• Sonuç bulunamadı

Atatürk Kültür Merkezi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk Kültür Merkezi"

Copied!
519
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK KÜLTÜR M ERKEZİ

ERDEM

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ DERGİSİ

DÖRT AYDA BlR ÇIKAR

A Y D IN SA Y IL I

ÖZEL SA Y ISI - III

i

«t

t

(2)
(3)

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

ERDEM

DÖRT AYDA BİR ÇIKAR

AYDIN SAYILI

ÖZEL SAYISI-III

Cilt: 9

T Ü R K T A R İ H K U R U M U B A S I M E V İ O C A K 1 9 9 7

KURUMU

Sayı: 27

A N K A R A

(4)
(5)

MAKALELER Sayfa

ENVER KONUKÇU: Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı ve Tarih... 887

AYDIN SAYILI: Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe... 893

NAKIŞ AKGÜL (KARAMAĞARALI): Some Cosmic Motifs and Elements in Seljuk and Ottoman Architecture... 903

BELKIS ALTUNİŞ-GÜRSOY: Âmedî Galib Efendi Sefaretnâm esi... 911

EĞEN ATAGARRİEV: Selçuklular ve Ataları... 943

TUNCER BAYKARA: Türk Kültüründe İk lim ... 955

GÖNÜL ÇANTAYI Sivas I. İzzettin Keykâvus Darüşşifası... 975

SALİM CÖHCE: Gaznelilerden Önce Hindistan’da Türk Varlığı... 981

RASİM EFENDİ: Kafkasya Türklerinde El Sanatları... 989

RASİM EFENDİ: Decorative-Applied A rts... 1007

NURANİYE H . EKREM: Çin Kaynaklarına Göre Milattan Önceki Türklerin Yurdu 1013 İNCİ ENGÜNÜN: Edebiyatımızda Rus T ip leri... 1033

HARİD FEDAİ: Kıbrıslı Âşık Kenzî’nin Başka Destanları... 1045

GEZA FEHER: Hungary Relations with the Ottoman E m pire... 1063

REŞAT GENÇ: Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı-Kırmızı-Yeşil 1075 BAYBARS GÜLENSOY: Kaya-Duvar Resimleri, Fresk ve Balballarda Eski Türk Tipi F igürleri... 1111

TUNCER GÜLENSOY: The Value o f “Altan Tobcı” in Regards o f the History of Tur-kish Language... 1119

MUSTAFA KALKAN: Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre Kazan­ dırdığı D inam izm ... 1129

İDRİS KARAKUŞ: Türkçe Ad Bilim (Onomastik)’de Hayvan A dları... 1143

BEYHAN KARAMAĞARALI: Türk Kültüründe Sanatkar Ü zerin e... 1153

NURCAN KOÇAK: Ana-Çocuk Sağlığı ve Eğitimi Alanında Gönüllü Kuruluşların Çalışm aları... 1161

ENVER KONUKÇU: XUI.—XVI. Yüzyıllarda Hindistan’da Türk Kurucular ve H anedanlar... 1177

MEŞEDİ HANIM NİMET: Azerbaycan’da 17. Yüzyıl Sonrası ve 20. Yüzyıl Öncesinde Nakşibendiyye Cemiyetleri M erkezleri... 1183

(6)

IV i ç i n d e k i l e r

EMİNE GÜRSOY-NASKALİ: Türkçe ve Türkçenin H eceleri... 1197

İLBER ORTAYLI: Osmanlı Devletinde Lâiklik ve Hukukun Romanizasyonu... 1201

F.A. SHAMSI: Whitead’s Method of Extensive Abstraction... 1209

AYSEN SOYSALDI-YAHŞİ YAZICIOĞLU: Kurtbağrı Bitkisi Yapraklarının Boyama Özelliği Üzerine Bir Araştırma... 1241

SADIK TURAL: Estetik Duyarlılık Konusunda Kavramlaştırma D en em esi... 1255

KAYA TÜRKAY: Alî Şîr Nevâyî’nin Tuyuğları... 1269

MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL: İbn Sina’nın Felsefesi ve Ahlâk A nlayışı... 1279

ABDÜLKADİR YUVALI: Moğol Harekâtının Anadolu’nun Demografik ve Dinî Yapısı Üzerindeki Etkileri... 1287

YAYIN TANITMALARI: İBRAHİM BAŞTUĞ: Erdem 21, Hoca Ahmet Yesevi Özel Sayısı... 1295

Al e v BİRGÜL: Erdem 22, Hoşgörü Özel Sayısı I ... 1299

ALEV BİRGÜL: Erdem 23, Hoşgörü Özel Sayısı I I ... 1303

AZİZE AKTAŞ-YASA: Erdem 24, Hoşgörü Özel Sayısı III... 1307

EDİT TASNÂDİ: Anadolu 1913... 1313

(7)

ENVER KONUKÇU*

O rd . Prof. Dr. Aydın Sayılı, çok d eğ erli ilim ad am larım ızd an d ır. A ram ızd an ayrılışı kısa o lm asın a ra ğ m e n , m üm taz yeri lâyıkıyla d o ld u ru lam am ış, b u n d a n so n ra da öyle g ö rü n ü y o r ki doldurulam ıyacağa benziyor.

Sayılı, Bilim Tarihçisi, Türk ve İslâm Bilim T arihi ve ta rih alan ın d a, d o ğ u d a ve b atıd a ta n ın m ış b ir şahsiyetti. D oktorasını, A m erika B irleşik D evletlerinin önde gelen eğitim k u ru lu şların d an H arvard Ü niversitesi’nde yapm ıştı (1942). Y urda d ö n ü şte genç, din am ik , batı-doğu k ü ltü rü ile yoğrulm uş, İngilizceyi de m ükem m el okuyup yazan, tahlil edebilecek y eten ek leri b e n liğ in d e to p lam ıştı. U zun sü re n b ir m esai sonrası ta m am lan a b ilen ilk m akalesi, Journal o f the American Society’de yayınlandı. 1943’de ilm i A.B.D. sü reli yayınında R.N. Frye ile Sayılı’n ın da göze ç a rp ­ m ası, Türkiye’de pek az kim senin d ik k atin i çekm işti (bkz.yAS, 63/3 (1943), s. 194-207). 1946’da “Selçuklulardan Evvel O rta Ş ark’ta T ürkler” ve “ Gazan H an R asad h ân esi” başlıklı m akaleleri, T T K ’n u n yayın o rg an ı Belletende yayınlandı. (A. Sayılı, “Selçuklulardan Evvel O rta Ş ark’ta T ürkler”, Belleten, X/37, 40 (1946), s. 97-131, s. 625-640).

“ S elçu k lu lard an Evvel O rta Ş ark’ta T ü rk ler” A m erika B irleşik D ev letlerin in ü n lü O rta Doğu ve Ira n u zm an ı R ic h a rd N. Frye ile b irlik te kalem e alınm ıştır. Sayılı, m ak alesin in “A m erika’da tahsilde b u lu n d u ğ u m sırad a arkadaşım Mr. R ich ard N.Frye ile H o rasan ve M averaü’n-N ehr bölgesindeki T ürkler ü z e rin d e yaptığım ız m ü n ak aşad an ” d o ğ d u ğ u n u yaz­ m akta, “ İlm î b ir şekilde cereyan e d e n ve aylarca sü ren bu m ü n ak aşalar so n u n d a, ark ad aşım da b en im tarafım ı tutm aya k a ra r verince, k endisine bu konudaki em eklerim izin boşa gitm em esi için b ir yazı hazırlam ayı teklif ettim ve m uvafakat cevabını aldım . Toplam ış olduğum uz m ateryalleri yeni çalışm alarla zen g in leştird ik ve oldukça u zu n sü ren b ir m esaid en sonra ta m a m la n d ı” dem ektedir.

O rta D oğu’da T ürkler konusu, o zam ana k a d a r ciddî b ir şekilde ele alınm am ıştı. H.A.R. Gibb (The Arab Conguests of Central Asia, L ondon 1923)

(8)

888 ENVER KONUKÇU

S haban (The Abbasid Revolution, C am bridge 1970) ve Rus âlim i B arth o ld

(Turkestarı dozun to the Mongol Invasion, L o n d o n 1928)’u n yazdıkları ise,

İslâm iyetin yayılışı Em evî ve A bbasîler nokta-i n a z a rın d a n kaynaklara dayanılarak m eydana g etirilm işti.

Sayılı’yı, diğer d eğ e rle r gibi k ü ltü r ve m edeniyet hayatına, ilim âlem ine k az an d ıran Türkiye C u m h u riy e tin in k u ru cu su Gâzi M ustafa Kemal A tatürk’ü n de, düşüncesi doğru ltu su n d a, Sayılı tarafın d an Selçuklu öncesi O rta Doğu büyük b ir ciddiyet ve titizlikle ele alınm ıştır. M averaü’n- N eh r ve H o rasan ’ın ro lü n ü , yaptığı a ra ştırm a la r so n u n d a g ö ren Sayılı, A n a d o lu ’n u n T ürkleşm esinin 107l’de değil, d ah a ö n celeri m eydana geldiğini ispatlayan h a le fle rin d e n önce, aynı m eto d u M averaü’n-Nehr- H orasan ve civârında uygulamaya çalışmıştır. Batılı bilginlerin bölge hakkın- daki yersiz görüşlerini b ir anlam da ustaca ç ü rü te n Sayılı, bu düşüncelerini izâh ederken de, “H orasan ve M averaü’n-N ehr’in Selçuklulardan evvel veya so n ra Türkleşm iş olm ası, m illî ta rih im iz b a k ım ın d a n p ek farklı n etice ler d oğurur. Bu bölg en in S elçuklulardan sonra Türkleşm iş olm ası, T ürklerin O rtaçağ m ed en iy etin d ek i ve ilim ta rih in d e k i m evkiinin çok küçülm esine sebep olur. Bu b ö lg elerin T ürkleşm esinin S elçuklularla başladığı kabul edilirse, T ü rk lerin bu bölgede ve um ûm iyetle Islâm iyetteki yüksek m edeniyet ve ilm in m eydana gelm esinde ve gelişm esinde h iç b ir ro lleri olm am ış olur; H o rasan ve M averaü’n -N e h r’in Türk b ilg in leri olsa bile, bünlar, yüksek vasıflarını yabancı b ir m u h itin te sirle rin e b o rçlu olurlar. Şunu da hatırlatm ak icab eder ki, Selçukluların tarih sahnesine çıkışı İslâm m ed en iy etin d e b ir in h ita tın baş gösterdiği zam an lara te sad ü f ed er; ve S elçukluların bu in h ita tta âm il o ld u ğ u n u , zayıf b ir id d ia da olsa, ileri sü re n le r o lm u ştu r” diye yazm aktadır.

Millî ta rih k o n u su n d a, zam an ın d ak i ta rih ç ile r gibi, aynı düşünceyi paylaşan Sayılı “...buna m ukabil, h iç b ir m illet de, k endi ta rih in in yazılm asını tam am en yabancılara bırakm am alıdır. İşte bu seb eb lerd ir ki, H orasan ve M averaü’n-N ehr ta rih in in yazılm asında, Türk m illî hissinin, şübhesiz ki, tam am en İlm î sın ırla r içinde, te sirin i gösterm esi, b ir eksiğin tam am lan m asın a sebep olacak, ilim için ve h ak ik atin m eydana çıkm ası b a k ım ın d a n b ir kazanç o la cak tır” d iyordu (a.g.m. s. 98-99).

Sayılı’n ın “S elçu k lu lard an Evvel O rta Ş ark’ta T ü rk ler” m akalesi, Ö n ­ söz, Giriş, “ M averaü’n -N eh r’in A ra p lar T arafından F ethi”, “ H o rasan ve M averaü’n-N ehr A hâlisi A rasın d a T ü rk lerin Yeri”, “ Sogd ve S o g d lu lar”, “ Ş eh n â m e ”, “ C e y h u n ’u n G üney B a tısın d ak i B ö lg elerd e T ü rk le r”, “A k h u n lar” ve “H orasanlıların Türklüğe Yakınlıkları Ü zerinde D okuzuncu A sırdan Kalm a Bir Yazı” başlıkları a ltın d a ele aldığı k o n u la r 1946 yılı

(9)

Türkiye’sin in tarih çiliğ i açısından oldukça önem li idi. İngiliz ve Fransız ta rih ç ile rin in zam an zam an in safın a te rk e d ile n Türk ta rih i yazıcılığı, Sayılı’n ın m ü d âh elesi ile belki de, ilk defa “ m illî k a ra k te r” kazanm ıştır. Taberî, B elâzurî ve d iğ er İslâm k ay n ak ların d ak i C eyhun-Seyhun arası fe tih le r h epsi b ire r o to rite olan B arth o ld ve H.A. R. G ibb’den d ah a farklı yorum lanm ış, “bu zam andan itibaren, ta rih lerd e T ürklerden bahsedilince, um ûm iyetle gayr-i m üslim Türk yâni İslâm sın ırla rı dışındaki T ürkler k a sd o lu n u r” so n u cu n a varılm ıştır. M akdisî, N arşahî, E.D. Ross y anında İslâm k aynaklarına, B izanslIların doğuya b ak ışların a da yer veren Sayılı ilk defa, Bizans, Sasanî ve G ö k tü rk ler gibi devrin güçlü d ev letlerin d en A khunlardûri da bahsetm iştir.

Sogd ve Sogdia p ro b lem i b u g ü n de ta rih ç ile ri, d ilcileri e etn o lo g ları m eşgul etm ektedir. Sogd ve Türk tem asları da m evcud b elg elerin ışığında ele alınm ış, eski-yeni ah âlilerin m ünasebetleri değerlendirilm iştir. İran ’ın m illî destanı Ş ehnâm e’deki b ilg ilerd en , Sayılı’n ın vardığı sonuç da, T ürklerin M averaü’n-N ehr n ü fusunun kahir ve çoğunluğunu teşkil ettikleri in tib a ın ı veriyor ve T uran’m kavram olarak neye tekabül e ttiğ in i keşfe çalışıyor.

İran-Turan arasın d ak i sın ır C eyhun’dur. Y örenin güney-batısındaki T ürkler de Sayılı’ya göre; O ğ u zların 24 k abilesinden H alaclar (Kalac) H allu h (K arluk)lardı. B u n ların İra n dünyasında da h issed ilir ro lleri olm uştur. C eyhun’u n g ü neyinde A fganistan k ısm ın d a T oharistan, Kabil, Kuzey H in d istan m ın tık asın d a İra n ve Türk ta rih in d e d e rin izler bırak an A kh u n lara anavatanlık yapm ıştır. I-Ta, Ye-Tha, Levkoy Hunnoy, Sveta H üna diye tan ın an kabile, zam anla A khun İm p ara to rlu ğ u ’n u vücûda getirm iştir. 1946’da, Sayılı’n ın yazdığı “ ta rih ” ve “b ilim ” ağırlıklı “ Gazan H an R asadhânesi,” Belleten X/37-40 (1946) s. 625-640 m akalesi de, İlh an lı d ü n y a s ın ın k ü ltü re l z e n g in liğ in d e n “ G özlem evi = R a sa d h â n e ” d en m eydana gelm ektedir. R eşid ed-D in’in verdiği b ilg ile rin ışığında, ra sa d h â n e h ak k ın d a ilgi çekici n eticelere varılm ıştır. Sayılı, “ resm en b ir astro n o m i öğretim m üessesi ihtiva etm esi b a k ım ın d a n Gâzan H an R asadhânesi İslâm iyet’te te k tir ve pek önem li b ir yeniliği tem sil e d e r” dem ektedir. O n a göre Tebriz R asadhânesi, Gazan H a n ’ın (1295-1304) biz­ zat verdiği te fe rru a tlı talim ata uygun olarak yapılm ıştır. Ayrıca, diğer ra sa d h â n e le rle kıyaslam aları yapılm ış, öğ retim faaliyetinin de d u rm a noktasına geldiği ifâde edilm iştir.

Sayılı, 1946’dan sonra, yine Bilim T arihi ala n ın d a birçok eser ve m a k a le y az d ı. A m a, y in e de, “ t a r i h ” s e v g is in d e n d o la y isiy le araştırıcılığ ın d a n kopam adı. T im u rlu dünyasının büyük devlet adam ı ve

(10)

890 ENVER KONUKÇU

âlim le rin koruyucusu U luğ Bey (1447-1449)’in k ü ltü r dünyasına ışık tu tan

Uluğ Bey ve Semerkand’daki ilim Faaliyeti Hakkında Gıyasüddin-i Kâşi’nin Mektubu (A nkara 1960)’n u yayınladı. Bu, B arselona ve M ad rid ’de toplanan

IX .M illetlerarası İlim T arihi K ongresinde (Eylül 1959) o k u n an tebliğdir. Sayılı, b ir yıl so n ra da, b ah sed ile n eseri, Türk-İslâm ilim âlem ine kazan­ dırm ıştır. O na göre G ıyâsûddin Cem şid el-Kâşi’n in m ektubu U luğ Bey hak­ k ın d a ve o n u n teşviki him âyesi a ltın d a S em e rk a n d ’da cereyan e d e n ilm i faaliyet e tra fın d a b irço k yeni ve ilgi çekici tafsilâtı ihtiva etm ektedir.

M erhum O rd. Prof. Dr. A h m ed Zeki Velidi Togan’ın da h e r zam an ifâde ettiği gibi, X. ve XI. yüzyılda yaşayan en büyük âlim Ebu Reyhan M uham m ed b. A hm ed el-B îrûnî de, Sayılı’n ın , fazla değer verdiği T ürkistanlı araştırıcı idi. Rusya’da, A m erika B irleşik D evletlerinde, A vrupa’da h a ttâ H in d ista n ’da bile lâyıkı ile ta n ın a n el-B îrûnî’n in , Türkiye’deki h a y ra n la rın d a n b iri de Sayılı’dır. Bu n ed e n le “ B eyrûnî’yi d o ğ u m u n u n 1000. y ılın d a an m ak bizim için adeta kutsal b ir ödevdir. B eyrûnî, g erçekten O rta Çağda yaşam ış b ir m o d e rn çağ d ü şü n ü rü ve araştırıcısı olarak karşım ıza çıkıyor” diye ifâdeye çalıştığı âlim in, Türk okuyucusuna, ta n ıtım ın ı, b ir arm a ğ a n d a sunm uştur. Beyrûnî’ye Armağan, (A nkara 1974) bu zevkli çalışm anın sonucudur. Sayılı’n ın gayretleri ile a rm a ğ an d a O rd. Prof. Süheyl Unver, İb ra h im O lgun, Prof. Dr. M übahat T ürker Küyel, J. C h rip to p h Bürgel, F. R ozenthal, Dr. G. T üm er ve Prof. M uham m ed Tanci’n in oldukça ilgi çekici m ak alelerin e yer verilm iştir.

Sayılı, bilim ta rih i sahasında a ra ştırm a la rın ı s ü rd ü rü rk e n de, tabiî ki tarih i ihm al etm edi. K ültür ve m edeniyetteki yerim izi yorulm az b ir savaşçı gibi belirlem eye çalıştı. Verilen h em en h e r görevde im renilecek çalışm alar yaptı. A tatü rk İlk e le rin in taviz tanım az savunucusu oldu. 1980 sonrası k u ru la n A tatü rk K ü ltü r M erkezindeki teşkilâtlanm ada, yaşının ileri olm asına rağ m en , 1946 H arv ard ru h u ile çalıştı. “ T he N ationality o f the E p h th alite s” m akalesi de, başladığı, an a h a tla rın ı çizdiği araştırm asın ın , yeni bilgilerin ışığı altında, zevkle okunacak sonucudur. O ndan önce, Ja p o n âlim i Kazuo Enoki’n in Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko’ da (Tokyo 1959) yayınladığı “ O n th e N ationality o f the E p h talites” m akalesinden de yararlan an Sayılı, A khun = Eftalit T arihine yeni b ir bakış kazandırdı (“T he N ationality of the E phtalites”, Belleten, C.XLVI/181 (Ocak 1982).

A nkara ve E rzu ru m ’daki konuşm alarım ız, genelde, E ftalitler h a k k ın ­ da idi. S elçu k lu lard an Evvel O rta şa rk ’ta T ü rk lerd ek i “A k h u n la r” b ö lü m ü n ü n genişletilm iş y o ru m ları, o n u n 1982’deki ta rih ç iliğ in i ortaya koyması açısından dikkati ü ze rin d e toplam aktadır. E. C havannes, D eniş

(11)

Sinor, G. F rum kin, K. Enoki, H. H offm an, Z.V. Togan, V. Minorsky, E.Esin’- den ve ben im Kuşan ve Akhunlar, (A nkara 1973) kitabım dan faydalanan Sa­ yılı, “A khun T arih i” ne, d ah a değişik b ir bakış sağlam ıştır.

Sayılı’yı kaybetm em izden çok zam an geçm iş değil. B ir ta rih ç i olarak o n u n çizdiği yolu takip etmekteyiz. R ahm etli A.Z.V. Togan’ın “Indo-Turcica” çalışm aları, Sayılı’n ın da arzu ettiği çizgide sü rd ü rü lm ek te d ir. Ö zellikle Prof. Dr. D ursun Ali A k b u lu t’un, Doç. Dr. Salim Ç öhce’n in , Dr. M ehm et Tezcan’ın ve başka değerli ta rih ç ile rim iz in de b u çığırda yol aldığı görülm ektedir.

(12)
(13)

D ilim iz yüzyıllar boyunca ihm ale uğram ış, çeşitli e tm en ler Türkçenin g elişim ini kösteklem iştir. Fakat bu ağ ır koşullar a ltın d a da Türk dili ne yapıp yapıp öz varlığ ın ı ve b en liğ in i korum ayı başarm ıştır.

G erçekten, an ay u rd u n d an kopm uş olan Türk m illeti, h e r şeye rağm en d ilin d en kopm am ıştır, koparılam am ıştır. Dilimiz bizim için kutsaldır. Ana dilim iz ü zerin e özenle titrem iş, titrem eyi bilm iş b ir ulusuz. D ilim iz, an la­ tı y o lların ın çeşitliği ve özgünlüğü b a k ım ın d a n d ü n y an ın en olağanüstü yetenekte ve güzellikte b ir dildir. A na dilim iz, en körpe yaşlarım ızdan baş­ layarak, h e r tü rlü ince d u y g u ların ve h e r çeşit bilgi ve g ö rg ü n ü n bize ile­ tilm e arac ı olm uş, h e r b irim iz d ilim iz d e k işiliğ im izi kazanm ış, bulm uşuzdur.

Dil insan ru h u n u n , b e n liğ in in , z ih n in in en arı, en zengin ve âdeta sih irli ü rü n le rin d e n b irid ir. Güzel Türkçem iz de, böylece, bizim bu yara­ tıcı gücüm üzü kendim ize özgü çizgileriyle, belirlen m esi ve so m u tlaştırıl­ m ası çok güç yollardan da olsa, dile g etirm ek ted ir. Bu yaratıcı güç b ir n o k tad a d u rm u ş d eğ ild ir ve duram az da. Ç ünkü insan yaşam ının ve uy­ g arlığ ın için d e b u lu n d u ğ u gelişim süreci dilde ister istem ez yansıyacak­ tır. D em ek ki dilin gelişm esi b ir güçlü gereksem eyi o ru n lar, tem sil eder. Böyle olunca da, dilim izi elbette ki biz, bu an a d ilin in sa h ip leri olan biz- le r geliştireceğiz ve g eliştirm ek zorundayız.

Dil ve özellikle yazı dili uygarlığın ve k ü ltü rü n en güçlü b ir taşıyıcısı­ dır. Dil, aynı zam anda, yeni a tılım la rın ve b u lu şların ifade aracıdır. D ili­ ne böyle b ir görevi yeterince verem eyen, d ilin i bu b ak ım d an gereği gibi d eğ erlen d irem ey en b ir ulus, uygarlıkta ve top lu m larası uygarlık yarışm a­ sında geri ko şu n lara düşm eyi p eşin en kabullenm iş dem ektir.

Büyük A tatürk şöyle söylüyor:

M illî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.

* Merhum Aydın Sayılı, biyografisi ve bibliyografisinde görüleceği üzere TTK yayınla­ rı arasında çıkan ve editörlüğünü yaptığı Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe adlı kita­ bın önsözünü günümüz açısından önem li görüp, hem hatırasını ta’ziz ediyor hem de okuyucuların dikkatini konu üzerine çekmek istiyoruz.

(14)

894 AYDIN SAYILI

Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

Ü nlü A lm an tarih çisi ve dil b ilg in i B rockelm ann’ın şu sözleri, d ilim i­ zin güncel so ru n la rı b a k ım ın d a n bizi çok ilg ilen d ire cek n itelik ted ir:

Dil bir milletin özelliklerinin sadık aynasıdır. M illî benliğini, ulusal özellikle­ rini bilinçle kavrayabilecek bir düzeye erişmedikçe, hiç bir millet siyasî yahut ma­ nevî yönden kendisinden üstün olan yabancı milletlerin kültürel etkisine ve bu kültürün taşıyıcısı olan yabancı sözcüklerin kendi ana diline girmesine engel ol­ mak gerektiğini gereği gibi kavrayamaz.

(Bkz., S adri M aksudî, Türk Dili İçin, 1930, s. 3).

B u rad a m anevî y ö nden veya b ak ım d an ü stü n lü k te n söz ediliyor. Baş­ ka b ir deyiş ile, to p lu m la rın tinsel k ü ltü r veya uygarlık y ö n ü n d en kıyas­ lanm ası söz konusu olm akta ve böylece çok önem li b ir noktaya p arm a k basılm aktadır.

G erçekten, m addesel veya tek n ik uygarlığı kapsam ı d ışın d a bırak an anlam iyle k ü ltü rü b ir to p lu m u n k en d in e özgü ve gelen ek lere bağlılık yo­ luyla p e k iştirile n b irtak ım ö zellik lerin d en ve o n u n başka to p lu m lard an ay ırd ed ilm esin i sağlayan ya da kolaylaştıran ayırıcı vasıfların d an ib aret saym ak büyük b ir kısagörüşlülüktür. K ü ltü rü n bu kesim i h e r zam an için ilg in çtir fakat som ut ve nesnel değer y arg ıların a götürebilecek kıyaslam a­ la rın yapılm asına pek elverişli sayılam az. Yine, bu kesim d u rağ an d ır, sta­ tik tir; özsel olarak önem li gelişm eler gösterm esi beklenem ez.

T op lu m ların k ü ltü rle rin in , m illî k ü ltü rle rin , bu b ak ım d an çok daha büyük ö nem taşıyan çaplı b ir kesim i, k ü ltü rü n bilgi ve d ü şü n ü m tabanı ü ze rin e o tu ra n ve d ü şü n ü m sel k ü ltü r veya d ü şü n ü m sel ekinim ad ın ı ve­ rebileceğim iz b ir kısm ı, b ir dilim idir. Bu kısım devingendir, d in a m ik tir; özsel olarak gelişim e ve yetkinleşm eye elverişli ve yatkındır. Bu kesim de­ ki ü stü n lü k , m addesel uygarlık ü r ü n le rin d e n de d ah a büyük ve etk in öl­ çüde olm ak üzere, to p lu m la r arasın d ak i ü stü n lü k , etkililik, ve başarıcılık m ü n aseb etlerin i o ru n la r ve belirlem eye yarar. A tatü rk ’ü n yukarıda geçen “ m illî hissin in k işafı” sözünde k ü ltü rü n bu k esim inin işe karışm akta ol­ du ğ u görülüyor. Ç ü n k ü m illî his özellikle bu yönde gelişim e açıktır.

Biz ö ted en b e ri dilim ize büyük ilgi ve özen gösterm iş b ir m illetiz. Di­ limizi geliştirm ek ve zenginleştirm ek b akım ından yüzyılımız içinde olduk­ ça büyük b ir yol da alm ış bulunuyoruz. Fakat bu övülmeye d eğ er başarıya olum suz b ir te p k in in de zam an zam an b elirginleştiği, b irtak ım te re d d ü t­ ler geçiren bazı ay d ın larım ızın m akul eleştiri sın ırla rın ı aştığı, dilin geli­

(15)

şim zo ru n lu lu ğ u n u yeterince anlam ayarak dilim izin gelişm esini ve yeni sözcüklerin tü re tilm e sin i d ilin bozulm ası a n lam ın a alan e le ştirile rin lâ­ yık o ld u k la rın d a n fazla a ğ ırlık k azan d ık ları olm uştur. Ö te y andan, dilin g eliştirilm esi işine önem le eğilm eleri g erek e n çeşitli b ilim d alları m ünte- sip le rin in de bu önem li görevi yeterince ciddiyetle ele alm ad ık ları da gün k a d a r âşıkârdır. Bu iki etm en i, bu iki karşılıklı etm en çiftin i böylece ka­ b u l etm em iz gerekiyor. Ç ü n k ü dilim izin gelişm e te m p o su n u n m evcut ih ­ tiyaca yeterince ayak uyduram am ış olduğu gözler ö n ü n d e ve m eydandadır.

B ir zam an önce h a rc a n a n çabalar ve g erçek leştirilen b irtak ım atılım - la r sonucu, dilim iz A rap ça ve Farsça sözcük ve ifade ta rz la rın d a n arıtıl- m ıştır. Fakat b u n a karşılık, Batı d illeri sözcükleri dilim ize büyük b ir kolaylıkla g irip yerleşm ektedir. Ayrıca, özellikle son yıllarda ö ğ retim dili o larak gerek o rta ve gerekse yüksek ö ğ retim d e İn g ilizcen in ağ ırlık kazan­ d ığ ın a ta n ık lık etm ekteyiz. Oysa, ö ğ retim ve k ü ltü r dili olarak dilim izin ö nem kaybetm esi k ü ltü r ve uygarlık davam ıza ters d ü şen b ir d u ru m d u r. Bu, aynı zam anda, dilim izin sahip o ld u ğ u büyük ve m üstesna o lan ak ları g örm ezden gelm ek, b u n la ra sırt çevirm ek a n lam ın a gelm ektedir.

A tatü rk ’ün , 1930’da, Türk dili ü zerin e hazırlanm ış az önceki n o tta b e­ lirtile n b ir kitabın b aşına yazdığı ve yukarıya aynen ak ta rıla n sözlerinde iki büyük g erçeğin, iki d eğ erli id ealin , v u rg u lan d ığ ı g ö rü lm ek ted ir. B un­ la rd a n b iri dilim iz ü z e rin d e yabancı d ille rin egem enlik k u rm a la rın a izin verilm em esi ve d ilin d ah a önce girm iş o ld u ğ u bu d u ru m d a n k u rtarılm ası ilkesidir. D iğeri ise, gerek edim sel ve gerekse gizil güçleriyle k alb u rü stü yeten ek lere iye olan dilim izi dizgeli b ir biçim de, k a ra rlı b ir tu tu m la, ve yoğun b ir çaba ile z e n g in le ştirip geliştirm ektir.

Bu sözler en g in ve köklü b ir dil felsefesi g ö rü şü n e dayanm ak z o ru n ­ dadır. A tatü rk ’ü n dil davam ıza yön verm ekteki katkısı ve payı, ancak o n u n gibi m uazzam b ir itib a r ve otoriteye sahip d âh i b ir k işin in g erçek leştire­ bileceği dev cüsseli b ir atılım şeklinde tecelli etm iştir. Sadece T ürk Dil Ku- r u m u ’nu, sadece Dil ve Tarih-C oğrafya Fakültesi’ni k u rm u ş olm ası o n u n bu k o n u d ak i p lân lı ve geniş çaplı tu tu m ve yaklaşım ını dile getirm eye ye­ te rli olsa gerektir. İlk adı Türk Dili Tetkik C em iyeti olan Türk Dil Kuru- m u ’n u n A ta tü rk ta r a f ın d a n k u r u lu ş u n d a g ü d ü le n a m a ç şöyle b elirle n m iştir: “ C em iyetin m aksadı, T ürk d ilin in öz ze n g in liğ in i m eyda­ na çıkarm ak, on u dünya d illeri arasında, d eğ erin e yaraşır yüksekliğe eriş­ tirm ektir.”

M eşrutiyetten h em en so n rasın ın b irço k a y d ın la rın ın Türk d ilin in kı­ sırlığ ın d an yakınıp bu dille uygarlığa ayak uydurulam ayacağını öne sü r­ d ü k le rin e işa re t ed en Prof. Dr. Vecihe H atib o ğ lu ’n u n ifadesiyle, “A tatürk

(16)

896 AYDIN SAYILI

Millî M ücadele y ılların d a A k d en iz’i işaret ettiği gibi, Türk dili için de b ir yön gösterm iş, kendisi ö nde olm ak üzere b ü tü n m illeti bu u ğ u rd a savaşa so k m u ştu r”. Yine aynı yazar, Türk Dil K u ru m u ’n u n k u ru lu şu n d a n iki ay sonra, 26 Eylül 1932’de, A tatü rk ’ün D olm abahçe Sarayı’n d a topladğı Bi­ rin c i Türk Dil K urultayı için de “ bu, çok defa hakkı yenm iş, in k â r edilm iş Türk m illetinin b ir şahlanışı sayılırdı” diyor. (Bkz., Vecihe H atiboğlu, “Ata­ tü rk ’ün D ilciliği”, Atatürk ve Türk Dili, Türk Dil K urum u Yayını, A nkara

1963, s. 9, 12, 15).

Çok dikkate d eğ e r ki, k endi elyazısıyla yazdığı d ire k tifle r arasında, A tatü rk ’ün “ Dil d ev rim in in am acı, Türk d ilin in kısırlaştırılm ası değil, g en işletilm e sid ir” şeklindeki b ir sözü de yer alm aktadır. A tatü rk ’e göre, başka d illerd ek i h e r b ir sözcüğe karşılık olarak dilim izde en az b ir sözcük bulm ak gerekir. Bu sözcükler ortaya atılm alı, kam u oyuna sunulm alı, ve böylece, tu tu n a n la rın ın yaygınlaşıp yerleşm esi sağlanm alıdır. (M elâhat Öz­ gü, “A tatü rk ’ü n Dilim iz Ü zerine Eğilişi”, Atatürk ve Türk Dili, A nkara 1963, s. 29, 35).

G ö rü ld ü ğ ü üzere, öz T ürkçenin geliştirilm esi ve zenginleştirilm esi il­ kesi A tatü rk ta ra fın d a n gözden kaçm ayacak biçim de te k ra r te k ra r v u rg u ­ lanm aktadır. Belli b ir gelişim evresinde kalan b ir dilde sadeleşm e süreci, iyi ve etk in biçim de y ü rü tü ld ü ğ ü takdirde, b ir süre sonra am acına ulaşır, ö n em in i ve g ü n celliğ in i yitirir. Statik kalacak b ir dilde başkaca b ir geli­ şim so ru n u söz konusu olmaz. Fakat yeryü zü n ü n güçlü ve zengin d ille ri­ n in hiç b iri d u rağ an b ir ta rih e sahip o lm ad ık ları gibi, değişm eye uğram aksızın belli b ir evrede d o n u p k alm am ışlard ır ve kalam azlardı da.

D ilim izi yabancı d illerin b o y u n d u ru ğ u n d a n u zun vadeli olarak k u r­ tarm ak sadece dilin özleştirilm esi, sadeleştirilm esi ile sağlanam az. Bir d i­ lin kendi kendisi ü zerin d ek i öz egem enliğini sağlam ak ve güvence altın d a b u lu n d u rm a k için o d ilin ardışık çağların g e rek sin m elerin i yeterli ölçü­ de karşılayacak biçim de gelişip zenginleşm esi ve bu süreci aksatm adan devam e ttirm esi z o ru n lu lu ğ u vardır. B u g ü n ü n ölçüleriyle yeterince geliş­ miş b ir dil belli b ir evrede d o n d u ru lu r ve yeni gelişm elere sahne olm az­ sa, y a rın ın ölçüleriyle o dilde önem li yetersizliklerin baş göstereceğini m uhakkak saymak, b u n u n zıd d ın ın söz konusu olam ıyacağını kesinlikle kabul etm ek gerekir.

Türkçem iz A rapça ile Farsçanın aşırı ölçü lerd ek i e tk ile rin e yüzyıllar boyunca açık tu tu lm u ştu . D ilim izi bu d ille rin hegem onyasından ve baskı­ sın d an k u rta rm a k için öz T ürkçeleştirm e çabam ızı y oğunlaştırdık ve bu davayı büyük ölçüde başardık. Fakat b u n u n la koşut olarak dilim izi hiç d e­

(17)

ğilse bazı k ü ltü r k esim lerin d e g eliştirm ek için g erekli çalışm alarda b ü ­ yük te re d d ü tle r ve zam an zam an g erçek leştirilen atılım lara ters te p k ile r gösterildi. B u n u n kaçınılm az b ir so n u rg u su olarak da dilim iz Batı dille­ rin d e n sözcüklerin istilâsına uğram aya başladı. Yine aynı d u ru m u n b ir başka tehlikeli sonucu olarak b irtak ım Batı d ille rin e y u rd u m u zd a ö ğ re­ tim dili olarak aşırı b ir d eğ er verilm eye, ayrıcalıklar tanınm aya başlandı.

G erçekten, ü ze rin e A ta tü rk ’ün isabetle p a rm a k bastığı üzere, dilde ö zgürlük ve özerklik ile d ilin gelişip zenginleşm esi so ru n la rı, b irb irle rin ­ d en ayrılm ayan, b irb irle riy le atbaşı y ü rü m esi g erek en iki ilkeyi oru n lar. D ilim izin yabancı d ille rin aşırı etki ve baskısı a ltın d a b ırak ılm am asın ın güvencesi dilim izin sürekli olarak geliştirilm esiyle geçerlik ve etkinlik ka­ zanır. Ayrıca, böyle b ir tu tu m içinde, böyle b ir davada T ürk d ilin in b aşarı­ lı olacağından da hiç b ir tereddüte m ahal yoktur. Ç ünkü, A tatürk’ün dediği gibi, Türk dili d ille rin en z e n g in le rin d e n d ir. A ncak, h e r zengin dil gibi, bu d ilin zen g in liğ in in de iki yönü, iki kesim i v ard ır; iki tü r varınca iye­ dir. B u n lard an b iri edim selleşm iş olan dil zenginliğidir. Ö tekisi ise gele­ ceğe d ö n ü k tü r ve dilin gizil güçlerini, gelişim olanak ve yeteneklerini içine alır.

Dil ze n g in liğ in d en ne anlarız? Dil zenginliği b irb irle rin d e n az çok fark lı ve değişik b irtak ım an lam lara gelebilir. B ir defa, dil zenginliği, b el­ ki h e r şeyden önce, sözcük d ağ arcığ ın ın ze n g in liğ in i dile getirir. Fakat ay­ rıca, zengin ve gelişm iş b ir dilde ifade incelik ve çeşitlilikleri; kullanışlı ve zengin içerikli kavram ve d ü şü n ce kalıp ları; d ilin telkin, çağrışım , ve seçkin uygulam a ö rn e k le ri yoluyla zım nî olarak dile g etird iğ i d ü şü n c e­ ler; ren k , canlılık, kıvraklık, ve heyecan u n su rla rı; b irkaç sözcükle geniş an latı o la n a k la rın ın yaratılm ası veya ilh am edilm esi; dil bilinci, dil duy­ gusu, dil estetiği; d ilin vurgu, ritm , ve ses uyu m ları gibi vasıfları; sarahat, dakiklik, ve ince anlam ay ırım ları duyarlılığı gibi n ite lik le r h ep dil zen­ gin liğ in i belirleyen ve sim geleyen özelliklerdir. Belki de b u n ları, edebî dil açısından ve bilim sel ya da m antıksal ifade açısından olm ak üzere, iki g ru p olarak d ü şü n m e k y erin d e olur. Ç ünkü, ö rn e ğ in , b ir ve aynı sözcüğün b ir ­ d en fazla anlam taşım ası cinas gibi b ir edebî sanat açısından dilin olum lu b ir vasfı sayılabildiği gibi, an latı açıklığı ve dakikliği açısından olum suz b ir vasıf sayılm ak d u ru m u n d a d ır. Dil m antıklılığı d ilin katı ve k u ru olm a d o ğ ru ltu su n d a b ir gelişim gösterm esine yol açabilir. Oysa, edebiyat dili olm aya yatkınlık ve dilin m üziksel vasıfları dile b ir başka tü r saydam lık ve b e rra k lık k azan d ırab ilirler.

Bu ciltte söz konusu olan dil zenginliği, özellikle, açık seçik b ir biçim de ta n ım la n ıp belirlenm eye elverişli olan sözcük hâzinesi zenginliği ile ge­

(18)

898 AYDIN SAYILI

rek sentaks gerek g ra m e r ve gerekse sözcük yapı k u ra lla rın ın ideal olarak tam am en sarih ve m antıksal olm ası h u su slarıd ır. Y akınanlam lı sözcükle­ rin bolluğu ile tek tek sözcüklerin çok an lam lı o lm aları d u ru m u , genel olarak, b ir dilde b irb irle riy le ters o ra n tılı özellikleri o lu ştu ru rlar. Az ö n ­ ce söylendiği üzere, edebiyat b a k ım ın d a n b ir sözcüğün çok anlam lı olm a­ sı bazı edebî san atlar açısından b ir m eziyet sayılabilir. Fakat bilim te rim i olarak b ir sözcüğün çok anlam lı oluşu ifadelere sarahatsizlik g etire b ile­ ceği için b ir k u su r ve b ir noksan sayılm ak d u ru m u n d a d ır.

A tatürk’ün Türk dili konusundaki düşüncelerinin fevkalade geniş kap­ samlı olduğunu görüyoruz. A tatürk’ün b u n u kanıtlayan bazı sözleri az önce su nulm uş bulunuyor. B urada b u n la ra T ürkçeleri biraz sadeleştirilm iş şe­ killeriyle birkaç m isal d ah a ekleyelim .

Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası, bugün kendi mil­ liyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.

Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her mefhumu ifadeye kabiliyeti vardır. Yal­ nız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâzımdır.

Türk milletini ve Türk dilini medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz.

Öyle istiyorum ki Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ahenkli dilimizi kullansınlar.

Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken his ederdim ki bu di­ lin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat mutlaka bir şey lâzım olduğunu hissederdim.

En iyi müdafaa usulü taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıkla­ ra saldıralım; ağacı bir defa silkeleyelim: görelim hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır...

M illî şuurun kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalış­ maya mecburuz.

Milletimizin siyasî ve toplumsal hayatında, milletimizin fik r î terbiyesinde reh­ berimiz ilim ve fen olacaktır. Türk milletinin, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatının bütün güzelliği ile gelişmesi ancak mektep sayesinde, mektebin verece­ ği ilim ve fen sayesinde olacaktır.

(19)

(Bkz., U tkan K ocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, A n k ara 1971, s. 140, 141, 119).

A tatü rk “ Türk dili d illerin en z e n g in le rin d e n d ir” d erk en , b ir yandan da “ yeter ki bu dil şu u rla işlensin” sözünü ilâve ediyor. Türk d ilin in h e r kavram ı ifadeye kaabiliyetli o ld u ğ u n u söylerken, b ir y an d an da o n u n b ü ­ tü n gizil güç ve o la n a k la rın ı arayıp saptam ak gereği ü ze rin d e duruyor. D ilim ize karışm ış yabancı sözcüklerin dilim izi örseleyip yozlaştırm ış ol­ d u ğ u n u daha çocukluk çağındayken m ü p h em b ir şekilde sezdiğini de ken­ d isin d e n öğreniyoruz.

Böylece, A tatü rk T ürk d ilin in özleştirilm eye ve geliştirilm eye m uhtaç old u ğ u n u vurguladığı kadar, dilim izin zenginliğini de vurguluyor. Bu zen­ g in lik b ir y an d a n gizil olan, potansiyel olan b ir zenginliktir, b ir gelişm e ve yetkinleşm e yeteneğidir, b ir y an d an da edim sel ve gerçekleşm iş, yani esasen kaybolm am ış b ir zenginliktir. Bu edim sel ve y itirilm em iş zen g in ­ lik ise ile rid e gerçekleşecek yeni yeni ve en g in g elişm elerin b ir güven­ cesidir.

G erçekten, dilim izin ileriye yönelik gelişm elere yetenekli o ld u ğ u n ­ d an şü p h e edilem ez. Vâkıa, k ü ltü r dilim iz öz Türkçe açısından yüzyılım ız b aşın d a içaçıcı b ir d u ru m d a değildi. Fakat b u n a rağ m en , dilim izin yapısı, ta rih i, ve halk d ilin d e k i sözcük ve ifade hâzinesi dilim izin ö zünde ve kö­ k e n in d e hiç de fak ir o lm ad ığ ın ı ve ilerisi için p a rla k gelişm e y o lların ın tam am en açık o ld u ğ u n u A tatü rk gibi d e rin bilgi ve sezgiye sahip b ir k im ­ sede şüpheye yer bırakm ayacak biçim de kanıtlayabilm ekteydi. İşte A ta­ tü r k ’ü n bu k o n u d a söyledikleri de b u g erçek lere dayandığı ve b u n la rd a n kuvvet aldığı için tam am iyle d o ğ ru ve isabetli olabilm iştir.

Yukarıda sunulan sözlerinin bazılarında A tatürk’ü n dilim izin özellikle k ü ltü r dili olarak d u ru m u ü z e rin d e d ü şü n m ek te o ld u ğ u g örülm ektedir. Fakat o n u n d ilim izin k ü ltü r dili ve, d ah a özel olarak, bilim dili y ö n ü n ü n geliştirilm esiyle ön k o şunda olm ak üzere ilg ilen d iğ in i gösteren çok daha açık ve ay rın tılı k a n ıtla rla da karşılaşıyoruz.

A tatü rk 1936-37 k ışın d a g eo m etri k o n u su n d a k üçük b ir kitap h a z ır­ lam ış ve bu k ita b ın d a g eo m etri te rim le rin in T ürkçeleştirilm esi ü ze rin d e çok b aşarılı b ir d en em e yapm ıştır. Bu k o n u d a bu cilt içinde bazı ayrıntı b ilg ileri v erilm ek te d ir (s. 424). Ve işte bu güzel ve som ut ö rn eğ i ile gözü­ m ü zü n ö n ü n d e c a n lan a n gayretleri so n u c u n d a d ır ki, A tatürk, b u n d a n kı­ sa b ir süre sonra, Kasım 1937’de, şu b ild iri ile m illetin in h u z u ru n a çıkabilm iştir:

(20)

900 AYDIN SAYILI

Dil Kurumumuz en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe te­ rimleri tesbit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yo­ lunda esaslı adımını atmıştır.

Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle basılmış kitaplarla başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hâdise olarak kaydetmek isterim. (Bkz.,

aşağıda, s. 423).

G ö rü ld ü ğ ü üzere, A tatü rk bilim te rim le rin in b ir k ısm ın ın Batı d ille­ rin d e n aynen dilim ize aktarılm asını öngörm ekte değildi. D ilim izin b ir b i­ lim dili olarak da yabancı d ille r etkisi a ltın d a b u lu n m am ası g erektiğine kesinlikle inanm aktaydı. B unu b u ra d a vurgulayarak b e lirtm e k yerin d e olur.

Dil so ru n u , geniş b ir ölçü ve k apsam da olm ak üzere, özellikle B atı’- da, son yıllarda dikkati ü ze rin e çekm ekte ve çok çeşitli yönlerde yoğun a ra ştırm a la ra konu olm aktadır. B ir yandan da dünyada tek b ir dili hâkim d u ru m a g etirm e ça b a la rın ın sistem li ve yoğun b ir biçim d e y ü rü tü lm ek te o ld u ğ u n u biliyoruz. Bilim ve ö ğ retim dili o larak dilim izin y u rd u m u zd a g eriletilm e eğ ilim leri ile karşı karşıya bırakılm ış o lm asının bazı te p k ile r yaratm ış o ld u ğ u n u da b u ra d a kaydetm ek y erin d e olur. A ncak, bu te p k i­ n in d ah a güçlenm esi, d ah a dizgeli ve geniş kapsam lı b ir nelik kazanarak etkisini b elirg in biçim d e gösterm esi z o ru n lu lu ğ u vardır.

D ilim izi b ir bilim dili olarak g eliştirm ek ve terim dilim izi azim li b ir şekilde zenginleştirm ek zorundayız. Bu am acın gerçekleşm esi kesin ve sa­ r ih b ir ihtiyaç o ld u ğ u n a göre, bu yolda duyulacak b ü tü n te re d d ü tle ri ne yapıp yapıp b ir yana itm ek, silip sü p ü rm e k m ecburiyetindeyiz. Şu halde, bu te re d d ü tle rin gereksizleştirilm esi, yani m akul o ld u k la rı ölçüde d ik k a­ te alın m a ları ve m akul o lm ay an ların ın ayak bağı o lm a la rın ın önlenm esi gerekir. K onunun ağ ırd an alınm aya tah am m ü lü olm adığı apaçıktır. Fakat işin n ite liğ in in acele y ü zü n d en d ü şü rü lm em esi gerektiği de aynı d erec e­ de sarih ve aşikârdır.

Özellikle, öğretim dili olarak Türkçem izin y urdum uzdaki statüsü m e­ selesi g ü n ü m ü zd e güncel ve ivedili b ir so ru n b o y u tla rın ı kazanm ıştır. A n­ kara Ü niversitesi Dil ve Tarih-C oğrafya Fakültesi Felsefe B ölüm ü öğ retim üye ve yardım cıları bu büyük m em leket davası d o ğ ru ltu su n d a b ir h iz m et­ te b u lu n m a k am acıyla, konuyu çeşitli yönleriyle aydınlatan b irtak ım yazı­ la r h azırlayarak b u n la rı b ir cilt içinde y u rt ay d ın ların a sunm ayı k ararla ştırd ıla r. C ilde g iren yazıların özel k o n u la rı tam am en serbest bı­ rakılm ış, h erk es k e n d in i d ah a h az ır hissettiği ya da d ah a yararlı olacağı­ n ı u m d u ğ u b ir yaklaşım la k o n u su n u seçip ele alm ıştır. M aam afih, yine de

(21)

b u ayrı ayrı yazıların b irb irle rin i az çok tam am layacağı ve a ra la rın d a ya­ ra rlı b ağ ların k u ru lm asın a yol açacağı um ulm aktaydı. N itekim , böyle b ir d u ru m u n gerçekleşm iş olduğu da söylenebilir.

P rofesör Dr. Oktay S inanoğlu ö ğ retim dili olarak T ürkçem izin ih m a­ le u ğ ram asın ı âd eta tek başına ö n lem ek için çaba h arcam ış b ir bilim ad a­ m ım ızdır. G erek k e n d isin d en ve gerekse O rd. Prof. Dr. Enver Ziya K aral ile D oçent Dr. Sem ih Tezcan’dan bu yayınım ıza katkıda b u lu n m a la rı rica ed ild i ve g ö rü ld ü ğ ü üzere k en d ile ri bu ricayı kabul ettiler. Türk Tarih Ku­ ru m u da cildi kendi adına bastırm ayı k ararlaştırarak yayınımıza bizim için çok büyük değer taşıyan b ir ilgi gösterm iş oldu. Bölüm ark ad aşlarım ad ı­ n a gerek Türk T arih K u ru m u ’na ve gerekse sayın Enver Ziya K aral’la sa­ yın Sem ih Tezcan’a ve Oktay S in an o ğ lu ’n a şü k ran la rım ı sunm ayı zevkli b ir görev sayarım .

1981 yılı A tatü rk ’ü n d o ğ u m u n u n yüzüncü yıld ö n ü m ü n e rastlam akta­ dır. Türk T arih K urum u bu güzel vesile ile bazı özel yayınları ve çalışm ala­ rı şim diden hazırlam aya başlam ıştır. Bu cildin bu yıld ö n ü m ü n ü n anılm ası için çıkacak yapıtlar arasın d a yer alm asının da ayrıca k a ra r altın a alınm ış olm ası bizim için büyük b ir kıvanç kaynağı olm uştur. Bu cildi Türk d ili­ n in özleşm esi ve b ir k ü ltü r ve bilim dili olarak b en liğ in i bulm ası yolunda k en d isin e çok çok şeyler b o rçlu o lduğum uz U lu Ö n d e r A tatü rk ’ün kutsal an ısın a adam akla büyük o n u r duym aktayız.

Aydın SAYILI

A nkara Ü niversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe B ölüm ü ve Bilim T arihi K ürsüsü Başkanı,

(22)
(23)

IN SELJUK AND OTTOMAN ARCHITECTURE

NAKIŞ AKGÜL (KARAMAĞARALI)*

In ali com m unities religious arch itectu re is shaped in conform ity with th e fu n ctio n s necessitated by the religious d o ctrin e; a n d m eanings and co n ten ts o f beliefs necessitated by creeds. T h e form a n d o rd e r o f a sanc- tu ary is, also sh a p ed in accordance w ith th e religious p rin c ip le s a n d the ritu a l essentials o f the relig io n . Some fu n d am e n tals w hich w ere b ro u g h t ab o u t by th e Holy Q u r ’ân, sim ilarly gave rise to th e form o f the m osque w hich is the sanctuary of Islam ic religion. O f these fundam entals, the most im p o rta n t one is “A rş”, nam ely “ the T h ro n e ”.

T he literal m eaning of the T h ro n e is altitude, high place, ceiling, cover, th e te n t a n d it is used in th e Q u r ’ân a n d in th e H ad ith s (the sayings of the P ro p h et M uham m ed) as “Divine Sovereignity, Dignity and the T h ro n e” (Devellioğlu 1970: Arş; G ö lp ın arlı 1977: Arş, 1989:101; Akay 1991: Arş; DIA:Arş; IA:Kürsü). T he concept of “K ürsî” which occured in Âyet el-Kürsî in th e Q u r’ân is synonym us with the T h ro n e w hich is a ttrib u te d to “A llah” symbolically.

As the m e tap h o rica l place from w hich A llah ru les the w orld, the T h ro n e is th e h ig h e st p o in t o f the cosmos. In th e Q u r ’ân, it is m e n tio n e d th a t th e T h ro n e is över th e w aters (H ud: 7), it is c a rrie d by fo u r angels (M ü’m in: 7), a n d eig h t angels will, in the Last Day, b e a r it (Hakka: 17). H e who crea ted th e cosm os is firm ly established on th e T h ro n e (Yûnus: 3), (Ra’d: 2), (A’raf: 54), (Ta-ha: 5), (H adid: 4), (Furkan: 59), (Secde: 4). His T h ro n e extends över the heavens and the e a rth (Bakara: 225). T he T h ro n e w hich has six d irectio n s a n d also, w eight, shade, c o rn e r an d colum ns, is an enourm ous an d valuable object which stands över the heaven as a dome.

T his concept has also been used in th e O ld Testam ent (1. Kings: 22/19; Revelation: 7/11-12). It will n o t be m e n tio n e d here, in o rd e r n o t to extend the subject; but, such a sim ilar concept m ight have in flu en c ed C h ristian sanctuaries a n d o th e r buildings.

(24)

O n the colum ns o f the T h ro n e is w ritten th e Kelime-i Tevhid (the d ec laratio n of A llah’s Unity). A ccording to th e H ad ith s collected by B ukharî, th e T hrone, b ein g on the waters before the heavens an d th e ea rth are created , was also över th e p arad ise w hich was on th e seventh stratu m o f heavens. As for A llah, He is över the T h ro n e. W hen co m m en tin g on th e verse w hich says “ th e sun ru n s his course fo r a p e rio d d e te rm in e d (or in a c e rtain o rb it)” (Ya-sin: 38), th e P ro p h e t M uham m ed said: “ I t’s o rb it is below th e T h ro n e ’’. T h a t th e co n cep t o f the T h ro n e has th e m ean in g o f fram e w ith fo u r co rn ers it has a significance from o u r p o in t o f view.

W hen the Seljuks cam e to A natolia they tran sm itte d a k in d of m asque p la n w ith them . T his is the C um ’a M osques in Isfahan, A rd istan a n d Zevvare w hich b elong to the Ira n ia n Seljuks a n d w hich have m a in ta in e d th e ir essentials up today. T hey have a dom e in fro n t o f the m ih rab an d an iwan in fro n t o f it a n d side naves (sahn) c o n stitu tin g th e sanctuary (harim ). W ith o u t b ein g isolated by a wall, the sanctuary o pens itself to a courtyard. T he o th e r th ree sides o f the courtyard are su rro u n d e d by a por- tico (revak), of these each has an iwan w ith in a n d his co n n ectio n s w ith the sanctuary. A nd in th e m iddle o f the co u rty ard , in a p o in t w here axes in te rsect each other, th e re is a sq u are basin.

However, in A natolia this k in d has u n d e rw e n t som e variations. T he p a rt betw een th e basin an d th e iwan are covered by a vault a n d thus the c o u rty a rd a n d basin are im p lied w ithin th e sanctuary. T his tim e th e basin was n o t left ö p en to heaven b u t covered by a dom e w ith la n tern . Being the archetypes o f (Ulu) G reat M osques in A natolia, N iksar (about 1135), Kayseri (about 1140) , E rzu ru m (1197), N iğde (1225), D ivriği (1228) (Fig. 1) a n d o th e r m osques like H u n a d in Kayseri (1237), Sahih Ata in Konya (1258) an d Eşrefoğlu in Beyşehir (1299) an d the others n o t m en tio n ed here are re p ro d u c e d from the classical A n ato lian Seljuk schem e th a t has no side iwans an d th e ir basin is covered by a dom e with la n tern (Gabrial 1934: 177-178, Fig. 112; K uban 1965: 121-122; K aram ağaralı 1976: 200-203). T he m ost fu n d a m e n ta l features o f these A natolian Seljuk m osques, like the h e ig h t a n d vvideness o f the m iddle nave an d its dom e in fro n t o f the m ih rap , iwan, basin a n d dom e w ith la n te rn , ali com e from Ira n ia n Sel­ juks. W hile the basin in the Ira n ian Seljuks exists in the intersecting points o f axes o f iwans, in the A natolian Seljuks it exists in a p o in t w here the axises of doors a n d m ain iwan intersect.

