Özlemin Tadı B aşkadır
*•Eser Tutel - B ütün D ünya•
O
nunla Kadıköy, Selâmi- çeşme’deki evinde ta nıştığım zaman sanı yorum seksenine mer diven dayamıştı. Yaşamının dörtte üçünden fazlasını açık denizlerde geçirmiş olmasına rağmen yine desırım gibiydi. Bütün denizcilerin saygı duyduğu bu yaşlı deniz kur du yıllar önce emekli olmasına rağ men hâlâ Koçtuğ kumpanyasının gemileriyle haftalar süren Amerika seferlerine çıkıyordu.
denizci-liğinin en saygın süvarilerinden Şefik Kaptan’dı. Daha doğrusu Ankara’nın süvarisi olarak hafızalarda yer etmiş olan Şefik Gogen Kaptan. Ankara yolcu gemisinde topu topu on yıl ka dar süvarilik yapmış olmasına rağ men herkes onu Ankara’nın kaptanı olarak amyordu. Evet... Gemisiyle sanki bütünleşmiş gibiydi Şefik Kap tan... Ankara denince akla hemen Şefik Kaptan geliyordu; Şefik Kaptan denince de Ankara yolcu gemisi!
1903 yılında Mardin’de doğmuş tu ama Mardinli değildi. Anadolu’da o kasaba senin, bu kasaba benim eşkıya peşinde koşan Üsküdarlı bir jandarma zabitinin oğluydu. Ailesi
Bütün D ünya
•Şubat2001
onu zıraatçi yapmak istemişti, ama o olmamıştı. Kara adamı olacak yer de deniz adamı olmuş, altmış yıldan fazla sürüp giden denizcilik hayatı boyunca dünyanın yedi iklimini gezmiş, yedi ummanım dolaşmıştı.
enizi ilk kez, babamın İstanbul’a atanması üzerine gittiğimiz Trab zon’da gördüm!" de mişti o gün bana. "Değirmendere de diğimiz yere geldiğimizde karşımda uçsuz bucaksız masmavi Karadeniz’i görünce nasıl şaşırıp kaldığımı bile mezsiniz!"
Kuzguncuk’taki Kaptan Mekte- bi’nden "âlâ" dereceyle mezun ol
muştu Şefik Kaptan. İlk ataması Ga lata yatıydı. Sonra yıllarca Karade niz, Ülgen (eski Bandırma), Tunç (eski İnönü), Aksu yolcu gemilerin de çalışmıştı. 1926 yılında eski Ka radeniz gemisinin, Atatürk’ün di rektifiyle Akdeniz limanlarına uğra ya uğraya tâ Leningrad’a kadar uzandığı üç aylık sergi seferinde, Şefik Kaptan, genç mülâzım zabit lerden, yâni stajyer kaptanlardan biriydi. Sonra İstanbul-İmroz ara sındaki posta seferlerinde yıllarca yolcu ve yük getirip götürmüştü. İkinci Dünya Savaşı’nın en buna lımlı günlerinde de, gördüğü her gemiyi batıran bandırası meçhul denizaltılara rağmen, 55 yıllık eski Tunç gemi siyle kelle k o l t u k t a Ege’deki is kelelerimize un gibi, şe ker gibi, ga zete gibi büyük önem taşıyan ihti yaç maddelerini taşıyıp durmuştu. Çünkü o yıllarda, Bodrum’a da, Datça’ya da, Marmaris’e de, Gül- lük’e de karadan yol yoktu!
Ama Şefik Kaptan, asıl Ankara gemisinin süvariliğine getirildiği za man Şefik Kaptan olmuştu. Gerçek ten çok iyi bir denizciydi; babacan, ama her zaman otoriter bir süvariy di. Örneğin, hareket saati gelince as- lâ mazeret kabul etmez, düdüğünü öttürdüğü gibi hemen gemisini hare ket ettirirdi. Tıpkı, dönüşte de rıhtı- ma saati saatine yanaştığı gibi! Erken gelmişse vakit doldurmak için yolcu larına şöyle bir Boğaz turu attırır, ama yine dakikası dakikasına gelir,
Ama Şefik Kaptan, asıl Ankara
gemisinin süvariliğine getirildiği zaman
Şefik Kaptan olmuştu. Gerçekten çok
iyi bir denizciydi; babacan, ama her
zaman otoriter bir süvariydi.
yolcu salonunun önüne yanaşıverir- di! Görevliler, "Saatimizi Şefik Kap- tan’ın hareketine ve dönüşüne göre ayarlıyoruz!" derlerdi.
Bir Akdeniz gezisinde, Napoli’de aralarında eşinin de bulunduğu bir grup yolcu gemiye dönmekte geci kince tepesi atmış, bir dakika bile beklemeden düdüğünü öttürerek gemisini tam saatinde hareket ettir mişti! Bunu öğrendikten sonra, yol cular hadi bakalım, bir daha geç kalsınlar. Anlayacağınız Şefik Kap tan böylesine bir disiplin, prensip ve düzen adamıydı!
nkara yolcu gemisi 50’li ve öO’lı yıllarda daha çok tarifeli Batı Akdeniz seferlerini yapmaktaydı. Bir keresinde İyon Denizi’nde an cak 30 - 40 yılda bir rastlanabilecek çok kuvvetli bir fırtınaya yakalan mıştı da, mutfaklarda, salonlarda kı rılmadık bardak, tabak, çanak, cam eşya kalmamıştı! Dalgalar Anka
ra’nın bordasına öylesine şiddetle yüklenmişlerdi ki, gemi, yer yer be yaz boyası döküldüğü için İstan bul’a sapsarı alacalı astar boyasıyla dönmüştü! Şefik Kaptan’ın yediği böylesine büyük bir fırtınaya rağ men limana yine gecikmeden tam saatinde girmesi karşısında görevli ler, onun bu dakikliği karşısında haklı olarak bir kez daha şaşırıp kal mışlardı!
1961 yılında Denizyolları’ndan emekli olan Şefik Kaptan, asla köşe sine çekilip terliklerini giyecek yara dılışta biri değildi. İleri yaşına rağ men Koçtuğ kumpanyasının şileple rinde görev almış, aramızdan aynl- dığı 1989 yılının kasım ayına kadar da asla denizden kopmamıştı.
"Ben evde yapamam!" diyordu. "En fazla bir hafta kalabilirim ai lemle... Daha fazla kalırsam beni ev basar! Ne yapıp edip yeniden açık denizlere çıkmak isterim. Bas tığım yer sallanmak, dalgalarla inip kalkmalı! Yoksa rahatsız olurum,
ancak gemide, köprüüstünde ken dimi bulurum ben!"
umpanyamn şilepleriyle Amerika’lara gitmiş, he men her gidişinde ne fırtınalar atlatmıştı. O günlerde bütün dünya basınında denizcilerin ve havacıların korkulu rüyası olan Bermuda Üçgeni’nden söz etmek pek moda olmuştu. Ben de kendisine gemiyle hiç Bermuda Üçgeni’nden geçip geçmediğini so racak olmuştum da, tuhaf tuhaf yü züme bakmıştı.
"Daha iki hafta önce geçtim, geldim o sulardan!" demişti. "Zaten
Bütün D ü n y a »
Şubat2001
Amerika’ya gittin mi, o bölgeden geçmeye mecbursun! Bu son Ame rika seferimden dönerken baromet re devamlı düşerek büyük bir fırtı nanın yaklaşmakta olduğuna işaret ediyordu. Rotamı ne kadar değişti rirsem değiştireyim, önünden kaça mayacağımızı anlamıştım. Elden geldiğince uzağından dolaştımsa da, yine de epey deniz yedik! Öyle ki, bir ara güvertedeki flikalardan ikisini azgın dalgalara kaptırmadan edemedik!"
