K ö y I
İ T O Y araştırmasına kalkan
herkesin önüne bir takım güçlükler çıkar: Yolsuzluk, köyde geceleme güçlüğü, köy hastalıkla rı. Fakat bunlar araştırıcının asıl ilgisini çekecek konular olmalıdır. Bu güçlükler yüzünden işten dön mek değil, güçlüklerin köy haya tında doğurduğu neticeleri ve kö yün bu güçlüklere karşı kendili ğinden bulduğu tedbirleri aramak lâzımdır. Bu da köy araştırması nın yalnız sosyologlar tarafından değil; sosyolog, coğrafyacı, hekim ve psikolog birkaç kişilik ekipler tarafından yapılmasını gerektirir.
Köyün tabiatten gördüğü zarar
lar cemiyetten gördüğü zararlar la ıçiçe geçmiştir. Biri daima öte
kine tesir etmiştir. Birincilerin
düzeltilmesi İkincilere, onların dü zeltilmesi birincilere bağlıdır.
Anadolunun başlıca köy hasta lıkları sıtma, trahom ve hayvan veremi idi. İçtimaî dertleri tohum yokluğu, kredi yokluğu, yolsuz -
luk, piyasa düşüklüğü, v.s. dir.
Bundan yirmi yıl önce bu hasta
lıklar Anadolu köylerinden bir
"" çoğunu kasıp kavuruyordu. Bu - gün D. T. T. nin kullanılması, ba taklıklardan mühim bir kısmının kurutulması, kinin tedavisi ve da ha birçok sağlık tedbirleriyle bu dertlerin sınırı eskisine nazaran çok daralmıştır. Bununla beraber kaybolmuştur da diyemeyiz. Hele
Güneye. Doğuya doğru gittikçe
bâzı bölgelerde mücadelenin de - vam ettiği görülür. «10 yıllık sağ lık savaşı» plânının düşünülmesi, doktorların uzak bölgelere gitme leri için yapılan teşvikler bu mü cadeleyi ve daha aşılması gereken yolun ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Sıtma bir çok yerlerde minimini yavruyu zehiı-liyerek bü tün kuvvetini kemiriyor. Hayatı-
7
mn sonuna kadar bu bitkinlik hastanın zekâsına, hafızasına, irade - sine tesir ediyor. Trahom bâzı yer leri akıllara dehşet veren bir kör ler ülkesi haline getiriyordu. Ü- çüncü dert köylüyü bunlardan da ha çok sızlandırıyordu: Bu da hay
van veremi idi. Köylünün canı,
hayvanıdır. Tarlasını onunla sü rer, harmanı onunla döver, yükü nü onunla taşır, onun sütünü içer,
yağını peynirini, nihayet etini
ver Yününden iplik büker, deri sinden çarık yapar. Hayvan vere mi köylünün belini sıtma ve tra homdan daha az bükmezdi. Bugün bu hastalıkların kökü kurumamış olan yerlerde aynı dertleri görü yoruz. Silinip gittiği yerlerde bile çöküntüsünü veni nesiller sırtın da taşıyor. Asırların kazdığı de rin izlerin tamamen silinmesi için, köyün içtimai dertlerinin de orta dan kalkmasını beklemek lâzım - dır.
Unesco'nun çalışmaları arasında - çıkan OMS’un «Haberler Dergisi»
. son birkaç nüshasını bu hasta - lıklara ayırmıştır. Biz de onlar- d « « favdalanıvoruz. Hayvan
ve-ri n D e r d i
Yazan:
Hilmi Ziya
ÜLKEN
reminifı bize Kırım ineklerinden
geldiği biliniyor. Fakat bugün*
memlekette hayli yayılmıştır. Bir çok milletler buna karşı esaslı ted birler alıyorlar: Danimarka hasta lığı tamamen kurutmuştur. Ho - landa ona yakındır. İngiltere de mücadelenin sonlarına yaklaşmış bulunuyor. Doğu memleketlerine doğru mücadelenin kuvveti azalı yor. Bizde eskisine nisbetle büyük b ir azalma varsa da henüz kaybol mamıştır. Tarihe bakacak olursak Hastalığın ilk çağda büyük tahri bat yaptığını, buna karşı önleyici veya koruyucu tedbirler alındığı
nı görüyoruz. Babilliler sığır
kesilmesine ait kanunlar neşret - mişlerdi. Romada belediye me -
murları kesilen etleri teftişle
m ükellef idiler. Şüpheli bütün
mahallelerde bunları kaldırırlar.
Ve kontrolsuz et satanlara şid - detli cezalar keserlerdi. Tevrat da ihtiyarlık ve hastalıktan ölen hay vanların etlerini yemede tehlike olduğunu söylüyor.
Kitab-üt-tesniye (veya Garp adı ile Deutéronome) da Musâ İbrani- lerin hiçbir ölü hayvan yememe lerini emrediyor. Ortaçağda kesi len etlerin teftişine dair kanun lar çıktı; bunlar tskoçyada 1153 de, Fransada 1163 de. İtalyada 1221 ne neşredilmiştir. Demek ki, hay van hastalıklarını kökünden teda vi için tıbbi çarelerin henüz bilin mediği zamanlarda da eski mede niyetler onlara karşı esaslı korun ma tedbirleri almışlardır. Bugün ise. tıbbî çareler sâyesinde hasta lıkların yer yüzünden kaldırılması imkânı bile hazırlanmıştır. Fakat " henüz tam bir dünya sağlık sefer berliğinden çok uzak bulunmakta
yız: birçok kıtalar hastalıkla sa
vaş ekiplerini yeni yeni görüyor lar. Bugünkü içtimai ve iktisadi bütün vasıtalar bu iş için kulla - nılmamaktadır. Unesco teşkilâtı bu eksiklik üzerine şiddetle alâkayı çekmiye çalışıyor.
Sıtma, bataklıklı bölgelerin en
eski ve en derin hastalığıdır. A f- rikanın mühim bir kısmı hâlâ on
dan kurtulmamıştır. Tsen-Tsen
denen sinekler bu hastalığın en şiddetli şeklini yapmak suretiyle birçok eski kavimleri mahvedi - yorlar. Kanalize edilmemiş büyük nehirlerin civarı sıtma ile kıvran
maktadır. Tropikadan Malaryaya
kadar türlü çeşitleri türlü nis - betlerde tahribat yapmaktadır. Es kiden dağ ve yayla kavimleri on dan uzaktı. Göl ve nehir kenar ları, bataklıklı yerler - pek nadir kurutulduğu için - mühim halk kütlelerini tehdit ederdi. En geniş
ziraat. sahaları aynı zamanda en
geniş sıtma sahaları idi... tik çağ
da bu hastalığın tahribatına alt
birçok alâmetler var. Bizzat Ro - ma sıtmalık bir bölgenin ortasın da bulunuyordu. İnkırazında bu nun tesiri olabilir. Mezopotamya, Hindistan yakın zamanlara kadar bu hastalıkla kıvranmıştır. Ana- doluda bu derdin derinliğini öğ - renmek için uzak zamanlara git -
miye lüzum yoktur. Bugün bile
henüz ruhî ve mânevi tahribatın izleri devam etmektedir.
Sıtma kadar mühim olan ve gö ze musallat olan trachome de Ana
dolunun güneyinde mahdut bir
kısmın hastalığı idi. gözleri tama
men körlüğe götürdüğü haller
çok olduğu gibi; hastalık doğu
Anadoluda üvez denen küçük
sivrisinekleriyle yayıldığı için, ko laydır. En eski Tıb kitabı olan ve Thebe de keşfedilen Ebers papi rüsü (sekizinci sülâle zamanına
aittir: Milâddan önce X V inci
yüzyıl) ki Hipprokrates'den bile
1000 y ıl önceye aittir, gözlerde
kanlanma ve göz kapaklarında ka barıklar ve irinleşme ile başlıyan, j kirpiklerin dökülmesine sebep o- lan bir hastalığı anlatıyor ve buna karşı muhtelif bâzı ilâçlar tavsiye ediyor. Bu devre ait arkeoloji ka- j zılaıt sulfate de cuivre esasına da yanan tıbbî müstahzarları meyda- i na çıkarmıştır ki, bu ilâç bugün ' de trahom tedavisinde kullanıl -
maktadır. 1000 yıl kadar sonra ;
(Milâddan önce 560) Mısırlı göz ]
hekimlerinin şöhretini duyan J
ve gözünden rahatsız olan İran i
hükümdarı Keyhusrev. Mısır hü kümdarı Amasis’den bir mütehas- I sis göndermesini istedi. Bu heki - min Keyhüsrev sarayında kazan - dığı itibar o kadar büyüktü ki, Cambyse onun telkinleriyle Mısı ra harb ilân etti. Mısırın her ta rafında o sırada göz hastalıklarının i yayılmış olduğuna dair bir alâ met yoktu.
