16 MART
C-t jO
Bir facia - Bir hatıra
Yz&n:
SALÂH ADDIN GÜNGÖR
D em liye 16/3/336 Ankarada M ustafa Kem al Paşa
Hazretlerine
B u sabah, Şehzadebaştndaki mızıka karakolunu ingilizler basıp oradaki asker lerle İngilizler müsademe ederek, neti - cede, şimdi Istanbulu işgal altına alıyor lar. Berayı malûmat maruzdur.»
Manastırlı H am di
Türkün mukaddes kitabına geçen İs- tanbulun işgali bahsinde Atatürk hatıra larına şöyle devam buyururlar:
« B u esnada efendiler, H arbiye tel - gr af hanesinden memur A li, malûmat vermeğe başladı: «Sabah, İngilizler ba - sarak, altı şehid ve on beş kadar da mec ruh oldu. Simdi Ingiliz askerleri dolaşı - yor. Simdi, işle İngiliz askerleri nezarete giriyorlar. İşle İçeri giriyorlar. N izam iye kapışma. Teli kes. İngilizler, buradadır!»
Tekrar Manastırlı H am di Efendi bi zi buldu:
«P a şa H azretleri,
H arbiye telgrafhanesini de Ingiliz bahriye askeri işgal edip teli katettiği gi bi, bir taraftan Tophaneyi işgal ediyor - Ur. Bir taraftan zırhlılardan asker ihraç olunuyor. V aziyet vahamet kesbediyor efendim. Sabahki müsademede 6 şeiıid 15 mecruhumuz vardır. Paşa hazretleri.. Emri devletlerine muntazırım.»
16 mart 336 Hamdi
Eğer, 16 mart faciası filme alınmış olsaydı, bu heyecanlı tel yazılan ka dar ancak müessir olur, ve o günkü millî ıstırabı ifadede ancak, bu kadar kudret gösterebilirdi. H iç unutamam:
16 mart gününün sabahı, erkenden matbaaya geliyordum. Birisi kolumdan çekti. Sonra kulağıma eğilerek bana du varda yazılı bir kâğıdı gösterdi:
— Oku, şunu.. — N e var?
— İstanbul, işgal edilmiş...
— Zaten işgal edilmiş değil miydi? — Evet amma bu filî işgal.. Sen o- kul
Duvarda çakılı kâğıd, işgal kuvvetleri kumandanlığının beyannamesi idi ve «tebliği resmî» firması altında şöyle baş lıyordu :
«B eş buçuk sene evvel, memaliki O s- maniyenin mukadderatını her nasılsa elde etmiş olan İttihad ve Terakki Cemi yetinin rüesası, Alm an telkinatma kapı - larak devlet ve milleti Osmaniyeyi H ar bi Umumiye iştirak ettirdiler... Bu hak - sız ve meş’um siyasetin neticesi... »
V e birçok gizli tehdidler savrulduktan sonra:
— İşgal muvakkattir, deniliyordu, düveli itilâfiyenin niyeti Türkleri Dersa- adetten - acaba hangi saadet dolu diyar dan bahsediyordu? - mahrum etmemek - tir. Fakat maazallahütealâ ( ! ) taşrada iğtişaşı umumî, veya kıtaliâm gibi vukuat zuhur ederse, bu kararın tadili muhte - meldir.»
Beyanname, aklı sıra öğüdlerine de - vam ederek, «D evleti Osmaniye enka - zindan yeni bir Türkiye ( ! ) ihdası için, 6on bir ümidi, cinnetlerile ( ! ) mahvetmek istiyenlerin iğfalâtma kapılmamağı» tav siye ediyordu.
Bir milletin ayaklanmasını, «delilik» diye tavsif eden bu herzenameyi duvar - dan koparıp avuçlarımız içinde parçala - mak için ikimiz de dişlerimizi sıkmış ve yüreklerimizde, esir bir millet halinde yaşamanın derin ve köklü sızısını duyarak ayrılmıştık. M atbaaya geldiğim zaman, herkesi telâş içinde buldum. Tahrir mü dürü A bidin Daver, bana:
— İlk iş olarak, hemen Beyazıda koş! dedi, H arbiye Nezaretini işgal ediyor - la r...
Kestirme olsun diye, Çarşının arkasın daki sokaklardan geçerek Beyazıda çıktım. H arbiye Nezaretinin önü bir b ö lük kadar düşman askerile sarılmıştı. Baş
larında bulunan zabitlerden biri, yolumu kesti: Geri çekilmeğe mecbur oldum.
Biraz sonra da H arbiye Nezaretinin işgaline başlandı. İstilâ kuvvetlerinden ayrılan kıt’ alar, mızıka çalarak ağır ağır cümle kapısından içeri girdiler. Çok geç meden, biz de arkalarından sokulduk. Hatırımda kalmışsa, o günler içinde H a r biye Nezaretini Mersinli Cemal Paşa işgal ediyordu.
V aziyet hakkında malûmat almak is - tediğimizi, odacı ile kendisine bildirdik. Bizi yanma çağırdı:
— N e istiyorsunuz?..
— İşgalin mahiyetini öğrenebilir mi yiz? dedik.
Cevab verdi:
— Onu, ben biliyor muyum ki, size anlatayım? V e perdeyi aralıyarak avluyu baştanbaşa dolduran yabancı askerleri işaret etti:
— M ağlûb bir milletin, işgal altına alınmış payitahtında, ordusuz bir H arbi ye Nazırına, vaziyet hakkında sual so rulur m u?..
Boynumuzu bükerek dışarı çıktık. Düşman zabitleri, yüksek sesle konuşarak^ koridorlarda dolaşıyorlardı. M atbaay.' dönünce, gazete sahibinin beni çağırdı - ğım söylediler. Odasına girdim.'
Ben Mehmedlerle konuşurken, Kenan
-- --- — - - da, hiçbir pozu kaçırmıyor, durmadan
Şehzadebaşı vak asını haber aî ı - makines|ni işletiyordu.
. H11TA ’ n « „ »T1 II
Ertesi gunu, yazısını yazıp 1 alha Beye verdim. Kenan da fotoğrafları tes lim etti. Sonradan, ortaya çıkan 16 mart şehidlerinin fotoğraflarından çoğu, öyle sanırım ki, Kenanm aldığı resimlerdir. nız, değil m i? diye sordu.
— Evet dedim, altı neferimizi şehid etmişler.
Gamlı yüzünde, küçük bir ümid dal gası dolaştı:
— Size bir vazife vereceğim.. Şimdi lik gazeteye geçebilecek işlerden değil amma, ileride lâzım olur.. Belki, bir gün gelir, koyarız!
V e ilâve etti:
— Fotoğrafçı «K en an » la birlikte -şimdi öğretmendir- Gümüşsüyü hastane sine gideceksiniz. Şehzade karakolunda yaralananları oraya getirmişler. Kenan, fotoğraflarını alacak, siz de kendileıile görüşeceksiniz!..
Fotoğrafçı Kenan, o tarihte, gazete fotoğrafçıları içinde zekâsı, atılganlığı ile tanınmış kıymetli bir elemandı. Talha Beyin orzusunu söyler söylem ez:
— Dur, öyleyse., dedi, makinemi ala yım !..
İşimiz, pek tehlikesiz sayılamasa bile, bütün tehlikeli işler gibi, zevkli idi. T a k simin arka sokaklarından dolaşarak, düş man neferlerine rasladıkça, fotoğraf ma kinesini paltolarımızın içine saklıyarak, Gümüşsüyü hastanesinin önüne geldik, hastane, henüz işgal altında değildi.
Kolaylıkla içeri girdik. Şimdi aradan 17 sene geçtiği için, koğuşta, birer birer konuştuğum Mehmedciklerin isimlerini hatırlıyamıyorum.
Y alnız içlerinde karayağız bir er var dı ki; heybetli duruşile üzerimde tarif e- dilmez bir tesir yapmıştı.
Bu M ehm ede sormuştum:
— Nasıl oldu, babacan.. A n lat baka lım..
Geçirdiği kanlı macera, sözünü etme ğe değmez bir işmiş gibi, yatağının içinde yüzünü buruşturmuştu:
— Olanı biteni hep biliyonuz a.. G e ne de soruyonuz!
— Senin ağzından da dinlemek iste -dik!..
H a fifçe, sargılı kolunun üstüne yas - lanarak:
— Ben uyhudaydım! diye başladı: gecenin bi vahtinde (vaktinde) uyan - dım.. V a y , be! Tüfekler vızıl vızıl atili yi...
Hemence, galhtım.. Duvardaki mav - zere sarıldım.. O ara, ötekiler de uyandı lar. Ben, üstüme doğru gelen garaltıva bi gurşun çaldım.. D azlak gibi yere yu varlandı. Derken, bi gurşun, bi gurşun daha!.. Kime çaldım ise, önümde yığıla galiyi..
Derkene, efendim... golumda bi ısı - cahlık duydum... Gayri ondan ötesiniy çaktı! bilemeyon efendi!..
Dün, 16 martın canlı şahidi; İnhisar lar İdaresinin K araağaç fabrikası me murlarından M ehm ed Çavuşla konuş tum. M ehm ed Çavuş, karargâhın nasıl basıldığım bana şöyle anlattı:
— Şehzadebaşındaki Letafet apartı- mam, o tarihlerde onuncu Kafkas fırka sı karargâhı idi. Fırkanın kumandanı da miralay Kemal Sami Beydi (K em aled - din Sami P a şa ).
15 mart günü; akşam geç vakte ka - dar, miralay İbrahim ( o zaman yüzba - şı) ve diğer bazı zatlarla birlikte, Leta - fet apartmanındaki karargâhta toplan - mıştık. Karaağacdaki tapa fabrikasın - dan A nadoluya kaçırmak üzere tedarik ettiğimiz cepanelerin tecrübesi yapılıyor du. Cepaneleri tetkik eden komisyon, bi raz evvel dağılmıştı. Ceblerimizde bom balarla karargâhtan çıktık. İbrahim B ey le, Şehzadebaşma doğru yürürken, bizim polis memurlarından biri, gizlice yanı - miza sokularak:
— Haberiniz var mı? diye sordu, İn gilizler, Letafet apartmanını basıyorlar! Hemen, tersyüzüne döndük ve kınlan kapıdan paldır küldür içeri girdik. D üş man, durmadan, uyuyan askerlerimiz ü- zerine ateş ediyordu. İbrahim B ey, ba - girdi:
— Boş geçirecek vaktimiz y ok ! B om balarm ız zaten hazırdı. Hemen pencerelere koştuk ve oradan ateş e - den düşman askerlerinin üzerine, iki şer üçer el bombası fırlattık. Bu umma - dıklan bomba yağmuru, müstevlileri şa şırtmıştı. Aralarında panik başgöstermek- te gecikmedi. Darmadağın oldular. Biz de bu fırsattan istifade ederek, şehid askerlerimizden üç kişiyi sallasırt ettik, Eyübe götürerek hazırlattığımız mezar lara, kanlı elbiselerile gömdük.
Birkaç gün sonra, İngilizler, beni tev kif ettiler. Fakat, millî davaya hizmet ettiğimi tevsik edemeyince serbest bırak tılar.»
• • • • • • « • • « t
18 mart kurtuluş tarihimizin sayılı fır tınalarından biriydi.
Atatürkün güneş dehası, talihimizi ör ten kara bulutları dağıtmamış olsaydı, bu sayılı fırtına; 33 6 yılı 16 martını takib e- den 16 martlar, Türk milletini, bir sarı yaprak gibi ayaklar altına serilmiş bula
-SALÂHADD1N GÜNGÖR
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi