i6 ENTELLEKTUEL BAKIŞ
Şahin Alpay - Nilüfer Kuyaş
Milliyet Salt 18 Tem m uz 1 9 9 5--- Fax: (212) 505 62 55
_____ T’j? U
C CM L»________ ■
- .
ilsefeci ve yazar KürşatBum in,
solun düşünürü
Mehmet
Aybar bir kuşatma kırmış,
tarinimizde ilk kez bizleri sınırda
konuşulanların ve konuşanların
arasına katmıştı.
Burjuvazi hakim
sınıf mı?
G
ENÇLİK yıllarımızda bazılarımız, (bereket çok uzun olmayan bir süre) Türkiye'de hakim sı nıfın, "feodal" toprak ağalarını yedeğine alan,emperyalizmin işbirlikçisi "komprador" burjuvazi
olduğunu... Bütün musibetlerin bu sınıf iktidarından Vaynaktandığım... işçi simimin, eziien bütün öteki sınıfları, bu arada "milli" burjuvaziyi de yanına alıp, emperyalizm ve yerli ortaklarının iktidarını bir dev rimle alaşağı etmesi gerektiğini yazdık çizdik.
Zamanla çoğumuzun bilgisi, görgüsü arttı. Büyük çoğunluğumuz toplumsal gerçekliğin hayli karmaşık olduğunu; bu tür analizlerin gerçeklerle fazla bir il gisi olmadığını; hatta bir analiz bile sayılamayacağı nı anladık.
Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümü profesör
lerinden Ayşe Buğra'nın İngilizce orijinali geçen yıl
(State University of New York Press), Türkçesi bu
yıl yayımlanan Devlet ve işadamları (İletişim Yayın
ları) başlıklı kitabı, Türkiye'de sermaye sahipleriyle
iktidar - devlet arasındaki ilişkiyi aydınlatmaya yö nelik, bugüne kadar yapılmış yegane kapsamlı bi limsel araştırma.
Buğra'nın politik, sosyal ve ekonomik yakın tari
himize ilişkin gözlem ve yorumlarını da içeren kita bı, Türkiye'de olduğu gibi yurtdışında da büyük ilgi uyandırdı. Journal of Economic Literature, Ameri
can Journal of Sociology, Journal of Developing A- reas gibi önemli akademik yayınlar yanısıra Alman ya'nın ciddi haftalık gazetisi Die Zeit kitabı konu a-
lan yazılar yayımladı.
Önde gelen işadamlarımızla yaptığı derinlemesi ne mülakatları da kapsayan zengin bir malzeme ü- zerine dayandırdığı araştırmasında Buğra'nın, Türki ye'de işyadamları ya da sermayedarlar zümresi üze rine yaptığı saptamalardan bazıları şunlar:
■ Türkiye'de işadamları, yakın zamanlara kadar, kar amacıyla yapılan faaliyetlerin meşru olduğuna dair bir güven duygusuna sahip değildiler. Başarıla rından gurur duymak şöyle dursun, adeta toplum dan özür diliyor; kazançlarını milli ekonomiye fay da ile meşrulaştırmaya çalışıyorlardı.
■ Bugün bunu bir ölçüde aştılarsa da, devletin iz lediği politikalardaki belirsizlikler nedeniyle duy dukları güvensizlik devam ediyor. Bunun için üret ken değil, ticari (hatta spekülatif) faaliyetlere meyle diyorlar.
■ İşadamlarının başarıları kendi performansların dan ziyade devletle olan ilişkilerinin niteliğine bağ lı. Devletin desteğini arkasına alabilen,başarılı olu yor.
■ İşadamlarının devletle ilişkileri, bir aşk - nefret ilişkisi. Kendilerini güvensizlik ve belirsizlik içinde bıraktığı için devletten kaygı duyarken, onları kayır dığı ve desteklediği ölçüde devlete bağlılık besliyor lar.
Bu sonuçlar, Türkiye'de devletten bağımsız, dev leti kendi amaçları için kullanan bir burjuva sınıfın dan ziyade; devlete bağımlı ve devletin kontrolü al tındaki bir işadamları zümresiyle karşı karşıya oldu ğumuzu düşündürüyor.
Buğra, Türkiye'de burjuvazinin bırakın hakim sı
nıf olmayı, henüz sınıflaşma sürecini tamamlamadı ğı, "kendisi için sınıf' olamadığı görüşünde. Bunun la birlikte 1980'lerde, özellikle gönüllü üyeliğe da yanan işveren örgütleri içinde çok'küçük bir grup i- şadamının, bir sınıf hareketinde öncü rolü oynama ya başladıklarını gözlemliyor. Bu fikri sosyal bilim cilerimizin Türkçe dergisi Toplum ve Bilim dergisi nin son sayısında yer alan, "Cumhuriyet dönemi gi
rişimcilik tarihi ve YDH" başlıklı makalesinde geliş
tiriyor.
Ne var ki makalenin amacı, pek yüzeysel düşün meye yatkın olanlarımızın hemen sanıp sarılıvere- ceği gibi, YDH'nın yalnızca kapitalistlerin çıkarları na hizmet eden bir "burjuva partisi" olduğunu gös termek değil.
Buğra'nın kitabı da, yeni makalesi de fikri zenginli
ğini bu kısacık yazıda anlatamayacağım kadar önem li. "Burjuvazi" yle ilgilenenler mutlaka okumalı.
Tüık
solunun
Jaures’i
Türk solu sadece bir büyük
siyaset adamını ve
düşünürünü değil, büyük
ölçüde onun kişiliğinde
kendini bulan, tem sil
edilen ve umut vadeden
belki de tek hakiki yanını
kaybetti.
K Ü R Ş A T B U M İN
i
r
m ’i ÜRK solunun en büyük proble- |mi demokrasiyi düşünmekteki isteksizliğiydi. Belki de yalnız ca bu nedenden dolayı geniş halk kitleleri önünde hiçbir za man istediği kadar inandırıcı o- ■ lamadı.Duruma göre demokrat bir tavırla orta ya çıkan solcuların davetine insanlar ek silmeyen bir kuşkuyla baktılar, en
azın
dan
kuşkuyla bakılması gerektiğini sezdi ler. Halkın gözünde “demokrasinin yılmaz savunucuları” gibi bir sıfatı edine
mediler.
Ne yazık ki ülkemizde, “Yeter Söz Mil
letindir!” gibi siyasi tarihi
mizin belki de en ateşli sloga nını sol cenah değil de, bu formülü hiç haketmeyen ve yine de hala oya dönüştüre bilen sağ ortaya attı.
insanların zengin ya da fa kir olabilecekleri, ancak kim senin bir diğerinin efendisi olmasınm asla kabul edile meyeceğini ilan etmeyen ve bunun mücadelesini yapma yan sol hareket insanların a- teşini niçin yükseltsin?
Hapishanenin her ülkede hapishane, “itiraf’m ve iş kencenin her yerde aynı şey,
ifade özgürlüğünün her rejimde aynı öz gürlük olduğunu haykırmayan bir. siyasi hareketten kim ne beklesin?
Özgürlük mücadelesi
Özgürlük mücadelesinin solun en başta gelen amacı olduğunun uzun bir dönem
Batı’da bile unutulduğu hatırlatılabilir.
Bu ülkelerdeki komünist ve bazı sosyalist lerin özgürlük mücadelesinden söz eder ken başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerdeki uygulamaları gör mezlikten geldikleri, hatta açıkça destek ledikleri de haklı olarak ileri sürülebilir.
Ancak bunların varlığı, Batı’da sol ha reketi hiçbir zaman tek sesli yapmaya yet memiştir. Ayrıca, Batı’da sol hareket, Le-
ninizmle tanışmadan önce her zaman öz
gürlük mücadelesini varlık nedeni say mış, sözün millete verilmesi davasının pe şini bırakmamıştır.
Batı’da bazı komünisüerin özellikle 1956’dan sonra tekrar aramaya koyulduk ları yol, aslmda bu eski yolla kavuşmakta dır.
Mehmet Ali Aybar, işte kavuşan bu i-
ki yolun yoldaşıydı. “Zincirli Hürriyet” gibi (bütün çeviri dergi adlarının yanın da) yine ülkemizde az rastlanan sıcaklıkta bir dergi admı başka türlü açıklamak na- sü mümkündür?
Türkiye’deki diğer siyasi mezhepler gi bi sol da her zaman bir gecikme Ue yaşa dı. Altmışlı yılların sonuna gelindiğinde ilk kez sol içinde birisinin sınırda konuş tuğunu gördük.
1968 olayları ve Çekoslovakya'nın işga
liyle Mehmet Ali Aybar bizleri dünya so lunun tartışmasının içine soktu. Mehmet
A li Aybar bir kuşatma kırmış, tarihimiz
de ilk kez bizleri sınırda konuşulanlarm ve konuşanların arasına katmıştı.
Türkiye’nin bu şansı, yani ilk kez dün yanın iyileriyle birlikte konuşma şansım nasıl kolay harcadığına bugün ne kadar yansak azdır.
Sosyalist entellektüel
Haydi biraz hayal kuralım: Mehmet A-
li Aybar’ın ateşlediği (ve o haliyle bile
Meclis’i birbirine katan bir sol - Çetin Al
fan şahididir) ve giderek geliştirilen bir
sol; liberal değerlerin savunmasını kimse ye bırakmadan, eşitlik idealinin nasü ger çekleşebileceğine teorik ve pratik kafa
yo-Mehmet Ali Aybar, Türk
solunun Jaures’iydi. Fransız
Devrimi’nin insanlığın önüne
koyduğu değerleri
sosyalizm ile gideceği yere
kadar götürmeye çalışan
Jean Jaures gibi, o da, insan
haklarının ve demokrasinin
ilkelerini tarihsellik içinde
dokunulmaz ve aşkın
kılmak istiyordu.
Jean Jaures (1859 -1914) ran bir sol; gerçek anlamda bir siyaseti bu ülkenin insanlarının da tutkusu kılan bir sol.Mehmet Ali Aybar, Türk solunun Jau
res’iydi. Fransız Devrim i’nin insanlığın önüne koyduğu değerleri sosyalizm ile gi deceği yere kadar götürmeye çalışan Jean Jaures gibi, o da, insan haklarının ve de mokrasinin ilkelerini tarihsellik içinde dokunulmaz ve aşkm kılmak istiyordu.
Her ikisi de bu değerleri, onlara göreli de olsa bir varlık tanımayan ve despotla rın hizmetine kolaylıkla girebilen bir
ta-rihselcüik anlayışı çerçevesinde düşün- medüer. Her ikisi de geniş kültürleriyle, gerçek birer entellektüel olarak solda ol mayı seçtüer.
Bir entellektüel olarak Mehmet Ali Ay-
bar’ı nasıl anlatmalı? Tartışmalarımızın
birinde Marx’m Gotha’sını koşup getirip yorumunu destekleyen bölümleri aktar ması; Coletti’yi okurken duyduğu heye can; bir toplantıda sözü geçen Castoria-
dis’i hemen bir haftada okuyup yeni so
runsalları düe getirmesi; kendisi için çok zor olan koşullarda büe DİSK davasmda duruşmalara katılmayı aksatmazken, “ya
şananların tanığı olmalıyım” yolundaki
ısrarı; Rosa Luxembourg’un kendisine çok yakışan sayfalarından söz etmesi; be nim çok sevdiğim ve büyük ölçüde kendi sini de açıklayan o güzel sözü:
“Düşünmek hırçınlıktır.”
Hürriyet aşığı
Hayattayken, fırsat buldukça kendisine, bazı fikirlerinin, özel likle de Cumhuriyet tarihimizle ilgüi olarak bağımsızlık idealinin altını çizmesinin, bazılarınca dü şüncesinin ekseni gibi gösterildi ğini ve bunun herkes için haksız lık olduğunu anlatmaya çalıştım.
Hayatını, tarihi bütün yönleriy le anlamaya adamış bir insanın nerdeyse bir Kemalist olarak su nulmak istenmesi gerçekten bü yük bir haksızlıktı. Bırakın hu kuk tanımaz kimi iç - hukukları, huku kun bir zamanlar herkesi peşine takmış Marxist - Leninist ve basitleştirici yoru muna büe hiçbir zaman ütifat etmemiş bir “hürriyet aşığının”, bir Üçüncü Dün ya bağımsızlıkçısı gibi takdim edilmeye çalışümasının neresi adüdir?
Mehmet Ali Bey’in ölümüyle, Türk so
lu sadece bir büyük siyaset adamını ve düşünürünü değü, büyük ölçüde onun ki- şüiğinde kendini bulan, temsü edüen ve umut vadeden belki de tek hakiki yanını kaybetti.
Smith Corona’nız varsa atmayın, çünkü antika oldu
Elveda daktilo!
ABD'nin daktilo üreten en son büyük firm ası, ünlü Smith Co- rona Corporation un iflas tale
binde bulunm asıyla, daktilo çağı gerçekten kapandı! The Boston Globe gazetesi yazar
larından David Shribman’ın
12.7.1995 tarihli Internatio nal Herald Tribune’da özetle
nen ve daktilonun tarihe ka rışm asını selam layan duygu larını aktarıyoruz.
G
AZETELERİN yazı iş lerinde, sayfaların bağlanışı yaklaşınca tıkırtısı uğuldardı. Öğle sa atlerinde, dizgi bölümünün sesiydi. Akşamları ise üni versite yurtlarında çınlar dı. BUgisayara açüan ka pıydı.Daktüo, demokratikti.
Mark Twain daktüo kul
lanırdı, ablanız da öyle. E- ğer yazar olmayı düşlüyor- duysanız, yapıtınızın ilk müsvedesini alır ve artık anlamı kalmayan bir de yimle son bir defa
daktüo-dan geçirirdiniz.
Daktilo aym zamanda fidye notunun yahut imza sız tehdit mektubunun da aracıydı!
BUgisayar, disketleri ve çip’leriyle gizemli ve ulaş ması zor bir araç. Daktilo nun ise tuşları ve yaylan vardı. Tuşları çözerken parmaklarınız mürekkep- lenirdi. Çınlayan bir zil, her satırın sonunu haber verirdi. Ve bütün bunlar aslmda yazarın işinin de bir zanaat olduğunu hatır latırdı bize.