• Sonuç bulunamadı

Ağlamayınız, iftihar ediniz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ağlamayınız, iftihar ediniz"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ıız) acunait pasu ve naua uu ınuauım var. Bu miıallim, iki arkadaş arasındaki vaziyetin İnceliğini anlıyamıyor. Nâhak yere, sarişm Mustafanın kalbini kırıyor.

Küçük Mustafa o akşam nemli gözle - rile evine dönüyor. En evvel, büyük an- îıfsile karşılaşıyor. Büyük anne, derin bi muhabbetle sevdiği torununun çehre­ sindeki ıztırabı bir anda görüyor. Bunun sebebini soruyor. Her şeyi olduğu gibi söylemek âdeti olan küçük Mustafa, o gün mektebde cereyan eden hâdiseyi an- '®r.. Kıymetli torununun üzerine tit- . büyük anne; derhal hüküm veri

-ll) Doğduğu ev; Selânikte Kasımiye gailesinde Islahhane caddesinde, altı \:c, üstü ahşap, iki katlı, pembe ev.

S O N P O S T A Snvfa

Ora çocukluğu

Oğlum, senin ismin de Mustafa, benim de...

Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra

Mustafa Kemal olsun,, demişti

* rağmen kararını vermişti. Hattâ bir gün, i annesine hiç bir şey söylemeden evden çıkmış.. Doğruca (Askerî rüşdiyesi) ne giderek, kabul imtihanına girmişti.

Bu imtihan, çok parlak geçmişti. O za­ manki (Mülkiye idadisi) nin ikinci sını­ fından gelerek imtihan veren küçük Mus­ tafa, büyük bir sabırsızlıkla imtihan oda­ sının kapısı önünde gezinerek neticeyi beklerken; mektebin dahiliye zabiti ve jimnastik muallimi (mülâzim Hasip Bey) dışarı çıkmış:

— Mustafa Efendi!..

Diye, ona seslenmişti. Ve sonra; koşa -rak yanma gelen bu on dört yaşmdaki ateşli çocuğa, şu kararı tebliğ etmişti:

— Tebrik ederim, oğlum!.. İyi imtihan verdin. Üçüncü sınıfa kabul edildin. In- şaallah, iyi bir zabit olursun. Devletine, milletine hayırlı hizmetlerde bulunur - sun.

Demişti.

O, artık küçük Mustafa değildi. Tebliğ edilen şu karara:

— Teşekkür ederim.

Derken, miniminicik altın renkli başı, mağrur bir kumandan başı gibi yüksel - mişti.

Mektebden çıkar çıkmaz, doğruca eve gelmişti. Annesi, bugün Onun uzunca kaybolmasından endişe içinde idi.. Onu görür görmez sormuştu:

— Nerede idin, yavrum?

Mustafa Efendi, memnun ve mağrur bir tebessümle cevab vermişti.

— Mektebde. — Hangi mektebde? — Askerî rüşdiyesinde. — Ne yaptın, orada’ — İmtihan verdim — Ne imtihanı?.. — Duhul imtihanı... — Sonra?..

Mustafa Efendi, mektebde geçen şey - leri anlatmıştı. O anlattıkça, Ziibeyöe Hanımın gözlerinin içi nemli Dir tabaka ile bulutlanmıştı... Bu vaziyete, ne deni­ lebilirdi?.. Zübeyde Hanım, Onun altın başını göğsüne çekmiş:

— Allah, hakkında hayırlı etsin evlâ - riım... O zabitin dediği gibi; inşaallah, devletine, milletine büyük hizmet eder­ sin

Diye; Mustafasının yaptığı (emri vaki; i kabul etmişti.

*

(Rüşdiyö) hayatı

Mustafa Efendinin sınıfta temayüz et­ mesi, gecikmemişti... O tarihte askerî

mekteblerde, üç ayda bir kere (hususî

imtihan) 1ar icra edilirdi. Mustafa Efen­ di, ilk imtihanda, (Çavuş) rütbesini ihraz etmişti ...Çavuşluk, imtihanlarda en faz­

la ehliyet ve liyakat gösteren beş tale - beye verilirdi.

Bu suretle üçüncü sınıfın (sıra çavuşu) elan (Mustafa Efendi), ilk asker ünifoı- masını, giymişti.

Lâciverd çuhadan, göğsünde tek sıra ay yıldızlı sarı düğmeler parlıyan dar bir ceket. Ceketin kol kapaklarının üze­ rinde, birer parmak kalınlığında üç sıra şerit. Sağ bazusunun üzerinde, gene ay­ ni şeritten üç sıra çavuş nişanı. Dar ve yeşil zıhlı bir pantalon. Sol kaşının üze - rine doğru hafifçe eğilmiş, asker püskül­ lü al bir fes.. İşte Onun, o zamanki kı - y af e ti.

Karakterine gelince... Şen, şakacı. Fa - kat. ağır başlı.. Mekteb sıralarında gö - rülmesi tabiî olan yaramazlık, geçimsiz­ lik, hırçınlık, didişkenlik gibi çocuklara mahsus hallerden, onda eser yok... Bir şeye kızdığı zaman, o meseleyi kavga ve gürültü ile değil karşısındakini hakka rücu ettirecek akıl ve mantıkla hallet - miye taraftar... Onun için, mekteb ha - yatında Ondan hiç kimse şikâyet etmi - yor; ve O da kimseyi şikâyete lüzum gör­ müyor... Çok hassas. Her güzel şeye karşı meftun ve takdirkâr. Hareketleri çevik, kısa ve kat’î... Görüşleri, çok kuvvetli. Açık, doğru ve tok sözlü. Hayrete şayan dereced, ikna kudretine malik. Herkes iı- zerinde müessir, ve nafiz. Küçüklerle, ar­ kadaşça; büyüklerle büyük gibi konuş - masını biliyor. Şahsî tesirlerden ve bil­ hassa şahsî tahakkümlerden hoşlanmı - yor. Fakat, disipline karşı hürmetkâr... Her şeyde intizamperver ve itinalı. Ça -Millî Kahramanın gençliği: Kolağası

Mustafa Kemal

—Artık, mekteb yok. Evde oturacak - n

Büyük anne, böylece, sevgili torunu - un mahzun gönlünü memnun edeceğini annediyor. Fakat küçük Mustafa, bir kö- eye çekiliyor. Derin derin düşünmiye iaşlıyor.

— Mektebe gitmemek.. Vaktimi, bom

ioş geçirmek.. Bu, çok fena bir şey... E

;cr böyle yaparsam, netice ne olacak?, liç... Halbuki ben, (hiç) olmak istemem lir şey olmak isterim... ö yle bir şey ki..

O zaman, küçük Mustafanın zihninde >ir takım levhalar canlanıyor... SabaMarı nektebe giderken bazan rastgeldiği as - :er kıt’aları.. Talime giden bu kıt’alara ; umanda eden dik ve vakur başlı zabit- er . Bir iki defa kışla meydanında hay - •an hayran seyrettiği talimler ve manev- alar.. Birer birer gözünün önünden ge - ;iyor... Zabitlerin sert kumanda sesleri, ıdeta kulaklarına geliyor... Sonra; bir ço- -:uk.. Bir komşu çocuğu... Binbaşı Kadri Beyin oğlu Ahmed.. Onun askerî rüşdi- /esine mahsus resmî elbisesi o elbisenin ■'erdiği gurur ile yürüyüşü.. Bütün bun­ ar, Onun his ve hayaline kuvvet veriyor: — İşte o, bir zabit olacak. Bir kıt’anm >aşma geçecek. Onları, sert kumandalar- a talim ettirecek. Belki bir gün olup, har- ıe gidecek. Memleketine şerefli hizmetler fa edecek... Fakat ben.. Eğer büyük an- temin sözüne uyup ta mektebe gitmiye - ek olursam, bunların hiç birini yapamı- acağım. Bir (Hiç) olarak kalacağım... Tayır, bu mümkün değil.

Diye, düşünüyor. ★

Çiftlikte kalan annesi, sevgili Mustafa- mm vaziyetini haber alır almaz, Selâni- e gelmişti. Hem büyük anneyi, hem kü- ük ve sarışın Mustafayı dinlemişti. Bii - ük annenin verdiği hükme, itaat edıle- ııezdi. Küçük Mustafanın arzusu yerine gelecekti. Yani, tahsile devam...

Yalnız; annesi, askerlikten korkuyor - !u Çünkü o devrin bütün haksızlıkları, ekseriya zabitleri hedef ittihaz ediyordu.. Çoluk çocuk sahibi zabitler, istibdat dev­ rinin ihmali yüzünden, sıkıntılı bir hayat geçiriyorlardı. Sonra da, her hangi bir hafiyenin jurnali yüzünden, dağbaşiarı- na. ücra köşelere sürülüveriliyorlardı... Ayni zamanda, Rumelinin hali, günden güne fenalaşıyordu. Komitacı eşkiyala - rın pusularına düşen asker ve zabitlere dair her gün acıklı vak’alar işitiliyordu... Acaba yarın, daha neler olacak.. Bu fa - cialar, kim bilir ne kadar artacaktı?...

Zeki ve hassas (Zübeyde Hanım) bü - tün bunları düşünüyor; memlketin, on sene sonra alacağı şekli gözünün önüne getiriyor. Sarışın ve küçük Mustafasuıı, asker yapmıya kıyamıyor.

Fakat küçük Mustafa.. O; annesinin bü­ tün ihtirazlarına ve bütün endişelerine

Atamız için

Bir matem iniltisi, kapladı ufukları Bütün millet ağlıyor, ağlıyor için için. Kâinat yaslı bugün gök san, toprak san, Bir güneş gibi sönen Ulu Ata3i için..

Her Türkün gönlü sonsuz bir acıyla yanıyor, Batan gün bile gamlı, kederli, yaslı bugün. Milyonlarca kalb ayni ıztırabla kanıyor, Herşeyin rengi soluk, ışıklar paslı bugün. Ey unutulmaz Ata! Mukaddes Kurtarıcı Bu genç Cümhuriyet ki: Bize en son hedi­

yen. Ey Türklüğün şerefli, halâskâr mutlu tacı Yaşıyorsun her Türkün kalbinde ebediyen!. Bugünkü sönen; fâni bir Mustafa Kemaldi, Ebedisi ölmedi, ölmiyecek, yaşıyor.

Vakarlı çehresile her gönülde yer aldı Türklük onu şerefle varlığında taşıyor..

Ceyhan: Mustafa Cengiz Aksoy

Sevgili Atamız

Ey harikalar, mucizeler hâliki insan, Dahileri hayran bırakan dâhii zişan

Sen Türke güneş; taze hayat zevkini verdin. Türkün azamet kaynağı, timsali ezeldin Alnında zafer parlar idi tuttuğun işde Bir mânia yoktu o İlâhi yürüyüşte

Her noktayı cennet yaparak öyle tanıttın Afakini sevdin: severek; sevgi dağıttın: Şahsın gibi gelmiş mi acab? böyle halâskâr Yurdun babası; halk Atası böyle azimkâr Tabındaki ulvî o asalet; o şiarın;

Dünyaya boyun eğdiren heybetli vakarın Mnhzun bırakın bizleri bir kuş gibi uçtu Çaıman bu yiğit kalblere birdenbire sustu Gündüz gece oldu gözümüz yaş döküyorken Şen yavrular ağlar, Atamız öldü diyorken; Türkün biricik varlığı her neş’esi şendin Sonsuz bu kadar sevgiyi sen bizlere verdin. Türkün bu hazin matemi tarihlere sığmaz Yıllar yılı millî bu elem hiç unutulmaz Gençlik sana; Türklük sana, halk hep sana

ağlar Yurdun sana; millet sana; dünya sana ağ­ lar

Kimyager eczacı Hüsamettin Savaş

Atatürkün türbesi

Nasıl uçtun bu yuvadan, bizi bıraktın; Bu yuvayı tekrar kurdun, desem yarattın Çok mudur ki Büyük Atam bize hayattın? Yıldızların arasında parlaktın, aktın. Öksüz kalan ulusunu ne çok severdin: Feyiz alırdı çocukların özlü sözünden, Ayrılmadı gözlerimiz mavi gözünden. Parlıyordu kalblerimiz nurlu yüzünden.

Bin dokuz yüz otuz sekiz senesi Türkün Gene gözü bulutlandı, yaslarla doldu! Korkma sakın! Beslediğin o parlak ülkün Çelik kablerde yazılı bir kitab oldu.

Bugün göklerin üstünde yükselen ruhun Yıldızların arasından bize bakacak, Cok sevdiği yuvasına göz koyanları Şimşekleri saldıracak, gene yakacak

Kalbimizden ayrılmıyan bir eş gibisin? Basımızda hic sönmiyen güneş gibisin! ; Ey gökyüzü, dünyaların yüksek kubbesi!

Ser. mi oldun Atatürkün yüce türbesi? Ödemiş: Celâl Çandarlıoğln

m

Olmiyen Atamız

Atatürk ölmez, ölemez w ölmiyecektlr. O bütün bir Türk milletidir. 17 milyonun ka­ nı, nefesi, canıdır. Böyle bir varlık hiçbir va­ kit ölmez. Onu, görmemiş olanlar bile, Ata- türkü her zaman, her yerde dilediği daki­ kada görebilirler. Çünkü: Atatürk gözbe - beklerimizin içindedir.

âtatürkü öldü sananları, sonsuz acılan aldatıyor. Çapraşık bir işiniz mi var? Darıl­ dınız da bir şeye karar mı vereceksiniz? Gözlerinizi kapayın, Atatürk hemen karşı- nızdadır. Atatürk bir varlıkta: ki, bir kea geldi, fakat gitmez ve gitmiyecektlr.

Bunu böyle bilmeliyiz ben, siz ve bütün bir Türk topluluğu nasıl yaşıyorsa, o da ya­ şıyor ve ilelebed yaşıyacaktır.

Kadri Girginkoç

Atatürk dünyaya öğretti

ki Türk ölmez

10/11/938, saat 9 u 5 geçe dünya yerinden oynuyor. Beşer öksüz kalıyor. Tarih fakirleşi­ yor.

Bugün yalnız 18 milyon Türk değil, 100 milyon dünya Türkü onun ruh ve İzi üze - rinde secde ederek ona bağlılığını teyid eden andlar İçiyor, onun kurduğu İçtimaî mezhe­ bin hudud tammıyan arızî sedlerini yıkmış bir halde kalb ve ruh birliği etrafında top­ lanıyor.

Türk, dünya milletlerinin özüdür. Ondan büyük ulus yoktur. O itibarla da Ata, dün - yanın en büyüğü olmak hakkını tamamen kazanmıştır. Herkes biliyor ki kırk bin yıl­ lık Türkün tarihinde birkaç (Ergenekon) vardır. Fakat bunların içinde (1919) badire­ si kadar fecaat ifade eden bir devreyi, bir anı beşer tarihi dahi kaydetmemiştir. İste böyle pek feci badireyi atlatarak en şerefli bir devlet kurmak dünyada hangi büyüğe nasib olmuştur? Dünvada 18, daha doğ - rusu 100 milvon Türkün Atava ve eserine bu kadar sevgi ve saygı 'le bağlanmıştır?

Onun İçin ebedî istirahatgâgmda en bü - vük bir kalb huzuru ile ebedlyyen uyu ey Büyük Ata!...

Kurduğun şerefli, şanlı binanın zivnet. ve ihtişamını artırmak İçin yetiştirdiğin en yüksek ve en kıymetli mimarın, büyük İnö - nünün etrafında toplanan 18 milyon T*rk senin izinden zerre kadar bir inhiraf vuku bulmaz şekilde yürüvor ve ebediyen de yü - rüvecektir. Sana tazim ve sadakatimizin i - fadesi için dünya lügatlerinde, dillerinde ke­ lime bulamıyorum. Bunun için en derin bir huşu ve buzu İle son söz olarak en büyük mana taşıyan büyük «sükût» u kullanmak mecburiyetinde kalıvor ve bövlece manevi huzurlarında duyduğum vecdü Istağrakm 1- çlnde sonsuz tazimlerimle irgiliyorum.

Lüleburgaz

Refet Rodoplı

Gençliğe

Atatürk ölmedi, gönülde yaşar Onun sevgisi her yürekten taşa Türk genci prensiplerini başar O, Türk tarihine şerefler kattı

Atatürk yolunda yürür gideriz Rejimi korumağa and içeriz. Bilgi yolunda yürüyüp geçeriz Türkiyeyi o, yeniden yarattı.

Y. D. sübayı O.

Münir Akdemir

lışması bile programlı. Daha o yaşta iken; işlerde muvaffak olmak için, tali ve te­ sadüften ziyade, iyi düşünüşlere ve iyi düşünüşlerin iyi tatbik edilmesine kani... En büyük zevki, bir şeyi tam öğrenmek; ve öğrendiğini de, arkadaşlarına öylece öğretmek... Onun için ekseriya, ve hattâ daima; arkadaşlarını etrafına topluyor; bildiği bir bahsi açıyor; gittikçe derinle­ şen ve berraklaşan bir ifade ile onlara o bahsi anlattıkça, ruhunda bir haz ve neşe duyuyor.

Mektebdeki arkadaşlarının hepsine karşı mültefit. Kendisine gösterilen alâka ve takdirlere karşı da memnun ve müte- bessim. Fakat muhitine aldığı arkadaşlar mahdud. Ancak; anlayışlı olanlar; ve O- nun muahazelerinden hakikî ve ciddi zevk duyanlar... Ve bilhassa

şunlar-Fethi, Fuad, Adil, İsmail Hakkı. Selâ­ nikli Mehmed Ali... Ve, bir müddet son­ ra mektebe gelen; Nuri ve Salih... (2)

İşte; üçüncü sınıfın sıra çavuşu (Mus­ tafa Efendi) nin o günkü küçük havarile­ ri.

Hocaları da, bu büyük ruhlu çocuğa karşı bir incizab ve takdir duyuyorlar; hattâ, bariz bir hürmet ve alâka besliyor­ lar

Bilhassa, üç hoca Onunla meşgul. Ade­ ta, üstüne titriyorlar. Bunlardan biri, jim (2) Bu zatlar sırası ile (Londra Sefiri Fethi, Rize meb’usu ve Tayyare Cemiyeti Reisi Fuad, şimdi Yedikule şimendifer istasyonu müdürü İsmail Hakkı, meb’us Demir Ali, merhum Nuri Conker, şimdi Bozök meb’usu Salih Beyler) dir.

nastik hocası ve dahiliye zabiti mülâzim Hasip Bey. Diğeri, fransızca muallimi yüzbaşı Naki Bey. Üçüncüsü de, hesab hocası yüzbaşı Mustafa Bey.

Üçüncü sınıfın sıra çavuşu; bu üç za­ tın kendisine gösterdikleri alâkayı çok takdir ediyor. Bilhassa Hasip ve Naki Eeylere karşı, âdeta birer aile büyüğü hissi besliyor.

Bir gün, Hasip Beyle Naki Bey arasın da, şöyle bir muhavere geçiyor:

— Hasip!.. Mustafa Efendi, (dahili ye) (3) den çıkıyordu. Sana mı gelmiştil

— Evet. — Ne istedi?

— Validesi sıtmadan rahatsızmış. On dan dolayı müteessirdi. Teselli ettim.

— Bana da geldi. Ben de teselli ver ■ dim.

Şu kısa muhavere gösteriyordu kij (Mustafa Efendi) mahzun kalbine tesel­ li istiyecek kadar bu iki hocasını seviyor' onlara samimî bir rabıta ile bağlı bulu­ nuyor.

Bu üç hoca da Ona karşı besledikleri a- lâkayı günden güne arttırıyordu... Jim « nastik muallimi mülâzim Hasip Bey mektebin ve hattâ Selâniğin en şık zabit idi. Güzel ve temiz giyinenleri, çok sever- di. (Mustafa Efendi) çok temiz ve iyi gi­ yiniyor.. Yeşil şeritli mekteb üniforması­ nı. narin ve körpe vücudüne çok iyi ya • kıştırıyordu.

(Devamı 10 ncu sayfada)

(3) Askerî mekteblerde, inzibata m« mur olan zabitlerinin odalarına (dahili ye) denirdi.

(2)

6 Sayfa S O N P O S T A

H e r g ü n

A ğla m a yın ız

,

iftihar ed in iz!

i Yazan: Muhittin Dirgen mm

M

illet hâlâ ağlıyor; hep ağlıyo- ruz. Kimimiz gözyaşlanmızı dışarıya dökerek ve bundan biraz te - selli bularak, kimimiz de bu sıcak yaş­ lan içimize akıtarak, hep, onun aziz hatırasile yaşıyoruz. Bu Büyük ö l ü - nün Büyük hatırası karşısında belki de asırlar ağlayacak!

Hiç şübhe etmeyiz, tarihte arkasın­ dan bu kadar gözyaşı döktürmüş bir sevgi görülmemiştir. Tarihin hiç bir büyük adamına halk kütlelerinin bu kadar hürmet ve bağlılık * gösterdiği işitilmedi. Kaç milyon senelik hayatı olduğunu bilmediğimiz bu köhne top - rak, hiç bir zaman bütün bir insan kal­ binin bir tek adam etrafında bu dere - eede birleştiğini hatırlayamaz. Ata - türk, sade milleti değil, bütün dünya - nm, düşünen, anlayan ve duyan in - sanlarını öksüz bıraktı.

Kendi hesabıma ben de bir itirafta bulunayım:

Hiç bir zaman kalemimin bu kadar kuru, cansız, kuvvetsiz olduğunu gör­ medim. Hiç bir zaman kelimelerin ben­ ce bu kadar manasız, boş şeylerden mürekkeb bir yığın olabileceğini bil - mezdim. Atatürk’ün ölümündeki bü - yüklük, milletin ona karşı gösterdiği bağlılığın kuvveti beni kelimesiz ve kalemimi cansız bıraktı. Çok samimî olarak başka bir şey daha söyliyeyim: Hattâ yazmak zevkini kaybettim, yaz­ ma heyecanım durdu, hattâ yaşama neş’em!..

Ne tarafa baksam onun resmini gö­ rüyorum; sağımdan onun ismini, so - lumdan onun ismini duyuyorum. Her şey bana onu hatırlatıyor ve nihayet o zekâ dolu gözlerde ve daima güler gibi duran dudaklarile, onun sevimli çehresi hayalimde canlanıp karşıma geliyor. Uzun senelerdenberi işitme - diğim sesi kulaklarımda duruyor ve Ş. sesini J sesine yaklaştırarak telâffuz eden kelimelerini duyar gibi oluyo­ rum!

Düşünüyorum: Atatürk ele ve avu­ ca sığmıyan bir ruh, kendi kendinden başka bir kontrol tanımıyan bir insan, gâh bir yumruğile bir ordu ezmiş, gâh bir hamlesile bir dağı atlamış, ve gâh bir kelimesile bir millet kütlesini a - yaklandırmış bir kahramandı. O enerji nasıl tükenir, o gözler nasıl söner, ve. o dudaklar nasıl susar? Zihnim bunu bir türlü tasavvur edemiyor, bu ölümü ka­ bule imkân yoktur, hiç bir insan hav salası Dolmabahçenin kubbesi altında yatan tabuta Atatürkü sığdıramaz!

Geçende okuduğum bir Bağdad ga­ zetesi, Atatürk’ün şifa bulmaz hasta - lığından bahseder ve Büyük Kahrama­ nın ölçülmez büyüklüklerini anlatır - ken şöyle söylüyordu:

«Atatürk, bütün hayatınm en bü - yük muharebesini yapmakla meşgul - dür. Hangi harb sahnesine girdiyse o - radan mutlaka bir muzafferiyetle çık - mış olan bu yenilmez kumandanın, hastalığa karşı verdiği bu son meydan muharebesinde uğrayacağı mağlûbiyet çok hazin olacaktır!»

Iraklı arkadaşımızın hakkı var. Fa­ kat, bizzat ölüm meleği de görmüştür ki, Atatürk kolay mağlûp edilir bir in­ san değildi! Bunun için ölümü de, ma­ alesef, çok hazin değil, pek çok elîm oldu!

Onun ölümü arkasından matem tu­ tan bir Suriye gazetesi de diyor ki:

«Atatürk asrın o adamıdır ki onun gibi ölmek için herkes her istenilen da­ kikada can vermeğe hazır olurdu!»

Bu kadar derin bir matem içindeki millete teselli vermek müşküldür. Fa­ kat, hiç olmazsa gözyaşlarının yakıcı cereyanı arasında muztarib göğüslere biraz serin su serpebilmek için şunları söylemek istiyorum:

«Muztarib vatandaşlar, artrk ağla - mayınız. Ağlamak zâf alâmetidir: A- tatürk zâfı hiç sevmedi. Bugün onun tabutunun arkasından, ağır, derdli, fa­ kat kuvvetli olarak yürüyünüz. Düşü - nünüz ki o tabut içindeki insanı, bü - tün dünya, sizin gibi hürmetle ve te - essürle teşyi ediyor. O insan ki Türk - tür. Türk çocuğu olarak dünyaya gel

-R e s im li M a k a le :

H e d iy e v e nasihat,

ss

iyi bir nasihat zengin bir hediyeye ekseriya mürec- Sadece bir kuvveti düşünen hediyeyi, istikbali düşünen

cahtır. nasihati tercih eder.

DoIfüs*ün karısı

Çocuklarını

Yetiştirmeğe çalışıyor

.. AttM.V » . ...

Eski Avusturya başvekili Dolfüsün ka­ rısı bugün Gal Spasmda bulunmaktadır. Üç odalı bir evde oturmaktadır. Saçları ağarmıya yüz tutmuştur. Kendisini ziya­ ret eden gazetecilere:

«— Hiç bir şeyim yok. Ben sükûn isti­ yorum. Bütün emelim çocuklarımı yetiş­ tirmektir. Gözüm başka hiç bir şey gör­ müyor. Hayatımı da yazmak niyetinde değilim. Bütün teklifleri reddetmiş bu - lunuyorum. Ben siyasete karışmış bir ka­ dın değilim. Hususi hayatım da efkârı u- mumiyeyi pek alâkadar etmez.

Sonra ne denirse densin Mussoliniyi daha hâlâ yakın bir dost olarak telâkki e- diyorum » demiştir.

12 yaşında muharrir

îngilterede 12 yaşlarında bir genç kız, Süzan ve Sambo isimli bir hikâye k’ tabı neşretmiştir. Kitab resimlidir. Resimle - rini de çocuk muharrir yapmıştır. di, Türk kahramanı olarak dünyanın her tarafında ismini dolaştırdı ve ni - hayet Türk babası olarak Türklerin ku­ caklarında, onların göğüslerine yasla - narak ve milletle birlikte nefes ala ala söndü. Böyle bir insanın ölmüş olması elbet acıklıdır, elbet yürek yakar. Fa­ kat, hiç olmazsa bütün tarihiniz onun - la ebediyen iftihar edecektir.

«İftihar ediniz. Sade ağlamayınız, kuvvetli de olunuz ve bol bol, göğsü - nüzü gere gere iftihar ediniz.

«İftihar ediniz ki onun ruhu şâd ol­ sun!»

Muhittin Birgen

y f i M m n M llfa | a | (t (| a M | (a )| | | g | | | (| | | | | | a | | | M M IM II.

f

^

Herglln bir fıkra

i

■ ___________

Ömrüm oldukça

Fransa kralı Lui Filip, Normandiya eyaletinde seyahat ediyordu. Küçük bir kasabaya uğramıştı, kasabanın be­ lediye reisi kralın istirahatini temin için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Kral bundan çok memnun oldu. Bele­ diye reisini çağırttı. Ve kendisine bir sigara verdi. Belediye reisi sigarayı aldı. Teşekkür için söyliyecek güzel bir söz düşündü:

Haşmetmeab, dedi, bu sigara be-

Ş

nim için dünyalar değer.. Bütün ha - yatım müddetince bu sigarayı içece­ ğim!

V ...

J

A vru p a n ın tanınmış simaları

mütareke olduğu gün ne

ya pıyorla rd ı ?

Bundan yirmi yıl evvel, mütarekenin ilân edildiği günde, tanınmış şahsiyet­ lerin ne yaptığını araştıran bir İngiliz gazetesinin tesbit ettiğine göre o zaman­ lar prens Albert olan, şimdiki İngiliz kralı altıncı Corç mütareke günü Fran- sada tayyare karargâhında bulunmakta idi. Harbin ilk senelerinde bahriyede hiz­ met gören kral, sonraları hava ordusuna geçmişti.

Çavuş Hitler, bir gaz hücumu netice­ sinde tedricen körleşmeğe yüz tutarak, hastanede yatmakta idi. Kendisine mü­ tareke oldu diye haber verildiği zaman, hissettiklerini bilâhare şöylece anlatmış­ tır:

«Tek başıma koğuşuma gidebildim ve yatağıma kendimi atarak hıçkırdım.»

Mussolini, îtalyada bulunuyordu. Harbde malûl kalmıştı. Popolo d’îtalia gazetesini çıkarıyordu. Bu gazetesini 1914 de kurmuştu. Mütareke ilân edilir edilmez:

— İtalya esir olmaktan kurtuldu. Ar­ tık kendisinin ve istikbalinin hâkimi­ dir... diye yazdı.

Kayzer Vilhelm, hususi trenile kaçı­ yordu. Üzerinde kül renkli apoletsiz bir üniforma olduğu halde Maarn’da küçük bir köy istasyonuna indi.

L âciverd v e p em b e saçlar

Saçlarını türlü türlü renklere boyıyan Avrupa kadınları, artık plâtin, kızrl saç­ lardan bıkmış olacaklar ki, zengin mu - hitlerde hep lâciverd, göl mavisi pembe saçlarla gezmektedirler.

Yeni bir moda:

Saatler şapkalara

Asılıyor!

Ü i ¡g¡i -

m < -I ■ - ' yivri IÈÊÊÊÊËÊÊÈÊÈ

Göğüste, kolda, yakada, takılan saat - ierden sonra, boyanmak yüzünden ran - devularma yetişemiyen, söz verdikleri saatte gelemiyen bayanları bu külfetten kurtarmak ikide birde saate bakmaktan da müstağni kılmak için, yem bir usul bulunmuştur. Bu usul de mineli saatini şapkanın kenarına ters olarak iliştir - m ektir. Bayanlar çantalarını açıp ta ay­ naya bakmca, kolaylıkla saatin kaç ol - duğunu öğrenebilmektedir.

İngilterenin en nazik

telefon müşterisi

îngilterede Lid'de bulunan ve telefonu elan Bayan Atkinson üç yıldır en birinci telefon abonesi olarak seçilmiştir. Zira, bu telefoncular onun bütün Ingiliz abo - neleri içinde en sabırlı, en terbiyelisi ola­ rak tavsif etmektedirler.