T he relatio n sh ip we presum e here is th at the basins (which are usually square an d som etim es octagon) re p re se n t the w ater vvhich has taken place in the d efin itio n o f th e T h ro n e a n d flovvs u n d e r the T h ro n e ; the dom e

(25)

re p re se n ts th e heaven, th e fo u r pillars w hich carry the dom e re p re se n t th e fo u r angels carry in g the T h ro n e ; a n d the o p en n ess in th e dom e of th e b u ild in g refers to the concept of ascention to heaven (Eliade 1991: 158). T h is openness (lantern) re p re se n ts th e çe n ter o f heaven (cosmos). It is in th e m id d le o f the dom e a n d since it is on th e vertical axis w hich is believ- ed to b o u n d th e e a rth a n d heaven, it re p re se n ts th e axis w hich is believ- ed to pass th ro u g h the çenter of the w orld (axis m undi) (A rdalan-B akthtiar 1978: 75, E liade 1991: 23-28). T h e p la cem en t o f the basin, b ein g rig h t b e n e a th th e dom e c a rrie d by fo u r pillars, on the in tersectio n p o in t o f axes o f South a n d N o rth , East a n d West o f th e m osque, rig h t u n d e r th e key stone and th e lantern, m etaphorically represents th at the basin is the çenter o f th e sanctuary w hich is co n sid ered as a cosmos re d u c te d for h u m a n p e rc e p tio n a n d th a t ali cosm os takes place u n d e r a n d a ro u n d th e T hrone, w hich is on th e u tte rm o st stratu m o f th e heaven, a n d th a t A llah, th e Ab- solute Sovereign, governs the cosm os from there.

As far as Islam ic philosophy is con cern ed , the concept o f th e T hrone, w hich is re p re se n te d by th e basin, th e fo u r pillars, the dom e a n d the la n te rn on the dom e in a m osque, may re fe r to th e co n cep tio n s th a t Allah is etern al a n d p re-etern al, th a t he is över everything, ali th e cosm os an d th e strata as th e ir only Sovereing a n d th e Ruler, th a t ali the cosm os is rul- ed from a single çenter. T his can explain why this schem e a p p e ars in a place w here one can reach A llah a n d why it is ju s t in th e çenter.

A lone w ith th e co n cep t o f th e T h ro n e, it is necessary to m e n tio n the ic o n o g ra p h ica l co n cep t o f “ m an d ala” w hich is used in various ways in Turkish arch itec tu re a n d w hich I suppose to have a close re la tio n sh ip w ith th e T hrone.

M andala m eans circle in Sanskrit, a n d is a symbolic draw ing used in th e ritu a ls a n d d u rin g m ed itatio n s in H in d u ism a n d B uddhism . A n o th e r d e fin itio n o f m an d ala is circ u lar d iag ram th a t one m akes use o f to obtain cosmic a n d physical energy (Rawson 1978: 211). M adala is a p o in t in which universal pow ers are g a th e re d a n d it re p re se n ts the cosmos as a sacred area in w hich the gods dwell. M andala is m ade to create a m icrocosm and to reig n över its elem ents. T he m an d ala d iag ram has b een taken as an ex- am ple for som e a rc h ite c tu ra l plans (Rawson 1982: 66) (Fig. 2).

T he shape of the cosm ogram called m andala in architecture an d hand- crafts, consists of a circle a n d a square, one w ithin th e other. W hile the circle rep resen ts th e God, cosmos, mystical life, eternity, th e w orld of eter- nity an d esoterical concepts; the square rep resen ts the vvorld, m aterial life,

(26)

worldly life an d ali exoterical concepts. T his was used in C en tral Asia very com m only in pre-Islam ic life o f Turks besides In d ia a n d Far-East. However, we are n o t co n c ern ed h e re w ith the o rig in a n d the d ev elo p m en t o f the m an d ala, b u t only w ith its parallelism w ith th e co n cep t o f the T hrone.

T h e totality o f th e m eanings w hich the square a n d th e circle o f the m an d ala include, b o th separately a n d together, is in accordance w ith the p h ilosophy o f İslam . T h e p lan w ith fo u r iwans an d a Central courtyard, has b een in te rp re te d as an im age o f th e cosmos. T his p lan has a very long past in history; it has b een id e n tifie d w ith th e d iag ram o f m andala, a n d has b een extensively a p p lie d in a rc h ite c tu re for ce n tu ries (Ogel 1986: 59-84; 1994: 63-115). T h e co n cep t o f m an d ala w hich takes place in pre- Islam ic Turcic beliefs a n d trad itio n s, has u n ite d a n d in te g ra te d w ith the co n cep t o f the T h ro n e, w hich has played a significant role in the form a- tio n o f relig io u s arch ite c tu re a fte r İslam .

Besides the m osque plans, th e sam e o rd in an c es w ith resp ect to the T h ro n e can be fo u n d in the m edrese an d zaviya plans. Some exam ples of these are Karatay M edrese an d İnce M inareli M edrese in Konya; Sahib Ata H an eg ah in Konya, K arabaş Veli H an eg ah a n d İb ra h im Bey İm aret in K aram an.

It is n o t by accid en t, th a t m an d ala has been used as a m o tif outside the m osques, m edreses a n d zaviyes. Some instances of m andala motifs are; the west p o rta l of D ivriği Ulu M osque (Fig. 3) a n d its d o o r’s wing, the win- dow on th e n o rth p o rta l of N iğde S u n g u r Bey Mosque, the bases o f the m inarets of Sivas Gök a n d Çifte M inareli M edreses an d E rzurum H atuniye M edrese (Fig. 4) w hich is very attentive with the in scrip tio n of Allah. These exam ples show how Turks were obliged to th e T h ro n e co n cep t a n d gave an Islam ic id en tity to th e m an d ala sim ultaneously a n d u n ite d th e two co n cep ts.1

906 NAKIŞ AKGÜL (KARAMAĞARALI)

1 As far as I am inform ed by M.Kiel in his letter in 10.12.1995; irene Beldiceanu, a specialist on pre-Ottoman and early Ottoman Turkish population o f Anatolia and the Ot­ toman Tahrirs, had m entioned that the Turkish tribes in 14.-15. century in Anatolia had stili adhered to Buddhism. Also, he considers that, there are som e symbols to be evidences o f Buddhist culture on some statues (gravestones) found in Afyon. Remembering that Eretnaoğulları were o f Uygur origin, as well as the fact that Sultan Bayezid II was said to have been one of the last to have studied the Uygur language vvhich must have been spoken in Anatolia quite a long time; these should have been the bearers of elem ents of the Bud­ dhist culture. It is understood that the Buddhist culture continued to exist in Anatolia dur- ing Seljuk and Ottoman periods. B. Karamağaralı, in her article (1993: 249-270) also points out many iconographical examples seen on Islamic buildings and handcrafts, indicating or having connections with Buddhist culture.

(27)

W hen we investigate the O tto m an arch itectu re, especially th e sultan b u ild in g s w ith this resp ect, we see th e sam e m a n d a la —the T h ro n e rela- tionship. T h e sam e a p p ro a c h exists in B ursa Yeşil M osque a n d M edrese, B ursa M uradiye M edrese, a n d in the D arüşşifa in E d irn e Beyazid Külliye. In Bursa U lu C am i (Fig. 5), the sq u are basin w hich exists in the intersec- tion p o in t o f axises, is covered by a dom e with lan tern based on four pillars. O rb its a n d plan ets w hich exist in th e ea ste rn face o f w ooden m in b e r of U lu Cam i o f B ursa is a decorative in d ic a to r o f the T h ro n e ’s elem ent.

E d irn e Eski Cam i, w hich is based on fo u r pillars w ithin a square plan, th o u g h its basin has been rem oved, is a n o th e r exam ple of m a n d a la —the T h ro n e co m p o sitio n having a dom e w ith la n te rn w here the axes passing th ro u g h the doors intersect each o th e r (A rdalan-B akthiar 1975: 31, 75, Fig. 49a). A square, m ade o f n in e equal squares is also a well know n v ariatio n o f m andala.

Selim iye Mosque, b ein g the p eak a n d th e m asterpiece of the O ttom an A rch itectu re, has g re a t im p o rta n c e by u sin g cosm ic m otifs a n d elem ents like “ m a n d ala” a n d “ th e T h ro n e ” in p erfect h arm o n y w ith its arcihetc- tu ra l stru ctu re. T h e re are two g re a t circles on top o f the gateway by vvhich one can e n te r into the sanctuary th ro u g h the c o u rty a rd o f th e mosque. H aving b o rd e rs in th re e sides, it re p re se n ts a m an d ala. Besides, rig h t in fro n t o f the d o o r in the basem ent, th e re is a m andala w ith a circu lar green stone in its ç e n te r (Fig. 6); a n d a n o th e r m a n d ala five m eters tow ards the fo u n tain w ith a p u rp lish brow n color. We see th e sam e m an d ala on the en tran ce to Sultan A hm et M osque a n d B ehram Paşa M osque in Diyarbakır. T hese can be in te rp re te d as th e signs of holiness of the place th a t one en ter to pray for A llah.

T h e square sanctuary a n d the p ro jec tio n of th e dom e w ithin this square, looks like a m an d ala (Fig. 7). T h e fact th a t th e dom e is based on e ig h t colum ns, has the im p licatio n s o f th e T h ro n e (Hakka: 17). But the m ost signifîcant place w here th e T h ro n e is m anifestly showed, is the place o f the m üezzin’s lodge (m ahfil). Some colleagues have also p erceiv ed the im p o rta n ce o f the place o f th e m üezzin’s m ahfil a n d p u t forw ard various aspects (Akın 1988; Şenalp 1988: 9-10; A kın 1993: 8-9, 20). T he m ahfil is placed rig h t in th e ç e n te r of the sanctuary a n d b e n e a th th e key stone of th e dom e, vvhich is n o t seen in any o th e r m osque. U ndoubtly, th e re are m eanings a n d reasons in a d d itio n to h e a rin g “ te k b ir” from every p o in t, in th e p referan ce o f this place (Fig. 8). T his place exists on th e vertical axis o f the keystone, vvhich is t he c e n tre o f the universe an d the centre of the harim , vvhich is the centre of the vvorld. An octagonal basin bordered

(28)

908 NAKIŞ AKGUL (KARAMAĞARALI)

by a sq u are fram e, stands ju s t b e n e a th th e m üezzin’s m ahfil. T h e basin refers to “ Kevser” (the holy w ater o f P aradise) w hich flows u n d e r the T h ro n e. N ot b ein g c o n te n te d w ith these, in o rd e r to express the co n cep t o f the T h ro n e, S inan has p u t a big Central “çark-ı felek” re p re se n tin g th e sun a n d th e planets, on th e b ottom side of th e m ah fil in relief, so as to face th e b asin; the way th e P ro p h e t M uham m ed said w hen he in te rp re te d Yasin: 38. In o th e r words, th e o rb it o f the sun a n d the p la n ets are u n d e r th e T h ro n e, b u t över Kevser.

R ig h t at the ce n tre o f th e dom e, S u rah of Ihlas is w ritten . W hen the dom e is co n sid ered to g e th e r w ith this S urah, it absolutely denotes “ T h e U n ity ” a n d confirm s th e ph ilo so p h y of the T h ro n e. As m uch as Selim iye M osque is a m asterp iece acco rd in g to ali a rc h ite c tu ra l c rite ria; its ic o n o g ra p h ica l m otifs a n d elem ents, a n d its co n n e ctin g those m otifs a n d elem ents w ith its a rc h ite c tu ra l co n cep t, it occupies an exceptional place.

As a conclusion, we can say th a t th e re is a close re la tio n sh ip betw een “ m a n d ala” a n d “ th e T h ro n e ” concepts a n d Turks have used th e from of m an d ala before İslam a n d c o n tin u e d to use it after. T hey accep ted it in th e ir schem e of relig io u s arch itectu re, a n d th a t m a n d ala lived to g e th er with th e Q u r’anic concept o f the T h ro n e; a n d these two concepts an d th e ir co n n o tatio n s have extensively in flu en c ed ali th e b ran ch e s o f a rt especial- ly the arch itectu re.

BIBLIOGRAPHY

Akay 1988: H. AKAY; “A rş” article, İslâmî Terimler Sözlüğü, İstan b u l 1988. A kın 1988: G. AKIN; “ E d irn e Selim iye C am ii’n d ek i M üezzin M ahfili

Ü zerine D ü şü n ce ler”, Mimar Sinan Uluslararası Sempozyumu, A nkara 1988, pp. 1-14.

A kın 1993: G. AKIN; “ M im arlık T arih in d e Pozitivizm i A şm a S o ru n u ve O sm anlı Mekân İkonolojisi B ağlam ında E dirne Selimiye Cam isi’ndeki M üezzin M ahfili”, 7ürk Kültüründe Sanat ve Mimarî, (ed. Doğan Kuban), İstan b u l 1993, pp. 1-40.

A rd alan -B ak h tiar 1973: N. ARDALAN-L. BAKHTIAR; The Sense ofUnitiy,

The Sufi Tradition in Persian Architecture, C hicago 1973.

D evellioğlu 1990: F. DEVELLİOGLU; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lüvat, A nkara 1990.

(29)

G abriel 1934: A. GABRIEL, Monuments Turcs d ’Anatolie, II, Paris 1934. G ölpınarlı 1977: A. GÖLPINARLI; “A rş” article, Tasavvuftan Dilimize Geçen

Deyimler ve Atasözleri, İstan b u l 1977.

K aram ağaralı 1976: H. KARAMAĞARALI; “ K ayseri’deki H u n at C am ii’nin R estitüsyonu ve H u n a t M anzum esinin K ronolojisi H ak k ın d a Bazı M ülâhazalar”, A.Ü. İlahiyet Fakültesi Dergisi, 21, A nkara 1976, pp. 199-245. K aram ağaralı 1993: B. KARAMAĞARALI; “ İçiçe D aire M o tiflerin in

M ahiyeti H ak k ın d a”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar, Güner

İnal’a Armağan, A nkara 1993, pp. 249-270.

Kuban 1965: D. KUBAN; Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları, İstan­ bul 1965.

Ogel 1986: S. OGEL; Anadolu Selçuklu Sanatı Üzerine Görüşler, İstanbul 1986. O gel 1994: S. OGEL; Anadolu’nun Selçuklu Çehresi, İstan b u l 1994.

Rawson 1982: P. RAWSON; The Art of Tantra, Toledo 1982.

Ş enlap 1988: M.H. ŞENALP; “ S erm im arân -ı H âssa S inan b in A bdülm en- n a n ”, Lale 6, 1988, pp. 2-15.

... : “A rş” article, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı. ... : “ K ürsü” article, İslam Ansiklopedisi, M illi Eğitim Bakanlığı.

(30)
(31)

30 i9

Fig. 1 Divriği Ulu Mosque

(32)
(33)
(34)

O 5 W 20 fn

Fig. 5 Bursa Ulu Mosque

(35)
(36)
(37)

BELKIS ALTUNİŞ-GÜRSOY*

A vrupa devletleri XV. yüzyıldan itib aren O sm anlı p ay itah tın d a daim î elçiler ve m aslah a tg ü za rlar b u lu n d u rm u şla rd ır. B una m ukabil O sm anlı D evleti, ö n ce leri geçici b ir vazifeyle ve lüzum g ö rü ld ü k çe elçiler g ö n d e r­ miş, ancak XVIII. yüzyılın so n la rın d a n itib a re n A vrupa b a ş şe h irle rin d e d aim î elçilikler tesis etm iştir. G eçici veya d aim î olan b u elçiler sefaret- nam eler, ta k rirle r ve ra p o r la r kalem e alm ışlardır. T arih ve sosyal ta rih iç erisin d e d e ğ e rle n d irile b ile c e k olan b u eserler, dile dayalı m ah sû ller o ld u k la rın d a n b ire r ed eb î m e tin o larak da kabul ed ilirler. Aynı zam anda seyahat ve an ı tü rü n d e de m ü talâa edilebilecek olan bu yazılar h ak k ın d a h en ü z yeterli çalışm a yapılm am ıştır. Oysa bu m etinler, kendi içinde kapalı b ir to p lu m o larak yaşayan O sm anlI’n ın yabancı ve farklı dün y alarla yüzyüze gelişini ve o n la rı d e ğ e rle n d irişin i ihtiva e ttiğ in d e n k ü ltü r ta rih im iz açısın d an da ön em taşırlar.

Sefâretnâme-i Âmedî Galib Efendi,1 G alib Paşa’n ın k en d i el yazısından

ak tarılarak , Edebiyat-ı Umûmiyye Mecmuası’n m altı sayısında tefrika edilm iştir. Sefâretnâme, yarım kalm ış b ir h ald e b u lu n m a k ta d ır. E serin d evam ının yazılıp yazılm adığına d a ir elim izde h e rh a n g i b ir bilgi m evcut değildir. T efrik an ın yarım b ir cüm leyle bitişi, h e n ü z elde olm ayan b ir

d e v a m ın ın v a r lığ ı n ı d ü ş ü n d ü r e b i l i r . A n c a k İ s m a il H a k k ı

U zunçarşılıoğlu’n u n neşrettiği yedi m ek tu p 2 (Hazine-i Evrak, Dolap 1, San­ dık 4 0 ’a dayanarak) b u eksikliği ö n em li ölçüde telafi eder. Biz, bu sebep­ le, Sefâretnâme'n in b ir b ü tü n lü k arzetm esi için b u m e k tu p la rd a n da faydalanm a y oluna gideceğiz. Evvelâ Sefâretnâme'n in yazılışına sebep olan ta rih î hadiseye d eğ in m ek te fayda görüyoruz.

* Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğ­ retim Üyesi.

1 Edebiyat-ı Umûmiye Mecmuası, cilt 1, nr. 9, 4 Kânûn-i evvel 1332/17 Aralık 1916, s. 161-163, nr. 10, 24 Kânun-i evvel 1332/6 Ocak 1916, s. 180-181, nr. 11, 31 Kânûn-ı evvel 1332/13 Ocak 1917, s. 204-206, nr. 12, 5 Kânûn-i sâni 1332/18 Ocak 1917, s. 222-223, nr. 13, 14 Kânûn-i sâni 1332/27 Ocak 1917, s. 236-239, nr. 15, 28 Kânûn-i sâni 1332/10 Şubat 1917, s. 259.

2 İsmail Hakkı Uzunçarşılıoğlu, “Âmedî Galib Efendi’nin Murahhaslığı ve Paris’ten Gön­ derdiği Mektuplar”, Belleten, cilt 1, nr. 2, 1 Nisan 1937, s. 357-448.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çizelge 4’e bakıldı- ğında bin tohum ağırlığı lokasyonlar, genotipler ve genotip x lokasyon interaksiyonuna göre p < 0.01 düzeyinde önemli olmuştur..

Araştırmada üzerinde durulan özelliklerden bitki boyu, bakla sayısı ve bin tohum ağırlığı bakımından genotipler arasındaki farklılıklar istatistiki bakımdan

En uygun parsel boy/en oranının belirlenebilmesi için, yukarıda belirtilen iki temel kayıp faktörü nede- niyle oluşan kayıplar, belirli büyüklükte ve farklı boy/en

Buna bağlı olarak fotovoltaik (PV) güneş enerjisi panel tasarımı planlanan bir yerin bulunduğu koordinatların yıllık güneşlenme değerleri, PV’den elde

Denemede havuç ağırlığı (g), havuç uzunluğu (cm), havuç verimi (kg/da), ekstra havuç verimi (kg/da), I.sınıf havuç verimi (kg/da), II.sınıf havuç verimi (kg/da),

2015-2040 dönemi için model verileri ile hesaplanan yıllık toplam evapotranspirasyon değerlerinin ortalaması incelendiğinde; Edirne ve Kırklareli için sırasıyla

Deneme sonuçlarına göre, 37.2 0 C’ de inkübe edi- len 3 numaralı yumurtalar, 1 numara ile gösterilen gruba göre toplam geç dönem ölümler ve prenatal ölümler bakımın-

Bu özellik bakımın- dan incelenen 15 kombinasyonda anaçların ortalama- sına göre altı pozitif, dokuz negatif, üstün anaca göre ise dört pozitif, 11 negatif melez gücü