• Sonuç bulunamadı

Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin düşmanı Ahmet Emin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin düşmanı Ahmet Emin"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Temmuz 1953 xenı aaoan oitııııe; <

ve Türk Milliyetçiliğinin

düşmanı Ahmet Emin

Fikret ve

Nâzım

Hikmet

Yazan: Muma Kinin Yalman (19.6.953) Vatan 2960) 34 sene evvel bugün Tev- fik Fikret ölmüştü. Türk milletinin terakkide geriliği ve ıstırapları için en çok göz yaşları döken, onu uyandır­ mak için en büyük gayretler sarfeden, milletin saadeti i- çin en güzel rüyaları gören, en derin hasretleri haykıran büyük Türk edibi ve idealis ti Fikret.

İnsan inanmak istemi - yor: Bu vakitsiz ölümden bi­ zi ayıran zaman yalnız otuz dört yıldan mı ibaret? Ara­ dan uzun asırlar geçmemiş midir? Nasıl oluyor da bü­ yük şairin terennüm ettiği lisan, yeni Türk milletine şimdiden Sanskrit kadar u- zak ve yabancı bir hale ge­ tirilmiştir? İdeal ve feragat ocaklarını tutuşur bir halde bulundurmak için müstesna seciye sahiplerinden ilham almak ihtiyacında bulunan gençliğe, nasıl oluyor da Fik ret gibi metin ve pâk bir se­ ciyenin, bir açıkalının kar­ şısında. bu Kaynaktan feyz almak yolu öğrefilmem/ştir, neden onun maneviyatı ara­ mızda yaşamıyor? Neden Türk şehirlerinden hiç bi - rinde ona ait bir hâtıra, bir heykel yoh ? Neden onu ta­ nıtacak ve sevdirecek eser­ ler elden ele dolaşmıyor?

Kendi kendime soruyorum: Ziya paşanın acı bir hayal sukutu içinde bağırdığı gi­ bi, bu millete bağlılık gös­ termeğe ve feragatle hizmet etmeğe çalışmak bir çılgın­ lık mıdır? Bu yolda yürü - yenleri mutlaka felâket mi bekler? Midecilik ne vakite kadar mukadderatımıza hâ­ kim bir kuvvet halinde ka­ lacak? Mukaddes ateşlerin hararetinden mahrum fırsat düşkünleri, manevî çirkinlik lerini belirten aynaları yokelı mek hırsile. ne vakite kadar feragat sahiplerinin hâtıra­ larını zihinlerinden silmeğe, milleti asıl yaşatan manevî j gıdaları kesmeğe devam ede bilecekler?

Bütün bu düşüncelerin ya rattığı heyecan içinde zih - nim, diğer büyük bir şairi­ mize takıldı, maddî mâna ile hâlâ çok şükür yaşıyanlar arasında bulunan, fakat 12 yıldır haksızca bir mezar in­ zivasına, tahammül haricin­ de manevî işkencelere ma­ ruz bırakılan, sıhhati türlü türlü hastalıklar tarafından sinsi bir şekilde kemirilen.

j

kendisine hiç bir taraftan el uzatılmıyan bir müstesna in sana ... Pek iyi anladınız,

j

Nâzım Hikmetten bahset - mek istiyorum. Tevfik Fik- • retin ölümünün yıldönümün de sesimi bu acı haksızlığa karşı yükseltmekle Fikretin . ruhunu şadettiğime de ina­

nıyorum. I

--- — —

-Vatanın istilâya uğradığı ve tek kurtuluşun Türklük idealine bağlılıktan başka birşey olmadığı devirlerde Ahmet Eminin «Türk» kelimesine nasıl saldırdığını ve daha geçenlerde Moskovaya kaçan vatan haini Nâzım Hik­ m eti hapishanede iken «O hiç bir zaman Moskova ajanı değildir ve ola­

maz» dîye müdafaa ettiğini gösteren vesikalar

Eğer Nâzım Hikmet’te komünist nazariyelerine muvazi düşünceler var­ sa. bunlar. Türk vatan sevgisi haricinde bir tesanüde bağlanmanın bir a- lâmeti değildir. Türk şairi Nâzını Hikmet, bir Moskof ajanı olmamıştır ve olamaz. Komünizm tarzında görünen hisleri ancak memlekette sefalet ve haksızlık çekenlere karşı duyduğu alâka ve hassasiyetin bir mahsulüdür ki. cemiyetimizi yaşatmak için mutlaka bu sefaletlere çare bulmağa, bu haksızlıkları düzeltmeğe mecburuz. Bu acıları duyanlar ve bize hatırla­ tanlar, milletin düşmanı değildirler. Aksine olarak, en basiretli dostlarıdır.

... ' ■ --- ■ —^

Bu bahsi ortaya atamadı­ ğımdan dolayı çoktanberi vicdan azabı içindeyim. İki defa buna dair makale yaz­ dım. (Nâzım Hikmet) adı etrafında muhitte öyle bir yılgınlık peyda olmuştur ki yazılarımın her iki defa ga­ zetede çıkmadığını hayret ve teessürle gördüm. Arka­ daşlarımdan tereddüdü yen­ meğe ve kendilerine söz ge­ çirmeğe gücüm yetmedi.

Bu arada Bursaya gide­ rek. Nâzım Hikmeti 2 defa hapishanede ziyaret ettim. Bu demir gibi seciyeli mert insanla temastan kendi he­ sabıma büyük bir haz, o- ııun hesabına ve memleket hesabına devin bir hüzün duydum.

Son nesillerin yetiştirdiği biiyük Türk şairlerinden, Türk diline en iyi tasarruf edebilen pek mahdut insan­ lardan biri, uzun yıllardır adlî bakımdan da haksız o- larak zindanlarda süründü­ rülüyor. Bu hali günün bi­ rinde tarih kütün bir devir için bir leke diye kabul ede çektir. Nâzım Hikmetin uğra dığı haksızlığın mes’uliyeti, yalnız mahkûmiyet, hükmü­ nü veren iki askerî mahke­ meye. yalnız tek parti dev­ rinde bıınıın emrini verenle­ re, yalnız elindeki dosyalar­ da haksızlığın bütün delille­ ri bulunduğu halde hare

-ketsiz duran adliyemize, yal ııız münevver nesle düşmü­ yor. 20 milyon Tiirkten her birinin bu mesuliyette his­ sesi vardır.

Ben bu mes’uliyetiıı 20 milyonda biri derecesinde bir payı bile taşımağa de - vam etmekte razı değilim. Haksızlığa karşı sesimi yük seltiyorum ve bunun artık akisler bulacağını da umu­ yorum.

Eğer Nâzım Hikmette ko­ münist nazariyelerine ııuıva zi düşünceler varsa, bıııılar, Türk vatan sevgisi bari - cinde bir tesanüde bağlan - mamı, bir alâııııti değildir. Türk şairi Nâzım Hikmet bir Moskof ajaııı olmamıştır ve olamaz. Komünizm tar­ zında görünen hisleri ancak memlekette sefalet ve hak­ sızlık çekenlere karşı duy­ duğu alâka ve hassasiyetin bir mahsulüdür ki cemiyeti­ mizi yaşatmak içiıı mutlaka bu sefaletlere çare bulma - ğa. bu haksızlıkları düzelt­ meğe mecburuz. Bu acıları duyanlar ve bize hatırlatan lar, milletin düşmanı değil­ dirler. Aksine olarak, en ba­ siretli dostlarıdır.

Moskof tipi komünizmi tarihteki en büyük riyakâr­ lık, habaset ve denaet sa­ yan, ona karşı mücadeleyi vazife bilen, terakki ve me­ deniyetin ve hürriyete ve serbest teşebbüse bağlı oldu

ğuna candan inanan bir ga­ zete sıfatile şunu iddiadan çekinmeyiz ki. Nâzım Hik­ metin haksız yere hapsedil­ mesi: komünizme karşı bir tedbir değildir. Tam bir gaf­ let içinde ona hizmetten başka bir şey sayılamaz. Ha­ piste bulunan mağdur bir Nâzım Hikmetten komünist ajanları ancak kuvvet alır­ lar, uğradığı haksızlık tamir edilen, normal hayata karı­ şan. hastalıklarının tedavi­ sine imkân verilen bir Nâ­ zım Hikmet, ancak memle­ ketteki İçtimaî huzurun ve berraklığın bir desteği olur. Nâzımın haksız hapsi ve mu

lıitin buna karşı gösterdiği alâkasızlık, dünyanın her ye rinde bize karşı tesirli bir silâh olarak kullanılmakta­ dır.

On iki sene evvel Nâzım Hikmet, bazı neşriyatından dolayı tek parti devrinde mahkûm edildiği ceza müd­ detini tamamlamış ve hapis ten çıkmıştı. Kendisini o sı­ rada yakından tanımak fır­ satını buldum. Nâzım, bir si nema şirketinde bir vazife bulmuştu. Kendini bütün kuv vetile vazifesine veriyor, hiç bir nevi siyasete karışmı - yor. san’atile başbaşa. rahat bırakılmaktan başka bir şey istemiyordu. Kendisile te­ mas ariyan bir deniz gedik­ lisi bir yedek subay

namze-(D e v a m ı 8 in c i sa h ife d e )

— Gel, şairim gel! Elindeki orak çekiç değil, ay yıldızdır. Gel seni kueak- lıyayım!