Bayan Atkinson da:

«— Telefon ederken, gayet basit üç şarta riayet ederim.

1 — Hiddetlenmemek, 2 — Nazik ol - m ak, 3 — Anlayışlı olmak. Bu yüzden şimdiye kadar tek bir defa yanlış numara ile karşılaşmış değilim »

ingilterenin bu havalisinde otomatik telefon daha kullanılmamaktadır.

ingilterenin zıpzıp şampi­

y o n u kolsuz bir çocuk

îngilternin bilye oyunu şampiyonu 12 yaşlarında bir çocuktur. Bu çocuğun tek bir kolu vardır. Parmakları kopmuştur. Bilyeyi ayaklarile oynamaktadır. Bu şampiyon ayni zamanda, bileğine bağla­ nan bir mendille tutturulmuş bir kalem ile güzel yazı birinciliğini almıştır.

Şampiyon, film artisti olmak sevda - smdadır.

r

İ S T E R

İ N A N ,

İ S T E R

İ N A N M A !

Bir yağmurluk almak istemiştik, mağaza sahibi önümüze yığdığı cins cins yağmurlukları beğendirmiye çalışırken:

— Hepsi de İngiliz mamulâtmdan, deyip duruyordu. Biz de gülümsüyorduk, nihayet iddiasını tevsik etmek istemiş olacak ki:

— Markalarına bakınız, cümlesini ilâve etti, ve birer birer açıp göstermiye kalkıştı. Gene gülümsedik, adam biraz şaşırdı, o zaman:

— Bizim bildiğimize göre memlekete dikilmiş elbise gir­ mesi yasaktır. O halde bunlar ya, çok eski mal olacak, ya- hud da gümrük kaçağı? dedik. Dükkâncı bu defa büsbü­ tün sarsıldı:

— Ne o, ne de öbürü, madem ki anlıyorsunuz, size açık söyliyeyim, bu damgaları biz burada yaptırtıyoruz; vakıâ doğru bir hareket değildir amma, ne yapalım, müşteri böyle istiyor, dedi.

İ S T E R

İ N A N ,

İ S T E R

İ N A N M A I

T A K V İ M

İ K İ N C İ T E Ş R İ !

Rumî «eue 1354 2 nci Teşrin 6

19

Resmî sene 1 9 3 8 Arab ec ne

j

135/’ Kasım ...12 . . j GÜNEŞ | S. D. 6 51 2 02

26

s. 5 13 D. 09 20

öğle 1 İkindi Akşam Yatsı

S. D. S. D. à. D. S. D.

11 59 14 32 16 48 18 24

ÜL

7 10 9 46

1“

""" 1 35

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

(7) Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün in- şaat dairesinde muhafaza edilen ve uzun yıl- lar. önce oraya götürülmüş olan bu çiniler, istanbul'daki müzenin kurulması üzerine

Bu çalışmada bir yaşından küçük dişi Saanen keçilerinde en fazla nematod enfeksiyonu görül- müş, bunu sestod enfeksiyonu takip etmiş ve herhangi bir

Sevgi dolu türkülerle annemize verelim Anamız başımızda, Her öğün aşımızda, Ananın emeği var, Her iyi işimizde….. Anamız başımızda, Her öğün aşımızda, Ananın

Hizmet - İş sendikasının hazırladığı ‘Sayılarla Su’ adlı kitapta, insanlığın su konusunda hızla kutuplaşmaya doğru gittiği çarpıcı istatistiklerle ortaya

DSÖ'nün Avrupa Bölge Ofisi'nden konuyla ilgili yap ılan açıklamada, son 3 yıl içinde DSÖ Avrupa Bölgesi'de 1000'in üzerinde hava olayı gerçekleştiği, iklim

Bu unutulmaz görüşmenin yüreklerimize su serpen sonucu, ertesi gün &#34;Sezer'den Tarihi İcraat&#34; başlığıyla Sabah gazetesinin sürman şetindeydi: &#34;Cumhurbaşkanı

Yanında, usta yönetmenin eşi, ar­ kada ise genç yönetmen ile onun sevgili­ si olan genç aktris oturmaktadır.. Küçük topluluk arabadan

Kolonizasyon olarak kabul Özet: Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi Eriflkin Yo¤un Bak›m Ünitesi (YBÜ)'nde yatan hastalardan izole edilen infeksiyon etkenlerinin