20- 26 Ağustos tarihleri arasında İsveç’in Stockholm kentinde “Dünya Su Haftası” nedeniyle yapılan konferansta, yetkililer su konusundaki politikaları, uluslararası sözleşmeleri ve yaptırımları ele almak için bir araya geldiler. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), bu konferansa yönelik hazırladığı Su kaynakları raporunda, “Zengin Ülkelerin Su Fakiri” olduğunu belirtiyor. Raporda “Dünya Su Krizi”nin yeni olmadığı, paranın ve alt yapının susuzluğa çare
olmadığı vurgulanıyor. “Susayan kentler” diye ifade edilen dünya kentlerinde krizin derinleştiği ve sorunun asli olarak su kaynaklarının korunmasında, küresel boyutta olduğunun altı çiziliyor.
Yerkürenin içerisine girdiği su krizinin en temel sebeplerinden birinin “Küresel Isınma” diye iklim bilimcilerin tasvir ettiği küresel felaket olduğunu biliyoruz. Eriyen buzullar, suların yükselmesi, artan tuzlu su miktarı, bunun doğurduğu tatlı suyun dolayısıyla da tarım alanlarının azalması, beraberinde kente göç, kentlerde yığılma ve susuzluk, açlık vs.
Tablo böyle olunca artık su konusunda başka bir davranış biçiminin gelişmesi zorunluluğu kaçınılmaz olarak kabul ediliyor. Başka şansta yok gibi.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın bu raporunda temel insani ihtiyaçların üretimi için gereken su miktarlarını incelediğimizde bu yeni su kültürüne uygun olan ve olmayan ihtiyaçlarda açığa çıkıyor. Raporda 1 bardak biranın üretimi için gereken su miktarı 75 litre, 1 bardak süt için 200 litre, 1 fincan çay için ise 35 litre olarak belirtiliyor.
Ayrıca 1 dilim ekmek için 40, 1 yumurta için 135, 1 tane patates için 25 litre suya ihtiyaç var. Gördüğümüz gibi hayvansal gıdalar için daha fazla suya ihtiyaç var ki buda besin değeri yüksek olanlar. En ilginci ise 1 adet hamburger için 2400 litre suya ihtiyaç olduğu.
Yani gelecekte hamburger üzerine bir işletme, su gideri açısından düşündüğümüzde çok cazip olmayabilir. Tabii ki giysilerin üretimi için daha fazla su gerekiyor: 1 katon t-shirt için 4100, 1 çift ayakkabı için 8000 litre su lazım.
Gelecekte çıplak ve yalınayak kalabiliriz. Su kullanımında ve tüketiminde tarım alanlarının önemli bir paya sahip olduğu ve suyun yanlış kullanımının zararları ise en önemli konulardan biri. Şüphesiz yine raporda bulunan kentlerin alt yapı sorunlarından kaynaklı kayıp-kaçaklar da su tüketiminde önemli bir yere sahip. Londra kentinin yenilenmemiş su borularından boşa giden su miktarı 300 olimpik su havuzunu dolduracak düzeydeymiş.
Lakin dikkatlice bakarsak İngiltere’nin yenilenmeyen borularının arkasında özelleştirme politikalarının olduğunu görürüz. İngiltere, 1989 yılında başlayan özelleştirme politikalarının sonucunda su işletmelerinin özel su şirketlerine devrinin sancılarını çekiyor. İngiltere Su Tüketici Konseyi sözcüsünün Finansal Forum’daki ifadesine göre bir çok su havzasının mutaahitlere satıldığı belirtiliyor. İngiltere’de özelleştirmeler sonucu su havzası mutaahitlere satılıyorsa, ülkemizde özelleştirmeye gerek bile kalmadan kamu tarafından üstelik yapılaşmaya açılması konusundaki histerik arzuların olması ise hiç şaşırtıcı gelmiyor. Ömerli su havzası üzerine Dubai menşeli bir Organize Sanayi Bölgesi kurulması arzusu gibi. Ülkemizde DSİ, İSKİ, BUSKİ gibi su temininden sorumlu kamu teşekküllerinin
özelleştirilmesinden henüz bahsedilmiyor olsa da 19 Temmuz 2003 tarihli “her derde deva” görülebilecek 4916 sayılı
“çeşitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” doğrultusunda 16. 12. 1960 yılı167. Sayılı “Yeraltı Suları Hakkında Kanun”’un “Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir” olan 4. maddesine 3. fıkra ekleniyor.
Bu fıkra; “ Bu miktarı aşan sular ile sulama, kullanma ve işlenerek veya doğal haliyle içme suyu olarak satılmak üzere çıkarılan yeraltı suları, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
yerlerdeki kaynak suları 2886 sayılı Kanun hükümlerine uyularak il özel idarelerince kiraya verilir. Tahsil edilen kira gelirinden; yeraltı veya kaynak suyunun çıktığı yer, köy sınırları içinde ise o yerdeki köy tüzel kişiliğine %15, belediye sınırları içinde ise ilgili belediyeye %25 oranında pay verilir.” Özetle İl Özel İdaremiz yer altı su
kaynaklarının kullanımı hakkında gerekli belgeleri aldığı ve kira bedelini ödediği sürece izni veriyor. Hal böyle olunca aklımıza hemen Ağustos ayının başında Nestle Waters ile Erikli Su’yun birleşmesi geliyor. Erikli Su 1960 yılında, Yer altı Su Kaynakları Kanununun çıkışıyla aynı yıl, Bursa’da kurulmuş Uludağ eteklerindeki kaynaklardan su çekip, şişeleyerek su pazarının dev ismi olmuş ulusal bir su şirketi.
Erikli Su’yu bünyesine katan Nestle Waters’da, Bursa ve Sapanca’daki su kaynaklarından çektiği suyu şişeleyip satarak dünya pazarının önemli liderlerinden olmaya devam ediyor. Peki bu su şirketlerinin su kaynaklarından su çekmelerinin denetimi nasıl yapılıyor? Veya çektikleri su miktarının ne kadar, nasıl olacağı neye göre belirleniyor bilmiyoruz. Ama bildiğimiz Uludağ’ın Kırkpınarlar yer altı su kaynakları alanındaki tesislerinde su çıkarmaya devam ediyorlar. 2002 yılında Hindistan’ın Plachimada adlı küçük bir köyünde kadınlar Coco Cola’ya karşı bir mücadeleye başlıyorlar. Vandana Shiva’nın “Su Demokrasisi Kurmak: Plachimada’da Halkın Coco Cola’ya Karşı Zaferi” adlı makalesine göre; “ Coco Cola her gün 1,5 milyon litre su çekiyor ve su seviyesi 152 metreden 45,6 metreye doğru
düşmeye başlıyor. Bunun sonucu olarak kamu görevlileri tarafından içme suyu ve tarım hizmetleri için tahsis edilen 260 kuyunun suyu çekiliyor. Bu mücadele 21-22 Ocak 2004 tarihinde gerçekleştirilen Dünya Su Konferansında Jose Bove, Maude Barlow gibi küresel eylemcilerinde desteğini alıyor.
Karela Yüksek Mahkemesi Coco Cola aleyhine açılan kamu davasında, Hakim, Coco Cola’yı Plachimada’nın suyunu çalmaktan men ediyor.” Bu zaferin sonucunda suyun, yaşamın temeli ve doğanın bir armağanı olup dünya üzerinde yaşayan tüm varlıklara ait olduğu, özel bir mülk dolayısıyla meta olamayacağı, suyun pazarlanmasına,
özelleştirmesine ve şirketleştirmesine karşı temel insan hakkı olarak savunulması gerçeği bir kez daha açığa çıkıyor.
İsveç Stockholm’da ülkeler, uzmanlar yerkürenin geleceği olan su hakkında önemli kararlar alırken; su kaynaklarının korunmasında sadece tarım alanlarının ehlileştirilmesi, çiftçinin bilinç kapasitesinin arttırılması, kentsel alt yapının iyileştirilmesi vb. kararlar almalarının asıl sorunu çözmeyeceği açıktır. Hatta tarımın suyu kötüye kullanması ve bazı ürünlerin çok su tükettiği gibi görüşler, GDO’lu ürünlere gerekçe olmanın yanında tarımın gıda tekellerinin eline geçmesi sonucuna da zemin olacaktır. Kuşkusuz su kullanımında tüm sektörlerin yeni bir tutum alması zorunludur.
Lakin bugün İznik Gölü kenarında üretim yapan çiftçiye tarımsal sulamada modernleşme, etkin ve verimli kullanma üzerine eğitimi verebilmek için hergün Cargill’in çektiği 6 bin ton suyla azalan kuyusunun açıklamasını yapabiliyor olmak lazımdır. Bunun için Hindistan’daki Plachimada halkı gibi Su Demokrasisini ve Adaletini kurmak gerekiyor.
İkbal Polat