Sonra da bu Bermuda Üçgeni denen yerin öyle dendiği gibi esra rengiz bir yer olmadığını anlatmaya koyulmuştu bana:
"Doğaüstü güçlere filân inanma
yız biz! Ben de her süvari gibi sade ce haritama, pusulama inanırım. Bir de gemime güvenirim! Geceleri tek yardımcımız, tâ uzaklardan bizlere göz kırpmaya başlayan fenerlerdir. Bir de sürekli olarak meteoroloji ra porlarını izleriz. O bölgenin tehlike li olması, sözde gizli güçlerin gemi leri alabora etmesinden filân değil dir. Sıcak ve soğuk su akıntıları bu bölgede birbirine karışarak tornado lara neden olurlar, hepsi bu kadar basit! Şimdi bırakın bu Bermuda Üç genini! Asıl Bermuda Üçgeni, bur numuzun dibinde, İstanbul limanı nın girişindedir! Günlerce önce At lantik’i, sonra da Akdeniz’i katede-
rek salimen
İ s t a n b u l
ö n l e r i n e
v a r ı r s ı n ı z da, tam li mana girer ken binbir tuzakla bu run buruna kal ır sı nı z! Dedim ya, asıl Bermuda Üçgeni, İs tanbul limanının girişidir diye! Sa- rayburnu, Haydarpaşa, Kızkulesi önleridir benim Bermuda Üçge- ni’m! Daha iki gün önce Ameri ka’dan döndüm. Tam Haydarpaşa mendireğinden içeriye girecektik ki, şiddetli ters akıntılar yüzünden az kalsın mendireğe bindirecektik!"
Süvarisi Şefik Kaptan nasıl sıra dışı bir denizciyse, onunla bütünleş tiği Ankara’sı da sıra dışı bir yolcu gemisiydi. Sivil denizcilik tarihimiz deki beş Ankara’dan dördüncüsü olan bu güzel gemi 1927’de Birleşik Amerika’nın Newport News tezgâh larında kruvaziyer gemisi, kısacası bir anlamda bir aşk gemisi olarak
"Doğaüstü güçlere filân inanmayız biz!
Ben de her süvari gibi sadece haritama,
pusulama inanırım. Bir de gemime
güvenirim! Geceleri tek yardımcımız,
bizlere göz kırpmaya başlayan fenerlerdir.
inşa edilmişti. Özellikle Miami ile Antiller arasında zengin yolcuları gezdirmek için tasarlandığından her bakımdan lüks ve konforlu bir ge miydi, adeta bir transatlantik yavru- suydu. Beyaza boyalı teknesi 6.179 gros, 3-461 net tonluktu. 125 metre uzunluğunda, 19 metre genişliğin deki bu gemi iki adet buhar türbi niyle saatte 19 mili aşabilecek bir sürat yapabiliyordu.
Otuzlu yıllarda, bir Kızılderili ka bilesinin adı olan Iroquois adıyla tu ristik seferlerde çalıştırılmıştı. Ama İkinci Dünya Savaşı patlak verince hastane gemisi olarak tadil edilerek ordunun emrine verilmişti. Adı da d e ğ i ş t i r i l miş, "tesel li" anlamına "Solace" ol muştu; iki yanma da k o c a m a n iki büyük kırmızı haç işareti bo
yanarak hastane gemisi olduğuna dikkat çekilmişti. Bir zamanlar dolar milyonerlerinin çılgınca para harca yarak eğlendiği salonlarda artık sıra sıra yaralı erler yatıyordu. Kamarala rının birkaçı ameliyethane haline sokulmuştu. Pasifik adalarında yara lanan Amerikan askerlerini toplayıp San Francisco hastanelerine taşıyor du. 25 binden fazla Amerikan aske rinin hayatta kalması, bu gemi saye sinde mümkün olmuştu!
1945 yazında Pasifik savaşı sona erince, Solace’ı da pek çok gemi gi bi getirip rıhtıma bağladılar. Artık on lara ihtiyaç kalmamıştı, kalmayınca da en kısa zamanda satılması gereki yordu. O sıralarda Türkiye de ticaret
filosunu genişletmek amacıyla yeni gemiler satın almaya karar vermişti. Savaş yıllarında başına dert olan eski gemilerden elden geldiğince çabuk kurtulmak ve filosunu işe yarar ge milerle gençleştirmek istiyordu. İşte, 1949 yılında satın alınan gemilerden biri de bu Solace oldu.
Yurda getirilen bu güzel gemi el den geçirildikten sonra Ankara adıyla hizmete sokuldu. 50'li yıllar, Türk bandıralı yolcu gemilerinin Akdeniz'de yabancı kumpanyaların gemileriyle daha önceden olduğu gibi yine hızlı bir rekabete girdiği yıllar olmuştu. Süvariliğine Şefik Kaptan ın getirildiği Ankara, kısa za
Şefik Kaptan m Ankara 'sı
manda yerli ve yabancı yolcuların en çok beğendiği gemilerden biri olup çıkmıştı.
T
urt dışına seyahate gi decek resmî görevliler, yaz aylarında Avrupa gezisine çıkacak yerli turistler, öğrenimlerini yabancı ül kelerde yapacak genç öğrenciler, bu arada da çok sayıda yabancı tu rist, hep Ankara’yı öteki gemilere tercih eder olmuşlardı. Bu doğru se çimde, süvarisi Şefik Kaptan’ın bü yük payı olduğu asla gözardı edile mezdi. Feribot tipinde bir gemi ol madığı için özel bir garajı yoktu, ama yolcular özel arabalarını yanta-Pasifik adalarında yaralanan Amerikan
askerlerini toplayıp San Francisco
hastanelerine taşıyordu. 25 binden fazla
Amerikan askerinin hayatta kalması, bu
gemi sayesinde mümkün olmuştu!
raftaki kapaklardan kolayca ambara alabiliyorlardı ki bu da Ankara’nın sağladığı bir başka avantajdı.
u güzel gemiyle kimler se yahat etmedi ki! Dönemin devlet adamları, Reşat Nu ri Güntekin, Refik Halit Karay, Yahya Kemal Beyatlı gibi ya zarlar ve şairler, ünlü sanatçılar, meş hur gazeteciler, bu arada Yunan Baş bakanı Mareşal Papulas ve de Türk dostu Fransız yazar Claude Farrere... Bir süre Hayfa seferine de çıkan An kara o günlerde çok sayıda İsrailli yolcu da taşımıştı. Musevî yolcuların inançları gereği özel perhiz yemekle
Bütün Dünya •
Şubat 2001
rini hazırlayabilmeleri için gemide bir de "kaşer salonu" adıyla bir bö lüm düzenlenmişti. Şefik Kaptan, ge mide kurşun levhalarla kaplı özel bir kamaraya rastlamış, neden sonra bu ranın, geminin hastane hizmeti ver diği dönemden kalma röntgen odası olduğunu anlamıştı.
Bu güzel gemi, gün olmuş Ame rika’ya kadar da uzanmış, gün ol muş Kuzey Buz Denizi’ne de çık mıştı. Bir ara Swan adlı bir yabancı kumpanyaya kiralandığı sürece kru- vaziyer seferleri de yapmıştı. Ama 70’li yılların ortalarına doğru iyice çaptan düşmeye başlamıştı. Artık genç bir gemi değildi Ankara! Ka zanları fazla yakıt harcıyor, makine
leri hayli, zorlanıyor, kalorifer dona nımı büyük bir onarım istiyordu. Hele kabloları, boruları baştan sona hayli eskimişti. Bu arada dümen ma kinesi de iyice elden çıkmak üzerey di. Hızı da hayli düştüğü için, yıllar önce Şefik Kaptan’ın zamanındaki gibi, uğrayacağı iskeleye vaktinde varamıyor, İstanbul’a tam saatinde dönüp yanaşamıyordu.
Sonunda her geminin başına ge len Ankara’nın da başına geldi. 1977’de onu önce kadrodışı bıraktı lar, sonra da sökmeye karar verdi ler. 1981 Ankara’nın son yılı oldu. Emektar gemiden pek çok ve değer li mutfak malzemesinden başka, ka m a ra l ar ı n da n yataklar, karyo lalar çıkartıldı. Bu malzeme başka gemiler de kullanılmak üzere alınırken, borda tahtaları da o sıralarda inşasına başlan mış olan Avşa ile Uludağ adlı Mar mara tipi iki yeni gemide kullanıldı. Derken Ankara’nın boşaltılan tekne si bir açık deniz römorkörünün pe şinde sessiz sedasız Makine Kimya Kurumu’nun Aliağa’daki Kaklıç ko yuna çekilmek üzere İstanbul sula rından ayrıldı. Her hurda gemi gibi, orada direklerinden omurgasına, sö küp parçaladılar zavallı, gün görmüş Ankara’yı...
Şefik Kaptan, İdare’den daha 1 9 6 l’de emekli olmuştu ve bir sü reden beri de Koçtuğ kumpanya sına çalışmaktaydı. Sevgili Anka ra’sının söküleceğini, ona bu satır ların yazarı haber verdiği zaman, bir an duraladı, sonra, "Güzel
ge-Ankara’nın boşaltılan teknesi bir açık
deniz römorkörünün peşinde sessiz
sedasız Makine Kimya Kurumu’nun
Aliağa’daki Kaklıç koyuna çekilmek
üzere İstanbul sularından ayrıldı.
miydi... Dost gemiydi... İyi bir ge miydi... Yazık oldu Ankara’ya!" dedi. Belki de hayatında ilk kez duygusal davranıyor, eski arkada şının sonunun geldiğini bir türlü kabullenmek istemiyordu. Böyle- ce, denizcilik tarihimizdeki Anka ra’ların dördüncüsünün Birleşik Amerika’nın Newport’ta başlayan yaşamı, Aliağa’nın Kaklıç koyunda
sona ermiş oldu.
Bugün aynı idarenin filosunda bir başka Ankara hizmet veriyor. Bu yeni Ankara, Polonya yapısı büyük bir feribot... Yaz aylarında durup dinlenmeden tarifeli Venedik hattın da çalışıyor... Kış gelince de sefer yokluğundan, İstanbul limanında sanki kış uykusuna yatıp, çalıştığı ayların yorgunluğunu çıkartıyor.»
Şefik Kaptan’ırı Ankara’sı
5
Doğru K arar Vermeden önce...
•E. Cihat Aydoğan - B ütün D ünya - B iz b iz e •
H erhangi b ir seçim yaptığın ızda, h er n e olu rsa olsun, ken d in ize ö n ce "Yapm akta olduğum bu seçim in son u çlan n e olabilir?" sorusunu so run. B unun yan ıtın ı size, yü reğin izin sesi gösterecektir. İkin ci olarak, da, "Yapm akta olduğum , b a n a ve çevrem dekilere m utluluk getirecek mi?" diye sorun. Eğer bu soruya y an ıtın ız “Evet” ise, seçim in izi sürdü rün. Y anıtınız “H ayır”sa, bu seçim sizi y a d a çevren izdekileri sıkın tıya sokacaksa, on d an vazgeçin. H er a n elin izin altın d a olan sın ırsız seçe n eklerden y a ln ız ca b ir tan esi size ve çev ren izdekilere m utluluk getire cek olan ıdır. B u doğru tavır, doğru zam an d a, doğru h areketi y ap m ak dem ektir. O laylara a n ın d a verilen, y erin d e tepkidir. Sizi ve çev ren izde ki herkesi destekleyip besleyen harekettir. E vrende size bu doğru tavır için doğru seçim i y ap m an ızı sağ layan ilginç b ir m ekan izm a vardır. Bu m ekan izm a bed en in izd eki du yu larla ilgilidir. B ed en in izin y aşad ığ ı du yu lar iki türlüdür: R ahatlık ve rahatsızlık duygulan. B ilin çli o larak seçim y ap tığ ın ız b ir a n d a d ikkatin izi bed en in ize yön eltip "Bu seçim i y aparsam n e olur?" son ısu n u sorun. Eğer bed en in izd en rahatlık, m esa j ı alıyorsan ız, seçim in iz doğru dem ektir. Eğer bed en in iz rahatsızlık, m e sajı gönderiyorsa, doğru seçim i yapm ıyorsu n u z dem ektir. K im i kişiler rah atlık y a d a rahatsızlık m esajlan n ı k a n n bölgelerin de duyum sarlar; fa k a t çoğu kişiler bu m esajlan yü reğin de algılarlar. D ikkatin izi bilin ç li ola ra k y ü reğ in ize yön eltin ve n e y ap m an ız gerektiğin i b ir d e on a d a nışın. Sonra d a yan ıtın ı, y a n i b ir duygu biçim in d eki fiz ik sel tepkiyi bekleyin. D oğru y an ıtı y a ln ız ca y ü reğ in iz bilir. Çoğu kişi, yüreğinin z a y ıf ve a şın duygusal olduğunu düşünür. A m a öyle değildir. Yürek sez gilidir; ruh ve m ad d e bütünlüğünü taşır, çevresiyle uyum lu b ir ilişki için dedir. İşi şan sa bırakm az. M antıklı görü n m ediği a n la r olsa b ile y ü rek, m antıklı dü şü n cen in sın ırlan için d e herşeyden ço k d a h a kesin ve ço k d a h a hassas b ir hesaplam a tekniğine sahiptir. •
D eepak C hopra, “İçim izd eki G ücü K u llan m ak İçin B ir K ılav u z”d a n 61