• Sonuç bulunamadı

Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Mesnevî'de Tem sîlî A nlatım ve Hikâye ve

Tem sîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanm ası

H ü s e y in G Ü LLÜ C E *

ÖZ

M ev lân â'n ın en ö n e m li ve en büyük e se ri o la n M esnevî, İslâm ve in s a n ­ lık ta rih in in en faydalı ilim ve kültür h a z in elerin d en birid ir. B u d eğerli e se rin d e M ev lân â, ço k zen gin bilgi ve te crü b e le rin i, e şs iz d eh a sıy la ço k yararlı ve cazip b ir şek ild e oku rların a su n m ak tad ır.

M es n e v îy i cazip ve u n u tu lm az kılan e n ö n e m li ü slû p ö z ellik lerin d en birisi d e o n u n "te m s îlî a n la tım m eto d u " d ed iğim iz b irtak ım çekici hikâye ve te m s ille rle konuyu a n la tm a sıd ır. B u m e to t sa y e s in d e konu bir yan d an d ah a iyi b ir şek ild e a n laşılırk en , ö te yan d an akıld a d ah a kalıcı te s irle r olu ştu rm ak tad ır.

M esnevî, a slın d a K u rân ây etleri ile Hz. P ey g a m b er'in h a d isle rin in açık ­ land ığ ı ve ö z etlen d iğ i İs lâ m î b ir eserd ir. O nu iki k elim e ile e n iyi b ir ş e ­ kilde ö z etley en "M ağz-ı K urân /K u rân 'ın Özü" ifad esi d e b u g erçeğ i açık bir şek ild e ifad e etm ek ted ir. A ncak o n u n b u görevin i y erin e g etirirken yukarıda fayd aların a işa re t ettiğ im iz te m s îlî a n la tım m eto d u n u k u llan ­ m ası, d iğ er İs lâ m î k itap lard an farkını o rtay a koym aktadır.

A n a h ta r K elim eler: M ev lân â, M esnevî, üslû p , tahkiye, te m s il, K u rân . ABSTRACT

T h e M e th o d of S y m b o lic E x p r essio n in M e sn e v i, an d th e E x p lan atio n o f th e V e r s e s o f th e Quran with S to rie s and

S y m b o lic E x p r e s s io n s

M ev lan a's m o st fa m o u s and im p o rta n t study, M asn ev i is o n e o f th e m o st b e n e fic e n t cu ltu ral, h is to rica l an d scie n tific tre a su re . M evlan a, in h is stu d y M esn ev i, su b m itte d h is e x p e rie n c e s , k n o w led g es w ith his u n e q u a lle d a b ility in a n a ttra ctiv e style.

O n e o f th e M e sn e v i's sp e c ia l fea tu re is th e m e th o d of sy m b o lic e x p ­ re ssio n . M ev lan a, e x p la in s th e s u b je c ts w ith s to r ie s an d sy m b o lic

exp-* Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, / ERZURUM, e-mail: huseyngulluce@hotmail.com

(2)

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

re s s io n s . W ith th is m eth o d , th e s u b je c ts a re u n d e rsto o d in th e m ind b e tte r an d m o re effectively.

E s s e n tia lly M esn ev i is th e b o o k w hich ex p la in in sid e th e v e rs e s of th e Q uran an d P ro p h e t's h a d ith s. U tte ra n ce o f "Pure o f the Q u r a n" , su m ­ m arized th e M esn ev i an d th is u tte ra n c e is a tru th e x p re ss io n a b o u t M esn ev i. M esn ev i's d ifferen ce from o th e r Isla m ic b o o k s is, a s rem arked ab o v e, th e u s e o f m e th o d o f sy m b o lic e x p re ss io n in b e s t way.

K ey W ords: M ev lan a, M esn ev i, m an n er, story, se m b o lic e x p re ssio n , Q u ran .

Giriş

evlânâ (1 2 0 7 - 1 2 7 3 ), in san o lm a n ın m a n a ve e h em m iy e tin i kavrayan, bu alandaki birikimini kıymetli eserleriyle, b ilh a s sa M esn ev î siyle in­ san lara a rm ağ an bırakan, in sanlık tarih in d e y e tişm iş nâdir âlim ve âriflerden biridir.

M e v lân â’nın ism ini e b e d î kılan ve e se rlerinin en ö n e m lisi olan M esnevî,

M evlânâ tarafından birçok vasıflarla anıldığı h ald e edeb iyatım ızın nazım tü rlerinden "M esnevî" tarzında yazıldığı için bu adla an ılm ış ve yazıldığı tarzdan b aşka bir ad v erilm em iş altı cilt halin d e ve 2 6 .6 6 0 b eyitten m eyd ana g e lm iş "fâilâtun fâilâtun fâilun" vezniyle yazılmış m anzu m bir eserdir. Dünya dillerinin b irço ğu na çevrilmiş, birçok defalar şerh edilm iş, birçok intihaplara e s a s teşkil etm iştir. Mevlânâ, Farsça olan bu ese rin in ilk 18 beytini kendi­ si k a le m e alm ış, geri kalan kısm ını söylem iş, halifesi H ü sâm ed d in Ç e le b î yazm ıştır.1

Şark İslâm e de b iy atın d a çok üstü n ve eşsiz bir yeri olan ve bize bütü n doğu kültür mirasını şiir h a lin d e su n an M esnevî, İslâm dünyasında m u kad ­ d es bir kitap edasıyla k arşılanm ış ve sev ilm iştir.2

M esn ev î nin ilham aldığı asıl kaynak hiç ş ü p h e yoktur ki K u rân -ı K erim ’ dir. M evlânâ bu büyük e srin d e K u rân -ı K erim 'e ve onu te b liğ ed e n Hz. M u h a m ­ m e d (sav)’e derin bir anlayış ve in an ışla bağlıdır. O kadar ki, M esn ev îy i şiir ve hikâye san atı ile ve M evlânâ tarzı bir duygu ve d ü şü n c e üslubu ile ifa d e le n ­ miş, K u rân -ı K erim 'in "m anzum tefsiri" diye karşılam ak mümkündür. Mevlânâ,

M esn evî vasıtasıyla öğrettiği Allah’a varm a yollarını, K u rân 'd a n âyetler g e ti­ rerek, Hz. M u h a m m e d ’den h ad isler h atırlatarak ve bunları derin anlayışlarla açıklayarak ta n ıtm ıştır .3

1 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1971, I,313; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celaleddin, İstanbul 1985, s. 268; Şefik Can, Mevlânâ Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, İstanbul, 1995, s. 373.

2 Gölpınarlı, Mevlânâ Celaleddin, s. 269; Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,313. 3 Bkz. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314.

Erdem 130

50 2008

(3)

Mesnevîde Temsîl? Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

\ f

İsmail Ankaravî, M esn evî Ş erhi’nin b a şın d a şöyle der: "M esnevî kitabını K u rân

tefsirleriyle n e b e v î h ad islerde n m e y d an a gele n iki denizin birleştiği bir yer ( m e c m a u ’l-bahreyn) yapan A llah’a h a m d o ls u n ."4

İyi bir İslâm alimi ve M esn evî uzmanı olan Ankaravî’nin sözlerinin m a n a sı şudur: M esnevî, Y ü ce R a b b ’ın kelâmı olan K u rân -ı K erim 'in bir tefsiri ve hadis-i şeriflerin, bir şerhi m ahiyetindedir. Âyetlerden, onların tefsirlerinden ve h a ­ dislerden alınm ıştır. Ancak, M esn ev î nin asıl yazılış gayesi; müritler ve hak yolcuları için bir re h b e r ve irşat kitabı o lm a sı n e d en iy le bilinen ve m ü te aref tefsir ve h adis kitaplarından farkı vardır.

M esn ev î nin nasıl bir kitap olduğu ve K u rân -ı K erim ile olan ilgisi bizzat

M e s n e v îd e şöy le anlatılır:

" M esn ev înin sö z lerin in su re tin e b a k a rsa n bu , su ret e h lin i sap ıtır; m an a eh lin i ise h id â y ete erdirir.

K u r â n 'd a d a 'b u K u rân bazıların ı h id â y ete u laştırır, bazıların ı sap ıklığa d ü şü rü r’ b u y ru lm u ştu r."5

"H er d ükkânın b a şk a b ir m e ta ı, b a şk a b ir kârı vardır. M esn ev î de, hayırlı yokluk dükkânıdır."6

"Bil ki! M esn ev î v a h d et dükkânıdır. V a h d e tte n b a şk a o n d a n e varsa p u ttu r."7

"Ey m an ev î d en ize su sa m ış o la n ! M e s n e v îd e n tarafa gel!

O n d an y an a gel ki, h e r an M e s n e v îd e s a d e c e b ir m an a denizi g ö rü rsü n ."8

Ayrıca M esn evî okuyana göredir:

"H er kim M es n e v îy i m a sa l diye oku rsa, o n u n için m asald ır. H er kim de k en d isin in h alin i b u k itap ta g ö rü rse o k im se m erttir.

M esn ev î Nil suyu gibidir. K ıp tilere kan g örü n m ü ştü r. M u sa ’nın kavm ine ise, kan d eğil su d u r."9

M esnevî, Hak ilhamıyla yazılmıştır.

"Bu n e yıldız, ne rem il b ilg isi, n e d e rüya tabirid ir. B u H ak vahyidir. D oğru su n u A llah d ah a iyi b ilir."10

131

50 2008

Erdem

4 İsmail Ankaravî, Şerh-i Mesnevî-i Şerif Şerhi, İstanbul 1289, I,1.

5 Mevlânâ, Mesnevî, VI,658 vd./VI,672 vd. M esn evîden verilen dipnotlardaki rakamların ilk bölümü Mesnevî’nin Reynold Allen Nicholson (Tahran, 1925-1933) Tahkiki ile yayınlanmış olan baskı­ nın cilt ve beyit numaraları, ikinci bölüm ise Amil Çelebioğlu’nun Nahîfî’nin Manzum Mesnevî Tercümesi’nin sadeleştirilmesindeki cilt ve beyit numaralarıdır.

6 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1528/VI,1542. 7 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1531/VI,1550. 8 Mevlânâ, Mesnevî, VI,67 vd./VI,67 vd. 9 Mevlânâ, Mesnevî, IV,32 vd./IV,32 vd. 10 Mevlânâ, Mesnevî, IV,1853./IV,1873.

(4)

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

'V

132 Erdem

50 M esnevî, K u râ n ’ın M evlânâca bir sufi (işârî) tefsiridir. H atta M u h a m m e d İk-

2008

bal: "O ki, P ehlevî (Farsça) dili ile K u rân yazm ıştır."11 dediği ve işaret ettiği

M esn ev î de te fsirle ilgisi olan birçok hikâye ve te m s ille re yer verilmiştir. Hatta aslının olm adığı b esb e lli olan, fakat öğü t bakım ından değerli olan hikâyeler anlatılm ıştır. Hikâyelerin gerçekliği değil, o nlardan alın a ca k ibret ve d e r s­ ler gaye edinilm iştir. T e m silî ve hikâye yoluyla öğüt, ruhu daha çok etkiler, in san ın dikkatini d ah a ço k çe k e r.12 Bu b akım dan M esnevî, biri diğeri içinden çıkarak katm er katm er açılan ve birbirini yorum layan bir hikâyeler d em eti ha lin d e gözü km ektedir.13

M e s n e v îd e Mevlânâ, i n s a n la n n akıllarının kavrayacağı bir tarzda konuşur. Bu n a rağ m en on u n bu üslubu dalgalı bir deniz gibi değişkendir. Bazen aklî delillere, m antıkî kurallara dayanırken, bazen dinî naslara, tasavvufî üslûba, bazen de ke lâm î m e to tla ra göre anlatır. Bu arada, zâhiri latîf, h o ş olan, haki­ katte b irçok m a n a la r taşıyan n ice hikâye ve m isa lle r s u n a r .14

M evlânâ M esn ev î sin d e çokça kullandığı bu te m s îl î a n la tım (hikâye e t m e ve m isal g etirm e) m eto d u , bu üslûbun te sir bakım ından daha etkili ve faydalı oluşu ndandır.

M esn evî asıl itibarla, hikâye ve tem sillerle , in san ın yaratılış g ayesind en , m a h iy e tin d en ve ak ıbe tin de n b a h se d e n bir kitaptır. O, bu hu su sları açıklar­ ken, zam an zam an aklî ve m antıkî kurallara yer verse de filozofların eserleri gibi verilere dayanmaz. Bilakis M e s n e v îy e göre bu h u su slar akıl ve felsefeyle çözülem ez. O nun h er zam an ve her h u su s ta dayandığı te m e l kaynak, hiç şü p h esiz K u rân -ı K erim ve hadis-i şeriflerdir. Ö yleyse K u rân âyetleri ve h a d is ­ ler birtakım hikâye ve te m sillerle açıklanıyor dem ektir. Evet M esn ev î nin tefsir y önü nü incelerken, birçok hikâye ve tem silin , bazı âyetlerin m a n a sın ı açıkla­ dığını görmekteyiz. Diğer bir ifade ile, birçok âyet ve hadis, M e s n e v îd e hikâye ve te m s illerle açıklan m ış ve bu hikâyeler tefsirlerle iç içe sunu lm uştu r. Bize göre bu ç e şit tefsirler, yalnız ilm î ve m ü cerret bilgilerle yapılan tefsirlerden h e m ço k d ah a iyi kavranır, akılda kalır, h e m de çok daha faydalı ve etkili olur. Zaten K u râ n ’ın kendisi d e birçok ö n e m li hususları, birtakım tarihî, s o s y o l o ­ jik ve p sikolojik hikâye ve t e m s ille r le a n la tm a ve kavratma yolun a g itm e m iş

11 Abdülkadir Karahan "Mevlânâ’da Çağımızın Sorunlarına ve Dertlerine Uygun Cevaplar" (Dr. İkbal’in Pir ve Mürşit Şiirinden Yararlanılarak), Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, An­ kara 1977, s. 28.

12 Süleyman Ateş, İşari Tefsir Okulu, Ankara 1974, s. 244.

13 Nezihe Araz, "Çağdaş Kavramların Işığında Bazı Mesnevî Hikâyelerinin Yorumu", Uluslararası İkinci Mevlânâ Semineri Bildirileri, s. 16.

14 İnâyetullah İblâğ el-Afganî, Celâleddin er-Rûm îBeyne's-Sûfiyye ve Ulemâi'l-Kelâm, Beyrut 1407/1987, s. 58.

(5)

Mesnevîde Temsîl? Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

midir? Öyleyse K urân 'ın Özü (M ağz-ı K u r â n ) olarak anılan M esn ev î nin d e bu yolu tercih ve takip e tm e s i d e çok doğal bir husustur.

I. T e m s î l î A nlatım M e t o d u n u n E ğitim v e Ö ğ r e tim d e k i Yeri v e Ö n e m i Bir k onunun d ah a iyi a n l a ş ılm a s ın a ve akılda k alm asın a faydası olan t e m s îlî an la tım tahkiye ve te m sil m e to d u , K u rân -ı K erim ’d e de ziyadesi ile kullanılan bir üslûptur. Nitekim kıssa ve darb-ı m e s e lle r K u r â n ’ın yarıdan fazlasını m e y ­ dan a g e tirm ek ted ir.15 Hatta K u rân -ı K erim ’in bu yönü tefsir usûlü kitaplarının müstakil bir b ö lü m ü n ü olu ştu rm u ş, s o n zam anlarda da akad em ik ç a l ış m a ­ lara konu olm uştur.

K u rân -ı K erim ’d e deyimler, tem siller, ve tarih î kıssalar şeklinde karşım ı­ za çıkan bu üslûp K u rân -ı K erim ’in en etkileyici üslûp ç e şitlerin d e n biridir. Metafizik alem leri, m ü cerret (soyut) konuları bazı hikâye veya m isal yoluyla m ü ş a h h a s (so m u t) olarak anlatm ak, o h u su sların kolaylıkla a n la şılm a sın a büyük ö lç ü d e yardım cı olur. M isallerden ibret alın m asın ı ö ğü tleyen K u rân

bunu birçok ây e tin de belirtir. M esn ev î nin bu te m s îl î üslubuyla da ilgili o ld u ­ ğu için tahkiye ve te m sil m e to d u n u n ö n e m in i belirten bazı âyetlerin m e a l ­ lerini buraya a lm a k istiyoruz:

"And o lsu n , biz s e n d e n ö n c e n ice p e y g a m b e rle r gön d erd ik. O n ların ki­ m in in k ıssa sın ı sa n a a n lattık , kim isin in kin i d e a n l a t m a d ı k ." (M ü’m in, 40 /78).

"Ey R esû lü m ! İş te o m e m le k e tle rin b a ş la rın a g e le n le rd e n bazılarını sa n a a n l a t ı y o r u z ." (A’râf, 7/101).

"Ö nceki p e y g a m b e rle re a it h a b e rle rd e n , k albin i k en d isiy le te s p it (ta t­ m in) ed e ce ğ im iz h e r tü rlü sü n ü sa n a k ıssa o la ra k a n l a t ı y o r u z ." (Hûd,

11/120).

"S a n a en güzel kıssayı a n l a t ı y o r u z ." (Yûsuf, 12/3).

"O nların k ıssaların ı s a n a g erçek o la ra k a n l a t ı y o r u z ." (Kehf, 13/18). "Ey M u h am m ed ! İşte sa n a b ö y le c e g e ç m iş in m ü h im h a b e rle rin d e n k ıs­ sa k ıssa n a k le d iy o r u z ." (Tâhâ, 20/99).

" . Ey R esû lü m ! K ıssayı o n la ra a n la t, belki d ü şü n ü r ib re t alırlar." (A’râf, 7/176).

"G erçek ten o n la rın k ıssa la rın d a s e lim akıl sa h ip le ri için b ir ib re t var­ d ı r . " (Yûsuf, 12/111).

"And o ls u n ki biz, in s a n la r için b u K u r â n 'd a her tü rlü m is a ld e n ö rn ek g e ­ tirdik. Y em in ed erim ki s e n o n la ra b a şk a b ir ây et d e g e tir se n o kâfirler: 'Siz y a la n cıla rd a n b a şk a sı d eğ ilsin iz .’ d iy ecekler. İş te b ilm ey e n lerin kalp lerini A llah b ö y le m ü h ü rler." (Rum , 3 0 /5 8 -5 9 ).

133

50 2008

Erdem

(6)

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

E rd e m

134

50

2008 "And o ls u n ki, biz b u K u r â n 'd a in sa n la r için h e r m is a ld e n n ice tü rlü sü n ü

açıklam ışızd ır. Fakat in s a n la n n ço ğ u k ab u ld en yüz çev irm iş ve inkârı se ç m iştir." (İsra, 17/89)

"And o ls u n g e rçe k te n biz in s a n la ra ib re t o la c a k h er türlü m isa li bu K u r â n 'd a açıklam ışızd ır. İn san ise çe k işm e d e her şey d en ilerid ir." (Kehf, 18/54)

"B u te m s ille r yok m u, işte biz o n ları in s a n la r için veriyoruz, g erek ki, d ü şü n sü n ler."(H a şr, 59/21).

"H em b u m is a lle r yok m u, biz o n la rı in s a n la r için veriyoruz. B u n u n la b e ra b e r o n la ra (m isa lle re ) a lim le rd e n b a şk a sı akıl erd irem ez." (Anke- bu t, 29/43).

K u rân 'd a ço k ö n e m li ve faydalı gayeler için g e ç m e k te olan hikâye ve m i­ sallerin aynı z am an d a nefisleri terb iye eden, karakterleri düzelten, hikm et ve e d e p ö ğ reten ahlakî boyutları da bulunm aktadır. Bu hikâyeler, bazen di­ yalog, bazen de bir tiyatro üslubu, bazen komedi, bazen trajedi şeklinde korkutucu, uyarıcı, m ü jd eleyici olarak karşımıza çıkar. S o n p e y g a m b er Hz. M u h a m m e d (s.a.v) ve on u n ü m m e tin d e n ö n c e g e ç e n p ey g am b erle r ve o n ­ ların üm m etleri, b aşka halklar ve onların yöneticileri K u râ n ’ın m u h a ta p l a ­ rına ders ve ibret olsu n diye anlatılm ıştır. Allah ve p eygam b erinin e m ir ve yasaklarına itaat edenlerin, dürüst ve Allah’ın rızasına uygun yaşayanların güzel hallerinden, iyi akıbetlerinden; asi olan ve sapıklık yapanların kötü hallerind en ve su-i akıbetlerind en h a b e r verilir. Böylelerinin ülkelerinin n a ­ sıl harap olduğu, kendilerinin n e acıklı azap ve fe lak e tle rle kahr-u perişan oldukları ü m m et-i M u h a m m e d ’e ders ve ibret o lm a sı için zikredilmiştir. B ü ­ tü n bu bilgiler hak îm ân e bir üslûp açık ve n e t bir şekilde e d e b î cü m le le rle ve s a n a tk a râ n e bir tarzda su nu lm uştu r. B ö y le c e insanların güzel ahlaklı o l m a ­ ları, im an edip sâlih a m e l işlem eleri, yollarını ve gidişatlarını düzeltmeleri, anlatılan kıssa ve m e s e lle r d e n fa ydalanm aları ö ğ ü tle n m iş tir .16

K u rân -ı K erim ’in icazının bir b ölü m ü olan bu üslûp, s a d e c e bizlere bir t a ­ kım tarih î olayları nakletm ek, g e ç m iş had iseleri aktarm ak için değil, gerçek­ te n o lm u ş ve o lm a sı m ü m kün vakalarla bizleri uyarmak, e ğ itm e k ve o lg u n ­ laştırm ak için yer a lm ıştır.17

16 Muhammed Ahmed Câde el-Mevlâ, Muhammed Ebu’l-fadl vdğr., Kasasul-K urân, 7. Baskı, Mı­ sır, 1381/1962, Mukaddimeden.

17 Muhammed Mahmûd Hicazî, el-Vahdetü'l-Mevdûiyye fi'l-Kurâni'l-Kerîm, Mısır, 1390/1970, s. 282­ 283. Konuyla ilgili olarak daha geniş bilgi için bkz. M. Sait Şimşek, Kurân Kıssalarına Giriş, İs­ tanbul, 1993, s. 67 vd.; Sadık Kılıç, Mitoloji, Kitab-ı M ukaddes ve Kurân-ı Kerim, İzmir, 1993, s. 238 vd.; İdris Şengül, Kurân Kıssaları Üzerine, İzmir, 1994, s. 189 vd.; Şehmus Demir, Mitoloji, Kurân Kıssaları ve Tarihî Gerçeklik, İstanbul, 2003, s. 71 vd.

(7)

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

Görüldüğü gibi K u r â n ’d a da bu üslubun birçok ulvî gayeler için ö n e m i b e ­ lirtilmiş ve ta tb ik edilmiştir. Bu üslubun kullanılışının seb e p le ri, daha ö n c e de belirttiğimiz gibi g aybî konuları, zihinlerin anlayacağı şekle sokmak, m ü cerret im a n î konuları m ü ş a h h a s h a le koymak, ğayb alem ini (metafizik) ş e h â d e t (fizik) alem iy le birleştirm ek, aynı z a m an d a bir hu su su teşvik veya nefret e ttirm e k gibi h u su sla rd ır.18

Bu üslubun dinleyicinin dikkatini çekmek, ifade ü slub unu renklendirm ek, bir konunun zihinlerde kalm asını sağlam ak, dinleyicinin hissiyatını h a r e ­ kete geçirip mevzu ile ilgisini kuvvetleştirmek gibi b aşka ö n e m li tesirleri de vardır.19 Bir üslubun faydasın ı S u a t Yıldırım şöyle özetlem ektedir:

"Fikrî te m a s la rın ın cid d iy eti için d e m u h a ta b a m e s a j u la ştırm ak e k s e ­ riya kabil o lm az, b u d u ru m lard a m u h a ta p b ir d iren m e h a le t-i ruhiye- si için e girer. H albuki fikir, duygu için d e e ritilm iş o larak su n u lab ilir. B u n d an d ır ki b ü tü n e d e b iy a t e se rle ri, a n la tm a k isted ik leri g erçek leri b e d â h e t h a lin e getirirler. S u n u la n fikirler ak len isp a tla n m a y a lüzum kalm aksızın m u h a ta b a m al ed ilir."20

Gayesi h u su su n d a ise Yıldırım kısaca: "K urân’ın indiriliş m aksatlarını ge rçek le şm ek tir."21 diyerek kıssaların ö n e m in i belirm ektedir.

Hikâyelerin, m asalların, te m sillerin bütün dünya edebiyatların da ö n e m li bir yeri vardır. Türk e de b iy atın d a da m a sa lın ö n e m i şu sözlerle b elirtilm iş­ tir:

"M asallar g erçek ü stü o lay lara d ayanır. B u n u n la b e ra b e r b u n ların iç ­ te n içe yürüyen b ir özü ve g erçek b ir yön ü vardır. B u n d an d olayı u sta m a sa lcıla r: 'M asal deyip geçm ey in ; kökleri vardır g e ç m iş te ; d ayan ır d u ­ rur d ağ g ib i... D alları vardır üstü m ü zd e; y eşerir, g id er b a ğ g ib i’ d erler. G erçek ten m a sa l m otifleriy le, a ile ve to p lu m y a şa n tıla rın a a it n ice n ice g erçek ler sezd irilm ekted ir. O lay ların akış ve o lu şu n d a n ib re t gözüyle faydalı d e rsle r ç ık a rıla b ile ce ğ i gibi, k a h ram an ların tu tu m ve d a v ra n ış­ ları d a, in sa n la ra o n ların ruh ve karakterini ta n ım a k fırsa tın ı kazan d ı­ rabilir. Çünkü m asald ak i k ah ram an lar b ire r s e m b o l, in s a n m isali b ire r varlıktır. Kurtlar, kuşlar, ağ açlar, ta şla r, p eri, dev g ibi hayali k işiler y eri­ ne g ö re in s a n gibi d üşü nü r, in s a n gibi d avranırlar... İn san gibi iyilik de yaparlar, in s a n gibi kötülü k d e ."22

135

50 2008

Erdem

18 Abdulmecid el-Beyânûnî, Kurân'da Darbu'l- Emsâl, Beyrut 1411/1991, s. 67-70. 19 el-Beyânûnî. 78 vd.

20 Yıldırım, s. 106. 21 Yıldırım, s. 106.

(8)

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

'V

136 Erdem 50 II. M e s n e v î ’d e T e m s îl î A nlatım M e t o d u 2008

M esn ev î nin en ö n e m li özelliklerindin biri hiç şü p h esiz ondaki hikâye ve m i­ sallerin bolluğudur. Ancak M e s n e v îd e g e ç e n hikâyelerin bazısı o lm u ş tarihi hikâyeler, bazısı da fabl tü ründen alego rik hikâyelerdir. M anzum olarak ka­ l e m e alınm ış olan bu hikâyelerin so n u n d a ahlakî, im a n î ve İslâ m î öğü t ve d ersler verilmiştir. Bu tür hikâyelerde in sa n la r arasın da cereyan ed e n olay­ ları hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar arasında geçiyo rm u ş gibi g ö s t e r e ­ rek bu yolla in san lara güzel ahlakı telkin etm ek, ibret dersi vermek, örnek göste rm ek , ya da bir düşü nceye, olaya güç kazandırmak a m açlan m ıştır. Aynı a m açları gö ze ten K u râ n ’d a da hikâye ve m isallerin büyük bir yer tu tm a sı

M e s n e v îy e örn ek olm u ş; M evlânâ bu özelliği yine K u r â n ’d a n almıştır.

Bilindiği gibi Kurânî ilim lerden biri de Kurân’daki kıssalardır. K u râ n ’d a

büyük bir yekun tu ta n birçok kıssa ve tefsir n ice fayda ve gayeler için zik­ redilmiştir. Biz o faydaların bir ço ğ u n d a n bî h a b e r olarak onları bir ro m an hikâye ve m a sa l gibi okur geçeriz. Mevlânâ, M e s n e v îs in d e bu kıssalard an b o l ­ ca b a h se d e r e k o faydalardan bizi h a b e rd a r e tm e k ister. Bu gayeyle o ö lçü d e yer verir.

M evlânâ bu kıssaların K u râ n ’d a g e ç m e sin in , sıkça tekrar e d ilm esin in s e ­ b ep le rin d e n birisinin de, bizim o hikâyelerden ve o hikâyelerde g e ç e n in­ sanların başların d an g e ç e n le rd e n ibret alıp, onların durum una d ü ş m e m e ­ miz ve uyanm am ıza s e b e p o lu ştu rm a sı için olduğunu söyler. Zaten bizim, "ü m m e t-i m e rh u m e " o luşu m uzu n ö n e m li bir özelliğinin de bu olduğunu, onların yerin e bizim ö n c e d e n g e lm e m iz durumunda, bizim acı akıbetim izin so nrakilere ibret o lacağ ın a, bizlerin zararlı, sonrakilerin karlı çıkacağını b e ­ lirtmektedir. Halbuki bu n im e t en fazla Hz. M u h a m m e d ’in ü m m e tin e nasip o lm u ş, dolayısıyla ü m m e t-i m e rh u m e o lm u ştu r dem ektedir.

Mevlânâ, k ıssadan m aksadın h i s s e a lm a k olduğunu, hikâyelerin zahirine ve zatına bakarak, gerekli ibret almayı ve kendimizi m u h a s e b e etm em izi u n u tm a m a m ız gerektiğini söyler ve der ki:

"Beyan o lu n an hikâyenin sureti olup ve o su r e tte sureti an lay ab ile ce k lere onların tasavvur aynalarına göre söylenm iştir. Bu hikâyenin hakikatini b e ­ y andan söz m a h cu p olur ve arife bir işaret kâfidir."23

Bu kıssaların K u râ n ’d a g e ç m e sin in ö n e m in i de şöyle ifade eder: "S e n av am ın s o h b e tin d e n k e lâm u llah k ıraatin e k a ça ca k o lu rsan , en b iy a -ı izam ın ruhlarıyla a şin a lık p eyd a ed ersin . K u rân en b iy a n ın hal ve evsafıdır. E n b iy a ise, d erya-ı pak-i kibriyânın balıklarıdır.

(9)

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

E rd e m

137 K u rân 'ın e m irle rin i kabu l e tm ek sizin o n u o k u rsan , kend ini p ey g am b er- 50

2008

ler ile velileri g örm ü ş, (am a o n la rd a n fa y d alan m am ış) farz et.

K u rân 'ın e m irle rin i kabu l ve ta tb ik e d e rse n , k ısas-ı en biyayı okudukça, te n kafesi ca n k u şu n a d ar g elm ey e b a ş la r."24

O, K u râ n ’d a kıssaların birer n u m u n e olduğunu söyler dem iştik. B u n a ö r­ n ek olarak da şunları dem ektedir:

"D ünyada yüz b in le rc e İb lis ve B e l’am g ib ileri vardır ki, o n la rın h alleri d e g erek gizli, g erek aşik a r böyled ir.

Bu ikisi d iğ erlerin e şa h it (ib ret) o ls u n diye A llah bu n ları m eşh u r kıldı. A llah b u iki hırsızı yüksek ve m an ev i b ir d a ra ğ a cın a a stı ve te ş h ir etti. Y o ksa kahr-ı ilah iy e u ğ ram ış, lakin cezaları te cil e d ilm iş pek ço k hırsız vardır.

Bu ikisin in (ve kıssalard ak i d iğ erlerin in ) p e rçe m in i şe h re götürd ü , yani o n ların ceza g ö rm ü ş o ld u kların ı halka g ö ste rd i. Y o ksa, kahr-ı ila h î m ak­ tu llerin in sayısı say ılam az (b u n lard an ib a re t d eğ ild ir)."25

K u rân , kıssaları bir gaye için aktardığı gibi, Mesnevfdeki hikâyeler d e bir gaye ve konunun açıklan m ası için zikredilmiştir. Bu h u su sa ço k güzel ve çar­ pıcı bir örnek uzun olduğu için buraya alın m am ak la birlikte, yerin den oku n ­ m akta çok fayda vardır.26

Kurân’daki m e s e lle r de böyledir. Nice hikm et ve faydalar için konu lm uş olan darbı m e s e l le r ve m isa ller ehli im an ve insaf için hidâyete ve im a n la rı­ nın k e m alin e vasıta olurken, ehli küfür ve zalim ler için de, d a lâ le t ve küfürle­ rinin a r tm a sın a s e b e p olm uştur. Nitekim: K u rân -ı K erim ’d e :

"M uhakkak ki A llah, b ir sivri sin eğ i h a tta o n u n b ir ü stü n ü n ü m isal g e tir­ m ek ten çekin m ez. İm an e d e n le r b ilirle r ki, o m u tlaka rab le rin d en g e le n b ir hakikattir. İnkara s a p la n a n la r ise, A llah b ö y le b ir m isa l ile n e m urat e tm iş d erler. (A llah) o n u n la b ir ço kların ı şaşırtıy o r, b ir ço kların ı d a y ola getiriyor. H albuki o n u n la şa şırttık ları yalnız fasıklardır" (B akara, 2/26) buyrularak bu durum belirtilmiştir.

M evlânâ K u r â n ’ın , bazılarının hidâyetine, bazılarının sapıklıklarının a r tm a ­ sın a s e b e p o lm a sın ın bir yönü nü n, K u râ n ’ın kötülükleri nehiy e tm e s i o ld u ­ ğunu söyler:

"M en e d ile n şeyi y apm ayan kimdir?" "İnsan yasaklan an şeyi yapm aya h a ­ ristir" denm iştir.

"Nehiy, takva sahiplerini on d a n uzaklaştırır am a, n e fsin e tab i olanları da,

24 Mevlânâ, Mesnevî, I,1537 vd./I,1601 vd. 25 Mevlânâ, Mesnevî, I,3307 vd./I,3407 vd. 26 Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, III,2600 vd./III,3612 vd.

(10)

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

'V

138 Erdem

2o50 ak sin e teşvik eder. B ö y le c e nehiy birçoklarını sapıtır, gönlü uyanık o lanlar da o n u n la hidâyete erer.

Ehli güvercin, kam ıştan ürkmez. Belki ond an, h e v e s in e tab i yabani güver­ cinler kaçar."27 Mevlânâ, yukarda g e ç e n âyeti vererek, kendi m isallerinin de öyle olduğunu belirtir:

"B e n im beytim (şiirim), beyt (ev) değil bir ülkedir. B e n im hezlim (şakam, fıkram) hezil değil bir talim dir."28

İşte Mevlânâ, Kurân’daki kıssa ve m e s e l le r e bu gözle bakar ve kendisi de bu a m a ç la M e sn e v î’d e b irçok hikâye ve m isa lle r e yer verir.29

27 Mevlânâ, Mesnevî, VI,3665 vd./VI,3690 vd.

28 Mevlânâ, Mesnevî, V,2498’in başlığı /V,2506'nın başlığı.

29 M esnevîde âyetlerin tefsiri sadedinde bazı İsrailî haberlerin de geçtiğini görmekteyiz. Bu tür rivâyet ve haberlerin M esnevîde bulunmasının ve bunlarla âyetlerin açıklanmasının sebebi hiç şüphe yok ki yine âyetlerin, birtakım hikâye, masal ve temsillerle açıklanmasının seb e­ biyle aynıdır. Daha önce geçtiği gibi Mevlânâ, her neye baksa Hakk’ın kudretini ve kelâmının doğruluğunu görmekte, her neyi işitse yine Yüce Allah’ın sözlerinin yüceliğini duymaktadır. Bu yüzdendir ki o, en basit ve günlük bir hadiseden dahi en ciddi ve en zor dini ve tasavvufi bir gerçeğe yol bulmakta ve örnek getirmektedir. onun bu husustaki rehberi Yüce Allah’ın "Muhakkak ki Allah, bir sivri sineği hatta onun bir üstününü m isal getirmekten çekinmez." (Bakara, 2/26) âyetidir. Ona göre önemli olan gayedir. Vasıta geçicidir, gayeye götürdükten sonra pek önemi kalmaz. Bu nedenle âyetlerin anlaşılm ası ve onlardan ibret alınması için İsrailiyattan da faydalanmakta ve onlara yer vermektedir. Nitekim eğer bu rivâyetlerin İslâm’a ters düşen hususları yoksa onları rivâyet etmekte bir mahsur yoktur. Zaten peygamberimiz bu tür rivâyetlerin elde geçerli bir delil olmadan ve İslâm’a ters düşmedikçe ne tasdik ne de tekzib edilmemesini tavsiye ettiği bilinmektedir. Ayrıca, her sözün manasına, her hadisenin gayesine önem veren Mevlânâ gibi insanlar bu rivâyetlerin zahiri kısımlarına değil de, onlar­ dan elde edilecek faydalara önem vermekte, zahirle fazla uğraşmamakta oldukları da unutul­ maması gereken bir husustur.

M esela Mevlânâ bir gazelinde:

"Tatlıyı, yağlıyı aşktan ye, aşkla ğıdalan da kanatların çıksın uçmaya kudretin olsun. Çocukken Halil, mağarada parmağından süt emerdi ya,

Hadi bunu bırak bir yana, ana karnındaki çocuk, âb-ı hayatı kandan emerdi ya. Feleğin dümdüz ettiği o boyu posu, sonunda gene felek, yay gibi büker, iki kat eder. Fakat aşkın verdiği boy pos uzar gider. Arşı da geçer.

Hayır, sus, sırları bilen hazır-nazırdır. 'Şahdamarından da yakınız o (insan)na biz’ demiştir." (Mevlânâ, Divan-ı Kebîr, IV, 181).

İkinci beyitte, Hz. İbrahim (as)’ın doğumundan ve mağarada saklanıp yıldız, ay ve güneş hak­ kındaki sözlerinden bahseden âyetlerin tefsiri mahiyetinde olan bir İsrailî haberden, onun mağarada parmağından süt emerek büyümesinden, dolayısıyla bir çok âyet ve onların İsrailî haberle tefsirinden bahsedilmesiyle, onun tefsirine örnek görüyoruz.

Üçüncü beyitten de anlaşıldığı üzere Mevlânâ’nın İsrailiyata pek güvenmediğini, ancak konu­ nun açıklanmasına yarar sağladığında nakledilmesinde bir beis görmediğini anlıyoruz. Bu dediklerimizi onun şu sözleri de desteklemektedir:

"Ey dünya perest olan gafil, Firavun’da olan kötü ahlak tamamıyla sende de mevcuttur. Lakin senin ejderhan kuyuda mahpustur.

Vah yazık ki Firavun’a dair söylenilen sözlerin hepsi senin ahvalindir. Sen onları Firavun’a atfetmek istersin.

(11)

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

У

4

\ f

M esn evî ü slub unu n en bariz özelliği "el-m ecâzu k a n taratu ’l-hakîka"30 ü slu ­ buyla, tahkiye ve te m s il m e to d u y la yazılmış olm asıdır. Bu üslubu Mevlânâ ile ilgili çalışm a la rd a büyük bir yeri olan Gölpınarlı şöyle izah etm ektedir:

" . Z am an ın b ü tü n b ilg ilerin i e n in ce n o k taların a kadar b ile n , birkaç d ile sa h ip o lu p b ü tü n şairleri o k u m u ş b u lu n an ; b u n la rla b e ra b e r fev­ k alad e seyyal b ir zeka, ço k in ce ruh, e ş s iz b ir vecd , ö rn ek siz b ir aşk, e m sa lsiz b ir seziş ve b u lu ş kab iliyetin in ; n e şe n in , co şk u n lu ğ u n , hay­ ran lığın, h ü la sa b ü tü n b ir m a n a a le m in in m ü m e ssili o la n M evlân â, M esn evî’yi söylü yor, zih n in d e b a h is le r b a h isle ri kovalıyor, b u b a h isle re uygun h ik âyeler hikâyeleri hatırlatıy o r, söz b u su re tle uzayıp gidiyor. B ir hikâyeyi an la tırk en hikâyedeki b ir in sa n veya hayvan a söz sö y le tm e - ye b a şlıy o r, fakat d erh al söz sö y ley en k en d isi olu yor. M ev lân â b ü tü n co şk u n lu ğ u y la b a ş la d ı mı; o b a s it hikâye b ird en b ire ca n lan ıyo r, artık k elim e le r a te ş ve gözyaşı h a lin e g e l i y o r . D erken M ev lân â biraz k en d i­ sin e g e lin c e hik âyed e sa d e liğ e d önü yor. Bu h ariku lad e tahkiye tarzı; bir şerh le , hikâyenin ruhi ta h liliy le b iterk en , h a tta bazen b itm e d e n yeni bir b a h s e g irilm esi icap ed iyor, ilk hikâye yarıda b ırakılıp b a şk a b ir b a h se , o b a h s e uygun b ir b a şk a hikâyeye geçiliy o r, o hikâye b itm e d e n araya bir ruhi ta h lil, d erken b a şk a b ir hikâye, d a h a b a şk a d iğ er b ir hikâyeye giriyor, n e d e n so n ra ilk hikâyeye d önü lü yor. B u su re tle b ir hikâyeye bir kaçkere d önd ü ğü , fakat her d ö n ü ş te b itirem ey ip b a şk a b a şk a b a

-139

50 2008

Erdem

Senin kötü ahvalinden bahsederlerse canın sıkılır, hoşuna gitmez, başkasından söz ederlerse (o zaman da) sana masal gibi gelir.

