• Sonuç bulunamadı

Başlık: EVLİ ÇİFTLER ARASI MÜNASEBETLERİN BAZI TEZAHÜRLERİ ETRAFINDAYazar(lar):ÇAĞATAY, TahirCilt: 3 Sayı: 0 Sayfa: 191-233 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000023 Yayın Tarihi: 1965 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: EVLİ ÇİFTLER ARASI MÜNASEBETLERİN BAZI TEZAHÜRLERİ ETRAFINDAYazar(lar):ÇAĞATAY, TahirCilt: 3 Sayı: 0 Sayfa: 191-233 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000023 Yayın Tarihi: 1965 PDF"

Copied!
43
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T E Z A H Ü R L E R İ E T R A F I N D A Prof. Dr. TAHİR ÇAĞATAY

İçtimaî hayat düzeninin gelişmesinde bütün çağlar boyunca en bü­ yük zorlukların kaynağı olagelmekte olan mes'elelerin biri ve hattâ başta geleninin kadın ve erkek zümreleri arası münasebetlerin tanzimi ve çözümü işinde belirmekte olduğu söylenebilir. İçtimaî hayat tarihi­ nin her çağında her türlü hayatî faaliyet alanında zaman, mekân ve kültür şartlarının gerektirmesine uygun bir şekilde karşımıza çıkmak­ ta olan bu mes'eleler kompleksinin bütünü burada ele alınacak değildir, tabiatiyle. Burada sadece evli çiftler arası münasebetlerin doğurduğu birtakım mes'elelere temas etmek suretiyle problemin büyüklüğü, genişliği ve derinliği hakkında bir fikir vermeğe çalışacağız.

Gerçekten içtimaî hayat alanının ana vetireleri olan "yaklaşma" ve "uzaklaşma" olaylarını son haddine kadar götürüp göstermek husu­ sunda hiçbir insanlar arası münasebet çeşidi iki cinsiyet arası münase­ betler kadar ileri gidememiştir. Cinsiyetler arasındaki eşini arama ve bulma hadisesini takibederek tarihî gelişmesi içinde görmek ve onu çeşitli insanlararası münasebetlerle mukayese etmek kendisi çok bü­ yük aydınlatıcı mahiyet taşımaktadır. Tabiatiyle bir kadının ve bir er­ keğin hayatlarını birleştirerek evlilik hayatı yaşamalarıyla ortaya çı­ kacak olan sıkı münasebet örgüsü bizi iki cinsiyet arasında mevcut çekişme, çatışma ve hattâ mücadele hadiselerini inkâra sürükliyemez. Her şeye rağmen iki cinsiyet zümresi ve mensupları arasında bütün şiddetiyle cereyan etmekte olan rivalite, rekabet, mücadele ve düşman­ lık gibi olayları görmemezlikten gelemeyiz. Hattâ bu hususların ara­ larındaki distans bukadar sıklaşmış olmasına rağmen evli çiftler ara­ sında da devam etmekte olduğu belgeleriyle sık sık karşılaşılmaktadır. Evli çiftler arası münasebetler mes'elesini kısa yoldan aydınlatabil­ mek için umumiyetle kadınlık zümresi mes'eleleri, evli çiftler ve aile zümrelerinin doğup gelişmesi olaylarını kısaca hatırlamamız gerek­ mektedir.

(2)

Kadınlık mes'elesi tarih boyunca insanın düşüncesini türlü şekiller­ de meşgul edegelmekte olan bir problemdir. Şimdiye kadar kadın mes'elesiyle ilim, fikir ve san'at bakımından çok uğraşılmıştır. Bu ko­ tlularla uğraşmış olan birçok san'atkâr, müellif ve mütefekkirler ol­ muştur. Bunlar ekseriyetle genç kız, gelin, kaynana, ana, üvey ana, işçi kadın, hanımefendi, karı, sevgili v.s. gibi muayyen kadın tiplerini veya böyle tiplerden birini ilgilendiren muayyen hadise ve problemleri ele alarak tahlil ve tasvir etmeğe çalışmışlardır. Hele birçokları böyle bir tipi ele aldıkları halde onu alelumum kadın mes'elesi yaparak gös­ termeğe çalışmışlardır. Böylesine umumileştirmeğe çok rastlanmakta­ dır ki, bunun fahiş bir yanlışlık olduğu ayrıca belirtilmesi gereken bir husustur. Bu çeşit yanlışlıklardan korunmanın en büyük çaresi böyle hadiseleri umumileştirmeğe çalışmak yerine ferdileştirme yolunu tutmaktır. Böylece kadın cinsiyetinin mukadderatını öğrenmek iste­ diğimizde herşeyden evvel insanlık bütününün trajiği yanında bir de kadın cinsiyetinin trajiği diye adlandırabileceğimiz bir hususun mev­ cut olduğunu kabul etmemiz icabeder. Burada kastedilen mefhumu ifade edebilmek için daha uygun bir terim bulamadığımızdan trajik tabirini kullanmak mecburiyetini duymaktayız. Bu tabirle iki ihtimal­ den birini tercih etmek gibi çözülmez zorlukları kastetmediğimizi ayrıca belirtmek gerekmektedir. Daha ziyade umumiyetle çıkarsızlık, tahripedilirlik, beyhudelik, tatmin edilmemiş dilek, gizli kalmış acı sızı gibi hususlar kastediliyor. Tabiatiyle bununla kadının hayatında muvaffakiyet, sevinç ve saadet gibi anların bulunmadığı da iddia edil­ memektedir. Belki de o, kadının hayatında erkeğin hayatında görül­ düğünden çok daha fazladır. Fakat bunlar ekseriyetle satha teveccüh eden, görünür durumdaki kısımlardır. Bunların yanında belki de daha derinlerde yatan ağrı ve sızı dolu olduğu halde satıhta görülmiyen ve çoğu zaman günlük hayat gaileleri tarafından örtülmüş olarak geçiri­ len tarafı da vardır. Bunlar hepsi mukadderat ve kısmet gibi tâbirlerle ifade edilip geçilen hallerdir.

İnsanlığın ve bilhassa kadının insan olarak katetmiş olduğu binlerce yıllık tarihe bir dönüp baktığımızda pek çok sayıda zümreleşme ve top­ luluk hayat tarzı şekillerini karşıda sıralanmış olarak bulacağız. Bun­ ların her birinde bir çeşit cinsî münasebet ve izdivaç şekillendirilmesi tatbikatı müşahede edeceğiz. Bunlar bizi insanî müşterek hayatın özü sayılması gereken aile müessesesine götürmektedir. Halkiyat ilminin son gelişmeleriyle öğrenilen gerçekler arasında ailenin devlet ve benzeri

(3)

içtimaî teşekküllerden önceliği ve bu suretle primer içtimaî teşekkül olduğu sonucuna varılmış olması olayı bulunmaktadır. Zaten insanları idare etmek isteyen kimseler cemiyet hayatının en müessir düzenleyi­ cisi olan iç güdüleri daima nazarda bulundurmalıdırlar. Unutmamak gerektir ki en sağlam ve devamlı insan toplulukları geçim, dilek, ana sevgisi ve saire gibi tabiî insanî evsafa dayanan topluluklardır. Zaten insanlığı binlerce yıllardanberi karşısına çıkmış olan çeşitli çılgınlık­ ların zarbasından koruyan faktör de böyle tabiî mahiyeti olan insanî topluluklar ve onların yarattığı olan içtimaî ahlâk normlarıdır. Bunla­ rın başında aile topluluğu gelmektedir.

Aile ve evliliğin sosyolojisiyle uğraşırken iki nazariye ve telâkki tarzını birbirinden ayırarak incelemek ve mütalâa etmek gerekir. Bunlardan biri naturalist evolusyonist nazariye, diğeri ise tabiî hu­ kuk esasındaki görüştür. Naturalist evolusyonist görüşe göre insan­ ların cinsî münasebatı başlangıcı itibariyle diğer yaşayan mahlûkatın-kinden hiç de farklı değildir. O, yavaş yavaş tekâmül ederek şekilden şekile girmiş ve bugünkü duruma ulaşmıştır. Binaenaleyh bu tekâmül ve gelişmenin safhaları olarak ileride de başka başka şekillere girmesi ihtimalini görmek ve kabullenmek gerekir. Tabiî hukuk nazariyesiyle etnolojik araştırmalar yukarıki naturalist evolusyonist nazariyeyi kolaylıkla çürütmüşlerdir. Zaten aile müessesesinin tarihî gelişmesini bütün hususiyetleriyle tesbit ve incelemeğe çalışmak hemen hemen batının modern çağ fikriyatına münhasır bir olaydır. 19. asrın ortala­ rına kadar uzanan çağın içtimaî mes'elelerle uğraşan mütefekkir yazar­ ları aile müessesesini sırf bir monogam kuruluş olarak başlattırmışlar-dır. Bu görüşü cerheden noktai nazar geçen asrın ikinci yarısı içinde ancak ortaya çıkmıştır. İsviçreli hukuk tarihçisi J . J . Bachofen'in 1861 de intişar eden ana hukuku (Das Mutterrecht) adlı eserinde bu görü­ şün tamamiyle zıddı olan bir görüşü temsil etmiştir. Onun iddiasına göre cinsiyetler arasındaki cinsî münasebetlerin başlangıcı promiskuite tâbiriyle ifade edilebilecek bir karmakarışık durum arzeder. Esas itiba­ riyle kadın tarafından keşfedilerek geliştirilmiş olan zirai kültür faali­ yeti temeli üzerine kurulmuş cemiyet kuruluşunu ve o cümleden cinsî münasebetleri ana hukuku esasında kurup geliştirmeğe yol açmıştır. Baba hukuku esasındaki cemiyet nizamı ise başka çevrelerde daha sonra doğup gelişmiş olan bir merhaledir. Bachofen'in bu nazariyesi Amerikalı sosyolog Lewis H. Morgan tarafından etnolojik malzeme­ nin yardımıyla işlenerek geliştirilmiştir. Morgan tarafından tertiplenen

(4)

sıralama şöyledir: 1- Herhangi cinsten bir sınırlandırılması olmayan cinsî münasebatı ifade eden promiskuite, 2- Ana ve baba ile çocukları arasında cinsî münasebetleri yasaklayan bir cinsî münasebat hayat tarzı, 3- Kardeşler arası münasebetleri de yasaklayan ve bir aşiretten bir grup erkeklerin diğer bir gruptaki kadınlarla cinsî münasebette bulunmalarına cevaz Veren grup evlenmeleri tarzı, 4- Münferit evlilik hayatının başlangıcı telâkki olunabilecek ve ana hukuku esasında ku­ rulan cinsî münasebat tarzı ki, burada babanın belirsizliği ve emniyet­ sizliği olayı vardır. 5- Baba hukuku temeli üzerine kurulmuş patriar­ kal aile nizamı ki, burada poligami esas rolü oynamaktadır. 6- Bir kadın ile bir erkeğin cinsî münasebatı temeli üzerine kurulmuş olan münfe­ rit monogam aile kurulu.

Batı memleketlerinde bu nazariyeyi yaymağa ve kökleştirmeğe çalışan çok sayıda müellifler görülmüştür. Onun geniş kitle arasına yayılmasını bilhassa Karl Marx, Friedrich Engels ve A. Bebel gibi sosyalist yazarlar sağlamışlardır. Şurası da bir gerçektir ki, batı Av­ rupa'nın bilhassa Almanya ve İngiltere'nin etnologları Morgan şeması­ nı hiçbir suretle benimsememişlerdir. Zaten bu nazariye yayılmasının en parlak çağında bile şiddetli itirazlarla karşılaşmıştı. Sosyolog oldu­ ğu kadar meşhur bir etnolog sayılan W. H. Rivers elde etmiş olduğu geniş bilgi kaynaklarına dayanarak Morgan tezini teyit eden ciddî mahiyetli hiçbir şey bulunmadığını, hele onun iddia ettiği promiskui-tenin insanlık tarihinin herhangi bir çağında ve herhangi bir çevrede cari olduğunu gösteren bir belge bulunmadığını ileri sürmektedir. Da­ ha sonraki devrenin Avrupalı ve Amerikalı fikir adamları arasında bu Morgan tezi ve ona istinad etmek isteyen evolusyonist teoriyi çü­ rüten çok şeyler yazılmıştır. Şurası da bir gerçektir ki, bundan 80-90 sene evvel Albert Schaeffle aile hayat ve münasebetlerinin gerektirdiği değişikliklerin sosyalist cereyanlar tarafından getirilecek reformlarla ortaya çıkacağını serdediyordu. Bu ümit Bolşevik Rusya'sının aile düzeniyle ilgili ilk tatbikatı ve onun kısa bir zaman içinde meydana çıkardığı karışıklıkla suya düşmüştür. Çünkü ihtilâlci Rusya'nın aile düzeniyle ilgili yapmış olduğu tatbikat kendisi için çok büyük acılar ve dünya için oldukça mühim öğretici mahiyette bilgiler veren bir ha­ dise olarak sona ermiştir.

İlkel ve primer kültür hayatının bir çeşidi totemist kültürler züm­ resi olduğu gibi, bir başkası da ana hukuku ve maderşahilik temeli

(5)

üze-rine kurulmuş olan zirai kültür çevresidir. W. Schmidt'e göre Exoga-mie idesinin, doğup geliştiği zemin burasıdır. Araştırıcılar güney-doğu Asya ve batı Afrika bölgelerinde eskiden maderşahi ve ana hukuku kültürlerinin yaygın olduğunu gösteren belgelere bol bol rastladıkları­ nı belirtmektedirler. Gerçekten de kadının içtimaî hayatta çok mühim vazifeler deruhte etmek suretiyle asilleştiği ve büyük muvaffakiyetler elde ettiği tarih öncesi antik bir çağın mevcut olduğu malûmdur. Yal­ nız ana hukuku ve matriarkat nizamı cari olan yerlerde erkekler birliği adıyla gizli mücadele teşekkülleri meydana çıkmış olup nisbeten kısa bir gelişme sonunda matriarkat nizamının sağlanmış olduğu kadın imtiyazhlığının tamamiyle onun aleyhine çevrildiği ve bu istikametteki gelişmenin yerine kadının ağır çalışmalara mahkûm bir zümre haline gelmesine kadar götürdüğü malûmdur. Buna mukabil insanlık tari­ hinde baba hukuku ve patriarkalizm herşeye ve o cümleden kadının mukadderatına hakim olduktan sonra geçen binlerce senelik devre içinde kadının biricik defa olsun omuzlarındaki erkek hakimiyeti yü­ künü atmağa teşebbüs etmemiş olması hadisesi bilinmesi gereken ger­ çeklerin biridir *.

* Evli kadının kocasıyla olan münasebetlerim esasından araştıracak olduğumuz da erkeğin otoritesinin ekseriyetle şekle münhasır kaldığı kolaylıkla müşahede edilecektir. Tarih boyunca devam edegelmekte olan bu hadise bugün de aynıdır. Yumuşak tabiatlı kadın oldukça brütal ve agressif tabiatlı erkeğin yanında tutunabilmek ve mevcudiyetini idame edebilmek için çiğ kuvvetten başka vasıtalar aramak mecburiyetinde idi. Onun işine yarayacak olan bu vasıtalar kendi evsafında fazlasıyla mevcuttu. Onun çok derinliklere nüfuz eden ince ve keskin zekâsı herşeyden önce kendini beğendirme, ikna etme gibi hususların temini yoluna çalıştı ve bunu başardı. Patriarkal nizam kuruluşunda erkek partriarklık durumundan kuvvet alarak görünüş­ te herşeye hakim imiş gibi vaziyet almaktadır, fakat bu nizam içinde de kadın tamamiyle psiko­ lojik bir mecradan yürümek suretiyle erkeği tamamiyle avucu içine almasını bilmiş ve başar­ mıştır. Herşeyden önce kocasının bütün ince taraflarım, zaaflarım öğrenmeğe çalışmakla işe başlayan kadın onları istismar etmesini bilmiştir. Kocasının hakimiyetini kendisine karşı bes­ lenen sempati ve sevgi istikametine çevirmesini bilen, ve başaran kadın dizgim muvaffakiyetle ele almışoluyor. Fakat bunu temin edebilmek herşeyden önce kadının kocasına karşı samimî sevgiyle bağlanmasına ve buna dair sarsılmaz bir kanaat doğurmasına bağlıdır. Eski Roma'nın kuman­ danlarından ihtiyar Cato bir aralık kadınların ziynet taşımasını ve rengârenk elbiseler giymesini ve arabalarda gezmesini yasak etmiştir. Kadınların şiddetli itirazına karşı dayanamadan çar­ çabuk bu yasağı kaldırmak mecburiyetini duyan ihtiyar komutan "bütün milletler kadınlara hakimdirler, biz de bütün milletlere, kadınlar da bize hakimdirler" diyor.

I I . Dünya savaşı sonunda Japonya'yı işgal eden Amerikan ordusunun komutam Mc Artur, zamanının Cumhurbaşkanı tarafından azledilmesi hadisesini mütakip, Amerika'ya dö­ nüşünde kendisine yapılan teklifi kabul edip etmemek hususunda orada bulunan hanımına işaretle "bu, ancak benim komutanım" müsaade ettiği takdirde mümkün olabilir şeklindeki

(6)

ifa-İlkel ve primer kültür topluluk hayatının bir kolu avcılık ve hay­ van üreticiliği alanlarından gelişmiş olan bir tiptir ki, burada, asıl patri­ arkal nizamın gelişme alanı ortaya çıkmaktadır.

Şüphe yoktur ki, iki insanı birbiriyle en sıkı münasebete götüren hadiselerin başında evlilik olayı gelmektedir. Bir cemiyetin örfi veya mevzu kanuni nizamı içinde gerekli muamelelerini tamamlıyarak hayatlarını birleştiren bir erkek ve bir kadının vücuda getirdikleri çift­ le bu beraber yaşamanın ortaya koyduğu çocuklardan terekküp eden topluluk, ailedir. Böyle tabiî içtimaî mahiyetli birçok aile topluluklarını içine alan daha büyük bir topluluğa aile veya büyük aile dendiği de vakıadır. Büyük aile bir nevi akrabalar topluluğu şeklinde ortaya çı­ kabileceği gibi bir iktisadî faaliyet alanında birlikte çalışan ve birlikte dolaşanlar grubu halinde de olabilir. Burada bahis konusu olmakta olan ikinci tip aile, yani büyük aile kurulu muayyen içtimai hayat ni­ zamına bağlı bir tiptir. Karı, koca ve çocuklarından terekküp eden aile ise insanî topluluk hayatının başındanberi gelip geçen bütün içtimaî hayat nizamlarının hepsinde şu veya bu şekilde bulunan bir içtimaî yapıdır.

Evlenme kararının tam mânâsiyle evleneceklerin hür iradesine dayanması ilkel kültür topluluklarının hemen hepsinde görülen bir olaydır. O bu şekliyle müteakip bütün primer ve sekunder kültür kade­ melerinde şu veya bu şekilde geçmiş bulunmaktadır. İlkel kültür sevi­ yesinde yaşayan toplulukların hemen hepsinin, primer ve sekunder kültürün türlü seviyesinde bulunan birçok toplulukların mitolojisinde topluluğun menşei olarak bir karı ve koca çiftinin gösterilmiş olması her şeyden önce onlardaki monogamik telâkkinin derinliği belgesidir. İlkel kültür topluluklarında cinsî münasebet ve aile hayatının temeli olarak karşılıklı sadakat anlamı esas rolü oynar. Bu topluluklarda pek nadir görülen sadâkat hadisesi faillerine en ağır cezanın verilmesi âdeti de onlardaki cinsî münasebet mes'eleleri ve aile müessesesiyle ilgili hassasiyeti ifade eder.

desi Romalı ihtiyar komutan Cato'nun itirafının zamanımızdaki bir tezahüründen başka bir şey değildir.

Bernard Shaw'a göre kadınların kuvvetli erkeğe bağlanır telâkki olunmaları pek sathi bir görüşe inanmanın eseridir. Kadınlar daha ziyade sevdikleri erkeğin zayıf taraflarını beğenir, ve severler. Shaw'in Candina adlı eserinde ve başka birçok yazdarında bu hususu temellendiren kuvvetlendiren kuvvetli deliller bulunmaktadır.

(7)

İlkel kültür topluluklarında evli çiftler arasında kendine has bir şekilde teessüs etmiş olan tam manâsıyla hak, selâhiyet ve mes'uliyet eşitliği diye kabul edilebilecek bir münasebatın bulunduğu söylenebilir. Fakat bir adım daha ilerliyerek primer kültür çağının daha büyük topluluklar nüfuzunun ön plâna geçtiği devrelerde erkekle kadın ara­ sında farklı durum belirmeğe başlar. Kadının cemiyet içindeki durumu zayıflar, hak ve selâhiyet çerçevesi daralır. Çeşitli muhitlerde cinsî münasebet ve evlilik müessesesinin çeşitli tipleri ortaya çıkar. Bu isti­ kametteki gelişme primer kültür çağı topluluklarının çeşitli tiplerinde çeşitli mecradan yürümüş olmakla beraber netice aynı yere varmıştır. Zaten cemiyet hayatında ahlâkî nizam unsurunun mürekkepleşmesi ve gelişmesiyle mütenasip olarak kadın erkek arası durum farklılaşması hususu da derinleşmiştir. Yüksek kültürlerin hemen hepsinde az çok kadını kemsitmek, hor görmek âdeti müşahade ediliyor. Meselâ birçok kültür çevrelerinde ihanet suçu işleyen kadının cezasıyla aynı suçu işleyen erkeğin cezası arasında mukayese kabul etmiyecek kadar büyük fark müşahede ediliyor. Bu hali iki zümrenin üretim ve eğitim alanın­ daki rol ve vazifelerinde görülen farklı durumdan doğan bir içtimaî zaruret olduğu gibi motiflendirmek ve izah etmek mümkün ise de bu mes'eleyi tam mânâsıyla izah etmek demek olamıyor. Aynı farklı duru­ mun başka bir çeşidi de birçok cemiyet nizamlarında nikâh aktinin bozulması hususunda müşahede edilmektedir.

İlkel ve primer kültür çağları etrafındaki tahlil ve izahların ço­ ğunluğu çevreleri izole şekiller olarak ele almaktadırlar. Tabiîdir ki, her zaman ve her yerde izole hayat şartları bulunamaz ve devam etti­ rilemez. Böyle primer kültür toplulukları arasında temas, etkilenme ve gelişme durumları müşahede ediliyor ki, bu suretle ortaya çıkacak olan kültür tipine W. Schmidt sekunder kültür adını vermektedir. Böyle karşılıklı etkilenme hadisesi yoluyla ortaya çıkan kültür çeşitlerinin son derece faideli gelişme faktörleri ortaya koyduğu da bilinen olaylar dır. Meselâ totemist, ana hukuku ve maderşahi kültürlerin karışması­ nın yarattığı içtimaî kıymetler malûm olduğu gibi, diğer taraftan avcılık sürücülük ve hayvan yetiştiriciliği temeli üzerinde gelişmiş olan baba hukuku ve pederşahi kültürün karışma ve gelişmesiyle bugünkü büyük cemiyet ve devlet tiplerinin sağlandığı da bilinen ve umumiyetle benim­ senen bir gerçektir.

İnsanlık hayatında aile kurulunun çeşitli şekilleriyle karşılaşıl­ makta olduğunu biliyoruz. Zamandan zamana, bölgeden bölgeye,

(8)

cemiyetten cemiyete değişik şekiller gösteren bu müessese çeşitli aile nizamı esasları yaratmıştır. Meselâ bir erkeğin bir kadınla evlilik hayatı yaşaması halindeki aile hayatı şekline monogami tabiri kullanıldığı gibi bir erkeğin çok sayıdaki kadınlarla evlilik hayatı yaşaması tar­ zına poligami tâbiri kullanılmıştır. Bir de ana hukuku esasındaki nizam çevresinde gelişme kaydetmiş olan bir kadının çok sayıdaki erkeklerle evlilik hayatı yaşaması hali için poliandri tâbiri kullanılmaktadır. Kimin kiminle evlenebileceği hususu da içtimaî hayat alanında çeşitli şekiller arzetmektedir. Muayyen klan topluluğu mensupları arasında ancak cinsî münasebet ve evlilik hayatı yaşanmasına müsaade eden cemiyet nizamları görülmüştür ki, bu yaşayış tarzına endogami tâbiri kullanılmıştır. Nihayet kimlerin kimlerle evlilik hayatı yaşamalarım yasak eden içtimaî nizamlar görülmüştür ki, buradaki yasak anlamı ekzogami tâbiriyle ifade olunmuştur. İçtimaî hayatın yarattığı norm­ lar arasında insanlığın bünyevî ve ruhî ve içtimaî gelişmesi bakımın­ dan ekzogaminin taşıdığı önem büyüktür. Ekzogaminin çeşitli motifli kullanılış şekli olduğu da malûmdur. Yukarıda da belirtildiği gibi içtimaî hayat alanında birçok çeşitlerine rastlamakta olduğumuz ekzogami tâbiri cinsî münasebetin ve evlenmenin yasaklanması şekillerini ifade etmektedir. Ekzogaminin oldukça yaygın olarak görülen şekilleri lokal ekzogami, klan ekzogamisi, sınıf ekzogamisi, büyük aile mensupları evlenme yasağı, aşiret mensupları ve süt kardeşleri arası evlenme ya­ sağı ve saire olarak görülmektedir. Böyle cinsî münasebet ve evlenme yasağı hadiseleri çeşitli içtimaî kuruluş ve hayat şartlan yaşayan cemi­ yetler arasında çeşitli şekilleriyle uygulandığı görülen olaylardır. Bunlar arasında zaman ve mekân itibariyle en çok yayılmış ve bugünün birçok yüksek medenî toplulukları geleneklerine ve hattâ kanunlarına kadar nüfuz etmiş çeşidi kan ve süt kardeşliği olanlar arasındaki evlilik ve cinsî münasebetin yasağıdır. Bu hususun içtimaî bakımdan olduğu kadar insan soyunun ruhî ve uzvî sağlığı bakımından taşıdığı önem ilgili bütün ilim kolları tarafından ele alınarak lâyıkıyla aydınlatılmış bulunmaktadır.

İlkel kültür çağından alarak primer ve sekunder kültür çağları­ nın bütün kademelerindeki aileleri mukayese edildiğinde ilkel kültür çağı ailesinin en sağlam tipi vermekte olduğu kolaylıkla söylenebilir. İnsan tabiatının ve medeniyetinin poligamiye çok daha mütemayil evsafta olduğunu ileri süren meslek adamları ve o cümleden Wester-marck haklıdır. Buna rağmen medeniyetin yükselmesiyle

(9)

monoga-miye tekrar tam olarak dönüleceği görüşünü benimsemeye imkân yoktur. Bütün yüksek kültürlü cemiyetler bünyesindeki cinsî münase­ betlerin arzetmekte olduğu durum bu iddiayı haklı çıkaracak mahi­ yet taşımaktadır. Yalnız batılı modern medenî cemiyetlerde görülen formel mahiyetli monogami esasındaki evlilik düzeni insanî medenî gelişmenin eseri olmaktan ziyade Hıristiyanlığın eseri sayılıyor ki, bu­ rada cinsî münasebetlerin çeşitli gayri meşru şekillerinin doğup geliş­ tiği de bilinmeyen hadiselerden değildir. Gerçekten de Hıristiyanlı­ ğın vazettiği monogamik evlilik esasını yürütmek ve korumak vazi­ fesini benimsemiş olan katolik kilisesi son derece iyi bekçilik ve koru­ yuculuk vazifesi yapmıştır. Dinin talebini nüfuz ettiği içtimaî bünye­ lerde kökleştirebilmek için kilise büyük engelleri ortadan kaldırmak üzere pek ağır savaşlar vermek mecburiyetinde kalmıştır. Karşısına çıkan zorlukların hiçbirisi kiliseyi bir adım olsun geriye sürükliyeme-miştir. Hıristiyanlık aleminin geçirdiği rönesans ve reformasyon es­ nasındaki istihaleler ve bu hadiselerin tesiri altında gelişen cemiyetlerin aile müesseselerinin uğradığı değişiklikler, bu istikametteki gelişme­ nin bugünkü durumu sadece Hıristiyanlık kilisesinin zamanında sağla mış olduğu başarıyı aydınlatmış olmaktadır.

Mevcut kaynakların ifadesine göre eski Cermenlerde, eski Yuna-nîlerde ve eski İtalikerlerde monogamik aile tipi oldukça mutaammim olmuştur, fakat Yunanistan ve Roma'da metres tutma adetinin yaygın olduğu da bilinen gerçekler arasındadır. Modern batı medeniyetinin dünyanın, diğer kısımlarına nüfuz ederek yayılmasıyla orasının geliş­ tirmiş olduğu formel mahiyetli monogamik evlilik şekli de nüfuz çev­ resini genişletmiştir. Böylece modern hayat nizamı unsurlarını şu veya bu şekilde uygulamağa girişmiş olan bütün cemiyetlerde bilhassa mo­ dern mevzuat monogami prensibi temeli üzerine kurulmaktadır. Buna mukabil Hıristiyanlığın batı aleminde geliştirmiş olduğu nikâh aktinin bozulmazılığı esası gittikçe artan bir şekilde gevşetilmektedir.

Poligaminin dünyanın her tarafında aynı derecede yaygın olmuş olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu çeşit evliliğin en eski yaygın şekli aldığı muhitler olarak Şarkî Akdeniz havzasının Semitik ve Hami-tik kavimleri, Midyalılar, Farslar, Hindular çevresi olarak bilinmektedir. Fakat modern hayat nizamı unsuru bütün nüfuz etmekte olduğu çevre­ lerde olduğu gibi buralarda da az çok tesirini göstermektedir.

Nev'i şahsına münhasır bir evlenme şekli olan poliandri dedikleri aile tipi büyük yayılma kabiliyeti ibraz edememiş bir evlilik çeşididir,

(10)

Bu tip evlenmenin son görüldüğü sahalar olarak bazı Okyanosya adaları, Tibet ile Hindistan'ın ona komşu olan bölgeleridir.

Modern sosyoloji izdivacı aile kuruluşu zaviyesinden görmeğe çalış­ maktadır. İzdivaç olayının gelişme tarihine tafsilâtlı şekilde dalmaya ihti­ yaç hissetmeden şurası belirtilebilecektir ki bu müesssese çağlara ve muhitlere göre son derece çok çeşitlilik göstermektedir. Eski Roma çağın­ da evlilik müessesesinin hukukî teşkilâtlandırılması üzerinde ısrarla durulmuş olduğu gibi ilk Hıristiyanlık çağında poligamiye ve boşan­ maya karşı açılan kat'ı mücadele gibi hadiseler evlilik hadisesinin ge­ lişme tarihine ışık tutacak mahiyettedir. Böyle istisnaî olayların oy­ nadığı rol nazarı itibare alınmadığında da realist görüş, evlilik ve aile topluluğunun daha geniş çaptaki içtimaî nizamın vesayeti altında bu­ lunduğunu kolaylıkla ifade edebilecektir. Bu nizama göre kimin kimle evlenebileceği aile ve hattâ daha yüksek kademeden içtimaî topluluğun nizamı tarafından tayin olunurdu. Bunun gibi evlilerin aile içinde ve dışındaki vazife ve selâhiyetleri de bu nizam tarafından tayin olu­ nurdu. Fakat evliliğin oldukça hususî mahiyetli bir problematiği ve o problematiğin kaydetmiş olduğu istihaleler vardır ki onlar mes'eleyi bir parça relatifleştirmektedirler. Bu durum sosyolojik düşüncede bir evli çiftler zümresinden bahsetme zaruretini doğurmuştur. Durkheim'in evli çiftler ailesi tâbiri böyle doğup gelişmiş bulunmaktadır. Evli çiftlerin aile topluluğunun sıklet merkezi haline gelmesi bu müessesenin gir­ mekte olduğu buhranın belirtisidir adeta. Eskideki aile kuruluşu karşı­ sına "dostluk", "metreslik" gibi cinsî münasebet çeşitlerinin töreyip yayılması cinsî münasebet mes'elesini formel bir şekilde olsun bir nevi ahlâkî çerçeve içinde bulundurma yönünü aramak ihtiyacını doğurmuş­ tur. Bilhassa modern hayat nizamı çağının doğup gelişmesiyle birlikte bu mecraya gidilmiştir. Evlilik hayatının ferdileşmesi başlangıcım dünyevi mahiyetli tabiî hukuk nazariyesiyle birlikte almaktadır. Bu­ rada aileye sadece bir hukukî iskelet sağlanmaktadır. Bu nizam evlilik müessesesine Hıristiyanlığın sağlamış olduğu teklik ve çözülmezlik durumu benzeri bir vaziyet verememiştir. Sivil akit, evliliğe sadece for­ mel bir yapı şeklini verebilmektedir. Ancak müteakip devrenin umumî içtimaî gelişmesi sayesinde çiftler arası münasebetlerin daha fazla in-timleşmesi sağlanmıştır. Hele sivil akit bağının gittikçe gevşetilmesi çözülmeyi kolaylaştıracak tedbirlerin alınması müessesenin aşınıp yıpranmaya yüz tutmasını sağlamış bulunmaktadır.

(11)

Aile cemiyet bünyesinde sadece tabiî üretme zemini olmakla kalamaz. O aynı zamanda yeni katılan unsur için içtimaî geliştirme ve şekillendirme atölyesidir. Her cemiyetin kazandığı yeni unsuru geliştirmiş olduğu kültür ve normlar kalıbına vurmak ve onu alması gereken şekle sokarak teslim etmek işi esas itibariyle ailenin vazifesi­ dir. Aile aynı zamanda cemiyetin yaratmış olduğu kültür kıymetleri­ nin korunması ve geliştirilmesi alanında tesir payı olan en mühim faktörlerin biridir. Aile müessesesi, bu iki hayatî vazifesini göremiye-cek duruma gelmiş olan bir cemiyet, buhran içinde yüzmekte ve hattâ çökmeğe mahkûm durumda olan bir topluluktur. Tarihî gerçekler şunu açık göstermiştir ki, inkıraza uğramış olan bütün kültür toplulukları ve medeniyetlerin hemen hepsinde aile düzeninin çözülmesi esas çöküş belgesi rolünü oynamıştır. Kadınlarda analık haleti ruhiyesi ve sevgi­ sinin zayıflaması şeklinde başlayan olay aile hayatı cinsî münasebet ahlâkı, ve cinsî hayat hijyeninin kıymetten düşmesi gibi tezahürlerle son safhasına ulaşmış oluyor.

Batılı düşünüş mecrasında eski Yunan fikrî cerayanları ve bil­ hassa Eflâtun'dan bu yana çeşitli zamanlarda ortaya çıkan çeşitli yazarlar ailenin lehinde ve aleyhinde bulunmuşlar, onun lehinde ve aleyhinde çok şeyler yazmışlardı. Aralarında ona çeşitli şekil vermesini tavsiye edenler ve hattâ ilgasını isteyenler olmuştur. Fakat hiçbir za­ man aileyi bir tabiî içtimaî zümrevî varlık olarak ortadan kaldıra­ mamışlardır. Şüphesiz ki böyle nazariyeler ortaya çıktığı anda kısa bir müddet için az veya çok nisbette aile kuruluşunun durumunu sarsmış ve zayıflatmışlardır. Fakat hemen bu hadisenin arkasından beliren birçok zorluklar onun bir zaruret olduğunu anlatmakta da gecik­ memiştir. O her defasında biraz daha kuvvetlenerek tekrar meydana çıkmış ve içtimaî fonksiyonunu yapmıştır. Zamanımıza göre eski tip olarak kabul edilen partiarkal ailenin son çağlarının bir parça gecike­ rek ortaya çıkmış olan müdafaacısı W. H. Riehl'm, ifadesine göre aile müessesesine dokunmak ve onu tadile çalışmak bütün ictimaî nizamı zeminsiz bırakmak demek oluyor. Aynı müellifin memleketi olan Al­ manya I I . Cihan Harbini kaybetmekle bir cemiyet olarak tamamiyle çökmüş ve dağılmış durumda ortada kalmıştır. Bu Almanya'yı içine girmiş olduğu umut kırıcı faciadan kurtarıp ona kısa bir zaman içinde bugünkü sağlam bünyevî durumunu kazandıran faktörler arasında sağlam kuruluşlu aile müessesesini görmekte olan sosyologlar çoktur.

(12)

Şurası bir gerçek olarak öğrenilmiştir, ki monogami dünyanın her tarafında ve tarihin her çağında şu veya bu şekilde görülmüştür. Zaten fikir gelişimi bakımından esas olan monogaminin tarihin hangi çağında ve hangi kültür veya medeniyet tarafından yaradılmış olması değil, daha ziyade onun içtimaî kültürün gelişmesindeki esas şartların biri oluşudur. Şu halde hulâsa olarak denebilir ki monogamik aile kuru­ luşu insanlığın tabiî hayat yürütümü seviyesinden kültür hayatı sevi­ yesine geçişinin primer mahiyetli faktörleri arasında bulunmaktadır. Meselenin bu cephesini belirtmek isteyen, W. Wundt monogaminin insanın, insanî kültür gelişmesinin herhangi bir anında yaradılmış bir müessese olduğu görüşüne katılmamaktadır. Onun noktai nazarına göre insanlık monogami duygu düşüncesiyle mücehhez olarak kültür hayatı alanına girmiştir.

Bir evlilik tipi olarak poligami, aile mes'elesiyle ilgililikte ortaya çıkan müşküllerin çözümünü sağlıyan bir reçete olamamıştır. Poliga-mik aile kuruluşu prensibi üzerine kurulmuş olan medeniyetler mono­ gami tipi üzerine kurulmuş olan medeniyetlere nazaran çok daha zayıf ve çok daha çürük bir bünyevî mahiyet göstermişlerdir. İslâm medeniyeti âleminin son durumu ile Hıristiyanlık aleminin aile kuruluşu durumunu karşılaştırmak bu hususta bol bol deliller verebilecek mahiyettedir. Vakıa Hıristiyanlık âlemi aile düzeni ile ilgili gelişme alanında da cinsî münasebetlerin çeşitli problemleriyle ortaya çıkmış olduğu bilinmek­ tedir. fakat bunlar nizam çerçevesini aşıp taşan ve nizamca tasvip görmiyen hadiselerdir. Zaten bu çeşit tezahürlerin gelişmesi ve yayıl-masiyledir ki evli çiftlerin aile kurulunun siklet merkezi halinde anlan-ması nazariyesi doğup gelişmiştir.

Patriarkal nizamın hâkim olduğu muhitlerde eskide kimin kimle evlenebileceği hususu aile ve hattâ daha yüksek kademeden cemaat topluluğu nizamı tarafından tayin olunurdu. Bunun gibi evlilerin aile içinde ve dışındaki vazife ve selâhiyetleri bu içtimaî nizam tarafından tayin ve tesbit olunurdu. Tâ eski Romalılarda ana babanın muvafakati olmaksızın yapılan nikâh mer'i ve muteber sayılmamıştır. Meksika'da ve Peru'da erkek ve kız çocukların evlenecekleri kimsenin ana baba tarafından tayin edilmesi âdeti hâkimdi. Çin, Japonya gibi uzak şark memleketlerinde olduğu gibi yakın şarkın İslâm cemaatleri muhitinde de son zamanlara kadar aynı esas hâkim olmuştur. Batı memleketlerin­ de de çocuklarının evleneceği kimseyi seçmek, tayin etmek işinin ana

(13)

babaya ait olduğu görüşü 19. asrın sonlarına hattâ 20. asrın ilk 10 yıl­ larına kadar oldukça müteammim bir vaziyet arzetmektedir. 19. asrın Fransa'sında evlenmelerin çoğunda vasıtacılık rolünü papazlar, boh­ çacılar, noterler ve iki tarafın akrabaları oynamışlardır. Bu suretle iki taraf ailesinin anlaşmasının sağlanması ve onların karariyle vukubulan evlenmelerin ekseriyeti muvaffakiyetli olmuştur, kurulan yuvalar da ekseriyetle mes'ut olmuşlardır. Bizde de son zamanlara kadar devam etmiş olan ana baba karariyle yapılan evlenmeler bugün sür'atle yayıl­ makta olan gençlerin gönül bağlaması yoluyla yapılmakta olan evli­ liklere nazaran çok daha dayanıklı olmuşlardır. Burada görülmekte olan dayanıklılığın esas âmillerinden biri şüphesiz ki, umumî hayata hâkim olan statiklik durumudur. Bununla birlikte eski evliliklerde ge­ çici mahiyetli cinsî temayülün tek başına rol oynamış olmaması hadise­ sinin de payı vardır. *

Modern anlamdaki evlilik olayının aile topluluğu muvacehesinde ki hususi problematiği dostluk, sevgi, metreslik gibi ailedeki cinsi müna­ sebetlerin bir nevi paralelini ifade eden çiftleşme hayat tarzlarının doğup yayılmasıyla bağlılıkta izah olunmalıdır. Böylece çerçevesizlik esasında gelişen cinsî münasebetlerin hiç olmazsa formel esasta bir içtimaî ahlâkî çerçeve içinde cereyan etmesinin sağlanması evli çift­ lerin bir zümrevî varlık sayılması görüşü gibi duruma götürmüştür.

* Zamanımız yeni yeni içtimaî hadiselerin bir fırtına ve kasırga sür'atiyle birbirini takibet-mekte olduğu bir çağdır. Bu hadiselerin istikametini tayin eden de kitlevî mahiyet almış olan insan topluluğudur. Birçoklarımız yapılan işlerin, atılan adımların yanlışlığını, tehlikeliliğini gördüğümüz ve düzeltilmesini zaruri telâkki ettiğimiz halde onlara şu veya bu şekilde katılıp gitmekten kendimizi alamıyoruz. Gerçek durumu itibariyle bugünkü batılı cemiyetlerde aile müessesesinin tamamiyle çökmüş ve yıkılmış olduğu iddia edilemez. Bununla beraber onun en derin nüfuzlu bir içtimaî müessese olarak, modern medeniyetin tesiri altında eski şekliyle mühim ölçüde yontulmuş ve aşındırılmış ve yeni bir şekle götürülmek üzere bulunduğunda da şüphe yoktur. Dinamizmi kuvvetli, gelişme, değişme ve geliştirme hadisesi son derece sür'atli olan modern içtimaî nizam hemen hemen bütün içtimaî müesseseleri çok derin istihalelere uğ­ ratmak hususunda fazlasiyle müessirdir.

Bugünkü batı medeniyeti ve onun tesiri altına girmiş olan bölgelerde şehir ve büyük şehir topluluklarında aile topluluğu eskideki iktisadî önemini gittikçe daraltmak üzere değişikliklere uğramaktadır. O, eskideki istihsalden istihlâke kadar uzanan bütün iktisadî hayat ve faaliyet alanını yöneten bir müessese olmaktan çıkarak sadece istihlâk ve hattâ bu esastaki faaliyetin de küçük bir kısmına şamil bir müessese halini almıştır. Yalnız birçok memleketlerin köy aile­ sinde bu çeşit fonksiyon daralması hadisesi şehirlerdeki ölçüyü bulmuş değildir. Fakat batı memleketlerinde köy hayat şartlarının şehir hayat şartlarına benzer bir şekil almakta olduğu

(14)

Bununla beraber tam şeklini almış aile zümresiyle, çiftler zümresi ara­ sında bir farkın bulunması gerektiği de aşikârdır. Bu farkı Th. Geiger şöyle bir formül halinde ifade etmeğe çalışmıştır. O, çifteler arası müna­ sebetleri "ben sende ve sen bende" tam aile şeklini almış zümrelerdeki münasebetleri de "ben ve sen bizde" olarak ifade etmektedir. Evli çiftin ailenin yegâne dayanağı ve merkez sikleti haline gelmesi hadisesi, aynı zamanda aile teşekkülünün uğradığı çok ciddi buhranın bir tarihî semptomu telâkki olunabilir. Bilhassa son yüzyılın fırtınalı gelişmesi cereyanında görüldüğü gibi sevgi ve cinsî münasebetlerin tanzimi te­ lâkkisinin devamı evliliğin ve binnetice ailenin sarsılması ve çökmesi belgesini birlikte getirmektedir. Çiftler topluluğunun evlilik ve aile için bukadar büyük önem kazanması herşeyden önce evliliğin yeni çağdaki gelişmesiyle bağlılıkta izah olunmalıdır. Daha önce işaret edildiği gibi ferdileşmenin ilk adımı dünyevî tabiî hak ve hukuk nazariyesiyle atıl­ mıştır. Burada mukavelede evliliğe sadece bir hukukî iskelet verilmek­ tedir. Hıristiyanlığın sağlamış olduğu evlilik sakramentinde olduğu gibi esaslı ve devamlı bir bağlılık temeli verilememektedir Sivil akit. anlaşması esasındaki evlilik sadece bir formel strüktür şemasından ibaret kalmaktadır. Bu da, bir kıymet olarak gelişmesini temin edeceğine ekseriyetle cinsî münasebetlerin ve bir dereceye kadar nesil üretiminin tanzimine münhasır kalmaktadır. Bu husus bir dereceye kadar daha sonraki çağın içtimaî ve fikrî gelişme hamleleriyle çiftler cemaatının münasebetindeki intimliğe taraf yapılan gelişmenin sağladığı müsbet bir durum olmaktadır. Modern anlamdaki derinlik psikolojisi tarafın dan bu hayat dimenziyonu tahlil edilir duruma getirilince, evliliğin psikolojik fonksiyonu da az çok öğrenilebilecek duruma ulaşıyor. Böy­ lece evliliğin incelenmesi kısmen sosyolojinin sınırlarına girmiş oluyor.

Çiftler cemaatının önemini bu derece yükselten şartların ve duru­ mun yakinen öğrenilebilmesi için evlenme ve evlilik mes'elesinin 19. asırda kaydetmiş olduğu fiili gelişme ve istihalelerinin enine boyuna incelenip tahlil edilmesi gerekiyor. Fakat şunu itiraf edelim ki, bugüne kadar böyle bir tahlil tam olarak yapılmamış olduğu gibi, bu hususta bir sosyolojik aydınlanmaya yarar istatistik malzemesi de elde bulun­ mamaktadır. Bu arada evlenme hadisesinin son derece artması ve aile­ nin önceden tahmini kabil olmıyan derecede fonksiyon daralmasına ve küçülmeye yüz tutmuş olması gibi hadiseler bulunmaktadır. Burada içtimaî ve harsî hayatı ve iktisadî faaliyet alanında vukubulan birçok gelişme ve istihalelerin pek karışık olarak tesiri rol oynamaktadır.

(15)

Meselâ evlenme nisbetinin artışı iktisadî konjonktur dalgalarıyla bağ­ lılık tezahürleri göstermektedir. Gerçekten de evlenmenin artışı herşey-den ziyade hayat standardının yükselmesiyle bağlılık göstermektedir. Buna mukabil vasatî aile nüfus kesafeti ise nisbeten istikrarlı durum gösteriyor. Bu husus evlenme akitlerindeki artışın aile kurmak irade­ sinden ziyade erotik sevgi münasebetlerinin kanunîleştirilmesi ve meş-rulaştırılması hevesinden ileri gelmekte olduğu fikrini doğurmakta­ dır. Bu da umumiyetle ve bilhassa çocuksuz ve tek çocuklu ailelerdeki boşanma hadisesinin çokluğunu izah eder mahiyettedir *. Burada bahis konusu olmakta olan sevginin de son derece sathi mahiyetli cinsî te­ mayül tezahüründen ibaret olduğu da bu hadiselerle teyit edilmiş ola­ caktır. Denebilir ki modern evlenme problematiği radikal bir şekilde bu zemin üzerinde vukubulmaktadır.

* Evli çiftler arası olaylardan boşanmanın sosyolojisi şimdiye kadar vazıh bir şekilde işlen­ miş değildir. Meselâ boşanma nisbeten modern bir fenomen olarak kabul ediliyor. Halbuki ha­ disenin gelişme tarihi şunu açık gösteriyor ki, boşanma olayı olmayan hemen hemen hiçbir çağ ve k ü l t ü r çevresi görülmemiştir.

Bu öyle bir hadisedir ki bunsuz ne fiili olayların kâfi derecede serahatla anlaşılması ve ne de isabetli bir sosyal politik tedbirin alınması m ü m k ü n olacaktır.

Yalnız boşanmış olan evlilerin çocuklarının tehlikeye maruz bulundukları değil, h a t t â geçimsiz ailelerin çocuklarının daha çok tehlikeye maruz bulundukları ve böylelerinde boşan­ manın ilgili çocukların d u r u m u n u sarih bir şekle bağlamakla kendileri için daha müsait sayılabi­ lecek bir şeraitin yaratıldığı gerçeğinin anlaşılmasıyla en yüksek kıymetler oldukları halde bile herşeyin ahlâkîleştirilmesinin doğru olamıyacağı m e y d a n a çıkıyor. Sadece bu hadise gösteriyor ki t e k taraflı bir karar imkânsızdır. B u n d a n başka da erkeğin partriarkal salâhiyeti karşısında boşanmanın kadın için bir korunma vasıtası olduğu da bilinmesi gereken bir husustur. Birçok b a t ı memleketlerinde boşanma davası açanların çoğunluğu (2 /3'ü) kadınlardır.Ve bunlar boşan­ m a d a n sonra da erkeğe nazaran daha az tehlikeye maruzdurlar. Diğer taraftan b a t ı memleketle­ rinden boşanmaya cevaz vermeyen memleketlerde kadınların içtimaî ahlâkî dizorganizasyonu bo­ şanmaya daha kolay müsaade eden memleketlere n a z a r a n daha çoktur. Bu m e y a n d a kadının ve h a t t â çocuklu kadının bile meslekî faaliyet sahasında t u t u n m a k imkânına sahip bulunma­ sının m ü h i m bir rolü vardır.

Boşanmada evliler arasındaki sosyal, kültürel ve dinî farklılık gibi birçok faktörlerin tesir ve rolü nazardan kaçmamalıdır. Onun için de boşanmanın artışında sırf bir ahlâkî bozgun izi a r a m a k ve görmekte bir parça ihtiyatlı olmak şayanı tavsiyedir. Sadece m a h k e m e dosyalan kaydına göre yapılan boşanma istatistikleri, hadisenin gerçek motiflerine nüfuz etmeyi zorlaş-tırıyor. B ü t ü n b a t ı memleketlerinde ve bizde yapıldığı gibi geçimsizliğin yegâne boşanma âmili olarak tekrarlanması ne alâkadarların d u r u m u n a dair ne de boşanmanın asıl faktörüne dair gerçek d u r u m u anlamağa kifayet eder.

Böylece aile sosyolojisi hakikaten b ü y ü k terakkiler kaydetmişken evlilik sosyolojisi, boyu­ na başlangıç noktasında yerinde saymağa devam etmektedir. Evlenmenin son derece ferdi-leştirilmiş çiftler cemaati istikametini aldığı bir çağ için böyle olması hiçbir surette hayreti mucip olan bir şey sayılmamalıdır.

(16)

Evlenme hadisesiyle ilgili olarak iki tâbirin sık sık kullanıldığı göze batmaktadır ki bunlardan biri "aşk", diğeri "sevgi" dir. Bu iki tâbirin ifade ettiği mefhumların birbirine yaklaşıp bağlandığı noktalar bulunduğu gibi birbirinden uzaklaştığı zeminler de vardır. Esasında aşk daha devamlı ve şumullu mefhumların ifadesi için kullanılan bir tâbirdir. Bu anlamdaki kullanılışında, aşk ulaşılması güç ve hattâ gayri mümkün sayılan bazı unsurları ihtiva eden varlıklara, mefhumlara yö­ neltilmiş oluyor. Bu vasfıyla aşk bir bakıma "ideoloji" mefhumuna benzemektedir. İdeolojide de sürükleyicilik rolünü henüz ulaşılmamış olan dilek unsuru oynamaktadır. Onun için de İçtimaî hayatın başlıca beslenme kaynaklarının biri olan bütün ideolojiler realize edilmemiş ve realize edilmesi güç ve hattâ gayri mümkün sayılan birtakım unsur­ ları ihtiva ederler. İdeolojide olduğu gibi gerçek aşkta da realize edi­ len unsur besleyici kaynak olmaktan çıkıyor.

Bugünün hayat şartlarında evlenme hadisesiyle ilgili olarak en çok bahsedilen tâbir, sevgidir. Bir evlenmenin sevgiye mi veya başka bir faktöre mi istinat etmiş olmasının kurulan yuvanın saadetinin tees­ süsü bakımından büyük önemi yoktur. Bu hususta taraflarda tâ baş­ langıçtan itibaren devamlı bir yuva kurma ve onu yaşatmak istek ve iradesinin samimî olarak doğmuş ve bu durumun mütemadi olarak beslenmek suretiyle takviye edilmiş olması en sağlam temeli teşkil et­ mektedir. Demek, devamlı bir yuva kurmak istek ve iradesinin doğmuş ve onun devamlı bir şekilde korunup beslenerek takviye edilmesinin gerektirdiği şartların mevcut olup olmadığına dikkat edilmesi gerek­ mektedir.

Denilebilir ki aşkın gerçek şekli onun romantiklik hususiyetinde tecelli etmektedir. En gerçek aşk maddiyeti olmıyan ve ulaşılması güç olan bir varlığa, gaye ve hedefe matuf olan aşktır. Onun içinde bütün dillerde ilâhi aşktan, manevî aşktan bahsederler. Bugün insanlar ara­ sındaki aşk adını verdiğimiz cinsî temayülde bu anlamdan pek mühim bir şey bulunmamaktadır. Buradaki ilgi düpedüz cinsî temayülden doğ­ makta olup ona birtakım içtimaî hayatla ilgili hayalî tasavvurlar ek­ lenmektedir. Cinsî temayül tatmin olunup onun şu ana kadar gizli olan tarafı meydana çıkarak hayalî tasavvurların da muşahhas hayatî fiiliyatla uygun düşmediği anlaşılıverince hayalperest zayıf insan da karşısına dikilen müşahhas hayatî hadiselerin zorluklarına karşı ko­ yacak kudreti kendisinde bulamıyor ve sarsıntıya yuvarlanıyor. Eski

(17)

hayat şartlarında birbirinden oldukça geniş distanslarla ayrılmış olan cinsiyetler arasındaki temayülün tezahüründe hiç olmazsa zeva­ hiri itibariyle aşk mefhumuna benzetilebilecek birtakım romantik unsur aramak belki de mümkün sayılabiliyordu. Bugünün herşeyi karmaka­ rışık hayat şartları içinde romantikleştirilecek herhangi bir unsur kal­ mamıştır. Bugünkü anlamıyla birbirine çok tutkun gözüken aşıkların evlendikten sonra hayal kırıklığına uğramaları, evliliğin kendilerine yüklemekte olduğu külfet ve mes'uliyetleri lâyıkıyla idrak edemeyişleri ve evlilikten aşırı ve kolay bir saadet umduklarındandır. Bugünkü hayat şartlarında sevişerek evlenenlerin çok olduğu yerlerin biri Ameri­ ka olduğu gibi, boşanma ve evini bırakıp kaçma hadiselerinin de o nis-bette çok olduğu yer burasıdır. Bununla beraber insanlararası müna­ sebetleri çok sıklaştıran bir unsur olarak kullanılması gereken sevgi­ nin kolaylıkla evlenmeye götürdüğü görüldüğü gibi, bütün faktörleri doğru teşhis ve tesbit olunmuş bir evlenmenin çiftler arasında hakikî sevgi bağı yarattığı da görülen hadiselerdendir. Sevginin tevlit ettiği her evlenmenin bir saadet yuvası haline geleceği iddia edilemediği halde evlilik yoluyla ulaşılan gerçek sevginin maddî ölçüler seviyesini kolaylıkla aşarak hakikî bir saadet yuvası haline gelmiş olduğu da her türlü şüpheden varestedir. Çünkü, burada iki insan arasında ulaşılması mümkün olan distans daralmasınınâazamî haddine varılıyor. Bu bakım dan bir batılı fikir adamı sevginin bilindiğinden çok daha az müşkül­ pesent olduğunu söyler. Ona göre sevginin 9 /10u sevende 1 /10'u ise sevilendedir. Buradaki nisbeti karşılıklı olarak muadil duruma yaklaş­ tırmasını başarmak, kurulan yuvanın saadetini sağlamak demektir. Herşeye rağmen heryerde sevgi diye adlandırdığımız cinsî temayül hadisesinin tarafların evlenme kararına varmasını kolaylaştıran bir faktör olduğunda şüpheye mahal yoktur. Şunu da bilmemiz icabeder ki, bu suretle tessüs eden evlilik durumunun behemehal taraflar ve vü­ cut bulan yeni yuva için tek başına saadet faktörü olabileceği iddia edilemez. Onun için de halkta evlilik hayatının ilk ayma "bal ayı" demişlerdir. Hattâ Almanlar bu süreyi biraz da kısaltarak "Flitter­ woche" demişlerdir. Böylesine bu hadisenin ay'a veya haftalara inhi­ sar ettirilmiş olması behemahal bu sürelerin sonunda münasebetlerin başka bir ölçü alacağını ifade etmek için olsa gerektir.

Gerçek aile kurmak iradesine dayanan aile, modern anlamdaki aile ile bağlılıkta ortaya çıkan problemler kompleksinin tesirinden nisbe-ten masun kalabilecek durum arzeder.

(18)

Çocuksuz evliliğin bir evlilik olarak anlamını ifa etmiş olacağı sırf hukukî bakımdan doğru sayılabildiği halde sosyolojik bakımdan doğru telakki edilmesi okadar kolay değildir. Vakıa hukukî telâkki çocuksuzluğun tamamiyle evlilerin iradesine tâbi olmıyan bir hadise olabileceğini nazarı itibare almaktadır. Fakat, şurası da inkâr edilemez ki, bütün çocuksuzluklarda irade dışı amiller tek başına müessir değil­ dir. İktisadî güçlükler, çocuğun tevlit edeceği mes'uliyet endişesi ve saire gibi motiflerin serdedilmesi nadir duyulan şeyler değildirler. Ciddî bir aile kurmak iradesiyle yapılan evlenmeler sırf erotik sevgi münase­ betlerine bir nevi meşruiyet durumu sağlamak dileğiyle yapılan akitler­ den ayırarak mutalâa etmek mümkün olsaydı zamanımızdaki evlenme, evlilik ve ailenin gerçek gelişmelerine dair hakikî bilgi edinilmesi de ko­ laylaşmış olacaktı. Son zamanlarda tek çocuklu aile sosyal bakımdan hususî bir problem olarak belirip gelişmektedir. Böyle tek çocuklu aile gerçek mânâsında aile olmaktan ziyade bir çocukla genişlemiş çiftler cemaati telâkki olunabilecek durum arzetmektedir. Buradaki ferdiyet üstü duruma yükseltilmiş münasebetler psikolojik (psikoanaliz) bakı­ mından olduğu gibi, sosyoloji bakımından da bir aşırı organize edilmiş­ lik hali arzeder. Burada gerçek aile zümresinden bahsedilmesi güçtür.

Herhalde aile topluluğu bakımından eski ve yeni durumun veya şehir ve köy durumunun farklılığı ifade edilebilecek bir vaziyet hasıl olmaktadır. Modern gelişmeler bilhassa şehir ve büyük şehirlerde tek çocuklu evlilik halinin fazlasiyle artmış olduğunu göstermektedir. Buna mukabil iki çocuklu ailelerin artış nisbeti mühim bir ölçüde gerile­ miştir. Daha fazla çocukluların nisbeti ise büsbütün azalmağa, gerile­ meğe yüz tutmuştur. Fakat son zamanlarda bazı ileri memleketlerin büyük şehirlerinde aşırı derecede yüksek gelir sahibi tabaka arasında, aile nüfusunun kalabalıklaşması hadisesi müşahede edilmekte ise de ahalinin bütün tabakalarında çiftler cemaati şeklindeki evlilik nisbeti-nin gittikçe kabarmakta olduğu göze batmaktadır. Bu tandansın, modern evlenme ideali canlılığı, nüfuz ve kudretini muhafaza ettiği müddetçe devam edeceği bütün sarahatiyle anlaşılmaktadır.

Binlerce yılı dolduran içtimaî hayat tarihine şöyle bir dönüp baktı­ ğımızda çeşitli çağ ve bölgelerde çeşitli hayat nizamı, cinsî münasebet tanzimi ve evlilik normları tatbikatiyle karşılaşacağız. Bu çeşitli izdivaç şekillerinden hangisinin ilgililere daha fazla saadet getirmiş veya getire­ cek olduğunu söylemek cidden güç bir iştir ve hattâ mümkün değildir.

(19)

Çünkü talih, talihsizlik, memnunluk ve gayrı memnunluk gibi olaylar esas itibariyle, her hangi bir içtimaî nizama veya evlilik normlarına bağlanarak umumî mahiyette çözülmesi mümkün olan meseleler değil­ dir. Onlar, her zaman ve her yerde daha ziyade ferdî, şahsî mahiyetiyle ortaya çıkabilen meselelerdirler. Gerçekten de her bir içtimâî nizam ve onun cinsî münasebat tanzimi işinde mes'ud ve gayri mes'ud çiftler ve fertler bulunabilir ve vardır. Çünkü, her zaman ve her yerde hayat sahnesinde nazik ve kültürlü erotiğin yanında kaba saba tabiî insiyaki ihtiyaç tatmini hevesi de bulunmaktadır. Zaten, umumî içtimaî hayat düzenlerinde hâkimiyetin yanında, hizmetkârlık da bulunmaktadır. Hayat şartlarının getirmesine göre bazan hâkimiyet bazan da hizmet­ kârlık bahtiyarlıktır. Maalesef içtimaî hayat organizasyonu şeklinin ve tatbikatı sonuçlarının universal mahiyetli bir reçetesi bulunmamak­ tadır.

Tabiî hayatiyet ve hayatta kalabilmek dilek ve temayülü her ferdi kendini kurtarma ve kendi saadetini sağlama uğruna kendinden başka her şeyi feda etmeğe sürükleyen bir egoist iç güdüye bağlı bulundur­ maktadır. Bunun insan nev'inde bir nevi tabiî vasıf olduğunu da bilmeliyiz. Fakat, insandaki bu tabiî egoizmi yenecek olan kuvvetin de yine onda aynı derecede tabiî mahiyetli bir kuvvet kaynağı olması zaruridir. Bu da şüphesiz ki, insandaki toplu halde yaşama ihtiyacı ve onunla ilgili duygu ve düşüncede belirmektedir. Şu halde denebilir ki, insanda bencillik ve içtimaiyyat daima çatışma ve çekişme halinde bu­ lunan iki tabiî vasıftır. Umumî dış hayat şartları bakımından cemiyet kuvvetlenerek ferdin emniyet kaygusu azaldığında, ondaki egoizm vasfı kabararak ön alana geçer. Emniyet kaygusu arttığı anlarda hi­ maye ihtiyacı hisseden insanda dayanışma, duygu ve düşüncesi ön safı işgal eder. Hususî hayat şartları alanında imkân bolluğu insanlar­ da altruistik yardım hevesini arttırdığı gibi darlık ve kitlik halleri de insanlarda egoizmi kuvvetlendirir. Gerçekten de her insanda ihtiyacını aşacak şekilde sahip bulunduğu her şeyden bir kısmını ona muhtaç olanlara vermekten zevk alma hevesi vardır. Bu da insanlarda en az egoizm kadar tabiî hususiyettir.

Umumiyetle insanlar arası münasebetlerde görüldüğü gibi, kadın ve erkek cinsiyet zümreleri arasındaki münasebetler bahis konusu olduğunda da, tek taraflı olarak ya sadece kadının erkeğin iradesine tabi olması veya bu iradeye karşı kadının mukavemeti ve çeşitli

(20)

vasıta-ları muvaffakiyetle kullanabilmesi gibi hususvasıta-ları esas ittihaz etmekle yetinmek olmaz. Buradaki münasebetlerin doğup gelişmesinde tesir payı olan birçok faktörler vardır. Ve daima bütün faktörler karışık ve deği­ şik hallerde olarak rol oynarlar. Meselenin son derece komplike durumda oluşu tarafları ve müşahitleri kolaylıkla yanlış hükme sürükleyebile­ cek mahiyet taşımaktadır. Bu hususta aşırı antifeministler de en az mutaassıp feministler kadar haklı veya haksızdırlar. Çünkü, her iki tarafın da bir takım mübalağaya kaçtığı cihetler vardır. Bu mübalağâlı kısımlar ayıklanıp atıldığı zaman her iki tarafta da az veya çok nis-bette haklı sayılması gereken gerçek payı kalacaktır. Modern kadın hakları davasının alevlenmesi hadisesi, bugün hemen hemen doksanıncı yaşını almış bulunmaktadır. Bundan 50-60 sene önce çağın- aşırı femi­ nistlerinin kadınların durumu ile ilgili görüşleri ve onların hesabına ileri sürdükleri hak ve hukuk davası reçetelerinin, kadının tabiî durumu, ruhî ve uzvî yapısı gerektirmelerine uygun olmadığı bugün onlarca da anlaşılmış olacaktır ki, davanın taleplerinde oldukça yumuşama hadi­ sesi müşahede edilmektedir. Gerçekten de bu mes'elenin kadınların bürolarda, tezgâh başında, spor meydanlarında ve hattâ parlamento­ larda, erkeklerle yan yana oturarak, omuz omuza çalışmalarıyle çözül­ müş olmıyacağı artık anlaşılmış bulunmaktadır. Onun için de kadın­ lara kendi kadınlıklarıyle uygun düşecek bir kadınlık alemi yaratmaları gerektiği gibi tavsiyeler karşısında dahi ses çıkarılmamaktadır. Zaten, bugünün gelişmesinde bu hususların her şeyden önce iktisadî, içtimaî tarihî hayat şartlarının gelişmesiyle bağlılıkta ortaya çıkacak olan iç­ timaî düzen işi olduğu da bütün vuzuhuyla anlaşılmış bulunmaktadır. Hele kadınlığın sosyal tarihiyle uğraşıldığında gelişmeyi tek mecralı olarak ele almaktan kaçınılması zarureti kolaylıkla sezilecektir. Köle­ likten hürriyete, cariyelikten hanımefendiliğe, poligamiden monoga­ miye ve ev bağlılığından umumî hayatî faaliyet alanına katılmaya geçilmesi gibi hadiseleri tek cepheli hareket noktası ittihaz etmemek gerekir. Bu hadiselerin her biriyle birlikte ortaya çıkmakta olan müs-bet ve menfi sonuçlu problemler birlikte göz önüne alınmalıdır. Çünkü bu gelişmenin hiç bir anında düz bir hat üzerinde bulunulduğu iddia edilemez. Gelişme, değişmelerde inişli çıkışlı bir münhaninin çizildiği de muhakkaktır. Kadının geçirdiği hayat şartlarından bir sonrakisinin bir öncesinden her hususta daha iyi olduğu da kati olarak iddia edilemez. Zaten umumî içtimaî hayatın her kolunda durum böyle değil midir? Mevcut durum bir takım eksiklikleri gösterir. Bu eksiklikler göz önünde

(21)

bulundurularak onların bulunmadığı yeni bir şekil aranır. Fakat bulu­ nan yeni şeklin de bir takım mahzurları ve eksiklikleri birlikte getirdiği bilahare müşahede edilir. Böylece tekrar bir yenisini arama zarureti doğar. Hulâsa olarak denebilir ki, içtimaî hayat alanında olaylarla normlar, karşılıklı olarak birbirlerine tesir ve birbirlerini tadil ederler.

Kadın ve erkek cinsiyetleri arasında yapılış itibariyle de birtakım uzvî ve ruhî mahiyette esaslı farkların bulunduğunda şüphe yoktur. Bu iki zümre arasında tabiî içtimaî mahiyette bir iş bölümünün bulun­ duğu ve her iki zümre insanlarının anatomik, fizyolojik ve psikolojik yapılışının da bu iş bölümünde uhdesine verilmekte olan vazifeye uygun düşecek şekilde kurulup gelişmiş olduğunda da şüphe yoktur. Şurası da bir gerçektir ki, bahis konusu olan iş bölümünün bizim hayatî faali­ yet alanı için düşündüğümüz ölçülerle tam adalet esasında olduğu söylenemez. Meselâ nesil üretimi meselesiyle başlayıp, yeni neslin ba­ kım ve eğitimi meseleleriyle devam eden uğraşmalarda ana yüklenme­ leri, her bakımdan, babanınkiyle ölçülemiyecek kadar çok ve ağırdır. Fakat ana vücutça olduğu gibi ruhça da bu ağır vazifesini severek yük­ lenecek ve başaracak şekilde yapılıp geliştirilmiştir. Ananın bu tabiî ve içtimaî mahiyetli yüklenmelerine tarihî içtimaî teşkilâtlanma ve gelişme yoluyla bir takımları daha eklenmektedir ki, bunlar toplu ola­ rak içtimaî hayat alanındaki kadının ağır mukadderatı mes'elesini ortaya koymaktadır. Tabiatiyle biz burada bu mes'elenin bu cephesine bundan daha fazla dalacak değiliz.

Şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki, cemiyet hayatı çeşitli şekil­ ler alarak katedegelmekte olduğu inişli ve çıkışlı uzun hayat süresi içinde bilhassa kadın zümresine oldukça ağır şartlar yaşatmıştır. Kadın­ lık zümresi hayatının bilinmeyen uzak çağlardaki durumundan sarfı­ nazar, yakın tarihî çağlara ve hattâ kısmen çağımıza kadar uzanıp gel­ miş olan bazı mıntıkavi hadiseleri hatırlamak kendisi meseleyi zaten kâfi derecede izah edecek durumdadır. Meselâ İslâmdan önceki Arap-lar'daki kız çocukları gömme adeti, Hindulardaki ölen bir erkeğin dul karısının birlikte yakılması, Uzak Şarktaki evli kadın ve nişanlı genç kızların tâbi tutulduğu şiddetli rejimler meseleyi fazlasiyle izah edecek durumdadır.

Zaten, bütün insan topluluklarında kadın hakkında kökü pek eski çağlara götürülebilecek türlü görüşlerin türemiş ve gelişmiş olduğu da herkesin bildiği bir olaydır. Bu görüşler bazan kadını bir melek veya

(22)

herhangi cinsten bir kutsî varlık durumuna yükselttiği gibi bazan da onu bütün fenalığın kaynağı "peri", "cadı" veya hattâ iblisi bir varlık imiş gibi tasvir ederler. Türkçemizdeki "cadı kadın" tâbiri bu görüşün bir bakiyesi olsa gerek.

Bütün dinlerin kadına iyi gözle bakmadıkları herkesçe bilinen bir hadisedir. Budizmin bu husustaki görüşü Budda'nın bir şakirdiyle yaptığı müsahabe şeklinde anlatılır. Bir defasında şakirdi Budda'ya kadınlara karşı nasıl vaziyet almaları gerektiğini soruyor. Budda'dan "karşılaştığınızda görmüyormuş gibi hareket edersiniz" cevabını alıyor. Şakirdinin buna rağmen biz görüyoruz" demesi üzerine Budda, "konuş­ mazsınız" diyor. Şakirdi bununla da iktifa etmeden "O bize hitabeder-se ne yapacağız?" diyor, Budda da buna karşılık" Çok sarih uyanık olacaksınız" cevabını veriyor. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in de ummetlerine hitaben "Sizlere kadınlardan daha büyük bir talihsiz­ lik bırakmadım" dediği naklolunur. Hulâsa bütün peygamberlerin kadının aleyhinde şu veya bu şekilde beyanda bulundukları görülmek­ tedir. Bu arada yalnız Hazret-i İsa bir istisna teşkil etmektedir. Bila­ hare Hıristiyanlık kilisesi Hazret-i İsa'nın ağzına bu istikamete yol açacak bir şeyler koyma imkânını dikkatle aradıkları halde İncil'de bu isteğe uygun düşecek bir şey bulamadılar. Bununla beraber Hıristiyan­ lık kilisesi de asketizm çağında diğer dinlerden geri kalmıyacak bir durum yaratmıştır. Ölmez insanî ruh hakkındaki nazariyesinin temeline kadın tabiatının takdirini yerleştirmiş olduğu halde böyle yapmaktadır. San Paulus, o çağın birçok kilise babaları ve hatta San Augustin, kadının günahın mahfazası olduğu görüşünü serdederek onu mahkûm etmişlerdir. Hattâ Milâdî VI. asrın kilise büyüklerinden biri umumiyetle kadının. bir insanî varlık sayılıp sayılamıyacağını sormuş ve kendisine menfi cevap vermiştir. Fakat, ruhanî reislerin çoğunluğu İncil'e göre, kadının insan soyundan olduğunun kabul edilmesi gerektiği fikrinde ısrar et­ mişlerdir. Çağımızda, Hıristiyanlık kilisesinin kadınlığa karşı tutumu çok değişmiş durum arzetmektedir. Meselâ son zamanın papalarından X I I . Pius "Tanrı'nın çocukları olarak erkek ve kadın aynı kıymette­ dirler ve müsavidirler. İnsan hayatının son hedefi olan ebedî olarak Tanrı ile birleşmek hususunda da böyledir" demekle kilisenin tutu­ munda vukua gelen değişikliği açıklamaktadır.

Kadın ve erkeklerin insan olarak taşıdıkları haleti ruhiyenin farklı oluşu hadisesi de aralarındaki münasebatın gelişmesinde birçok

(23)

güç-lüklere kaynak olmaktadır. Kadınlara nazaran erkekler, daha fazla mücerret nazariyelere mütemayildirler. Kadınlar ise, doğrudan doğruya içinde yaşadığı hayatî gerçekleri kavramağa çok daha fazla temayül gösteriyor. Nazariyatla uğraşmağa kadını yalnız ya bir sevgi veya umut-suzlık âmili sürükliyebiliyor. Batılı bir yazara göre, felsefe, kadın için akim kalmış bir sevginin gizli mateminden ibarettir. Gene ona göre, hakiki kadınlığını temsil eden kadınlar hikâye, karakter incelemesi, insanlar hakkında ince gevezelikler ve nihayet ev ve yemek içmek tarifleri gibi şeylerden isteyerek bahsederler. Buna mukabil erkekliği hakkiyle temsil eden erkekler hikâyeden kaçarlar. Ve umumî fikir ve nazariyeler peşinde koşarlar. Onun için de gerçek olan erkeğin yanında her hangi bir isimle katılan bir kadınla tamamlanmak ihtiyacı vardır. Bu sayede erkek hayatî gerçeklere daha fazla yaklaşmak imkânını elde ediyor. Zaten kadınlarda behren her gerçek sevgide, analık duygusu vardır. Her hakiki kadın gerçekten sevdiğini göz bebeği saydığı çocuğu gibi korur. Hakikî sevginin ne olduğunu bilemeyen sürtükler ancak bu hakiki kadınlık vasfını ibraz edemezler. Denebilir ki, kadının hayat ve faaliyetinde esas rehberliği sevgi ve analık dileği ve duygusu oynar, onun için de onun nazarı daima yuvasına ve kendine ait saydığı küçük çevresine matuftur. Erkeğin gözü tabiatı itibariyle daime dışarıya yö­ nelmiştir. İşte kadınla erkek arasındaki zıddiyetin esas kaynağı bura­ da bulunmaktadır. Umumiyetle kadın ve erkek münasebeti ele alındı­ ğında her iki zümrenin esas hususiyeti olarak şu cihetler nazarı dikkate alınmalıdır. En iyi ve yüksek vasıflı erkekler, fikirlere sadakatle bağla­ nırlar. En yüksek kaliteli hakiki kadınlar her şeyden ziyade aileye sa-dakatleriyle temayüz ederler. Bugünün demokratik hayat düzeninde pasifistlerin ve seçimlerde sık sık mecra değiştirenlerin en çok kadın­ lar arasından çıkmakta olduğu gibi hadiseler bu esasa dayandırıldı­ ğında ancak izahlarını bulurlar. Aile hayatının yürütümünde mü­ şahede edilen çeşitli mahiyetteki istikrarsızlıklara karşı reaksiyon olayı bilhassa kadınlar arasında başlar. Çünkü kadın için yuvasından daha üstün sayılabilecek, onu yuvası hesabına fedakârlığa sevk edebilecek hiç bir şey yoktur. Kolaylıkla yuvası hesabına fedakârlıkta bulunan kadınlar hakiki kadınlık vasfını taşımayan kimselerdir.

Erkeklerin kadın-erkek münasebetleri ve o cümleden evlilik mü-nasebetleriyle ilgili görüşleri kadın-erkek münasebetlerinin aydınlan­ ması bakımından ayrıca önem taşımaktadır. Erkek bakımından evlilik münasebetlerinin menfi kıymetlendirilmesi esasında verilen

(24)

hükümler-den en galibini şüphesiz ki Napolyon ortaya koymaktadır. O, "birçok erkekler yalnız kadınlarına karşı duydukları zaaftan ötürü mücrimdir­ ler" diyor. Lord Bayron ise "Feci olan bir şey varsa o da kadınlarla yaşayamadığımız gibi, onlardan vazgeçemeyişimizdir" der ki, bu cümle bilhassa karı-koca arası münasebetleri güzel bir şekilde ifade edebilecek kudrettedir. Evlilik hayatı ve evlenme hadisesi hususundaki kadın ve erkek telâkki ve görüşlerini Bernard Shaw "Kadın evlenmeyi zevkle beklediği halde erkek ona sadece boyun eğer" cümlesinde ifade etmek­ tedir. Fransa'nın Birinci Cihan Harbini çevreleyen çağının aileyi hi­ maye cemiyetinin reisi M. Briand evlilik meselesiyle ilgili görüşlerini şu şekilde ortaya koymaktadır.: M. Briand'a göre siyasetle uğraşan insanların evlenmesi hiç de doğru değildir. O, kendisinin pek te kolay geçmemiş olan siyasî hayatında oldukça uzun zaman sukûnet ve itidal içinde çalışma imkânlarını elde edebilmiş olmasını da bekârlığa borçlu olduğunu iddia eder. Bazı ahlâkçılara göre, bir filozofun evlenmesi kadar gülünç bir şey tasavvur olunamaz, çünkü bir filozof kendisini her türlü ihtirastan kurtarmasını başardığında bile eşini ihtirastan tecrid ede­ mez ve kendisini de onun tesirinden kurtaramaz. Zaten içtimaî hayat alanında çok sayıda fikir, ilim, san'at ve iş adamlarının eşleriyle anlaş­ makta güçlük çektikleri vakıadır. Büyük Rus mütefekkir yazarı Tols­ toy'un hayatının sonuna doğru evinden kaçarak sığındığı bir otelin köşesinde ölmüş olduğu da pek şöhret bulmuş bir hadisedir.

Kadın ve erkekler arası iş münasebetleri ve evlilik meselesi ertafın-daki kadınların kendi görüşleri de oldukça aydınlatıcı mahiyet taşı­ maktadır. Meselâ büyük ilmî başarılar elde etmiş olan batılı kadınlar­ dan biri "Bütün işlerimi üzerine alacak ve benim, yanında yardımcı olarak çalışabileceğim bir şef için ne iyi bir yardımcı olurdum" diyor.

Bu hadise bugünkü şartlar altında mühim bir işin başında bulu­ nup ciddî başarılar elde etmiş olan bir kadının duygusunu ifade etmesiy­ le büyük ehemmiyet kazanmaktadır. Tabiatiyle garplı faal kadınlar arasında bunun tam zıddı denebilecek görüşü temsil edenler de az de­ ğildir. Fakat büyük kadınlar âleminin zihniyetine bu görüş daha uy­ gun düşmektedir. Ötekiler birer istisnaî tip halinde kalmaktadır. Bir­ kaç sene evvel İsviçre'nin bir kantonunda kadınlara seçim hakkı ver­ me mes'elesiyle ilgili bir referandum yapıldı. Kadınlar ekseriyetle aleyh­ te rey kullanmak suretiyle meseleyi akim bıraktılar.

Bir genç kadın doktor, kendi meslekî faaliyetinden bahsederken şöyle diyor: "Erkek arkadaşlarım sevgi acısı içinde bile hastalarını

(25)

gör-meğe gidebiliyor ve onlarla her zamanki gibi meşgul olabiliyorlar. Hal­ buki ben çok yaralı olduğum zamanlarda yatağıma kapanıp ağlamak­ tan başka bir şey yapamıyorum". Nihayet bir Amerikalı genç kadın kocasıyle olan münasebetlerini şu şekilde anlatmaktadır: "Şüphesiz ki kocamı çok seviyorum. Fakat o başka, ben de başka bir ada üzerinde yaşıyoruz, ikimiz de yüzmek bilmediğimizden birbirimize hiçbir zaman ulaşamıyacağız." Sovyetler diyarında genç bir kadın kocasına şöyle yazıyor: "Yalnız kendim için çok küçük, çok sade ve tamamiyle meşru bir saadete susamış bulunuyorum. Seninle yalnız kalabileceğim rahat bir köşecik, bütün isteğim bundan ibaret. Bunun bir insanî ihtiyaç olduğunu kurum, anlıyamıyor m u ? "

Cinsiyetler arası münasebetlerden bahsedildiğinde kolaylıkla çeşitli anlamdaki "gisma'lara dalıp gidilebiliyor. Bilhassa biopsikologizm, historizm veya sosyologizm gibi sahaların tek taraflı mecrasına kolay­ lıkla sapıvermek mümkün olmaktadır. Şüphesiz ki bu meseleler komp­ leksinde her üç alanı çok derinden ilgilendirmekte olan veçheler vardır. Tek taraflı bir tutumla bunlardan herhangi birisi istikametinde bir "gizm" mecrasına dalıvermek tehlikesi her zaman için mevcuttur. Şüphesiz ki cinsiyetler arası münasebetler bahis konusu olduğun da üretim mes'elesi ve bunun gerektirdiği uzvî ve ruhî mahiyetli tabiî hususiyetler büyük önem taşırlar. Fakat, bu bize üretilen unsurun ba­ kım ve eğitimi gibi sosyal mahiyetli uğraşma safhalarını unutturamaz. Ve hatta her iki safha birlikte mes'elenin geçirmiş olduğu tarihî değiş­ me ve gelişme münhanilerini unutmamıza amil olamaz. Hulâsa insanî cinsiyet zümreleri arası münasebetleri doğru anlayabilmemiz için mes'-eleyi biyolojik ve psikolojik temelden alarak içtimaî hayat nizamı ala­ nına geçmek ve oradaki tarihî değişme ve gelişme safhalarını gözetmek suretiyle takibetmemiz gerekiyor. Bunu tam olarak yapmadıkça her­ hangi cinsten bir "gizm" alanında kolaylıkla saplanılıp kalmak müm­ kündür. Umumiyetle içtimaî münasebetler alanındaki vetireleri "yak­ laşma" ve "uzaklaşma" olmak üzere iki ana vetireler zümresinde top­ lamak mümkün olmaktadır. Bu iki vetire çeşidi arasında vukubulan gidip gelme olayında yaklaşma kolunun ağır basmasiyle bir kadınla bir erkek arasında çiftleşme, beraber yaşama temayülü doğar. Bu su­ retle ortaya çıkan çiftler birçok bakımlardan bir birlik hali arzederler. Bu birlikteki ortakların birbiri üzerine tesiri okadar kuvvetlidir ki, on­ lardan her biri çiftlik durumlariyle ilgili münasebetlerinin

(26)

yürütümün-de teklik halinyürütümün-deki hareket hatlarından tamamiyle başkaca bir tutumda bulunurlar. Tabiatiyle burada bilhassa evlilik esasında birleşmiş olan çiftler kastedilmektedir. Zaten insan seksualitesinin içtimaî önem ka­ zanması her şeyden önce onun cemiyet yaratıcı mahiyette bir tabiî insiyaka ve bir ahlâkî norm sistemine dayanmasiyle sağlanmaktadır. Gerçekten de insandaki bu tabiî insiyak ondaki bir tabiî hayatî ihti­ yacın tatmini işinde hizmet görmekte olduğu gibi ,aynı zamanda cemi­ yetin insan unsuru bakımından beslenmesi gibi hayatî önemde bir sos­ yal fonksiyonu başarmaktadır. İnsanın bir topluluk çevresine girme sini aynı zamanda sağlamaktadır. Bu hususu her içtimaî nizamın kendi ihtiyacına göre yaratmış olduğu normlaştırma yolundaki çerçevesiyle elde etmek mümkün olmaktadır. İşte bu içtimaî ahlakî nizam çerçevesi içine alınmış cinsî münasebet evlilik müessesesini vermektedir.

Her insanî "ben" kendi vaziyetini şöyle belirtebilecek durumdadır: Ben kendime sorulmadan dünyaya getirilmiş bulunmaktayım. Bu su­ retle bana verilen hayat ve hayatiyet benim için bir takım hayatî ihti­ yaçlar doğurmuştur. Bu hayatın sürüklenmesi ve devam edebilmesi hususu benden birtakım teşebbüslerde ve çabalarda bulunmamı taleb ediyor. Her ferdin bu şekilde ortaya çıkacak olan hayati hamlesi diğer fertlerin aynı cinsten talepleriyle karşısına dikilmesini davet ediyor ki bu anda mes'ele " o " veya "ben" şeklini alıyor. Böylelikle hayat çekiş­ mesi meydanına atılmış olan insanlar hayatî ihtiyaçların giderilmesinin her zaman ve her yerde sadece çekişme ve çatışma yoluyla çözülebile­ cek mes'eleler olmadığını anlamakta da gecikmezler. Onlar hayatî ihtiyaçların el birliği, iş birliği ve vazife taksimi yoluyla daha kolay giderilebileceğini de öğrenirler. Bununla bu gelişmenin insanlar ara­ sındaki menfaat zıddiyetini tamamiyle bertaraf etmiş olduğu veya olacağı görüşüne sürüklenmemeliyiz. Bu zıddiyetler hiç bir zaman tamamiyle ortadan kalkmış olmadığı gibi kalkacak da değildir. Elde edilmiş olan husus çeşitli çözüm yollarının bulunduğunun öğrenilmiş olmasına inhisar etmektedir.

Evli çiftlerin göstermekte oldukları sıkı birlik tandansı bizi onlar­ dan birinin teklik haliyle ifade edeceği ayrılık ve ikilik durumunu unut­ maya veya böyle bir durumun tamamiyle ortadan kalkmış olduğu kana-atma götürmemelidir. Çiftler birliğinde her anda tezahür edivermesi mümkün olan bu ikilik durumunun serahatle meydana çıkarılması hususunda feminoloji ve bilhassa eksistansiyalizmin oynadığı rol büyük

Referanslar

Benzer Belgeler

Mustafa, kendisini kaybettiğimiz elim kazanın olmasından önce, yüksek lisans programını bitirdiği Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Elektronik Mühendisliği

According to our results, there is enough evidence to conclude that there is long run negative relationship between inflation and unemployment; unemployment and economic growth

Hisse fiyatlarının durağanlığını araştırmak için yapılan birim kök testi sonuçlarına göre, hisse fiyatları durağan olarak bulunursa piyasanın zayıf formda etkin

(Re)Making and Undoing of Peace/Conflict (Eds.) Tuğrul İlter, Hanife Aliefendioğlu, Pembe Behçetoğulları, Nurten Kara Famagusta: Eastern Mediterranean University

At this point, the implementation of advanced economic capital models in The Turkish Banking Industry is an important issue as an example of efforts toward measuring and managing

Major local banks now offer credit card, POS and ATM services, and a couple of them have on-going internet banking projects; however, due to the unfavorable conditions – operating

Degi~kenler araSl ili~kilerin sistem bakl~ a<;lSl <;er<;evesinde detayh olarak incelenebildigi Bayes Aglan'nm olu~turulmasmda temelde iki farkh yontem

hree components: a set of nodes, representing the variables of the bribery system; a set of links that represent the conditional dependence relationship between