• Sonuç bulunamadı

Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 4:Yılmaz'ı iade etmeyecek ülke arıyorum

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 4:Yılmaz'ı iade etmeyecek ülke arıyorum"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

7

narından ölümüne

\

NİHAT BEHRAM

SIRL

El

Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p O R A L

Arnavutluk, Yılmaz Güney filmlerinden çok

Kemal Suna! ve Ayşecik filmlerine ilgi gösterince,

o defter de kapandı

Yılm az’ı i

Romanya, Yugoslavya, Suriye, Kıbns, Filistin..;

ülkelerle ilişkiler zorlanırken, “Sürü” ve “Düşman”

filmlerinin başarısı üzerine gözlerimizi Batı’ya çevirdik

ulke anyoııı

0

U dönemde, Bulgarlarla, konsolosluklarında iki kez görüştüm. Görüşme­ ye gitme öncesinde, bir önlem olarak, değişik ül­ ke konsolosluklarına te­ lefon edip, kültür temsil­ ciliklerinden, ülkelerin­

deki film festivalleri, T V ’lerin film a- lışverişi ölçüleri vb. konularda bilgi

soruyor, kendi filmlerimizle ilgili ta­ nıtım broşürleri ileteceğimi söylü­ yordum. Görüşmeye giderken, İs­ mail belli bir mesafeden beni izli­ yor, dışarda bekliyordu.

Bu görüşmelerde Bulgarlar bizi o- yaladı. Konuşmak istediğim konu­ nun, “uluslararası ilişkileri ve iç iş­ lerini ilgilendirmesi” nedeniyle, ilk görüşme, İkincinin randevusu anla- mmdaydı. İkinci görüşmede karşı­ ma çıkan kişi, özetle, “Ülkemize, ki­ min nerden nasıl geleceğine biz karı­

şanlayız, fakat kaçak gelmek .yasak­ tır. Yasalarımız gereği kıyılarımıza çıkan her kişininken azından kendi can güvenlikleri nedeniyle, ilk kara­ kola teslim olmaları gerekir; siz de, ne istiyorsanız orada belirtirsiniz, onlar gerekeni söylerler!” gibi sözle­ ri tekrarlayıp durdu. Kendi adıma mı, başkası adma mı konuştuğumu öğrenmeye çalışıyordu.

Görüşmeyi derinleştirmek yö­ nündeki sorularıma ise, her seferin­ de, ezberlemiş gibi aynı cümlelerle yanıt veriyor ya da anlamamazlık- tan geliyordu. Açık bir dille, birkaç kez, kendilerinden Türkiye’de her­ hangi bir yardım ya da ilişki talebi­ mizin olmadığını; gelecek kişinin her şeyi kendi gücüne dayalı olarak çözeceğini; öğrenmek istediğim ko­ nunun, bu süreçten sonrasıyla, bir bakıma transit geçiş güvencesi ile il­ gili olduğunu söyledim. O ise,

“ca-SEVGİLİ Nihat,

Yine, her zaman olduğu gibi, en önem li konularım ızda bile, koşarak te­

laşla ve yüretiğim izi tam olarak dökemeden olduğu g ib i yazıyorum . Güle güle git... Elbet b ir gün soluklanma olanağım ız olacaktır. Bütün koşu atları­ nı dinlendirirler ve onlara özel itina gösterirler. Ama biz hep koşma zorun­ dayız... Terim izi de koşarken soğutacağız üstelik...

Ispanya sorularını cevapladım. Ama içim hiç de rahat değil. Düşüncele­

rim i aktaram adım b ir türlü. Burada bunalıyorum artık. Ivır z ıv ır işler beni bo­ ğuyor.

Fehmi A ntalya’ya gitsin? Onunla son b ir kez en açık biçim iyle konuş. Gözlerinden öperim. Yüreğim seninle...

Yılmaz Güney

MEKTUBUN ÇAĞRIŞIMLARI

Ağustos 1980’in ilk haftası içinde, Yılmazla cezaevindeki son görüş­ memizi yaptık. Hazırlıklarım ı tamamlamış ve Türkiye’den aynlmak üzerey­ dim.

D ergideki yazılarım nedeniyle açılan davaların askeri m ahkem elere nakli ve yasaklanan şiir kitabım nedeniyle, hakkımda tutuklam a kararı ge­ leceği yönünde Orhan Apaydın haber iletip beni uyarmıştı. Kadıköy’deki evinde yaptığım ız görüşmede, “Yılmaz'a söyle, Türkiye darbe öncesi gün­ lerde; kendine dikkat etsin!” dem işti. Tutuklanacağım yönünde bir haber de, (o dönemde G.F. ile ilgili, içinden çıkam adığımız ve başımızın daraldığı her durumda, yardım ını istediğim iz ve içten yardımlarını gördüğümüz) Atıf

Yılmazdan gelm işti.

Türkiye’deki çalışm aları durdurup, benim bu çalışm aları yurt dışına kay­ dırmam kararını, bu koşullarda verdik.

C ezaevindeki son görüşm em iz, içim izde tedirginliğin ve hüznün kol gezdiği bir havada geçti. Yılmaz, o gün F atoş’tan başka görüşmeci iste­ medi. Çay demlem iş, görüşm ecilerin toplandığı alanın bir köşesinde masa hazırlam ış, bağrı açık beyaz bir gömlek, beyaz bir pantolon, bizi bekliyor­ du. Sanki fotoğraf çektirm ek için buluşm uş gibiydik! Bu duygumu söyledi­ ğimde, “Elbette onun için!” diye güldüğünü anım sıyorum . Türkiye’de birlikte son fotoğraflarım ız o gün çektirdiklerim izdir.

Ne ben, cebimde konuşma notlarıyla geldim, ne de onun cebinde, (gö­ rüşm e günlerine her zaman hazırlayarak geldiği) notları vardı. Havadan sudan konuştuk. Saatlerin bitmesine doğru, küçük bir gezinti turuna çıktık. Yarım kalabileceği duygusu, konuşm aları engelliyordu. Yılmaz bir ara, “Ayrılırken kucaklaşmaya kalkışma; dikkat çeker! Her zaman nasıl ayrılıyor- sak öyle olsun, sıradan günlerdeki gibi!” dedi. Sonra “Tamam abi, haftaya görüşm ek üzere!” diye ekleyip yanımdan ayrıldı. Ve Fatoş’a doğru yürüdü. Ben, erzak torbalarını alıp iskele önüne doğru, yanlarından uzaklaştım. Ve­ dalaşm am ız böyle oldu.

Bu birkaç satırlık, “ayrılık” mektubunu, belli ki, o günün görüşm esinden hemen sonra yazmış. “Me­ rak etm e, sen gitm eden yetiştireceğim !” dem işti, “Ispanya sorularının ya nıtlarını ve yazdığı mesajı, bu m ektubuyla birlikte iletti.

Görünüşü “Güney Film ’i yurt dışında açmak" o- lan, esasını, “Y ılm az’ın kaçırılm a çalışmalarını yurt dışına kaydırma”nın oluşturduğu, kararımız doğrul­ tusunda, 12 A ğustos 1980’de T ürkiye'den ayrıl­ dım.

S ıkıntılarını genellikle öfkeyle dile getiren Yıl- m az’ın, kendinden yakınır bir dille söz etm esi az­ dır. Mektubundaki, “Burada bunalıyorum artık” sö­ zü, o günlerdeki sıkıntısının boyutunu yansıtıyor. Bir an önce kurtulm ak isteyişinin çığlığı gibidir.

Mektubuyla birlikte yolladığını söylediği “Ispan­ ya sorularının yanıtları”, aynı yılın ekim yaında yapı­ lacak olan, “25. Uluslararası V alladolid Film

Festivali” ile ilgili. Bu festival kapsam ında, festival

başkanı Fernando Herraro’nun ‘Y ılm az Güney” adlı kitabı yayımlanacaktı.

susvari” bir sesle, “bu konuların an­ cak Bulgaristan’da görüşülebilece­ ği” sezdirmesi ve “daveti” dışında sorduklarımı değil, sormadığım so­ ruları yanıtlama yöntemiyle konuş­ masını sürdürdü. Oldum olası “gı­ cık” kaptığım “ruhsuz memur” tiple­ rinden birisiydi. Onun bu hali, zaten içten içe küfürle, gönülsüz başladı­ ğım konuşmayı daha da tatsızlaştır­ dı. Rollerin çok kötü oynandığı be­ şinci sınıf bir filmin sahnesinde gi­ biydim sanki. Sanırım ki, bu neden­ le aklıma gelmiş olacak, konuşmamı “Biz esasmda bu konuda bir film dü­ şünüyoruz, sahnelerin sahici olabil­ mesi için araştırma yapıyorum!” di­ ye bağladım. Böylece “Bulgaristan defteri” de kapandı!

Y

a

arnavutlar

?

Görüşmeleri anlattığımda Y ıl­ maz, dinledi fakat o gün hiçbir yanıt vermedi. Bir sonraki görüşmemizde ise, “ Belki farklı bir taktikle, politik olmayan bir taktikle sorun Bulgar­ larla çözülebilirdi!” dedi. Anladığım -kadarıyla, Bulgarlann tavrını, ken­

dilerine karşı dan politik görüşleri­ mizi öğrenmiş olmalarına bağlıyor­ du. Sözlerinde, bir yanıyla da, benim gönülsüzlüğüme bir eleştiri gizliydi. Sözlerini, “Kolay olmayacağını bile­ rek ve soğukkanlı bir şekilde Arna­ vutları deneyelim!” diye sürdürdü.

Aynı konuda, bir - iki kez de Ar­ navutlarla görüştüm. Karşıma çıkan insanlar ya gerçekten çok aptallardı ya da çok zeki. Normal olmalarına imkan yoktu. Bir kezinde beni “ gü­ ven eleğinden” geçirme hesapların­ dan olacak, özellikle sol çevrelerden bazı grup ve kişiler hakkında “ Bu ay dergi getirmediler, acaba onların gö­ rüşü ne?” gibisinden sorular sordu­ lar. “Mao Zedung - Enver Hoca” tar­ tışmalarının aktüel olduğu günlerdi.

S

aklambaç

oyunu

B ir kezinde, altını çizdiğim konu­ da gittiğim görüşmede, karşıma çı­ kan kişi, Türk filmlerine hayran ol­ duğunu, özellikle Kemal Sunal ve Ayşecik filmleri almak istediklerini, bunu ucuz tarife almaları ya da A r­ navut filmleriyle takas edebilmeleri için benden yardım rica edip, bu ko­ nuları görüşmek için film şirketimi­ zi ziyaret etmek istedi! Bir kezinde, i- çi yazı ve kitap dolu bir paket verip, Türkçe yayınlanmasını sağlamamı rica ettiler. Bir diğerinde ise, Türki­ ye’deki bir Amerikalı gazeteciden söz edip, “ CIA ajanı” olduğunu söy­ lediler. Bu türden saklambaç oyun­ larıyla, konuya giremeden, Arnavut­ luk defterini de kapattık.

Y

eniden

umut

B erlin’de dikkat çekmeyen “Sü­ rü” filminin şansı, İsviçre’deki “Lo- cam o Film Festivali”ndeki başarı­ sıyla açıldı. Ardından “Düşman” ta­ mamlanıp, “Berlin Film Festiva- l i ”ne yetişti. Festivalde belli bir ba­ şarı kazanan, belli ödüllerle değer­ lendirilen film, Türkiye’de yasaklan­

Kaçış olayının gerçekleştirilmesi için Nihat Behrarrnn yurt dışına çıkması gerekmektedir. Behram, Türkiye’den ayrılmadan önce son kez Yılmaz Güney i cezaevinde ziyaret ediyor

Yılmaz Güney, Imralı Cezaevinde en çok, kendisini kalıp çalışabilmekti. Ancak kimseye “hadi sıkıldım gidin

sinir küpü”ne çeviren “davetsiz misafirlere” kızıyordu. İstediği yanlız ' ” " diyemiyordu (Fotoğraf A hm et Boğa)

dı. Bunun da belli bir yankısı oldu. Bu gelişmeler, Y ılm az’m adı çevre­ sinde belli bir hava oluşturdu. Üre- timsiz geçmiş uzun cezaevi yılların­ dan sonra, üst üste yapılan iki film ve bunların Batı’da kazandığı başa­ rılar, Y ılm az’a önemli bir moral güç taşıdı. Batı’mn, çeşitli gazete ve T V ’lerinden röportaj talepleri geli­ yordu. Çeşitli festivaller, yeni film yapıp yapmadığımızı soruyordu.

“ Sürü” ve “ Düşman” nedeniyle, çeşitli ülkelerle satış ilişkileri kurul­ du. Yılm az, Batı tarafından “keşfe­ diliyor” oluşunun duygusu içindey­ di. Yeni boyutuyla kaçış konusunu tekrar görüşmeye başlamamız da, bu dönemine rastlıyor. Yılmaz, bu koşullarda, hele Türkiye’de bu yöne­ tim varken, Batı ülkelerinin herhan­ gi birisinden, “teslim edilmeyeceği” yönünde güvence alınabileceğini dü­ şünmeye başladı.

1980’in ilk aylarıydı. Güvence iliş­ kilerini yurt dışmda sürdürme yö­ nünde, konuyu tekrar sıcak olarak konuşmaya başladık. O günlerde, ya­ sal konumumuzda belli bir daralma söz konusuydu.

Hakkımızda açılan davalar belli bir aşamaya gelmişti. Özellikle be­ nim, Vatan gazetesi dönemindeki ya­ zılarım ve bazı kitaplarım ile ilgili davalarım sonuçlanma aşamasm- daydı. Y ılm a zla birlikte Güney der­ gisindeki yazılarımız nedeniyle ağır ceza mahkemelerinde açılan davalar ise sıkıyönetim mahkemelerine dev­ redildi.

“YURTDIŞr KARARI

1980 Nisan’mda, Y ılm a zla yaptı­ ğımız uzun bir konuşma sonunda, benim vakit geçirmeksizin yurt dışı­ na çıkmam yönünde kara verdik. Bu konuşmada, çıkmam öncesi ve

son-mumm

rasındaki uzun ve kısa dönem işleri saptadık. Güney Film’de bana bağlı olarak yürüyen işleri acilen tamam­ layıp, yerime arkadaş hazırlayacak­ tım. Yılmaz, “kendisini ve G.F.’yi tüm dünyada tam yetkiyle temsil et­ tiğimi” yazacak, bu belgeyle Fatoş, noterden adıma vekalet çıkaracaktı.

Güney Film ve diğer konulardaki önemli belge ve malzemeleri, (daha sonra bildireceğim bir adrese posta­ lanmak üzere) paketleyip, güvenli bir yere götürecektim. Yurt dışına çıkmam öncesinde, (Yılmaz’m yönet­ men ya da oyuncu olduğu) belli te­ mel filmlerin negatiflerini, yurt dışı­ na çıkarmak istiyordum. Sonra, ken­ dim yurt dışma çıkacaktım ve koşul­ larını bulduğum bir ülkede G.F.’nin yurt dışı bürosunu açacaktım.

Dağınık ilişkileri bu odakta topla­ yıp, olabildiğince hızlı bir şekilde, si­ nemacı yazar ve politik kişiliğiyle, Batı’da, Y ılm az’ı tanıtıcı bir çalış­ maya girecektim. “Geri teslim edil­ memesi” yönündeki güvence ilişki­ lerini ve bizzat Türkiye’den alınma­ sı hazırlıklarını bu çalışmalar içinde geliştirip oluşturacaktım.

Normal yollardan yurt dışına çı­ kabilmem benim için de mümkün değildi. Diğer çalışmalar yanı sıra, yurt dışına çıkmamı sağlayacak iliş­ kileri kurup sonuçlandırmam mayıs ortalarını buldu.

Negatiflerini yurt dışına çıkar­ mak için, on film saptamıştım. Bir kısmı üstünde, “yurt dışma çıkarma yasağı” vardı. Zaten, yasak olmayan­ ları da, normal yollardan çıkarmaya çalışmak, deveye hendek atlatmak demekti. Başla Sinema TV Enstitüsü yönetimi olmak üzere, negatiflerin bulunduğu stüdyoların çıkardığı ak­ siliklerden, aracıların çıkardığı aksi­ liklere kadar bir dizi zorluk nede­

niyle, bu iş uzadıkça uzuyordu. Poli­ sinden gümrükçüsüne, aracısından stüdyo direktörüne kadar, kimine gözdağı, kimine rüşvet vermek zo­ runda kalıyorduk. Çevremizde pro­ vokasyon da yoğunlaşmıştı. Bir ara, neredeyse bu işten vazgeçmeye ka­ rar verdik. Yılmaz, “En iyisi sen git, bu iş o kadar da önemli değil, olursa olur!” diyordu. G.F. çevresindeki ar­ kadaşların yoğun çabalarının da yardımıyla, sonunda bir dizi zorluk aşılıp, temel filmlerin negatiflerini yurt dışma yolladık.

TÜRKİYE'DEN AYRILDIM

Benim yurt dışına çıkacak olu­ şumdan, G.F. çevresinde İsmail, Ka­ zım, Fatoş ve K erim A b i ile, yakın çevremden bir - iki kişi dışmda kim­ senin haberi yoktu. Bir de Em il A b i ve babamla sessizce vedalaştım. Y ıl­ maz ve Fatoş’un, G.F. ve filmlerle il­ gili noterden verdikleri vekaletleri de alıp, hazırlıkları tamamladım. 12 Ağustos’ta Türkiye’den ayrıldım... (Bu satırları, elimde düzenlenmiş bir pasaportla, gümrükten geçip, u- zaktan bakışlarıyla beni uğurlayan Ataol, Muzaffer, Nurten ve İsma­ il’le, yine bakışlarımla vedalaşarak, İsviçre uçağına gidişimin 14. yılında yazıyorum. O gün, içimdeki duygu, bu gidişin uzun süreceği yönündey­ di; fakat, açıkçası, bunca uzunluğuy­ la değil...)

Yurt dışma ilk yolculuğumdu. Zü- rih’e gidecek uçağın kalkışı uzadık­ ça uzamış; iki yolcu indirilmiş, bir süre sonra biri geri gelmiş; nefesimi tutup beklemiştim. Ve yine açıkçası, ömürümü yercesine uzadıkça uzaya­ cak asıl bekleyişin, havalanıp Zü- rih’e varışımdan sonra başlayacağı­ nı bilmiyordum.

YARIN: BATI DA İLİŞKİLER AĞI...

4

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

yüzy~l~n ikinci yar~s~na ait beyaz zemin üzerine çizgi tekni~iyle bezenmi~~ bir Attik lekytho- sunda bir kad~n olan ölü (EncyclopMie Photographique de l'Art, III, s. 46)

Saray erkânından merhum A li Fuad Beyin ifadesine göre, «Ht- ristiyanlara hukuk temini ile baş layan, Hıristiyanların terfihi şek­ lini alan ve nihayet

Anday, “Teknenin Ölümü” adlı şiir kitabıyla 1976 Yeditepe Şiir Armağanı’m, “Sözcükler” adlı şiir kitabıyla 1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat

Onun için Atatürk her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hür­.. met ettiği en büyük adam ancak bir kere

Two patients’ hearing losses were bilateral; so 30 ears of 28 patients were included in the study.. The degree of hearing loss ranged from mild to profound at the first

İçerisinde küf mantarları bulunan bazı peynir türleri ile soya sosu gibi gıdaları sağlık tehdidi olmaksızın tüketme- miz küflü ekmek yemenin de zararsız

Baykuşların kanatlarındaki tüylerin kendilerine öz- gü bu yapısı sayesinde, hava kanatların etrafında hareket ederken, kanatların arkasında oluşan düzensiz hava akım-

Bu bir miktar gaz, atmosfer içinde yükseldikçe üzerindeki toplam hava miktarı azaldığı için kendini giderek daha düşük basınçlı bir ortamın içinde bulur..