İlk çağdan sonraki zamanlarda v e ‘ başka kıtalarda trahom'un daha geniş bir tahribat sahası olduğu görülüyor. Bu yayılmanın hareket noktası neresidir? Trahom da, ih
timal verém gibi, tek bir mer
kezden doğmamış; ayrı ayrı ocak larda meydana gelmiştir. Bu o- caklaı-dan birisinin tarihten önce denberi Orta Asya olduğu tam - min ediliyor. Oradan gelen bütün kavimler (M ogollar.. Tatarlar. F i- no-ugriyenlcr) bu sirayetten şid - detle müteessir olmuşlardır. Fin kökünden gelen kavimler (Finler. Covaşlar. Estonyalılar) hattâ Ma- carlar büyük bir nisbette trahom dan muztaript rler. Mogol kökün
den gelen Tatarlar, Kalmuklar.
Başkırtlar. Çinliler. Japonlar için de bu doğrudur. Fino-ugrivenle- rin büyük göçmen kütleleri tıa ~ homu her tarafa taşımışlar, fakat bilhassa kendileri hastahğa en fa z la tutulmuşlardır. Cermen ve Skan dinav kavimlerinin aslında trahom
yoktu. Sonradan bunların gözü
Asya, Afrika ve diğer kıtalarla te
masları bu hastalıkları taşımıştır, m
ÖLÜM
İspartalı merhum Süleyman
Efendinin oğlu, merhume Ci
hangirli Fatma Saimenin eşi,
Semiha Demıroğlu, A fife En gin, Meliha Ağlarcı ve Nurul-
hak Kılıçer'in aziz babaları,
merhum Silivrili Âsim Engin' in, Rüştü Demiroğlunun, Dok tor Selâhattin Ağlarcmın ka- yınbabaları, Erip Gürtay’m e- niştesi, Dündar, İlhan ve Hayrı
Engin’in büyükbabaları, 1311
Harbiye Süvari Zabiti neş’etli Edirnede Askeri Rüştüye, İda diye ve Edirne Askerî Mektep
lerinde müdürlük, hocalık ve
süvari talim muallimliği yapmış, memlekete bir çok güzide tale
beler yetiştirmiş, harb malûlü
emekli Yarbay İspartalı,
BAHAETTİN SEYFİ KJLIÇER 15/1/1956 Pazar sabahı Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cena zesi bugünkü Pazartesi günü Be yazıt Camiinde öğle namazını müteakip kaldırılarak Edirne-
kapı Şehitliğindeki makberi
mahsusuna defnedilecektir. Mev lâ rahmet ey ley e.
N o t : Ç elen k g ön d erilm em esi rica olunur.
W ... I...
Bugün dahi Kazan Ejderhan Ta
tarlarında trahom çoktur. Buna
mukabil Kırım Tatarlarında hiç yoktur. Bazıları bunu oranın dağ lık olmasına atfediyorlar. Halbuki başka dağlık yerlerde meselâ Kaf- kasvada. kuzey Afrikada. Meksi- kada trahom vardır. O halde baş
ka sebepler aramak lâzımdır.
Exogamya kaidesi (dışardan evlen me mecburiyeti) bu sebeplerin en mühimlerindendir. Kazan ve E j derhan Tatarları ise erkenden is tiklâllerini kaybedince Endogam- ya kaidesine (içerden evlenme e-
sasmai göre yaşamışlar: bu da
hastalığın zümre içinde devamına sebep olmuştur. Trahomun yayıl ması üzerinde harblerin tesiri ol duğu da muhakkaktır. Buna Ana dolunun hemen yalnız güney doğu
havzasında rastlanması. yabancı
memleketlerden bilhassa Güney - den geçtiğini gösteriyor. Çok mah dut olan bu bölgelerin temizlen - meşinden sonra vatanımızda böy- 1» W r mesele kalmıvoes>l«+»>*