İ
1
jr
a
Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p O R A L
-
.. ' .
. ^'v-. ■. . "■ IIm ralı’dan firar da Türkiye’den çıkm ak da büyük sorun değildi.
Yılm az’m cinayet suçundan kesinleşmiş hükmü olduğu için
Interpol alanma giriyordu. Hangi ülkeye gitse Interpol tarafından
Türkiye’ye iade edilm eyeceğinin hiçbir garantisi yoktu
laz, T ü r k iy e ™ haberdar edileceği kuşkusu ile
ülkeleriyle temas edilm esini istemiyordu. Bulgarların, geri
verm eyecekleri konusunda güvence verm eleri halinde,
îm ralı'dan bir deniz m otoruyla gitm eyi tasarlıyorduk
Kaçışın düğüm noktası
AÇIŞ üstünde tekrar ve
ciddi bir şekilde konuş maya başlamamız, imralı Cezaevi’ne götürüldüğü 1979’a dayanıyor. Yıl
maz, çok kötü bir ruh ha
li içindeydi. Özellikle, Toptaşı’ndan apar topar alınıp, günlerce Sağmalcılar Cezae- v i’nin revirinde, ağır hastalar ara sında, görüşme yasağı da uygulana rak tutulması, sinir sistemini allak bullak etmişti.
Birlikte çalışmaya başlayışımızın
ikinci yılıydı. İmralı Cezaevi’nde, 1979 yazında, somut olarak “kaçış konusu” üstünde konuşmaya ve ha zırlıklarına başladık. Yılmaz, o sü reçte de, konuyu, ikimiz dışında kimsenin bilmesini ve sezmesini is temiyordu. Kaygılanacağı, tedirgin olabileceği duygusuyla, eşi Fatoş’un da hissetmesini istemiyordu. Belli bir olgunluk sürecinde, gerekli biçi miyle kendisi açmayı düşünüyordu.
Tek bir istisna olarak, konuyu u-
luslararası boyutuyla Orhan Apay- dın’a sordum. Yıllardır avukatım ol ması yanı sıra, aramızda çok yakın bir sevgi bağı vardı. Yılmaz’m bir düşüncesi olarak değil, kendi duy gum olarak sordum. “Orhan Abi, koşullar ve bunca dava, beni, kendi adıma da, Yılm az adma da kaygılan dırıyor; bu davalar sonuçlanırsa, be nim için sorun değil, politik sürgün olarak çıkabilirim, fakat, Yılmaz’m konumu ne olur?” biçiminde yaptı ğım sondaja, Orhan Apaydın, “Yıl-
maz’m cinayet suçundan kesinleş
miş bir hükmü olduğu için, Inter- pol’ün alanı içindedir ve geri istenir. İade anlaşması olsun olmasm, Inter- pol’ce tutuklanmayacağının ve geri iade edilmeyeceğinin bir garantisi yoktur!” dedi.
G
ü v e n c e
a r iy o r d u k
îm ralı’dan firar da, Türkiye’den
çıkmak da, büyük sorun değildi. Ve zaten o dönemde, sık sık cezaevin den İstanbul’a gelmeye başlamıştı.
Yılm az’m, belli bir sinema çevresi
dışmda, yurt dışında bir ünü de yok tu. iadeyi zorlaştırması açısından, bu dayanaktan da yoksundu. Birçok ilişkinin de, politik kişiliği açısın dan, bu yönüyle hesabı gerekiyordu. Yani hem teslim edilmeyeceği gü vencesinin, hem de, devletlerarası i- lişkilerde kullanılmayacağı güven cesinin alınması gerekiyordu. Yanı sıra, can güvenliğimiz nedeniyle al mayı düşündüğümüz belli önlemlere ve çalışma - yer değiştirme gibi ko nularda saptadığımız isteklere saygı duymalıydı...
Bu konuları, “ ince eler - sık do
kur” biçimiyle, Yılm az’la değerlen dirmeye başladık. Yılm az, konunun Bulgaristan’la çözülebileceğini düşü nüyordu. Bu düşüncesi, kaçışm “ ilk adımı” içindi. “İkinci kaçışı oradan gerçekleştirmek zorunda kalabili riz!” diyordu. Bulgarların, geri tes lim etmeyecekleri konusunda bir gü vence vermeleri halinde, îmralı’dan bir deniz motoruyla gitmeyi tasarlı yorduk... Güvencenin, Türkiye’den çıkmadan bize kesin olarak verilme sini ölçü olarak saptadık. Batı ülke lerinden herhangi biriyle,
Türki-V
‘Serbest P olaşınTın fotoğrafı!
Yılmaz Güney, îmralı’dan serbestçe Moda’dakl evine gelip gidebiliyordu. Eşi Fatoş'la bu fotoğrafı, cezaevinden çıkıp geldiği Moda’daki evinde çekildi. Geliş gidişlerle ilgili Nihat Behram şöyle diyor: ‘Yılmaz, cezaevinde evine bu geliş gidişlerinin çok gizli tutulmasını istiyordu. Gerekmedikçe, çevremizdeki arkadaşlara da söylemi yorduk. Duyulması, özellikle basına sızması, bu olanağın yitmesi ve kapalıya sürülmesi demekti. Bu geliş gidişler, imralı Cezaevi’nin, İstanbul’a erzak vs. almaya gelen. motorlarıyla olmaktaydı. Kimi zaman mahkumların dayanışması, kimi zaman, o dönem cezaevi savcısının iyi niyetiyle göz yumması sonucu sağlanmış bir olanaktı. Gelen motor, çoğunlukla ertesi gün, (arıza vs. gibi bir neden bulunduğunda ise) bazan bir iki gün sonra dönmekteydi. Motor, eğer koşullar uygunsa, Moda’daki eve yakın koyun iskelesinde bırakıyordu Yılmaz’ı. Bu olmazsa, Sirkeci’ye yanaştığı yerden alıyorduk. Dönüş randevusu da aynı şekilde düzenleniyordu. Yılmaz, duyulmuş görülmüş olabileceği, ya da mahkumlarca sızdırılmış
olabileceği hesabını da göz önünde tutuyordu.
Önlemleri, bir suikast olasılığını hesap ederek alıyorduk. İstanbul’a geldiğinde, cezaevinde taşıdığı küçük tabancasını, kendisine iletilen otomatik silahla değiştiriyordu. İstanbul’da olduğu günlerde, film işlerinden, özel dostluk ve politik ilişkilerine dek (gerektiği ve güvendiği oranda) çeşitli görüşmeleri de
sürdürüyordu. Birlikte, Dündar Kılıç’ı ziyarete gittiğimiz de oluyordu, görüşmek istediği kişileri, kaldığı eve götürdüğümüz de..
(Fotoğraf: Ahmet Boğa)
YILMAZ Güney’den Nihat Behram’a iletilen bir
not ve bu notun Nihat Betıram’daki çağrışımları:
Çalışma şartları çok kötü; bütün çabaya karşın an cak bunları yazabiliyorum.
Yarın sabah gönderme olanağı bulursam, akşam yazdıklanmı göndereceğim.
Henüz durumum belli değil.
Yazının eksikliğini tamamlamaya çalış...
Gönderdiğim kitabı dikkatle oku. Çalışmamızın te m el noktalarını içeriyor.
Selam... Yılmaz Güney
MEKTUBUN ÇAĞRIŞIMLARI
O dönemde, cezaevinde Yılmaz’a karşı bir suikast girişimi oldu. Suikast planını bizzat, bu “iş”le görev lendirilmiş olan mahkum, pişmanlık duyarak “günah çıkarıp” Yılmaz’a kendisi haber verdi. Yılmaz, bu ola yın gizli tutulmasını ve kamuoyuna duyurulmamasını
istiyordu. “Ortaya çıkarsa, bilmediğimiz yeni bir kişiyi görevlendirirler; güvenlik ve koruma gerekçesiyle, bu kez koşulların daha ağır olduğu bir yere sürgün eder ler” diye düşünmekteydik. Oysa, yattığı süreler nede niyle, yarıaçık cezaevine gitme yasal hakları doğmak üzereydi. En ufak bir açık, bu hakkını yok etmelerine fırsat verecekti. O aylar, çevresinde sürekli huzursuz luk yaratılan bir dönemdi. Her koşulda, şu ya da bu şekilde kendine bir çalışma ortamı yaratabilmiş olan
Yılmaz, notunun ilk cümlesinde, “koşullarının çok kö
tü olduğunu” özellikle vurguluyor.
Bir süre sonraydı ki, gelişmeler, “cezaevinden nak ledileceği” yönünde aldığımız haberi doğruladı. Bir gece Yılmaz, eşyalarını dahi toparlayamadan, Top- taşı Cezaevi’nden apar topar götürüldü. Yılmaz, Fa-
toş’a haber ulaştırabilmiş, o da beni aramıştı. Güney
Film'de buluşup Yılmaz’ı aramaya başladık. Nereye götürüldüğü de belli değildi. Telefonla aradığımız hiç bir yetkiliden açık bir yanıt alamıyorduk. Sonunda, yi ne Orhan Apaydın’ın yardımlarıyla, Sağmalcılar Ce zaevinde olabileceğini öğrendik. Bir rastlantı ki, kar deşim Namık Kemal Behramoğlu, o dönem de Sağmalcılar Cezaevi savcısıydı. Ve cezaevindeki
lojmanlarda kalıyordu. Telefonla kontakt kuramayın- ca, geç bir saat olmasına rağmen cezaevine gitmeye karar verdik. İsmail Yıldırımla birlikte, cezaevi bah çesine ulaşabildik, fakat, Y ılm a z’la görüşm em iz mümkün olmadı. “Kendisini evinde beklememizi” söyleyen kardeşim, bir süre sonra geldi ve “Y ıl- maz’ın, cezaevi koğuşlarına getirilmediğini, bakanlık tan gelen bir emirle ve her türlü görüşme ve haber yasağıyla, hastane bölümünde, revirde tutulduğunu; büyük olasılıkla bir başka şehire nakledilmek istendi ğini” belirtti. Bazı kaygılarımı söyleyip, “bir görme fır satı yaratmaya çalışması için” ısrar edince, “En azın dan kendisine güvenmemiz gerektiğini; orada olduk ça Yılmaz’a bir kötülük yapılmasına izin vermeyece ğini, gerekirse silahıyla savunacağını, gelişmelerden bizi haberdar edeceğini, gerekli bilgileri Yılmaz'a da vereceğini” söyleyip gitmemizi istedi.
Kapatıldığı ağır hastalar revirinde, Yılmaz’a uygula nan görüşme yasağı ve tecrit, sonraki günlerde de sürdü. Nakledilmek istendiği cezaevleri, “isyan oldu ğu; güvenliğin bulunmadığı” gibi değişik gerekçelerle
Yılmaz'ı almak istemiyordu. Sinirleri bu dönemde bir
hayli yıprandı.
Günler sonraydı ki, Yılmaz, tecrit altında bekletildi ği revirden İmralı Yarıaçık Cezaevi’ne nakledildi.
Kardeşim de, görevinden alınıp bir başka yere sü rüldü. Daha sonra istifa edip, avukatlık mesleğine döndü.
YARIN: BULGARİSTAN,
ARNAVUTLUK DENENİYOR
ye’de bir diyalog kurulmasına kar şıydı. O ülkelerin yetkililerince Tür kiye’ni haberdar edileceği kuşkusu içindeydi... Bulgarlarla çözülmemesi durumunda, ikinci etap olarak Ar- navutluk’tu düşüncesi. Bu konuları uzun boylu tartıştık. Bulgarların, bu iş için, yüklü paradan, “bazı konula ra” dek pazarlığa girebilecekleri dü şüncesiyle, konuyu çeşitli açılarıyla değerlendirdik. Görüşmenin niteli ğine göre, gerekirse, “ transit geçme güvencesi” ya da “ geçici kalma gü vencesi” önerecektik. Koşullara gö re, bu da Arnavutluk ya da güvence sağlayacağımız bir başka devlet ola caktı.
SİLAH SAĞLANDI
Tü rkiye’de götürülecek bu görüş meler sürecinde, bir yandan da îm- ralı’daki hazırlıkların yapılmasını kararlaştırdık. Hk elde gerekli olan lar, motor ve korunma silahlarıydı. Bunları sağlamak da büyük sorun olmadı...
1979 yazmda, somut olarak görüş melere başlama kararı verdik. Ka rarlaştırdığımız biçimiyle, “film a- lışverişi, kültürel ilişkiler” görüntü sü altında, Bulgar Konsolosluğu kül tür sorumlularıyla ilişkiye geçecek, bu kanaldan giderek, “üst düzey” yetkililere ulaşmaya çalışacaktım. Fakat, açıkçası benim için de bir riskti.
Y ılm az’m, “ ikimizin dışında kim senin bilmemesi” yönündeki kesin ölçüsü bu riski ikiye katlıyordu. Ya ni, sorun korku - cesaret sorunu de ğil, olumlu ya da olumsuz gelişmele riyle, sonuçlarında alabileceği an lamları hesap etmekti. Yılm az’la a- ramızda tartıştığımız, anlaşamadığı mız bir noktaydı bu. O, çevremizde ki kimseye güvenmiyor, bilgilendi receğimiz her kişinin, riski başka anlamıyla artıracağını düşünüyor du. “Bana güvenmiyor musun? Bu nu benim için ve benim isteğimle ya pıyorsun; bunu söylemem ve bilme miz sana yetmiyor mu?” diyordu. Bense, “ sorunun birbirimize güve nin ötesinde bir anlamı olduğunu, kendisine güvenmesem, yazarlığıma dek kendimle ilgili her işi bırakıp, gece - gündüz böyle koşturmayacağı mı; silahını getirmeye dek, her işe göz kırpmadan girildiğini” söylüyor dum ve ne olursa olsun, ikimizin gü vendiği bir üçüncü kişinin, kaçışla ilgili aramızdaki bu ilişkiden haber dar olmasını istiyordum. Bunu, en a- zmdan tarihe karşı; adımız çevresin deki spekülasyonlara karşı bir gü vence olarak düşünüyordum. “Geç mişimizde Sabahattin A li gibi bir o- lay var!” diyordum.
KİMSE DUYMASIN
Tartışmalarımız sonunda “Fa
toş’un bilmesi yeter mi?” diye sordu ğunda, “ Farketmez; fakat, daha siya si nitelikli ve yakınlarımız dışmda bir kişiyi tercih ederim!” yanıtını verdim, önerilerim arasında, Or
han Apaydın, Emil Galip gibi de
ğerli ve güvenilir kişilikleri de say dım... Yılmaz, bu konudan kimsenin
haberdar edilmesini istemiyordu. Sonuçta, “ Sorumluluğunu yüklenme temelinde çevremizden bir arkadaş öner!” dedi. İsm ail üstünde anlaş mıştık. İsmail, en azından, benim gö rüşmeleri götürdüğüm yerlerde göz cü olarak duracaktı. İsmail, genel anlamıyla, Yılmaz’m kaçma düşün cesinden belli oranda haberdar edi lecek; ayrıntıları, ancak gerektikçe,
Yılmaz tarafından kendisine söyle
necekti. Görüşmelerden olumlu bir sonuç alınması durumunda, îmra- h’dan yola çıkacaktık. Koşullara gö re bu süreçte, İsm ail’le birlikte Ka
zım (B.A.) da bizimle birlikte olacak
tı.
İLK DİYALOGLAR
Bulgaristan ve Arnavutluk gibi ül kelerin konsolosluklarına gidip gel meye, filmcilik ve genel kültürel ko nularda ilişkiler kurmaya başlamış tım. tik diyaloglar, film katalogları, kültürel yayınlar götürüp alma, şen lik festival tarihleri sorma ve göste rilere davetler gibi konularla sınır lıydı. Belli bir güven temelinde de rinleştirecektim. 1979 güzüydü. “Düşman”ın çalışmaları da yoğun laşmıştı. Bu dönemde, başladığım i- lişkileri adım adım derinleştirmeye karar verdik, tik adımlar olarak, be nim konumumla ilgili, belli önlem ler almıştık. Gerek polisin, gerekse yakın uzak çevremizdeki arkadaşla rın ve devrimcilerin dikkat alanı dı şına çıkmam gerekiyordu.
(Bu dönemde, Yılmaz Gtiney’in de katıldığı - îm ralı’dan çıkıp gel diği bir toplantıda, Nihat Behram, tüm arkadaşlara “artık politik i- lişkiler içinde olmak istemediği ni, sanat çalışm alarına dönmek istediğini, şiir, kitap yazacağım ve Güney Film ’in işleriyle uğraşa cağım” açıklar. Ve amansızca e- leştiriye, saldırıya uğrar. Bu açık lamanın gerçek nedenini bilen tek kişi Yılmaz Güney de eleştirilere katılarak, hak verir.)
Arkadaşlar gittikten sonra, “mer kez komitesi toplantısı” adı altoda ki “komedi”de yaşanan saçmalığı hissettirmek istedim. Umulmadık zamanlarda, umulmadık biçimlerde olağanüstü sezgileriyle hareket eden Yılm az, ne söyleyeceğimi sezmişti. İki “puro” yakıp birini bana verdi, havayı yumuşatıp, benden önce ko nuşmaya başladı. Ne çare ki, örnek lemesi, ezikliğimi gidereceğine, ar tırdı. “Tarih böyle yazılır abi!” dedi. “ Gereğinde önderlik çok değerli bir bayan yoldaşı, genelevde çalışmaya görevlendirir. Ona, orospu oldu der ler! En ağır saldırıları da, habersiz o- lan kendi yoldaşları yapar. Oysa o bilir ki, devrimin en büyük
acılarm-m
1978 Toptaşı Cezaevi: Yılmaz Güney, Nihat Behram’a “özgür olma” İsteğini ilk kez Toptaşı Cezaevi’nde 1978’de
¥
açtı. Ancak geçen günler, aylar veıllarla birlikte koşullar da değişecekti, aşariyi yeniden ele aldıklarında yıl 1979’dur ve Yılmaz, Imralı’dadır.
dan birini göğüslemeye layık görül müştür!..”
Yılmaz’ın bu türden “örneklerle” konuşmalarına alışkın olduğum ve duygusunu bildiğim için, o duyguyu böyle biçimleyişinin üstünde dur madan.
O günlerde, “almam gereken acil önlemleri” tamamladım. Kadıköy’de kaldığım evi terkedip, değişik bir kimlikle, Taksim yöresinde bir daire tuttum. Sakızağacı’ııdaki yazıhane ye de, çok gerekmedikçe uğramaya caktım. Taksim girişindeki bir a- partmanın bodrumundaki, depo ola rak kullandığımız, Y ılm az’a ait oda larda çalışmaları yönetecektim. Gö rüntümde de belli bir değişiklik yap tım. Düzgün, tıraşlı, takım elbiseliy dim; gözlükleri çıkarıp lens taktım...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi