2
T
71tp ù i C ( o ^ '
• •
Üniversitede kalan 40 yıl
Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU
I
* ki gün so n ra b ir y ap rak d ah a dönecek za m andan. Ve 1974 geride k alacak. D ünyanın ve ü lkem izin b u yılda geçen ö n em li olayla n n ın lis telerin i g azetelerd e okuyacağız. İzin ve rirse n iz politik a o lay ların d an değil, bu yılın son y azısında kendi y aşam ım ın ü n iv ersited e kalan 40 yılından söz a çm ak istiy o ru m .
E v et, 70 yıllık ö m rü m ü z ü n tam k ırk yılı ü n iv ersite d e kaldı. «Geçti» değil, «Kaldı» diyo ru m . Ç ünkü d o ğ ru su bu. İsv iç re ’nin, çok genç y a şta ölen k ad ın o zan ların d an Alice de Cham b r i e r ’n in duygu ve m elankoli dolu şu dizelerini, o ra d ak i ö ğrencilik zam an ım d an beri pek seve-' rim . B u n ları, ozanın N euchâtel Ü niversitesinin ta m k a rşısın a d ik ilm iş b ü stü n ü n kaid esin d ek i m e rm e re kazm ışlar:
,
N asıl ki, ıssız p a tik a la rd an geçen k o y u n lar. Ak ve y u m u şa k to p a e ık la r b ıra k ırla rs a ç alıla ra yü n lerin d en . Bu d ü n y a yüzünde yaşadığım ız b ü tü n
y e rle r N e yazık! H ep b ir şeyler alık o y ar
özbenliğim izden. Çok doğru! İsta n b u l Ü niversitesinin belki on b in kez geçtiğim bahçesi, tu m a n d ığ ım m erd iv en leri, d o laştığım k o rid o rla rı, eski ve yeni sın ıfları, k ita p lık la rı, id are o d a la rı be n im yaşam ım ın en olgun ve a k tif dön em in in tam k ırk yılını ve acı tatlı b irço k an ıla rın ı alı koydu o ra la rd a . G ençlikten yaşlılığa giden yolu aralık sız, o ra la rd a aştık ; on b in lerce genci, hu k u k b ilim in in ve in ancının k a n atlarıy le k a n at la n d ırıp v atan ın d ö rt b ir b ucağına o rad an u ç u r d u k biz.
B u günkü Söyleyişim izde b u ö y k ünün kim i b ö lü m lerin i an latacağ ım sizlere.
Üzücü Bir Başlangıç
G ü n lerd en 1934 yılı m ay ısın ın son günü İ s tan b u l Ü niversitesi özlük işleri m ü d ü r vekili H icab t Bey (so n ra d an İsta n b u l B aşsavcısı, d a h a s o n ra n o te r sayın H icabî D inç), o zam anki
R e k tö r P ro f. D r. N eşet Ö m er İ rd e lp ’in re sm i m ak a m ın d a günün son ev rak ların ı im zaya su n u y o r. O ta rih te re k tö rlü k odası, ü n iv ersite m er k “z b in asın ın o rta k atın d a. R e k tö rü n k a rsısın d ak i sandalyede H u k u k F ak ü ltesi D ekanı P ro f. T e h ir T a n e r v er alm ış. O dada b aşka kim se yok! O sırad a çalan telefonu re k tö r acar. B ir ses:
— R e k tö r B eyefendi ile gö rü şm ek istiyo ru m .
— B enim .
— E fendim b endeniz Hıfzı fo ta rih te henüz sovadı k u lla n ılm ıy o rd u ), A n k ara’dan geliyorum . T ren d e n şim di indim . H a y d arp a şa d a n telefon e d iv o m m . H u k u k F ak ü ltesi M edeni H u k u k Do çentliğine tav in edildim . M aarif V ekâletinin ta vin em ri yanm adadır. B unu rek tö rlü ğ e bugün takt,im etm em i söylediler. H albuki tre n uzun b ir r ö ta r yap tı ve çok geç geldi. M esai sa a tin in dol m asın a az b ir m ü d d et kaldı H em en ilk vasıta ü e ün iv ersitey e gelivorum . E ğ er m esai saati ge ç erse lü tfen b ir m ü d d et beklem enizi ric a ede cek tim . Ciinkü tayin em rim i zatıSlinize bugün te k tim etm en in b enim için b ü yük ehem niyeti v ar.
— N e gibi ehem m iyeti? — M aaş m eselesi yüzünden. — Peki, te ş rif edin b akalım .
R e k tö r öfke ile telefonu k a p a r ve T ah ir Be ye dönerek: E fen d im , F akültem ize yeni tayin o lu n an b ir doçent, ü n iv ersite re k tö rü n e telefon ed in m ak am ın d a m esai sa a ti d ışın d a b eklem e sini em ir b u y u ru y o r. M aaş m eselesi im iş, m ü him m iş. B en b u n d a n b irşey a n lam ad ım . G öre lim bakalım şu doçenti.
O sırada imza k a rto n u ile ay ak ta d u ra n Hicab! Dinç söze karışarak: «Efendim, bugün m ayısın son günü. Barem K anununa göre, tay in em rinin altın a b u g ü n k ü ta rih le (işe b a şla m ıştır) kaydı konu lu p tara fı âlînizden im zalanmazsa, bu doçent, haziran m aaşını alam az. M ühim dediği h erh ald e bu ola cak» der.
Devlet Kapısı
Dış kapısının üzerinde eski h arflerle «Daire-1 u m u r-ı askeriye» yani «Askerlik işleri dairesi» y a zılı iken, üzerine m erm erden İstanbul Üniversitesi» plakası konulm uş olan eski O smanlı H arbiye N e zareti binasına koşarak girdim . Bu bina C u m h u ri y etten sonra İstanbul Ü niversitesine özgülenm işti. Y u k arı çıktım . Mesai saati geçeli 10 dakika olm uş tu . R ektörün hadem esi ile içeriye h ab er gönder dim «Gelsin» demiş. Millî Eğitim B akanlığının z ar fın ı kendisine uzatırk en , telefonla rahatsız etm e m in nedenini daha açık olarak anlatm ak ve özür dilem ek için birkaç söz söylem ek istedim . «Biliyo ru m , biliyorum » diyerek sözümü kesti. Z arfı açma dan önce beni y u k arıd an aşağı süzdü ve sonra k a r şısında o tu ran Prof. T ah ir T an er'e baktı.
R ektör şu anda Ü niversitenin en y etkili görev lisi, ben ise en kıdem siz öğretim üyesi idik. B ir bü y ü k olarak ne tatlı b ir söz. n e b ir g ü ler yüz, ne b ir hoşgeldin, n e de başarı dileği! D ondum k a l dım ayakta. N ihayet zarfı açtı, kısa yazıyı okuduk tan sonra, içinde alay sezdiğim b ir sesle: «Tahir B eyefendi, sizin F ak ü ltey e yeni bir doçent tay in edilm iş, m übarek olsun» deyip kâğıdı ona uzattı ve zile basarak H icabî Beyi çağırttı. Az sonra ince, u zu n boylu, açık ren k gözlü b ir genç odaya girdi. A tanm a em rini ona uzatan Rektör: «Altına lâzım gelen m eşru h atı v ererek getir imzalayayım» dedi ve bana da: «Arzunuz veçhile bekledik. M uam ele
niz tam am landı. A rtık gidebilirsiniz» deyip başıyla k apıyı işaret etti. Azıcık d u rak sam ad an sonra kısa ca: «Teşekkür ederim» dedim ve Hicabt B eyin a r kasın d an çıktım . D ışarıda Hicabi Bey bana y ak ın lık gösterdi, başarı diledi ve fena halde alındığım ı görerek, bana, yazının başına aktardığım konuşm a l a n ak ta rd ı ve: «Sizden telefon geldiği sırada ben R ektör beyin yanında idim. Eğer ona B arem K a n u n u n u n h ü k m ü n ü anlatm asaydım . beklem eyip gi decekti. Ç ünkü telefona öfkelendi. B u n lar tıp p ro fesörü o ldukları için m alt m evzuatı bilmezler» d e di. K endisine içtenlikle teşek k ü r ederek ayrıldım . İçim den: «Yalnız m alî m evzuatı değil, bü y ü k lü ğ ü n ve insanlığın n e dem ek olduğunu da bilm iyor bu adam» diye düşüne d ü şü n e — o zam an ahşap o- lan —m erdivenleri indim. Bu, benim b ü tü n öğre tim üyeliğim süresinde Ord. Prof. D r. N eşet Ö m er beyle ilk ve son karşılaşm am oldu.
Diri b ir yeşilliğe b ü rü n m ü ş olan bahçeyi geçe rek dış kapıdan — şimdi yerinde y eller esen — eski şirin havuzlu Beyazıt m eydanına çıktım . D ü şü n ü yordum : Bu binayı ilk kez 1922’de Trabzon Lisesini b itirip İstan b u l’a geldiğim de dışından görm üştüm . G eniş ve düm düz b ir m eydanın ortasında yükselen
görkem li b ir yapı idi: ask erler girip çıkıyordu ora ya. O zam ana değin bu kadar büyük bir bina ve yakınındaki yangın kulesinden daha yüksek bir k u le görm em iştim hiç. Bina ile dış kapı arasındaki talim m eydanı uçsuz bucaksızm ış gibi geniş görün- d ü ydü gözüme, ikinci kez 1924 yazında A n k ara’dan İsta n b u l’a gelişim de bina Ü niversitenin olm uştu. İçini gezdim ve yangın kulesine de çıktım dı o za m an. Bugün güzel ve gölgeli bir park d u ru m u n u alm ış olan boş talim m eydanı, D â r-ü l-fü n u n Emini fyani ün iv ersite re k tö rü ) sayın Prof. İsm ail H ak kı B altacıoğlu’n u n him m etiyle ağaçlandırılıyordu. Tam 10 yıl sonra, 1934’te, bu dış kapıdan ü n i versite bahçesine, b ir öğretim üyesi olarak, ilk kez girip çıkıyordum bugün. Bu kapı benim için a r tık «meslek kapısı», daha doğrusu, «devlet kapısı» d u ru m u n a gelm işti ve ben devlete yeniden kapı- lanm ıştım . «yeniden» diyorum , çünkü doktora öğ renim i için A vrupaya gönderilm ezden önce de, TBM M ’nde m em ur olarak zaten devlet kapısında çalışıyordum .
H u k u k F a k ü lte s in e 1934 m ay ısın d a d o çen t a ta n d ığ ım zam an b ir yıllık h u k u k d o k to ru idim . Ü n iv e rsite re fo rm u yeni y ap ılm ış, A lm an y a ’da H itle r b a sk ısın d an k a ça n d e ğ erli p ro fe sö rle r, İs ta n b u l Ü n iv e rsite sin in t ü r lü fa k ü lte le rin e a ta n m ış tı. O ta r ih te İ k tis a t F a k ü lte si h e n ü z k u ru lm a m ış tı; ik tis a t d e rsleri H u k u k F a k ü lte s in d e o k u n u rd u . F a k ü lte d e p ro fe s ö rle rd e n h u k u k ç u S c h w a rz , H onig, H irsch ve —eski D a rü lfü n u n z a m an ın d a n k a lm a — P ro f. C ro zat ile ik tisa tçı o lara k Prm PfiDKe K e s s le r, N e u m a rk ve R ü sto w v a rd ı B u n la rd a n yal
nız üçü (H onig, H irsch, N eum ark > Y ahudi, ö b ü rle ri A lm an ırk ın ria n d ı. M edeni H u k u k P ro fe sö rü S c h w a rz 'in d e rs le rin i s ın ıfta d ilim ize ben ç e v irird im ve yıl so n la rın d a sın av k âğ ıtla rın ı b en o k u y u p not a ta r , so n ra , İkm ale k alan la rın d u ru m u ile (P e k iy i) a la n la rın d u ru m u n u ona a n la tırd ım . K en d isi h asta o ld u ğ u g ü n ler d e rs le ri ben v e rird im . Bu çalışm a y ö n tem i b ö y - lece d ö rt yıl s ü rd ü .
Arkadan Gelen Sınav ve
Unvanlar
D erk en 1938’de M illî E ğitim B ak an lığ ı —1933 te n b a şla y a ra k y ü rü r lü ğ e g irm e k ü z e re — b ir y ö n etm elik ç ık a rd ı ve g ö rev d ek i bütiin do ç e n tle ri d o ç en tlik sın a v ın a ta b i tu ttu . B una gö re, h a zırla y a ca ğ ı d o ç en tlik tezi k ab u l ed ilirse, d o çen t b ir de sözlü sın av a a lın a ca k , sın a v k o m isy o n u , yani jü r i, ilgili fa k ü lte d e k a n ın ın b a ş k a n lığ ın d a o fa k ü lte n in b ü tü n p ro fe s ö rle rin d e n o lu şa ca k v e d o çen t y alnız kendi bilim d a lın d a n değil, h u k u k u n b ü tü n d a lla rın d a n sınav geçi re c e k ti. «Ya bu d ev ey i g ü tm e li, y a b u d iy a rd a n gitm eli» d u ru m u d o ğ m u ştu benim için. İs te r istem e z «deveyi g ü tm ey e» k a ra r v erd im ve a n ı la rım d a a y rın tıla rıy le a n la ttığ ım e v re le rd e n g e çe rek sın a v ı b a şa rd ım . Ş im d i h ep si de ra h
m etli o lan o z a m a n k i d o çen t a rk a d a ş la rım Y a vuz A b ad an G alip G ü lte k in , R efiî Ş ü k r ü Suv- la, A h m e t A li ö z e k e n d e b e n d en so n ra b ire r b ire r bu —a rk a d a n g e le n — d o ç en tlik sın a v ın ın d a r b o ğ azın d an g eçtiler «D ar boğaz» d iy o ru m , ç ü n k ü ta m d ö rt yıl ö ğ re n c ile rin s ın a v ım y a p m ış, sın ıf g eçirm iş, sın ıfta b ıra k m ış b ir ö ğ re tim ü y e sin in s o n ra d a n z o ru n lu tu tu ld u ğ u do ç e n tlik s ın a v ın d a d ö n m esi b ü y ü k b ir sk a n d a l o lac ak tı. A ln ım ızın a k ıy la ç ık tık çok ş ü k ü r bu s ın a v d an ve o n d a n so n ra 1942’d e p ro fe s ö r, 1948’ de de o rd in a ry ü s ü n v a n ın ı a ld ık .
Merdivenler ve Zaman
M erkez b in a s ın ın m e rd iv e n le ri b a sık , f a k a t ç o k tu r. Tez can lı b ir y a ra tılış ım o ld u ğ u için, bizim fa k ü lte n in b u lu n d u ğ u ik in c i k a ta —1934- 19.35 y ılla rın d a — bu b a s a m a k la rı ik iş e r ik iş e r a tla y a ra k ç ık a rd ım B ir sab ah b irin c i k a t dö n em ecin d e ra h m e tli hocam ız E b ü l’Ulâ M a rd in ’e ra s tla d ım , selâm v e rd im ve y a v a ş la y a ra k a d ım larım ı ona u y d u rd u m . H e r 10 - 15 b a s a m a k ta b ir d u r u p d in le n iy o rd u . Bu d u ru ş la r d a n b ir in de b an a, «Nur-ı a y n ım şu fa k ü lte y e a s a n s ö r y a p a m a d ıla r b ir tü rlü » dedi, içim d en , «Bu iki k a t için a sa n sö re n e g e rek var?» d iy e d ü şiin - d ü m d ü o gün. Gel zam an, g it z am an , 14 yıl so n ra , 1948’de a s a n s ö r y a p ıld ı, hep o n u n la ç ık m a ğa b a şla d ık . G e çe n lerd e , h en ü z em ek li o lm a d a n önce, fa k ü lte y e g ittiğ im d e , e le k trik c e re y a n ı k esik o ld u ğ u için a s a n s ö r işlem iy o rd u . M erd i v e n le ri tırm a n m a k z o ru n d a k a ld ım , tıp k ı E b ü l’ Ulâ b ey in 40 yıl önce y a p tığ ı gibi, d in le n e din lene. R a h m e tliy i b ir kez d a h a saygı ile a n ım sadım o gün ve g erid e k a la n 40 yılı d ü ş ü n d ü m . Bu y ılla r ne d e ç a b u k a k ıp g itm işle rd i, b ir d ö n e r m erd iv e n gibi, a y a k la rım ın a ltın d a n ve beni g e tiriv erm iş le rd i b u g ü n lere'
Dekanlıklar
1946’da Ü niversite özerklik yasası k a b u l edilip H ukuk Fakültesi D ekanı rahm etli Ord. Prof. S ıd - dık Sami O nar, R ektörlüğe seçilince, H ukuk F a k ültesi P rofesörler K u ru lu da beni dekanlığa seç ti. F ak ü lten in en genç profesörü idim. Tam oniki yıl önce ilk doçent atandığım zam anki d ekan ra h m etli Ord. Prof. T ah ir T an er’in o tu rd u ğ u d ek an lık odası şimdi benim m akam ım olm uştu. K en disini doçent olarak ilk ziyaretim de o da, tıpkı R ektör Neşet Ö m er trd e lp gibi, bana odasında yer göstermem iş, sadece ayakta elim i sık arak başarı dileğinde bulu n m u ştu . Bu kez benim dekanlığım ı teb rik etm ek için aynı odaya geldiğinde ben ken dişine b ü y ü k saygı gösterip — on u n b ü tü n İsrarına rağm en — m akam k o ltuğunda oturm ayıp, kendisi nin yer aldığı k o ltuğun a lt y anındaki koltuğa o - tu rm u ş ve giderken onu kapıya k a d ar u ğ u rlam ış- tım. 12 yıllık sabırlı b ir çalışm a beni hangi aşa m adan hangi aşam aya getirdi, diye düşiindüm dü o zam an. Ş u n u söylem eliyim ki. Prof. T ah ir T a n er, bu ilk dekanlığım süresince b ü tü n icraatım ı destekledi.
Yasaya göre d ek an lık süresi iki yıl idi ve süresi biten dekan, d ö rt yıl geçm edikçe, yeniden d ek an lığa seçilemezdi. 1948’de sürem doldu. A radan d ö rt yıl geçince, 1952’de a rk ad aşlar beni ikinci kez d e k an seçtiler. Bu yazı b ir rap o r değil, b ir anı n ite liği taşıdığından, h e r iki d ekanlık süresindeki ic raatım ın ay rın tıla rın d a n söz edecek değilim.
E v et, İsv içreli ozan A lice d e C h a m b rie r'n in dedi ği gibi, b ü tü n yaşadığım ız y e rle r öz benliğim izden b ir şeyler koparıp alıkoyuyor. Hele insan aynı yerle rin m addi ve m anevi o rtam ında tam ve aralıksız 40 yıl geçirmişse, orada çok şeyler kalıyor o insanın ru h u n d an .. T ıpkı b u yıllard an biri olan 1974’te b ir daha yaşanm asına olanak b u lu n m ay an çok, pek çok şey ler kaldığı g ib i!..