- S O N
1 1 F itim " * .. ... . — r^c. tEdebiyatımızı öldüren m
m
^mmmms,
Sayılı hastalıklar
...
Midhat Cemal KUNTAY
H
er san’at şubesinde olduğu gibi edebiyatta da hayat ve ö-
limv unsurlarım kesin bir surette
bir takım kaidelere bağlamak yüz de yüz doğru olamaz. Fakat bu «o- lamaz»ı da bir kaide ve bir karar olarak öne sürmek yine yüzde yüz doğru değildir. Ve takriben bile olsa edebiyatımızı öldüren şeyleri bir ta kım esaslara dayamak mümkündür. Bence OsmanlI ve hattâ Türk ede biyatını öldüren birinci hastalık dü şünceye ve duyguya kelimeyi değil, kelimeye düşünceyi ve duyguyu esir etmektir. Güzel sesli bir kelimeyi harcamak için mefhumu ancak ve sile miktarı kullanmak, bu esaretin
en klâsik manzarasıdır. Hiç unut
mam, OsmanlI edebiyatının bir ne sir üstadına bir gün kardeşinin has talığının mahiyetini sordum, ceva ben:
— Teverrüm etti. Dedi. Ben de:
— Değildir, vehimdir.
Dedim. Bu derece vahim bir konu üzerinde, nesir üstadı, lâkırdıma şu seci’le mukabele etti:
— Biraderim inşallah teverrüm et memiştir de, ben inşaallah tevehhüm etmişimdir.
Böyle bir ölüm dirim mevzuunu seci’le konuşan nesir üstadına o gün şaştım. Ve o zamandanberi verilmiş bir kararım vardır: OsmanlI edebi yatı, tamamen değilse bil£, kısmen,
fakat çok miktarda kısmen, seci’
icap ettiği için, hakikati bir tarafa bıraktı, hakikat oîmıyan şeylerin ifade vasıtası oldu.
Batı edebiyatlarının nesirlerinde böyle seci’ dediğimiz şeye izafeten, münhasıran buna izafeten, düşü nen. duyan yazı adamlarının bulu nabileceğini hiç sanmıyorum. Vâkıâ o edebiyatların nazmında kafiyenin peşine takılan düşünceler ve duygu 5ar eksik değildir. Fakat Garp şairleri içinde bunlar, yazdıkça meçhuliyet- îeri artan adamlardır; ve muvaffak olanlar, kafiyeyi fikrin ve hissin kö leşi vaziyetine sok a bilenlerdir, veya hud, kafiyeye esareti gizleyecek san at hamlelerine hâkim olanlardır.
Edebiyatımızı öldüren ikinci bir hastalık ta «tedai» dediğimiz âfettir. «Bülbül» ti yazınca «gül» ü, ve «gül» ü yazınca «kırmızı» yi, ve kırmızı teda- Ssile dudağı hatırlamak edebiyatımı zın bir kaderi olmuştur. Böyle muay yen bir tedai zincirine bağlanan baş lardan çıkacak san’at eserleri ise, «Beel» olmamıya ve tabiatten, ha yattan mütemadiyen uzaklaşıp kitap ve yazı olarak kaimıya mahkûmdur.
Edebiyatımızın üçüncü bir hasta lığı da «müteradifler» i israf ederce sine, kullanmak olmuştur. Dedele rimizden kalan bu fena mirasın, yal nız sah’at eserlerinde değil, hattâ
gazete yazılarında bile müsrifliği
vardır, öyle ki, bir gazete makalesi, müteradiflerin fazla harcanması yü zünden, bazan, iç içe İki makaledir. Öyle bir makale ki, içindeki çifte müteradifleri bir bıçakla ortaların dan ayırırsahız, hemen hemen ayni mealde, iki makale karşısında kalır sınız. Vâkıâ, İddia ederler ki, dilde müteradif yoktur, ve müteradif
sa-E i s r ı r : . ■ - ... — - ...
nılan iki kelime, ayrı iki nüans ta şır. Kelimeler lügat kitabında kal dıkça. bu iddia belki epeyce doğru dur. Fakat kullana kullana nüansla rı aşındığı için, bu kelimeler, lügat kitabında değilse bile, istimalde ta mamen birbirinin manasını taşıyan iki eşit kelime haline gelmiştir. Me selâ «İfade» ve «beyan» kelimeleri ve yahud, «beyan» ve «İzah» lügatleri gibi... Şüphe yok ki bu üç kelimenin üçü de, birbirlerine çok yakın olan manalarından başkaca birbirine çok yakın olmıyan nüansları İhtiva eder. Fakat, bu, lügat kitaplarında böyle-
dir. Yoksa istimalde «beyan» ile
«izah» arasında, hele «ifade» yîe «beyan» kelimelerinde hiçbir nüans yok gibidir. Hattâ olsa bile «izah» kelimesini yazmakla bir muharrir «beyan» lügatinin mefhumunu da söylemiş olur. Bu, söyliyecek fikri ol Duyanların lâkırdıyı, uzatmak için başvurdukları acemi ve müptezel bir oyundur. Ve bu oyun yüzünden, bir yazı bitip te, imza yerine yaklaştık ça can çekişir; ve nihayet muharri rin imzası yazının son nefesi gibi boynunu büker, durur.
Yukarıdaki fıkramda kullandığım «gibi» edatının karşısında edebiyatı- tımızı öldüren en mühim hir hasta lığı daha hatırladım.- Teşbih.
Edebiyatımızda, hiçbir şey kendi olmamış, daima başka bir şeye ben
zemek mecburiyetini hissetmiştir.
Batı edebiyatlarında teşbihin kötü lüğünden kurtulmak için insanlara mahsus vasıflan eşyaya izafe etmek hususunda muvaffakiyet gösterenler den biri «Şekspir» olmuştur: Katil kaleler, hain rüzgârlar, zalim deniz ler gibi... Bu mekanizma teşbihsiz teşbih yapmak ve «gibi» siz ben zetmek hilesinin en güzel yoludur. Bugün bile muvaffakıyetile tanınmış san’atkârlarm yaptığı aşağı yukarı budur. Fikretin «katil kuleler» i gi bi.
Edebiyatımızın başka edebiyatlar dan pek mühim bir farkı vardır ki en önemli hastalığı budur. Garp ede biyatmda fikir oyuncağı var, bizde lâfız oyuncağı... Yahut garp edebiya tında lâfız oyuncaklarına bile fikir
o-yuncağı manzarası verilmek imkânı bulunmuştur. Meselâ, garp san’atkâ-
rı «ağlamamak İçin gülüyorum.»
der. Ayni fikri OsmanlI şairi böyle çıplak düşünmez. Mutlaka «tezat» de nen kelime oyuncağına izafeten dü şünür, ve:
Bilemem eyleyecek girye midir, hande midir.
Der. Garp şairi «için» kellmesile tezadı kaybeder. Şark şairi ise teza dı göze bir yumruk gibi çarpacak ha le koymak için, «girye» ile «hande» yi yan yana koyar, ve elinden gelse iki kelimenin arasında hava sızrnı- yacak derecede bir mesafesizlik sok mak ister.
Edebiyatımızın, kendi ölçümüz da hilinde olmak üzere dehâ derecesine yaklaşmış büyük sanatkârlarına rağ men, eserlerimizin «hayat» olasna- yıp «kitap» olarak kalmasında, bir kısmını saydığım bu hastalıkların çok tesiri olmuştur. Bu dalâletlere bağlanıp durmaktır kİ, edebiyatı mızı milletlerarası eserlerden mah rum kalmak talihsizliğine mahkûm etmiştir.
Midhat Cemal K U N TAY
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi