Gördüklerim, duyduklarım
T ^ 5 S I/ i/ l
Emekdarımız Hadi
Pek küçüktüm am m a iyice hatır lıyorum ve hâlâ gözümün önünde dir. 12, 13 yaşlarında, kıpkırm ızı fesli, m avi püsküllü, beyaz keten e l bise giym iş bir A rap, yan i zenci çocuk odaya girip yerlere kadar eğilerek reverans yapm ıştı.
Güler yüzünde fıldır fıldır göz ler, ağzında inci gibi dişler.
Koridor kapısından babam ın ça vuşu T esalyalı Mehmed çavuş:
— Beyefendj gönderdi, burada k a la c a k !., deyip çekildi.
A rapcıkta türkçe bir kelim e yok, halbuki başka dillerden kaç tanesi: fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, biraz alm anca ve arap- ça.
Annem çatrap atra fransızca ko nuştuğu için soruyor:
— A dın ne? — Auguste Inas! — Nerelisin)
— M osam edes’de doğmuşum. Orası çok uzaktır, Portekizin Afri- kad aki m em leketlerindendir.
— İstanbula (nasıl, ne vak it g e l d in )
— (T roupe Z igzag) la beraber. Çok yerler' dolaştık; 15, 20 gün evvel k a ra y a geldik..
Ö yle cana yakın ki karşısındaki yabancıları hiç yad ırg am a yo k ; sanki 40 yıllık Nakşi bacımızın oğ lu ; bizde büyümüş.
Etraftan:
— Ne kanı sıcak, sokulgan bö cek!.. diye sam im iyet görünce d a ha açıldı, neşelendi:
— Size benim num aralarım dan birkaçını yap ayım !..
Cam baz perendeleri, taklakları atm alar; kibrit kutularımı, cıgara tablalarımı h avalayıp elden ele kap m alar; gazeteyi huni gibi burarak burnuna koyup, tepesinden tutuştu rup dibine kad ar yakış.
H erkeste h ayret; ek di hanım lar da yem in yem in üstüne:
— V allah i Beni Zokzok’lardan bu, onların so yun dan ...
Beni Z okzok'lar o tarihten 15, 20 sene evvel İstambula gelen, cam baz lık m eharetleri hâlâ unutulam ıyan C ezairli ak A raplar.
Böceğin bize düşüşünün şekli de su:
M ektebi H arbiyenin fransızca m uallim i Edirneli Loupo efendi, Beyoğlu eğlence yerlerinin, bilhas sa (K onkordia) tiyatrosunun m ü davim lerinden. İşbu K onkordia’ya o sıralarda Guillaume AneTİno ad ın da bir İtalyanuı varyete kum panya sı gelmiş.
Kadrosu dolgun. Ekdi hanım la nn dedikleri Beni Zokzok’lardar bakiye mösyö Asan (y an i H asan' ve ark ad aşları; el çabukluğu marj fetler ve m anyatizm alar yap a hokkabazlar; mermer heykel grup lan gibi pozlar alan, beyaz ma yolu ak ro b atlar; dansözler, (ba! lerine) 1er, serpantin dansı oymıya rakkaseler; pandom im aya çıka pandom im acılar.
Küçük A rap da aralarm drj Loupo efendinin de hoşuna gidiyo: Oyun somlarında Beyoğlu artistler nin toplandığı, gece yem eği yedi; G lavani sokağındaki ( * ) (Ba-toli) lokantasında bazan bir iki dul| le bira içermiş.
A rapçık o rad a; yanm a ç a ğ ırı" oturtuyor ve anlattıklarım dinliyor:
Portekiz krallığının Garbı A frika- da, Loanda m üstem lekesindeki Mo- samedes şehrinde, altı yed i y a şla rında iken bu seyyar kum panya
oraya uğramışmış.
Ç o c u k d e ğ i l m i, cam bazlıkları, hokkabazlıkları görm eğe can atar ta b iî...
K andırm ışlar; oradan aynlırken vapura atlatıp k açırm ışlar... A rtık kıta kıta, m em leket m em leket gez bre gez. Cenubî A frika, Cezair, Tunus, İspanya, Fransa, İtalya, Or ta A vrupa, B alkanlar ve nihayet İstanbul...
A raların a katıldığına bin pişman. (Şu m arifeti öğreneceksin!.. Bu nu m arayı ya p acak sın !) diye, vahşi hayvanları talim edercesine boyu na dayak, k ırb a ç ... Biçare, çektiği çileden, m eşakkatten bezgin. Bir ye r bulsa hemen kaçıp başım kurta racak.
Haline içi sızlayan Loupo efendi- ertesi sabah H arbiye m ektebinde babam a keyfiyeti söylüyor. O da (G etir bana, yanım ıza a la lım !) de yip, görür görm ez seviveriyor:
— Bu ne şipşirin şey!..
Derhal kirli kasketini çıkartıp ba şına m avi püsküllü fes, sırtındaki partalların yerine (Iştayn ) den be yaz keten elbise, ayak ların a yeni iskarpin alıyor.
Mehmed çavuşun yanm a katıp G öztepeye yolluyor. O akşam eve gelip işi anlattıktan sonra A rapçığı
karşısına çekip:
— Müslüman olur m usun? d e yin ce!
O ğlan hazır: — E v e t!...
Hemen (K elim ei şehadet) g etir tip adını A b dullah H adi koyuyor.
A ilem ize çabucak kayn ayıverd i. Büyüklü, küçüklü herkes onu sev di. Hepimize, ayrı ay rı son derece sadık, m uhabbetli ve saygılıyd ı Edep v e terbiye dairesinden hiç şaş mazdı.
H âtıraları sayılam ıyacak k ad ar çoktur. Bazılarını nakledeceğim :
H adinin, bilhassa alafran ga m ü ziğe şayanı hayret istidadı vard ı. K artviziti d u d akların a koyup ıslık la v e y a ağzıyle, nota bilm ediği halde zerre k ad ar falsosuz neler çal m alar :
Faust, T raviata, A ld a kabili en ağır operalardan tut, en ince sym phonieler; V iyan a v alsleri; M a car bestekârlarının operetleri.
Bir efa işittiği hava, gramofon plâğın a nakşedilm iş gibi zihninde; akabinde de baştanaşağı ağzında.
Sabık A lm an ya im paratoru İkinci V ilhelm umumî harp esnasında üçüncü defa Istanbulu ziyaret etmiş. A skerî m üzeye d e gelm işti. M üze nin müdürü olan babam , M ehterha ne m ızıkasını çaldırttı. H adi de aralarında, davul çalıyor.
Fasıl biter bitm ez im parator işa ret etti:
— D avul çalan zenci çok kabili yetli. M elodilerdeki tem poyu ta- m am iyle m uhafaza ediyor ve hiç kaçırm ıyor.
Y anına çağırttı. A lm anca konuş tuğunu görünce daha alâk ad ar ve memnun. H ele kartvizitle çaldığı operayı duyar duym az:
— Müziğe kulağı fevkalâd e has sas!.. diyerek (b ra v o !) ları tekrar da.
H adi taklid hususunda da çok is- tid ad lıyd ı. H alepte bulunduğum uz seneler v ali Köse R aif paşadan baş- lıyarak, kum andan A li Muhsin p a şanın, Keçecizade İzzet Fuad pa şanın, Aziz M ollanın ve sairenin taklidlerini o k ad ar m ükemm el y a pard ı ki büyük babam a m isafir g e l diklerinde m utlaka onu çağırırlar d ı:
— A rap nerede? T aklidim i y a p sın !..
Gelsin kah kah alar; avucuna
lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l I I İ lira-l i lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l i f i i i i ı ı i i i i i i i ı ı ı t ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l lira-l İ lira-l i lira-l
lar, m ecidiyeler sıkıştırm alar.
K adinnelerim izden k alm a Beyler- b eyli bir H anife hanım vard ı. A ra d a bir gelir, günlerce kalır, biz kü çüklere:
(K utu se, kutu ni, kutu gi, kutu d i ...) d iye kutu dili, (B epçen, sap ça, napça, b ip ç it...) d iye kepçe dili öğretir, (Ü ç tu ru n çlar), (Y eşil sal kım ) m asallarım anlatır, sultan Me- cid ham lacılarından olan kocasının saltan at kayığım nasıl çekişini naklederdi.
H adi çarşafı giyip, peçeyi örtüp, y a y ık ağ ız la:
— Y orgunluktan bittim çocuk la r !.. d iye kam bur kam bur odadan içeri girince, H anife hanım gene dam ladı, postu serecek d iye yüzü buruşan buruşana.
Gene dededen kalm a D eli H edi ye hanım ism inde bir seksenlik v ard ı ki ağzında peynir dişleri ol duğu h ald e boyuna: (K ısm etim çık tı, çık aca k ) d iye beklem ede.
A klın ca gençlik ve tak atlılık taslam ak için, bir gün cim nastik di reğindeki trapezi yakalam ış, s a lla nırken yu v arlan ıp : (A ğzım a zem zem, ağzım a zem zem !) d iye k ıv ranm ağa başlam ıştı.
H adi bunun taklidini de o dere ce iyi ya p ard ı ki gülm eden k ırılır dık.
H adinin uydurm asyon japoncası ve İngilizcesi de yam andı.
Bir gün Şirketi H ayriye vapurun- dayız, B üyükdereye gidiyoruz. Gü verte bir a la y A m erikalı seyyah la dolu.
Bizimki g ayet cid d î tavırla, ja - poncadan tutturup epeyce sö yled ik ten sonra İngilizceye çevirdi. Ka dınlı, erkekli A m erikalılar bozuk fransızcalariyle so rgu d alar:
— Bu renkli ad am dem in japon- ca konuşuyordu. Şim di İngilizce konuşuyor, fakat hiç anlam ıyoruz. Pek m erak ettik, ne dild ir sö yle d iğ i)
Fransızca cevabı ondan a ld ıla r: — Ç erkezce!..
Hadi, kadın ve aile felâketi yü- zühden içkiye vu rd u : azıttıkça azıt tı ; perişan oldu ve iki sene evvel rahm etine kavuştu.
Serm ed M uhtar AIus ( * ) (L io n ) m ağazasının yan ın dan (A sri sinem a) önüne çıkan şim diki K allavi sokağı.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi