• Sonuç bulunamadı

Ehl-i Sünnet’e Göre Evrensel Ahenk

B- Kelâmcılara Göre Evrensel Ahenk

2- Ehl-i Sünnet’e Göre Evrensel Ahenk

a- İmam-ı Azam Ebû Hanife ve Evrensel Ahenk

İmam-ı Azam Ebû Hanife, evrendeki düzene dikkat çekmiş ve Allah’ın varlığı ve birliği konusunda ayrıca bir delile gerek olmadığı kanaatine varmıştır. Ona göre Allah peygamber göndermemiş olsaydı bile insanların kendi akıllarıyla Allah’ın varlığını bulmaları gerekirdi. Çünkü göklerin, yerin, kendi vücudunun ve diğer varlıkların yaratılışını düşünebilen bir insan için Allah’ın varlığını bilmemek konusunda hiçbir mazeret yoktur.289

İmam-ı Azam evrendeki düzenin Allah’ın varlığının en önemli delillerinden biri olduğunu kabul eder ve bu konuda çeşitli örnekler verir. Bunlardan biri meşhur gemi misalidir: Engin bir denizin ortasında azgın dalgaların ve sert rüzgârların çevrelediği yük dolu bir gemiyi düşünelim. Bu geminin idare edici bir kaptanı olmaksızın, kendi başına sağlıklı bir şekilde yolunu devam ettirebileceğini akıl kabul eder mi? Aynı bu örnekte görüldüğü gibi çeşitli halleri ve değişik olaylarıyla birlikte şu kâinatın da bir yaratıcısı, idare edicisi ve koruyucusu olmadan varlığını devam ettirebileceğine aklımız hiçbir zaman ihtimal vermez.290

Yine onun evrenden hareketle Allah’ın varlığına ulaşabileceğimiz yönünde getirdiği başka bir delil de insanın yaratılışı hadisesidir. Yeni bir çocuğun ana karnından güzel bir endam ile çıkışı ne

288 Topaloğlu, a.g.e., s. 71.

289 İmam-ı Âzam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyül-Kârî Şerhi, trc. Yunus Vehbi Yavuz, 4. baskı, Çağrı Yay., İstanbul, 1992, s. 270. 290 el- Beyâdi, Kemaleddin İşaretu’l-Meram Min İbârati’l- İmâm, Mısır, 1949, s. 85.

herhangi bir yıldızın, ne de tabiatın tesiriyledir. Bu kadar üstün bir sanat eserinin vücuda getirilişi, olsa olsa güçlü ve ilmi sonsuz olan bir sanatkârın takdiriyledir.291

Onun Allah’ın varlığı hususunda evrenden getirdiği bir diğer delil ise, âlem sürekli değişmektedir. Değişikliğin olduğu yerde de bir değiştiricinin var olması zorunludur. Bundan dolayı kâinatın sürekli değişikliğe uğraması mutlak kudrete sahip bir değiştiricinin varlığını gösterir ki, o da Allah teâlâdır. Bu ifadeleri şu örnekle de somutlaştırır: Boş bir arsa üzerinde bir müddet sonra sağlam bir bina görünce, önceden yokken şimdi gözlerimizin önünde yükselen bu binanın bir yapıcısı olduğuna zorunlu olarak hükmetmez miyiz?292 Dolayısıyla Ebû Hanife hudus delilini kullanır ancak hudus delilinde olduğu gibi cevher ve arazlara gerek duymaksızın aklın kavrayışı ve böyle bir varlığın kabulünün zorunluluğundan hareket eder.293

Görüldüğü gibi Hanefi mezhebinin kurucusu ve aynı zamanda büyük bir kelâmcı olan Ebû Hanife evreni, onda meydana gelen değişmeleri ve aynı zamanda evrendeki en değerli varlık olan insanın bizzat kendisinde var olan mükemmel yaratılışın Allah’ın varlığının en büyük delili olduğunu çeşitli örneklerle somutlaştırmakta ve başka hiçbir delile gerek olmaksızın insanın aklıyla bu unsurlar üzerinde düşünerek Allah’ın varlığına ulaşacağını belirtmektedir.

b- Ebu’l-Hasan el-Eş’arî ve Evrensel Ahenk

Ehl-i Sünnet kelâmının önemli bir kolunu teşkil eden Eş’ariyye mektebinin kurucusu Ebu’l- Hasan el-Eş’arî’nin Allah’ın varlığını isbat konusunda üzerinde en çok durduğu konu insanın yaratılışı ve gelişimi hadisesidir. O bu konuda şöyle der: En mükemmel yaratılışa sahip olan insanı düşünürsek, ana karnında ilk önce bir damla meni halinde bulunuyordu. Sonra bir kan pıhtısı şekline girdi, daha sonra da et, kan ve kemikten oluşan bir insan haline geldi. Düşündüğümüz zaman onun bu merhaleleri kendiliğinden kat etmesinin mümkün olmadığını görürüz. Olgunluk döneminde bile kendisi için göz, kulak veya herhangi bir organı icat etmekten aciz olan insanın ilk çocukluk döneminde bunu yapması mümkün değildir. Yeni doğan bir insan çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık devrelerini takip eden bir hayat sürer. Bu durum insanın kendi isteğiyle meydana gelmemekte ve insan ne kadar da istese bu durumu tersine çevirememektedir. Mesela ihtiyarlamış bir insan ne kadar çaba sarf etse de tekrar gençlik dönemine dönememektedir. O halde bu durumu idare eden bir varlığın olması zorunluluğu doğuyor ki, bu varlık da yüce Allah’tır. Ayrıca Eş’arî meninin kadim olduğu yönünde bir itirazın

291 el- Beyâdi, a.g.e., s. 91. 292 el- Beyâdi, a.g.e., s. 93. 293 Topaloğlu, a.g.e., s. 77.

olması durumunda da buna; kadim olan şey değişikliğe uğramaz oysa meni değişikliğe uğramaktadır diyerek böyle bir itirazı da çürütmektedir.294

Eş’arî’nin bu konuda getirdiği diğer bir misal ise şu şekildedir: işlenmemiş bir pamuk kendiliğinden iplik, sonra da dokunmuş kumaş haline gelebilir mi? Pamuğu alıp da, herhangi bir usta veya dokumacı olmaksızın, onun kendiliğinden iplik ve kumaş haline gelmesini bekleyen adam akıl dışı hareket etmiş olur. Yine boş bir araziye gidip toprağın ustası ve yapıcısı olmadan kendiliğinden tuğla ve bina haline gelmesini bekleyen adamın durumu da böyledir.295

Görüldüğü gibi Eş’arî de, tıpkı Ebû Hanife gibi bazı somut örneklerle evrenin ve onun en önemli öğesi olan insanın yaratılışı ve hayatlarını devam ettirmelerinin kendiliğinden olmasının mümkün olmadığını, bu mükemmel işleyişin ancak her şeye gücü yeten bir idare edici vasıtasıyla mümkün olduğunu belirmekte, böylece evrendeki düzenli işleyişten hareketle Allah’ın varlığını ispat etmektedir.

c-Ebû Mansûr el-Mâturidî ve Evrensel Ahenk

Ehl-i Sünnet kelâmının ikinci kolunu teşkil eden Maturidiyye mektebinin kurucusu Ebû Mansûr el-Mâturidî de Allah’ın varlığını isbat açısından Ebû Hanife ve Eş’arî gibi düşünmektedir.

Maturidi’ye göre insanlar için bilgi edinme yolları (esbab-ı ilim) üçtür: Sağlam duyular, doğru haber ve aklın tefekkürü. Biz bunlardan sadece konumuzla ilgili olduğu için aklın tefekkürü konusundaki düşüncelerine kısaca değineceğiz. Ona göre aklın tefekkürü bilgi edinme yollarından biridir ve iki şekilde olur: Birincisi, hiç düşünmeden ilk bakışta meydana gelen bilgidir ki buna zarûrî ilim (bedihî ilim) denir. Örneğin, her bütünün kendi parçasından büyük olduğunu bilmemiz gibi. İkincisi, istidlâlî ilimdir. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bilgidir. Dumanı gördüğümüz zaman ateşin mevcudiyetini kavramamız gibi.296 Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere evren hakkında düşünmek de istidlalî bir bilgi oluyor ve bu yol aklını kullananlar için açık bir bilgi kaynağı oluyor.

Maturidi, anlama çağına gelen (Mümeyyiz: İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilen kişi) çocuk hakkında: Böyle bir kimse üzerine Allah’ı tanımak farz olur diyor ve yine ona göre, bir topluma peygamber gönderilmemiş bile olsa, onlar Allah’ı bilmekten sorumludurlar. Çünkü

294 el- Eş’arî, Ebu’l- Hasan, el- Lüma fi’r-red Alâ Ehli’z-Zeyğ ve’l- Bidâ, Mısır, 1955, s. 17. 295 Topaloğlu, a.g.e., s. 78.

akıl ile Allah’ı bulmak mümkündür. Eş’ariler ise bu görüşlere katılmazlar. Onlar Allah’ı bilmeden ölen topluma azab edilmez derler ve bu konuda, “Biz peygamber göndermedikçe azab edici olmadık.”297 ayetini delil olarak getirirler.298 Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Maturidi, aklı kullanmaya büyük önem vermiş ve aklın Allah’ı bilmede temel kriter olduğu görüşünü ileri sürmüştür. İmam Matûrîdî de Allah’ın varlığı konusunda esas delillerini tabiatın sonradan oluşu üzerine dayandırmaktadır.299 Ona göre sonradan var olan bu âlemdeki ahenkli düzen, âlemde ilim ve hikmet sahibi bir düzenleyicinin var olmasını gerekli kılmaktadır.300

Maturidi’nin Allah’ın varlığını evrenden hareketle isbat etme konusunda en çok üzerinde durduğu husus, âlemin sonradan yaratılması konusudur. Maturidi, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde, gemilerin denizde seyredişinde, yeryüzünde hayatın temel unsuru olan suda, rüzgarların ve bulutların belli emirlerle hareket etmesinde birçok ibretin bulunduğunu bildiren Bakara-184. ayeti, alemin sonradan yaratıldığının en büyük delili olduğunu söyler. Âlem sürekli değişmiş ve değişmeye de devam etmektedir. Bu ise onun sonradan yaratıldığını gösterir. Bir de gece ile gündüzü düşünürsek bunlardan biri gelince diğeri yok oluyor. Eğer dışardan herhangi bir müdahale olmasaydı gece veya gündüzün sürekli sürüp gitmesi gerekirdi. Bu değişim dışardan bir idare edicinin varlığını gösterir ki, o da Allah tealadır. Ona göre evrende var olan hiçbir şeyin ezelden beri var olduğunu söyleyemeyiz. Mesela ilk önce evrendeki en değerli varlık olan insanı ele alırsak, hiçbir insan kendisinin ezelden beri var olduğunu söylememiş veya buna işaret etmemiştir. Böyle bir iddiada bulunacak olsa bunun yanlış olduğunu ilk önce kendisi anlayacaktır. Onun çocukluğunu ve dünyaya geldiğini hatırlayanlar yalan söylediğini göreceklerdir. Böylece evrendeki insan ve diğer canlılar hâdis (sonradan yaratılmış) olunca, onların emri altında bulunan cansızların da doğal olarak hâdis olması gerekecektir. Duyu organları ile algıladığımız cisimlerin birçok şeye muhtaç olduklarını görmekteyiz. Muhtaç olan bir varlığın kadim olması düşünülemez. O halde bütün bu sonradan yaratılmış olan ve sürekli değişikliğe konu olan evrenin bir idare edicisinin bulunması gerekir ki, burada bütün yollar Allah’ın varlığı ve birliğini gösterir.301

Görüldüğü gibi Maturidi de kendisi ile görüşleri çok paralel olan Ebû Hanife ve diğer Ehl-i Sünnet ekolünün kurucusu Eş’ari gibi âlemin Allah’ın varlığının en büyük delili olduğunu çeşitli açıklama ve örneklerle ortaya koymaktadır. Ancak diğerlerine göre âlemin hudûsu konusu üzerinde

297 İsra, 17/ 15.

298 es-Sâbûnî, a.g.e., s. 270-271.

299 İbrahim, Lütfi, “Allah’ın Varlığı Hususunda Matûrîdi’nin Delilleri”, (Çev.: Emrullah Yüksel), Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 10, Erzurum, 1991, s. 202.

300 İbrahim, a.g.m., s. 204. 301 Topaloğlu, a.g.e., s. 80.

oldukça fazla durduğunu görmekteyiz. Netice itibariyle Ehl-i Sünnet kelamcılarının Allah’ın varlığını isbat etmeye çalışırken üzerinde en çok durdukları konunun âlem olduğunu görmekteyiz. Onlar âlemde var olan bu mükemmel işleyişin kendiliğinden olmasının mümkün olmadığını ve sonradan ortaya çıktıkları açıkça anlaşılan canlı ve cansız varlıkların bunları ortaya çıkaran ve âlemdeki işleyişi idare eden bir varlığın bulunmasının zarurî olduğunu ve o varlığın da Allah teala olmasının şüphe götürmez bir gerçek olduğunu belirtmişlerdir.