkkınlık ve şiddetten korkma gibi.

3-Sevindirici davranışlara yönelten duygular : Sevgi, şefkat, mutluluk, haz, zevk ve merak duyma gibi.49

Duyguların sınıflandırılmaları derinlik ve yüzeyselliklerine göre de yapılabilir. Bu açıdan bakılacak olursa hasret ve düş kırıklığı gibi duygular, merak ya da ani bir kızgınlık duygularına nispetle daha derinden yaşanırlar. Bu gibi derin duyguların iç yaşayışta sürekli etkileri olduğu da söylenebilir. Çünkü onların devamlılığı “ değerler” ve “manalar” tarafından sağlanır.50

Duyguların bir başka tasnif şekli de şöyledir:

46 G. Dewelshauvers, Psikoloji, çev.:M. Şekip Tunç, İstanbul 1952, s. 45.

47 Gülseren Günçe, “Çocukların Din Eğitimi” (Tebliğ) Milli Eğitim ve Din Eğitimi Aydınlar ocağı İlmi Semineri (MEDES), 1981, s. 341.

48 Muhiddin Okumuşlar, “Orta Dereceli Okullardaki Din Dersi Öğretmenlerinin Rehberlik Sorunu”,Orta Dereceli Okullarda Yürütülen Din Eğitim-Öğretiminin Problemleri Sempozyumu, Kayseri 1998, s. 55. 49 İbrahim Ethem Başaran, Eğitim Psikolojisi, Ankara 1994, s. 104.

(20)

1-Bencil (egoist) duygular; kendini beğenme ve sevme, oyun ve para sevgisi, mülkiyet, saadet aramak gibi duygulardır.

2-Benci-özgeci duygular; ferdi insanlığa ve topluluğa bağlayan kardeş, arkadaş, akraba sevgisi, şeref, gurur ve aşağılık gibi duygulardır.

3-İdeal duygular; yüksek bir ideale bağlanmaktan doğan din ve ahlak sevgileri, sanat ve ilim aşkı, millet ve vatan duyguları gibi duygulardır.51

Bütün bunlarda görüldüğü gibi duygular insanın yaratılışına bağlı olarak gelişen fıtri ve tabii kabiliyetlerdir. Herhangi bir tesir karşısında duygulanmak insanda fıtrî bir istidat ve kabiliyettir. Bu sebeple din duygusu da bir insanın dini konular karşısında duygulanması ve duyarlılığıdır. Bu bakımdan dini duygularda diğer duygular gibi insanın tabiatına ve yaratılışına bağlı bir duygudur. Duygulanma öğretilmez ve başkasından alınmaz. İnsanın yaratılışına bağlıdır.52

1.1.2.1. Dini Duygu

Yukarıda da bahsedildiği gibi herhangi bir tesir karşısında duyarlık ve duygulanmak insanda fıtrî bir istidat ve kabiliyettir. Bu sebeple din duygusu da bir insanın dini konular karşısında duygulanması ve duyarlığıdır.53

İnsanda din duygusu doğuştan vardır. Sonradan kazanılmış değildir. Çünkü her insanda kutsal kabul edilen varlığa ve güce inanma, O’na kulluk etme özelliği vardır. Bu özellik bir duygu halinde insana yaratılışında verilmiştir. Tarih boyunca insanlar hiçbir devirde din duygusundan yoksun olmamışlar, ister hak, ister batıl olsun bir dine bağlanmışlardır. Kur’an’da bildirdiğine göre din insanın yaratılışında vardır.54 Ayrıca bu ayet fıtratı eğiticinin uyması

gereken bir kanun ve insanı insan yapan bir ilke olarak görmektedir.

Duygulanmanın öğretilmediği, insanın yaratılışına bağlı olduğu ;“Her çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yaparlar”55 hadisi, fıtri ve tabii olarak herkesin dini duyguya sahip olduğunu göstermektedir.

51 Osman Pazarlı, a.g.e ,s 77,78. 52 Osman Pazarlı, a.g.e, s. 79. 53 Osman Pazarlı, a.g.e, s.79. 54 Rum, 30/30.

(21)

Daha sonra kişinin şu veya bu dine sahip olması ise, anne ve babasının verdiği eğitime, sosyal çevreye göre değişmektedir. Zamanın akışı içerisinde iç ve dış etkenlerin birleşmesiyle, kişinin içindeki dini eğilim bir açılım göstermekte ve sonunda ferdin şahsiyetine yön vermektedir.

Çocukta dini duygu, duygusal bir düşünce özelliği içerisinde kendisini gösterir. O, inandığı şeylerin derinine nüfuz etmeden, onları tam kavramadan dini bir inanç besler. Bu durum, çocuktaki somut ve gerçek olaylar dünyası dışında kalan gerçeklikleri algılamaya güç yetiremeyen bir zihin yapısının tabii sonucu olmaktadır. Ergenliğe yakın yıllarda zihin ve düşünce hayatı gerek derinlik ve gerekse genişlik yönünden büyük bir kapasite kazanır. 12-13 yaşlarında başlayan “soyut düşünme” kabiliyeti sayesinde ergen, dini ve metafizik konuları düşünmeye başlar.56

Daha önce de belirttiğimiz gibi Din duygusu, ferdin kendini kutsal kabul edilen güce bağlı hissetmesidir. Bu duyguya sahip bir insanın sürekli olarak kutsala yaklaşma ve onu ruhunda yaşama arzu ve çabasında olduğunu söyleyebiliriz. Bu aslında fani ve sınırlı bir kişinin, sonsuz ve yüce bir kuvvete yönelmesi, sığınması ve O’na teslim olmasıdır. 57

Her insanda dini duygunun tezahürü farklı tonlarda olabilmektedir. Buna göre bir kısım insanlar bu duyguyu çok yoğun ve şiddetli olarak yaşadıkları halde, bazıları da bunu normal veya çok hafif tonlarda yaşayabilirler.

Dini duyguyu tek bir duyguya bağlamak yeterli değildir. Çünkü din, içinde birçok duygu bileşimini

sağlayabilecek bir karakterdedir. Dinin psikolojik kökleri içerisinde bağlanma, saygı, tevekkül, korku, varlığın manasının merak etme, emniyet, korunma gibi birçok duyguyu bir arada saymak mümkündür.58

Din duygusu tezahürleri itibarıyla bir heyecan davranışı da değildir. Olumsuz yada olumlu heyecanlar, organizmada gerginlik yaratırlar ve bir maddi uyarıcı olmaksızın ortaya çıkmazlar.59 Oysaki din duygusunun oluşması maddi uyaranlara bağlı değildir. Dini duygu tabiatüstü bir kuvvet ile yani mutlak olanla birleşmeyi hedefleyen bir iç kuvvettir.60 Bunun için manevi uyarıcılara karşı daha duyarlıdır.

Dini yaşantıyı dolayısıyla dini duyguyu diğerlerinden ayıran şey onun benliğin dışında ve üstünde bir objeye yönelmiş olmasıdır. Dinin ilk ve en derin

56 Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s.267-268. 57 Kerim Yavuz, Dini duygu, s.35.

58 Yurdagül Konuk, Okul Öncesi Çocuklarda Dini Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, Ankara 1994, s.12. 59 Feriha Baymur, a.g.e , s. 74.

(22)

boyutunun duygu olduğunu düşünen W. James’e göre dini duygu, diğer duygular gibi insan organizmasının yapısına bağlıdır :

Dini bir korku, dini bir sevgi, dini bir mutluluk, dini bir huşu vs. vardır fakat dini bir sevgi, dini bir objeye yönelmiş tabii bir sevgi duygusundan başka bir şey değildir. Dini korku, bir korkudur ve ilahi ceza fikrini uyandırabildiği ölçüde insanın ürpermesidir. Dini bir huşu, bir ormanda yada bir dağda hissettiğimiz, bedenimizi saran duygu ile aynı şeydir. Ne var ki bu duygu bize tabiatüstü ilişkileri düşündüğümüzde gelir.61

Dini duygunun oluşmasında sevgi, korku, bağlanma en önemli kaynaklardandır. Şimdi sırasıyla bunları ele alacağız:

a- Sevgi

Genel olarak sevgi; zevk ve haz veren, hoşa giden ve beğenilen varlığa karşı bizi şiddetle sürükleyen ve şiddetiyle diğer bütün duyguları ve düşünceleri harekete geçiren kuvvetli bir duygu olarak tanımlanabilir.62 Bu bakımdan sevgi insanın bir başka varlığa karşı eğilimli, arzulu yada tutkulu olma halidir. Başka bir deyişle o, kişinin güzel kabul ettiği ve değer verdiği bir varlığa karşı duygulanma halidir.63

Sevgiyi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekamülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur diye de tarif edebiliriz.64 Bu tanım bize sevginin bir süreç olduğunu ve seven ile sevilende olumlu yönde geliştirici etkisi olduğunu göstermektedir.

Sevgi, insanın yaratılıştan getirdiği duygulardan bir tanesidir. Doğal olarak insanda ilk meydana gelen sevgi, kendisini sevmesi yani izzetinefistir.65 Ben ve ben dışı alemin fark edilmesiyle sevgi bu içe dönük halinden kurtularak etrafındaki insanlara yönelmeye başlar. Böylece insan bencil menfaatlerini diğer insanları severek aşmış olur. Fakat mutlak olan kayıtsız kişisel bir sevgi yoktur. Çünkü canlıların hepsi değişik faydalar bekleyerek birbirlerine bağlanırlar. Bu yüzden insan, sevgi duygusunu, hiç tükenmeyen ve bütün

61 Yurdagül Konuk, a.g.e, s. 12. 62 Osman Pazarlı, a.g.e, s.164.

63 Asım Yapıcı, İslam’da Tövbe ve Dini Yaşayıştaki Rolü, İst. 1997, s.223.

64 M. Scott Peck, Az Seçilen Yol, Sevginin, Geleneksel Değerlerin ve Ruhsal Tekamülün Psikolojisine Yeni Bir Bakış, (Çev.: Rengin Özer ), İstanbul 1992, s. 81.

(23)

kayıtlama ve sınırlamalardan arınmış bir varlığa yöneltmek ister. Bu anlamda sevgi, uluhiyet şuuruna erişebilen, mutlak bir ideale yönelmeye en elverişli duygudur66

Allah sevgisini, din duygusu bakımından Gazzali özetle şöyle ifade etmektedir: Her canlının öncelikle kendi nefsini ve kendi zatını sevdiğini belirterek, insanın sevgisine en layık olanın Allah olduğunu izah eder. İnsan varlığının devamını ve kemalini engelleyen her şeyden nefret eder. İnsan, malını, evladını, akrabalarını ve dostlarını kendisinin devamını ve kemalini sağladığı için sever. İnsanı yoktan var eden,yaşatan, kemal sıfatlarını yaratarak onu olgunluğa ulaştıran Allah’tır. Bu vasıflar Allah’tan başka hiç kimsede bütünüyle toplanamayacağına göre gerçek sevgiye de o layıktır. Sonuç olarak “nefsini bilen Rabbini bilir“ hükmüne göre kendi varlığının ne olduğunu düşünen insan görür ki kendisi bizzat mevcut değildir. Allah’ın dilemesiyle ve yaratmasıyla vardır. Bütün bunların tefekkürü insanı Allah sevgisine götürür.67

İnsanda sevginin zirvesi, yücelik, saflık ve ruhsal açıdan en büyüğü, onun Allah’a karşı olan sevgisi olup en çok ulaşmak istediği, Allah’a olan yakınlıktır. Bu sevgi, sadece kişinin namaz, dua ve tesbihatlarında olmayıp yaptığı her işte, kendisinden meydana gelen her davranışta bulmak mümkündür. Çünkü kişi, her eylemde, her tasarrufta kabul etmesini ve hoşnutluğunu ümit ederek Allah’a yönelmektedir. Allah sevgisi her mü’minin amacı olup bu, Allah ve Peygamber’e itaat hususunda itici bir güç olmaktadır.68 Kur’an inanma ve sevgiyi davranış boyutunda ele alır. Allah’ı ve Peygamberini seven bir kimsenin Allah’a ve Peygamberine uyması gerektiğini dile getirir. 69 Ayrıca, sevilen ve beğenilen bir varlığı taklit etmek ya da onunla özdeşleşmek kişi için daha kolay olmaktadır.70

Bu yüzden kişi, hakiki yüceliğin ve kemalin Allah’a ait olduğunu idrak edip anladığı zaman, onun bütün sevgisi Allah için, Allah yolunda ve Allah’ın rızasını kazanmak uğrunda olacaktır. Allah’ın dini de tevhid ve İslam olduğundan, sevgisi hep bu çerçevede dolaşıp durmaktadır.71

66 Osman Pazarlı, a.g.e, s.82-83.

67 Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, çev. A. Serdaroğlu, c.IV, Ankara,1973, s. 539-545. 68 Osman Necati, Kur’an ve Psikoloji, Çev: Hayati Aydın, Ankara 1998, s.74. 69 Al-i İmran 3/31.

70 Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan ve İnsanlar, 9. Basım, İstanbul, 1996, s.172-173. 71 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ts., c.II, s.342.

(24)

“Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki Allah onları, onlar da Allah’ı severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” 72

“Deki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böylesine fasıklar topluluğuna hidayet etmez.73 Bu ayet bize, Mü’minin Allah’a olan sevgisinin, hayattaki bütün sevgilerin üzerinde olduğunu göstermektedir. “İnsanlardan kimi, Allah’tan başka eşler tutar, Allah’ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allah’ı severler...”

Bu manada olmak üzere inancın, ancak, Allah ve Peygamber sevgisiyle kemale varacağını şu hadis açık ve kesin bir şekilde ortaya koymaktadır: “Üç haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa imanın tadını almış olur: Allah ve Rasûlü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; sevdiğini yalnız Allah için sevmek; ve Allah, kendisini küfürden kurtardıktan sonra ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi tekrar küfre dönmekten hoşlanmamak.”74

İnsan Allah’a olan sevgisinde samimi olursa, bu sevgi kişinin davranışlarına yansıyarak onu eşref-i mahlukat derecesine yükseltir ve diğer bütün sevgiler, ilahi sevgi karşısında bir değer bulamaz.

