• Sonuç bulunamadı

Her sanat aslında bir itiraftır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Her sanat aslında bir itiraftır"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TEMMUZ-AĞUSTOS 2004 Y IL : 3

' SAYI : 23

Cihangir Güzelleştirme Derneği’nin ücretsiz yayınıdır

İtalyan Hastanesi davası

bitm ek bilm iyor

Koç V a k fın d a n

C ih a n g ir'e to s !

Pan K ed i Y a rışm a sı

s o n u çta n d ı

1 1 2 k e d in in e n

g ü z e l i H a c iv a t

s e ç ild i

Balkan Naci İslim yeli:

“S a n a tç ı d o za ş ım ı

düş k u ra n ve bu

düşlere h erkesi

in a n d ırm a y a

çalış a n

bir

Onu ta n ım ıy o r m u ­

sunuz? Öyleyse y a

C ih a n g ir'd e

y e n is in iz y a d a

d ik k a ts iz !

0, Aysel Yazgüneş

BİZİM MAHALLEDE

ÜST YAPI GICIR,

(2)

2

I Cihangir Postası

Meraba Coco, bu gün nasılsın?

Sinem A yşim Ö zyurt

A

karsu Caddesi’nden Şimşirci Sokak’a döndüğünüzde solda bir şey ilginizi çeki­ yor hep. Cihangir Taksi’nin yanında hareket­ li bir sevgi yumağı her defasında.

Sizin çocuk fark ettirdi ilkin, her zamanki gibi. Arabayla geçiyordunuz oradan; siz di­ reksiyondaydınız oğlunuz arkada oturuyordu. Aynadan birine el salladığını gördünüz. Sor­ dunuz, kime diye? “ Coco’ya!” dedi. Coco’ya el sallamış. Neymiş ki o?

Efendim, sınıf arkadaşının annesi köpekle­ rinin ihtiyaçlarını Atıigan’dan karşılıyormuş. Babaannesinin kedisinin kumunu, mamasını da Hüseyin Ağabey’i arabayla götürüyormuş biraz uzakta oturduğu için babaanne. Arka­ daşıyla okuldan dönerken Coco’yla tanışmış oğlunuz. Artık hep oradan geçip, Coco’yıı sevip eve geliyormuş da sizin bundan habe­ riniz yokmuş!

Demek oradaki sevgi, Coco için koca bir yumak oluyordu. Siz bundan da bihaberdiniz.

Sizin kedi kaç nesildir evinizde? Ev yeme­ ğine siz alıştırmışsınız o alışmış; hazır mama falan yemiyor. Denemeye cesaret edemedi­ niz pek, âdetinizi değiştirmek de istemediniz. Atılgan Pet Shop’a girecekken giremiyor­ sunuz. Yanına hayranlarını toplamış kahra­ manımız, bir keyiflenmiş ki durup seyre dalı­ yorsunuz. Bir vakit sonra, Hüseyin Bey çıkıp karşılıyor sizi. Sormuyor hiç. Alışık. Alışmış Coco’ya gösterilen ilgiye.

Mahallenin delikanlıları başında, taksici amcalarsa çoktan benimsemiş. Sokaktan geçen diğer evciller arkadaşı. E çocukların ne kadar sevdiğini sizin ufaklıktan zaten bili­ yorsunuz.

Coco, Macar asıllı bir Golden Redriver. 16 aylık. Hill’s premium mamasıyla besliyor

Hüseyin Bey onu, mamaların en iyisiyle. Gözü gibi bakıyor ona babası. Nasıl bakma­ sın!

Bir sokak köpeği varmış yıllar önce. Za­ man içinde onun olmuş, temizlemiş, besle­ miş. Bir gün bir araba çarpmış ve Tomy can çekişerek ölmüş. Hâlâ gözü yaşlı anlatıyor Hüseyin Bey hikâyeyi. Bu acının ne demek olduğunu bildiğinden şimdiki kahramanımız zehirlendiğinde arabaya attığı gibi kliniğe gö­ türmüş onu. Konuşarak, telkinlerle yolu ta­ mamlamışlar. Kurtulmuş sonunda. Derin oh çekenlerden biri de cici annesi Semra Ha­ nım olmuş tabii. Tanırsınız, hani hem Vega- tus’un sahibi hem de gazetemizin yazarı..

Hüseyin Bey ona vefa borcu olduğunu söylüyor. Coco’nun sayesinde fark edildikle­ rinin bilincinde. Bu fark edilmeyi boşa çıkar­ mıyor kendi de.

Bakın sıcakkanlılığı, hizmetteki ahlakı, ürünlerdeki çeşitlilik sizin de dikkatinizi çekti hemen. Nedir o elinizdeki, kedi maması mı? Hani sizinkiler yemezdi! Akşama bir sürpriz var ha! UfclSm

Kuzey Yıldızı Cihangir’den kaydı

Sinem Ayşim Ö zyurt

97’de kurulduğunda kaçınız farkındaydınız açıldığını? Kimler açmıştı? Sa­ dece bale dersi veriliyordu o zaman. Çocuklar kime emanetti? Biz üç kız İlkay, Evren ve ben biliyorduk. Vaktinde biz de emanet edilmiştik ona, Ayşe Hoca’ya ; bir-ki-üç,iki-iki-üç, üç-ki-üç,dur!

Zaman içinde fitness açıldı, sonra aerobic. Git gide bir kültür merkezi hali­ ne geldi. Savunma sporları, salon ve Latin danslarıyla adını sağlamlaştırdı. Mi­ nik kızını bekleyen anne-baba kafede oturabildi, kütüphaneden kitap alıp oku­ yabildi. Fitnesstan çıkan duşunu alıp yine kafede dinlenebildi. Tango dersleri cuma akşamları ayrı bir güzeldi.

Biz üç kız, biliyorduk. Bu kadar geniş bir yelpazeyi oluşturmak, yıldızı böy- lesine parlatmak onun işiydi, Ayşe Hoca’nın. Bizi de ilkokul çağlarımızda parıl- datmıştı çünkü.

Ama kapandığının farkındasınız değil mi? Cihangir’de nasıl da büyük, geniş bir yer edinmiş! Hiç yoktan kendine yer açtı, yerinden çıkınca da boşluğunu ne kadar çok hissettik.

Şansımız var ki çok uzaklaşmadılar! Gene de benim gibi yakınıyorsunuzdur. Ne de olsa semtin dışına çıktı. Yedi yıl sonunda bazı değişiklikler de oldu. Ka­ bul! Ama ne gam a dostum! Sen ki fitnessa gitmiyor muydun? Giderken mer­ divenden insen, hafif bir yokuş çıksan ısınmaya başlamış olmaz mısın?

Hem zaten tanıdığınız Fatih Hoca, yıldızımızı parlatacak Faik Paşa’da. Ye­ ni yerimiz üç katlı. Salonlar daha geniş. Aikido Iwama-Ryu, Wing Tsun Cemil Uylukçu’yla-ki Avrupa temsilcisidir; yoga fit ve bale Ayşe Hanım’la, oryantal Bilge Hoca’yla , Tai- chi MuratYapıcı’yla, Latin Dansı İlkay ve Ines Hocalarla , modern jazz dans Djamel’le, devam edecek dostlar, endişeye mahal yok! Fit­ ness, aero strech, basic step, cardio step tae-bo, aerofit deseniz, pekiyi ikinci aktivite, öğrenci-öğretmen indirimi diye sorsanız yanıt aynı: Devam!!!

Biliyorsunuz Faik Paşa’ya, Hayriye Caddesi’ne bir haller oldu. Civara an­ tikacıların gelmesiyle başlayan kıpırdanma artık tempolu hareketlere dönüştü, aldı başını gidiyor. Kuzey Yıldızı’nın da oraya kayması bize canlı, güvenlik açı­ sından da emin günleri müjdeliyor. Yakında her birine tanık olacağız.

Gideceğiz gene aerobicimize, dansımıza, aikidomuzu da her birşeyimizi de yapacağız Faik Paşalar gibi! jy

(3)

Cihangir Postası j ^

Beyoğlıı’nda “Made in Ahm et” rüzgarı

B

eyoğlu Gazetesi’nin girişimiyle düzenlenen Semt Dernekleri Toplantı- sı’nın üçüncüsü 8 Haziran tarihinde Firuzağa kahvesinde gerçekleştirildi. Amaç Roma Bahçesi’nde son gelişmeleri yerinde görüp, incelemekti. Toplan­ tıda B eyoğlu B elediye B aşkanı A h m et M isb ah D em irca n da vardı.

Demircan bir süre toplantıyı izledikten sonra konuşmaları keserek “Günde­

minizi bana dayatmayın. Önce benim yaptığım, hayata geçirdiğim projeleri din­ leyin, ondan sonra konuşuruz" dedi ve toplantıya katılanlara uzun uzun Talim­

hane projesini ayrıntılarıyla anlattı. Bu projenin “made in Ahmet” projesi oldu­ ğunu, Beyoğlu’nun tüm diğer semtlerini böyle projelerle değiştireceğini söyle­ di. Ve toplantıya katılanları Talimhane’de olanları incelemedikleri için açıkça kınadı. Onun bu konuşmasının ardından tüm çabalara karşın konu toplantının asıl amacı olan Roma Bahçesi sorununa getirilemedi. Sonuçta Başkan bir sonraki toplantının Talimhane’de yapılmasına karar verdi (!) ve oradan ayrıldı. Kalanlar yaşananlardan şaşkın, Roma Bahçesi’nin yolunu tutular... y r

Müjde! Nur topu gibi bir çıkma katınız oldu

K

ılıçali Paşa Mahallesi Batarya Sokak’ta 18 nolu

apartmanın üst katında, uzun süre önce kaçak ol­ duğu için durdurulmuş olan bir çatı katı inşaatı geçtiği­ miz aylarda yeniden hareketlendi ve hızla bitirildi. Çev­ rede oturanlar kaçak olduğunu bildikleri bu katın nasıl olup da birden bire şahane manzaralı kocaman bir da­ ireye çevrilebildiğini anlayamadılar. Cihangir Güzel­ leştirme Derneği’ne yapılan bir çok şikayet hem yetkili birimlere hem de daire sahibi Adnan Ekşigil’e iletildi.

Ekşigil yazılı olarak verdiği cevapta, 10 yıl önce sa­ tın aldığı bu dairenin tadilatını yaparken binadaki kat maliklerinin şikayetiyle çalışmaların ruhsatsız olduğu gerekçesiyle mahkeme kararıyla durdurulduğunu be­ lirtti. Dava uzun yıllar sürünce daire de mühürlü kalmış­ tı. Ekşigii’in söylediğine göre geçtiğimiz aylarda dava bitmiş ve davacılar kararın icrasını talep etmişlerdi. Bu­ nun üzerine de çalışmalar yeniden başlamış ve inşaat tamamlanmıştı. Ekşigil’in iddiasına göre bu daire mev­ cut yapıya gerçekten 30 küsur yıl önce sonradan eklen­ mişti ama o dönemin imar ve yasalarına göre yapıldığı için her halükarda bağımsız kat mülkiyeti vardı.

Ancak binadaki kat malikleri Ekşigil’in kararı yanlış yorumladığını öne sürerek yeniden mahkemeye gittiler. Çünkü onlar terasın tamamen ortak k "anım alanı oldu­ ğunu ve sadece çok küçük bir odacığın bağımsız kat mülkiyeti bulunduğunu biliyorlar. Oysa şu anda binala­ rının tepesinde kuş bakışı İstanbul seyreden her yanı pencerelerle kapatılmış dev bir daire bulunuyor. Şimdi herkes nefesini tutmuş bilirkişi raporunun sonucunu bekliyor, uı

(4)

4 | Cihangir Postası

Bir engellinin hayatını

değiştirmek istemez misiniz?

K e m a l D em ire l / B ed en sel E ng elliler D ayanışm a D e m e ğ i G enel Başkanı

H

içbirimiz engelli olmayı planlamadık. Kimimiz kısıtlarla doğduk. Bir kısmımız ise sabah kah­ valtı yaptıktan sonra okula gidiyorduk. Tıpkı sizin çocukluğunuzdaki gibi. Ani bir trafik kazasıyla eve engelli döndüğümüzde hala şok içindeydik.

Şimdi desteğe ihtiyacımız var. Örneğin; Metin 11 yaşında, ilkokuldan yeni mezun olmuştu. Ba­ şarılarla dolu karnesiyle sevinç içinde eve döner­ ken, aniden önüne fırlayan kamyonun altında bul­ du kendini. Şu an belden aşağısı tutmuyor. Bir di­ zi ameliyat olması gerekiyor. Sağlığına kavuşarak okuluna dönmesi onun için zor değil, ama kader­ de yoksullukta vardı.

Elif 8 yaşında. Doğuştan felçli. Öğretmeni sını­ fının en zekisi olduğunu fark etti. Ancak aile onu okutacak güce sahip değil. Kaderi pencere kena- n dört duvarlar arası olmamalı.

Elif, Metin ve benzeri 8 milyon engelliyi göre­ miyorsunuz. Çünkü çoğu sokağa bile çıkamıyor­ lar.

Bir çoğunun engelini ortadan kaldıramazsınız.

Ancak hayatlarında fark yaratabilirsiniz.

Pek tabii ki daha fazlası çok daha fazla engel­ linin acısını azaltacaktır.

Dilerseniz bu mektubu okuyup, üzülüp, bir ke­ nara koyup unutabilirsiniz.Tıpkı pek çok insanın yaptığı gibi.

Ya da fark yaratabilirsiniz.

Sadece 50 milyon ile burs, gıda, kömür, has­ ta bezi yardımı, 100 milyon ile tedavi, ilaç, cihaz, protez yardımı, 150 milyon ile tekerlekli sandalye, ameliyatlara katkı yapabilirsiniz.

Eğer acımızı azaltmaya karar verdiyseniz lüt­ fen beklemeyin. Unutmayın: Bizim bugün yardı­ mınızı bekleyen ve yürekten sevinecek arkadaş­ larımız var.

Şimdiden çok teşekkür ederiz. £

Tel: (0216) 370 81 66 (pbx) Faks: (0216)441 08 34 e-mail: bedd@bedd.org.tr www.bedd.org.tr

Hesap num aralarım ız:

iş Bankası Cevizli şb. 1096398444 Akbank Cevizli şb 2164810-8 Ziraat Bankası Cevizli şb. 0851285363

Yeni Belediyeden randevu taleplerine cevap:

“Sabah namazında buluşalım”

Y

erel seçimlerden sonra Beyoğlu ilçesinde Kadir Topbaş’ı mumla aratacak oldukça farklı bir yönetim sürecinin başladığını birkaç şaşırtıcı örnekle sizlere aktarmak isti­ yoruz. Haziran ayı içinde Beyoğlu Muhtarları’nın cep telefonlarına birkaç kez ilginç bir mesaj gönderildi. Mesaj aynen şöyleydi:

“27 Haziran pazartesi günü Halıcıoğlu Çılkasalın Camii’nde Beyoğlu Belediye Başka­

nı’hin katılımıyla sabah namazı kılınacaktır. Katılmanız rica olunur. Beyoğlu Belediyesi”

Daha önceleri de bazı sivil toplum örgüt yetkililerinin randevu talebine yeni Başkan Ahmet Misbah Demircan’ın cevabı “sabah namazında buluşalım” olmuştu. Önceki Başkan Kadir Topbaş’ın herkes açık olan makam odasını ve birlikte yaptığımız periodik iş kahvaltılarını özlemeye başladık. Hatırlatmakta yarar var, bu toplantılar sabah nama­ zından sonra 08.00-09.00 arasında yapılırdı!

Aşk+sevgi+romantizm=Cihangir

;P

§b^

C ü n e y t Susm uş

B

aharın ardından gelen yaz mevsimiyle bera­ ber insanların içi kıpır kıpır, coşku içinde, aşk kokan havayı soluyorlar. Bizim Cihangirimiz çok enteresan bir beldedir. İnsanları romantiktir ve romantizm yoğun yaşanır. Zaten bu güzel belde­ yi şöyle bir perspektif ettiğiniz zaman aşkın ve sevginin o büyüleyici kokusunu duyuyorsunuz.

Defterdar Yokuşu’nun biraz ortalarından karşı tarafa doğru baktığınız zaman o mistik Sa- raybumu’nu, Topkapı Sarayı’nı görmek o deni­ zin vahşi ve bir o kadar da romantik görüntüsüy­ le bütünleşmek, yeşilin maviyle sevişmesini ha­ raretle seyretmek bir başka oluyor Cihangir’de.

Günümüzün yoğun temposuyla geçen za­ manda, ilişkilerin tek düze gitmesi, eski tadında olmaması maalesef günümüzün gerçeklerinden. Cihangir insanını burada ayrı tutuyorum. Belde halkının çoğunun günün her saatinde görebile­

ceğiniz bir şekilde çiçeklerle sevdiklerine koş­ ması bunun en canlı örneğidir.

Romantizm kokar Cihangir, aşk, sevgi kokar. Karşılıksız acıya karışmış aşkların beldesidir bu­ rası. Sevgililer kol kola burada gezerler genelde. O rengarenk, gökkuşağı misali boyanmış şirin evlerin görüntüsü, o muhteşem Marmara’nın yeşille bütünleşmiş hali, insanı keyiften dağıtan manzarası aşkı ve romantizmi körükleyen başlı­ ca fenomenler olmakta.

Sevgililer hiç ayrılmasın, elleri hiç çiçeksiz kalmasın.denizden gelen tatlı meltemin esintisi yüzlerini hep okşasın. Tatlı ve hoş melodiler ça­ lınsın Cihangir sokaklarında. İnsanlar geçmişe gidip eski aşklarını hatırlasınlar. Yeniden aşık olup mutluluğa uzansınlar. Cihangir bir aşk, bir sevgi diyarı. Herkesin güzel aşkları doyasıya ya­ şaması dileğiyle...

Geçtiğimiz sayıda söyleşi yaptığımız

Galatalı Beto’nun

talihsiz bir kaza geçirdiğini ama hızla

iyileşmekte olduğunu öğrendik.

Kendisine

geçmiş olsun der,

acil şifalar dileriz.

Cihangir Postası

Özen Kırtasiye’nin sahibi Cem özetı'in sevgili eşi ve minik Karya'ntn tattı annesi

Sevgili arka d aş ım ız

Yüksel Özen’i

k a y b e ttik .

(5)

Cihangir Postası j

Koç'tan Cihangir’e tos!

Koç Vakfı ’na ait özel b ir hastane olan İtalyan Hastanesiyle ilgili dava

b ir türü sonuçlanamıyor. Vakıf yetkilileri hastanenin “kamu yararı”

işlevini bahane ederek, kültür varlığı olarak tescilli b ir binada yapılan

usulsüz değişikliklerin mazur görülmesini talep ediyorlar.

D

aha önce de duyurmuştuk: İtalyan Yoku- şu’nda bulunan İtalyan Hastanesi’nde Vehbi Koç Vakfı tarafından bir takım mimari değişiklikler yapılmıştı. Üstelik ellerinde, bu değişikliklerin ikinci gurup korunması gereken kültür varlığına yapılan müdahaleler kapsamında kaldığı, restitüs- yon ve restorasyon projesinin uygun olduğuna da­ ir 23. 08.2000 tarihli İstanbul 1 Nolu

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı vardı. Ancak Italyan Hastanesi yakınında oturanlar bu ka­ rarın iptali için idare mahkemesine da­ va açmış ve haklı bulunarak dava ko­ nusu olan Koruma Kurulu kararının ip­ talini sağlamışlardı. Vakfın kararı tem­ yiz etmesi de bir sonuç vermemiş ip­ tal kararı Danıştay 6. Dairesi tarafın­ dan bir kez daha haklı bulunarak onaylanmıştı. Yani semtliler Koç Vak- fı’na karşı hukuki bir zafer kazanmış­ lardı. Ancak Vehbi Koç Vakfı ile Kül­ tür Bakanfığı’nın Tashihi Karar (Ka­ rar düzeltme) talebi üzerine dosya geçtiğimiz aylarda yeniden Danıştay’a gönderildi. Daire bu kez onama kara­ rındaki gerekçelerden vazgeçerek Vakfın talebini haklı buldu ve İstanbul

İl İdare M a h k e m e s i’nin 2 7 .1 2.20 01 ta­ rihli 2000/1234E, 2001/1736K sayılı kararını bozdu.

24.12.2003 tarihli 2003/5950E,2003/7122K sa­ yılı bozma kararının gerekçesi özetle şöyleydi:

"... Yukarıda içeriği belirtilen ve ilke kararlarında

yer alan hususlar göz önüne alındığında, kültür varlığı olan yapılara yapılacak müdahaleler ve ön­ görülecek tasarımın irdelenmesinde hem tarihi bir yapının özgün korun ve özelliklerinin korunması, hem de sağlık hizmeti işlevinin daha modern, gü­

nümüzün tıp alanındaki gelişmelerine paralel ve daha konforlu bir ortamda sürdürülmesi anlayı­ şının birlikte ele alınması suretiyle kamu yararının; halen işlevini sürdüren kültür varlığı yapının olduğu gibi kalmasında mı yoksa modern bir hastane bi­ nası olarak daha sağlıklı hizmet verebilmesi için yenilenmesinde mi olduğunun değerlendirilmesi

şeklinde ele alınması gerekmektedir.

Italyan Hastanesi olarak inşa edilen ve eski eser olan bu binanın korunması gerekli bir kültür varlığı olarak gelecek nesillere aktarılması ve bu aktarım sırasında da işlevini hastane olarak sürdürmesinin amaçlanması ve modern tıbbın gerektirdiği dona­ nımları da bünyesinde barındırması zorunludur.

Dosyanın incelenmesinden 1876 yılında inşa

edilen, o günün koşullarında sağlık hizmeti sunan, bugün de aynı amaçla kullanılan binanın 660 sayı­ lı ilke kararında belirtilen esaslı onarım ilkeleri doğ­ rultusunda yapıldığı, yenilenmiş hali ve ilavelerin kültür varlığının özgün mekansal konum ve yapısal özelliklerini zedelemediği, koruma ilkeleriyle çeliş­

mediği, 2. grup korunması gerekli kültür varlığının özgünlüğünü, mimari ve tari­ hi değerini bozmadığı, kullanım değe­ rini arttırdığı ve kullanım amacına uy­ gun olduğu sonucuna ulaşılmıştır...”

Bu gerekçeyle tekrar İstanbul 1. İdare Mahkemesi’ne gönderilen dos­ ya yeniden incelendi ve Danıştay’ın bozma kararına uyulmasına karar ve­ rildi.

Bu durumda faaliyeti durdurulan hastane yakın bir zamanda yeniden açılabilecekti.

Cihangir Güzelleştirme Derne- ği’nin de davacılar yanında müdahil olarak yer aldığı bu dava, Danıştay’ın son bozma kararı çerçevesinde “em-« sal” niteliği açısından büyük bir önem taşıyor. Umarız son derece sübjektif değerlendirmelere açık olan “üstün kamu yararı” gerekçesinin ardına sı­ ğınılarak kültür ve tabiat varlıklarımız talan edilmez. Zira böyle bir imkan ta­ nındığında tüm özel sektör kuruluşlarının, hatta devlet kuruluşlarının Sit veya tarihi eser kavramı­ na aldırış etmeden (ki bir çok teşebbüste esasen kamu yararı daima bulunmaktadır) kapasite artırı­ mı ve teknolojik yetersizlik savıyla tahribine ve ila­ ve inşaata imkan tanınmış olacak ve neticede or­ tada ne korunacak bir tarihi eser, ne de yeşil alan kalacaktır, ur

(6)

^ | Cihangir Postası

Lyarıir

“Her sanat aslında bir itiraftır”

Sinem Ayşim Ö zyurt

K

açınız bir ressam tanıyor; kaçınız bir eğitmen? Kaçınız bir şair, ya­ zar? Pekiyi hanginiz hem bir ressam hem bir eğitmen hem bir şair tanıyor? Arkadaşı olan sîzlerin yanıtı belli elbet­ te! Ama hakkında az bilgiye sahip, di­ ğer grubu oluşturan sizler için Balkan Naci İslimyeli ile atölyesinde sohbet ettik.

Pek çok değere sahip sakinimizi, sözlükler sanatçı olarak tarif eder. Takdir, beğeni dolu sözler söylemek­ ten kaçınıyorum; çünkü takdir edecek konumda olan kendisi. Benim sözle­ rim ancak saygı bildirebilir. Balkan Bey ile sanki önceden tanışıyormuş gibi sıcak ve neşeli geçen konuşma­ mızda onu hiç tanımayan, biraz ya da iyi tanıyan herkesin ilgisini çekebile­ cek konular geçti. Buyurun, bir köşe­ den sohbetimize kulak verin!

-Balkan Naci isminin çağrışımla­ rından başlayarak köklerinize doğru kısa bir yolculuk yapalım istersiniz.

Adım Balkan, çünkü köklerim o bölgede. Dedem doktor Naci Bey’in

babası, Osmanlı’ nın, Bulgaristan böl­ gesine seçerek yerleştirdiği Türkler- den. Şimdiki adı Sliven olan Islimye’ de büyük arazileri olan, hayvancılıkla uğraşan bir zat. Dedem tıp tahsili için İstanbul’a geliyor. Ve mezuniyetinden sonra Kafkas göçmeni Nadiri Fevzi Paşa’nın kızı Leman Hanım ile evleni­ yor. Nadiri Fevzi Paşa Abdülhamit’ in maarif nazırı. Babaannem Leman Ha­ nım, Abdülhamit’in kızı Fehime Sul- tan’ın edebiyat ve Fransızca hocası. Sanatla, kitapla içli dışlı bir aile. An­ nemse bir emekli asker kızı. O da su­ yun öteki yakasından, Edirne'den. Özetle Balkan coğrafyası benim gen­ lerimde kayıtlı. Değerleri, acıları ve hüznüyle “Avrupa’nın vicdanı” dedi­ ğim çok özel bir alan. Yıların hasretiy­ le sık sık Balkan ülkelerinde sergiler açıyorum. Büyük sanat potansiyelleri var. Benim içinse bu sergiler kendim­ le yeniden tanışmak gibi birşey.

-Size kendinizi ressam olarak hissettiren ilk ürünü ya da durumu hatırlayabiliyor musunuz?

Bana kendimi sanatçı olarak his­ settiren ilk şey, varlığımı kavradığım anlamda ve şiddette “ başka” biri ol­ duğumu kavramam oldu. Bu tekinsiz bir işaret gibiydi hayatımda. Başkaları gibi görmüyor, duymuyor, düşünmü­ yordum. Ve onların aralarında yer al­ mak, onlarla iyi geçinmek umudum yoktu. Çok erken yaşanmış bir şok. O zaman başka bir dil devreye sokmam gerekti; onlarda olmayan ama onları etkileyecek bir dil. İşte bu, farklı bir dünyayı farklı bir dille anlatmanın tek yolu gibi görünen şeyin adı da sanat­ mış. Ancak sanatla onların beni, anla- masalar da sevebilecekleri umudu ye­ şerdi bende. Bir iç zorunluluk, bir va­ rolma ya da barınma içgüdüsü olarak sanatı kavrayışım kendi kavrayışımla aynı diyebilirim. İnsanlarla, sistemlerle çatışmamsa hiç kesilmedi. Hep bir gözlem ve saldırı noktasına çekildim. Ama artık silahlarım olduğunu biliyor­ lardı.

-Farklı dönemlerle, farklı söy­ lemlerle dolu, çok çeşitli, çok zen­

gin bir kariyeriniz var. Bunlardan si- yah-beyaz döneminiz beni etkile­ mişti. Neden siyah-beyaz?

Siyah-beyaz dönemim beni ışık tutkusunun getirip bıraktığı bir nokta. Kutsal kitaplarda yaratılış şöyle tasvir edilir: Yeryüzü şekilsiz ve karanlık bir boşluktu. Gerçekten de yaratıcı temas o karanlığa ışık göndermekle başlar. Resimde de nesneler, şeyler dünyası böyle belirir. Bembeyaz ve bomboş bir tuvalin önündeki ressamın yalnızlı­ ğı da böyle bir şeydir. Ben o dönem, resimlerimde önce siyah bir alan oluş­ turuyor sonra o alanı adım adım ışıkla dolduruyordum. Bence resimde mut­ lak olan tek şey ışıktır. Onunla var eder, onunla yok ederiz. Siyahla be­ yaz, ışığın iki ucu sayılmalıdır. Önemli olan aradaki zengin “gri” alanlardır.

-Peki renkle aranız nasıl? Siyah ve beyazın dışında sizin renginiz ne mesela?

Benim rengim gri aslında. Gri bü­ tün renkleri bilgelikle kavrayan güçlü bir merkez. Bu nedenle resimde

(7)

renk-Cihangir Postası J

'jj

ler hep grinin içinde ya da onun

filtre-'.^r^b e n ia fc -gi

kent trafiğine de denk düşer. Gerçek­ ten gri hayatlar yasıyoruz bence, kirle­ nen atmosfer ve belleğimizle birlikte.

-Acı, edebiyat için neredeyse zo­ runlu bence. Resim için de böyle midir sizce?

Bütün sanatların acıdan (pathos) doğduğunu söyleyebiliriz. Dünyayı ak­ lıyla, vicdanıyla sorgulayan özgürleşti­ rici bir eylemin kalkış noktası başka ne olabilir? Özünde kötülüğe dokun­ mak, onu değiştirmek iradesi bulun­ duğundan yine de değişimin, dönüşü­ mün acısıdır bu. Özünde hayatı savu­ nur. Ben sanatta duyguların “ hesaplı” bir tahrik ölçeğinde kullanılmasını sev­ mem. Her acının içinde de ironinin in­ ce bir mizahın olduğunu gördüğüm­ den sanatta mizahın yapıcı gücüne acı kadar inanırım. Resim özünde melan­ koliktir; kaybedilen ve umut edilen za­ manlar arasında asılı kalmış bir hayal.

-Sanatınızdaki çeşitliliğin kayna­ ğı sizce nedir? Tek bir üslupta ısrar eden pek çok sanatçı var örneğin. Sizce değişim sanatta ne kadar önemlidir?

Sanatımdaki çeşitliliğin tek bir ne­ deni var: Sıkıntı. Aynı nedenle sanat denen şeyi yapıyorum; değişmek ve sıkıntıdan kurtulmak için. Sanatta kimlik, kişilik denilip de yapışılan aidi­ yet kartına ihtiyacım yok. Ben sanatta kişiliği bir inatlaşma ya da marka olma kurnazlığı olarak görmüyorum. Sanat­ ta kimlik sizi bir ömür boyu işgal eden temel sorularınız, sorunlarınızda; özet­ le takıntılarınızda. Bunlara gerçekten sahip çıkmaksa onların içinde gezin­ meniz, onları değişik açı ve malzeme­ lerle zenginleştirmenizle olası. Hayat­ ları boyunca aynı şeyi yapanlar bir ki­ şilik kaybı korkusu yaşıyor olabilir. Ya da kişilik, görünür ve yalın bir düzlem­ dir onlar için. Benim içinse kişilik ka­ lan şeydir. Türkiye’de özellikle kimi yapay kimlik şablonlarının ticari olarak desteklendiğini birlikte izliyoruz. Be­ nim bir seri resmim vardır; “ kimsen O’ sun” başlıklı. Sanatta da hayatta da kimlik bir iç gerçekliğe sahip çıkmakla başlayıp gelişen bir şey bence.

-Diğer sanatlarla ilişkiniz nasıl? Bana en yakın sanatlar edebiyat, müzik ve sinemadır. Dost, Oluşum, Yazı, Argos, Nisan, Kitaplık gibi pek çok edebiyat dergisinde öykü, şiir, deneme ve radyo oyunlarım yayım­ landı. Çocukluğumdan beri yazarım. Ama yazdığım sıklıkta yayımlamadım. İyi bir müzik dinleyicisiyim ama sos­ yal yanından çok müziğin kendisiyle yoğun bir ilişkimiz var. Sinema ise benim en eski tutkum. Sanat yönet­ menliği, afiş gibi deneylerim oldu si­ nemada ve sırada bekleyen pek çok proje var.

-Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşadınız. Örneğin Avusturya, İtal­ ya, Amerika. Sonunda İstanbul’a döndünüz. Neden? Sizi buraya yönlendiren şey neydi?

Başta İstanbul’un kendisi: Bütün Anadolu’yu, bütün ayrıntılarıyla temsil ettiği yetmiyormuş gibi, bütün dinleri, kültürleri ve zamanları temsil eden kaç tane kent var dünyada? Ne kadar yaşasak İstanbul’un hakkını ödeye­ meyiz gibi geliyor bana. O’nun bize verdiğini O’na ödeyemedik sanatçılar

olarak. İstanbullun kalbiyle değil pito- rekskj t|§jlgiler£|ik-yalnızca. Ben dün- yarûnbütün köşefSrini görmek ama İs­ tanbul’a dönmek isteyen biriyim. Za­ man zaman dilini, sorunlarını bilmedi­ ğim, bilmek istemediğim biryerlerde kaybolma hakkımı hep kullanırım. Ama geri dönmek şartıyla. İstanbul, görkemine yakışır bir döneme yeni gi­ riyor bence. Bunu birlikte yaşamayı diliyorum.

-Yıllardır Bebek’te oturduğunuz halde atölyenizi Cihangir’e taşıdı­ nız. Neden Cihangir’i seçtiniz?

Bu benim Pera tutkumun bir parça­ sı. 80’li yılların başında İtalya’dan dö­ ner dönmez şimdi Fransız Sokağının açıldığı sokakta bir atölye tutmuştum; çok da emek sadettim o binayı adam etmek için. Sanatçı dostlarıma yalvar­ dım, kimseyi ikna edemedim oralara gelmesi için. Atölyem perili köşk mu­ amelesi görünce, çaresiz

Bebek’e geri dön­ düm. Ameri ka’ya gider­ ken ora- d a k i atö lye ­ mi kira­ ya ver- d i m . Üç yıl s o n r a d ö n d ü ­ ğümde yeni atölye için aklım­ da tek bir yer vardı;

Cihangir Caddesi. Neredeyse

tam düşlediğim noktaya yerleştim. Ci­ hangir, Taksim gibi bir merkeze bu denli yakın olduğu halde semt niteliği­ ni koruyabilmiş büyük kent toleransı­ nın kaynağı olabilmiş ve Balat ile birlik­ te bence İstanbul’un en görkemli viz­ yonuna sahip bir semt. Boğaza aşık biri olarak ille de bir seçim yapmak zo­ runda bırakılsam Topkapı Yarımadası, Kızkulesi ve Adaların büyüsünü tercih ederdim, yani Cihangir’i.

-Cihangir’i seçmenizde kedilerin rolü var mı?

Hem nasıl! Ben tam bir kedi man­ yağıyım. Mıncıklamalarımdan kurtula­ bilen çok az kedi vardır İstanbul’da. Bebek’teki evimizin bahçesinde 12

Taksim Histerisi

Cihangir’e de taşacaktır yakında.

Bence bu yayılmaya karşı

bilinçli, hazırlıklı olmak gerek.

Cihangir semt karakterini kaybetmeyen,

gece kullanılıp sabah terk edilmeyen

b ir yer olarak kalmalı.

(ortak beslemece) kedimiz var. Bir de bizim nikahlı kedimiz Yumoş’la I kedimiz Grişka var. Kedileri nalÜ“ sem bilmem ki. Kelimeler yetmez. Bi­ zim Yumoş da aslen Cihangirli. Alman Hastahanesi’nin yıkıp otopark yaptığı canım binalardan birinde yaşayan âfet bir kedinin, Sıdıka’nın torunu. Tombul olduğu için uçamayan bir melek. Ke­ dilerden neler öğrendiğimi anlatsam sayfalar yetmez. O ayrı bir röportaj konusu.

-Bir Cihangirli olarak, Cihangir ile ilgili dilek ve projeleriniz var mı?

Cihangir merkez bir semt. Bu ne­ denle sanatsal etkinliklere açık bir-iki nitelikli mekânın olması şart. Bu, hele uluslararası bir “Visiting Artist” organi­ zasyonuna uygun merkez olursa hari­ ka olur diye düşünüyorum. Birkaç ni­ telikli galeri de başlangıç için iyidir. Taksim histerisi Cihangir’e de taşa­

caktır yakında. Bence bu yayılmaya karşı bi­

linçli, hazırlıklı olmak ge­ rek. Ci­ h a n g i r s e m t karak- t e r i n i k a y - betm e- yen, ge­ ce kullanı­ lıp sabah terk edilmeyen bir yer olarak kalmalı bence. Kendi adıma ileride bir Balkan Naci Müzesi’ne dönüşecek ve o güne kadar da atak, deneysel ça­ lışmaların desteklenip ürüne dönüştü­ rülebileceği bir yaratıcı alan olabilecek boyutta bir binanın arayışı içindeyim. Bunun yaşadığım yerde, Cihangir’de olmasını isterim.

- Sanatçılığınızla birlikte yürüyen eğitimciliğiniz de var. Sanatta eğiti­ me ne kadar inanıyorsunuz? Diğer eğitim alanlarından farkı nedir sa­ nat eğitiminin?

Yaklaşık 35 yıllık bir eğitimcilik sü­ reci yaşadım ve yaşıyorum. Pek çok öğrencim alanlarında parlak yerlere yükseldiler. Nedeni iyi eğitim almaları­ dır. Eğitime yürekten inanırım. Ama

eğitimin olmayan bir şeyi yaratamadı­ ğa dg. Eğitiaı^Wiefi kaynağın, yani ’yeteneğin eri ileri düzeyde inceltilmesi işlemidir. Kendini tanımak, başkalarını tanımak ve dürüst olmak temel değer­ ler. Aynı eğitimi alan herkes aynı yerle­ re gelemez. Öğrencinin sınırlarına say­ gılı olmak gerek. Ama sorun sınırları görmektedir. Siz onun içindeki kayna­ ğın, gösterebildiğinizden fazlasını gö­ rür ve onu açığa çıkarma cesaretini ona verirseniz, öğrenci büyük bir alan kazanır. Her sanat aslında bir itiraftır. Kendi karanlığında gezinebilme cesa­ retidir. Bu korkuyu aştığınızda orada herkese rastlarsınız, sanatçı için nere­ deyse imkansız bir konum gerkir ya- şamlailişkilerde: Hayatın hem içinde hem dışında olabilmek; Bütünü görebi­ lecek kadar uzak ve yüksek, her türlü ayrıntıyı görebilecek kadar da hayata yakın olan yaşam karmaşık ve büyülü bir alandır, içinde kaybolabilir insan. Gördüklerinizi anlatabilmek yoğun bir disiplin ortamında çalışmak gerekir. Eğitim o disiplini de kazandırmalıdır. Sanat eğitimi diğer alanlardan farklı, çok daha fazla ‘kişiye özel’ olmalı.

-Sanat ve sanatçı sizce nedir? Sanatçı dozaşımı düş kuran ve bu düşlere herkesi inandırmaya çalışan biridir. Sanatsa bu düşlerin oluşturdu­ ğu dünyanın başına kondurulmuş bir aura. Sanat tarihine gelince; o da rüya tabirleri külliyatıdır diyebiliriz.

-Yakın projeleriniz neler?

Bu yaz için Makedonya da Galic- nik’ te uluslararası bir davete katılaca­ ğım. Daha sonra Saraybosna’da kişi­ sel bir savaşım olacak. Önümüzdeki sezon İstanbul’da bir sergim var.

-Son bir soru; kentlerin ve semt­ lerin sanatçının yaşamındaki önemi nedir?

Aile içindeki belirli rollerle sınırlan­ mış ilişkilerden sonra insanların ger­ çekten, başkalarına açıldığı alanlardır semtler ve kentler. Hepimizi yaratan rahim olanlar. Yetişen bir sanatçı içinse en büyük okul. Büyük sanatlar büyük kentlerden doğarlar. Bir Prag olmasa Kafka olur muydu, bir İskende­ riye olmasa Kavafis olur muydu, ya da bir İstanbul olmasa bir Yahya Kemal? Kentlerin ölçek olarak büyüklüğü o ka­ dar önemli değil, önemli olan sanatçıyı besleyen bir düş yatağı olmaları. Felli­ ni için de Rimini böyle bir alandı örne­ ğin. New York için yazdığım bir şiir var, ondan bir bölüm aktarayım size.

tar

Neden kent büyüdükçe yalnızlık ar-Insanlar unutulmuş aşkların çocuk­ ları

Artık izi kalmamış gövdelerinde dokunmaların

Çünkü burda herkes yalnız kendini arar.

Ne güzel diyorum böyle bir boşluk Hiçbir ana babadan doğamamış gibi

Yaşamış ve giden son insan gibi Bir kentin anlamının böyle küçülü- vermesi

Yalnızca ölümlük bir döşek gibi...

Bu da benim gözümle bir kentin acılı yüzü işte... o parlak ve görkemli New York’un...

(8)

| Cihangir Postası

Ya ya ya, şa şa şa,

Okan Akkuş

Cihangir Spor çok yaşa

C

ihangir’de semtlilerin çoğunun belki varlığından bile haberdar ol­ madığı bir spor kulübü var:

Cihangir Spor. Ama kulübün dört yıldır başkanlığını yapan Nuri Duman özel çabalarla ayakta tutulmaya çalışı­ lan bu kulübün hak ettiği ilgiyi görme­ mesinden çok şikayetçi.

- Cihangir Spor macerası nasıl başladı?

Cihangir Spor’un 4 sene önce ka­ panmak üzere olduğunu duydum, es­ ki kırk yıllık Cihangirli olarak kulübe el attım, başkanlığa adaylığımı koydum, seçildim. Dört senedir kendi katkıla­ rımla, kendi gücümle götürmeye çalı­ şıyorum.

- Kulübü aldığınızda kulüp kapalı mıydı?

Kulüp kapalıydı, sebebi de parasız­ lık, tesis sorunu, Cihangirlilerin yar­ dımda bulunmaması, kulüpteki arka­ daşlarımızın yalnız bırakılmasıydı.

- Kulüp için tek başına mı çaba gösteriyorsunuz?

Artık dört senedir, birkaç ar­ kadaşın yardımıyla bir şeyler ya­ pıyoruz.

- Bu 4 sene zarfında Cihan­ gir Spor’da neler değişti?

Malzememiz yoktu, malze­ me olayını hallettik. Sahamız yoktu, saha kiraladık. Minibüsü­ müz yoktu, bir minibüs kiraladık. Futbolcu eksikti, yabancı topçu­ lar vardı, yirmiye yakın Cihan­ gir’in çocuğunu kazandırdım.

- Bütün bunları yapmanızın sebebi Cihangir’e olan sevgi­ niz mi, yoksa spora olan ilgi­ niz mi?

Hem Cihangir’e olan sevgim, hem de sporu sevmemden kay­ naklanıyor.

- Kaç yıllık Cihangirlisiniz? 40 senelik Cihangirliyim. Da­ ha önce de Cihangir Spor’da oy­ namıştım.

- Hangi yıllarda futbol oynamıştı­ nız?

Yaklaşık olarak 1982-1983 senele­ ri... Bir aralar kulübümüz Ümraniye ta­ rafına satılmıştı. O zaman tabi gençtik. Kulübü tekrar kazanınca, o seneler top koşturdum.

- Cihangir Spor’un tarihinde bü­ yük başarılar var mı?

Çok büyük bir başarısı yok ancak takımların korkulu rüyasıydı bir zaman­ lar... Amatör ligin bir Gençlerbirliği, bir Malatyaspor’u olmuştu. Birinci ligde oynamadı ama amatör ligde her zaman çekinilen birtakım oldu. Televizyondan ve gazetelerden de takip ettiyseniz or­ ta sıralarda tamamladık ligi.

- Cihangir Spor maçlarını nerede oynuyor?

Cihangir Spor Kulübü, kendi saha­ sı olmadığı için federasyonun tayin et­ tiği yer neresi ise orada oynuyor.

Top-kapı’ya gönderiyorlar, Kavacık’a gön­ deriyorlar, Büyükçekmece’ye gönderi­ yorlar. Takımın idman yapacak sahası bile yok, bir takımın takım olabilmesi için idman sahası olması gerekli. Bizim sahamız maalesef yok. Beyoğlu Bele­ diyesine iki sefer dilekçe verdim. Ro­ ma Garajinın alt tarafında, kendim de orada otopark olarak işletmecilik yapı­ yorum, hatta oradan gelen paranın bir kısmını Cihangir Spor Kulübüne tahsis ediyorum, oranın alt tarafının idman sahası olarak, bir koşu parkuru olarak, gençlerimiz yaşlılarımız için, eğer gör­ düyseniz Maçka Parkindaki gibi ol­ masını istedim. Orada gençlerimiz, yaşlılarımız için bir koşu parkuru olma­ sı hem orada güvenliği sağlar, ne ol­ duğu belli olmayan kişiler gelmez, hem de Cihangirliler faydalanır.

- Cihangir Spor Kuiübü’nü otoparktan gelen para mı ayakta tu­ tuyor?

Evet, başka hiçbir yardım yok, bu son senemizde, bir iki çocukluk arka­ daşım yanıma geldiler, destek oldular biraz.

- Yani Cihangir Spor’un sadece mali sorunu var?

Evet... Cihangir’de çok varlıklı in­ sanlar var. Ne hikmetse Cihangir Spor Kulübü’ne pek yardımcı olmuyorlar. Ancak başka kulüpler olduğu zaman göstermelik olarak yardımcı oluyorlar. Medyada falan çıktığı zaman, hem de tahmin etmeyeceğimiz rakamlarla yar­ dım ediliyor. Cihangir Spor Kulübü­ müz 1938’de kurulmuştur, ancak Ci­ hangir Spor Kulübü’nün varlığını bile kabul etmeyenler var.

- Bunun sebebi nedir?

Dünya var oldukça, kıskançlık, çe- kememezlik var oldukça, bunlar devem edecek. Ben şunu söylemek istiyorum, güzel bir insan çıkarsa aday olarak, gö­ receğiz, gerçekten Cihangir Spor Kulü­

bü’ne bir şey verebilecekse, bırakmaya hazırız, koltuk hastası falan değiliz. Bu­ raya kadar taşıdık kulübü, kapanmasını engelledik ama varsa öyle güzel, ger­ çekten spora bel bağlamış, bunun üze­ rinden başka bir kazanç elde etmeye­ cek biri, bunun biz takipçisi olacağız. Cihangir’de herhangi bir kulüp yok, bir Yeni Çarşı, bir Kurtuluş, bir Taksim, bir Beyoğlu’na baktığımız zaman, bu ku­ lüplerin hepsinin tesisleri var, alt yapıla­ rı var. Yeni gençlik de hep balici olmuş, tinerci olmuş, hapçı olmuş. Bugün bi­ zim bir alt yapımız olsaydı, tesisimiz ol­ saydı, bu çocukları, bu gençleri de kur­ tarmış olurduk.

- Cihangir Spor’da hedefler ne? Cihangir Spor Kulübü’nde hedefler büyük, şimdi bir yatırım yaptım, bu ya­ tırımım bir yerlere varacak, daha iyi yerlere geleceğiz, daha önceden böy­ le bir imkanım yoktu. Güçleniyoruz, ben bunu hissediyorum, giderek tec­

rübe kazanıyoruz.

- Takım kadrosunda kaç Cihan­ girli genç var?

Kaptanımız değerli Orkun, sevdiği­ miz ve başarılı bir kaptan. Kendisini Sergen’e değil de, Sergen’i ona ben­ zetiyorum, çünkü yaş itibariyle Ser- gen’den daha yaşlı kendisi. Daha ha­ len oynuyor. Takımın yarısı da Cihan­ girli gençler zaten. Zaten biz kulübü aldığımız zaman bir tane Cihangirli vardı, şimdi 20 tane Cihangirli var. Ve o zamanlar kulübümüz Okmeyda- nı’ndaydı, oranın çocuklarına verilmiş­ ti. Orada spor sahası olduğu için,daha rahat olduğu için, kulüp o tarafa doğru kaydırılmıştı.

- Siz doğma büyüme Cihangirli misiniz?

Evet, Sanatkarlar Mektebi Soka- ğı’nda bir gecekonduda doğdum, o zaman gecekondular boldu. Ahşap bir evimiz vardı. Orda dünyaya geldik, 5

kardeştik. Çocukluğum, gençliğim hep burada geçti. Okulu Cihangir llko- kulu’nda okudum, orta okulu Fındıklı Lisesi’nde okudum. Çalıştım daha sonra, matbaada çalıştım, grafikçilik yapıyordum.

- Cihangir Spor Kulübü Başkanlı­ ğı dışında Nuri Duman neler yapar? Daha önceleri biraz hırçındım, gençlikte birkaç ufak tefek olaylardan dolayı içerde kaldım. Bir ara futbolla haşır neşirdim, keşke devam etsey­ dim. Gençliğin vermiş olduğu rüzgarla futbolu önemsemedim. Başımıza ufak tefek mevzular aldık o rüzgarla ve ma­ alesef kodesi boyladık.

- Cihangir’i güvenlik açısından nasıl buluyorsunuz?

Gördüğüm kadarıyla polisimiz iyi çalışıyor ama sorunlar var. Hatta bana bile geliyorlar “ Nuri Bey, şurada şöyle oldu” diye. Ben de onlara yol gösteri­ yorum, yardımcı oluyorum. Hırsızlık

gördüğüm kadarıyla devam edi­ yor.

- 30-40 sene önceki Cihan­ girli ile şimdiki Cihangirli çok mu farklı?

