T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
TÜRK DİLİ BİLİM DALI
HALİL NİHAT BOZTEPE'NİN "AYİNE-İ DEVRAN" ADLI ESERİ
ÜZERİNDE ŞEKİL BİLGİSİ ÇALIŞMASI
ZAİNAB KHALEEL
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman
Prof. Dr. Mustafa TOKER
iii
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası ... i
Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... ii
ÖN SÖZ ... iv
ÖZET ... vii
SUMMARY ... viii
KISALTMALAR ... ix
1. GİRİŞ ... 1
1.1. HALİL NİHAT BOZTEPE ... 1
1.1.1. Hayatı ... 1 1.1.2. Eserleri ... 5 1.2. ÂYÎNE-İ DEVRÂN ... 6 METİN ... 16 GRAMATİKAL İNCELEME ... 211 SONUÇ ... 292 Yararlanılan Kaynaklar ... 294
iv
ÖN SÖZ
Dil, edebiyat sayesinde gelişir, denilebilir. Çünkü dilin zenginleşmesinde, edebiyatın farklı söyleyişleri bulma çabası ana etkenlerden birisidir. Yazarların ve şairlerin farklı ve güzel söyleyişi bulmak için müracaat ettikleri edebî sanatlar dilin ifade zenginliğine katkı sağlamıştır. Denilebilir ki her şair ve yazar, kendi edebî kabiliyeti ölçüsünde dile az çok katkı sağlamıştır.
Elinizde bulunan çalışmada incelenen şair Halil Nihat Boztepe de Türk dili ve edebiyatına katkı sağlayan şairlerden birisidir. O da kaleme aldığı manzumeler ve çevirdiği mensur eserlerle Türk diline ve edebiyatına belli bir ölçüde katkıda bulunmuştur.
Halil Nihat Boztepe, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarıyla (doğumu 1882) Cumhuriyet’in ilk yıllarında (ölümü 1949) yaşamış bir şairdir. Edebiyat çevrelerince adı bilinmesine rağmen genel olarak halk arasında adı duyulmamış bir şahsiyettir. Manzum eserleri genellikle siyasi ve toplumsal hayatı işlemekte ve gördüğü terslikleri, yanlışlıkları ve terslikleri mizahi bir dille eleştirmektedir. Çok sıkı bir Cumhuriyet savunucusu olmasına rağmen ilerleyen zamanlarda Cumhuriyet’in yanlışlıklarını da “Ağaç Kasidesi” adlı eseriyle eleştirmiş, bu yüzden de yirmi yıl birlikte siyaset yaptığı İsmet İnönü’nün de gözünden düşmüştür. Belki de onun edebiyat sahasında yeterince tanınamamasının sebeplerinden birisi de İsmet İnönü’yle arasının açılmış olmasıdır. Zira bilinmektedir ki geri kalmış ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde tanınmışlık, edebî çevrelere hâkim olan siyasi zihniyetle paralellik arz etmektedir. Sektörü elinde bulunduran siyasi zihniyet kendi siyasi görüşüne yakın olan edebiyatçıları ön plana çıkarırken kendisi gibi düşünmeyenlerden hiç söz etmeyerek onların arka planda kalmalarına sebebiyet vermektedir. Bu sebeple bugün hiç hak etmediği hâlde meşhur olan şahsiyetler olduğu gibi çok kıymetli eserleri olduğu hâlde hep arka planda kalmış şahsiyetlerin bulunduğu da bilinmektedir. Halil Nihat Boztepe’nin durumu da ona benzemektedir. İsmet İnönü ile arası açılmamış olsaydı, belki bugün çok popüler bir şairden söz ediliyor olacaktı.
Bu çalışmayı yapmamızın başlıca iki amacı vardı. Bunlardan birincisi, daha önce Latin esaslı Türk alfabesiyle tam olarak yayımlanmamış olan Âyîne-i Devrân adlı eserin Latin esaslı Türk harflerine aktarılmasını sağlamaktı. İkincisi ise eserdeki şekil bilgisi özelliklerini ortaya koyarak Türkiye Türkçesi grameri üzerindeki bilimsel yeterliliğimin arttırılmasıydı. Ortaya konulan bu çalışmayla hedeflenen iki amaca da ulaştığımızı düşünmekteyim.
Elinizdeki çalışmada, Halil Nihat Boztepe’nin 1924 yılında basılan ve bugüne kadar üzerinde tam bir çalışmanın yapılmadığı Âyîne-i Devrân adlı eseri incelenmiştir. Çalışma temel olarak dört ana bölümden oluşmaktadır: Giriş, Metin, Gramatikal İnceleme, Sonuç.
v
Çalışmanın Giriş bölümünde, önce Halil Nihat Boztepe’nin hayatı ve edebî şahsiyeti hakkında bilgi verilmiştir. Ardından çalışmanın ana konusunu oluşturan Âyîne-i Devrân adlı eser muhteva açısından incelenmiştir.
Metin bölümünde, Arap alfabesiyle basılmış olan Âyîne-i Devrân baştan sona Latin
esaslı Türk alfabesine aktarılmıştır. Bu aktarımda, bütün transkripsiyon işaretleri kullanılarak metnin transkripsiyon işaretine boğulmasının önüne geçilmek istendiğinden elzem görülen birkaç transkripsiyon işareti kullanılmıştır. Bu işaretler; Arapça ve Farsça kelimelerdeki uzunluklar -ki ^ işaretiyle karşılanmıştır: Â/â, Î/i, Û/û gibi-, Arapça kelimelerdeki ayın işareti – c ile karşılanmıştır- ile Arapça ve Farsça kelimelerdeki hemze işareti – ɔ işareti ile
karşılanmıştır- ve Türkçe kelime ve eklerde klişeleşmiş olarak karşımıza çıkan geniz n’sidir. Bu ses ise ñ işaretiyle karşılanmıştır.
Metin bölümünde Arapça ve Farsça kelimeler asıllarına uygun şekilde yazılmışlar, hece
sonunda bulunan b, c gibi sesler, Türkçe söyleyişe uydurularak p, ç şekillerinde okunmamışlardır: yek-vücûd, ebed, Hâmid, harb, mukayyed, tenkîd, mûcib, izdivâc, maksad, şeb, evlâd, bî-tâb vb.
Türkçe kelimelerde ise eser klişeleşmiş imlaya bağlı olarak yazılmış olmasına rağmen ilgili kelimeler ünlü uyumlarına ve ünsüz uyumuna bağlanarak okunmuştur: yolı-yolu, içdiğim-içtiğim, getürmişdi-getirmişti, uyansun-uyansın, gelür-gelir, içün-için, gösterüp-gösterip, yokdı-yoktu, tutdı-tuttu, boncuğı- boncuğu vb.
Bazı Türkçe kelimelerde yer alan ünlü ve ünsüzler de günümüz Türkiye Türkçesindeki söyleyişe uygun okunmuştur: dürlü-türlü, iden-eden, itmek-etmek, idiyor-ediyor, disem-desem, tağılur-dağılır, tokundumsa da-dokundumsa da vb.
Şairin meşhur şairlerin şiirlerini tahmis ettiği manzumeleri de vardır. Bu manzumelerin son iki mısraı Fuzûlî, Bâkî gibi şairlere aittir. Böyle manzumelerin son iki mısraında da yukarıda sözü edilen hususlara uyulmuştur.
Çalışmanın son bölümü olan Gramatikal İnceleme bölümünde ise Âyîne-i Devrân şekil bilgisi özellikleri açısından incelenmiştir. Metinde geçen her kelime tek tek ele alınıp bu kelimelerde geçen şekil bilgisi özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Çalışmanın sonunda, incelemeler neticesinde elde edilen bulgular Sonuç başlığı altında maddeler hâlinde dikkate sunulmuştur.
vi
Çalışmanın benim açımdan oldukça yorucu olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü Türkiye Türkçesinin inceliklerini tam olarak bilmezken yirminci yüzyılın başında yazılmış Türkçe bir eseri incelemek kolay bir iş değildi benim için. Hele de bu Türkçe Arap alfabesiyle yazılmış olunca daha da zor oldu. Ama yılmadan elimden geldiğince doğru bir çalışma ortaya koymaya çalıştım. Tabi ki bu çalışmanın ortaya konulmasında yardımlarını gördüğüm kişiler oldu. Yardımsız çalışmanın bu hâle gelmesi mümkün olamazdı. Bunda da en büyük pay saygıdeğer hocam Prof. Dr. Mustafa Toker’e aittir. Çalışmamızın her aşamasında bilgi ve birikimiyle yol göstericim oldu. Ayrıca, Eserin baştan sona okunup tashihinin yapılmasında da yine sayın hocamın verdiği emekleri inkâr edemem. Özellikle Ön Söz ve Giriş kısımlarının âdeta yeniden yazılmışçasına düzeltilmesi beni tarifi mümkün olmayan bir sevince sevk etmiştir. Kendisine yaptığı her şey için teşekkürü bir borç bilirim. Çalışmamdaki bütün güzellikler hocama, bütün hatalar bana aittir.
Zainab Khaleel Konya-2019
vii T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğ renci ni n
Adı Soyadı Zainab Marwan Khader Khaleel
Numarası 154201041013
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı/Türk Dili
Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof.Dr.Mustafa Toker
Tezin Adı Halil Nihat Boztepe'nin "Ayine-i Devran" Adlı Eseri Üzerinde Şekil Bilgisi Çalışması
ÖZET
Çalışmamız "Ayine-i Devrân" eseri üzerinde şekil bilgisi incelemesidir. Arap alfabesiyle yazılmış olan "Ayine-i Devrân" 213 sayfa olup İstanbul'da 1924 yılında basılmıştır. Eser Halil Nihat Boztepe'ye ait bir şiir kitabıdır.
Çalışmamız dört bölümden oluşmaktadır: Giriş, Transkripsyonlu Metin, Dil Bilgisi İncelemesi ve Sonuç.
Giriş bölümünde Halil Nihat Boztepe'nin hayatı, eserleri hakkında kısa bilgi verilmiştir. Çalışmamızda metin, Arap alfabesinden günümüzün Latin alfabesine aktarılmış ve üzerine şekil bilgisi incelemsi yapılmıştır.
Anahtar kelimeler
Arap Alfabesi, Osmanlı Türkçesi, Şekil Bilgisi, Türk Edebiyatı.
viii T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğ renci ni n
Adı Soyadı Zainab Marwan Khader Khaleel
Numarası 154201041013
Ana Bilim / Bilim Dalı Türk Dili ve Edebiyatı/Türk Dili
Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof.Dr.Mustafa Toker
Tezin İngilizce Adı
Studying of Grammar Structure for Halil Nihat Boztepe's
Work "Ayine-i Devran"
SUMMARY
This work is about the study of morphology of "Ayine-i Devran" poetry book. Ayine-i Devran which is written in Arabic Alphabet and has 213 pages was published in İstanbul in 1924. Ayine-i Devran is a work of poetry that belong to Halil Nihat Boztepe.
Our study consists of four chapters: Introduction, Transcriptional Text Grammar Analysis and Result.
In the introduction part, we gave information about Halil Nihat Boztepe's life and his works.
İn this study Arabic letters were transferred to the Latin alphabet and morphological analysis was conducted.
Key Words
ix
KISALTMALAR
bs. Baskı, basım
C. Cilt
KB Kültür Bakanlığı
MEB Millî Eğitim Bakanlığı
s. Sayfa
TDK Türk Dil Kurumu
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
1
1. GİRİŞ
1.1. HALİL NİHAT BOZTEPE 1.1.1. Hayatı
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarıyla Cumhuriyet dönemini görmüş olan Halil Nihat Boztepe, 1882 yılında Trabzon’da dünyâ'ya gelmiştir. Bazı kaynaklarda doğum tarihinin 1880 olduğu, nüfusa iki yaş küçük yazdırıldığı ifade edilmektedir (Tekin, 2005:124). Babası tüccar Hasan Efendi, annesiyse Mürüvvet Hanım’dır.
İlk öğrenimini Trabzon’da Sıbyan Mektebi ve Islahhâne mekteplerinde gördü. Orta Öğrenimini de Trabzon’da, Trabzon Askerî Rüşdiyesi ve İdâdîsi’nde yaptı. Ardından iki yıl mülkî idâdîde okudu.
Mülkî idâdîyi bitirdikten sonra Trabzon’da Fransız Frenkler Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. Bu okulda derslere devam ederek Fransızca öğrendi. Aynı zamanda özel olarak Farsçayla ilgilendi ve çok geçmeden o dili de öğrendi (Tekin, 2005:124). Yusuf Ziya Ortaç hatıralarını kaleme aldığı Bir Varmış Bir Yokmuş-Portreler adlı eserinde Halil Nihat’ın Fransızca öğrenmesini farklı bir şekilde anlatmaktadır:
“Trabzon’da bir genç var, fakirce bir genç. Doğup büyüdüğü topraklardan dışarı çıkmamış. Ama içi güzel, büyük isteklerle dolu. Başta, Fransızca öğrenmek… Trabzon’da papazların mektebi var. Ama orada okutmaya ailenin kazancı yetmez. Delikanlı bunun bir çaresini bulmuştur: Günde birkaç kere mektebin satış yerinden alışveriş etmek… Sonra, aldığı defterleri, kalemleri, silgileri, arkadaşlarına, komşu çocuklarına satmak… Bundan ne çıkar demeyiniz, her seferinde Fransızca iki cümle söylese, üç cümle dinlese, birkaç kelime öğrense, onu sevindirmeğe yeter!” (Ortaç, 1963:161).
1898’de Trabzon Düyûn-ı Umûmiyye idaresinde göreve başladı. Ardından 1903 yılında İstanbul’a, Düyûn-ı Umûmiyye Komiserlik Kalemi’ne tayin edildi. Böylece İstanbul günleri başlamış oldu. Başarılı çalışmalarının ardından kurumun çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1922 yılında terfi ederek Düyûn-ı Umûmiyye Komiserlik Müdürlüğü’ne kadar yükseldi. Duyûn-ı Umûmiyye idaresinin Cumhuriyet’in ilanından sonra lağvedilmesinin ardından
2
Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarının halledilmesi meselesini görüşmek üzere 1925 yılında Paris’e gönderilen heyet içerisinde yer aldı (Tekin, 2005:124).
1927’de üçüncü dönem Gümüşhane milletvekili olarak meclise girdi. 7. dönem sonuna, yani 1947’ye kadar Trabzon milletvekili olarak mecliste yer aldı. 20 yıl kesintisiz olarak milletvekili olarak mecliste bulundu.
Yusuf Ziya Ortaç, milletvekili olmasıyla ilgili bir hatırasını da şöyle nakletmektedir: “Bir gün, Halil Nihat, ölünceye kadar dostu İbrahim Alâaddin ile başlarına birer melon şapka, arkalarına birer kuyruklu elbise giyip Ankara’nın yolunu tuttular: ‘Ne var Ankara’da?’ diye sorduk. Boztepe, o ince, o alaycı gülüşü ile: ‘Meb’us olacağız.’ dedi. Biz de güldük… Ama asıl onlar gülmüşlerdi. İkisi de Gazi’yi görmüşler, konuşmuşlardı. Sonra, meb’us oldular.” (Ortaç, 1963:164).
Hayatı boyunca hiç evlenmemiş olan Halil Nihat Boztepe, 17 Şubat 1949’da fazla sayıda uyku ilacı alarak intihar etti. Cenazesi Ankara’da Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi (Uzun, 1992:322).
Ortaç, hatıralarında onun hiç evlenmemiş olduğunu şu sözlerle anlatmaktadır:
“Halil Nihat, sevgi gördü, saygı gördü, ama son yıllarında rahat görmedi: Bekârdı. Hiç evlenmemişti. Yalnız hiç evlenmemiş de değil ne helal, ne haram, yatak odasında kadın görmemişti. Ara sıra takılırdık: “Nihat Bey, seni evlendirelim artık…” O, altmış yılın ötesinden mahzun gözlerle gülerdi: “Hele durun bakalım, bu işler aceleye gelmez!” (Ortaç, 1963:165).
Yine ölümüyle ilgili olarak da Ortaç şu satırları yazmaktadır:
“Ölümünden birkaç yıl önce bir gözünü kaybetti. Kendi kendisini şöyle teselli ediyordu: ‘Bu yaştan sonra bana bir göz çok bile!’ Daha sonra kalbi yetersiz çalışmaya başladı. Yürüyemiyor, çalışamıyor, nefes alamıyordu. Tek talihi, sahici bir dost evinde yaşamaktı: İbrahim Alâattin’in… Nihayet bir gece, ölüme, elini çabuk tutması için yardım etti; çok sayıda uyku hapı yuttu ve edebiyatımızın bu ‘çiçekle nîm bozulmuş, rakîk siması’ gülmeyi çoktandır unutmuş gözlerle sonsuz uykusuna daldı.” (Ortaç, 1963:166).
Halil Nihat Boztepe çok kibar ve yardımsever bir kişiydi. İbnülemin Mahmut Kemal ile yaptığı bir sohbette kendisini “Ben bir kayıkçının oğluyum, bir köylü çocuğuyum, mısır
3
ekmeğiyle büyüdüm.” şeklinde tanımlamıştır. İbnülemin Mahmut Kemal ise onun bu mütevazı sözlerine karşı “Asalet sizinle doğmuştur.” demekten kendisini alamamıştır (Cündioğlu, 2001: Temmuz 21).
Yusuf Ziya Ortaç, hatıralarında Halil Nihat Boztepe’nin karakteri hakkında şunları yazmaktadır: “Eski Türk edebiyatını, aruzun bütün şekillerini, bütün Divan şairlerini ve defter, kalem alışverişiyle öğrenilmiş Fransızcayı mükemmel biliyordu. Zeki adamdı Halil Nihat, güvenilir adamdı Halil Nihat ve yakından, dış görünüşüne uymayan, ince, tatlı, hoş adamdı Halil Nihat.” (Ortaç, 1963: 162-163).
Halil Nihat Boztepe şairliği çok ciddiye almasa da onun ince ve zarif ruhu tam bir şair niteliği taşıyordu. Onun bu zarifliğini aşağıdaki hadise gözler önüne sermektedir:
Bir gün bir ayakkabı mağazasına girer ve bir ayakkabı almak istediğini söyler. Beğendiği ayakkabı ayağını sıkıp acıtınca, “-Bunlar çok sıkıyor, başkaları yok mu?” diye sorar. Ayakkabısını satmak isteyen ayakkabıcı, “-Yok ama bunlar tam size göredir. İki gün sonra açılır, rahat edersiniz.” diye kandırmak ister. Aldığı bu cevap üzerine Boztepe’nin muzipliği tutar: “-İyi öyleyse, iki gün sonra gelir alırım.” der (Yardım, 2002:159).
Halil Nihat’ın edebiyat dünyâsına girişi Fransızcadan yaptığı tercümelerle olmuştur. Halil Nihat adı, başlarda yalnız Şehbal dergisinde Alphonse Daudet’den çevirdiği “Değirmenimden Mektuplar” seri yazılarında görülüyordu. Bu çeviriler oldukça sağlam tercümelerdi ve edebiyat çevreleri tarafından da beğeniliyordu. Sonraları Daudet’nin Taratarin, Jac ve Le petit chose adlı üç eserini de Türkçeye tercüme eden Halil Nihat adı artık bütün edebiyat çevreleri tarafından tanınmaya başladı (Ortaç, 1963:162).
Özellikle Türk edebiyatının ünlü divan şairlerinin şiirlerine yazdığı nazireler ve yaptığı tahmislerle tanınmıştır.
Halil Nihat, Türk edebiyatı tarihinde mizahla yergiyi harmanlamış bir şair olarak ön plana çıkmıştır. Ancak onun edebiyat dünyâsına adımını, yergi şiirlerinden önce tercümeleriyle attığı görülmektedir. İlk yergi şiirlerini II. Meşrutiyet’in ilanından sonra oluşan serbest ortamdan yararlanarak meydana getirdi. Alaycı yergileri dönemin önde gelen gazete ve dergilerinden olan Tasvîr-i Efkâr, Akşam, Vakit, Sabah, Tanin gibi yayın organlarında yayımlanmaya başladı (Yardım, 2002:159). Fuzûlî, Bâkî, Nedim ve Nef’î gibi Divan şairlerinin manzumelerine güzel nazireler yazmış, onların gazellerini başarılı tahmisler hâline getirmiştir.
4
Bunların yanı sıra yeni şairlerin şiirlerine de nazirelerde bulunmuştur. Aruzu başarılı bir şekilde kullanmış ve çok güzel şiirler kaleme almıştır. Aruzla yazdığı şiirleri yanında az sayıda hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de vardır.
Halil Nihat, çok güzel yergi şiirleri yazmıştır. Onun nükteli üslubuyla eleştirmediği siyasi ya da edebî şahsiyet neredeyse kalmamıştır (Şenocak, 1989: 25). Bu şiirlerden biri sebebiyle yirmi yıl birlikte siyaset yaptığı İsmet İnönü’nün de gözünden düşmüştür. Çok yakın arkadaşı, can dostu, evinde öldüğü İbrahim Alâattin Gövsa’nın hanımı Mükerrem Hanım bunun sebebini şu şekilde anlatmaktadır: “Ağaç Kasidesi neşredilince İsmet Paşa bir daha şairin yüzüne bakmadı. Evvelce en küçük bir rahatsızlığında kendisini ziyarete geldiği halde, son hastalığında hâl hatır sormak, cenazesine katılmak şöyle dursun bir temsilci bile göndermemiş ve başsağlığı dilemeyi bile çok görmüştü.” (Cündioğlu, 2001: Temmuz 21).
O, şiirlerinde yaşadığı dönemin sosyal hayatını ve bu hayatta cereyan eden olayları karikatürize etmeyi severdi. Bu şiirlerinin çoğunu beyitler hâlinde ve aruzla kaleme almıştır. Toplumun faydasını göz önünde bulundurarak yererken öğreten şiirlerle, bir parçası olduğu halkın problemlerini dile getirmeye gayret etti. Şiirlerinin çoğunda halk diline yakın bir üslup ve dil kullanmaya çalışsa da bazı şiirlerinde veznin de mecbur bırakışıyla bugün için anlaşılması güç bir dil ortaya çıkmıştır. Kaleme almış olduğu hiciv şiirlerinde, divan edebiyatının hicivci şairlerinden ilham almış olsa da onların zaman zaman küfre kaçan ifadelerinden hep uzak durmuş, müstehcenliğe ve küfre yer vermeden arı bir dille, ince iğnelemelerle hicivlerini yazmıştır. Bunda da oldukça başarılı olmuş, böylece Türk edebiyatının manzum mizah ve hiciv türünün usta şairlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Nef’î’nin Sihâm-ı Kazâ adlı eserinden esinlenerek Sihâm-ı İlhâm adlı eserini kaleme almış, bu eserinde devrinin ileri gelen şairlerini, edebiyatçılarını, partilerini, siyaset adamlarını, gazetecilerini zarif bir üslupla eleştirmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra dil devrimine muhalefet etti. Dildeki tasfiyeciliği ve zamanın TDK yöneticilerinin bu durum karşısında takındıkları tavırları, uydurma kelimeler oluştururken düştükleri durumları ince latifelerle şiddetli bir biçimde eleştirdi. Hatta 1931 yılında, TDK’nin tutumunu ve dilde tasfiyeciliği alaycı bir şekilde hicveden müstakil “Ağaç Kasidesi” adlı eserini kaleme aldı. Bu eserini daha sonra, Cumhuriyet dönemindeki diğer inkılapları da içine alacak şekilde genişleterek 1947 yılında 1500 beyit hâlinde Ankara’da yeniden yayımlamıştır (Şenocak, 1989:31). İsmet İnönü’nün gözünden düşmesine de işte bu eseri sebep olmuştur.
5
1.1.2. Eserleri
Halil Nihat Boztepe, edebiyat dünyâsına adımını Fransızcadan yaptığı tercümelerle atmıştır. İlk tercümeleri Şehbâl dergisinde yayımlanmıştır. Bu dergide yayımlanan ilk tercümesi Alphonse Daudet’nin “Değirmenimden Mektuplar” adlı eseridir. Daha sonra Ludovic Halevy’nin “Rü’ya” adlı uzun hikâyesini yayımlamıştır. Ludoviç Halevy’nin bir başka eseri “Küçük Efendi” ise Vakit gazetesinde neşredilmiştir (Uzun, 1992:322). Bunlar dışında, Alphonse Daudet’nin Tartarin de Tarescon adlı romanını Taraskonlu Tartaren adıyla 1938’de Türkçeye çevirmiştir. Ayrıca Nedîm Dîvânı’nı da 27 yazma nüshasını karşılaştırarak sonuna bir küçük sözlük ve Nedîm-i Kadîm Dîvânçesi’ni de ekleyerek 1924 yılında yayımlamıştır (Uzun, 1992:323).
Halil Nihat, Servet-i Fünûn, Diken ve Akbaba gibi devrin tanınmış edebiyat ve mizah dergilerinde bazen “Karga” takma adıyla mizah yazıları da yazmıştır (Uzun, 1992:322).
Bunlar dışında hepsi manzum olan ve hepsinde az veya çok mizah ve hiciv unsurunun bulunduğu eserleri ise şunlardır:
1.1.2.1. Sihâm-ı İlhâm
İstanbul’da 1921 yılında yayımladığı bu eserinin adını, Nef’î’nin Sihâm-ı Kazâ isimli eserinden esinlenerek vermiştir. 254 sayfadan oluşan oldukça hacimli bir eserdir. Eser, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, 1908 yılından Millî mücadeleye kadar olan felaket dolu yılların acılarıyla kaleme alınmıştır. Eserde yüzden fazla manzume yer almaktadır. Bu manzumelerde dönemin sosyal ve siyasal hayatı hicvedilerek zaman zaman bazı uygulamalara karşı alaycı bir tavır sergilenmiştir (Uzun, 1992:322).
Halil Nihat bu eserinde, savaş boyunca gelişen olayları resmeder âdeta. Halk açlıktan kıvranırken kısa yoldan köşeyi dönenler, elde ettikleri servetlerini Beyoğlu batakhanelerinde harcamaktadırlar (Şenocak. 1989:109). Açlıktan perişan olmuş halkı iyice yoldan çıkarmak için Fransa’dan gemiler dolusu şarap getirilmiş, Beyoğlu’nda bedava dağıtılmıştır. Bu ve benzeri daha pek çok husus şairin gözüne çarpmış, gönlüne ilham vererek kaleminden satırlarına dökülmüştür (Şenocak, 1989:110). İşte Sihâm-ı İlhâm’ı oluşturan ana malzemeler, savaş yıllarının halk üzerindeki etkileri, dönemin bozuk düzeni, çeşitli yolsuzluklar ve haksızlıklar üzerinedir.
6
1.1.2.2. Âyîne-i Devrân
1924’te İstanbul’da neşredilmiştir. Eserle ilgili ileride ayrı bir bölüm oluşturulduğundan burada tekrarına lüzum görülmemiştir.
1.1.2.3. Mâh-ı Tâb
70 sayfadan oluşan küçük hacimli bir eserdir. (1341) 1924’te İstanbul’da, Yeni matbaada basılmıştır. Halil Nihat bu eserini İbnülemin Mahmut Kemal’e ithaf etmiştir (Şenocak, 1989:124). Farklı bölümler altında siyasi hicivlerden oluşur. İçeriğinden dolayı bazı edebiyatçılar tarafından “Maytap” şeklinde adlandırılmıştır (Uzun, 1992:322).
1.1.2.4. Ağaç Kasidesi
İlk baskısı 1931’de İstanbul’da yapılmıştır. Toplam 140 beyitten oluşmaktadır. Şair eserinin bu ilk baskısını, Himâye-i Eşçâr (Ağaçları Koruma) Cemiyeti’nin başkanı Rahmi Beğ’in ricası üzerine kaleme almıştır. Şair, eserinin bu ilk baskısından itibaren TDK’nin birtakım Türkçeleştirme çalışmalarını eleştirilmiştir. (Şenocak, 1989:29). Halil Nihat bu küçük manzumeyi daha sonraları yapılmaya devam edilen yeni inkılapların da gündeme gelmesiyle genişletmiş ve nihayet 1947 yılında 1500 beyit hâlinde yeniden yayımlamıştır (Şenocak, 1989:31). Eserin bu ikinci baskısında da dil inkılabının ve zamanın TDK yöneticilerinin ve onlarla aynı zihniyette olan dilcilerin tavırlarını tenkit etmektedir. Dilde tasfiyeciliği savunan ve dile yeni kelimeler kazandırmak için uğraşan dilcilerin gülünç hâllerini ortaya koyarak onları ince esprilerle yermiştir. Bu ikinci yayında, inkılapların çeşitli yönlerini, adalet mekanizmasının bozukluğunu, kılık kıyafet inkılabının gülünç yanlarını, geçmiş ve geleneğe karşı sürdürülen düşmanlığı, inkılapçılık adına yapılan yanlışlıkları dile getirmiştir (Uzun, 1992:323).
1.2. ÂYÎNE-İ DEVRÂN
Halil Nihat Boztepe’nin 4 eserinden biri olan Âyîne-i Devrân, 1924 yılında, İstanbul’da Orhaniye Matbaası’nda basılmıştır. 213 sayfadan oluşan eser, 14 beyitten oluşan bir münâcât (s. 3) ile başlamaktadır. Münâcât’ı, 27 beyitten oluşan bir na’t (s. 5) takip etmektedir. Na’t’ın ardından Mustafa Kemal Paşa için yazılmış bir kaside (s. 11) yer almaktadır. “Vatan” redifini taşıyan bu kaside, 240 beyitten oluşmaktadır. Bu kasidenin devamında 87 beyitten oluşan “Cumhûriyyet” redifli, “Cumhûriyyet-nâme” adlı başka bir kaside (s. 39) yer almaktadır.
Bu kasidenin ardından “gibi” redifli edinilen intibaların anlatıldığı “İntibâ’ât” adlı manzume (s. 48) yer almaktadır. Bu manzume 34 beyitten oluşmaktadır. Bu manzumede millet
7
meclisinde vekillik yapan bazı siyasetçilerin olumlu ya da olumsuz yanlarından söz edilmektedir. Manzumede; Rıza Nur, İrfan Hamit, Ali Sâib, Tokat vekili Hakkı Tarık, Lütfi Fikri Bey, Hüseyin Cahit, Vâsıf Bey gibi siyasilerden söz edilmektedir.
Sonrasında “Şakşakçı ve Fırıldakçı Başılara” başlığını taşıyan ve zamanın menfaatperestliği ile zamanenin riyakârlığı, dedikoduculuğu ve iftiracılığının hicvedildiği “başı” redifli bir manzume (s. 52) gelmektedir. Diğerlerinden farklı olarak bu manzumenin bütün mısraları birbirleriyle kafiyeli olarak yazılmıştır: oyuncakçı başı / salıncakçı başı / kundakçı başı / çakmakçı başı vb.
“Şakşakçı ve Fırıldakçı Başılara” adlı manzumenin ardından Mustafa Kemal Paşa adlı bir manzume (s. 54) yer almaktadır. Bu manzume 24 beyitten meydana gelmektedir. Adından da anlaşılacağı üzere manzumede Mustafa Kemal Paşa’nın övgüsüne yer verilmektedir.
Bu manzumenin ardından “Ordunuñ Ta’arruzu” adlı manzume (s. 57) gelmektedir. Bu manzumede Mustafa Kemal Paşa’nın birlikte İzmir’i Yunan işgalinden kurtarmak için İsmet ve Rafet paşalarla yaptığı saldırı anlatılmaktadır. 10 beyitten oluşan kısa bir manzumedir.
“Gâzî’ye” başlıklı manzume 59. sayfada yer almaktadır. Toplam 5 beyitten oluşan “Görünsün” redifli manzume Mustafa Kemal Paşa’ya övgü şiiridir. Şiirde, yüzü gülmeyen Türk’ün yüzünün gülmesi ve karanlık içinde kalan İslam’ın yüzünün görünmesi için Mustafa Kemal Paşa’nın mücadele etmesi istenmektedir.
Bir diğer manzume “Konfrans Şarkısı” (s. 60) başlığını taşımaktadır. Şarkı nazım türüyle yazılan manzumenin her dörtlüğü “Harb u darb eyyâmı dursun konferans eyyamıdır” mısraıyla sona ermektedir. Manzumede, Yunan’ın denize dökülmesinden sonra İsviçre’nin Lozan şehrinde 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı konu edilmektedir.
“Konferans Şarkısı” ardından gelen “Lord Körzün’e” adlı manzume (s. 61) de yine Lozan Konferansı’nı konu almaktadır. Manzume toplam 8 beyitten meydana gelmektedir. Manzumede, Lozan Konferansı’na Türkiye adına müzakereci olarak katılan İsmet İnönü ile İtilaf devletleri adına katılan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Körzün (Curzon)’den söz edilmektedir. Şair manzumesine, “Hazer kıl Türküñ âhından aña teklifi az eyle” başlayıp aynı mısrayla bitirmektedir. Halil Nihat, manzumede özetle, Lord Körzün’ün Türklerin tekliflerini kabul etmesini ve kendi tekliflerinin de mantık çerçevesinde olması gerektiğini ifade etmektedir.
Ardından gelen manzume, İsmet Paşa’ya ithaf edilmiştir. “Ferahnâk” (s. 63) adını taşıyan manzume şarkı nazım türüyle kaleme alınmıştır. Ferahnâk, “neşeli, sevinçli” anlamına
8
gelmektedir. Manzume toplam 4 dörtlükten oluşmakta olup “Meserret vaktidir ey şanlı paşa gül, açıl, şâd ol” nakaratıyla yazılmıştır. Manzumede, Lozan Konferansı’nın ardından Musul’un kurtulduğu ve başka türlü başarılar elde edildiği, Lord Körzün’ün Konferans’tan eli boş döndüğü ifade edilerek İsmet Paşa’nın sevinmesi gerektiği dile getirilmektedir.
64. sayfada Madam Bomper’e ithaf olunmuş “Tazmîn” adlı manzume yer almaktadır. Bu manzumenin ilk mısrasına konulmuş dipnot işaretiyle şiirin yazılma sebebi dipnotta gösterilmiştir. Buna göre Madam Bomper, Lozan Konferansı’nda Fransa’yı temsilen gelen kocasıyla Türk yetkililerin uyuşmak istemediklerini ve kocasının bir daha dönmemek üzere Lozan’ı terk edeceğini ve yerine bir asker gelerek Türkleri yola getireceğini söylemiş ve Lozan Konferansı’nı yaygaraya vermiştir. Bu manzume, Madam Bomper’e haddini bildirmek üzere kaleme alınmış, Madam Bomper’e “Olma sokak süpürgesi, kadın kadıncık ol” denilerek haddi bildirilmiştir.
Tazmîn adlı manzumenin ardından sayfa 65’te Hikâye-i Murahhas adlı manzume yer almaktadır. 27 beyitten oluşan manzumenin konusunu, Türkiye’yi temsil etmek üzere Lozan Konferansı’na katılan heyette yer alan Rıza Nur oluşturmaktadır. Şair, manzumesinde Rıza Nur’un Lozan’da konferans görüşmeleri sürerken bir meyhanede kafayı çekmesinden duyduğu öfkeyi dile getirmektedir. Rıza Nur’a duyduğu öfkeyi, şiirini “İstanbul’a gelmesin Ruza Nur” sözleriyle bitirerek ortaya koymaktadır.
Bir sonraki manzume “Kozmidi’niñ Çuvalı” (s. 68) adını taşımaktadır. Toplam 10 beyitten oluşan bir manzumedir. Manzumede adı geçen Kozmidi, Osmanlı vatandaşı bir Ermeni’dir. Asıl adı Kozmidi Pandelaki’dir. Bu kişi, muhalif olduğu için Kurtuluş Savaşı’nın ardından yurdu terk etmiş, 1923 yılı sonlarında geride bıraktığı bazı belgeler ele geçirilmiştir. Bunlar arasında Millî mücadele muhalifi olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’yla ilişkili kişilerin adlarının yer aldığı bir liste de vardır (Öksüz, 2016: 398). Bu listede, farklı meslek gruplarından 169 kişinin adı yer almaktadır. Halil Nihat, “Kozmidi’niñ Çuvalı” adlı manzumesinde, bu listede adı geçtiği hâlde yeni rejimde rol alan kişilerin korkularını mizahlaştırmıştır.
70. sayfada yer alan manzumenin adı Dârü’l-Fünûn Marşı adını taşımaktadır. Şarkı nazım türüyle yazılmış olan manzume, 6 dörtlükten oluşmaktadır. Bu manzumede Halil Nihat Boztepe, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır’ın Dârülfünûn müderrisliğine atanmasından duyduğu memnuniyeti anlatmaktadır. Bu memnuniyetini manzumenin tekrar eden nakarat kısmında “Oldu zîrâ Mîr Ekrem hâce-i şerh-i mütûn” mısrasıyla ortaya koymaktadır.
9
Nedîm Dîvânı Münâsebetiyle adlı manzume eserin 72. Sayfasında yer almaktadır. Bu manzume toplam 4 dörtlükten oluşmaktadır. Halil Nihat Boztepe, 1338/1922’de Nedîm Dîvânı’nı neşretmiştir. Halil Nihat’ın bu neşri edebî çevreler tarafından beğenilmemiş ve eleştirilmiştir. Bu manzume, neşrini eleştirenlere yönelik bir savunma yazısıdır.
Bu şiirin ardından gelen manzume “Şarkı” (s. 73) başlığını taşımaktadır. Bu manzume 3 dörtlükten oluşmaktadır. Manzume, Halil Nihat’ın Nedîm Dîvânı’nı neşrini eleştiren Yakup Kadri ile Falih Rıfkı’yı konu almaktadır. Burada Halil Nihat, Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’yı şu sözlerle aşağılamaktadır:
Nazîriñ var ise dünyâda Fâlih Rıfkı’dır Ya’kûb Değilseñ câhil ondan zerre miktarı berabersiñ (s. 73)
74. sayfada yer alan manzume “Şarkı” başlığını taşımaktadır. Şarkı nazım türüyle kaleme alınmış olan bu manzume 4 kıt’adan meydana gelmiştir. Şarkı başlığı altında tırnak içerisinde Sûz-ı Dil alt başlığı görülüyor ki yapılan bir pişmanlığı ifade ettiği anlaşılıyor. Sûz-ı Dil alt başlığı altında da “Açıkta kalan bir me’mur lisanıyla” ifadesi kullanılmıştır. Bu ifadeden de anlaşılıyor ki bu manzume, bir vazife alamamanın verdiği pişmanlıkla yazılmıştır. Manzumede, Ankara’ya gidenlerin öyle veya böyle bir vazife aldıkları, bazılarının da vekil olduğu, kendisininse ilimle meşgul olduğu ama vekil olanlar tarafından aslında buna hiç gerek olmadığının söylendiği, gitmiş olsaydı şimdi kendisinin de bir vekillik kapmış olabileceği, gitmediği için de böyle borç içinde yaşayıp durduğu anlatılmaktadır. Manzumenin her kıt’ası “Âh vaktiyle niçin gitmemişim Ankara’ya” nakarat mısrasıyla sona ermektedir.
76. sayfada Muhammed Cavid Bey’in Duyûn-ı Umûmiyye başkanlığına getirilişi hakkında hicvedici bir tarih yazılmıştır. Manzume, Târîh başlığını taşımakta, 17 beyitten oluşmaktadır. Manzumede, yurt dışında varlık içinde yaşayan Muhammed Cavid Bey’in yurtdışından gelip Duyûn-ı Umûmiyye başkanlığına getirilmesi alaycı bir ifadeyle hicvedilmektedir.
79. sayfada yine bir eleştiri manzumesi yer almaktadır. 15 beyitten müteşekkil manzumenin başlığı “Yeni Kitaplardan Hüzn ü Tebessüm” başlığını taşımaktadır. Manzumenin, başlığın atındaki sağ üst köşesinde “Üstad Cenâb’a” kaydı görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere manzume Cenap Şehabettin’e atfedilmiştir. Halil Nihat bu
10
şiirinde İzzet Melih’in Hüzn ü Tebessüm adlı eserini övmektedir. İzzet Melih’in edipler arasında çok nam saldığını, yurt dışında bile adının bilindiğini, onu eleştirmeye dahi kimsenin cür’et edemeyeceğini, cür’et edenlerin karşılarında Halil Nihad’ı bulacağını ifade etmektedir. Halil Nihad, İzzet Melih’in Hüzn ü Tebessüm adlı eserinin güzelliğini manzumesinin aşağıdaki son beytiyle şöyle ifade etmektedir:
Uyup ben Cenâb’a derim bî-tereddüd Kelâmıñ melihi, Melîh’iñ kelâmı. (s. 80)
İzzet Melih’in övüldüğü manzumenin ardından “Keyfim” (s. 81) başlıklı manzume gelmektedir. 18 beyitten oluşan bu manzumede, birtakım arzu ve isteklerinin gerçekleşmemesi sebebiyle şairin keyifsizliği anlatılmaktadır.
83. sayfadaki şiirin başlığı “Parmakla Tegazzül” adını taşımaktadır. Şiirin başlığı “Parmakla gazel yazma” anlamına gelmektedir. Adından da anlaşılacağı üzere şair bu manzumesini hece ölçüsüyle kaleme almıştır. Manzumede 6+5’lik hece ölçüsü kullanılmıştır. 13 beyitten oluşan manzumede şairin çevresinde olan bitenden duyduğu rahatsızlığı dile getirilmektedir.
Parmakla Tegazzül başlıklı manzumenin ardından gelen manzume “Çıkıyor” (s. 85) başlığını taşımaktadır. 18 beyitten oluşan manzumede şairin olacak deyip de olan ya da olmayan şeyler anlatılmaktadır. Şiirde Âyîne-i Devrân adlı kitabının iki ay sonra çıkacağı da ifade edilmektedir. Lakin bu mısraya bir dipnot işareti koymuştur. Dipnotta ise “iki ay=iki yıl” bilgisi yer almaktadır. Bu ifadeden, eserinin tahmin ettiği süreden çok sonra çıktığı anlaşılmaktadır.
Sonraki şiir “Dahi” (s. 88) başlığını taşımaktadır. Şairin “dahi” redifini kullandığı manzume, 7 beyitten oluşmaktadır. Şair bu manzumesinin başlarında dünyâ dan bıkkınlığını ifade ederken, son beyitlere doğru şairliğinin büyüklüğünden bahsetmeye başlıyor. Öyle ki sarhoş olmak isteyenlerin meyhaneye gitmesine gerek olmadığını, şiirlerinin daha tesirli olduğunu söylemektedir. Şiirinin son beytinde ise Zamanın biricik şairi ve şiirlerinin çok yüksek derecelerde olduğunu söyleyerek şairlikte sadece Yahya Kemal’den değil Yahya Kemal’in de etkilendiği söylenen Eredya’dan da üstün olduğunu ifade etmektedir.
Sonraki şiir “Nedîm’e Nazire” (s. 89) başlığını taşımaktadır. Toplam 10 beyitten oluşan manzume “almada” redifiyle kurulmuştur. Şair bu manzumede hayatın sıkıntılarından söz
11
ederek yokluk içinde yaşadığını, şu dünyâ da bir kulübesinin dahi olmadığını ama dünkü akranlarının bugün apartman sahibi olduğunu, dünyâ ya çeki düzen vermeye çalışsa da kendi hâlinin perişan bir şekil almaya başladığını üzüntüyle ifade etmektedir.
91. sayfada başlayan şiir “Kalmadı” başlığını taşımaktadır. 9 beyitten oluşan manzume “kalmadı” redifiyle oluşturulmuştur. Şair bu manzumesinde Fazıl Ahmed Paşa’nın adını vererek artık onu eskisi gibi eleştirenlerin kalmadığını, muharrir ve şairlerin korkudan yazamadığını ifade etmektedir. Kendisininse mertçe bu yanlışları söylediğini, memleketin durumunun iyi olmadığını, milletin alım gücünün düştüğünü, sırtına gömlek alacak para bulamadığını belirtmektedir. Şair, istese dünyâ yı pervasızca hicvedebileceğini ama çevresindekilerin suskunluğunu gördükçe kendisinde de artık eski isteğin kalmadığını ifade etmektedir.
Sonraki manzume “Nedîm’iñ Kafiyesiyle” (s. 93) adını taşımaktadır. Toplam 16 beyitten oluşmaktadır. Manzumede, ülkenin içinde bulunduğu zor durumdan şikâyet edilmektedir. Rumların bugünkü tavırları görüldükçe Talat Paşa’nın hasretle hatırlandığından, kendisinde ekâbire sataşmanın âdet hâline geldiğinden, sataşmadan duramadığından, zamane idaresinden lütuf istemediğinden sadece gölge etmelerini istemediğinden, padişahın kendisine sadaret makamını verse de kabul etmeyeceğinden söz etmektedir. Neden ticaret erbabı olmayıp da şair olduğundan da şikâyetçi olan şair, felekten değil güzellerden şikâyeti olduğunu da ifade etmektedir.
95. sayfada “gibi” redifiyle kaleme alınan “Gibi” başlıklı manzume yer almaktadır. Manzume 8 beyitten meydana gelmektedir. Manzumede, Peyâm gazetesinin yayınlarından duyulan rahatsızlık dile getirilmektedir. Gazeteyi sabah akşam öten uğursuz bir kuşa benzeten şair, gazetenin yayınlarının memleketi viraneye döndürdüğü ifade etmektedir. Ankara’dan bir ihtarın olması durumunda gazetenin kendisine çeki düzen vereceği de yine manzumede sözü edilen hususlardan biridir.
Sonraki manzume “Kış Derdi” (s. 97) adını taşımaktadır. Şiir 9 beyitten oluşmaktadır. Bu şiirde, yine memleketin içinde bulunduğu kötü durum dile getirilmektedir. Yaz mevsiminin geçip kış mevsiminin geldiği, dolayısıyla yine odun kömür derdine düşüldüğü ama yine belediyeden şikâyet edilmediği anlatılmaktadır.
“Var” adlı manzume 99. Sayfada yer almaktadır. 10 beyitten oluşan manzume “var” redifiyle kaleme alınmıştır. Manzumede, Dergâh dergisinde kendisi hakkında çıkan tenkitlere duyulan öfke dile getirilmiştir. “Dergâh mecmuası benim oklarımdan çekinmiyor mu? Benim
12
okçu olduğumu gösteren güzel bir kitabım var. Aslında o tenkide cevap vermek kendimi aşağılamaktır ama bir gün onun cevabını vereceğim.” (s. 100) demektedir.
101. sayfada yer alan manzume “Hep” başlığını taşımaktadır. 6 beyitten oluşan manzume “hep” redifiyle yazılmıştır. Manzumede Halil Nihat, Lozan Konferansı’ndan barışın çıkmasının gecikmesinden şikâyet etmektedir. Bu durumun kendisini ve dolayısıyla ülkeyi iyice fakirleştirdiğini, maaşının artık sadece ev kirasına gider olduğunu ifade etmektedir.
Hep başlıklı şiirin ardından “Kîl ü Kâl ü Söz ü Sâz” (s. 102) adlı manzume gelmektedir. Manzume 7 beyitten oluşmaktadır. Manzumede Halil Nihat, Ahmet Emin’den söz ederek aklının on beş metre havada olduğundan ama boyunun topu topu bir buçuk metre olduğundan bahseder. Ayrıca Süleyman Nazif’in de hep Farsça konuştuğundan şikâyet etmektedir. Düşmanlarının kendisini kötülemekten ve kendisine sövmekten korktuklarını, onları korkutan şeyin ise kendisinin onları eleştirmesi olduğunu ifade ederek halkın fiiliyat ile meşgul olduğunu kendisininse dedikoduyla saz ve söze meyilli olduğunu bildirmektedir.
103. sayfadaki manzume “Beraber Terennüm” adını taşımaktadır. Şair, Yahya Kemal Beyatlı’nın “Muhtâc isen füyûzuna eslâf pendiniñ / Diz çök öñünde şimdi Emîrî Efendiniñ” beytiyle başlayan gazelini tahmis etmiştir. Manzume 6 beşlikten oluşmaktadır.
Sonraki manzume “İzzet Paşa İçin” (s. 105) başlığını taşımaktadır. Başlığın hemen altında sola yaslı olarak “Geçirdikleri Kaza Münasebetiyle” ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeden anlaşılacağı üzere İzzet Paşa’nın geçirdiği bir kaza sebebiyle kaleme alınmıştır. “Durdukça dur” redifli manzume, toplam 8 beyitten oluşmaktadır.
Bu manzumenin ardından “Vazîfe” (s. 107) başlıklı şiir gelmektedir. Bu şiirin başlığı altında sola dayalı olarak “Gözlerimi kaparım / Vazifemi yaparım -Yeñi Hayat” ifadeleri yer almaktadır. Başlığın altında yer alan ifadeden de anlaşılacağı üzere Ziya Gökalp’ın yazdığı “Vazife” adlı şiirine nazire yapılarak yazılmıştır. Bu şiirinde Halil Nihat, gözlerin kapanıp vazifenin yapılmasını eleştirerek gözlerin açılıp vazifenin yapılması gerektiğini ifade etmektedir. Manzume altışar mısradan oluşan dört bent hâlinde yazılmıştır.
109. sayfada yer alan manzume “Ben Bir Kayayım” adını taşımaktadır. Bu şiir Rıza Tevfik’i tenkit etmektedir. Rıza Tevfik’in kendi ifadelerinden de alıntılar yapılarak hece ölçüsüyle yazılmış bir manzumedir. Toplam dört bentten oluşan manzumenin bitiminin ardından yazılış tarihinin öncesinde “Arnavut Köyü Amerikan Kolleji-Rızâ Tevfîk-Aslına kısmen mutabıktır” ifadeleri yer almaktadır.
13
“Ben Bir Kayayım” adlı şiirden sonra “Üstad Cem’e” kaydı düşülmüş olan “Muhâvere” (s. 112) adını taşıyan şiir gelmektedir. Türk edebiyatındaki “dedim-dedi” tarzındaki şiirlerden biri olduğu söylenebilir. 8 beyitten oluşan manzumenin son beytindeki “Çıktı mı Âyîne-i Devrân dedi / Resmini hâlâ yapacak Cem dedim” ifadelerinden Cem’in bir ressam olduğu anlaşılmaktadır. Halil Nihat’ın, kitabının basılabilmesi için kapak tasarımının yapılmasını beklediği anlaşılmaktadır. Bu şiirini ressam Cem’in gayrete gelmesi için yazdığı düşünülebilir. Muhâvere adlı manzumenin ardından 113. sayfada biri “Akbaba için” ve biri de “Zümrüd-i Ankâ için” başlıklarını taşıyan iki tarih kıt’ası yer almaktadır. Aynı sayfada “Kezâ” başlığını taşıyan bir de kıt’a nazım türü yer almaktadır.
114. sayfada “Halide Nusret Hanım’a” başlığını taşıyan bir kıt’a ile “Müstakil Gazete” için yazılmış bir tarih kıt’ası yer almaktadır.
115. sayfada bir tercî-i bent yer almaktadır. Bu manzume Alzas Loren’e ithaf edilmiştir. Manzumenin başlığı “Hikâye-i Hâl Fi’l-Mâzî” başlığını taşımaktadır. Manzume 6 bentten meydana gelmektedir. Alzas Loren Almanya, Fransa, İsviçre ve Belçika’ya sınırı olan bir bölgedir. Bugün Fransa sınırları içerisinde yer almaktadır. Şiirde, birinci dünyâ savaşında Nazi Almanya’sının bu şehri harap etmesi anlatılmaktadır. Şair, bu şiirinde Alzas Loren’in içine düştüğü durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmektedir.
119. sayfada “Na’t-ı Şerîf” başlığını taşıyan bir başka manzume yer almaktadır. Yâ Resûlallâh redifiyle yazılan manzumede içinde bulunulan devir, sosyal hayat ve insanlar Hazreti Peygamber’e şikâyet edilmektedir.
Na’t-ı Şerif başlıklı manzumenin ardından “Sihâm-ı İlhâm” (s. 120) adlı manzume gelmektedir. 19 beyitten meydana gelen manzumede şair, Âyîne-i Devrân’dan önce yazmış olduğu Sihâm-ı İlhâm adlı eserini övmektedir.
125. sayfadan itibaren “Berâber Terennüm” başlığı altında Fuzûlî’nin gazellerine yapılan tahmislere yer verilmiştir. Halil Nihat, Fuzûlî’nin dokuz gazelini tahmis etmiştir.Bu tahmislerden ilki “biliptir bilirim” (s. 125) redifiyle yazılan gazele yapılandır.
İkinci tahmis “Âşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perîşânıñdadır / Kanda olsam ey perî gönlüm senin yanındadır” (s. 127) beytiyle başlayan gazel, üçüncü tahmis “Cânımıñ cevheri ol la’l-i şeker-bâra fedâ / Ömrümüñ hâsılı ol şîve-i reftâra fedâ” (s. 129) beytiyle başlayan gazel, dördüncü tahmis “Hâsılım yok ser-i kûyuñdan belâdan gayrı / Garazım yok reh-i aşkında fenadan gayrı” (s. 131) beytiyle başlayan gazel, beşinci tahmis “Cânlar verip senin gibi cânâna yetmişim / Rahm eyle kim yetince saña câna yetmişim” (s. 134) beytiyle başlayan gazel, altıncı
14
tahmis “Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı / Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı” (136) beytiyle başlayan gazel, yedinci tahmis “Ey hoş ol günler ki ruhsârıñ bana manzûr idi / Çeşm-i ümidim çerâğ-ı vasldan pür-nûr idi” (s. 138) beytiyle başlayan gazel, sekizinci tahmis “Pây-bend oldum ser-i zülf-i perîşânıñ görüp / Nutkdan düştüm leb-i la’l-i dür-efşânıñ görüp” (s. 141) beytiyle başlayan gazel ve dokuzuncu tahmis ise “Ey kemân ebrû şehîd-i hançer-şehîd-i müjgânınım / Bulmuşum feyz-şehîd-i nazar senden senşehîd-in kurbânıñım” (s. 143) beytşehîd-iyle başlayan gazeldir.
Fuzûlî’nin gazellerine yapılan tahmislerden sonra 146. sayfadan itibaren Nedim’e yapılan tahmislere geçilmiştir. Halil Nihat, Nedim’in de dokuz gazelini tahmis etmiştir. Nedim’in gazellerine yapılan birinci tahmis “Gel ey esîr-i zülf-i perîşânıñ olduğum / Bilmez misin rübûde-i çevgânıñ olduğum” (s. 146) beytiyle başlayan gazel, ikinci tahmis “Gerdeni sâf u beyâz öyle ki kâfur gibi / Çeşm ü ebrûsu siyâh öyle ki sâmûr gibi” (s. 148) beytiyle başlayan gazel, üçüncü tahmis “Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısıñ kâfir / Aman dünyâyı yaktın âteş-i sûzân mısın kâfir” (s. 150) beytiyle başlayan gazel, dördüncü tahmis “Bûs-ı la’liñ şöyle seyrâb zülâl eyler beni / Kim gören âb-ı hayât içmiş hayâl eyler beni” (s. 153) beytiyle başlayan gazel, beşinci tahmis “Sînede evvel ne muhrik ârzâlar var idi / Lebde serkeş âhlar âteşli hûlar var idi” (s. 156) beytiyle başlayan gazel, altıncı tahmis “Estikçe bâd-ı subh perîşânsıñ ey göñül / Beñzer esîr-i turra-i cânânsın ey göñül” (s. 158) beytiyle başlayan gazel, yedinci tahmis “Mest-i nâzım kim büyüttü böyle bî-pervâ seni / Kim yetiştirdi bu güne servden bâlâ seni” (s. 161) beytiyle başlayan gazel, sekizinci tahmis “Ol perî-rû âşıka râm olsa da mâni’ değil / Gündüzün olmazsa akşam olsa da mâni’ değil” beytiyle başlayan gazel, dokuzuncu tahmis ise “Söz cihân içre ne gülşen ne gülistân almada / İş hemân âğûşa bir serv-i hırâmân almada” (s. 166) beytiyle başlayan gazeldir.
168. sayfadan itibaren Bâkî’nin gazellerine yapılan tahmisler başlamaktadır. Halil Nihat, Bâkî’nin iki gazelini tahmis etmiştir. Birinci tahmis “Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i hümâ imiş / İklîm-i hüsne anın için pâdişâ imiş” (s. 168) beytiyle başlayan gazel, ikinci tahmis ise “Sâkî zamân-ı ‘ayş-ı mey-i hoşgüvârdır / Birkaç piyâle nûş edelim nevbahârdır” (s. 170) beytiyle başlayan gazeldir.
Ardından Nâbî’nin bir gazeli tahmis edilmiştir. Bu gazel “Olmuş esîr-i aşk o perî nev-cüvân iken / Yanmış firâka âteş-i sad hânmân iken” (s. 174) beytiyle başlamaktadır.
176. sayfada ise Sabrî-i Şâkir’in bir gazelinin tahmisi yer almaktadır. Gazel, “Hân-ı belâ dilerdim eger ni’met istesem / Câh-ı muhabbet ister idim devlet istesem” beytiyle başlamaktadır.
15
178. sayfada ise Hammâmîzâde’nin bir gazelinin tahmis edildiği görülmektedir. Hammâmîzâde’nin gazeli “Bir gamzeden açmışken biñ yara göñüllerde / Yarayı şikâyet yok dildâra göñüllerde” beytiyle başlamaktadır.
Ardından Yahya Kemal’in “Vîrâne-i cihânda ne şâhız ne bendeyiz / Rind-i ‘abâ be-dûş fakîr-i revendeyiz” (s. 180) beytiyle başlayan gazeli tahmis edilmiştir.
182. sayfaya gelindiğinde Muhyiddin Râ’if’in bir gazelinin tahmis edildiği görülür. Muhyiddin Râ’if’in gazelinin ilk beyti “’Azm et ey âh-ı derûn kûy-ı dil-ârâdan yaña / Yâra efsah tercümân ol kalb-i şeydâdan yaña” beytiyle başlamaktadır.
184. sayfada ise Orhan Seyfi’nin “Vedâ ettim gençliğimiñ gamsız geçen rü’yâsına / Çıktım aşkıñ nihâyeti bulunmayan sahrâsına” beytiyle başlayan “Yolculuk” adlı şiiri tahmis edilmiştir.
Yapılan bu tahmislerin ardından 187. Sayfadan itibaren “Gazeller” bölümü başlamaktadır. Halil Nihat bu bölümde “Gazel” başlığını attığı 11 manzume kaleme almıştır. Bu 11 gazelden biri Nâbî’ye (s. 191), biri Sabrî-i Şâkir’e (s. 192), ikisi ise Fuzûlî’ye (s. 199, 201) yapılan nazirelerden ibarettir.
Gazellerin ardından “Şarkı” (s. 202) başlığını taşıyan 3 kıt’alık bir manzume yer almaktadır. Bunun ardından “İki Nişanlıya” (s. 203) başlığını taşıyan tek kıt’alık bir manzume gelir. Aynı sayfada “Tarih” başlığı altında bir tarih beyti bulunmaktadır.
204. sayfada “Kitâbe” başlığı altında 3 beyitlik bir manzume yer almaktadır. Bu manzumede Halil Nihat, Lem’î adlı bir kişinin ölümünden söz etmektedir.
205. sayfaya “Tercemeler” başlığı atılmıştır. Halil Nihat bu bölümde 4 şiir tercümesine yer vermiştir. Bu tercümelerden üçü Viktor Hügo’ya, biriyse Mopasan’a aittir. Viktor Hügo’ya ait tercümeler “Sahilde” (s. 207), “Yer Altında” (s. 209) ve “Terennüm” (s. 211) adlarını, Mopasan’dan yapılan tercüme ise “Karlı Bir Gece” (s. 212) adını taşımaktadır.
Eserin sonuna iki sayfa tutan bir fihrist (s. 214-215) eklenmiştir. Fihristin ardından “Tashih” (s. 216) başlığını taşıyan bir yanlış-doğru cetveli bulunmaktadır.
16
METİN
(s.3) Münâcât
Mef ûlü-Fâ ilâtü-Mefâ îlü-Fâ ilün
"Yâ Rab kemâl-i mertebe-i Mustafâ hakı Sıdk u safâ-yı silsile-i enbiyâ hakı"
Elbet değildir Ankara Kostantin'iñ yolu Ol bârgâhe muharrem olan âşina hakı
İstanbul içre aç dolaşan şeyh ü şâb için Türküñ vatanda gördüğü kaht u gelâ hakı
Nâr-ı Cahîmi añdıran eyyâm-ı sayf için Cism-i ‘alîle ra‘şe salan ol şitâ hakı
Kabrinde zâr olan ölü Nâmık Kemâl için Ferzend ekremindeki irsî dehâhakı
(s.4)
Derd-i vatanla Sofiya'da Yahyâ efendinin1 Küffâr içinde ettiği kalbî du‘â hakı
1
usu ‘ Urfa meb
17 Sevdâ terennüm eyleyen ehl-i arûz için Tûrân'a gitmek isteyen ehl-i hecâ hakı
Uşşâka yâr kıldığı cevr ü cefâ için Ma şûka âşık ettiği mihr ü vefâ hakı
A dâ-yı mülke karşı durup yek-vücûd olan Dîn ü vatan yolundaki millî kuvvâ hakı
Biñ türlü gamla zâr u perîşan şu milletiñ Kalbindeki o âteş-i azm-i bekâ hakı
İsmet'te zâhir eylediğiñ fenn-i harb için Fevzî'ye verdiğiñ edeb-i evliyâ hakı
Ra fette cûş eden vatanı gâye aşkına Kâzım'da rûnümâ gazab Murtazâ hakı
Eyyâm-ı ömr-zârını eş âra vakf îden Mücrim Nihad'ıñ ettiği candan ricâ hakı
Feth ü zafer sa âdeti lutf eyle millete Derde tahammül eyleyen ehl-i rızâ hakı
18
(s.5)
Na‘t-ı Şerîf
Başımdan aştı emvâc-ı felâket yâ Resûlallâh Görünmez sâhil-i emn ü selâmet yâ Resûlallâh
Hucûm-ı gamla her dem zâr u giryânım inâyet kıl Kuluñ etmek diler arz-ı şikâyet yâ Resûlallâh
Musîbet bir değil biñ bir değil nâ-kâbil-i ta dât umûmunden beter lâkin muhhabbet yâ Resûlallâh
Delinmiştir göñül tîr-i cefâdan süzgeç olmuştur Ziyândır içtiğim zehr-âb-ı firkat yâ Resûlallâh
Görüp yâr-ı cefâ-kârıñ elinden çektiğim derdi Gelir îmâna Abdullah Cevdet yâ Resûlallâh
Luzûm-ı ma rifetten bahs edenler nice gâfildir Uyansın uykudan erbâb-ı gaflet yâ Resûlallâh
Muvaffak olmanın dünyâda yoktur başka bir sırr Kıyâfet bir de fevkal âde cür et yâ Resûlallâh
19
(s.6)
Ser-i millette püskül eñ büyük hasm-ı terakkîdir Bugün meydâna çıkmıştır hakîkat yâ Resûlallâh
Şecâ at gösterip mecliste Yahyâ Gâlib ilk öñce Başından eylemiş def- i musîbet yâ Resûlallâh
Bütün a zâ-yı meclis peyrev olsunlar o meb ûsa Ki yoktur başka bir tedbîre hâcet yâ Resûlallâh
Tramvay perdesinden âkibet olduk halâs ammâ Açılmaz perde-i çeşm-i basîret yâ Resûlallâh
Bugün a mâl ü isti mâl-i işret men olunmuştur Fakat Terkos suyundan boldur işret yâ Resûlallâh
Eğer uğrarsa ta dîlâta matbû ât-ı kânûnî
Muharrirler eder her gün seyâhat yâ Resûlallâh
Demâdem korkarım ben hasm-ı Cumhûriyyet olmaktan Şu Fâlih durmayıp saçtıkça hikmet yâ Resûlallâh
Dokuz yaşında sübyan evlenir hâlâ bekârım ben Nasıl fetvâ verir bilmem şerî at yâ Resûlallâh
20 Hava bahsinde bir gün kıl kadar şaşmaz rasadhâne Görüp insân eder izhâr-ı hayret yâ Resûlallâh
Geçirmez köprüden almaksızın resm-i murûriyye Düşünmez başka şey aslâ emânet yâ Resûlallâh
(s.7)
Usanmam sîne-i devrâna ben her gün ok atmaktan Hedeften şaşmasın ettir isâbet yâ Resûlallâh
Neler olmuş neler gûş eyleyen efsâne zanneyler Benim hâmemde yok tasvîre kudret yâ Resûlallâh
Ne olmuştur diyen bir göz açıp etrâfa bakmaz mı Kazâlar köyler olmuştur vilâyet yâ Resûlallâh
Ne gaflettir ki hezeliyyâta sapmıştır kalem ehli Benim uhdemdedir hattâ riyâset yâ Resûlallâh
Diyormuş sâhir tâcir perî-i şi ri gördükte Ticâret yâ Resûlallâh ticâret yâ Resûlallâh
Zamânlardır yorulmak bilmeyip va z eylerim ammâ Ben ol câmi deyim kim bî-cemâ at yâ Resûlallâh
21 Gelip hengâm-ı rıhlet göçtüler dünyâ-yı fânîden Haber ver nerdedir Enver'le Tal at yâ Resûlallâh
Ne esrâr arz ederdim dergeh-i hâcâta ben şimdi Kozan meb ûsu vermiş olsa fırsat yâ Resûlallâh
Nihâd'ıñ bir zamân tahsîl-i ilm ü ma rifet etti Nasıl olmuşsa etmiş bir cehâlet yâ Resûlallâh
Diler abd-i günehkârıñ şefâ at rûz-i mahşerde Değil matlûbu hattâ baş vekâlet yâ Resûlallâh
Şubat, 1330/ Şubat 1914
22
Kasîde-i Vatan
23
(s.11)
Kasîd-i Vatan
Mustafa Kemal pâşâ Hazretlerine
Fâ ilâtün-Fe ilâtün-Fe ilâtün-Fe ilün
Subh-ı ümmîde erip leyle-i yeldâ-yı vatan İbtisâm eyledi sîmâlara sîmâ-yı vatan
Ufk-ı mînâ-yı dil-ârâmına çökmüştü zalâm Nûra gark oldu bu günlerde serâpâ-yı vatan
Buldu revnak yeñiden reng-i semâ reng-i zemîn Gülüyor gözlere her sâha-i hazrâ-yı vatan
Geçti kış günleriniñ her biri nevrûz gibi Nevbahâr oldu bu yıl mevsim sermâ-yı vatan
(s.12)
Esiyor bâd-ı sabâ cânlara canlar katarak Hâke îsâr ediyor amber sarây-ı vatan
Feyz-i bârân ile zümrüd gibidir sath-ı çimen Bağ u bostâna döşenmiş yine dîbâ-yı vatan
24 Oldu gûyâ ki gelin belde-i zibâ-yı vatan
Sevdiğim gel gidelim gezmeğe birlikte dedim Edelim bâde içip seyr ü temâşâ-yı vatan
Sîne-i sâfı seniñ gözleriñiñ rengi gibi
Oldu bak Marmara mir ât-ı mücellâ-yı vatan
Olalım bûd u nebûdundan uzak dünyâñıñ Bize lâzım değil elbette heyâhây-ı vatan
Şimdi gel mevsimidir gonca açılmak demidir Açılıp sen de gül ey verd-i mutarrâ-yı vatan
Ben de ilhâm-ı muhabbetle alıp deste kalem Edeyim türlü mezâmîn ile ıtrâ-yı vatan
Etmeyip nâz bu teklifi kabul eyledi yâr Şâd-kâm eyledi Mecnûnu Leylâ-yı vatan
Atladık Sirkecinden sandala bir Cum a günü Hârelenmişti o gün sîne-i deryâ-yı vatan
25
(s.13)
Giderek doğruca sâhil boyu çıktık Bebeğe Böyle pek az bulunur çây-ı ferahzâ-yı vatan
Eyledik bir iki sâ at kadar ârâm u huzûr Hemdem ü hemserimiz sağır mînâ-yı vatan
Öyle bir hâle getirmişti ki cânânımı mey O kadar ancak olur vech-i dilârâ-yı vatan
Öyle cûş eyledi neş em ki nazargâhımda Oldu cennet gibi pîş ü pes ü bâlâ-yı vatan
Böyle bir neş eyi gördüm topu bir kerre daha Çaldı vaktâki kılıç düşmâna pâşâ-yı vatan
Ya ni serdâr cihândâr u meşîr-i efham Gâzî muhteşem u müncî-i yektâ-yı vatan
Re y u tedbîr ile nizâm-ı umûr-ı devlet Yedd-i te yîd hudâ saftır hîcâ-yı vatan
Yeñiden bahş hayât eyledi cism-i vatana Yeridir dense o muhyiye Mesîhâ-yı vatan
26 Bu vatan mülkünü sarmıştı ferâ în-i cihân Çıktı meydâna olup sâni-i Mûsâ-yı vatan
Milletiñ bâdiye-i zulmete düşmüştü
Nûra sevk eyledi ammâ yed-i beyzâ-yı vatan
(s.14)
Bizde sevdâ-yı vatan yoktu desem doğru olur Yaktı dillerde o bir âteş-i sevdâ-yı vatan
Zannederdik ki vatan doğduğumuz yerlerdir Ne kadar başka imiş âh mü eddâ-yı vatan
Bir vatanpervere olmuş mu bu dünyâda nasîb Azm ü rezminde olan gayret-i ihyâ-yı vatan
Himmet-i terbiyet dest-i füsûnsâzıyla Oldu bir şâhid-i nâzende heyûlâ-yı vatan
Zabt u kayd etmemiş emsâlini târîh-i beşer Zâtı her millete timsâl mu allâ-yı vatan
Mündemic nüsha-i zâtında vatan mefhûmu Müncelî ism-i şerîfinde müsemmâ-yı vatan
27 Mustafâ zât-ı kemâlinde tecellî etti
Böyle takdîr edip Allâhu te âlâ-yı vatan
Ebediyyen sayılır ehl-i vatan indinde Nüsha-i zâtı onuñ nüsha-i kübrâ-yı vatan
Mantık-ı âlemi burhân ile berbâd etti İktirân eyledi kübrâsına suğrâ-yı vatan
Nakl eder âleme evsâfını her subh u mesâ Durmayıp seyr ederek bâd-ı sebük-pây-ı vatan
(s.15)
Şevket ü şânını söyler melekût âlemine Gökte âhenk ederek zühre-i zehrâ-yı vatan
Çıksa kürsîye eğer cûşîşe başlar fi'l-hâl Tab -ı pâkinde mezâyâ-yı sühanhây-ı vatan
Menşe -i mu ciz-i edâdır ki tenezzül etse Öğretir hâmesi münşîlere inşâ-yı vatan
Etse pervâz eğer himmetiniñ şahbâzı Dehşetinden dağılır lâne-i ankâ-yı vatan
28 Düşmân dîne urar Haydar-ı Kerrâr gibi
Darbe-i kâhire-i bârika âsâ-yı vatan
Kâfir öğrendi görüp Hanya'yı da Konya'yı da Vezne gelmez avukat bozması gîryâ-yı vatan
Âkıbet haddini bildirdi Lü eyd Corca dahi İngilizlerdi diyen zâtına zorbâ-yı vatan2
Terk edip râh-ı fütûhâtı kıral-ı Kostantin Tuttu İsviçre yolundan râh-ı ukbâ-yı vatan (s.16)
O ülilemrimiziñ azm-i Hudâ'da dile Oldu her cây-ı vatan medfen-i a dâ-yı vatan
Ordunuñ bir nazar et meşî dilîrânesine
Baş kumandan pâşâ verdikte kumandâ-yı vatan
Ayrılıp cism-i vatandan bize etmişti vedâ İşte bak geldi Trâkya ve Kilikya-yı vatan
Himmet-i hazret-i Gâzî ile Allâhu alîm Kavuşur millete bir gün Makedonya-yı vatan
2 eşkıyadır" demişlerdi. yı milliye erkânı için:"bunlar
-Lord Görzü'nün hâriciye nâzırlığı zamânındaKuvvâ
29
Türke Yunanlı bu zulmünde devâm eylerse Kalamaz bizde de bir tek Palikaryâ-yı vatan
Korkudan şapka inip başlara fesler kondu Oldu başlarda nazar boncuğu şapkâ-yı vatan
Memleket beñzedi gülzâr-ı Halîlullâha Sernigûn oldu bugün Lât ile Uzzâ-yı vatan
Çok devâm eylemez elbette firâk-ı Atebât Cûşa geldikçe göñüllerde tûlâ-yı vatan
Kıbledir Türke makâmât-ı diyâr-ı Bağdat Evliyâ vü uzamâ medfeni zûrâ-yı vatan
Vermeyiz hâk-i Filistîn ü Hicâz u Şâmı Tâ ebed gözde tutar hutta -i şehbâ-yı vatan
(s.17)
Bize devrân nice pâşâları göstermiştir Görmedik sen gibi pâşâyı tuvânâ-yı vatan
Sûretâ eylediler cümlesi îfâ-yı umûr Kurarak her biri bir sofra-i yağmâ-yı vatan
30 Vükelâ nâmına bir kâfile-i bî-ser ü pâ
Bilerek bilmeyerek eyledi imhâ-yı vatan
Gerçi Tal at'la Cemâl eylediler terk-i hayât Diyemem Enver'e hâlâ müteveffâ-yı vatan
Def olup gitti vatandan giyerek şapkasını On yıl evvel yetişen bir sürü rüsvâ-yı vatan
Her zamân nûr ile rencîde olan göz bulunur Gâlibâ şimdi de eksik değil a mâ-yı vatan
Zümre-i ehl-i amâ öyle uzaklarda değil Belki bir kısmı da a zâ-yı kurultay-ı vatan
Giydirir hîle edip şeytâna pâpûşunu ters Zâhiren gerçi giyer hırka-i takvâ-yı vatan
Sürülüp her sene hâşâ ki temizlenmezse Böyle mahsûl verir işte bu tarla-yı vatan
Beni afv eyle dokundumsa da zülf-i yâre Galeyân eyledi kalbimdeki şekvâ-yı vatan
31
(s.18)
Çok zamân sabr ile tercîh-i sükût etmiş idim Çıkacak şimdi bu ağzımdaki baklâ-yı vatan
Oldu mülgâ kapanıp mahkeme-i istiklâl3
Gelemez hâtıra endîşe-i sehpâ-yı vatan
Saltanat bir anonim şirket-i milliyye ise Dâhilim şirkete bâ-hakk-ı hüveydâ-yı vatan
Pek sükût eyleyemem hakkı kelâmım vardır Söylerim her sözü yok bende de pervâ-yı vatan
Okuyup yazma ne lâzım dedi mecliste biri İşitip ben de dedim vây-ı vatan vây-ı vatan
Mekteb ü medreseden geldi zarar millete hâ Duymak isterseñ eğer al sana zırvâ-yı vatan
Vâkı â söz çok olur meclis-i millettir bu
3 ık 1339'da İstanbul'a mahkeme geldi 10 Aral
32 Fakat olmaz yine bir böyle yalellâ-yı vatan
Etmiş İstanbul'u ithâm Besîm beg Atalay Ne bozuk kâfiyedir bak şu Atalay-ı vatan
Bunlarıñ ismi asılmak yaraşır duvara
Yollayım meclise yaldızlı mukavvâ-yı vatan
(s.19)
Olmuş İstanbul'uñ evlâdı üveyden de beter Ne diyorsuñ buña sen söyle Ababay-ı vatan
Ne kadar nâz ile gelmekte ma âşıñ emri Sanki reftâr ediyor dilber-i ra nâ-yı vatan
Muntazırdır oña herkes gibi Hâmid bile âh Âb-rûy-ı üdebâ şâ ir-i dânâ-yı vatan
Oldu me mûrlarıñ ekseri gayr-i fa âl Ne hatâ işledi bilmem ki bu ebnâ-yı vatan
Hep nezâretleriñ erkânı açıklar alayı Hâzır ol emrine âmâde bu alay-ı vatan
33 Aldılar her biri bir mansıb-ı vâlâ-yı vatan
Ba zılar tehlike vaktinde durup beklediler Ettiler soñra şitâb almak için pây-ı vatan
Durdular durdular ammâ bularak fırsatını urdular soñra gözünden nice turna-yı vatan
Erdi maksûda sokaklarda gezen işsizler Çevirip her biri bir türlü manevrâ-yı vatan
Sürüler geldi koşup Ankara'nıñ yaylasına Bârekallâhu zihî vüs at-i mer â-yı vatan
(s.20)
Acabâ Ankara'nıñ âb u havâsında ne var Ki vatansızlara ettirmede peydâ-yı vatan
Var mı damgası vatanperver olan kimseleriñ Urayım ben de gelip alnıma damga-yı vatan
Ne sefâlet çekiyor zümre-i ehl-i ta lîm İçemez kahvede bir kahve veya çay-ı vatan
34 Gidiyormuş kafa şantanlara lira-yı vatan
Söyleyenler bunu gelsin de yakından görsün Çok uzaktan göremez dîde-i şehlâ-yı vatan
Eñ büyük ni met imiş kadri bilinmezdi meğer Acabâ kaç kişi yer evde fasulyâ-yı vatan
Ne kadar âileler var ki sokaklarda yatar Çâresiz oldu bu derd ü gam-ı süknâ-yı vatan
Mâmelek sarf edilip gitti ma îşet yoluna Satılıp kalmadı bir hânede eşyâ-yı vatan
Olur elbette satan cevher-i nâmûsunu da Bu da bir illet-i menhûsa-i uhrâ-yı vatan
Nerdedir memleketiñ debdebe ve dârâtı Etti bir dâra madara nice dârâ-yı vatan
(s.21)
Yılda bir kerre gelir mâh-ı Muharremde yine Pişemez hânede bir türlü aşûrâ-yı vatan
35 Memleket oldu bugün belde-i mevtâ-yı vatan
Belki her hatvede tâbûta tesâdüf edilir Oldu herseng-i vatan seng-i musallâ-yı vatan
Mader evlâdına bîgâne ve bî-kayd oldu Sanki mahşer yeridir arsa-i pehnâ-yı vatan
Bir taraftan yakarak evleri yangın kül eder Bir taraftan da ezer halkı tramvâ-yı vatan
O kadar yandı ki yer kalmadı artık yanacak Bozulup kaldı sokaklarda tulumbâ-yı vatan
Kimse İstanbul ahâlîsini mes ûl edemez Onu rencîde eder böyle bir îmâ-yı vatan
Buradan gitti bizim Hâlide hanım oraya Hem de erkek gibi harb eyledi abla-yı vatan
O da herkes gibi ilk öñce nefer olmuştu İnce bel üstüne takmıştı palaskâ-yı vatan
36 Verilip taht-ı kumandasına mangâ-yı vatan (s.22)
Cepheden verdi hücûm emrini pek merdâne Gösterip askere engüşt-i muhannâ-yı vatan
İstedik biz de gelip harbe şitâbân olmak Uzanıp almadı lâkin yed-i tûlâ-yı vatan
Bir düşeş olmadı erkence kapanmıştı kapı Bizi mars eyledi vaktiyle dubarâ-yı vatan
Yeñi Gün sâhibi gûş etse eğer sözlerimi Savurur belde-i İstanbul'a saçma-yı vatan
Kimi meb ûs u vekîl ü kimi erbâb-ı kalem Korkarım sıçrayacak üstüme esmâ-yı vatan
Aldırış etme bakıp bî-ser ü bün sözlerime Pek mukayyed olamaz kâfiye cûyâ-yı vatan
Nice bir mes ele var mûcib-i tenkîd olacak Açtı bir kaç kişi yek-digere da vâ-yı vatan
37 Udebâ-yı belegâ-yı sühan ârâ-yı vatan
Kim ki hâinliği isbat edemez hâin olur Böyledir şer -i hıyânette fetâvâ-yı vatan
Yeñiden nakl-i kelâm eyleyeyim Ankara'ya Belde-i tayyibe-i laklaka fersâ-yı vatan
(s.23)
İzdivâcıñ ne tuhaf şeklini bulmuş bir zât Şaştılar fikrine etfâl ile âbâ-yı vatan
İzdivâc eyleyerek kalmayacak kimse bekâr Olsa da pîr eğer olsada bernâ-yı vatan
Öyle bir iş ki kolay Sâlih efendiye göre Gâlibâ verdi o takrîri bu monlâ-yı vatan
Ne demek adamı kânûn ile evlendirmek Gerçi lâzımsa da her adama Havvâ-yı vatan
Eğer eylerse bu kânûnu hükûmet tatbîk Çıkacak zâhire anîn ile hünsâ-yı vatan
38 Hepsiniñ var mı ya tatbîkine yârâ-yı vatan
Şuña bilmem ki ne der duysa hilâl-i ahdar Baña ilhâm verir neş e-i sahbâ-yı vatan
Yapıyor pîş-i hayâlimde geçit resmi yine Viski düz mastika konyak bira votkâ-yı vatan
Korkarım satmayalar şimdi müselles yerine Zümre-i bâde-perestâne murabbâ-yı vatan
Bilemem eyleyecek girye midir hande midir Bir dıram oynanıyor bir de komedya-yı vatan
(s.24)
İşe başlanmalıdır Türkiye imlâsından Şu elif kaldırılıp konmalı bir hâ-yı vatan
Sen ne derseñ o olur her söze aldırma pâşâm Var huzûruñda atan bir nice takla-yı vatan
Hâkimiyet ne kadar halka rucû etse dahi Yine bâkîdir o kandilli temennâ-yı vatan
39 Ses verir emriñe bir lahzada hayhay-ı vatan
Re y ü tedbîriñi tasdîk için alkışlarla Hây u hevâ etmededir aşk ile şûrâ-yı vatan
Kimi tevhîd-i kuvvâ der kimi tefrîk-i kuvvâ Bunlarıñ hepsi de fikrimce palavrâ-yı vatan
Sendedir münhasıran kuvve-i teşrî iyye Sendedir munhasıran kuvve-i icrâ-yı vatan
İn itâf etse eğer câhile nûr nazarıñ Ân-ı vâhidde olur bu alî Sînâ-yı vatan
Bolu Fâlih beğe Ya kûba da Mardin düştü Oldu hâsıl sanırım maksad-ı aksâ-yı vatan
Kara olsun yüzü bahtıñ ki güler Akçura'ya Âğayef'den de çıkar ortaya ağa-yı vatan
(s.25)
Rûh-ı Nâbî'yi bu tevcîh nasıl şâd etmez Urfa'dan meclise meb ûs ola Yahyâ-yı vatan