Écíirne.
sız
bin yıllık Türk yurda Edime... «Trak» 1ar, _ yâni Türkler, Selanik civarından Istan-bula kadar olan bölgeye kendi mühürlerini basmışlardır, yansı yabancılar elinde kalan bu ülke ye «Trakya» denilmesinin sebebi budar.
On dördüncü asır başlannda Aydın hükümdarı Umur Bey, bir çok defalar Trakya’ya akınlar yap ti; nihayet I. Murat devrinde Türk bayraktan yeniden bu ülkelerde dalgalanmağa başladı. OsmanlI devletinin ikinci merkezi Edir ne’den Tuna’ya ve batıya ordu lar hareket ediyordu; İstanbul fi lerine yürüyen büyük ve şanlı ordu da Edirne’de toplanmış ve hazırlanmıştı.
Bir Tiirk şairi, on sekizinci a* sır başlanndaki Edirne’yi şöyle tasvir ediyordu:
Camiin kubbesine, yazılarına, sütunlarına, minberine, mihrabına, müezzin malıfelinin altındaki fıs kiyeye hayran kaldım. Selimiye- den çıkarken, merdivenlerde ne kadar basamak varsa o kadar dilenci ile karşılaştım; hepsi pek perişandılar; hem bunlar o kadar çoktu ki camideki cemaatten faz la olduklarını iddia edebilirim. Biraz ileride Sultan Murad’ın ca mimin önünden geçerken de aynı facia ile karşılaştım; bunlar İs tanbul’un bazı iki yüzlü fakirle • rine benzemiyorlar; insan onların kıyafetlerinden ve duruşlarından ziyade yüzlerine vurmuş olan ız - tıraptan üzülüyor.
«Edimede şehirden ziyade köy manzarası var; her tarafta fakir lik, ihmal, alâkasızlık göze ç a r pıyor. Memnun olduğum bir cihet varsa, buranın halkı mütevazı, güler yüzlü ve terbiyelidir; nâra atanlara, küstahlık edenlere rast lanmıyor. Hırsızlık da olmuyor muş! Birkaç belediye zabıta me • «Edirne şehri mi bu, yâ gülşen-i ^ « Jü m . Polis çözemedim. me’vâ mıdır? A rkadaşım a sordum: «Asayiş mu-Kasr-ı Padişahî cenpet-İ ,de ° nu" *?«» ml?* Ce™P a’lâ mıdır?» 1 T<rd,: *,nsa" y°k W Pol,se ,ht>- vaktiyle davul gümbür- olsun!»
Anda
...
Acaba
(fileri, zuma sesleri ve tekbir o- ğpltulan arasında uzak hudutlara ordular gönderen, bugün yazık kİ hudut şehrimiz olan Edime ne haldedir?
, Edime Belediyesinin dâvctino gidemediğim için üzgünüm, gece ye gündüz, devamlı olarak çalış mak zorundayım ve vazifemden bir gün bile ayrılmak imkanı yok; mazur görüleceğimi umarım.
Bununla beraber, aziz dostum Aziz Kundumer son günlerde bir arkadaşiyle beraber Edirneye yap tığı seyahatte gördüklerini bana yazmak lûtfunda bulundu; işte onun mektubundan bazı satırlar:
«Akşam denilecek bir saatte vardığımız halde Edirnenin çarşı sında hayat eseri yoktu; hayrette kaldım. Nihayet iki kişiye rastla- «Yahu, burada gece hayatı mudur? Otel nerede?» Diye ım. Gülümsediler ve oteli gös r. Ertesi sabah erken çık - Sultan Mahmut devrinden ıa birkaç açık faytonun müş teri beklediklerini gördük; birine bindik ve Karaağaç’a kadar gidip geldik. Camilerden başka, görüle - cek bir nesne yoktu. O gün Cu ma idi, namaz için Selimiye ca miine gittik. Vakit erkendL İki kişi mevlid okuyordu; birkaç er kek ve muhteşem sütunlar ardın da otuz kadar kadın da dinliyor lardı. Mevlid bitti, namaza b a ş ladık; cemaat ancak yüz kişiden ibaretti.
Aynı faciayı başkalarından da dinledim. Boşalmış bir şehrin be lediyesi ne yapabilir? Bu hudut şehri, bu kahraman, bu güzel yer bizim değil mi? Edirneyi kendi haline bırakmak günahtır. Edirne biitiin Türk milletinin ve Türki - yenindir. Gelip geçmiş olan ikti dar sahipleri bu şehri kaybedil meğe mahkûm bir şehir mi telâk ki ediyorlardı? Böyle bir zanna yer vermemek için Edirneyi hiç olmazsa elli sene evvelki hale koymak lâzım... Ne bekliyoruz?
Kadircan KAFLI
T "
‘TıL
Taha Toros Arşivi