40 sene önceki komşuları­ mız, ağabeylerimiz, büyükleri­ miz çok kibar, çok duyarlı, in­ sanlarla çok ilgili, bitkilerle çok ilgili insanlardı. Şimdi ise Cihan­ gir’de kültür olayı yükseldi, in­ sanlar artık köpeklerle, kedilerle, takılarla daha çok ilgileniyor. Gördüğüm kadarıyla bu bir ger­ çek. Ama ben de hayvanları se­ verim.

- Cihangir’de gördüğünüz sorunlar nelerdir?

Çok şey var... İlgi bekliyo­ rum, insanların Cihangir’e karşı duyarlı olmasını istiyorum. Ve yahut da duyarsızsalar, man­ galda kül atmasınlar, bunu isti­ yorum, mangalda kül atanlara sesleniyorum, mangalda kül atacak­ larsa, bize de bir şeyler atsınlar da gö­ relim o zaman. Burada üst düzey in­ sanlar oturuyor, bunu kabul ediyo­ rum, rica ediyorum, o zaman o üst dü­ zeyin hakkını versinler. Yani bize, Ci­ hangir Spor Kulübüne de bir şeyler yapsınlar, yapmıyorlarsa da, yine de onları seviyoruz, sayıyoruz. Madem Amerika’da, madem İtalya’da Cihan­ gir konuşuluyor, neden peki 1938’de kurulan, Ata’mızın öldüğü sene kuru­ lan güzide bir kulüp, bayrağımız da kırmızı-beyaz, neden sahip çıkılmıyor yani...

- Cihangir Spor Kulübü’ne ve si­ ze başarılar diliyorum... Cihangir Postası adına teşekkür ederim.

Rica ederim, ben teşekkür ederim, size ve Cihangiri Güzelleştirme Der- neği’ne Cihangir Spor Kulübü’ne ver­ miş olduğunuz destekten dolayı, ayrı­ ca teşekkür ediyorum, y r

(9)

Cihangir Postası |

hem kapasite arttırılabilecek hem de kadınlar için de rahat kalabilecekleri ek bir bölüm açılabilecek.

Kaymakam Başar bu küçük çaplı projeyi kendi olanaklarıyla yürütebildiklerini söylü­

yor. Ama eğer vatandaş ve ku­ rumlar destek vermek isterlerse yaraları daha çabuk kapatabile­ cekler. "Bir kat iç çamaşırı bile bu

Evsizler Evi için çok önemli bir

bağış. Gelenlenn üzerinde genel­ de giysi bile olmuyor. ” diyor.

Biri gece biri gündüz çalışan iki güvenlik personeli, temizlikten sorumlu bir görevlisi ve mutfak sorumlusundan oluşan küçük bir çalışan kadrosu var Evsizler Evi’nin. Üç öğün çıkarılan yemek­ ler yine Tarlabaşı’ndaki Rotary Çocuk Evi’nden ve Belediye’nin aş evinden geliyor. Hastalar genellikle Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne sevk ediliyor. Tüm tedavileri hatta gerekiyorsa ameliyatları bile yaptırılıyor.

Açıldığından bu yana yani ge­ çen sekiz ay içinde yaklaşık 150 kişi buradan yararlanmış. Kayma­ kam Başar aralarında yüksek tah­ silli insanların, oyuncuların, gaze­ tecilerin bile olduğunu söylüyor. Hat­ ta geçtiğimiz aylarda burada kalan üç eski sinema oyuncusu sokak çocukları için bir oyun sahnelemek istediklerini söylemişler. Ve Evsizler Evi’nin bir salo­ nunda onlara çok güzel bir oyun sergilemişler. ^

O kan Akkuş

B

eyoğlu rehberlerde, dergilerde her ne kadar “eğ­ lence merkezi” olarak anılsa da aslında aynı za­ manda da bir “yoksulluk merkezi”. Bu ışıklı cadde­ de ve caddeye paralel sokaklarda sadece neşe ve eğlence için mutlu adımlar atılmıyor. Bu kalabalığın arasında bir sürü evsiz ve yoksul ayak sürüyerek ha­ yatta kalma savaşı veriyor. Gözlerimiz onların varlı­ ğına çoktan alıştı, her nasılsa kanık­

sıyoruz artık yanı başımızda yiye­ cek bir şeyler bulmak için çöp ka­ rıştıranları, kaldırım taşlarına uza­ nıp üzerine gazete kağıdını yor­ gan yapanları, hatta gözümüzün önünde, sokak ortasında ölüp gi­ denleri... Onlar evsizler; şu ya da bu şekilde ailelerini, evlerini, sağ­ lıklarını hatta çoğu kez akıllarını yitiren kimsesizler...

Bundan sekiz ay önce Beyoğ­ lu Kaymakamı Kamil Başar’ın öncülüğüyle Beyoğlu’ndaki evsiz­ ler için bir “ Ev" açıldı. Sorunu kö­ künden çözmese bile bu ev acil yardım bekleyen insanların yara­ larını sarmayı, sorunlarına çare bulmayı, en azından onları sokak ortasında ölmekten kurtarmayı amaçlıyor.

Kaymakam Kamil Başar dı­ şarıdan bakıldığında çok zor ve uzun bir süreç gerektirdiği düşü­ nülen önemli bir projeyi, elindeki tüm imkanları zorlayıp, kısa vade­

de kurulabilecek en acil yardım merkezini kurarak gerçekleştirmiş. Belediye ve Vakıfların desteğini de arkasına alan Başar’ın açtığı “Evsizler Evi” şimdilik kapasitesi küçük ama işlevi büyük bir merkez.

Projeyi hayata geçirmek için ilk işi Beyoğlu Ekip­ ler Amirliği’nin karşısındaki Tel Sokak’ta Vakıflara ait eski bir binanın bu işe ayrılmasını sağlamak ol­

muş. Belediyenin de yardımlarıyla bina restore edi­ lerek yılbaşında hizmete açılmış.

Kamil Başar özellikle kış aylarında evsizlerin donmaktan korunmak amacıyla balık istifi yerleştiril­ dikleri büyük spor salonlarına alınmasının ve birkaç günlük geçici bir bakımdan sonra tekrar sokağa bı­ rakılmasını çok gayri insani olduğunu düşünüyor. Oysa Evsizler Evi hem bu çetin günlerde hem de di­ ğer zamanlarda kapısını ihtiyacı olan herkese açıyor. Karnı aç olanlar gelip sadece karınlarını doyurup gi­ debiliyorlar. Yatacak yeri olmayanlar burada uyuya­ biliyorlar. Yıkanma olanakları var. Haftada bir gün berber geliyor. Çalışmak isteyenlere çevre lokanta­ larda bulaşıkçılık, garsonluk gibi işler aranıyor. Memleketine dönmek isteyenler, biletleri alınıp yolcu ediliyor. Tedavi ihtiyacı olanlar hastaneye gönderili­ yor. Uzun vadede değil ama kısa vadede ihtiyaç du­ yulan tüm eksiklikler gideriliyor. Yaşamın kıyısına gelmiş insanlara yeniden hayata tutunmaları için bir şans veriliyor.

Burada kalmanın ya da olanaklardan yararlan­ manın birkaç koşulu var. En önemlisi gelenlerin ken­

di ihtiyaçlarını giderebilecek durumda olmaları. Çün­ kü burada hastabakıcı yok. Başvuranlara kimlik so­ rulup, yasal bir işlem yapılmıyor, uzun bürokratik iş­ lemler uygulanmıyor, kendi verdikleri bilgilere güve­ niliyor ama ancak 15 gün burada kalabiliyorlar. Bu süre zarfından ihtiyaçları giderilip, sorunlarına müm­ kün olduğunca çözüm yaratılıyor ve mümkünse so­ kağa değil daha düzenli bir hayata dönmeleri için çaba harcanıyor. Kamil Başar "burasının bir Huzu­

revi ya da bakım evi olmadığının altını çizmek gerek

“diyor. Sürekli bir barınma yeri değil Evsizler Evi, sadece geçici bir destek merkezi. Çocuklar buraya alınmıyor, sokak çocuklarıyla ilgilenen diğer merkez­ lere gönderiliyorlar. Gelenlerin çoğu erkek, araların­ da kadınları barındırmak güç olduğu için buraya başvuran kadınlar acil ihtiyaçları giderildikten sonra kadın sorunlarıyla ilgilenen diğer dernek ve merkez­ lere yönlendiriliyorlar.

Buranın kapasitesi 18 yatak. Ama olağanüstü koşullarda bu sayı 30’a, hatta karlı günlerde 50’ye kadar çıkarılabiliyor. Amaç şimdi yine Vakıflara ait olan yan binayı da alıp bu işe tesis etmek. Böylece

Beyoğlu’nda

(10)

| Cihangir Postası

M u ra t A teş:

“ Mazgal gibi bir engelle

karşılaşmayınca

Turnacıbaşı

boyunca

yokuş aşağıya akan yağmur suları olduğu

gibi dükkanıma doluyor!”

İlker Eryıldız:

“ Burada yapılan, doğuştan

müteahhit olan Karadenizli’nin yaptığına

benziyor: Salon küçük hol büyük!”

Oya Ercantürk:

“ Oluıkları iki yana ya da

ortaya yapacaklardı. Sokak değerlendi

ama altyapı felaket!”

M elih Gülay:

“ Dükkanıma bir anda sular

doluyor. Sadece girişi değil alttaki depoyu

da olduğu gibi su basıyor!”

Cihangir Postası l ı ı

Ayhan Ö zcan:

“Yokuş sonunda, mazgal ol­

sa yağmur rögara ulaşacak, ama doğrudan

bizim dükkana giriyor. Yetmiyor, zeminden

bir de alttaki cila atölyesine akıyor.”

Turnacıbaşı’nda üst yapı gıcır, altyapı sıfır

Daha bir yıl olmadı, Turnacıbaşı yukarıdan aşağıya, soldan sağa, sağdan sola kazıldı, parke taşları sil baştan döşendi,

su olukları yapıldı, arabaların park etmesini önlemek için sağa sola dem ir korkuluklar dikildi... İş bittiğinde sokağın

görünümü şahaneydi. Ama gelin görün ki baharla birlikte yağmurlar başlayınca, ardından yaz yağmurları da bastırınca

sokak boyunca iki yanlı uzanan dükkanlar gecekondu mahallelerindeki derme çatma evlerden beter oldu; içleri sularla

dolup taştı. Her seferinde antikalar, eskiler sırılsıklam oldu. Bir yandan yepyeni yoldan taşıp oluk oluk dükkana giren

suyu kovalarla, süpürgelerle dışarı atmaya çalışırken diğer yandan da telefona sarıldılar, belediyeyi aradılar. Sandılar ki

yol yapımı sırasında dükkanlarına uğrayıp onlarla sohbet eden ve yakındaki seçim için partileri adına sempati toplamaya

çalışan yetkililer koşa koşa gelecek, ellerindeki süngerlerle içeri dolan suları emecek ve yaptıkları hata yüzünden özür

üzerine özür dileyecekler. Ama öyle olmadı. Ne gelen vardı ne giden. Kaç kere yağmur yağdıysa o kadar kere dükkanları

su bastı. Artık esnaf yatağında rahat uyuyamıyor. Gök gürleşe “Dükkanım!” diye fırlayıp Turnacıbaşı’na koşuyor.

Sinem Ayşim Ö zyurt

G

eçtiğimiz aylarda Turnacıbaşı Sokak’a da taş döşendi bildiğiniz, üzerine bastığınız gibi. Sırayla her yer bir ör­ nek oldu. Tek başına yeterli değil, ama derli toplu görüntü sağlamak için başlangıçtır. Asfalt haliyle çok eğri büğrü bir sokaktı. Gerçekten iyi oldu, sağ olsunlar.

Ama, fakat, lâkin yolu düzeltirken projeyi doğru ve tam gerçekleştirmek işin esası değil mi? Taşı döşemek, zemini düzeltmek yeterli mi?

Pekiyi, olukların ve mazgalların yeri az mı önemli? Oluk biraz daha derin olsaydı, yağm ur rögarı yüksekte kalmasay- dı ne olurdu? Onun, kanalizasyon rögarına yakın olup karış­ ma ihtimalinden, yağmurun yeniden doğaya kazandırılma- masından geçtim, su hiç olmazsa zarar vermeseydi. Oluğu

oluşturan taşların arasından su sızabilmeli ve kanaldan rö­ gara ulaşabilmeliydi. Yokuşun sokakla birleştiği yerde maz­ gal olmalıydı.

Bahar ayları ne yazık ki bahar gibi geçmedi ve yağmur daha çok kışı hatırlatıyordu. Bunu hepimizden çok Turnacı- başı esnafı hissetti. Çünkü şakır şakır yağan yağmur davet­ siz misafir olarak dükkânlara, depolara girdi.

Ayhan Işık Sokak’tan - ki aslında yokuşundan- indiği­ nizde karşı çaprazınıza çıkacak eskici Murat Ateş rehberli­ ğinde birkaç esnafla görüştüm. Murat Bey de zaten mağ­ durlardan biriydi. Karşı yokuştan inen yağmur mazgal gibi bir engelle karşılaşmayınca Turnacıbaşı boyunca akan suy­ la Murat B ey’in dükkânında buluşmuş. Pek çok eşya zarar görmüş tabii. Taşlar varolan asfaltın üzerine döşendiği için yol yükseldi, dükkânlar aşağıda kaldı. Meyil de hak getire.

Dükkânları su basması işten değil, anlayacağınız.

Konum itibariyle aynı şekilde etkilenen 62 numaradaki Mehmet Sarıyaz ve Hızır Özcan’ın dükkanı da Sadri Alışık Sokak’ının - ki aslında bu da yokuş- karşısına düşüyor. Yo­ kuş sonunda, genişliğince mazgal olsa rögara ulaşacak yağmur, bu defa da Can Eski Eşya’nın dükkânına giriyor. Yetmiyor, zeminden alttaki cila atölyesine akıyor su.

38 numaradaki Sol-Kar Piano’nun sahibi Oya Ercan­ türk aynı sıkıntıdan yakınıp zeminin yükselmesine bir kez daha dikkat çekiyor. Karşısındaki eskici dükkanına önceden basamaklar çıkılarak girilirken şimdi bu basamakların gö­ müldüğünü bana da gösteriyor. ‘‘Olukları iki yana veya orta­

ya yapsalardı daha elverişli olurdu." diyor. Bu çalışmanın so­

kağa değer kazandırdığını, ama öncesinde alt yapının hazır­ lanması gerektiğini ekliyor. Şu klişeleşen “ önce alt yapı” la­

fını hiç mi duymadı yetkililer? Duymazlar Bilgi kızı ah, duy­ mazlar!

82 numaradaki Melih Gülay’ın dükkânına giren su, altta­ ki deposuna akıyor. Zararı söylememe gerek var mı? Antika dükkanı bu. Şimdiye kadar öğrendiklerimizi o da söyledi.

80 numaradaki İlker Eryıldız ateş püskürüyor. Onun söy­ ledikleri ayrı bir yazıda toplansa başlığı “Belediye Başkanı

çıplak!" olurdu. Doğuştan mühendis, müteahhit olan Kara­

denizli’nin ev yapmasına benzetiyor; salon küçük; hol bü­ yük.

“Ortaköy de Dereboyu’nda doğup büyüdüm, derenin ya­ nındaydı evimizi hiç su basmadı.” diyerek başladı. O gün ya­

şadığı acı anıyı anlattı önce. Yoldan geçen ve yeni ayakka­

bılarıyla bir anda yağmura yakalanan hanım içeride zaman geçirmek için izin istiyor. Acı olan şu ki hanım, dükkânda koltuğun üzerine çıkarak ayakkabılarını sudan koruyabiliyor. Su dediğim e bakmayın, Hamidiye suyu değil tabii.

Yolun yapımı sırasında sakallı, en iyi ihtimalle ustabaşı olacak Ademoğlu, işin başındaki tek yetkili. Onun da özen gösterdiği taşların aynı yöne bakması zaten. Telefon ediyor­ lar su bastı diye; görevlilerden, teftiş olacağı için çöp topla­ maya gittikleri cevabını alıyorlar. Bu belediyedekilerin görev dağılımını bize sunuyor: Teftişe giden, ki Büyükşehir’e aday, çöp toplayan ve telefona bakan.

Çaba göstermenin sonuç getirmeyeceğini bile bile bunlar yazılsın, sorunu daha çok kişi bilsin istiyor. “Nasıl olacak, an­

latayım: Zaman özellikle öğle yem eği sonrasına getirilecek ki teftiş bitince eve gidilsin. “ Turnacıbaşı’nı su başmış b ir gide­ lim ” diyecekler. İki kişi gelecek; şöyle b ir bakacaklar; biri so­ ru soracak, diğeri yazacak: “Aa nasıl olmuş böyle? Su tam olarak nereden geliyor?". Yokuşun karşısındayım zaten; ta­ mı, yarımı var mı? “Şurada çay içerken konuşalım” deyip Adem oğlunu arayacaklar, işi gören o ya; ama usta çay top­ lamaya g ittiğ i için çalışma ekime kalacak. ”

Önerisi şu: İyi bir pompa, çizme alınmalı, kürek el altında bir yere konulmalı.

Yanlışlık bir değil iki değil. Otomobil park edilmesin diye konan sarı demirlerin, şoförlerin manevra yapmasına engel olduğunu söyleyip her biri eğrilmiş halini gösterdiler. Hayır yaparken şer de davet ediliyor.

Kasis ihtiyacına da parmak bastılar. Alt yapı sıfır, ama üst yapı gıcır olduğu için Galatasaray Hamamı’nın önünde ga­ za basan, kendini Faik Paşa’ya giden sokağın başında bu­

luyor. İki arabanın çarpışması mümkünken, yayaya çarpıl­ ması da işten değil!

Yağmur neden felaket getirsin, esnaf neden tedirgin ol­ sun? Bir yangının çıkışını beraberinde getirecek bu felaket bir vatandaşın başına neden gelsin? Üstelik yol yapımı sıra­ sında iki defa belediyeye şikâyet dilekçesi verilmiş, yetkililer uyarılmışken. Böyle bir girişime gerek kalmamalı. Zaten pro­ je sırasında düşünülmez mi bu? Esnafın görebildiğini, koca belediyede çalışan mühendis - bir mühendis olduğunu d ü ­ şünerek- görmez mi? Görmez Bilgi kızı ah, görmez! Telefo­ nu sorumluluk sahibi bir memur açmaz mı? Açmaz Bilgi kı­ zı ah, açmaz! Vergisi neyse öderiz!!!

(11)

| Cihangir Postası

Cihangir’den bir Gizem geçti

S em ra D obrucalı

H

enüz üç günlükken minicik mutlu dünyasından, annesinin sıcacık koynundan alınarak, bilmedi­ ği, anlamadığı olayların içinde bulmuş kendini Gi- zemcik.

Muhakkak ki üşümüş, korkmuş, itiş kakış, baş- kalannın ayaklan altında hırpalanmış, annesine du­ yurabilmek için en tiz sesiyle bas bas bağırmıştı, ama nafile, annesi sesini duymamış, koşup gelme­ mişti (annesi de kim bilir nerede, yavrusunu yana yakıla bağırarak aramıştır).

Ne yazık ki bir kutu içinde Gülsüm Hanıma, an­ neler günü hediyesi olarak getirilmiş bebek ördek- çik. Sevinçle karşılamışlar onu ve bir de güzel isim konmuş kendisine, Gizem.

Dünya tatlısı sarı bir tüy topağı, topaktan çıkan, hiç kapanmadan vak vak vak diye bağıran turuncu bir gaga. Gülsüm Hanım bu hediyeyi alınca çok mutlu olmuş, tabii ki o bir anne, kendi evlatları var, Gizem’i de bir evlat sayıp bağrına basmış, vak vak Gizem’in de ilk tepkisi, ördek annesinin kanatlarının altına girer gibi Gülsüm Hanımın koltuğunun altına girmek olmuş. Minik vak vak Gizem’in bundan son­ raki hayatı Susam Sokak’ta, Laden Çiçekçisi’nde başlamış.

Ben yoldan geçerken Gizem’i görünce çok şaşır­ dım, çiçeklerin arasında ve ayak altında sarı minik bir yumak dolaşıyordu, sevmek için içeri girince he­ men masanın altına kaçtı, bekledi, tehlikeli biri ol­ madığımı anlayınca, ihtiyatla arkadan güzel gagası­ nı uzatıp bakmaya başladı. Elimi uzatınca, bacak­ sızdan beklemediğim bir çeviklikle tekrar kaçtı. Gül­ süm annesi onu yakalayıp elime verdi. Muhteşem bir yumak, kalbi pıt pıt atıyor ve vak vak (bırak beni) diye deli gibi bağırıyor, o turuncu gaga inanılmaz sevimli ve enerjik.

Uzaktan da olsa her geçişte minik vak vak Gi­ zem’i seviyordum. Anne Gülsüm, baba Rahmi,

ağabey Mehmet seferber olmuşlar, Gizem’i mutlu etmek için uğraşıyorlardı.

Sabah dükkâna geldiklerinde, onları vaaaak va- aaak diye şikayet yüklü sevinç çığlıkları ile karşılıyor ve yemek hazırlayanın arkasında koşturuyormuş. Beyaz peynir, kıvırcık, şekerli su ile besliyorlarmış onu. Leğene su doldurup yüzdürüyorlar, arkaların­ dan yürüterek badi badi parka gezmeye götürüyor- larmış. Gülsüm Hanım gagasından öpmek isteyin­ ce fena halde gagalıyormuş. Ama her fırsatta koltu­ ğunun altına girip uyumayı ihmal etmiyor, yedir ye­ dir doymuyor ve hep yemek verenin arkasında do- laşıyormuş.

Gece dükkânda kalıyordu, sepetine saman seri­ yor, suyunu koyuyorlardı, ama minik vak vak Gizem geceleri yalnızdı, üşüyordu ve mutsuzdu, ben dük­ kânın önünden geçerken her akşam vaaak vaaak diye bas bas bağırdığını, ağladığını duyuyordum ve çok üzülüyordum. Komşulardan öğrendiğime göre de sabaha kadar ağlıyordu.

Gizem süratle büyüyordu, boynu biraz daha uza­ mış, sevimli bir ördek olma yolunda her gün ilerli­ yordu. Bu küçücük dükkânda, güneş görmeden ya­ şamına devam etmesinin çok zor olduğunu konuşu­ yorduk sık sık.

Bir akşam dükkânın önünde Gülsüm Hanımı gördüm, sandalyeye oturmuş, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. “Aman” dedim, “Gizem’e bir şey mi ol­

du?”, “Hayır” dedi, “Gizem gitti” . “Nereye gitti?”

Gülsüm Hanımın İstanbul’a gelen kayınvalidesi memlekete dönüyormuş, Gizem’in daha mutlu ola­ cağına inandıkları için onu bir kutuya koymuşlar, ku­ tuda delikler açmışlar, içine su, en sevdiği yiyecek­ lerden ve saman koymuşlar, otobüste Yosma Tey­ zenin kucağına vermişler. Sıkılmasın diye kutunun kapağını açık bırakmışlar, buna rağmen gidene ka­ dar vaaak vaaak diye bağırmış Gizemcik, “nedir bu

benim başıma gelenler”, diye herhalde.

Şimdi ikinci annesi de yoktu yanında, üşüyor, korkuyor ve başına gelenleri yine anlamıyordu.

Daha sonra haberlerini almaya devam ettik vak vakçığın: Erzincan’ın iliçboz köyüne gitmiş, evin bahçesi büyükmüş, çiçekler, böcekler, tavuklar, iki tane de danacık varmış. Kapı önünde kocaman bir yalak bulunuyormuş (her türlü hayvanın su içebildi­ ği şarıl şarıl akan bir havuzcuk). Tam Gizem’e göre! Her gün yalakta bol bol yüzüyormuş ve de en önemlisi kendine yeni bir anne bulmuş. Komşunun yavrulu bir ördeği varmış, gizem yavruların arasına karışmış, onların arkasında vak vak vak diye koştu­ ruyormuş...

Dilerim son evinde ve son annenle sağlıklı ve mutlu olursun şirin ördekçik.

“Cihangir’den bir Gizem geçti” diye seni hep

anacağız...^

Taksicilerden Gasp hikayeleri

C

ihangir Taksi’nin şoförleri, başlarına gelen olayları anlatımaya devam ediyorlar. Bu defa birkaç olay anlattılar ki, insanın aklı durur. En korkunç olanını sona saklayarak:

Elmadağ’dan Dolapdere’ye götürmek üzere iki müşteri alıyor kahramanlarımızdan bi­ ri. Daha gidecekleri yere varmadan durduru­ yorlar. Öne oturan para çıkarır gibi yaparken arkadaki, şoför tarafından iniyor. Kapının kilidi­ ni ters çeviriyor ki kapı kapanamasın. Sonra da sesleniyor “kapı kapanmıyor” diye. Şoför sebe­ bini anlamak için döndüğünde cep telefonu çalınıyor. Kapı kapatılıyor, lâkin telefon gitti gi­ der.

Diğer kahramanın yaşadığı olaya silah karı­ şıyor. Sultanbeylı’den binen yolcular, polis çe­ virirse durmamasını öneriyorlar şoföre; “ema­

net” varmış da. Ne yapabileceklerini soruyorlar

bir de. Tabancayı paspasın altına saklıyorlar her ihtimale karşı. İnecekleri yere geldiklerinde tesadüfen polisin karşılarına çıkması epey kor­ kutmuş onları. Daha ilerde inip kaçmışlar. Bu sırada şoförümüzün direnmekte, karşı çıkmak­ ta ne kadar tedirgin olabileceği, anlaşılır birşey değil mi?

Asıl tedirginliği, gerilimi şimdi okuyacaksı­ nız. Kahramanımız yolcularını Samandra’ya doğru götürüyor. Asıl gidilecek yer orası mıydı,

yer belli miydi, yoksa bilinmez bir akıbete mi gidiliyordu?

Tenha bir sokakta durduruyorlar arabayı. Taksimetrenin ne kadar tuttuğu soruluyor, ce­ vaplanıyor. Şoför parayı almak için döndüğün­ de tabanca şakağına değiyor. Biri arabadan in­ diriyor şoförümüzü ve arkadaki iki kişinin ara­ sına oturtuyor, kendi direksiyona geçiyor. Kur­ banın cepleri yoklanıyor, ne varsa alınıyor. Issız bir yerde bagaja kapatılıyor yetmezmiş gibi. Konuşulanları duyuyor, bagaja atılması işe ya­ ramamış yani. Hırsızlardan biri öldürmeyi teklif ediyor ortaklarına; ama kabul görmüyor. İlk ol­ mayacak çünkü. Yer Samandra olduğu için Ömerli Barajı akıllarına geliyor. Ondan da vaz­ geçiyorlar, ormana götürüyorlar ve arabayı alıp onu orada bırakıyorlar.

Olay kişimiz Kurtköy’de gişelere yürüyor, memurların yardımıyla jandarmayı arıyor. Gelip alıyorlar onu. Yolda tüm olup biteni anlatıyor. Yapılan araştırmalar sonunda yakal; rıyorlar. Hırsız oldukları kadar katil de olan bı Kişilerin hedefinin taksi şoförleri olduğu anlaşılıyor. Da­ ha önce dört taksici öldürmüşler. Ss .ıklık bu ya, bir cesedin üzerine arabanın “ TAKSİ” lev­ hasını söküp kçymuşlar.

Söyleyin pişmiş tavuğun başına g< miş mi­ dir bunca Şey?^£

Bu Bir İlandır

Ben Abbas, 3,5 ay­

lık uzun bıyıklı, bal

gözlü, gri tekirim.

Pek bi erkekim.

Top oynamayı, bö­

cek avlamayı,

oyuncak ördeklerin

uzun tüylerini emip

emip annemi hatırla­

mayı, başka erkek ke­

dilerle güreş tutmayı çok

severim.

Yemek verildiğinde dans

ederim.

Bahçeye çıkmaya, kapı

açmaya, dolap karıştırma­

ya ve çocuklara pek me­

raklıyım.

Ev arıyorum.

Tel: 0212 343 09 25

Referanslar

Benzer Belgeler

ol m&#34;sı ve özellikle bu yavruların bakım ve beslemesinden meydana gelen zorluk açı sından olaya bakıldı~ı zaman PMSG dozunun daha düşük tutulması ge

lannm iiremelerinde fazla bir saoma olmad1g1 tesbit edildi.. coli su~larmm antibiyotiklere kar~r durumlarr.. coli su;;larmm degi!)ik NaCI ·vogunlugunda

BOMBE CAMLI DÖNÜŞLER; İNCE ALÜMİNYUM VEYA PVC DERZ PROFİLLERİ VEYA ÇİFT TARAFLI BANT İLE UYGULANAN 90 DERECE DÖNÜŞLERE ALTERNATİF OLUŞTURMAKTADIR. CURVED GLASS

Bu kabil inşaat dahi belediye idaresi tarafın- dan yapılmakla beraber masrafı alâkadar ihtisas dairesince temin edildiği cihetle bizim burada araş- tıracağımız mânadaki

ğıya inmiştir. Üst halkanın altında ve bir sıra direklerin ar- kasında seyirciler için lâzım olan bütün mahaller, büfeler, satış yerleri, sıhhî yardım, posta

Güneş gibi G sınıfın- dan olan Tau Ceti üzerinde yapılan gözlemler, yaşı için kesin bir kanı sağla- madıysa da bu yıldızın Güneş’ten biraz daha genç yada

Çocuklarınızı hayatları boyunca; daha sağlıklı, daha cesur, daha disiplinli, daha çabuk ve net düşünebilen, tepkilerini kontrol edebilen, sorumluluk alan, iş ve

Bunun sonucu olarak kamu görevlileri tarafından içme suyu ve tarım hizmetleri için tahsis edilen 260 kuyunun suyu çekiliyor.. Bu mücadele 21-22 Ocak 2004 tarihinde gerçekle