• Sonuç bulunamadı

Abdülhak Hamid'in hayatı boyunca oturduğu evler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhak Hamid'in hayatı boyunca oturduğu evler"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TT- .5 % W î I

Abdulhak Hâmid’in

Hayatı Boyunca

Oturduğu Evler

YAZAN: FEHAM ÜLGEN

O

DEVİRDE Boğaziçi’nin Rumeli sa­ hilleri oldukça mâmûr ve kısmen kibar bir manzaraya mâlikti. Bebek’te va­ pur iskelesine hâkim penbe boyalı büyük ve haşmetli bir kâşâne vardı: Hekimbaşı Yalısı.

Bu yalının sağında oldukça büyük, so­ lunda bundan daha küçük iki sahilhâne daha görülür. Mahmud Baba dergâhının bulunduğu şehidlik cephesine kadar uza­ nan bahçeleri birleşmiş olduğu için, bu üç malikânenin tek bir sahibi vardı: Reis- ül-ulemâ ve Hekimbaşı, Kazasker Abdül- hak Molla.

Büyük yalıda kendisi, ortanca yalıda oğ­ lu müverrih Hayrullah Efendi, küçük ya­ lıda torunları Abdülhalik Nasuhl ve Hay- rünnisa Hanım otururdu.

Abdülhak Hâmid, ortanca yalıda 1268 senesi Rebiülevvel ayının 10. cuma gece­ si sabaha karşı, saat on ikiye on dakika kala oğlum Abdülhak Hâmid, mehd-i ci­ hana kadem bastı. Mevlây-ı Müteâl Haz­ retleri âmâl-i sâliha ihsan eyleyüb, dün­

yada feyzyâb olarak tûl-i ömr ile muam­ mer eyliye. Gurre-i Kânunu sâni, 1852 - Hayrullah) vesikasına göre doğdu. Bu ve­ sikaya göre doğum, Milâdî 5 ocak 1852’ dir.

Hâmid, Paris seyahati hariç, babasıyle Tahran’a gidinceye kadar bu yalıda yaşa­ mıştır.

BÜYÜKÇAMLICA KÖŞKÜ

Abdülhak Molla’nın Bebek’teki yalıla­ rından başka, Büyükçamlıca’da iki büyük; Beykoz çayırında bir küçük köşkü daha vardı.

Hâmid,

«Şehrin en yüksek civarında idim, Bundan eflâke yakın bir yer dedim. Arzın üstünde, cihanda müştehir, Şehrimiz ulviyet mevkiince bir. Şehrimizde «Çamlıca» en hoş tepe. Gezdiğim yer onda en son Mortepe.» diye tavsifine giriştiği, bir takım macera­

O kuyucularım ız,

bu makalede

Şâ-A

ir-i Azam Abdül­

hak Hâmid'in otur­

duğu

evleri ve

gezdiği yerleri bu­

lacaktır.

lar geçirdiği Büyükçamlıca'da Selâmi Efendi türbesinin karşısındaki bu köşke sayfiyeye giderdi.

Annesi ile babasının çocukluk devirle­ rindeki muaşakaları burada canlanmış, ni­ hayet burada evlenmişlerdi. Daha sonra­ ları annesi Münteha Hanım-efendi bura­ da ölmüş ve burada defnedilmiştir.

Hâmid, bu izdivaçtan doğan dördüncü varlıktı.

Bunun için Hâmid, «Vâlidem» adlı ki­ tabında hâdiseyi şöyle anlatır:

«Çerkesistanda bir küçük dereden Koparıp taht-gâh-ı İslâm'ın En cihangir, en karîb-i semâ, En güzel noktasında: Çamlıca’da, Bir büyük köşke re f eden Sultan Çerkesistana hâkim olmasa o, Olmasa halkı tâcir-i üserâ

Olmasa kızlar onda hep mahkûm, Anadan doğma bir esaretle.

Vâlideyn olsa da masûn-ül-kaht, itikadımca herkesin orada, O esar olmasa deli-i yesar. Olmasa payitahtımızda mesağ Bu esir almaca - oyunlarına. Sahibi Ferid Efendi olan, Dediğim köşkün ittisalinde, Olmasa başka bir ikametgâh. Olmasa onda bir küçük molla, Sahib-i darın oğlu bir çelebi. Olmasa komşular meyanında, Âşıkî bir mukarenet mevcûd. Olmasa hâsılı bu rabıtalar; Bu hatâlar, bu hoş tesadüfler. Ben de olmazdım, olmaya cesban.

Birinin nâm-ü şanı bir tarih, Birinin hânedân-ı efsâne. Oğlun nesli pür per-ü ziver. Ufku bir harik-i duradûr. Kızın ecdadı hak-ü haküster. Karlar altında bir şeb-i medfun, Oğul vâlidim, o kız da ninem.

Birinin aslı bir geniş mâzi. Birinin aslı bir büyük nisyan. İki köşkün biri bu kızcağızın, Terbiyetgâhı, şimdi virâne. Biri de haclegâhı, şimdi ahur. Birinin pek yakın civarında. Birinin karşısında, şimdi ise Duruyor seng-i kabr-i pür-nûru Ben onun oğlu, rûh-ı fâtiha-hân.» Çamlıca köşkü üzerinde bu kadar duru­ şum, Hâmid’in hayat ve bir takım aşkla­ rına sahne oluşundandır.

HÂMİD'İN PARİS'E BİRİNCİ GİDİŞİ

Hayrullah Efendi, Avrupa seyahatnâ- meşinde:

«1279, M. 1863 senesi eylül ayı iptida­ sında, oğlum Abdülhalik Nasuhi Bey ve biraderi Abdülhak Hâmid Efendi, müder­ risinden Hoca Tahsin Efendi refakatlerin­ de ve Ömer Bilâl Ağa nam lala dahi mai­ yetlerinde olduğu halde, mesajeri vapur­ larından Sirnus vapura râkiben azimet ey­ lemişlerdir» dediğine göre Hâmid, on bir yaşında Paris’e gitm iştir.

(2)

A. Hâmid, karısı Lüsyen Hanım’la.

PARİS'TEKİ İKAMETGÂHLARI

a) Monsleur Le Prince apartmanında 15 gün kaldıktan sonra,

b) Rue du Bac sokağında 75 numaralı eve yerleşmişler,

c) Hâmid, aynı sokakta Institut Hor- tus’e yatılı olarak verilmiş,

d) Babası Paris’e gelince, Hâmid, gün­ düzlüye çıkarılmıştır.

Matignon caddesinde, Rond Polnt du Champs - Elysâes sokağında 8 odalı apartımana taşınmışlar. Babasının Paris'­ teki görevi bitince, Bebek'teki yalıya dön­ müştür.

«Hâmid, Paris’teki ilk seyahat ihtisas­ larını şöyle anlatır:

«Paris, diyordu.

Pek çok işitm işti Paris’i

On bir yaşında gördü. Ve girmişti mektebe. Mektep ikinci mertebe.

irsî tahassüsât. -Ezelî saik-i hayat. Irsî tahassüsâtına, ümmî zekâsına, Kudret birinci medrese etmişti

Paris'i»

KANLICA’DAKİ SAHİLHANE

Bir gün Fuad Paşa-zâde Nâzım Bey, Kanlıca yalısından vükelâ vapuruna bine­ ceği sırada, füc’eten vefat etmiş, ailesi o yalıyı terketmek gereğini duydukların­ da, Hâmid’in pederi Hayrullah Efendi, Fuad Paşa'ya yalısını teklif etti. Bu hadî­ se ve teklif üzerine, aile beş, altı ay ka­ dar mübadeleten Kanlıca'da oturmuş­ tur.

HÂMİD'İN TAHRAN’A GİDİŞİ

Hâmid’in babası, 1281 (1865 M.) yılın­ da Tahran’a orta elçi olarak tayin edil­ miş, bu tâyin, kış aylarına rastladığından, ilkbaharda, Trabzon yoluyle, Hâmid’in ho­ cası Bahaeddin Efendi ile birlikte yola çık­ mışlardır.

Bebek yalısı, bu münasebetle İran se­ firi Hüseyin Han’a kiralanmıştır. Hayrul­ lah Efendi ailesi, dâmadları Sahib Molla’- nın Rumelihisarı'ndaki, o zaman oturulma­ yan sahilhanesinde ve kısmen de halası Rabia Hanım-efendinin ikametgâhında kı­ şı geçirmişlerdir.

(3)

İlk defa kiraya verilmiş olan yalı, daha önce muşamba döşenmesi için borç alı­ nan beş yüz lira, senelerce ödenmediğin­ den, faizi ile on bin liraya yükselmiş, ic­ ra yoluyle haczen Abdülhak ailesinin elin­ den çıkmıştır.

Yalı bu suretle elden çıkınca, Hayrul- lah Efendi ailesi, Hâmid'in büyük halası­ nın oğlu olan Ahmed Vefik Paşa'nın Ru- melihlsarı’ndaki yalısına geçici olarak ta­ şınmışlardır.

Hayrullah Efendi, İran'da iken aldığı bir mektuptan keyfiyeti öğrenerek bir kalp krizi sonucu vefat etmiştir.

Hâmid, bu Tahran hayatını, «Yine Bir Hâtıra» şiirinde tasvir ve terennüme ça­ lışır:

«iran-ı sühandan,

Şakird-i sebekana, fakat olmadı handan, Bir mezbele hâlinde görülmüş idi

önce. Mebnâ-i mahabbet».

TAHRAN DÖNÜŞÜ

1866'da babası öldükten sonra Hâmid, vazifesinden alındığından, hocasıyle be­ raber İstanbul’a döndü. Tahran'da bir bu­ çuk yıl kadar, sefarethanedeki odasında kalmıştı.

Bebek’teki yalı satılmış olduğundan, aile derbeder bir hâle düşmüştü. Hâmid, Tahran'dan dönünce, aile fertlerini Ah­ med Vefik Paşa’nın Rumelihisarı’ndaki ya­ lısında buldu.

Bu aralık mevsim kış olduğundan, Çam- lıca’ya gidemeyip, Üsküdar’da bilmediği­ miz bir eve taşındılar.

Arada geçen zaman içinde; annesi, kü­ çük hemşiresi Mihrünnisâ Hanım'la bir­ likte gâh babaannesinden kendi annesine intikal eden Büyükçamlıca’daki köşkte, gâh eniştesi Sahib Molla’nın Beykoz'daki yalı mülhakatından İncirliköy'dekl küçük sayfiyede kaldılar.

BOZDOĞAN KEMERİNDEKİ KONAK

İkinci defa kışı, Ahmed Vefik Paşa’nın Bozdoğankemeri’ndeki konağında geçirdi­ ler. İşte bu sırada Recâî-zâde Mahmud Ekrem Bey'le karşılaşıp tanıştı. Onun

aracılığı ile Nâmık Kemal’le muhabere yolu ile tanışıklık kurdu.

Maceray-ı Aşk (1873), Sabr-ü Sebat (1875), içil Kız (1875) ve Duhter-i Hin- dû (1875) bu devrenin mahsulleridir.

Hâmid’in ağabeyi Abdülhalik Nasuhi Bey, yapılmakta olan Rumeli demiryolu hat komiseri olarak Edirne’de bulunmakta iken, Hayrullah Efendi ve Sahib Molla aileleri topluca Edirne'ye gittiler. Hâmid, orada, Fatma Hanım’la evlendi (1874). Yeni evliler, yedi, sekiz ay Edirne'de aile fertleriyle birlikte kaldılar. Buradan, Sa­ hib Molla ailesi ile birlikte İstanbul’a dö­ nüldü.

İNCİRKÖY'DE

Annesi, kız kardeşi ve hanımı ile bir­ likte Incirköy Bahçesl’nde evvelce otur­ dukları Karaköşk’e yerleşmişlerdir.

Hâmid, bu devreyi, — müsveddesini kaybettiğinden bitirem ediği— okunabi­ len kısımları ile:

a) Ruhî ve şahsî kusurlarına

b) Edebî şahsiyetinin teşekkül tarzına, c) Basılabilen eserleri hakkında şahsî telâkkilerine,

d) Resmî hayatına,

ait olmak üzere muhtelif kısımlara ayrıla­ bilen — yarım kalmış manzum tercüme-i hâlinde:

«Gelüb İran’dan olub hâne-nişîn Paris’e gittiğim eyyâma değin Ki dokuz, on senelik meydandır, O da bir medrese-î irfandır: Anda üstâd-ı kerîm-ü-âzam Sâmi Pâşâ ve Kemâl-ü Ekrem. Bâdehu «Duhter-i Hindû çıktı» Ki hataât ile memlû çıktı, iki, üç yeri vardır ancak Bence tağyire sezâ olmayacak. Basılıp sonra «Nazîfe» manzum, Oldu noksân-ı bedîa mâlûm. Yirmi beş yaşlarına vâsıl İdim, Sahib-i aile bâ-hasıl idim. Olmak İsterdi nefs-i galib Bir sefarette ikinci kâtip. Oldu ihsan olunup ol hizmet. Bir daha Paris’i görmek kısmet» demektedir.

(4)

HÂMİD'İN PARİS’E İKİNCİ GİDİŞİ (1876 - 1879)

Hâmid, Paris sefareti ikinci kâtipliğine tayin edilince; annesi, kardeşi, eşi ve ço­ cuklarını Edirne'deki ağabeyi Nasuhi Bey’in yanında bırakmıştır.

Paris'te La Fayette sokağındaki sefaret binasında oturmuştur.

Yaz aylarında Enghien, Ampère sayfi­ yelerinde ikamet etmiştir.

Bu Paris memuriyeti, edebiyatımızdaki yeniliğin ilk nüvesini ve hamlesini meyda­ na getirmesine âmil olmuştur. Nitekim, yukarıda anılan «Terceme-i hâl» şiirinde:

«Sonra Paris’te yazub «Nesteren»i Eyledüm tecrübe şi'r-i gühenl, Yani Türkîde olan vezn-i hecâ Ki odur mağraz için tarz ı becâ. Anda Korney’le Rasinler, Müseler, Hele Viktor Hügo, Volter, Molyer, Eyleyüb arz-ı kemâlât bana, Eyleyüb aczimi isbat bana. Bunların şiirine ettim dikkat: Ya hakikat idi ya hikmet, Hem de gayetle tabiî ve selis, Gâh tesirinde mânend-i nesis. Gelüb hayret bana, kaldım mahsur Düşünüb kendimi oldum meftur, Buna taklid değilken haddim, Başka bir yolda yazarken ceddim, Eyleyüb ye's ile bir gün cür'et, Tarz-ı garbî dedim olsun âdet O zaman yazmış idim «Sahrâ»yı, Keşfedermişce yeni dünyayı, demektedir.

Paris'ten izinli olarak ayrılıp İstanbul'a geldiği zaman azledilmiştir. Hâmid, hâtı- râtında: «Benim vazife-i kitâbeti ifa ede­ cek yerde, ihmal ve daima edebiyat ile iştigal edüp, Paris’te «Nesteren» nâmı ile rızay-ı âlîye gayr-ı muvafık bir eser tab’ ettirm iş olduğumu bir sûret-i hafîyede arz ve iblâğ edenler olmuş» diyor.

ACIMUSLUKTAKİ KONAK (1879 - 1881)

O zaman ağabeyi Nasûhî Bey, İstanbul şehremaneti idare meclisi reisi idi. Bü­

tün aile, Edirne’den İstanbul’a nakletmiş, Acımusluk’taki konakta oturmakta idiler. Bu mazuliyet devresi uzun sürdü. Bu dev­ rede: Sahrâ, Belde, Nazîfe, Tezer, Eş- ber. Bir Sefilenin hasb-ı Hâli'ni yazmış bulunduğunu kaydeder.

Nitekim, yine manzum terceme-i hâlin­ de:

«Geldim İstanbul’a «Târik» çıktı O zaman tab’a muvafık çıktı. İki, üç yıl kadar ettim rahat. Ki, o esnada bulup bir fırsat, Tezer’i, Eşber'i neşrettimdi. Bunları hiç de beğenmem şimdi. Daha yazdımsa da bir hayli eser, Yoğidi tab'ıma imkân-ı diğer, Sonra Berlin'e oldum memur, Olmadı o semte gitmek makdur.»

RİZE’DE (1881)

Mazuliyet uzun sürdüğünden, bittabi pek huzursuz idi. O sıralarda, kader, Hâ- mid'e bir cilve gösterir: Vaktiyle büyük­ babasının alıp sonra sattığı, ağabeyinin çocukken beraber oynadıkları bir zenci köle, o tarihten yarım asır sonra dârüs- saâde ağası olmuş, eski adı Nezir olan bu siyâhî, II. Abdülhamid devrinde Hâfız Behram Ağa olmuş. Bu adamın aracılığı ile Berlin sefareti kâtipliğine tâyin edil­ miş ise de, Hâmid, bin bir hissin tesiriy­ le tereddüd etmekte bulunduğu sırada, ağabeyi Nasûhî Bey, Rize mutasarrıflığı­ na tayin edilir. Bütün aile efradı ile bir­ likte Rize’ye gidilir.

Hâmid, nezârete «Batum - Odesa yolu ile Almanya'ya gideceğim» dediği ve ağa­ beyinin de telkin ve tavsiyesi ile Rize’­ den Batum’a küçük motorlarla, Batum'dan vapura binerek Odesa’ya gitmiş, oradan ileriye gitmeyerek, Odesa’daki baş şeh­ bender Hristidl Efendi'ye, «Hariciye Ne­ zâretine, benim tecennün ettiğimi yazınız, şifa bulmak için Hekimbaşılar nezdine dö­ neceğim» diyerek, vapurla Rize'ye dön­ müştür. Böylece bir süre Rize’de kalmış­ lardır.

«İbn-i Mûsâ» adındaki eserini burada tebyiz ve ikmal etmiş ve bu sırada Ha- zine-i Evrak dergisinde neşredilen man­ zume ve mensureleri yazmıştır.

(5)

Hâmid'in babası Hayrullah Efendi.

ŞEHBENDERLİKLE POTİ'DE (Eylül 1881)

Hâmid, nihayet müracaatı üzerine. Rus­ ya’daki Poti şehbenderliğine tayin edil­ miştir. Refikası ve çocukları ile ve ağa­ beyinin özel kâtibi Nesip Bey ve Ahmed Ağa ile birlikte, direkli bir yelkenli ge­ miyle Rize'den Poti’ye varmışlardır.

Poti’de şehbenderhâneye inerler. Üç ay kadar orada kalır ve günün birinde ailesi ve çocuklarıyle Rize’ye döner.

Poti’de yazdığı şiirler arasında «Bir Se- f il’in Tesellisi» ki — Hazine-i Evrak der­ gisinin 27. sayısının 417. sayfasında ya­ yınlanmıştır— yirmi kıt’a olan bu şiirin 10. kıt’asında belirtilen fikir, câlib-i dik­ kattir:

«Bir zümreye bir fert mi kılmakta hükümet? Sîzlerde de carî mi o ahkâm-ı hasîse, Bizlerde olan hîle ve iğfâl-ü desîse,

Ol kibr-ü gurur ve garaz-ü harb-ü husumet?» Bu şiirin yazıldığı 1881'den kırk dört yıl sonra Hâmid’e, Ankara’da Türk Oca­ ğı merkez heyeti tarafından Şehir Kulü- bü'nde şerefine verilen ziyafet sırasında yapılan konuşmalara verdiği cevabî nut­ kunda: «...Âsârımı tedkik edenler bilir­ ler ki kulunuz, pek eski bir cumhuriyetçi­ yim. Hayat-ı edebiyem, istibdattan feryad ile geçmiştir. Hayat-ı resmiyetti, bir üni­ formadan ibarettir. Bu hakikat, bütün ur- yaniığı ile bir gün meydana çıkacaktır...» diye açıklamıştır (Hâkimiyet-i Millîye, 13.11.1925).

Tamamlanmamış manzum terceme-i hâ­ linde:

«Poti şehbenderi oldum gittim, Anda üç ay kadar ârâm ettim» der.

GOLOS’DA (1882)

Rize'den yaptığı müracaat üzerine Yu­ nanistan’da Golos başşehbenderliğine tâ­ yin edilen Hâmid, ailesi ile oraya gitmiş, bir buçuk yıl kadar kalmıştır. Hâmid, Go- los'daki evini şöyle tasvir eder:

«içinde, Hazret-i îsâ’nın, ruhâniyeti tu­ tuşan bir zeytin ormanına, tuttuğumuz evin nezareti ve ufuklara îtilâ eden, dağ­ ların, yeşil tepelerinde ise bir İslâmiyet işareti olmakda yalnız bu manzarayı cây-i tefekkür bulmuş idim...»

«Golos’a sonra gidip şehbender, On sekiz mâh bulundum bu sefer,» Burada, refikası Fatma Hanım’ın hasta­ lığı beliriyor.

Bronşit denilmekle beraber, verem ol­ duğu anlaşıldığından, tedavi için İstan­ bul’a geliyorlar.

BÜYÜKADA VE ÇAMLICA’DA

Büyükçamlıca'da, kendi köşklerinde; bir süre de Büyükada’da — üstadları arasın­ da saydığı Sâmi Paşa’nın oğlu— sevgili arkadaşı Bâkî Bey'in evinde misafir kalı­ yorlar. Fatma Hanım burada şifaya yüz tutuyor.

Hastalık bahsinde tabibler arasında yanlış teşhisler konuyor. Tedavi ko­ nuları, Hâmid'i şaşırtıyor. Sıcak bir ik lim ,- hastaya iyi gelir diye tavsiye ediliyor. Bunun için Bombay Başşehbenderliği'ne tâyin ediliyor. (Devamı var)

(6)

Abdülhak Hâmid Tarhan.

1 BDÜLHAK Hâmid, 1883 un son ayiarın- da Hindistan’a gider. Bombay Başşeh- benderi Hâmid aile fertleri ile birlikte vapurla 20.X.1883'te hareketle 14.XI. 1883' de Bombay’a ulaşırlar. Bombay'da İspe- lanat otelinde üç gün kalırlar.

«Gelerek Bombay’a ondan encâm Otuz üç slnniml ettim itmâm.» Bombay’da kaldıkları sıralarda mevsim­ lere göre:

Mahim,

Malabarhil (dağlıkta) Birickendi (kıyıda)

Mathiran (Dağlıkta - Belde-i tuyûr) Pona (Yeşil ülke)

adlı şehir ve mevkilerde oturmuşlardır. Bu devrede Hindistan ilhamlarından meydana gelen şiirleri daha sonra «Bun­ lar Odur» adı ile bir kitapta toplamış ve bastırmıştır.

Abdülhak

Hâmidin

Hayatı

Boyunca

Oturduğu

Evler: ®

Yazan: FEHAM ÜLGEN

Fatma Hanım'ın hastalığının, kesinlikle üçüncü devre verem olduğu teşhis edilin­ ce, İstanbul’a dönme izni almış, vapurla ancak Beyrut’a kadar gelebilmişlerdir.

(Hâmid, bu arada Hindistan’ın Haydarâ- bad nizamını, Racor nevvâbını, Ağra’yı, Delhi’yi ve başka yerleri gezmek üzere Hindistan’da bir seyahat icrası iktiza et­ tiğinden: Baroda’dan Çipor şehrine, Al- lahâbâd’a geçmiş, Ağra ve Delhi; Ram- por Nevvâbını ziyaretle, Rampor’dan Hay- dârâbâd'a, sonunda da Bombay'a dönmüş­ tür) .

BEYRUT (21.IV.1885)

İstanbul’a dönüş için, izinli olarak Bom­ bay'dan vapurla ayrıldıktan sonra, vapurda geçen 20 gün içinde hasta ölüme yaklaş­ tıkça gülüyor ve her gün daha da güzel­ leşiyor. Hâmid diyor ki:

(7)

— Vapurdaki hekim, hastanız yolda ve­ fat edeceğinden, cenaze denize atılacak­ tır, diyordu.

Refikam bunu hissetmiş veyahut işit­ miş miydi ki? Kendisi:

«Kaldım mı demişti yolda bir gün, Hindistan’ın denizlerinde».

Öyle bir şey olursa, denize atılmama­ sını, hekimden çok rica etmiş, güçlükle muvafık bir vaad almıştım.

Fatma Hanım, Beyrut’a sağ olarak yeti- şebilmiştir.

Beyrut'ta vâli olan ağabeyi Nasuhî Bey’in konağına inilmiş, mülhakatını, devr-i teftişten dönen Nasuhî Bey'i gör­ müş ve görüşmüşlerdir. Fatma Hanım:

— Istanbul’dakilerin hepsine bedel ola­ rak sizi görüyorum, diye İlâhî bir beşa- şetle elini öpmüş; kısa bir müddet sonra da vefat etmiştir.

Hâmid:

— Bu haileden sonra, zavallı kadını acele ile toprağa, béni de bîhûş bir hâl­ de dağa götürdüler, işte o kadar; kırk gün sanki onunla hemcivar ve hemhâl olmak için yer katında bir odada Makber’i yaz­ maya başladım, diyor. Her gün de, Makbe- re’yi ziyaret eder. ,

Makber'de:

«Eyvah ne yer, ne yâr kaldı. Gönlüm dolu ah-ü zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden. Ben gittim, O, hâk-sâr kaldı. Bir kûşede târümâr kaldı. Bâkî o enîş-i dilden eyvâh, Beyrût'da bir mezar kaldı.», parçası ile başlar.

Fatma Hanım, Beyrut’un «Basta» mezar­ lığına defnedilmiştir: (Salı, Beyrut 6 re­ cep, 1302).

BÜYÜKÇAMLICA KÖŞKÜNDE (1885)

Hâmid, öksüz kalan iki çocuğu ile be­ raber, İstanbul’a Büyükçamlıca köşkünde bulunan annesi Münteha Hanım’ın yanı­ na döner. Hâtırâtında: ««Beyrut’ta mânen intihar etmiştim. Fakat Çamlıca’da se- beb-i vücudumu görünce, tekrar dünyaya gelmiş gibi oldum» der.

LONDRA (6.XII.1885)

Hâmid, Londra sefareti başkâtipliğine tayin edildiğinden, Londra'ya gönderilmiş­

ti. Çocukları, annesi ve küçük hemşiresi Mihrünnisa Hanım, İstanbul’da, eniştesi Sâhib Molla Bey'in yanında kalmışlardır.

Londra’daki ikametgâhları:

— Londra sefaret binasındaki odada-, — Kordelis sokağındaki bir pansiyon­ da,

— Holandpark mahallesindeki Klaren- don Road'daki evde,

— Monte Ouestreet'teki evde,

— Sefarethaneye yakın bir apartmanın alt dairesinde,

— Piccadilly’deki apartmanda,

— Drayton Kardönis’deki 30 numarada. (Hâmid, tuttuğu hususî ruznâmesinde 11.VI.1904 bölümünde «Ben bu Londra’da kaç adres değiştirdimse, hepsi de birer fakirhâne idi» der).

İKİNCİ EVLENMESİ

Hâmid, bir hafta tatilini geçirdiği «Nil- beri» otelinde tesadüfün yardımıyle tanış­ tıkları bir İngiliz kızı olan Nelly Hanım’la

evlendi.

Hâmid, hâtırâtında «Nilberi»de taaş- şuktan sonra «Luvr-u Hol in »de tezevvüç ve Londra'ya avdetle Holandpark denilen mahallede kâin Clarendon Road'daki eve yerleştiler (Bu Nelly Hanım’la 22 yıl be­ raber yaşamışlardır. Fakat sonunda o da veremden ölmüştür. Londra yakınında Honslod mezarlığına gömülmüştür), izdi- şaçlarından bir yıl sonra balayı seyahati olarak İstanbul'a gelirler.

AYASOFYA CİVARINDAKİ KONAKTA

AyasoTya yakınında bir konakta oturan annesi ile çocuklarının yanma indiler. Bu ikinci eşi Nelly Hanım, İngiliz asıllı olma­ sına rağmen, ailece pek sevilmiş ve be­ ğenilmiştir.

LONDRA'DA, SEFARETHANEYE YAKIN BİR APARTMANDA:

İstanbul’dan Londra'ya dönüşlerinde, sefarethaneye yakın bir apartmanın birin­ ci katındaki iki odalı bir daireye yerleş­ mişler.

İSTANBUL'A GELİŞ, İNCİRLİKÖYÜ'NDE

Annesinin yanında bulunan Hüseyin isimli oğlunun hastalığı dolayısıyle İstan­ bul’a gelmesi aile tarafından istenilince, izinle İstanbul’a gelmiş, eniştesi Sahib Molla'nın incirköyü'ndeki yalısında

(8)

bulu-nan annesinin yanına inmiştir. Oğlu Hü­ seyin Bey’i de hem tedavi, hem tıp tah­ sil ettirmek için götürmesi irâde olundu­ ğundan, 25 lira talebe maaşı tahsis edil­ miş, zevcesi Nelly ve oğlu ile Londra’ya dönmüşlerdir.

Londra'ya dönüşte Picadilly'deki apart­ manda otururlar.

LAHEY SEFARETİNE TÂYİN

İstanbul'da kaldığı müddetçe, İncirkö- yü’nde oturdu. Lahey sefaretine tâyin edi­ lince, oraya gidiyor, orada Otel Dozent'e iner. Sefarethane binası tedarik edilince, Nelly Hanım’ı ailesi nezdine muvakkaten bırakmak; Londrâ sefaretinde kâtip olan oğlu Hüseyin Bey'i görmek üzere Londra’­ ya gider.

LONDRA SEFARETİ MÜSTEŞARLIĞINA TÂYİN

Lahey'de bulunduğu sırada İstanbul’a çağrılan Hâmid, İstanbul’da Gedikpaşa’da — kendi deyişiyle— «bir harabede sa­ kin iken» Londra sefareti müsteşarlığına tayin edildiğinden, sevinerek Londra’ya gitti. Sefarete yakın Monte Questrik’te bir ev kiraladı. Eşi Nelly Hanım'ı, annesi­ nin yanından alıp buraya nakletti.

İSTANBUL’DA LONDRA OTELİ’NDE

İzinli olarak, metresi Misis Aşili ile İs­ tanbul’a geldiği zaman, beş, altı hafta Tepebaşı'ndaki Londra O teli’nde misafir kaldı.

Londra'daki ikinci eşi Nelly Hanım da hastalandığından doktorca hava tebdili tavsiye edildiği için, yakın kıyı şehirle­ rinden West C lif’e, daha sonra İsviçre dağ şehirlerinden Davas’a geçtiler.

ÇAMLICA’DAKİ NASUHÎ BEY’İN KÖŞKÜNDE

Nelly Hanım'ın, tedavisi maksadıyle git­ tiği İsviçre’de bir şifâ bulamayışı sebe­ biyle, Madrit sefaretine tâyini sırasında birlikte İstanbul’a gelip, ağabeyinin Çam- lıca’daki köşkünde kaldılar.

MADRİD SEFARETİNİN, BRÜKSEL SEFARETİ İLE DEĞİŞTİRİLMESİ

1908 Meşrutiyet ilânı, İstanbul’da izin­ li bulunduğu sırada oldu.

Madrit'ten, Brüksel'e, tahvili sebebi; «Târik» gibi bir eser yazdığından, İspan­

ya ile aramızda hoş olmayan bir duruma yol açabilir düşüncesine dayanıyor.

Hâmid, ikinci zevcesi Nelly Hanım’ı İskoçya mülhakatından Vankodi köy sa- natoryomuna yatırdı. Kendisi, Londra'da Savoy O teli’nde kaldı, her sabah Aisel- wort sanatoryomuna gidip, akşamları döndü. Sonunda Nelly Hanım, bu sanator- yomda öldü. Nelly Hanım İslâm olduğun­ dan, İslâmî kurallarla Honzlovvt mezarlı­ ğına defnedildi. Hâmid, mezarını yaptır­ dıktan sonra, Brüksel'e döndü.

BRÜKSEL’DE

Brüksel’de sefarethanede yatamadığın- dan, bir otele indi. Bu devrede, İngiltere kralının taç giyme töreni için Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile seyahate katıl­ dı. İstanbul'a döndü.

İSTANBUL’DA REYNO OTELİ’NDE

Bu gelişinde, hiçbir akrabasının evine inmeyerek, Tokatlıyan Oteli karşısında Reyno O teli’ne indi. Orada münzeviyâne ve aynı zamanda havaperestâne, daha açık söylemekte beis görmeyerek, zen- hâhâne bir ömür sürdü.

TEKRAR BRÜKSEL’DE

Yeniden Brüksel'e dönen Hâmid, bura­ da altı, yedi aydan fazla sürmeyen bu devrede sık sık Londra’ya gitti. Bazen metresi Misis AşiI ile Brüksel’e döndü.

ÜÇÜNCÜ EVLENMESİ

Brüksel'e gitmeden evvel, ağabeyinin hatırı için bir sıhrî münasebet sonucu Ce­ mile Hanım'la evlenmiş fakat, bir takım sebeplerle bu evlilik devam edememiş­ tir.

DÖRDÜNCÜ EVLENME

İstanbul’da her iki merhumenin yerini tutacak evsafta kimseyi bulamayan Hâ­ mid, 1912 yılı mayıs ayında Brüksel’de Lüsyen Hanım'la izdivaç etm iştir (6.V. 1912).

Bu sıralarda ağabeyi Nasûhî Bey'le eniştesi Sâhib Molla'nın vefatları vuku- bulmuştur. /

LÜSYEN'LE BİRLİKTE LONDRA’DA İLK OTURDUKLARI YER

Lüsyen Hanım hâtırâtında: «Abdülhak Hâmid beni Londra’da Piccadilly'nin

(9)

he-men köşesinde «Clargess - street»deki apartmanına götürdü. Pencerelerinden o güzel Green Parkı’m görüyorduk. Hârika- lı ağaçlarım, sardunyaları, al renkleri ile çeviren çimenlerinin yeşil kadifeleri... Karşımızda, Turf-Club vardı... Saat on birden bire kadar şık ve güzel insanlar girip çıkarlardı. Evimizde vakur odalar, hârikulâde Chinz, basmaların gülümseyi­ şine rağmen, ciddî eşyası, kurumlu şömi­ neler, yukarıdan inecek tarzda yapılmış pencereleri, zaman geçince kıymetini kaybetmiş banyo odası, azametli uşaklar, Virjinya tütünü ve katran kutuları...» di­ yor.

İSTANBUL’A DÖNÜŞ

Hâmid, Balkan Harbi sırasında memuri­ yetinden azledildiğinden, İstanbul’a dön­ dü.

TOKATLIYAN OTELİ’NDE (1913)

Brüksel sefaretinden azledilip İstan­ bul’a dönüşünde, Lüsiyen Hanım’la bera­ ber Tokatlıyan Oteli'nin İstiklâl Caddesi- "*• ne sapan sokağın köşesindeki dairede

yerleşmişlerdir.

BEBEK’TE

Tokatlıyan O teli’nde iken, her vakit zi­ yarete gelen dost aileler, otel hayatının huzursuzluğu bakımından hâllerine acıya­ rak Bebek’e nakletmelerini temin etmiş­ lerdir. Bebek'te, akrabalarından eski sa­ ray teşrifat nâzırı merhum İbrahim Paşa'- mn haremi Had'ıce Hanımefendi, kendi kâ- şânesine bitişik bir köşkü döşeterek, Hâ- mid'lere tahsis ve davet etmiştir. Hâmid’- ler, Londra’dan gelen eşyaları ile birlik­ te bu köşke yerleşmişlerdir.

YUHANİDESLER'İN EVİNDE

Lüsyen Hanım hâtırâtında diyor ki: «Harp, nakil vasıtalarının felce uğra­ ması, adamsızlık ve daha az mâkûl olma­ yan öteki sebepler, bizi Bebek'ten hicre­ te mecbur etti. Abdülhak Hâmid, şehirde yerleşmek istedi. Ev aramaya başladık. Buluncaya kadar, ihtiyaten evden çıkma­ mak lâzım gelmez miydi? Hayır. Bu pek basit, yahut o kadar «Hâmidâne» olmayan bir şey... Karar vermek, Abdülhak Hâ- mid’in nazarında derhal tatbika konmak demekti. Nasıl becerdi? Bilmem, hiç bi­

lemeyeceğim bunu, yeni ev temin etme­ den evvel, o tarzda yaptı ki, piliyi pırtıyı toplayıp. Mektep Sokağı’nda (Tokatlıyan Oteli arkasında, şimdiki Galatasaray Po­ lis Merkezi) Yuhanidisler’in evine taşın­ dık. Kaifaoğlu Yanko Bey tarafından be­ zenmiş bulunan bu güzel konak, mükel­ lef bir şekilde bina edilmişti. Kendimizi orada, evimizde biliyorduk. Ev sahipleri yazı Boğaz’da geçiriyorlardı. Ya biz? Biz, yazımızı neden feda ediyorduk? Kimse ha­ kikî sebebi bilemiyecek. Belki böyle bir sebep de yoktu, iki şey muhakkaktı ki:

«D Abdülhak Hâmid, sayfiyede otur­ mak istemiyordu artık.

«2) Şehirde kalmak istiyordu.

«Sonbahara kadar sabredebilirdi. Gayet iyi biliyorum.»

KÂHYAOĞLU APARTMANI NDA

Yohanidesler’in evinden, kışın oturmak üzere, Sıraserviler'deki eve taşınmalar, hayatlarında yeni bir devir açar. O za­ mana kadar, alaturka tarzda yaşamışlardı. Bundan sonra Garp atmosferine göre ya­ şayacaklardı.

(Bu dairenin iki senelik kirası, o dev­ rin Harbiye Nâzırı olan Enver Paşa tara­ fından Harbiye bütçesinden verdirilmiş­ tir) .

Sıraserviler’deki apartmanda oturdukla­ rı ve ikinci defa Berlin'e gidecekleri za­ man, apartmanı muvakkaten bir diğerine devir niyetinde bulundukları için, Musta­ fa Kemal’le, bu apartmanı görmeye gel­ diği zaman tanıştılar.

Sıraserviler’deki bu apartmanda otu­ rurlarken, yaz aylarında, vakit vakit Çam- lıca’daki köşkte geçirmişlerdir.

«Yabancı Dostlar, ilhâm-ı vatan, Yadi- gâr-ı harp, ilhan, Turhan, Tayflar Geçidi, Ruhlar, Arzîler, Cünûn-ı Aşk, hep bura­ da vücude getirildi».

ARNAVUTKÖYÜ’NDE

Abdülhak Hâmid’in sakin oldukları dai­ renin tahliyesi, lüzumu üzerine, Kemal-zâ- de Ali Ekrem Beyefendi tarafından vâki rica ve iltiması kabûl ile, Arnavutköy'de kâin devlethanelerine naklettiler.

ÇEMBERLİTAŞ CİVARINDA

Hâmidler, Viyana’dan dönüşte, bir müd­ det Pera Palas Oteli'nde kalmışlardır.

(10)

Daha sonra, küçük kız kardeşi Mih- rünnisâ Hanımefendi’nin oğlu, Keçeci-zâ- de Nâzım Bey'in Çenberlitaş civarındaki evinde oturmuşlardır (1922).

DOLMABAHÇE SARAYI’NDAKİ DAİREDE

Veliahd-i saltanat Abdülmecid Efendi, halîfe olunca, Hâmid’e, Dolmabahçe Sa­ rayı'nda bir dairede üç oda tahsis ve ba­ zı eşya hediye edilmiştir.

PERA PALAS’TA (1924)

Hilâfetin kaldırılması ve halîfenin yurt dışına çıkarılması üzerine, eski halîfe ta­ rafından Dolmabahçe Sarayı'nda kendisi­ ne ayrılan bir dairede oturan Hâmid, son­ radan, hükümet tarafından Pera Palas O- te li’nde meccânen tahsis edilen bir dai­ reye taşınmıştır.

15.11.1924 tarihli Tevhîd-i Efkâr Gaze­ tesi) .

MAÇKA PALAS’TA

Hâmid, Maçka Palas’ın Küçükçiftlik vâ- disine bakan cephesindeki daireye nakle­ dilm iştir (Tevhîd-i Efkâr, 5.11.1925).

Halîfenin hediye ettiği eserler ve eş­ ya, o zaman İstanbul Valisi bulunan Hay­ dar Bey’in himmetleriyle yeni ikametgâ­ hına gönderilmiştir (Hâmid’in hâtırâtı).

Maçka Palas’ta, bodrum katındaki dai­ renin kirası, İstanbul Belediyesi tarafın­ dan karşılanmıştır (Vakit, 14.11.1925).

YENİKÖY'DE KARATODORİ YALISI

1935 yılında, Hâmidler, yazı, Yeniköy'- de Karatodori yalısında geçirmişlerdi.

HÂMİD’İN ÖLDÜĞÜ YER (1937)

Hâmid, 1925’den beri ikamet etmekte olduğu Maçka Palas'ın bodrum katındaki dairede 12/13.IV. 1937’de sabaha karşı, uykuda vefat eylemişti.

ANKARA'DA

Hâmid, teşrîî göreve başladığı 1929'dan ölünceye kadar, vakit vakit gittiği Anka­ ra’da Ankara Palas’ta kalmıştır.

Hâmid, mebusluğu sırasında: Dördün­ cü devre / Fevkalâde Içtimâında Reîs-i sin olarak, Büyük M illet M eclisi’ni açmış ve burada küçük bir hitâbede bulunmuş­ tur.

HÂMİD'İN EBEDÎ MEKÂNI

Hâmid’in aile mezarlığı, Sultan Mah- mud türbesinin hazîresindedir.

Büyükbabası Hekimbaşı Abdülhak Mol­ la, Sultan Mecid’in irâdesiyle oraya def- nedilmişti. Babası Hayrullah Efendi, İran’­ da vefat ettiği için, buraya getirilemedi. Fakat ağabeyi Abdülhâlik Nasûhî Bey, bu­ rada, dedesinin yanına defnedildi. Ölü­ mü ertesinde, Hâmid'in de buraya defni düşünüldüyse de, şehir içi mezarlıklar yasaklanmış olduğundan, şehir dışında ilk asrî mezarlığın Zincirlikuyu çiftliği arazi­ sinde kurulması ile açılan ilk medfene, Hâmid tevdi edilmiştir.

Bu münasebetle, Lüsyen Nasib Betül Hanım, İstanbul’a geldikleri sıradaki ilk hâtırasını şöyle nakleder:

«... Şehirde ilk çıkışımız bizi Zincirli- kuyu'ya, şimdi, erkek muallim mektebi olan, o zaman Veliahd Yusuf İzzeddin’in köşküne götürmüştü. Yusuf İzzeddin, Ab­ dülhak Hâmid’in iyi dostu idi.

«Veliahdi ziyareti sırasında, ben yolda faytonda kalmıştım. Tam köşkün kapısın­ da duran arabacıya, beni yolun ilerdeki dönemecine kadar götürmesi emri veril­ di. O sırada sırtlar güzel bir manzara hâ­ linde açılarak yükseliyordu. Canlandırıcı bir rüzgâr ile Asya yakasındaki dağlara çöken Boğaziçi'nin kıvrımları gömülüyor­ du. Tatlı bahar güneşinin altında, ziyare­ tin neticesini bekledim. Çok sürmedi, bir çeyrek sonra Abdülhak Hâmid bana yetiş­ ti. Burasını ne kadar güzel bulduğumu an­ lattım. Bilhassa havası iyi gelmişti. Bol bol dağ kokuları ile dolu şerbet bir ha­ va... Tam karşımıza düşen Çamlıca’yı gösterdi. Ve yakında beni oraya götürece­ ğini söyledi.

«:— Buradan güzel mi sanki? «— Çok daha güzel.

«— Havası da böyle iyi mi? «— Daha bile âlâ...

«— Ve ben bu temiz havayı bol bol koklayarak, o sarhoşluk içinde, Beyoğlu'n- dan ve kokularından çoktan yorgun:

«— Burada ne kadar isterdim bir evim olsa... dedim.

«— Hay hay... Burada bir evin olacak­ tır.

«— Ne zaman? «— Günün birinde...

(11)

Şâir-i âzam’ın bir fotoğrafı.

«— İçinde hep ikimiz olacağız değil mi?

«— Elbette.

«•— Daima beraber oturacağız ya! «— Tabiî.

«Sadece beni memnun etmek için, gön­ lümü almak için yapılan ve her zamanki gibi o çok tatlı söylemek alışkanlığı için­ de yaptığı vaadden ötürü, pek mesut ol­ muştum.

«Benim şu otel odasında ne derece kendimi kaybetmiş hissettiğimi biliyordu. Biliyordu ki aslı aranırsa, bir yuva su­ suzluğu hissetmekliğim pek haklı idi. Heyhat. Her zaman o yüzden ıztırap çek­ tiğimi tekrarladığı gibi yine biliyordu. Ba­ na ne bugün, ne yarın, ne yakında, ne gü­ nün birinde istediğim evi verebilecekti. Bununla beraber, o yuvayı bana verdi. O- rada vaad ettiği yerde hem de vaktiyle arabanın durduğu yerde; şimdi asrî me­ zarlık olan o sahada... Ve orası evimiz oldu. Daima, beraber oturacağımız. Bir tesadüfler ikliminde yaşamış olan ben­ den başka herkese garip görünebilecek bir isabetle bu, benim ilk ve onun son dileği imiş. Allah’ın inâyeti İle bir gün yerine getirilmiş olacak...»

Bu konuşmanın geçtiği tarih, 1913 yılı ilkbaharı. Hâmid'in ölümü, 1937 ilkbaha­ rıdır (14.IV.1937). Aradan yirmi dört yıl gibi bir müddet geçiyor. Siyasî ve İçtimaî hâdiseler birbirini kovalıyor. Koca İstan­ bul’a, mevcut mezarlıklar dar geliyor. Ye­

ni yeni kabristan alanları aranıyor. İşte hânedân-ı Osmanî'den millete intikal eden «Zincirlikuyu» çiftliğ i bu vazifeyi sinesine çekiyor. Bu asrî mezarlığa ilk defnedilen fânî de Abdülhak Hâmid oluyor.

ABDÜLHAK HÂMİD’İN YEGÂNE VASİYETİ

Cumhuriyet gazetesinin 14.IV.1937 gün­ lü nüshasının 6. sayfasında Kandemir, (Büyük Şâirin Kızı Anlatıyordu) diye baş­ ladığı röportajının:

— Son arzusu, vasiyeti? Sorusuna: — Vasiyetnâme bıraktığını zannetmiyo­ ruz. Yalnız, muhtelif vesilelerle fâniliği­ ne inanmadığı ruhun, cisimden ayrı ve yalnız başına lâyemut kalmasına bir tür­ lü akıl erdiremediğini söyler ve: «Lüs- yen’i yanıma gömsünler; eğer Cennet yoksa ve orada buluşmak kaabil olmaya­ caksa, hiç olmazsa maddelerimiz yanya-

na bulunsun» derdi. Ölümünden sonra, gençliğin, eserleri ile alâkadar olmasını; cenazesinin kalabalık olmasını ve mezarı­ nın refikası Lüsyen'le münferit kalması­ nı isterdi».

cevabını aldığını kaydetmektedir.

Bu vasiyet münasebetiyle şu kadarını kaydedelim ki:

1) Hâmid'in birinci zevcesi, Fatma Ha­ nım, İslâm ve Türk’tü. Beyrut’ta öldü ve orada gömüldü.

2) İkinci zevcesi Nelly Hanım aslen İn­ giliz’di, ihtidâ ederek İslâm olmuştu. İn­ giltere’de öldü ve orada gömüldü.

3) Üçüncü zevcesi Cemile Hanım Türk ve İslâm’dı. Evlilikleri pek kısa sürdü.

4) Dördüncü zevcesi Lüsyen Hanım’ın anası Belçikalı, babası Fransız’dı. İslâm olmuş, «Nasip Betül» ismini almıştı.

Lüsyen-Nasip Betül Hanım, Hâmid'den 29 yıl sonra, 73 yaşında olduğu hâlde, Sıraserviler, 67 numaralı apartmanın en üst katında, 20.VII.1966’da geceleyin öl­ dü.

Lüsyen Hânım’m, Hâmid’in vasiyeti ge­ reğince yanına mı gömüldüğü, yoksa Re- fi Cevad Ulunay'm bir fıkrasında be lirtti­ ğine göre, İslâm olmasına rağmen, meç­ hul tesirler altında başka yere mi defne­ dildiği karanlıktır. Bu konuyu da incele­ meye devam etmekteyiz.

71

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

;; 'd;;;;;;İİ İ; v-İöl,ıleRİoına üniverslte hesabına yatırııdığ|na daır belge, (2) Formlar YTÖMER Müdürlüğünden veya internet sayfas|ndan temin edilir, (3)

Teklif edilen kit ile GDF15 geni kodlaylcl tüm ekzon bölgeleri sanger DNA dizi analizi yöntemi ile dizilenebilmeli, hastalık ile ilişkili tanımlanmlş Ve bilinmeyen

dogrulanması gerekir. / For İaioİ İonconformities corrective actions should be done immediaıely and shall be verified in follow-uP audit- Milntı. uygrn.İrluk için

Klasik görüşe göre bu rüzgarlar geniş kara-deniz kütlelerinin yan yana bulunduğu yerlerde görülür.. Karalarla – denizlerin farklı termik özelliklerine bağlı

Siklonlar orta enlem siklonları ından daha ndan daha küçü k üçük ve daha g k ve daha g üçl üç lü ü olmaları olmalar ı yanı yan ında cephelerin bulun malalar nda

Sepette 8 tane kırık yumurta olduğuna göre sepettek sağlam yumurtaların sayısı, kırık yumurta sayısından kaç fazladır?.

Dobutamin çocuklarda da inotropik etki göstermektedir, ancak yetişkinlere kıyasla hemodinamik etkisi biraz daha farklıdır. Çocuklarda kardiyak debi artmasına

Bildirimizde KarS Merkez'dc 2005 2006 eğitim öhetin yılında ilköğretim ?.sınıl'ta okutulıın Türk çe ders kitapltırında bu]unalt metinlerc yönelik olarak