Zaten İslâm, genelde sevgi duygusunu merkeze alarak dini inanç ve davranışı insana yerleştirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette, Allah’ın insanlara karşı şefkatli ve merhametli, çok bağışlayan ve esirgeyen olduğu belirtilmiştir. Yine “Allah, inanan ve iyi işler yapanların altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar.”75 buyurularak, bu dünyada iyi işler yapanların mükafatlandırılacağı belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de mükâfat ve ceza

72 Maide 5/54.

73 Tevbe 9/24. 74 Müslim, I. 66. 75 Hac, 22/23.

(25)

unsurları, ümit ve korku duyguları birlikte verilmiştir. Korku duygusu normal olarak kanalize edildiğinde, eğitimde olumlu sonuçlar verdiği bir gerçektir.76

İslâm dininde, hem Allah’ı sevmek hem de ondan korkmak bir esas olarak kabul edilmektedir; bundan dolayı Allah, hem sevilmeli hem de kendisinden korkulmalıdır. Nitekim Kur’an’da mü’minler, duyguları itibarîyle bu her iki durumu dengede tutan kimseler olarak tanıtılmaktadırlar: “ ... Korkarak ve umarak Rab’lerine dua ederler...” .77

b- Korku

Korku kavramı, “değişken şiddetteki duygusal bir tepkinin az veya çok, önemli nöro-vejetatif tezahürlerin birleşiminden doğan bir durum olarak ele alınabilir.”78 Kısaca, korku için insan varlığını ve ruhunu tehdit eden “tehlikeli durumlar karşısında gösterilen tepkidir”79 diyebiliriz. Psikologlar, bu ruhsal durumu, canlıyı uyaran ve kendi savunmasını sağlayan yararlı bir mekanizma olarak görmekte80 ve korkuyu “hem kaçınılmaz hem de temel bir duygu”81 olarak nitelemektedirler.

Korkuyu ifade eden “havf” kelimesi, insanın zanna yada bilgiye dayanarak bazı işaretlerden hareketle gelecekte hoşuna gitmeyecek bir şeyin tahakkukundan veya sevilen bir şeyin elden gitmesi endişesine kapılarak bundan kalbinin elem duymasıdır82 şeklinde de tarif edilebilir.

Kur’an’da korku ise, üzerinde en fazla durulan konulardan biri olup, bir çok kelimenin korkuyu ifade ettiğini görmekteyiz. Bunlar; şefak, feza’ havf; haşyet, takva, ru’b ve rehbettir.83

Korku, bütün canlılarda görülen temel bir duygudur. İnsanlar, özellikle tabiata karşı zayıf olduklarını düşündükleri zaman korkarlar. İnsanın tabiata karşı yetersizliğinden dolayı duyduğu güvensizliği, ona karşı bu hayata intibak etmek için sürekli itici unsur olur. Tabiata karşı yetersiz taraflarını dengede tutmak için en büyük yardım insanın bedeni kuvvetlerinden değil, ruhi kuvvetlerinden gelir. İnsanın mutlu olması uygun intibaklar sayesinde olur.

76 Bayraktar Bayraklı, İslamda Eğitim, Batı Eğitim Sistemiyle Mukayeseli, İstanbul 1989 s.240. 77 Secde 32/16.

78 Pierre Mannoni, Korku, Çev.: Işın Gündüz, İstanbul 1995, s. 8.

79 A. Jersild, Çocuk Psikolojisi, Çev.: Gülseren Günçe , Ankara 1974, s. 407. 80 Pierre Mannoni, a.g.e, s.10.

81 Jersild, a.g.e, s. 373.

82 Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, 3. Baskı, İstanbul 2001, s.87. 83 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s.205.

(26)

Sosyal intibaklar, ilim ve zeka gerekli intibakları yapmada bize yardımcı olurlar. Fakat tasavvur edilmesi çok güç olan ve çoğu zaman anlamı bir sır olarak kalan evrenin bazı yönlerine ancak din ile intibak edilebilir. Böylelikle yaşanılan dünyada bulunmayan bir emniyet ve teselli duygusu, insana kendi dışında bulunan daha üstün bir kuvvete sığınmayla tatmin olur. Bu tatminden sonra Allah inancı korkuyu ilkel bir heyecan şeklinden çıkararak, sığınma, güvenme, saygı, minnettarlık, hürmet, huşu gibi daha yumuşak duygu durumlarına dönüştürür.84

Mutlak manada korkunun her zaman zararlı olduğu söylenemez. Bugün sayısız buluş ve keşiflerin gerçek korkuya borçlu bulunduğu ifade edilmektedir.85 Korku, hayatın muhafazası ve onu tehdit eden tehlikelere karşı korumak için verilmiş bir duygu olup, insan davranışlarının şekillendirilmesinde önemli rol oynamaktadır.86 Yapılan araştırmalara göre; insanlara az korku yaratıcı bir şekilde anlatılan ya da sunulan herhangi bir konu, kişinin davranışlarını değiştirmede etkili olmuştur.87

Bir çok dini davranışın gerisinde korkuya bağlanan sebepler bulunmaktadır. Allah’ın gazabı, ölüm düşüncesi, ahiret hayatındaki cezaların düşünülmesi korkuyu belirgin hale getirmektedir.88 Bu tür korkular, kişiyi daima Allah’ın rızasını aramaya, nehyettiği hususları terk etmeye, emrettiği hususları da yapmaya sevk eder.89

Ayrıca Kur’an’da, insanların korktukları ortak hususlar şöyle dile getirilmektedir:90

1- Mal ve Makam Korkusu: Kur’an, mal ve makamın elden gitmesine dair korkunun, bazen insanı hak yola tabi olmaktan engellediğini belirtmektedir. Mekke müşriklerinden bazılarının Hz. Peygamber’e yönelttikleri şu ifade gibi, “Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız...”91

2- Fakirlik Korkusu: İnsan rızkını bir çok zorlukları göğüsleyerek kazandığından, onun muhafazası yolunda çok ürkek olur. Bu psikoloji, insanı

84 Yurdagül Konuk, a.g.e, s.14.

85 Belma Özbaydar, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma, İstanbul 1970, s.7. 86 Hayati Aydın, a.g.e ,İstanbul 2001, s. 90.

87 Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e, s.183-186. 88 Belma Özbaydar, a.g.e., s. 7.

89 Beyyine 98/7-8; Yunus,10/62,65.

90 Hayati Aydın, a.g.e ,İstanbul 2001, s. 92-96. 91 Kasas 28/57.

(27)

rızkını başkalarından kıskanmasına neden olmakta ve bu da onu ruhsal bazı sapmalara götürmektedir. Kur’an bu hususta ki sapmalardan biri olarak, kişinin geçim endişesiyle rızkını kıskanma noktasında evlat katlini tercih ettiğini dile getirmektedir. “Geçim endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyiniz...”92

Kur’an, fakirlik korkusunun, şeytandan geldiğine dikkat çeker: “Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder...” Ancak Kur’an, insanın bu endişesini “Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi ancak Allah’tır.” gibi ayetlerle gidermeye çalışır. Hatta rızık hususunda Allah’ın tasarruf sahibi olduğu herkes tarafından bilinmesine karşılık ayette bunun özellikle belirtilmesi, bu hususta asla endişe edilmemesi gereğini vurgulamaktadır. Çünkü açık olan şeylerin ifadesinde asıl anlamdan ziyade, ilintili başka bir anlam kastedilmektedir.

3-Ölüm Korkusu: Bu korku insanların genelinin korkusudur. Hatta Kur’an’da peygamberlerin dahi zaman zaman ölüm korkusunu hissettikleri belirtilmektedir: “(Musa) Rabb’im, dedi, ben onlardan bir kişi öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.”93

Korku herkeste mevcuttur; ancak bu, insanın günlük yaşantısını aksatacak düzeye erişip normal işlevini engellediği veya ruhsal bunalıma sevk edecek, dehşete düşürecek derecede olduğu zaman kötü olur. Anormal korku sahiplerinin ruhlarına korku sindiğinden, bu gibi kimseler iyi ve güzel olan düşüncelerini harekete geçiremezler. Bundan dolayı insanların korku zaafları, zalim ve cebbarlar için daima bir koz olmuş, bunu bir baskı aracı şeklinde kullanarak insanları daima hak yolundan engellemişlerdir. “Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düşerek kavminden bir gurup gençten başka kimse Mûsa’ya iman etmedi...”94 ayeti bunu doğrulamaktadır.

Kur’an’ın korku bağlamında insanları hakka yöneltmek için zaman zaman başvurduğu yöntemlerden biri de terhibdir (korkutmadır). Çünkü korku ifadeleri şiddet içerirler; şiddetin de özelliği kalpleri hassaslaştırmasıdır. İnsanların şiddet zamanında psikolojik olarak, en ufak ürpertileri hissedebilecek bir durumda oldukları bilinen bir gerçektir. Bundan dolayı Kur’an, kişilerin bu psikolojik durumlarını göz önüne alıp telkinde

92 İsra 17/31. 93 Kasas 28/33. 94 Yûnus 10/83.

(28)

bulunmaktadır, korku bağlamında kıyamet, diriliş, hesap verme, cehennem azabı gibi insanı düşünmeye sevkeden olaylara temas etmektedir. Onun bu metodu takip etmesi, fertlerde kötülüklere karşı caydırıcı bir etkiyi meydana getirmektedir. Bunun sonucunda Kur’an insanın davranışlarını olumlu yöne kanalize edebilmek için, onlara, bu korkularla başa çıkmalarına yardımcı olacak çare ve çözüm yollarını da göstermektedir.

c- Bağlanma

İnsan kendisindeki güçsüzlük, acz ve sığınma duygusuna bağlı olarak, her şeyden üstün, güçlü bir varlığa doğru yöneliş gösterir. Bu yöneliş din duygusunun temelini oluşturan unsurlardan biridir. Güçsüzlük ve acziyet karşısında korunma, sığınma ve emniyette olma ihtiyacı küçük yaşlardan itibaren insanı etkiler, onu en büyük koruyucu, en güvenilir sığınak olarak Allah’a bağlılığa yöneltir.95

Çocuk büyümek için ilk günlerden itibaren daha kuvvetli birilerinin sevgi ve şefkatine, korumasına muhtaçtır. Çocuk, bu ihtiyaçlarını giderdikleri oranda çevresindekilere bağlanır. Himaye edilme ve himaye edene bağlanma isteği ömür boyu değişik şekil ve görünümlerle aralıksız devam eder. Bu devamlılığından dolayı diğer ruhi fonksiyonlar içinde himaye edilme duygusunun dini duyguların oluşmasında önemli bir rol oynadığı kabul edilebilir. İnsanın kendi kaderine ve kainata hakim olan bir kudreti hissetmesi, O’nun himayesi altında olduğunu bilmesi O’na içsel bağlarla bağlanmasını gerektirir. Bu bağlanış ne kadar kuvvetli ise, davranış değişimi de o kadar güç olacaktır. Yani onun benimsediği inanç ve davranışın aksine hareket etmesi beklenmeyecektir.96 Bu unsur Allah’a inanışın en aktif unsurudur. Burada insan feyiz ve eser sahibi olur. Hayata ait şahsi menfaatlerinden sıyrılabilen insanın ilahi hayata kavuşma şevki burada başlar. Aşikar şeklini mutasavvıf ve mistiklerin yaşadığı, daha aşağı derecelerine ise ibadetlerle ulaşılan dini tecrübe, Allah ile aramızda kurulan bu içsel bağlantıların tecrübesidir.97

Fıtri bir eylem olan bu bağlanmanın insanı Allah’a itaate götürmesi gerekmektedir. Çünkü bu anlamda itaat, bağlanmanın tabii bir sonucu ve tezahürüdür. Ancak bu bağlanma, tabii kanunlara bir boyun eğiş değil iradî

95 Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Samsun 1993, s.67. 96 Çiğdem Kağıtçıbaşı, a.g.e., s. 186.

(29)

olarak Allah’ın hükmüne rıza göstermek manasınadır. Yani O’nun emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınmadır. Allah’ın emir ve yasakları da Kur’an’ın muhtevasını oluşturduğu için Allah’a boyun eğmek, Kur’an’a uymak ve ona bağlanmak demektir. “Rabb’in tarafından sana vahyolunana uy”98 şeklinde emrederek yalnız ona boyun eğmeyi “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan kaçının”99 ayeti ile de nasıl boyun eğeceklerinin yolunu göstermiştir. Buna göre Allah’a boyun eğmenin iki yolu vardır; Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak.100

Genel çerçeve itibariyle ifade edilecek olursa denilebilir ki, insan, Allah’ın verdiği aklı, iradeyi ve idrak kapasitesini doğru alanda kullanırsa, hidayetin dışına çıkması söz konusu olamaz. İşte bu Allah’a boyun eğmenin bir tezahürüdür.

d- Duyguların Eğitimi

Din, insanla ilk defa duygu yolu ile temasa geçer. Yani insan dini ilk defa duygusal olarak hisseder. Fıtratında potansiyel olarak bulunan din, kendisini duygusal alanda ilk defa insana hissettirir. Çocuk da bu duyguyu ilk defa ümit, beklenti, korunma, sığınma, esirgenme duygularının karışımı bir psikoloji ile hisseder. Zaten çocuğun ilk dini eğitimi de bu duyguları ortaya çıkarma amacına yönelik olarak gerçekleşir. Bu dönemlerde eğitilmeyen bir din duygusu giderek körelmeye mahkum olur.101 Tıpkı bakımsız kalan bir bağ gibi kendi haline terk edilmesi ve çevresini yabancı fikirlerin sararak, gelişmesini önlemesi veya gizlemesi çocuk için en önemli tehlikedir. Çünkü ailesinin dinî dünyasına girme imkanı bulamayan çocuk, bu bakımdan kendisini bir girdabın içerisinde hissedecektir. Bu yüzden çocuğun etrafındaki yabancı fikirleri temizleyip, gelişmesine yardımcı olarak dağ olmaktan kurtarıp, herkesin kendisinden faydalanacağı bakımlı bir bağ haline getirmek gerekmektedir.

Duyguların eğitilmesi uygulamada şu yöntemlerle gerçekleştirilebilir:

1. Manevi Tavır Kazandırma:

Kur’an’da Allah’ın en çok tekrarlanan sıfatı olan Rab (eğitici) kelimesi, insana merbub (eğitilen) olarak Allah ile ilişkisini sürekli ve canlı tutma yolunu

98 Enam, 6/106. 99 Haşr, 59/7.

100 Kurtubi, el- Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, Beyrut 1985, c. V, s. 259.

(30)

gösterir. İnsan, hayatının her döneminde, metafizik bir tavrı alışkanlık haline getirmesi ve geliştirmesi için teşvik edilir. İnsan sürekli Allah ile birlikte olduğunu hep hissetmelidir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyurulur: “ Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.”102Ayette, insanın Rabb’i ile sürekli birlikte oluş halini, onun kul olma şuurunu canlı tutması ile mümkün görmektedir.

İnsanın davranışlarında manevi tavrı elde etmesi için onun zihnini ve duygularını eğitmesi gerekmektedir. Öyle ise, insan zihnini ilahi bilgiyi elde edecek seviyeye getirmeli, çevresindeki ve tabiattaki denge ve hikmeti idrak edebilmelidir. Aynı zamanda da duygularını ilahi emirlerle yönlendirmeli ve geliştirmelidir. Çünkü Kur’an, insanın verdiği sözü (misakını) unutabileceğini, kendi öz mizacına uygun davranışların bir oluşumu olan kulluk psikolojisini terk edebileceğini, böyle bir inkardan dönmeleri için kendilerine ayetlerin açıklandığını beyan eder. Öyle ise insan manevi tavrı konusunda çok duyarlı olmalı, onu unutmak bir yana, daha da geliştirmeye çalışmalıdır.

Kur’an, insan eğitiminde bu ilahi ortamın tesisine birinci derecede önem verir. İnsan tüm davranışlarını bir karşılık için yapar. Eğer dinin değer sistemini kabul ediyorsa, yaptıklarını dine göre belirler ve dinin öngördüğü karşılığı da kabul eder. Kendi değerlerine göre hareket eden bir kimseye İslam, hem dünyada hem de ahirette refah ön görmektedir: “Kim takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir ve onu beklemediği yerden rızıklandırır.”103 “İyilik yapanlara (cennette) en güzel karşılık ve daha fazlası vardır.”104 bu ayetlere göre İslam, insanlara maddi ve manevi refah sunmaktadır. İslam da manevi yüceliğe, Allah’a boyun eğmekle ulaşılır. Maddi ve manevi hayatın bütünleşmesi, zihin sağlığının ve hissi dengenin kaynağı içsel uyumu sağlar.105

Dolayısıyla manevi tavrı elde etmek için kişinin bütün samimiyetiyle Allah’a kul olması, inandıklarıyla hareketlerinin bir bütün olması gerekmektedir.

106 2. Dua Öğretme: 102 Hadid, 57/4. 103 Talak, 65/2-3. 104 Yunus, 10/26.

105 Muhiddin Okumuşlar, a.g.m, s.71.

(31)

Din eğitiminin duyguların eğitilmesi ile ilgili uygulamalarından diğeri de sevgi temeline dayanan dua öğretme ve okutma yoludur. Dua, insanın tamamen duygusallığından ve iç dünyasından kaynaklanan ve Allah’a yaklaşmasını sağlayan yönelişidir. Bilindiği gibi dua, insana güçsüz ve zayıf anlarında, sıkıntılı hallerinde sığınacak emin bir liman görevi görür. Ona çok büyük destek ve güç sağlar. Hayata bağlılığını, ümitlerini ve beklentilerini artırır. Kendisini sıkıntıya sokan, güçsüz ve çaresiz bırakan sorunlarıyla boğuşmak ve onların üstesinden gelmek için gerekli morali sağlar, hatta onu güdüler. Yeni bir ruh hali ve yeni bir moral kazandırır. Bu canlılık, hayata ve olaylara bakışını değiştirir. Daha ilerisi, üstesinden gelemediği sorunların, üzerindeki baskısını azaltır, belki de yok eder. Bu durum, sıkıntıdan bunalan bir insan için çok büyük bir imkândır.

Kur’an, bir çok âyette dua yöntemine başvurmakta, insanlara çeşitli dualar öğretmektedir. Bunlardan bir kaçı şunlardır:

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve dirlik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.”107

“Ey Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve bütün mü’minleri hesap günü affet.”

“Bizi doğru yola, nimet verdiklerinin yoluna ilet. Senin azabını hak etmiş ve sapıtmış olanların yoluna iletme.”108

Çocukça isteklerinin yerine getirilmesi arzusunda olan çocuk için, dua, önemli bir sığınaktır. Dua etmekle o, bir bakıma rahatlamakta ve huzur bulmaktadır. Zaman zaman çocuklar, gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmaksızın, “Allah’ım bana.... ver” diyebildikleri gibi zaman içinde dua anlayışlarında gelişmeler de olabilmektedir.109

Çocuğa, etrafında gördüğü tüm varlıkların, ona faydalı olması amacıyla yaratıldığı anlatılmalıdır. Bunun yanında, Allah’ın, yarattığı varlıkları sevdiğinden, özellikle çocukları daha çok sevip, onları kötülüklerden koruduğundan da bahsedilmelidir. Bu şekilde yapılan açıklamalar, çocuğun

107 Bakara, 2/201. 108 Fatiha, 1/6-7.

(32)

benlik duygusuna hitap ettiği için, oldukça hoşuna gidecektir. Ayrıca Allah’ın insana, çeşitli güzelliklerde, sayılamayacak nimetler sunduğu, yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp, tevbe edilmesi için zaman tanıdığı, iyi ve beğenilen davranışlara kat kat mükafatlar verdiği ve O’nun, bizim yüce Rabb’imiz olduğu da anlatılmalıdır.110

Burada önemli olan, çocuğun her konuda ve her istediğinde, Allah’a yönelmesini sağlamaktır. Böylece çocuk, küçük yaştan itibaren dualar ile Allah’a yönelip bağlandığı gibi, istek ve arzularını O’na büyük bir içtenlikle arzettiği için ruhî yönden de huzur içinde olacaktır.111

Kısaca, çocuğun duygularını eğitirken sevgi ve merhamet motifine dayanan bir metot takip edilmelidir. Böyle bir öğretim çocuğa pek çok yönden fayda sağlayacak, onun ümit ve neşe dolu olarak hayata sevgi ile bakmasına yardımcı olacaktır.

3. Yaparak Yaşayarak Eğitme:

Kur’an büyük küçük bütün insanlara bazı şeyleri öğretirken onlara davranış örnekleri sunar. Konuyu tablolar halinde gözler önüne serer. Böylece onlara bu yöntemi fiilen kullanarak da tavsiye eder.

“...Bana yönelenlerin yoluna uy...”112

Bu ayette Yüce Allah, taklit edilecek kişilerin Allah’a yönelen kişiler olması gerektiğini belirterek, taklitte öncelikle bu şartın aranması gerektiğini bildirmektedir.

Kur’an’ın davranış örnekleri ile eğitimi, onun genel eğitim metotlarından biridir. Çünkü Kur’an, insanlara çeşitli davranış şekillerini zaman zaman örnek olarak vermekte,insanların onları taklit etmesini istemektedir. Böylece bilgiyi nazari olmaktan çıkarmakta, pratiğe çok yaklaştırmaktadır. Bu yöntemle öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur’an bize, Hz. Peygamber‘in davranışlarından İslamı öğrenebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu belirtmek suretiyle anlatır:

“Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Allah Rasulü en güzel bir örnektir.”113

110 Halis Ayhan, Din Eğitimi ve Öğretimi, İstanbul 1997, s.117-118. 111 M. Emin Ay, a.g.e, İstanbul 1998, s.179.

Referanslar

Benzer Belgeler

Böylece kadınlar, ilk kez II. MeĢrutiyet döneminde Darülfünun‟da eğitim görmeye baĢlamıĢ oldular. Feminizm akımının etkisinin yanı sıra bir de Tanzimat

Bu tezin amacı, sıcak iklim bölgelerinde geçmişten günümüze yaygın olarak kullanılan pasif evaporatif soğutma metotlarını inceleyerek, Antalya kenti bina ve

Haliyle bizde görüşmüyoruz çok fazla.” diyen anne ve baba gençlik yıllarında tüm ailenin sıkıntılarıyla çok fazla ilgilendiğini hatta sırf bu nedenlerle kendi

sistemli, çocukların yaş ve gelişim özelliklerini destekleyici nitelikte olduğundan kurumlarda verilen okul öncesi eğitim önem taşır... OKUL ÖNCESİ EĞİTİM.. 

Türk Musikisinde ud üzerindeki virtüozitesi ile erişilmez^ bir mevki elde eden Şerif Muhiddin bey Batı musikisinde de Viyolonselist olarak en önde gelen

Yaratıcılık eğitiminin desteklenmesi için sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Aile ile birlikte yürütülen yaratıcı okulöncesi eğitim programı; çocuğun

Bütün Abay dünyası dalındaki ilmî çalışmaları ve sanat eserinde şair hayatı ve sanatı hakkında söz aç- tığında daima kronolojik sistemi asıl tutarak Abay'ın

Bu tarz malzemelere uygulanan manyetik alan, malzemeyi satürasyona götürmek için gerekli olan manyetik alandan daha büyük olursa, uygulanan alan kaldırıldı˘gında dahi