Mel’un nefis seni ne kadar harap ediyor ve sana pek yakın olan nefsin seni Allah’tan nasıl uzaklaştırıyor.

Senin nefis ateşini parlatmak için, Firavun’un ateşine atılan odun atılmamakta. Yoksa o nefis de Firavun gibi ateş saçar halkı yakardı." (Mevlânâ, Mesnevî, III, 976 vd.)

Kıyamete kadar Musa ve Firavun’dan numune vardır. Kandil ayrı olmakla beraber hidâyet nuru başka değildir. Bu çanak yani içinde zeytin yağı bulunan yağdanlık ile fitil başkadır. lakin onun verdiği aydınlık başka değil Allah tarafındandır.

Eğer içinde yağ yanan kandile bakarsan yolunu kaybedersin. Çünkü şişelerde (lambalarda) ikilik vardır.

Eğer nura bakarsan ikilikten de, mütenahi olan adet kaydından da kurtulursun.

Ey varlığın hulasası olan insan! Mümin, ateş perest ve Yahudi’nin ihtilafı, manaya değil de sûrete bakmalarından ileri gelmiştir." (Mevlânâ, Mesnevî, III, 1256 vd.)

Mevlânâ’nın Kurân'daki kıssalar ve İsrailî haberlere bakış açısını da yansıtan bu beyitler onun zahir yerine manaya ne denli önem verdiğini zahirle uğraşmadığını göstermektedir. onun İsrailî sayılabilecek rivâyetlere yer verip onlarla âyetleri tefsir edişine örnek olarak, Hz. Musa ve sihirbazların müsabakasından bahseden âyetlere (Bu âyetler, A’raf , 7/113 vd.; Yûnus, 10/80; Tâha, 20/70; Şu’arâ, 26/38 vb. âyetlerdir) yaptığı tefsir gösterilebilir. (Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, III, 1081 vd.)

Kanaatimizce Mesnevî'de, İsrailiyatın tefsir sadedinde kullanılmasında, bu sebeplerden dolayı yadırganacak bir taraf yoktur. Kaldı ki, bu yerler Hz. Musa ve diğer peygamberlerin kıssaların­ dan bahseden âyetlerle ilgilidir. Ahkam,itikat gibi hususlarla ilgisi yoktur.

(12)

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

E rd e m

140

50

2008 h is le re d ald ığı ve ilk sözü, ilk hikâyeyi n e d e n so n ra bitird iğ i var. Araya

Ç e le b i’nin su alleri, k en d isin in o su a lle re verdiği cev ap lar, g ün lük ve a le la d e vakalar b ile g i r i y o r ."

M esn evî salikler için yazılmıştır. Dinî inanışlar, tasavvuf esasları, b ilh a ssa "Vahdet-i Vücud - varlık birliği" f e ls e fî tahlil edilm ekte, m ü n a sip hikâyelerle,

K u rân kıssaları anlatılm aktadır. Her bir hikâye, telkin e d ilm ek i st e n e n fikre ta tb ik olunm aktadır. Bu arada Mevlânâ, b a sit fakat düşü ndü rü cü ve b ilh a s ­ sa buluş kabiliyetini g ö s te r e n deliller getirir örnekler verir, a n la tm a k i s t e ­ diği şeyi ap açık bir h a le koyar, h a tta g ülü nç ve bazen açık hikâyeler bile sö y le m e k te n çekinmez. Zaten divanındaki bir gazelinde, "B e n im gülü nç şe y ­ ler sö y le m e m , gülü nç şeyler, sö y le m iş olmak, e ğlenm ek, e ğ len d irm ek için değil, öğretm ek, halkı neşelen dirip , a n la tm a k istediğim i a n la tm a k içindir." der.... Yalnız şunu da u n u tm a m a k lazım; M esn ev îy i bir bütü n olarak kabul ettiğim iz takdirde de ondaki basitliğin, coşkunluğun, ihm alin, tertipsizliğin, kem alin ve noksanın, h ü la sa bin bir türlü te zahürün kudretli bir a h e n k için ­ de muazzam bir birlik m e y d an a getirdiğini gö rece ğ iz.31

Bu üslûbu, S e m ih a Ayverdi şöyle anlatır:

"Felse fe tarihinin ihtiva ettiği çeşitli tefekkür siste m le r in i büyük ölçü d e aksettiren M esnevî, kinâyeler ve m ecâzlar içinden koku veren bir hakikatler zinciridir ki, M evlânâ Celaleddin Rumi, bütün bu gerçekleri so n d e r e c e b ü ­ yük bir ustalıkla kitabın içine yerleştirmiştir. Öyle ki, h e m e n hiçbir didaktik e s e r e na sip o lm ay an ve san atlı ve m u h t e ş e m söyleyiş yedi yüz se n e d ir bahtlı bahtsız, âlim cahil, m ü m in kâfir, yoksul gani, muzdarip ve m u h ta ç kütlelere va h d et inanışını, im an h eyecan ını, Allah aşkını, tarife sığm az bir tanrı saçısı gibi c ö m e r t ç e b ezletm iş, sa n a tla el e le verm iş, hikmetli ve coşkulu üslubu ile de seb il seb il dağıtm ıştır.

M esn evî hikâyeleri, in sa n o ğ lu n u n dikkatini hakikatler ü stü n e ç e k m e k için hazırlanm ış latif birer tuzaktır. Bizzat büyük velinin dediği gibi, bunlar b a ğ ­ ların, b o sta n la rın etrafını çeviren dikenli çitler gibidir, ta ki y anından ve e t ­ rafından g e çen le rin etekle rin e takılıp k e ndine çeksin. B ö y le c e de bir zam an olsu n hakikatlerin ü stü n d e duraklatsın.

Avrupa’da en ö n e m li M evlânâ ve M esn evî uzm anlarından olan Eva de Vit­ ray Meyerovitch, M esn ev îy i iyi a n la m a k için şunları tavsiye eder:

"M ev lân â fe ls e fî dilin, b irtakım tekn ik ifad elerin in ve k elim e le rin in tu z a ­ ğ ın a d ü şm e d e n (m etafiziği) fev kalad e b ir h a re k e tle a n la tm a k ta , hikâye etm ek ted ir. O nu ta m o la ra k a n la m a k için güçlük, o n u n ifad e şekliyle

(13)

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

E rd e m

141 ü n siy et kurm ak ve b ir tek hikây ed e ve b aze n b ir tek cü m le d e aynı a n d a 50

2008

b irço k kon u n u n işle n d iğ in in b ilin c in d e o lm a k zaru retid ir."32

Buraya kadar M esn ev î deki tahkiye ve te m sil m e to d u n u n s e b e p le rin i açıkla­ dık. Şim di d e bu h u su s ta M ev lâ n â ’nın kendi dediklerine kulak verelim:

"M aksat k ıssa d a n h is s e alm aktır, yoksa sa n a m a sa l a n la tm a k d e ğ il."33 "Eyvahlar o ls u n ! B u n la r hep se n in h allerin d i. H ayalin F ira v u n ^ gitti, o n a a it san d ın ,

S a n a se n d e n b a h s e d in c e sıkılır, b a ş k a sın ın h ik â y e sin d e n se h o şla n ır-"M u sa’nın (as) a n ılışı g ö n ü lleri oraya bağ lıyor, b u h ikâyeler ö n c e le re a ittir san ılıyor,

M u sa ’nın a n ılm a sı hali gizlem ek için . Y o ksa o n u n nuru sa n a b ir re h ­ ber.

M u sa d a Firavun da se n d e, bu iki h asm ı n e fsin d e a ra ."35

M ev lân â b u izah larla d a yetin m ez, b u h u su su g e le c e k b a ş lık a ltın d a d ah a d a açar:

"D in leyen in , H ikâyenin Zahiri Şeklin i D in lem eyi İs te m e s i S e b e b iy le Asıl M an an ın K apalı K alm ası:

"O ay d ın lığın kıskand ığı, b a n a a m a n verm ez ki, a n la tılm a sı g erek en sır­ ları söyleyeyim ;

Ö n ce köpü kler h a sıl olu r d enizi örter, ilkin çekilir, so n ra y ü kselip k en ­ d isin i g ö sterir.

Şim d i m a n a n ın n e old u ğu n u d in le : D in ley en in gözü b a şk a y erlerd e. O, m isafir o la n sofiyi m erak e tm e d e , işi ta m a m e n bu sevd a old u. Artık sözü b a ğ la m a k lazım , ta ki e fsa n e , h ali a n la tsın .

Ey aziz, sofiyi su re t sa n m a . N e vakte kadar ço cu k lar gibi ceviz ve üzüm iste y e ce k sin ?

Ey o ğu l b u te n cevizle üzüm gibidir. Y iğ itsen h e r ikisini d e terk et. B u n a g ü cü n yoksa, Hakk’ın yard ım ı, s a n a dokuz kat g ö k ten yol b u ld u ­ rur.

Şim d i hikâyenin zahirin i d in le , fakat sa m a n d a n tan ey i ay ır."36 Aynı h u su sa b aşka bir yerde ise şöyle dikkat çeker:

"Hikâyede m anaya, gizli sırlara dair bilgiler var.

"Bu D im ne ve Kelile t a m a m e n yalan, hiç karga ile leylek d o s t olur mu?"

32 Mehmet Aydın, "Eva de Vitray Meyerovitch’in Mesnevî Hakkındaki Değerlendirmesi," Yedi İklim, S. 57, s. 96-7.

33 Mesnevî, II,3000/Bu beyit Nicholson’un tahkik ettiği Farsça baskısında yer almamaktadır. 34 Mesnevî, III,971, 972/III, 977-978.

35 Mesnevî, III,1250-1252/III, 1256-1257. 36 Mesnevî, II,194-202/II, 197-205.

sın ."34

(14)

У

4

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

142 Erdem

2о50 Ey kardeş hikâye bir ölçektir. Ondaki her m a n a bir t a n e gibidir.

Akıllı kim se m a n a ta n e sin i alır. Asla ö lç e ğ e aldırmaz."37 Ve şu beyitlerle, hikâyelerle durumu açıklığı kavuşturarak, hikâyelerin zahirinden başka bir şey d ü şü n em ey e n le ri Zeyd’in Am r’ı n e d e n dövdüğünü so ra n a benzetir:

"M u m la p erv an en in m a ce ra sın ı duy d a b u e fs a n e n in m a n a sın ı an la, İlim leri, sırrı varken arala rın d a k o n u şm a yok d e m e , y ü kseklerd e uç, b ayku ş g ibi a şa ğ ıla rd a uçm a.

"Ruh h a n e si" sa tra n ç için b ir b e n z etm ed ir. O, ev kim d en o n a g e çti." sö y le!

"Aldı m ı, m iras m ı kald ı?" d e m e . İsted iğ in m a n a ise se n in için n e s a a ­ d et.

N ah ivciler, "Zeyd A m r’ı dövdü" d erler. B irisi: "Bu kavga, d övü ş n e için ? A m r’ın b ir su çu var m ı ki, ham Zeyd b ir kö le g ibi o n a vuruyor?" dedi. O n a d ed iler ki, "Bu söz m a n a içind ir, m ak sat bu ğdayd ır, kap sa n m a " Zeyd ve A m r i’rab m evzuudur. O n u kavgaya h a m le tm e k olm az. O y in e d ed i ki: "B e n o n u b u n u b ilm e m , A m r’a b u h ile, bu zulüm n e d e n ? Zeyd on u n için su çsu z y ere d övd ü?"

N ah ivciler, ça re siz o lay a cevap vererek: "Zavallı Amr, "bir vav-ı zaid" ç a l­ m ıştı."

Zeyd b u n u öğren d i. Ve o n u cezalan d ırd ı. Çünkü h ad d in i a şm ıştı. H ad ­ d ini b ild irm ek g erekti" d ed iler.

O zam an "şim d i ca n d a n kabu l e ttim " d ed i. Eğri an la y ışla , d oğru, eğri g ö rü n ü r."38

37 Mesnevî, II,3617,3623-3625/II, 3653, 3659-3661.

38 Mesnevî, II,3627-3637/II, 3663-3674. Bazı Mesnevî’yı tenkit edenler, ondaki birkaç tane m üsteh­ cen hikâyeyi ileri sürüp onun değerini görmek istememektedirler.

Fuad Köprülü, bu hususu şöyle izah etmektedir:

"Mevlânâ Mesnevî'sinde umumi hayat safhalarını da muhtelif münasebetlerle tasvir etmiş- tir.Tersim ettiği bazı müstehcen hayat safhalarında biraz fazla realist olm ası, Mevlânâ’nın şahsiyeti ve M esnevî nin yazılışındaki maksat düşünülünce hiçbir suretle mu’ahaze edilemez." (Köprülü, s. 195-6).

Feyzi Halıcı bu konuda şunları söylüyor:

"Mevlânâ, kıssalarından sonra hisse alma niyetini, ateşli beyitlerine gerçek söylemek iste­ dikleri düşüncelerini nakış nakış işler. Mesnevî'nin bölümleri kimi zaman bilimin, kimi zaman şiirin sınırsızlığına götürür insanı. Bazı kapalı bazı açıkça söyler söyleyeceklerini. "Dinde utan­ mak yoktur" kavlince bazı seksî konuları dahi bütün çıplaklığı ile dile getirir, örnek gösterir. Bazen de bilinmeyen ilimlerden, aklın, düşüncenin idrakinden öte duyguları, sergileri söyle­ meye koyulur. Bazen de konuyu bırakıverir.

"Bundan ötesine yol yok, dil yok. Biz yine hikâyemize devam edelim." der. Düşünme ve duyma payını her okuyucunun kendisine bırakır." (Feyzi Halıcı, "Mevlânâ Duyarlığı", Mevlânâ ve Yaşama Sevinci , s. 58-59).

M esnevîde müstehcenlik var diyenlere Fadlullah Rahimi şöyle cevap vermektedir:

"Mezâk-ı manayı M esnevîden bibahre kalanların gözlerine şu hikâyenin teşbihat ve ta’rifat-ı sûriyyesi eğerçi muğayir-i edep görünecekse de, lâkin biz bu gibilere ne deriz? Tebeyyün

(15)

et-Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 'V

Tem sillerle a n la tım a g elince, bu ç e şit tefsirlerin, antropom orfizm ile b e n ­ zerliği o lsa da ondan, s o n u ç itibariyle ta m a m e n farklı bir m a h iy e t arz eder. Çünkü orada, bir olay veya hikâye anlatılır, so n ra o olaydaki kahram anlar, açık lan m ak i st e n e n âyetin konularıyla karşılaştırılıp, onları te m s il ettiği s ö y ­ lenir. Halbuki bu kısımda, bir veya birden ço k âyetin tefsiri m ahiyetinde, bazı farklı hikâyeler veya m isa ller anlatılarak, s o n u ç ta âyetteki konularla hikâyedeki kah ram an lar karşılaştırılmaz ve bir benzerlikten b ah sed ile m ez. Haddi zatında ây e tle hikâye a rasın da direkt olarak bir benzerlik de yoktur. A ncak o hikâyenin an la şılm a sı, mevzu-i b ah is olan âyetin a n la ş ılm a s ın a büyük ö lçü d e fayda sağ lar ve b irçok in c e ve m ü cerret konuların hikâyedeki m ü ş a h h a s hu su slarla kavranm asına yardım cı olur. Yoksa hikâye ile âyetin direkt olarak ortak yönü olduğu söy len e m e z. Nitekim M esn ev î nin kendisi bu h u su su şö y le belirtir:

"H er d ükkânın b a şk a b ir m e ta ı, b a şk a b ir kârı vardır. M esn evî d e "Hayırlı Yokluk" dükkânıdır.

Ayakkabıcı d ükkânınd a güzel d eriler vardır. G ördü ğü n ta h ta la r d a ayak­ kabı kalıplarıd ır.

K u m aşçılard a ku m aş ve iplikler bu lu n u r. D em ir varsa a n c a k a rşın (uzunluğu ö lç e n a le t) o la ra k vardır.

Bil ki, M esnevî, "V ah det" dükkânıdır. V a h d e tte n b a şk a o n d a n e varsa p u t­ tur.

Avam ı tuzağa d ü şü rm ek için p u tu övm ek, "o n lar kuğulara b e n z e r y üce k u şlard ır."39 övgüsü gibidir. 143 50 2008 Erdem

tirilecek bir hakikatin ehemmiyetine göre bu misüllü teşbihat ve ta’rifat indelürefâ mugâyir-i edep değildir. Mugayir-i edep, mugayir görmektir, deriz. ... Asıl muhalif-i edep ehlullahın hâlât ve kemâlât-ı kuddusiyelerine itiraz etmek ve haddini bilmemektir." (Fadlullah Rahîmî, III, 145).

Banarlı ise,

"Mesnevf deki hikâyelerin biraz açık saçık sayılanları da vardır. Bunlar çok kere tenkide uğra­ mıştır. Mevlânâ’nın realist görüşlerle naklettiği bu gibi hikâyeleri müdafaa edenler, onun bu muazzam eserini çocuklar için yazmadığını söylemişlerdir," demektedir (Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 314).

Kamil Yaylalı ise Ahmed Avni Konuk’tan şunları nakleder:

"Mevlânâ, kendisini herhangi bir şair, bir sanatkar mevkiinde görmeyip, eserlerinin hemen hepsinde irşat ve telkini ve bu yolla hizmeti gaye edindiğini kaydediyor. Ve Mevlânâ’nın şiir söylemeyi, misafirin hatırı için işkembe yıkamaya benzettiğini, ikram kastı gözetildiği takdir­ de, onu yıkamaktan nasıl nefret edilmezse, şiirin ve burada geçen açık saçık hikâyelerin dile getirilmesinin de bu zaviyeden m utalaa edilerek tarizde bulunulmaması gerektiğine dikkati çektiğini nakleder." (Yaylalı, s. 109-110).

39 Bu söz Necm suresindeki, "Siz de gördünüz değil mi Lât ve Uzza’yı? Üçüncü olarak da diğer (putunuz) Menat’ı?" (Necm, 53/19-20) âyetlerinin tilaveti sırasında, Şeytan tarafından söylen­ miş bu kısmı da müşrikler âyet sanmışlardır.

(16)

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

'V

144 Erdem

2o50 Bu söz N ecm s u r esin d e g eçm işti am a âyet olarak m evcu t değildi, im tihan içindi.

O zam an bütün kâfirler s e c d e ettiler. Hep b e r a b e r yere b aş koydular. B u n d an son ra m a n a karıştı. S e n S ü le y m a n ’la ol, Ş e y ta n ’a bakm a h iç!"40 Bu beyitler dikkatle d üşü nülürse, M esn ev î nin asıl konu sunu n, A llah’ın bir­ liğine hakke’l- yakîn in an m ak tan b a h se d e n bir kitap olduğu ortaya çıkar. B u ­ n u nla b e ra b e r on d a b irçok hikâye vardır. B un lar ise bu konunun a n l a ş ıl m a ­ sın a yardım e d e n vasıta konulardır. Bir bakım a bu konular, aynı zam anda, herkesin an layam ayacağı ve yanlış anlayıp ya re d d ed ece ğ i veya sap ıtacağ ı asıl konuyu kamufle etm ek, idraki az olanların, tasavvuftan b eh resi o l m a ­ yanların gözlerini b o y am ak için a n la tılm ış aracı, konu ve hikâyelerdir. G ö ­ rüldüğü gibi Mevlânâ, bu durum a bir de K u rân ve tefsirden örnek vererek bu durumun dahi a n la şılm a sı zor bir konu olduğunu söyler ve Ş e y ta n ’ı bırakıp S ü l e y m a n ’la olm am ızı tavsiye eder. Bir başlıkta da şöyle der:

"Beyan o lu n an hikâyenin sureti olup ve o su ret de sureti a n la y a b ile ce k ­ lere, onların tasavvur aynalarına göre söylen m işti. Bu hikâyenin hakikatini b ey an d an söz, m a h c u p olur ve arife bir işaret kâfidir."41

Başka bir b aşlık arasında ise şöyle açıklam a yapar: "B e n im beytim, beyit değil bir ülkedir.

B e n im hezlim, hezl değil bir ta lim dir."42

Beyt kelim e sin d e, telv ihât (işaret yoluyla an la tm a ) sa n a tla rın d a n tevriye s an atı yapan Mevlânâ, yine bu durum a işa r e t etm ektedir.

Bu kısımda, âyetle rd e ki h u su sla r b aşka h u su slara b en z e tilm ek te yani âyetin konusu b aşka bir konuya ta tb ik edilerek ikinci konu açıklanm aktadır. Bir nevi t e ’vil de d e m ek olan bu kısımla ilgili sa y ıla b ile ce k bazı örnekler g e ç ­ tiyse de, burada daha bariz bir şekilde bunu e le alan tefsirlerden örnekler s u n m a k istiyoruz. Bunlar:

a. IKurân’d a b irçok surenin bir çok âyetinde, n ice hik m etle r ve faydalar için b a h se d ile n M u sa (as) ve Firavun k ıssasın ı43 M evlânâ işârî y ö n d e n e le alarak bu h ikm etlerden belki de en ö n e m lis in e dikkatlerimizi çekmektedir:

"M usa, Firavun’un sarayında e m n iy et ve afiyetle yaşıyordu. O, (Firavun) i se h ariçte haksız yere m a s u m çocukları öldürtüyordu.

40 Mevlânâ, Mesnevî, VI,1528 vd./VI,1547 vd.

41 Mevlânâ, Mesnevî, V,1892’nin başlığında /V,1900’ün başlığında. 42 Mevlânâ, Mesnevî, V,2498’in başlığında /V,2506Jnın başlığında.

43 Kurân-ı Kerim'in pek çok yerinde bu kıssalar bahsedilmektedir. Mesela, A’râf, Enfâl, Yunus, İsrâ, Tâhâ, Şuarâ, Kasas, Gâfir, vb. surelerinde birçok âyet bu iki şahıs arasındaki hadiseler anlatılır.

(17)

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması ' V ' ^

Mesnevîde Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Bu hal, bir nefis sahibine benzer ki, cesedini beslediği ve nefsini kuvvet­ lendirdiği halde, hariçteki bir kimsenin bana düşmanlığı var diye vehme ka­ pılır ve,

Bu adam benim düşmanımdır, bana haset etmektedir der. Halbuki ona haset eden ve düşmanı bulunan kendi cesedi yani nefsidir.

Nefis sahibi olan kimse Musa gibidir. Ten ise onun Firavun’udur. Nefis sahibi kimse kendi içindeki nefsi bırakır da düşman nerede? Diye dışarıda aranır.

O nefis sahibi olan kimsenin asıl düşmanı, kendi vücudu içinde naz ve nimetlerle beslendiği halde, dışarıdakilere kin ve düşmanlık gösterir, hiddet ve şiddetle elini ısırır."

Bu beyitlerle Mevlânâ, ilk önce insanı Firavun’a, nefsini de Hz Musa’ya; en büyük düşmanımızı kendi içimizde beslediğimiz bakımından benzetmek­ tedir. Nasıl Firavun kendisinin en büyük düşmanını kendi sarayında naz ve nimetler içinde beslediyse; bizler de en büyük düşmanımız olan nefsimizi kendi vücut sarayımız içinde en güzel bir biçimde beslemekteyiz. Daha sonra ise insanı Musa’ya bedeni (nefsi) de Firavun’a benzeterek konuyu sürdürür.

Aynı hususu Divanında şöyle belirtir:

"Bütün beden can olsun, her kıl bir canlıya dönsün diye Can Musa’sı, be­ den Firavun’un bıyığını yolar."44

Böylece Kurân’da çokça geçen Musa-Firavun şahıslarının hakiki varlıkları ve kıssaları kesinlikle kabul edilmekle beraber onların ruh ve bedeni de tem­ sil ettiklerinden bahsedilmiş olunuyor.

Yine, kendisi peygamberin ziyaret ettiği hasta bir sahabenin ağzından şu benzetmeyi yapar.

"Bu dünya Tîh sahrası gibidir. Sen (Muhammed) Hz M usa’ya benzer­ sin, biz ise günahımız dolayısıyla o çölde kalmaya mahkum Beni İsrail gibiyiz"45

Hz M usa’nın kavmi Tîh sahrasın yürürler, akşam olunca kendilerini kalktıkları menzilde bulurlardı. Ve derlerdi ki:

Yıllarca yol yürüyoruz, nihâyet ilk menzile esir kaldığımızı görüyoruz. Eğer, Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu yol elbette tükenir biter­ di.

Eğer o gönül, bizden tamamıyla soğumuş ve kırılmış olsaydı, gök sofra­ sı yani bıldırcın eti ile kudret helvası bize nasıl nazil olurdu?

Erdeım

145 50 2008

44 Mevlânâ, Divân-ı Kebîr, Çeviren Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1992, IV,354.

45 Mevlânâ bununla: "Allah buyurdu: "Artık orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde ser­ sem sersem dönüp duracaklar. Artık o fasıklar kavmine acıma." (Maide, 5/26) âyetine işaret etmektedir.

(18)

H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

Erdem

146 50

2008 Yine Musa bize tamamıyla kırılmış olsaydı, taştan nasıl kaynaklar çıkar

ve bu amansız çölde ruhumuza nasıl aman verirdi?

Belki sofra (maide) yerine gökten ateş inerdi ve bu menzilde bizi ale­ viyle yakardı.

Anlaşılan Musa bize karşı iki türlü düşünüyor, bazen hasmımız bazen de yarimiz oluyor.

Onun gazabı yükümüze ateş saçıyor, hilim ve şefkati ise bizden belâ oklarını red ediyor.

Keskin bir gazabın ayn-ı hilim olması nasıl mümkün olur? Ey aziz olan Resulullah, şu hal senin lütfundan nadir değildir.

Medh-i hazır yani, birini yüzüne karşı medh etmek vahşettir, ve şeran memnudur. Ondan dolayı M usa’nın adını kasten zikrediyorum.Yoksa senin huzurunda mevcut olmayan birinden, yani M usa’dan bahsetmeyi Musa nasıl layık görür?46

diyerek Hz . Musa’yı Peygamberimize, onun ümmetinin halini bizim halimi­ ze, Tîh sahrasını da bu dünyamıza benzetmekte, ortak yönlerini açıklamak-Ayrı bir yerde ise Hz. Musa’nın asasını bedenlerimize benzetmekte, na­ sıl asa yere atılınca mucize gösteriyorsa bedenlerimiz de yere atılınca yani defnedilince ruhlarımız asıl hüviyetlerine kavuşacak ve büyük değişiklikler oluşacaktır.

"Bu beden ağacı, Musa’nın asası gibidir. Musa’ya, 'onu elinden at’ diye emir gelmiştir."47 Ayrıca bu beytin öncesinde ise doğru olmamız isteniyor, eğrilik bedenlerimize, bedenlerimiz de asaya benzetilmekle asayı yani eğri­ liği bırak diye bir tevil ve antropomorfizme gidiliyor.48

Başka bir antropomorfizm örneğini ise Yunus (as)un balık tarafından yu­ tulmasından bahseden: "Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerden­ di. Hani bir vakit dolu gemiye kaçıp sığınmıştı. Kura çekti de mağluplardan oldu. O, kınanmış bir halde iken balık onu yuttu. Eğer çok tesbîh edenlerden olmasaydı, muhakkak dirilme gününe kadar balığın karnında kalırdı. Hemen onu sahile attık. O hasta idi. Ve üzerine geniş yapraklı bir bitki bitirdik." (Saf­ fet, 37/139-146) âyetlerin tefsiri kısmında vermekte, "Yunus aleyhisselamın balıktan kurtuluşunun sebebi ve ruhun nefisten halâsı" başlığı altında şöyle vermektedir.

46 Mevlânâ, Mesnevî, II,2485 vd./ II,2507 vd. 47 Mevlânâ, Mesnevî, IV,3577/IV,3599.

48 Asanın yere atılmasını emreden âyetler ise Araf, 7/117; Taha, 20/1969; Necm, 27/10; Kasas, 28/31 âyetleridir. Mesela Tâhâ 69. âyetinde: "Ve elindekini bırakıver. O, onların yaptıklarını yolar yutar. Çünkü onların yaptıkları sadece bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise her nerede olsa felah bulamaz." buyrulmaktadır.

(19)

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

147

"Senin Yunus gibi olan ruhun balık karnı gibi bulunan nefsinde pişti 50 2008

Allah’ı tesbih etmekten başka onun kurtuluş çaresi yoktur."

Eğer Yunus (AS) balığın karnında tesbîh etmemiş olsaydı, halkın bas olunacağı kıyamete kadar orada mahpus kalırdı.

Hz. Yunus, ettiği tesbîh bereketiyle, balığın karnından kurtuldu. Tesbîh nedir? "Elestü birabbiküm" gününün alametidir.

Eğer ruhun, o tesbîhi unuttuysa, şu balıkların tesbîhini dinle.

Basiret gözüyle Allah’ı kim gördüyse o, ehlullahdır. O denizi müşahede etmiş olan da o denizin balığıdır.

Bu alem deniz, ceset balık, ruh ise sahib-i hakikatin nurundan mahcup olmuş Yunus gibidir.

Eğer o ruh, ceset balığı içinde tesbîh ederse o cesetten kurtulur, yoksa hazmedilip görünmez (yok) olur.

Can balıkları bu denizde çoktur. Sen görmüyorsun amma onlar senin etrafında uçuşmaktadır.

Onlar kendilerini sana vururlar, gözünü aç ki, onları ayan beyan göre­ sin.

Balıkları gözünle görmüyorsan, onların tesbîhlerini işitmişsindir. Senin ettiğin tesbîhlerin ruhu sabretmektir. Sabret ki o, doğru dürüst bir tesbîhtir.

Hiçbir tesbîh, sabır derecesine denk olamaz. Sabret ki, "sabır ferah ve sürûrun anahtarıdır." buyrulmuştur.

Sabır köprü gibi o cennetin sıratıdır. Her güzelin yanında çirkin bir lala vardır.

Laladan kaçarsan mülakat ve vuslat yoktur. Çünkü lala, sevgiliden ay­ rılmaz.

Ey kalbi nazik ve sabra tahammülsüz olan! Sen sabrın zevkini özellikle o Allah’a ulaşmak için sabrın lezzetini ne bilirsin?

Yiğit bir adamın zevki muharebede ve harp esnasında ileri, geri atıl­ maktır. Namerdin, ahlaksızın zevki ise başka şeyde ve başka taraftadır. Öyle bir ahlaksız göklere kadar yükselse de ondan korkma. Çünkü o, alt tarafın zevkiyle ders almıştır.

Öyle bir herif yükseklik tarafına çıngırak çalsa ve çan sesi yukarılardan gelse bile, atını alçaklık tarafına sürer.

Dilencilerin bayraklarından niçin korkmalıdır? Zira o bayraklar, bir lok­ ma ekmek için vesiledir."49

Böylece ruh’u Yunus (as), cesedi balığa, dünyayı da denize benzeterek, Yunus’un balığın karnında pişip olgunlaşıp sabr ve "La ilahe illa ente süb- haneke inni küntu minezzalimin" tesbîhiyle kurtulduğu gibi, ruhun da

(20)

/ f i H ü s e y i n G Ü L L Ü C E

'V

148 Erdem

50 set içinde ancak sabır ve tesbîhle kurtulacağını ve bu tesbîhinde "elestü 2008

birabbiküm" gününü hatırlamak ve o zaman verdiği sözü tutmak olduğunu açıklamaktadır.50

III. M esn ev î’d e n H ikâye v e T em sillerle Âyetlerin Açıklanm asına Örnekler

Konumuza örnek olan hikâyelerin bazısı tarihî, bazısı olmuş, bazısı da olma­ mış fakat olması mümkün olan hikâyelerdir. Biz bunlardan birkaç tanesini zikredelim: Birincisi bu hikâye veya olay Mülk suresinin 30. âyeti olan "Eğer suyunuz, derine gider de akmaz olursa, size tatlı suyu kim getirebilir." Âyeti ile ilgilidir. Bu âyet Mevlânâ tarafından şu hikâyeyle açıklanmakta Allah’a imanın pekiştirilmesi istenmektedir.

"Kurân okuyan biri, kitabın yüzünden, yani Mushaf’tan (eğer suyunuz ba­ tarsa.... mealindeki) "maukum gavran" âyetini okuyordu.

"Benim gibi fazilet ve marifet sahibi bir zattan başka suyu tekrar menbaına kim getirir."

Mantıkçı, hakir bir feylesof, o sırada mektep yanından geçiyordu. Bu âyeti işitince beğenmediğinden, suyu kazma ile biz getiririz.

Biz bel ile yarar, kazma ile kazar ve suyu aşağıdan yukarıya çıkarırız. (dedi)

Gece uyudu. Rüyasında aslan gibi bir yiğit gördü. O yiğit buna tokat attı, ve iki gözünü kör etti.

O feylesofa dedi ki: Eğer sözünde sadık isen gözünün pınarından kazma ile nur çıkar.

Feylesof sabahleyin yatağından fırladı ve iki gözünün görmediğini anladı. Rüyet (görme) nuru o iki gözden uzaklaşmıştı.

Eğer inleyerek istiğfar etmiş olsaydı, çekilip giden nur-u çeşmi, Allah’ın keremiyle zahir olurdu, avdet ederdi.51

Bu hikâyeyle Mevlânâ yukarıdaki âyeti izah ederek, hakiki güç ve kudret sahibinin Yüce Allah olduğunu, buna itirazın kötü sonuçlar doğuracağını, eğer bir hata yapılırsa bu durumda da inat etmeyip tövbe etme gerektiğini bildirmektedir.

Yine Mesnevî nin beşinci cildinde geçen Gazneli Sultan Mahmud’un hâs nedimi olan Eyaz isimli şahsın hikâyeleri birçok âyetin tefsiri mahiyetinde­ dir.

Mesela; "Eyaz’ın çarık ve abasını bir odaya koyup, kapısını büyük bir ki­ litle kapatmasından; vezirlerin orada, Eyaz’ın define sakladığını sananları"

50 Mevlânâ, Mesnevî, VI,2307 vd./VI,2327 vd 51 Mevlânâ, Mesnevî, II,1634 vd./ II,1650 vd.

(21)

M e s n e v îd e Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle K urân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem

149 şeklindeki başlıkla anlatılan hikâye, aslında, "İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı" (Tarık, 86/5-6) âyetinin tefsiridir.

Bu hikâye özetle şöyledir:

Gazneli Sultan Mahmud bir av esnasında yorulup bir Türkmen köyüne geldi. Çok susamıştı. Bir kapıyı çaldı. Çıkan delikanlıdan su istedi. Delikan­ lı sultanı tanımış, terli olduğunu görmüş soğuk su içip hasta olmasından korkmuştu. Bu yüzden sultana "Evde su olmadığını, babasının yakındaki suyu çok güzel bir pınardan su getirmeye gittiğini ve gelmek üzere olduğunu söyledi." Sultan da bekledi. Bu arada teri soğumuş, dinlenmişti. Delikanlı eve girip su getirdi. Bunu gören sultan "Hani baban su getirecekti, sen suyu evden getirdin" dedi. O da, bunu sultanın hasta olamaması için yaptığını söyledi. Bu köy delikanlısının aklına ve tedbirine hayran kalan sultan onun annesini razı ederek, delikanlıyı alıp saraya götürdü. Üzerinde bir posttan ibaret elbisesi ve bir de ayağındaki bir çift çarıktan başka bir şey olmayan bu küçük delikanlıya çok güzel elbiseler giydirerek onu kendine nedim ve dost edindi.

Eyâz ismindeki bu delikanlı aslını unutup, gururlanmamak için, çıkardığı eski deri abasını ve çarıklarını atmayıp kendisine verilen bir odaya koydu ve kapısına büyük bir kilit astı. Her gün o odaya giriyor onlara bakıp "Ey Eyâz bunlar senin postun ve çarıklarındır. Eski halini unutup da sultanın verdiği elbiselere ve geldiğin makama bakarak gururlanma!" derdi.

Onun bu odayı kilitlemesi ve kimseyi oraya sokmaması zaten kendisini kıskanan sultanın diğer adamlarını şüpheye soktu. Bir vezir giderek, sultana, Eyâz’ın kilitli bir odada hazine sakladığını haber verdi. Sultanında şüphe- lenmemekle beraber Eyâz’ın masumluğu ve vezirlerin haksızlıklarını ortaya çıkarmak için o emire "Gidin o kilidi kırın ve hazineyi bana getirin. O nankör nasıl bizden gizli iş yapar, bizim verdiğimiz altın, gümüş ve mücevherleri nasıl bizden saklar" diyerek onlara emir verdi.

Em ir yanına epeyce adam alarak o odaya gittiler, kilidi kırıp odayı aradılar. Eski bir posttan ve bir çift çarıktan başka bir şey bulamayınca çok şaşırdılar. Nihâyet hazine, odanın altında gizlidir diye odayı kazmalarla delik deşik et­ tiler. Hiçbir şey bulamayan müfteriler mahcup, rezil bir şekilde, toz duman içinde Sultanın yanına çıktılar. Sultan onlara hani altınlar, hani mücevher torbaları, nerede diye sorunca, onlar "Ey cihan padişahı kanımızı döksen sana helaldir, canımızı bağışlarsan da bu bir nimetindir. Ne layık görür­ sen onu yap" diye feryat ettiler. Sultan da "Bu kötülük bana değil Eyâz’adır. "O kendi hakkını ister alsın ister bağışlasın" dedi. Eyâz çağırılıp bu durum kendisine anlatıldı ve kararın kendisine ait olduğu bildirildi. Sultan, Eyâz’a güvendiğini fakat vezirlerin küstahlık edip onu hırsız saydıklarını şimdi de

Referanslar

Benzer Belgeler

• 1950-60 arasında öğretmenler için müze ile eğitim el kitabı, UNESCO Bölge Semineri kitapçığı Türkçe’ye çevrisi, Kültür şuralarında müze eğitimi vurgusu.

Kanında kurşun yüksek çıkan işçiler Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde bazen birkaç hafta, bazen birkaç ay tedavi görüyor, sonra yine işbaşı yapıyor.. Kurşun bir

Avusturya, Osmanlı Devleti gibi çok uluslu bir yapıda olduğundan Fransız İhtilali’nin yaydığı fikirleri (özellikle milliyetçilik) kendisi için tehlikeli görüyordu.

Osmanlı Devleti’nin edebiyatta da en güçlü olduğu dönem XVI.yüzyıl oldu. Bu yüzyılda hem edebi alan genişlemiş hem de bir önceki yüzyıldan daha çok ve büyük

Muhsin olan Yüce Allah, bir kere daha isminin gereğini yapmış “İhsan Edenlerin En Güzeli” oldu- ğunu göstermişti.... SÖZÜNE

Literatürde en sık uygulanan ve önerilen adölesan sağlığını geliştirme programlarının beslenme, egzersiz, hijyen, uyku, alkol, ilaç, sigara kullanımı ve

Rönesans^ şarkısı^ olan Rönesans Liriğiöin güzelliği., beraber terennüm edilmesi icabeden melodiler eksik olduğu ahvalde tamamile t a ^ i r olunamaz.' Bu itibarla

Ashab-ı kiram, Allah Resûlü (s.a.s)’in bu müjdesine nail olmak için İslam’ın evrensel mesajlarını diyardan diyara taşıyordu.. Anadolu’muzda ilk defa