• Sonuç bulunamadı

İnanç açısından Kur'an ve Sünnet'te evrensel ahenk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İnanç açısından Kur'an ve Sünnet'te evrensel ahenk"

Copied!
87
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI KELAM BİLİM DALI

İNANÇ AÇISINDAN KUR’AN VE SÜNNET’TE

EVRENSEL AHENK

(Yüksek Lisans Tezi)

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK

Hazırlayan

Adil COŞKUN

044244051014

(2)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... 1

ÖNSÖZ ... 4

KISALTMALAR ... 5

GİRİŞ EVRENDE VE CANLILAR ÂLEMİNDE DÜZEN A- Evrendeki Düzen ... 6

1- Yahudilikte Evrensel Düzen ... 9

2- Hıristiyanlıkta Evrensel Düzen ... 10

3- İslam’da Evrensel Düzen ... 11

B- Canlılar Âleminde Düzen ... 12

1- Evrimin Tarihçesi ... 13

2- İnsanın Maymundan Geldiği Görüşü ... 14

3- Fosillerin Yetersizliği ... 15

4- Hayatın Yaratılmışlığı ve DNA Molekülü ... 16

5- Big-Bang Teorisi ... 17

6- Dalgalar Mekaniği-Kuantalar Mekaniği ve Belirsizlik İlkesi ... 18

BİRİNCİ BÖLÜM KUR’AN’DA EVRENSEL AHENK A- Evrenin Genişlemesi ... 22

B- Yaratılışta Süreklilik ... 23

C- Evrendeki Kusursuzluk ... 24

D- Karanlığın Yaratılması ve Karadelikler ... 24

E- Kur’an’da Allah’ın Varlığı ve Birliğine Dair Tabiattan Getirilen Deliller ... 25

1- İnsanın Yaratılışı ... 25

2- Hayvanların Yeryüzüne Dağılışı ve Çeşitleri ... 27

(3)

4- Madenlerin Yaratılış Hikmetleri ve Fonksiyonları ... 30

5- Güneş, Ay ve Yıldızların İnsanın Hizmetine Verilişi ... 32

6- Zamanın Gece ve Gündüze Bölünmesi ... 35

7- Rüzgâr ve Bulutun Hayatın İdamesindeki İşlevleri ... 36

8- Dağlar ve Yolların İnsan Yaşamındaki Etkileri ... 37

9- Su ve Denizlerin Yeryüzündeki Dağılışı ... 39

10- Hayat ve Ölümün Yaratılış Hikmetleri ... 40

11- Atmosfer ve Katmanlarındaki Düzen ... 41

12- Diller ve Renklerin Farklı Oluşu ... 42

13- Ateşin Yaratılışı ... 44

F- Nimet İçindeyken İnsanın Allah’ı Hatırlamaması ... 45

1- Susuzluk İçindeki İnsanın Durumu ... 45

2- Gemide Fırtına Çıkması Durumunda İnsanın Durumu ... 45

G- Ahirete İman Bağlamında Evrensel Ahenk ... 46

1- Kur’an’ın Ahiretin Gerçekleşeceğine Dair Tabiattan Deliller Getirmesi ... 47

2-Kur’an’ın Ahiret Hayatı İle Dünya Hayatı Arasında Benzerlik Kurması ... 49

3-Kıyamet Günü Evrendeki Güzel İşleyişin Bozulacağı İle İlgili Ayetler ... 51

İKİNCİ BÖLÜM SÜNNET’TE EVRENSEL AHENK A- Konu ile İlgili Hadisler ve Değerlendirmesi ... 54

1- Tabiat Olayları Üzerinde Tefekkür ... 54

2- İnsanın Yaratılışı ... 56

3- Güneş ve Ay Tutulmasının Tabii Olaylar Olması ... 58

4- Dağların Yeryüzündeki Konumu ... 60

5- Rüzgâr, Bulut ve Yağmurda Azab-Rahmet Olgusu ... 60

B- Kelâmcılara Göre Evrensel Ahenk ... 61

1- Mu’tezile’ye Göre Evrensel Ahenk ... 61

2- Ehl-i Sünnet’e Göre Evrensel Ahenk ... 63

a- İmam-ı Azam Ebû Hanife ve Evrensel Ahenk ... 63

b- Ebu’l-Hasan el-Eş’arî ve Evrensel Ahenk... 64

c- Ebû Mansur el-Mâturidî ve Evrensel Ahenk ... 65

(4)

1- Allah’ın Varlığının Delilleri ... 67

2- Gaye ve Nizam Delili(Teleolojik Delil) ... 71

3- İbn Rüşd’de Allah’ın Varlığının Delilleri ... 75

a- İnâyet Delili ... 76

b- İhtirâ Delili ... 78

SONUÇ ... 80

(5)

ÖNSÖZ

Evrendeki düzen, gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse sünnet’te üzerinde oldukça fazla durulan konular içerisindedir. Kur’an’da birçok ayette mükemmel denebilecek bir işleyişe sahip olan evrene dikkat çekilmiş, bu işleyiş üzerinde düşünüp tefekkür etmemiz ve bundan hareketle Yüce Yaratıcının varlığına ulaşmamız gerektiği sık sık vurgulanmıştır. Belki de Kur’an bu konu üzerinde çok geniş durup, söylenecek çok fazla bir şey bırakmadığı için sünnet’te bu konu üzerinde çok fazla durulmamış olmakla beraber, yine de bazı rivayetlerde Peygamberimiz (s.a.v.)’inde bu konu üzerinde tefekkür ettiği ve insanları da düşünmeye davet ettiği görülmektedir.

Bu çalışmamız giriş, iki bölüm ve sonuç kısmından oluşmaktadır.

Giriş kısmında genel olarak evrensel düzen başlığı altında evredeki mükemmel işleyişe dikkat çekmiş olup, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dininin bu konudaki görüşleri inceledik. Aynı zamanda giriş bölümünde ikinci bir konu olarak da canlılar âlemindeki düzeni ele alarak bu başlık altında evrendeki düzeni tesadüfle açıklayan teori: Evrim Teorisi’ni inceledik ve bu teorinin aslında gerek dinî ve gerekse bilimsel açıdan ayakları yere basmayan bir teori mahiyetinde olduğunu ortaya koymaya çalıştık.

Birinci bölümde, Kur’an’da evrensel ahenk konusunu ele aldık. Kur’an’ın üzerinde düşünmemizi özellikle istediği ve birçok yerinde dikkat çektiği çeşitli konuları incelerken konu ile ilgili müfessirlerin görüşleri ve bilimsel açıklamalara da yer vermeye çalıştık.

İkinci bölümde ise sünnet’te evrensel ahenk konusunu ele aldık. Bu bölüm içerisinde Peygamberimizin evrendeki düzenli işleyişe dikkat çektiği çeşitli hadislerini vererek değerlendirmelere tabi tuttuk. Yine bu bölümde kelâmcılara göre evrensel ahenk ile felsefede Allah’ın varlığı problemi ve evrensel düzen konularını ele aldık.

Bu çalışmamda fikir ve düşünceleriyle katkılarını esirgemeyen başta danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Durmuş ÖZBEK olmak üzere, Prof. Dr. Şerafeddin GÖLCÜK ve Prof. Dr. Süleyman TOPRAK’a en içten teşekkürlerimi sunarım.

Adil COŞKUN KONYA–2007

(6)

KISALTMALAR

a.g.e. :Adı geçen eser

a.g.m. :Adı geçen makale

A.Ü.İ.F.D. :Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

b. :Bin veya ibn

bk. :Bakınız b.y. :Basımevi yok C. :Cilt

Çev. :Çeviren

Der. :Derleyen

D.İ.B. :Diyanet İşleri Başkanlığı

Ed. :Edebiyat

E.Ü.İ.F.D. :Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Fak. :Fakültesi

F.Ü.İ.F.D. :Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Haz. :Hazırlayan

h. :Hicri

H.Ü.İ.F.D. :Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi H.Ü.İ.F.V. :Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı İ.İ.F. :İzmir İlahiyat Fakültesi

mad. :Maddesi

M.Ü.İ.F.V. :Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Sad. :Sadeleştiren

s. :Sayfa

S.Ü.İ.F.D. :Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

trc. :Tercüme eden

ts. :Tarihsiz

U.Ü.İ.F.D. :Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Ünv. :Üniversitesi

vd. :Ve diğerleri, ve diğer yazarlar

(7)

GİRİŞ

EVRENDE VE CANLILAR ÂLEMİNDE DÜZEN A- Evrendeki Düzen

Âlem (yani evren): Allah’tan başka var olanın adıdır.1 Daha geniş bir ifadeyle Âlem, “alamet ve nişan koymak” manasındaki “alm” veya “bilmek” manasındaki “ilm” kökünden türemiş olup, Hâlık’ın varlığına alamet teşkil eden ya da “kendisi ile yaratıcının bilindiği şey” anlamında kullanılan bir kavramdır.2 Dolayısıyla varlıkların bulunduğu evrene âlem denmesinin sebebi, onun yaratıcıya işaret eden şeylerden oluşmasıdır. 3

Evrendeki düzene bakarken, mutlaka Kur’an-ı Kerim perspektifinden bakmalıyız. Bu konuda Gazalî şöyle der: “Kur’an’dan habersiz olanlar, kâinatı istedikleri kadar incelesinler ve onun maddi yönüyle ilgili göz kamaştırıcı buluşlar yapsınlar, yine de onun ne olduğunu anlayamazlar. Yine bunun gibi kâinattan habersiz olanlar ve ona karşı gözlerini kapatıp onu yok farz edenler Kur’an’ı istedikleri kadar okusunlar, bunlar da Kur’an’ın hakiki manasını anlayamazlar. Bu o demektir ki, bütün taraflarına rağmen densiz maddeciler de, ruhçu, sekr ve hayal düşkünü dinciler de gerçek bilgiden nasipsizdirler.”4 Allah insanlara akıl vererek gerçekleri tefekkür etmelerini istemiştir. Zira gerçeklerin anlaşılması ancak tefekkür etmekle mümkündür.

Okyanusun derin çağıltısı, tenha koruların suskun manzarası, göllerin sessiz parıltısı, derinliklerinden zorlu bir inilti duyulan ormanların büyülü sesi, eşyanın derinliklerinde görülen ezeli kudretin özgün tecellisidir.5 Tabiat kanunları, düzenleyici bir güç bulunduğuna sürekli bir delildir.6 Tesadüf ancak bir veya birkaç defa olabilir. Oysa bu kadar yenilenen, bu kadar sabit bir düzenin tesadüfen oluşması imkânsızdır.

1 es-Sabûnî, Nûreddin, Mâturidiyye Akaidi (Araştırma ve notlar ilavesiyle trc. :Bekir Topaloğlu), D.İ.B.Yay., Ankara, 1991, s. 61.

2 Karataş, Cağfer, Bâkıllanî’ye Göre Allah ve Âlem Tasavvuru, Arasta Yay., Bursa, 2003, s. 37. 3 Keskin, Halife, İslâm Düşüncesinde Allah-Âlem İlişkisi, Beyan Yay., İstanbul, 1996, s. 69.

4 Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî, Kalplerin Keşfi (Mükaşefetül Kulûb), (Çev.; Abdülhalik Duran), İstanbul, 2005, s.332.

5 Günaltay, M. Şemseddin, Felsefe-i Ûlâ-İsbat-ı Vacib ve Ruh Nazariyeleri, (Haz.: Nuri Çolak), İnsan Yay., İstanbul, 1994, s. 72.

(8)

Tüm hayatı kuşatmış olan ve her olayı “normal seyrinde akıyor” şeklinde değerlendirmeye sebep olan “alışkanlık gözlüğü” çıkarıldığında, aslında her şeyin pamuk ipliğine bağlı denilecek şekilde detaylı planlanmış, birbirine bağlı sistemlerden oluştuğu rahatlıkla görülebilir.

Gerek gökyüzü, gerek yeryüzü ve gerekse bu ikisi arasında yaşayan canlılara baktığımızda her birinin tek tek kendilerini yoktan var eden yaratıcının varlığını ispatladığını görürüz.7 Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi şöyle der: “Allah her şeyi bir sebebe bağlamakla düzeni temin eden nizamı kâinata koymuş ve her şeyi o sisteme başvurmaya ve onda kalmaya yöneltmiştir. İnsanların evrene bakarken, gerçeği görmemelerinin sebebi ise evrene kast ve dikkatle değil de sathî bir gözle bakmalarıdır. Aksi takdirde herkes bu gerçeği çok rahat görebilir.8

Dünya ve içinde şeylerde, güneş sisteminde bir gayelilik ve düzen olduğu tecrübe deney ve gözlemlerle pek açık bir şekilde görülüyor. Dünyanın ekseninin eğik olup, güneş etrafında dönerken takip ettiği yörüngeyle ekvator arasında 23 derecelik bir açı yaparak dönmesi mevsimleri meydana getirir. Dünya kendi etrafında 1000 mil hızla döner böyle olmayıp da 100 mil hızla dönseydi, gece ve gündüz şimdikinin 10 katı olur, her uzun gündüzde sıcak yaz güneşi bitkileri yakıp kavurur ve her uzun gecede de soğuktan canlılar donardı. 9

Âlemdeki gaye ve nizamın, insan yaşamına uygunluğunun birçok örneği vardır. Mesela, yerküresi kendi ekseni etrafında her 24 saatte bir dönüş yapar. Yani dünyamız saatte 1.600 km. civarında bir hıza sahiptir. Eğer dünya saatte 160 km’lik bir hızla dönüyor olsaydı, o takdirde gece ve gündüzümüz şimdi olduğundan 10 kat daha uzun olacaktı. Bu durumda yaz mevsiminin kızgın güneşi, her gün bitkilerimizi yakacak, geceleyin de yeryüzündeki bütün bitkiler soğuktan donacaktı.

Keza, her türlü hayatın kaynağı olan güneşin yüzeyindeki ısısı 6.650 C’tır. Dünyamız, güneşten yeter derecede bizi ısıtabilecek kadar uzaktır. Bu mesafe hayret verici bir şekilde sabit kalmaktadır. Milyonlarca yıldır bu alanda meydana gelen değişiklik, bildiğimiz tarzdaki hayatın devamına zarar vermeyecek kadar az olmuştur. Şayet yerküresinin sıcaklığı bir yılda ortalama olarak 50 derece değişseydi bütün bitkilerle birlikte insan da yanarak veya donarak ölürdü.10 Yıldızların

7 Yahya, Harun, Allah Akılla Bilinir, Vural Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 25.

8 Harmancı, Abdülkadir, Said Nursi’nin Risalelerinde Kelâm-Felsefe Problemleri, Ayışığı Kitapları, İstanbul, ts., s 38-39.

9 Bahçeci, Muhiddin, İman ve Allah’ın Varlığının İsbatı, Çizgi Ajans, Kayseri, 1989, s. 109- 110.

10 Morrison, A. Cressy, Müspet İlim Yönünden İnsan, Kâinat ve Ötesi, Çev. Bekir Topaloğlu, Dergah Yay. İstanbul, 1980, s. 63.

(9)

saçtıkları ışıklar da değişiktir. Şayet güneşimiz şu anda verdiği ışınların yarısını verecek olsaydı hepimiz donardık. Buna karşılık ışınlarını bir buçuk kat arttırsaydı çoktan kül olurduk.

Dünyamızın dönüş hızında da nizam ve düzen dikkat çekmektedir. Dünya güneş etrafında saniyede 30 km’lik bir hızla döner. Bu hız, mesela saniyede 10 veya 70 km. olsaydı, güneşe olan uzaklık veya yakınlığımız yaşamamıza engel teşkil ederdi. Dünya’nın 23 derecelik eğikliğe sahip olması da insan yaşamına uygundur. Bilindiği üzere yerküre 23 derecelik bir açı ile eğiktir. Bu durumdan mevsimler doğmaktadır. Eğer böyle olmasaydı kuzey ve güney kutbu daima karanlıkta kalacak ve okyanuslardan yükselen su buharı, yolunda buzdan meydana gelmiş kıtalar yığarak kuzeye ve güneye doğru dağılacak, ekvatorla karlı bölge arasında bir çöl sahası teşkil edecekti. Bu durumda buzlardan nehirler doğacak, bunlar derin vadilerden geçerek artık buzla kaplı hale gelmiş bulunan okyanuslara akacak ve sürekli olmayan buz gölleri meydana getirecekti. Ayrıca inanılmaz büyüklükteki bu buz kütlelerinin ağırlığı kutuplara baskı yapacak, bu da ekvator bölgesinin yayılması ve taşmasına sebep olacak ve mutlaka yeni bir ekvator bölgesine ihtiyaç hissettirecekti. Kaldı ki okyanusların çekilmesi ile yeni ve geniş sahaların meydana geleceğini, yerküresine yağacak yağmurun azalacağını ve bundan korkunç sonuçların doğabileceğini de unutmamak gerekir.11 Yine yerkabuğu

bugünkünden, mesela 2 – 3 metre daha kalın olsaydı oksijen tamamıyla ortadan kalkacak ve hayvanların yaşamasına imkân kalmayacaktı. Okyanuslar da 1– 2 metre daha derin olsaydı karbondioksit ve oksijen tamamen emilmiş olacak ve yeryüzü üzerinde bitkisel hayat mevcut olmayacaktı.12

Evren sadece bir maddeler topluluğu değildir. Çok çeşitli enerji türleri de evreni doldurmaktadır; düşük frekanslı elektro manyetik dalgalar, kızıl altı ışınlar görünür ışık dalgaları mor ötesi ışınlar, x ışınları, kozmik ışınlar vs. 13

Evrenin en ince ayrıntılarına kadar hesaplanıp iyice tasarlandıktan sonra yaratıldığı anlaşılmaktadır. Yaratılış günümüzden 15 milyar yıl önce başlamıştır ve bir program dâhilinde bir sona doğru devam edip gitmektedir. 14

1913’te Lowell Rasathanesinden Vesto Melvin Slipher daha önce nebula denen bazı gök cisimlerinin bizden saniyede 1800 km ye varan hızlarla uzaklaştığını incelemeleriyle tespit etti. Daha

11 Morrison, A. Cressy, A.g.e., s. 25. 12 Morrison, A. Cressy, A.g.e., s. 31.

13 Temizer, Tarhan, Allah’ı Tanımak ve Anlamak, İstanbul, 1991, s. 211. 14 Temizer, a.g.e., s. 112.

(10)

sonra astronom Edwin P. Hubble bütün galaksilerin bizden uzaklaşmakta olduğunu ortaya çıkardı. Bu durumu da 1929’da bir kanun olarak astronomi topluluğuna kabul ettirdi. Galaksilerin sürekli olarak bizden uzaklaşmaları evrendeki cisimlerin aralarının açıldığını yani evrenin genişlediğini gösterir. Yani ne kadar geleceğe doğru gidilirse evren daha büyük bir hal alacaktır.15

Ancak Kur’an perspektifinden olaya bakmazsak birçok gerçeği gözardı edebiliriz. Nitekim Allah’ın varlığını ve birliğini ispat için kelâmcılar ve İslâm filozofları evrenden hareketle “hudûs delili”, “imkân delili”, “gaye ve nizam delili”, (inayet ve ihtira delili) gibi deliller ileri sürmüşlerdir. İbni Rüşd ise doğrudan Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle Hudûs ve imkân delillerini eleştirmiş ve Allah’ı bilmenin Kur’an temelli inayet ve ihtira delilleri ile mümkün olacağını ileri sürmüştür. Ayrıca ona göre kelâmî ve felsefî deliller herkesin kolay anlayabileceği Kur’anî delilleri arka plana itmiştir.16

Evrenin bu düzenli işleyişinin Allah tarafından idare edildiği, müşriklerin de itiraz edemeyeceği bir durumdur. Zira Peygamber döneminde de müşrikler bunu biliyor ve ifade etmekten kaçınmıyorlardı.17 Şu ayeti kerime bu gerçeği dile getirmektedir: “Andolsun ki onlara, gökleri ve yeri

kim yarattı?” diye sorsan mutlaka ‘Allah’ derler. Deki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur. Ama onların çoğu bilmezler.”18

Evrenin güzelliği akıllara durgunluk veren boyuttadır. Bu konuda Türk Edebiyatı Tarihi’nde vatan, millet ve hürriyet şairi olarak tanıdığımız Namık Kemal’in şu sözleri de bu gerçeği dile getirir: “Dikkatle bakılırsa, bu karargah-ı kudretin her zerresi bir cihan-ı hikmet, her lâhzası bir devr-i ibrettir. Akıl her gördüğünden müstefit olabilir, her işittiğinde de hisse-i marifet bulabilir.19

Bu açıklamalardan sonra sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’a göre evrensel düzeni ele alalım.

1- Yahudilikte Evrensel Düzen

Evren konusu Tevrat’ın “Tekvin” bölümünde işlenir. Mesela 2. bâbın ile ilk 3 ayeti: “Böylece gök, yer ve onların bütün ordusu tamamlandı. Tanrı yaptığı işi yedi günde bitirdi ve yaptığı bütün işten yedinci günde işsiz kaldı. Tanrı yedinci günü mübarek kıldı ve onu kutsadı. Çünkü Tanrı yaratıp yaptığı bütün işten o gün işsiz kaldı” şeklindedir. Yahudilerin hafta tatili (sabbat) buradan

15 Temizer, a.g.e., s. 249.

16 Erdem, Hüsameddin, Allah’ın Varlığının Delillerinin Kur’anî Temelleri, S.Ü.İ.F.D., Sayı:VIII, Konya, 1999, s. 28-29. 17 Vatandaş, Celaleddin, Kur’an ve Hayat, Pınar Yay., İstanbul, 2000, s. 169.

18 Lokman, 31/25.

19 Göçgün, Önder, Nâmık Kemâl’de Varlık Meselesi ve Allah, Atatürk Ünv. İslamî İlimler Fak. Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1980, s. 241.

(11)

gelmektedir.20 Yine Tevrat’ta Allah’ın önce gökleri ve yeri yarattığı, daha sonra sırasıyla karanlığı yarattığı ve ona gece dediği, ışığı yarattığı ve ona gündüz dediği, daha sonra ise denizleri ve meyve veren ağaçları yarattığı bilgisi yer almaktadır.21

Tekvinin ikinci bölümünde ise Hz. Âdem’in yaratılıp, yeryüzü cennetine konulması anlatılmaktadır. Yine bâb: 1. ayet: 24-31’de geçen “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onları erkek ve dişi olarak yarattı” ifadelerinden insanın en güzel şekilde yaratıldığı ve yeryüzünde bir nevi Tanrının temsilcisi olduğu fikrine ulaşılabilir.22

İlk çağ Yahudi filozofu Philo, Yahudilikte dinsel imanı içeren sekiz esas şart ileri sürmüştür. “Tanrının inkâr edilemez varlığı” ve “Dünyayı yaratması” bunlardan iki tanesidir.23

Yahudi inancına göre evrendeki yaratma işini ve evrende meydana gelen değişmeleri Tanrı düzenlemektedir.24 Ancak evrendeki düzenden Allah’ın varlığına ulaşabileceği yönünde herhangi bir bilgiye ulaşamamaktayız.

2- Hıristiyanlıkta Evrensel Düzen

Yuhanna İncil’i, “başlangıçta söz vardı” şeklindeki giriş ayeti ile başlar. Söz, Latincede “ahenk” demektir. Yani başlangıçtan beri dünyada ahengin olduğu ve bu ahenk neticesinde düzen ve dengenin dünyaya egemen olduğu söylenebilir.25

Çok net olmasa da Hıristiyanlık inancında da evrende bir düzen olduğu görüşü kabul görmektedir. Nitekim Hıristiyanların yüzyıllardır ayinlerinde söyledikleri: “Sanctus, sanctus, sanctus. Domine Deus. Sabaoth. Pleni Sunt coeli et terra gloria Eius” (Kutsal, kutsal, kutsal. Ruhların efendisi. Yer ve gök onun görkemiyle dolu.) şeklindeki ifadeler bu görüşün belirgin göstergesidir.26

Neticede gerek Yahudi ve gerekse Hıristiyanlık inancında “Tanrı evreni yaratandır ve evrende bir düzen vardır” fikri çok açık bir şekilde görülmektedir.

20 Bucaille, Maurice, Müsbet İlim Yönünden Tevrat İnciller ve Kur’an, (trc. : Mehmet Ali Sönmez), D.İ.B.Yay., Ankara, 1984, s. 55-56.

21 Bingöl, İrfan, Evrenin Oluşumu (Bilimsel ve Dinsel Yönden), Ankara, 1995, s. 103. 22 Bucaille, a.g.e., s. 54.

23 Alalu, Suzan, vd., Yahudilikte Kavram ve Değerler (Dinsel Bayramlar-Dinsel Kavramlar-Dinsel Gereçler), İstanbul, 1996, s. 108.

24 Nasr, Seyyid Hüseyin, Tabiat Düzeni ve Din, (Çev.: Latif Boyacı), İnsan Yay., İstanbul, 2002, s. 71. 25 Nasr, a.g.e., s. 72.

(12)

3- İslam’da Evrensel Düzen

İslam dininde gerek insanlığa rehber olması için gönderilmiş olan Kur’an ve gerekse insanlık için en güzel örnek olarak kabul edilen Hz. Muhammed’in sözlerinde çok açık bir şekilde evrendeki düzene dikkat çekilmiş ve bu düzenden hareketle yüce yaratının varlığı ve birliğine ulaşılması gerektiği sık sık vurgulanmıştır. Kur’an ve Sünnet’te evrensel düzeni ayrıca ele alacağımız için burada daha çok büyük İslam düşünürleri ve İslam mutasavvıflarının bu konudaki görüşleri üzerinde duracağız.

Mutasavvıflara göre evrendeki düzen, ilahi gerçekliğin kendisini olgusal varlık düzleminde yansıtmasından başka bir şey değildir. Yani var olan bütün varlıklar onun zuhur yerleridir. 27

Bu konuda bazı mutasavvıf ve mütefekkirlerin görüşleri ise şu şekildedir:

İbn Arabî, “evrende ilahi destek görmeyen ya da ilahi bir sıfatın özelliklerini taşımayan hiçbir şey yoktur” der.28 Yani doğal düzen ilahi düzeni yansıtır. Yine ona göre evren, tümüyle Tanrının isim ve sıfatlarının belirmesidir. İnsan da evrenin bir özeti ve adeta bir maketi şeklindedir. Onun düşüncesinde evren büyük insan, insan ise, küçük evrendir. 29

Mevlana’da ise her canlı ve evrende meydana gelen her olay farklı bir şeyi temsil eder. Örneğin kış, Tanrısıyla baş başa kalan sufinin halvet zamanını; bahar yağmuru, Peygamberimizi (nasıl ki yağmur Konya Ovası’na bereket veriyorsa; Peygamber de insanların ruhuna bereket vermiştir); güneş, Tanrı’nın cemal ve celalini; ağaçlar ise dervişleri temsil eder. Mevlana tabiatın güzelliklerini, onu yaratanın güzelliklerini anlatmak için vasıta olarak kabul eder. Tabiatı her yönüyle “Yüce yaratıcının bütün güzelliklerinin seyredildiği bir ayna” olarak kabul eder. Kâinatta gizli olan sırları ise ancak düşünen ve hissedebilen kişiler fark eder.30 Böylece Mevlana tabiattaki varlıklar üzerinde tefekkür etmenin önemini vurgular.

Sadreddin Konevi, “önce Tanrıyı bilmek, daha sonra ise yarattıkları üzerinde düşünmek” fikrini savunur. Yani yaratandan yarattıklarına inmek gerekir. Aksini yani filozofların yaptıkları gibi yarattıklarından yaratana gitmek ona göre mümkün değildir.31

27 Kam, Ferit, Vahdet-i Vücûd, (Sad.: Ethem Cebecioğlu), D.İ.B.Yay., Ankara, 1994, s. 61. 28 Nasr, a.g.e., s. 79.

29 Sevim, Seyfullah, İslâm Düşüncesinde Marifet ve İbn Arabi, İnsan Yay., 1997, s. 133.

30 Kayaoğlu, İsmet, “Mevlâna’da Tabiat Sevgisi”, Mevlâna’nın Düşünce Dünyasından, (Der.: Nuri Şimşekler), T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay., Konya, 2005, s. 203-204.

31 Keklik, Nihat, Sadreddin Konevî’nin Felsefesinde Allah-Kâinat ve İnsan, İstanbul Ünv. Ed. Fak. Yay., İstanbul, 1967, s. 84.

(13)

Mutasavvıflara göre bütün varlıklar varlık olarak sadece Allah’a işaret edip, onun varlığına delillik yapmazlar. Bizzat kendileri de inanan bir insan gibi O’na kulluk ve ibadet ederler. Onlar bu görüşlerine Kur’an’dan da delil getirirler. Nitekim bir ayette: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihi anlayamazsınız. O, halimdir, bağışlayandır.”32 buyrulmuştur. Ulama varlıkların Allah’ı tesbihleri onların “lisan-ı hal” üzere olmaları yani yaratılışları üzere bulunarak varlıklarını sürdürmeleridir derken33, mutasavvıflar bunun hakiki manada olduğunu kabul ederler. Mesela Yunus Emre:

“Şol Cennet’in ırmakları akar Allah diyu diyu

Çıkmış İslam Bülbülleri öter Allah diyu diyu.” 34 derken bunu dile getirir.

Yine Mutasavvıflara göre iki çeşit Kur’an vardır. Birincisine “Tedvinî Kur’an” adını verirler ki bu Allah’ın Peygambere vahyettiği hakiki manadaki Kur’an’dır, anlaşılması için vahyedilmiştir. İkincisine ise “Tekvini Kur’an” adını verirler ki, bu “Kozmik Kur’an” demektir. Yani Tekvini Kur’an ile mutasavvıflar kâinatı kastederler. Kâinattaki her varlık bir ayet hükmündedir. İncelenip, sırları ve hikmetleri, anlaşılsın diye yaratılmıştır. Zira oradaki her varlık Allah’ı gösteren işaretlerdir.35

Ayrıca sufiler genel olarak isbat-ı vacibe sıcak bakmazlar. Çünkü onlara göre insan Allah hakkında sahip olduğu bilgilerden daha açık ve kesin bir bilgiye sahip değildir. Açık olanın varlığını açıklamaya çalışmak da boşuna bir gayrettir. Eksik ve sonradan yaratılmış bir varlığa dayanarak mutlak, kâmil ve ezeli bir varlık hakkında tam manasıyla gerçek ve doğru bir bilgiye sahip olmak imkânsızdır.36 Yani mutasavvıflar evrendeki düzeni ve ondan hareketle mükemmel varlık hakkında bilgi sahibi olmayı kabul etmekle birlikte, evrenden hareketle ayrıca Allah’ın varlığı için çeşitli deliller ileri sürmesini abesle iştigal olarak değerlendirmektedirler.

B- Canlılar Âleminde Düzen

Bu başlık altında canlılar âlemindeki düzeni tesadüfle açıklayan teorilerden biri olan Evrim Teorisi’ni ele alacağız ve yanlışlığını ortaya koymaya çalışacağız. Şimdi bu konuyu tarihi süreciyle beraber ele alalım.

32 İsra, 17/ 44.

33 Bayraktar, Mehmet, İslam ve Ekoloji, D.İ.B.Yay., Ankara, 1992, s. 87-88.

34 Yunus Emre Divanı, Haz.: Faruk Timurtaş, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986, s. 254. 35 Bayraktar, a.g.e., s. 85-86.

36 Kılavuz, Ahmet Saim, Anahatlarıyla İslam Akâidi ve Kelâm’a Giriş, 11. Baskı, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 98-99.

(14)

1- Evrimin Tarihçesi

Evrim, derece derece meydana gelen değişme ve gelişme demektir. Biyolojik terim olarak ise evrim, bütün bitki ve hayvan türlerinin birbirinden türemesi anlamına gelir.37

Evrim Teorisi bilim dünyasına 19. yy. da girdi. Önce Fransız biyolog Lamarck canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiği varsayımını ortaya attı. Lamarck canlıların yaşamları sırasında kazandıkları değişimleri sonraki nesilleri aktardıklarını ileri sürdü. Örneğin zürafaların eskiden çok kısa boylu olduklarını ancak zamanla yüksek ağaçlara ulaşmak için çabalarken nesilden nesile boylarının uzadığını iddia etmiştir. Ancak Lamarck’ın “Kazanılmış özelliklerin aktarılması” olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile birlikte geçerliliğini yitirdi. DNA’nın keşfi ile birlikte canlıların hücrelerinin çekirdeğine kodlanmış çok özel bir genetik yapıya sahip oldukları ve bu genetik bilginin “kazanılmış özellikler” tarafından değiştirilemeyeceği ortaya çıktı. Yani canlının boynunu ağaca yetiştirmek için çabalayıp boynunu birkaç santim uzatması durumunda bile doğuracağı yavrular yine kısa boylu olacaklardı. Böylece Lamarck’ın teorisi kısa süre içinde bilimsel bulgularla geçerliliğini yitirdi. Ancak Lamarck’tan sonra yaşamış olan başka bir doğa bilimcinin evrim teorisi daha uzun ömürlü oldu. Bu doğa bilimcinin adı Charles Robert Darwin, teorisinin ismi ise Darwinizm’dir.38

Darwin, teorisini bir dizi gözleme dayanarak ortaya atmıştı. 1832’de İngiltere’den yola çıkan ve beş yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen Beagle adlı resmi keşif gemisinde gönüllü olarak yer almış, bu gezi esnasında gördüğü canlı türlerinden çok etkilenmişti. Geziden sonra hayvan çiftliklerini dolaştı. Farklı inek cinslerinin çiftleştirilmesi suretiyle yeni cinsler türetildiğine şahit oldu. Böylece kafasında bir teori şekillenmeye başladı. Sonunda bu fikrini 1859’da yayımlanan “Türlerin Kökeni” adlı eserinde açıkladı. Bu kitapta tüm canlı türlerinin tek bir atadan geldiğini ancak zaman içinde küçük değişmelerle birbirlerinden evrimleştiklerini iddia etti. Darwin Teorisi’nin Lamarck Teorisi’nden asıl farkı vurguyu “doğal seleksiyon” kavramına yapmış olmasıdır. Doğal seleksiyon, doğadaki yaşam mücadelesinde güçlü ve ortamın şartlarına uygun olan canlıların hayatta kalması anlamına gelir.39

37 Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerim’e Göre Evrim Teorisi, A.Ü.İ.F.D., C. XX, Ankara, 1975, s. 127. 38 Yahya, Harun, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 12.

(15)

Evrim Teorisi’nin önemli savunucularından Bergson; “Hayat bir tohumdan diğerine gelişmiş bir organizma aracılığı ile geçen bir akışı andırıyor40 ve bu akış yani evrim tek bir yolla değil, milyonlarca kişi arasında çeşitli yollarla gerçekleşir.” der.41 Ancak iddialarını somut bir şekilde temellendiremez.

Dolayısıyla Evrim Teorisi’ne göre canlılar âlemindeki mükemmel sistem ve işleyiş bir yaratıcı aracılığıyla değil, canlıların kademe kademe gelişmesi vasıtasıyla oluşmuş ve birçok canlı türü (hatta bütün canlılar) bu yolla meydana gelmiştir.

2- İnsanın Maymundan Geldiği Görüşü

Evrim Teorisi’nin en çok üzerinde durduğu konu, ilk insanın yaratılışı ve ortaya çıkışıdır. Bunda amaç evrendeki sonsuz sanat mucizelerini akıldan gizlemek olabilir.42

Evrim Teorisi’nin iddiasına göre insanlar ve günümüz maymunları ortak ataya sahiptirler. Bu ilkel yaratıklar zamanla evrimleşerek bir kısmı günümüz maymunlarını, diğer kısmı ise insanları oluşturmuştur. Maymun ve insanın ilk ortak atalarına evrimciler “Güney Afrika Maymunu” anlamına gelen “Australopithecus” ismini verirler. Australopithecus’un soyu tükenmiş bir maymun türü olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır.43 Evrimcilere göre insanlarla hayvanların birçok uzvu birbirine benzemektedir. Bu da hepsinin ortak bir atası olduğunu gösteriyor.44 Evrimciler gelişmiş maymunlar olan “primatlar”ın, ilkel maymunlar olan “prosimianlar”dan meydana geldiğini, insanların da “primatlar”dan meydana geldiğini savunurlar. İlkel maymunlar ise hala günümüzde de Madagaskar’da yaşayan ve sinek yiyen maymunlar olarak bilinen maymun türüdür.45

Evrim Teorisi’nin büyük savunucularından Bergson, evrimin en yüksek derecesine insan ile ulaştığını belirtir.46 Ayrıca birçok evrimciye göre insanın atası yaklaşık otuz milyon yıl önce ileri yapılı maymunlardan bir kol halinde ayrılmıştır. Hominidlerin (yarı maymun-yarı insan) ise yirmi beş milyon yılda evrimleştiği farz edilir. Ancak ileri sürülen bu zaman dilimi içerisinde bir tek hominid fosili bulunamamıştır.47

40 Sunar, Cavit, Evrimcilik ve Bergson, A.Ü.İ.F.D., Sayı: 9, Ankara, 1962, s. 103. 41 Sunar, a.g.m., s. 106.

42 Başar, Alâaddin, Evrim Madde ve Tabiat Üzerine Bir Yaratılış Sohbeti, Zafer Yay., İstanbul, 2000 , s. 21-22. 43 Yahya, Harun, Evrimcilerin İtirafları, Vural yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 74.

44 Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlmi Kelâm, Bilmen Yayınevi, İstanbul, ts., s. 192.

45 Aydın, Hüseyin, İlim Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelilik, D.İ.B. Yay., Ankara, 1991, s. 97. 46 Sunar, a.g.m., s. 107.

(16)

3- Fosillerin Yetersizliği

Evrimciler Kambriyen devirde ortaya çıkan omurgasız deniz canlılarının milyonlarca yıllık bir zaman dilimi içerisinde balıklara dönüştüğünü iddia ederler. Ancak milyonlarca omurgasız fosili ve balık fosili olmasına rağmen bir tane bile ara form fosili bulunamamıştır. Omurgasızlardan evrimleşen balıkların da bir süre sonra karada yaşama imkânı olan amfibiyenlere dönüştüklerini iddia ederler. Bu iddianın da hiçbir dayanağı olmayıp yarı balık, yarı amfibiyen bir canlının yaşadığını gösteren tek bir fosile bile rastlanmamıştır. Yine evrimciler karaya çıkan ve sürüngene dönüşen canlıların da zamanla uçmaya başlayarak kuşları oluşturduklarını iddia ederler. Ancak kuşların kanatları evrimciler için büyük bir çıkmaz oluşturmuş ve bizzat kendileri de sürüngenlerin uçmasının fosil kayıtlarıyla çeliştiğini belirtmişlerdir.48

Medya ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen “maymun insan” iddiasını destekleyen hiçbir somut fosil yoktur. Evrimciler bulamadıkları fosilleri hayal gücüyle üreterek kendilerine delil oluşturmak istemişlerdir.49 Evrimcilerin büyük bir hayal gücü göstererek çizdikleri “insanın soy ağacı” (maymundan gitgide insana dönüşen çizimler) fosil bulguları tarafından yalanlanmaktadır. Evrimciler tarafından birbirinin atası olarak gösterilen türlerin, gerçekte aynı dönemde yaşamış farklı türler olduğu bugün bilimsel bulgularla anlaşılmış durumdadır.50 Ancak bu fosiller bunların iddialarını delillendirmek yerine çürütmüştür. Fosillerin çoğu eksik veya dağılmış kemik parçalarıdır. Böylece eldeki veriler kolayca çarpıtılmıştır. Bu iddiaların destek bulamamasından dolayı evrimciler de hayal kırıklığına uğradıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Teorinin öncüsü Darvin, “Benim yirmi yıldır üzerinde çalıştığım bu yapıt birçok soruyu cevaplama konusunda yetersiz kalmıştır. İnsanın evrimi konusunda da akıl almaz derecede hayal kırıklığına uğradım.” demekten kendini alamamıştır.51

Doğal seleksiyon kimi yönleriyle ne ilk ortaya atıldığında, ne de bugün tartışma konusu olmaktan kurtulmuştur. Teologların yanı sıra biyologların da büyük bir bölümü bu düzeneği yeterli bulmamıştır.52 19. yüzyılda bilim adamlarının çoğunlukla çalışma odaları ve laboratuarlarda kapalı kaldıkları ve doğayı doğrudan tanıma yoluna gitmedikleri için canlıların salt savaşım içinde olduğu tezine kolayca kanmışlardır. Gerçekte organizmaların ileri gelişmişlik düzeyinde dayanışma ve

48 Yahya, Harun, Evrimcilerin İtirafları, s. 58-61.

49 Yahya, Harun, Evrim Aldatmacası, Okur Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 55. 50 Yahya, Harun, Darwinizm’in Sonu, Vural Yay., İstanbul, 1999, s. 56. 51 Yahya, Harun, Evrimcilerin İtirafları, s. 74.

(17)

işbirliği gösterdiklerini gösteren pek çok gözlem ortaya konmuştur.53 Bu da doğal seleksiyon fikrini çürütmektedir.

4- Hayatın Yaratılmışlığı ve DNA Molekülü

Evrim Teorisi yeryüzünde hayatın kendiliğinden meydana geldiğini ileri sürer. Buna göre yeryüzünde ilk önce tek bir canlı meydana geldi. Bu tek canlı da tarihi olarak gelişip, evrimleşerek günümüzdeki canlılar oluştu. Dolayısıyla bu ilk canlı hücrenin tekamül yoluyla farklılaşması sonucu bugünkü cinsler ve türler oluşmuştur.54

Evrimcilere göre tekâmülü yöneten şey tesadüftür.55 Oysa yapılan binlerce mutasyon tecrübesinde ve tabii olarak meydana gelen mutasyonlarda bir canlıdan başka bir canlı türün organı veya dokusu ortaya çıkmamıştır.56 Darwin, bir türden diğer kalıcı fertlerin ortaya çıkışını açıklarken “rastlantıya bağlı değişim” ile “çevreye uyum için doğal ayıklanma” ifadelerini kullanmıştır.57 Ancak bu sadece bir iddia olarak kalmış, hayatın yaratılmış olduğu fikri kuvvetli bir şekilde yerini korumuştur.

Tabiatta tekâmül faktörünün rol oynadığı inkâr edilemez. Ancak bu belli ve bilinen sınırlar içindedir. Tekâmül yoluyla ne ilk yaratılış ne de önemli değişiklikler açıklanabilir. Tekâmülcüler izahlarının çoğunu istihaleye (başkalaşmaya) dayandırırlar. Hâlbuki yapılan araştırmalar sonunda başkalaşma ve sıçrayışların başka canlı türlerini meydana getirmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.58

Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşma olasılığı sıfırdır.59 Dolayısıyla evrim bilimsel verilerle ortaya konmuş bir teori değil, ideolojik bir teoridir.

Yeryüzünde bitki, hayvan ve insan denilen hayat sahipleri vardır. Bunların en ileri derecede yapılmış olan makinelerden daha üstün olan vücut mekanizmaları karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt, fosfor, kalsiyum... gibi çeşitli elementlerin birleşmesinden meydana gelmiştir. Elementler ve

53 Yıldırım, a.g.e., s. 185. 54 Aydın, a.g.e., s. 90. 55 Aydın, a.g.e., s. 92.

56 Etöz, Abdülkadir, “Evrim Teorisine Karşı Mantık ve Ruhçu Görüş”, S.Ü.İ.F.D., Sayı:3, 1990, s. 411. 57 Etöz, a.g.m., s. 416.

58 Kılavuz, a.g.e., s. 103.

(18)

bunların bileşiklerinde canlılık belirtisi yoktur. Dolayısıyla kendilerine ve başkalarına can veremezler. Bu da yaratılmışlık fikrini desteklemektedir.60

DNA molekülünü ilk keşfedenler Watson ve Crick’tir.61 DNA molekülü belirli bir organizmanın meydana gelebilmesi için gerekli olan talimatları taşır. Yani herhangi bir hücre, bitki veya insanın bünyesinde meydana gelen bir faaliyetin nasıl olup bittiğine ilişkin tüm bilgilerin toplandığı moleküldür.62 Bir insan DNA’sı 210 milyardan fazla atomdan meydana gelmiştir.63

Daha önce de belirttiğimiz gibi Lamarck Teorisi’ni çürüten bilimsel bulgu DNA molekülü idi. DNA molekülü, hayatta tesadüfe yer olmadığını ve bu mükemmel işleyişin ancak yaratılış teorisi ile izah edilebileceğini göstermektedir.

Aklın burada vardığı neticeye göre hadiseleri maddi sebepler yaratmamıştır. Her sebep eşyadan önce değil, eşya ile paraleldir. Her olay, eşya ve tüm sebepler, varlık alemini var kılan ilk kaynağa (yani Allah’a) muhtaçtır.64

Bilimsel bir teorinin doğruluğuna inanmak için her zaman tekrarlanabilir ve ispatlanabilir olması gerekir. Oysa geçmişte vuku bulduğu söylenen evrimin tekrarı mümkün değildir. Her şeye rağmen evrim teorisi bir teori olmaktan öteye geçememiş, kanunlaşamamıştır.

5- Big-Bang Teorisi

Bu teoriyi ilk defa George Gamow ileri sürmüştür.65 20. yüzyılda elde edilen bazı veriler, evrenin yok iken var hale geldiğini göstermektedir. Buna göre evrenin bir başlangıcı vardır. Ve bu başlangıç Big-Bang adı verilen bir “büyük patlama” ile gerçekleşmiştir. Bu teori bilim çevrelerinin büyük bir bölümünde kabul görmektedir. Bu teoriye göre evrenin tek materyali yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktada toplanmıştı. Bu tek nokta sonsuz bir yoğunluk ve sonsuz bir ısı anlamına geliyordu. Bu sonsuz yoğunluktaki birikim büyük bir patlama ve büyük bir hızla dağılmaya başladı. Bugün evrenin sürekli olarak gelişmesi, büyük patlamanın en büyük delili olarak kabul edilir. Teorinin

60 Bahçeci, Muhittin, “Allah’ın Varlığını İsbat Eden Manevî Deliller”, E.Ü.İ.F.D., Sayı: 3, Kayseri, 1986, s. 263. 61 Aydın, a.g.e., s. 104.

62 Aydın, a.g.e., s. 102.

63 Bahçeci, Muhittin, “Canlıların Tekrar Tekrar Yaratılması”, E.Ü.İ.F.D., Sayı: 7, Kayseri, 1990, s. 38. 64 el- Akkad, Abbas Mahmud, Kur’an Felsefesi, (Çev.: Ahmet Demirci), Nur Yay., Ankara, s. 32. 65 Aydın, a.g.e., s. 79.

(19)

en büyük önemi, evrenin bir başlangıcı olduğunu ispatlamasıdır. Evrenin başlangıcı ile ilgili en tutarlı teori olarak kabul edilir.66

Büyük patlamadan önce var olan öz, şu anda evrendeki herhangi bir noktada olmayan yüksek bir sıcaklığa sahipti. Bu tamamen yoğunlaşmış bir enerjiden başka bir şey değildi. Sonsuz sıcaklıktaki bu öz yine sonsuz denebilecek bir yoğunluktan dolayı bir arada tutunabiliyordu.67 Büyük patlamadan sonra çok kısa bir zaman içinde yoğunluk azalmış sıcaklık beş bin dereceye indikten ve aradan yedi yüz bin sene geçtikten sonra maddenin temel taşı olan atom teşekkül etmiştir. Yüksek sıcaklığa sahip olan bu mayada meydana gelen patlama ile birlikte mekânın ve zamanın da yaratılması hadisesi ortaya çıkmıştır. Bu patlama yoğunluğun azalması ve varlığın genişlemesi olayıdır.68 Bu durumu Allah, Kur’an’da şöyle açıklıyor: “Semayı kudretle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz.”69

Bu büyük patlamanın Allah’ın varlığının önemli işaretlerinden olduğu düşünülebilir. Zira tek bir atomun bile içerdiği olağanüstü sistemlerle kendi kendine şekillenmesi düşünülemezken, koca bir evrenin bir patlamanın kudretiyle oluştuğunu söylemek akıl dışıdır. Bu teori İslam’a biraz daha uygun gibi görülmekle birlikle bu teori de henüz bir teori olmanın ötesine geçememiş, kanunlaşamamıştır.

6- Dalgalar Mekaniği - Kuantalar Mekaniği ve Belirsizlik İlkesi

Erwin Schrödinger atomik yapıyı açıklamaya yönelik “Dalga Mekaniği”ni 1927’de ortaya koydu ve 1933 yılında Fizik Nobel Ödülü’nü aldı. Buna göre; evrendeki tüm maddeler ister katı, ister sıvı, ister gaz olsun; bir çeşit dalgalardan meydana gelmiştir. Biz bir dalgalar denizinde yaşıyor ve bu dalgaların değişik enerji düzeylerini farklı duyular şeklinde algılıyoruz.70

Werner Heisenberg ise ortaya attığı “Belirsizlik İlkesi” ile 1932 yılında Fizik Nobel Ödülü’nü aldı. Buna göre; duyu organlarımızla evreni tanımaya çalışarak gerçeği bulamıyoruz, duyu organlarımızın dışında tanımaya çalışırsak da bu sefer de elimizde sadece ruhsuz matematiksel formüllerden başka bir şey kalmıyor. Yani tıpkı bir gözün kar tanesini anlamaya çalışması gibi bir şey.71

66 Yahya, Harun, Kur’an Bilgisi, 7.Baskı, Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 473. 67 Demirsoy, Ali, Evrenin Çocukları-Yaratılışın Öyküsü, 5. Baskı, Ankara, 1998, s. 42-43. 68 Aydın, a.g.e., s. 81.

69 Zariyat, 51/ 47. 70 Demirsoy, a.g.e., s. 6. 71 Demirsoy, a.g.e., s. 6-7.

(20)

Kuantalar Mekaniği inşa ettiği kavramlar açısından daha soyuttur. Ve bu teori atomun yapısının mutat bir yoldan ayıklanmasına müsaade etmez.72 Kuantum Fiziği’nin (Parçacıklar Fiziği) dayandığı temel kavram olasılıktır. Cansız maddelerden canlı sistemler meydana gelmez. Maddedeki değişimlerin hepsi maddi alanda kalır. Abiyogenez (cansız maddeden bir canlının oluşması) ise batıldır.73

Fizik alanındaki bu gelişmeler Newton Fiziği’nin temel yasalarını çürüttü. Çünkü madde ve dolayısıyla evren İsac Newton’un ve o güne kadar herkesin düşündüğü gibi sabit ve değişmez bir yapı değil, her an yapısı ve mimarisi değişen bir kavramdı.74

Dalgalar Mekaniği ve Kuantalar Mekaniği gibi mikro fizik alanının iki yeni dalı teyit etmektedir ki, maddenin esaslı vasfı atalet (eylemsizlik)’tir. Madde hareketi dışarıdan alır. Şu halde madde kendi kendine hareket ederek nizam ve düzen meydana getiremez. Maddenin mahiyet ve özünde devamlı ve değişmeyen bir tabiat kanunu meydana getirecek bir durum yoktur. Şuursuz ve kör bir enerjinin de kendi kendine yoğunlaşarak atomun parçacıklarını meydana getirip bunları düzenli bir şekilde atom ve moleküller haline getirmesi imkânsızdır.75

72 Kaplan, Irving, Nükleer Fizik, (Çev.: Nusret Kürkçüoğlu), İstanbul, 1965, s. 170. 73 Bahçeci, “Canlıların Tekrar Tekrar Yaratılması”, s. 30.

74 Demirsoy, a.g.e., s. 19.

75 Bahçeci, Muhittin, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunluluğu”, E.Ü.İ.F.D., Sayı: 1, Kayseri, 1983, s. 175.

(21)

BİRİNCİ BÖLÜM

KUR’AN’DA EVRENSEL AHENK

Yüce Allah duyu organları ile idrak edilemez, benzeri ve dengi olmadığından tahmin ve tasavvur da edilemez. O ancak fiilleri ve eserleriyle tanınır. Onun fiil ve eserleri ise yarattıklarında görülür. En küçük bir hayvan, bir bitki ve her şeyden önce de kendi nefsimiz ve varlığımız Allah’ın varlığını şüphe götürmeyecek bir tarzda isbat eder.76

Evren, ilk çağlardan itibaren düşünürlerin ilgisini çekmiştir. Evrenin durumundan hareketle bir “Tanrı”ya ulaşma olgusu görülmekle birlikte, “Tanrı, âlemdir.” Görüşünü benimseyen filozofları görmek bile mümkün olmuştur (Panteist görüş). Mesela ilk çağ filozoflarından Parmanides; “Bütün âlem tek, değişmez, sabit bir vücuttur, parçalanamaz. Çünkü o, kendisinin aynı olan bir bütündür.”77 demiştir. Ancak bu tarz fikirler felsefe tarihinde yerini almakla birlikte insanlık tarihinde pek de kabul görmemiştir.

Büyük düşünür John LOCKE: “Tanrı, tabiatın değişmeyen akışında adeta kendisini insanların gözlerine açmaktadır.”78 diyerek tabiattan hareketle “Tanrı”ya ulaşma fikrini benimsemektedir. Ancak tabi ki inanmayan insanlar bu âlemden gerekli mesajları çıkaramayabilirler. İnanmayan, kalbi inanca kapalı olan insanı hiçbir şey inandıramaz. Örneğin İngiliz filozofu David Hume evrendeki düzenin Allah’ın varlığına işaret ettiği fikrini şiddetle eleştirmektedir. Ona göre evren ile insan yapımı bir makineyi birbirine benzetmek hatadır. Eğer evren kesin olarak bir makineye benzeseydi, o zaman aklen bir sanatkararın varlığına ulaşılabilirdi. Oysa bu, kesin bir bilgi değildir. Çünkü deney ile açıklanamaz. Elimizdeki deneye dayalı veriler ise tümel bir kozmolojik açıklama için yeterli değildir.79

20. yüzyılda pozitif bilimlerde ortaya çıkan gelişmeler ateizm fikrinin önünde büyük bir duvar oluşturmuştur. Bu geliştirmeler âlemi salt ve basit bir varlık olarak kabul eden ateizmi büyük bir çıkmazla karşı karşıya bırakmıştır.80

76 Topaloğlu, Bekir, İslâm Kelâmcılarına ve Filozoflarına Göre Allah’ın Varlığı (İsbât-ı Vâcib), 8. Baskı, D.İ.B.Yay., Ankara, 1998, s. 105.

77 Sunar, Cavit, “Parmanides ve Varlık Meselesi”, A.Ü.İ.F.D., C. XIX, Ankara, 1973, s. 17-18.

78 Locke, John, “Bize Verilmiş Bir Ahlâk Kuralı Ya da Tabiat Kanunu Var mıdır? Evet”, (Çev.: İsmail Çetin), U.Ü.İ.F.D., Sayı: 4, C. 4, Bursa, 1993, s. 333.

79 Kutluer, İlhan, Akıl ve İtikâd (Kelâm-Felsefe İlişkileri Üzerine Araştırmalar), 2. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 168.

80 Tresmontant, C., “Gelişen Kozmolojide Ateizmin Meseleleri”, (Çev.: Hayrani Altıntaş), A.Ü.İ.F.D., C. XXVIII, Ankara, 1986, s. 57.

(22)

Daha önce de belirttiğimiz gibi gerek din kitaplarında ve gerekse son yüzyıllarda bilimsel alandaki önemli gelişmeler âlemin sonradan yaratıldığını ortaya koymuştur. Sonradan var olan varlıklar dizisinde mantıksal olarak sonsuza değin geriye bir gidiş mümkün olamaz. Dolayısıyla kısır döngü (devr) ve geriye doğru sonsuza gidiş (teselsül) mümkün değildir. Bu da zorunlu bir mutlak varlığın kabulünü gerektirmektedir.81 Bu varlıkların oluşmasında bir sebep ileri sürülecekse bunun tabiatüstünde aranması icap eder. Bu varlık kaba bir gerçek olmadığı gibi, soyut veya evrensel bir yasa ya da yasaların toplamı değildir. O varlık kendisine ışık tutan bir varlıktır. Tabiatı gerçekten kavrayabildiğimizde onu görebiliriz.82 Çünkü tabiat bize tanrının varlığını gösteren en önemli realitedir.

Materyalizm gibi felsefi akımların temel düşünceleri, son derece mükemmel bir nizamın hâkim olduğu kâinatın bir tesadüfler zinciri neticesinde bugünkü haline geldiği noktasında yoğunlaşmaktadır. Müslümanları bu çeşit yanlış düşüncelerden koruyan önemli bir olgu da inançlarıdır. Çünkü kadere iman etmek demek; kâinatta tesadüflere yer olmadığına iman etmek demektir.83 Nitekim varlıklarda

hiçbir şekilde tesadüflere yer olmadığı, işleyişin bir plan ve program çerçevesinde olduğu Kur’an’da: “Allah’ın yanında her şey bir ölçüye göredir.”84 şeklinde ifade edilmiştir.

Gazâlî; “Âlemin bu şeklinden daha mükemmeli, düzen olarak daha güzeli, yapı bakımından daha kusursuzu mümkün değildir.”85 demiştir. Allah’ın yarattıklarını mükemmel düzeyde yaratmasının sebebi ise bu durumun ululuğunu gösteren yücelik sıfatlarındaki kendi kemaline kesin bir delil olması içindir.86

Kur’an devamlı olarak kâinattaki mükemmel düzenin gerek Allah’ın varlığına ve gerekse birliğine delil olduğunu birçok yerde belirtmektedir. Mesela bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve de gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”87

81 Fahri, Macit, “İslâm’da Allah’ın Varlığının Geleneksel Kanıtları”, (Çev.: Mehmet Dağ), A.Ü.İ.F.D., C. XXV, Ankara, 1981, s. 165.

82 Taylor, A.E., “Tabiattan Tanrı’ya” (Çev.: Mehmet AYDIN), İlahiyat Fakültesi Dergisi, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir, 1986, s. 243.

83 Öztürk, Yener, Yeni Bir Yorumla İslâm İnanç Esasları, Işık Yay., İstanbul, 2003, s. 221-222. 84 Râd, 13/ 8.

85 Kaya, Mahmud, İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri, 2. Baskı, Klasik Yay., İstanbul, 2005, s. 405. 86 Kaya, a.g.e., s. 406.

(23)

Elmalılı ilahı şu şekilde tarif ediyor: “İlah; hiçbir hususta acizliğe düşmesi mümkün olmayacak şekilde mükemmel bir kudret sahibi demektir.” Yani ilah kelimesinin özünde zaten tek ve mükemmel olmak vardır.88

Başka bir ayette de: “Onlar mı hayırlı yoksa ilk baştan yaratan ve sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir Tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin.”89 şeklinde bir meydan okuma vardır.

Evrendeki çeşitli varlıkların Allah’ın varlığına ve birliğine işaret ettiği şu ayette genişçe izah edilmiş ve insanlar düşünmeye davet edilmiştir: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”90

Gazâlî, yer, gökler ve ikisi arasındaki bütün yaratıkların belirli bir fonksiyonu icra etmek için yaratılmış olduğunu, her yaratığın bir gaye için var kılındığını ve insanların yaratılıştaki bu hikmetleri düşünerek yaratıcıya ulaşabileceğini savunmuştur. O, evrendeki her şeyin insan için yaratıldığını belirtir. Buna göre, “Evren bina edilmiş bir evdir. Tavanı gök, zemini arştır. Yıldızlar ise bu kozmik sarayın tavanını süsleyen kandillerdir. Gündüz gökyüzünün mavisi, gece ise yıldızlar bu evde oturan sakinlere huzur verirler. Nihayet bütün bu nizam yaratıcının varlığını delildir.91

A- Evrenin Genişlemesi

Evrende gerek dini ve gerekse bilimsel verilere göre sürekli bir genişleme olduğu isbatlanmış bir hadisedir. Yer ve göklerin yaratılış safhasında bulutsu kütleden92 parçalanma veya patlama sonucu ayrılan (ki ayette: “İnkâr edenler göklerle yer bitişik bir halde iken, bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”93

88 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili,( Sad.: İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel), Aziz Dağıtım, İstanbul, C. 5, s. 444.

89 Neml, 27/ 64. 90 Bakara, 2/ 164. 91 Kutluer, a.g.e., s. 150. 92 Fussilet, 41/ 11. 93 Enbiya, 21/ 30.

(24)

buyruluyor.) dev, büyük parçaların sürekli birbirinden uzaklaşmaları genişleme olayını meydana getirir.94

Kur’an’da asırlar önce ortaya konan bu gerçek 20. yüzyılda pozitif bilimlerdeki önemli gelişmeler neticesinde bilimsel olarak da ispat edilmiştir.

Kur’an’da genişleme olayını çok açık bir şekilde ifade eden ayetlerde: “Göğü kendi elimizle biz kurduk ve biz onu elbette genişleticiyiz. Yeri de döşedik. Bak ne güzel döşeyiciyiz.”95 buyrulmaktadır. Astronomik ve kozmolojik araştırmalar da evrenin genişlediğini ortaya koymaktadır. Bu araştırmaların verileri ile “Semayı kudretle biz kurduk ve biz (onu) genişletmekteyiz.” mealindeki ilahi mesaj en anlamlı izah ve tefsiri bulmuştur. Evren sürekli olarak saniyede on beş kilometre genişlemektedir (Yani evrenin yarıçapı saniyede on beş kilometre civarında büyümektedir.).96

B- Yaratılışta Süreklilik

Allah evreni yarattıktan onu kendi haline bırakmamış onun üzerinde her türlü tasarrufu ve müdahaleleri devam etmektedir. Nitekim konu ile ilgili Allah bir ayette: “ O (Allah) her gün yeni bir iştedir.”97 buyuruyor. Ayette geçen ‘gün’ en küçük zaman birimi olan ‘an’ anlamına gelebilir. Bu takdirde yaratma her an devam ediyor demektir. Eğer biz buradaki gün ifadesini yer ve göklerin ortaya çıkışını ifade eden “uzun devir” (yer ve göklerin 6 günde yaratılması98)anlamındaki gün olarak ele alırsak bu takdirde de daima yeni yıldızların, gezegenlerin ve âlemlerin oluşmakta olduğuna hükmedebiliriz. Böyle anlaşılması durumunda da yaratama her an devam etmektedir ve hatta bu şekilde anlaşılması evrendeki genişlemeyi de doğurur.99

Yine konu ile ilgili başka bir ayette: “Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.”100 buyruluyor. Bu ayetlere göre kâinatın ve hatta tüm varlıkların hiçbir anı bir önceki anına eşit ve aynı olmaz. İnsanı misal verirsek Allah bir insanı bir kere yaratmış olmaz. İnsanın vücut yapısında sürekli bir gelişme ve değişme olmaktadır. Saniyede bile vücudumuzdaki çok sayıda hücre ölür ve çok sayıda hücre de yenilenir. Dolayısıyla yaratılışta sürekli bir değişimin olması,

94 Yeniçeri, Celâl, Uzay ve Varlık Ayetleri Tefsiri (İslâm Açısından Kâinat ve İmkanları), Erkam Yay., İstanbul, 2005, s. 153-154.

95 Zariyat, 51/ 47-48. 96 Aydın, a.g.e., s. 84. 97 Rahman, 55/ 29.

98 Araf, 7/54; Yunus, 10/3; Hûd, 11/7; Furkan, 25/ 59. 99 Yeniçeri, a.g.e., s. 153.

(25)

evrenin kendi halinde başıboş bırakılmaması, onun üzerinde her türlü tasarrufa sahip yüce yaratıcının delillerindendir.

C- Evrendeki Kusursuzluk

Evrende mükemmel bir işleyişin olduğu çıplak gözle bakan insanların bile dikkatini çeker. Nitekim konu ile ilgili bir ayette şöyle buyruluyor: “O, biri diğeriyle tam bir uyum içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman’ın yaratmasında hiçbir kusur göremezsin. İşte gözünü çevirip de bir bak her hangi bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana geri dönecektir.”.101

Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi kümesi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tespit edilmiş yörüngelerinde hareket eder. Şüphesiz bu Allah’ın varlığının en büyük delillerindendir.

Milyarlarca yıldız, gezegen ve galaksi evren içinde korkunç bir hızla hareket eder. Örneğin dünya saatte 1.670 km hızla kendi ekseni etrafında döner. Bugün en hızlı mermi saatte 1800 km.lik hıza sahiptir. Bu da dünyanın dev boyutlarına rağmen süratinin büyüklüğünü gösterir. Yine dünyanın güneş etrafındaki hızı ise saatte 108.000 km (Yani en hızlı merminin 60 katı), Samanyolu Galaksisi’nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 km.dir. Bu baş döndürücü hız aslında dünya üzerindeki yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir.102 Dolayısıyla bu da ayette belirtildiği gibi evrendeki kusursuzluğun ve evrenin başıboş bırakılmadığının göstergesidir.

D- Karanlığın Yaratılması ve Karadelikler

Yeryüzünün sürekli bir değişime maruz kalarak aydınlıktan karanlığa, karanlıktan da aydınlığa geçişi insanların dikkatini çeken önemli hadiselerdendir. Nu konu ile ilgili bir ayette: “Görmediler mi? Biz geceyi onda sükûn bulmaları için, gündüzü de aydınlık (bir şekilde görünsünler) diye yarattık. Şüphesiz iman eden bir kavim için bunlar da ayetlerde vardır.”103 buyrulmuştur.

Bilim adamları evrendeki yıldız sayısı ve ürettikleri ışığı hesapladıklarında evrenin sürekli aydınlık olması gerektiği sonucuna varmışlar ve karanlığın sebebini anlayamamışlardı. Ancak bu durum karadeliklerin keşfi ile açığa kavuşmuştur. Karadelik, yakıtı biten yıldızın içine doğru

101 Mülk, 67/ 3-4.

102 Yahya, Harun, Kur’an Bilgisi, s. 476. 103 Neml, 27/ 86.

(26)

büzülmesi ve en sonunda yıldızın yerine sınırsız bir yoğunlukta ve sıfır hacminde korkunç bir çekim alanının ortaya çıkmasıdır.104

Kuşkusuz bu kadar büyük bir dengenin oluşmasını tesadüf eseri yorumlamak, doğru bir tespit olmayacaktır. Dolayısıyla bu bilimsel veri de Kur’an bilgilerini desteklemekte ve Allah’ın varlığı ve birliğine işaret etmektedir.

E- Kur’an’da Allah’ın Varlığı ve Birliğine Dair Tabiattan Getirilen Deliller

1- İnsanın Yaratılışı

Günümüzde insanı beden ve ruh sağlığı açısından inceleyen tıp, insanın bireysel davranışlarını konu edinen psikoloji, insanı toplumsal bir varlık olarak inceleyen sosyoloji, insanı ekonomik açıdan değerlendiren iktisat, onu kültür ve medeniyetler kuran bir gücün sahibi olarak kabul eden antropoloji, buna ek olarak diğer sosyal bilimler olan tarih, başarı coğrafya, arkeoloji vb. pek çok bilim dalının araştırmalarının verilerine bakıldığında insanın ne denli büyük ve karmaşık bir yapıya sahip olduğu ve bununla birlikte yaşamını nasıl şuurlu ve ahenkli bir şekilde sürdürdüğü görülür.105Bu konuda

Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır.”106

Gazâlî, “İnsana âlemin küçük bir örneği demek doğru olur. Çünkü âlemde yaratılan her şeyin bir numunesi de insanda vardır. Kemikler dağlar gibi, ter yağmur gibi, kollar ağaçlar gibi, beyin gök gibi, duyu organları ise yıldızlar gibidir.”107 diyor. Yine ona göre insanın yaratılışındaki her unsur ona hayatı kolaylaştırmaktadır. Örneğin insanın gözünün kürevi bir şekilde ve ortasının yüksek olarak yaratılmasının sebebi, gözüne kaçan tozları kolayca çıkarabilmesi içindir.108 Bu diğer uzuvlar içinde aynı şekildedir.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve onu üstün kılan meleke akıldır. Kur’an’da da birçok ayette insanların akıllarını kullanarak çeşitli olaylar üzerinde düşünmeleri gerektiği sık sık hatırlatılmaktadır.

104 Yahya, Harun, Kur’an Bilgisi, s. 482.

105 Gölcük, Şerafeddin, Kur’an ve İnsan, Esra Yay., Konya, 1996, s.71. 106 Meryem, 19/ 67.

107 Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî, Kimyâ-yı Saâdet, (Çev.: Ali Arslan), , İstanbul, 2004, C. 1, s. 55.

108 Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed et-Tûsî, Varlıkların Yaratılış Hikmetleri- Aldanış, Ocak Yay., Ankara, ts., s. 46.

(27)

İnsan canlı varlıkların en güzeli ve en mükemmelidir. Bu mükemmel varlık rastgele vücuda gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir. Aynı zamanda insandaki bütün uzuvlarında farklı farklı gayeleri vardır. Örneğin, görmek gözün, işitmek kulağın, koklamak burnun, tatmak ise dilin gayesi ve faydasıdır.109

Bütün mevcudatın esrarlarını saklayan sır küpü, insan ruhu!110 Şüphesiz insanın yaratılışı onun akıllara durgunluk veren vücut yapısı, organları ve fonksiyonları göz önüne alınarak Allah’ın varlığına ulaşmak mümkündür.111

Gazâlî, hadis kitaplarında geçen “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” ifadesini “insanın küçük bir âlem ve ufak çapta bir kâinat olarak düşünülmesi” gerektiği yönünde yorumlamış ve bu ifadeyi çeşitli görüşleriyle desteklemiştir.112

İnsan vücudunda tam bir mükemmellik vardır. Örneğin insanın kirpikleri, kaşları, kemikleri, dişleri belli bir boya ulaştıklarında uzamaları durur. Ancak saçlarının uzaması durmaz. Yani uzaması zararlı olabilecek, kötü bir görüntüye neden olacak olan bölümlerin uzaması dururken, uzaması estetik açıdan güzel olabilecek olan saçları uzamaya devam eder. Kuşkusuz bunun tesadüf sonucu olduğu düşünülemez. İnsanı meydana getiren hücrelerin, hücreleri oluşturan şuursuz atomların böyle kararlar alabilmesi mümkün değildir.113

“Kesin olarak insanlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de. Hala görmez misiniz?114 Ayette dikkat çekilen husus, inanmak isteyen veya kesin olarak inanan kimseler için delil getirilmektedir. Değilse inanmaya karşı kalpleri taşlaşmış olanları kimse inandıramaz.

Yine başka bir ayette şöyle buyruluyor: “insanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”115 Bu ayette de Allah Kur’an’ın hak olduğunu ispat etmesi açısından dış dünya ve insanın bizzat kendisini delil göstermekte ve bu şekilde Kur’an’ın hak olduğunu açıklamaktadır.

109 Aydın, Ali Arslan, İslâm İnançları ve Felsefesi (Tevhid ve Kelâm), 1. Cilt (Genel Bilgiler ve İlahiyyât), Ankara, 1964, s. 116.

110 Kutub, Seyyid, Fizılâl-il Kur’an, (trc. : M. Emin Saraç vd.), Hikmet Yay., İstanbul, C. 14, s. 57. 111 Kılavuz, a.g.e., s. 82.

112 Watt, William Montgomery, “Tanrı Suretinde Yaratılma: İslâm Kelâmına Dair Bir Araştırma”, (Çev.: Hüseyin Karaman), S.Ü.İ.F.D., Sayı: 21, 2006, s. 259.

113 Yahya, Harun, Derin Düşünmek, Vural Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 1999, s. 40- 41. 114 Zariyât, 51/ 20-21.

(28)

2- Hayvanların Yeryüzüne Dağılışı ve Çeşitleri

Hayvanlar pek çok tür ve çeşitleriyle bir âlem oluşturmakta dün olduğu gibi bugün de insanın ilgisini çekmektedir.116 Kur’an’da bu gerçeği göz önüne alarak birçok yerde insanların dikkatini bu varlıklara çevirmekte ve bunlara bakıp düşünerek Allah’ın büyüklüğünü tefekkür etmelerini istemektedir.

“Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz.”117 mealindeki ayeti kerime ile insanlar için büyük bir vitamin deposu olan sütün oluşum yerine dikkat çekilerek insanlar, düşünmeye ve bundan dersler çıkarmaya davet edilmektedir.

Allah insanlara mutlak itaat etsinler diye hayvanlara akıl vermemiştir.118 Sert kabuklu hayvanlar arasında bu ana kadar herhangi bir hayvanın –bu hayvan ne kadar vahşi ve ne kadar büyük olursa olsun– yeryüzüne hâkim olmasını önleyen denge ve nizam oldukça hayret vericidir.119

Antropolojide insanoğlunun biyolojik ve kültür tarihi üç ana döneme ayrılarak incelenmektedir. Bunlar:

a) Paleolitik Dönem (Yontma Taş): Henüz üretimin bilinmediği yaşama biçiminin avcılık ve toplayıcılık olduğu dönemdir.

b) Neolitik Dönem (Cilalı Taş): üretimin gerçekleştiği ve hayvanların evcilleştirildiği dönemdir.

c) Endüstri Dönemi: 18. yüzyılda, önce İngiltere’de ortaya çıkmıştır. James Watt’ın buhar gücüyle çalışan pompayı üretmesi bu döneme damgasını vurmuştur.120

Bu üç dönem incelendiğinde dikkati çeken en önemli olgu hayvanların bu ayrımda temel kriter olmasıdır. Nitekim ilk iki dönemde hayvanların avlanması ve evcilleştirilmesi temel kriterlerdir. Dolayısıyla bu durum hayvanların insanlık tarihinde insanlar için ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

116 Gölcük, a.g.e., s. 109. 117 Nahl, 16/ 66.

118 Gazâlî, Varlıkların Yaratılış Hikmetleri, s. 84.

119 Boyacılar, Nureddin, İlim İmân Etmeyi Gerektirir, D.İ.B.Yay., Ankara, 1988, s. 85. 120 Sosyal Bilimler 2. Sınıf, Murat Açıköğretim Yay., Umut Serisi (Ana Kaynak), 2005, s. 16.

(29)

Yine hayvanlar âlemi içerisinde oldukça ilginç yapıya sahip olan kuşlarla ilgili Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah’tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.”121 Gerçekten yer çekimi kanununa rağmen kuşların özel mekanizmaları sayesinde havada uçabilmeleri Allah’ın varlığının delillerindendir.

Hayvanları ele aldığımız zaman hepsinin olağan üstü özelliklerle donatıldığını görürüz ve kuşkusuz havanların insanlara sağladığı faydalar sayılamayacak kadar çoktur. Örneğin bal ve bal arısını ele alırsak: kimyasal tahlillerin gösterdiğine göre bal yarıya akın bir miktarda glikoz ihtiva eder. Bu miktar glikoz başka hiçbir şekerli gıdada bulunmaz. Bal, kloroform, cıva gibi maddelerden doğan zehirlenmelere karşı antikor olarak verilir. İdrardaki zehirlenme, mide, bağırsak ve ciğer hastalıklarından doğan iltihaplanmaları, böbrek iltihaplanmaları ve beyin hastalıklarında da balın büyük faydalar sağladığı görülmüştür. Ayrıca bal arısının zehri de çeşitli ilaçların üretiminde kullanılmaktadır.122 Kuşkusuz küçük bir canlıdaki bu kadar fayda yaratıcının kudretinin en belirgin göstergelerindendir.

Hayvanların her biri incelendiğinde, hepsinin ayrı ayrı özellikleriyle üzerinde düşünülmesi gereken niteliklerle donatıldıkları görülecektir. Örneğin tilkinin özellikleri oldukça ilginçtir; o yerde yuva kazdığı zaman iki ağızlı bir ev yapar. Birini devamlı kullanır, diğerini ise tehlike anında kaçmak için kullanır. Kaçacağı deliğin ağzını açık tutmaz, ince bir tabaka bırakır. Avcılar onu yakalamak için kıstırınca o diğer ağızdaki ince tabakayı kırar ve kaçar. Bu oldukça düşündürücüdür.123 Şuursuz akıl yetisinden yoksun olan bu hayvanın böyle bir özellikle donatılması, Allah’ın yüceliğinin göstergelerindendir.

Bir ayette: “Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?”124 buyrularak devenin yaratılışına dikkat çekilmiştir.

Mevdûdî bu ayeti ahirete iman bağlamında değerlendiriyor ve yanı başlarında duran devenin olağanüstü yaratılışına bakmazlar mı? Bu sürekli gözlerinin önünde bulunuyor. O halde kıyametten sonra cennetin ve cehennemin yaratılması da oldukça normaldir125 diyor.

121 Nahl, 16/ 79.

122 Nevfel, Abdurrezzak, Allah ve Modern İlim, Çev.: Akif Nuri, Hikmet Yay., 2. Baskı, İstanbul, 1980, C. 2, s. 191-192. 123 Gazâlî, Varlıkların Yaratılış Hikmetleri, s. 93.

124 Gaşiye, 88/ 18.

(30)

Allah hayvanları çeşitli maksatlardan ötürü yaratmıştır. Etinin yenmesi, sütünün içilmesi, eşyaların taşıması, insanların üstüne binmesi… vs. bunların hepsi de devede mevcuttur.

Râzî develerin kuvvetli bir hafızaya sahip olduklarını belirtiyor ve kendisiyle ilgili şöyle bir olay anlatıyor: “Bir toplulukla birlikte bir çölde bulunuyordum. Derken yolu şaşırdık. Bunun üzerine oradakiler bir deveyi öne sürdüler ve onun izinden gitmeye başladılar. Derken bu deve bir tepeden diğer bir tepeye, bir yerden diğer bir yere gidiyordu. Herkes de onu izliyordu uzun bir süre sonra yola buldu. İşte biz, bu hayvanın tek bir defada bu yolu nasıl bulabildiği, onu hafızasına nasıl aldığı konusunda şaşırıp kalmıştık. Öyle ki bu insan topluluğu bile o yolu bulmaktan aciz kalmış, ama o hayvan bu yolu bulabilmişti.”126

Ayrıca Kur’an’da En’am (Hayvanlar), Nahl (Arı), Neml (Karınca), Ankebut (Örümcek), ve Fil isimlerini taşıyan surelerin bulunması insana çok şey söylemektedir.127

3- Bitkilerdeki Olağanüstü Sistem

Bitkiler birçok çeşidi ve bize sağladıkları birçok faydaları ile evrendeki mükemmel işleyişin önemli bir ayağını oluşturmaktadırlar. Konu ile ilgili bir ayette: “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şey dokunduğu zaman o da yalvarıp durur.”128 Buyruluyor.

Allah, insanlara sayısız nimet vermiştir. Bu nimetlere sahip olan insanlar onun kendilerine kimin tarafından verildiğini düşünmeden ondan faydalanırlar. Ancak zor duruma düştüklerinde Allah’a yalvarmak fikri akıllarına gelir. Yukarıdaki ayette de bu konu açıkça belirtilmektedir.

Kuşkusuz Allah’ın insanlara verdiği en önemli nimetlerden biri de bitkilerdir. Bir ayette: “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.”129 buyrulmaktadır.

Meyveleri incelediğimiz zaman şu hususlar dikkatimizi çeker:

126 er-Razi, a.g.e., C. 23, s. 105. 127 Gölcük, a.g.e., s. 114. 128 Fussilet, 41/ 51. 129 Nahl, 16/ 67.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunlar ve farklı amino asid zincirlerindeki diğer gruplar, diğer gıda bileşenleri ile birçok reaksiyona iştirak edebilirler.... • Yapılan çalışmalarda

Araştırmacıların boy hesaplamalarında kullandıkları başlıca kemikler; femur (uyluk kemiği), tibia (baldır kemiği), fibula (iğne kemiği), humerus (pazu kemiği), radius

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

yüzyıldan itibaren devlet işleri ile ilgili, çeşitli büyüklükteki arşiv odalarında tomarlar halinde, mühürlü çuval ve sandıklar içerisinde saklanan

Kara ada Bodrumlularındır, bize sordular mı, Kara ada kara kalsın, kararı biz veririz, kapal ı kapılar ardında alınan kararlara hayır, demokrasi hemen şimdi gibi

Orta öğ renimini 2007 yılında Lefke Gazi Lisesinde tamamladıktan sonra, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Otomotiv Öğ retmenliğ i lisans eğ itimini 2012

7. Mete Han, ordusunu Onluk Sistem adı veriler sisteme göre düzenlemiştir. Bu sistemle orduyu onluk, yüzlük, binlik, on binlik bölümlere ayırmış ve her bölüme

iberya yarımadasında görülmesinden yüzlerce yıl önce safran İran'da önemli ve lüks bir maddeydi ve ay ­ nı zamanda Asya'daki baharat yolunda da bir o kadar değerli