Nâzım

Hikmetle

Mülakat

Yazan: Ahmet Eıniıı Yalman (20 Ekim 1949 tarihli Va- taıı’dan):

Bursayı son ziyaretimde hapishaneye uğradım. Nâ­ zım Hikmetle etraflı bir ko­ nuşma yaptım. Bu samimî konuşmanın neticesinde far- kettim ki bundan evvelki iki uğrayışım. ancak sathî birer nezaket ziyaretinden ibaret kalmıştı.

Nâzım Hikmet. beni ilk defa olarak kendi rıılı ve hayal âlemine kabul etti. Çı­ radaki geniş ufuklarla temas neticesinde ömrümün belki en kuvvetli heyecanların - dan birini duydum ve çok derin haz anları yaşadım.

Bir gazeteci herkesin sır­ daşıdır. Kendisine tam bir güven içinde devlet adam­ ları da, dert sahipleri de i- çini dökerler fakat neşre­ dilmek üzere söylenmiyen bir sözü kullanmak başka insanların ruh âlemindeki hususî tezahürlere tasarruf etmek hakkını gazeteci ken dinde

görmez.

Gazetecilik hayatımda bel ki de ilk defa olarak bu mu­ kaddes kaidenin haricine çı­ kacak ve hapishane müdü­ rünün kanunî huzurile iki kişi arasında cereyan eden bu samimî konuşmayı aynen neşredeceğim.1 Bunu neden yapıyorum? Çünkü Nâzını Hikmetle olan konuşmamı neşretmekten memlekete fayda gelecek, kendisine de zarar gelmiyecektir. Şairi­ miz için zorla yaratılan ide­ oloji hürriyetinin altında çarpan memleket sevgisi ve hususiyeti ile dolu kalbi va­ tandaşlara olduğu gibi ta­ nıtmanın bir hizmet olduğu­ na kaııi bulunuyorum.

(KOMÜNİST) SÖZÜ Sıhhatini sorduktan sonra Nâzım Hikmete dedim ki:

— Nâzım Hikmet bey, si­ zinle açık konuşmak istiyo­ rum. Müstesna kıymette bir Türk edibinin ve şahsiyeti­ nin uğradığı haksızlık kar­ şısında duyduğum teessürü gazetede ifade etmekle kal­ madım. Yazı arkadaşım a- vukat Mehmet Ali Sebük’- den sizi ziyaret etmesini, dosyanızla meşgul olmasını ve haksızlığın tamiri için kanunların mümkün kıldığı yolları araştırmasını rica ettim. Gelmiş, sizi görmüş, kendisine demişsiniz ki: «Benim yüzümden kimse­ ye zarar gelmesini istemem. Benim bir komünist olduğu­ mu unutmayınız. Sonra müş kül mevkie düşmeyin.»

Bu sözünüzün manâsını sizinle münakaşa etmeğe gel d im. Ben sizi Türk milleti­ nin öz malı olan bir fikir a- damı, Türk dilini en iyi te­ rennüm edenlerden bir edip, vatandaşların sefalet ve ız- tırabını duymakta ve bunu (Devamı S inci şahifede)

(2)

Sahife: 8 — ■ - 1 —

Nâzım Hikmetle

mülakat

(B as tarafı 7 in ci s a h ife ie )

ifade etmekte pek çokları - mızdan daha hassas bir in­ san diye tanıyorum. Uğra­ dığınız akıbet şahsî olarak beni ancak bu zaviyeden a- lâkadar eder. Memlekette haksızlığa uğrıyan insan çok tur. Fakat bu nevi haksız- . lıklarla; ancak askerî ceza usullerinin yanlışlığına, si­ yasî suçlardaki tahkik usul­ lerinin fenalığına, komü - nizmle en iyi mücadele u- sulünün cebir ve tazyik de­ ğil, itidal, teşhir ve ikna ol­ duğuna ait umumî neşriyat yolile meşgul olmak ihtiya- çını duyarım, filân ve falan ferdin üstünde durmam. Bir mesele hakkında vicdanım müsterih (1)! olduktan son­ ra şunun bunun dedikodu - sundan da hiç pervam yok­ tur, fikrimi sonuna kadar cesaretle müdafaa edebili - rim. Ben, kendi fikrime ne kadar aykırı olursa olsun, samimî olmak şartile, her i- leri fikri hürmetle karşıla­ rım ve bunun bir cemiyet içinde serbestçe ifade edile­ bilmesini ve günah sayılma­ masını o cemiyetin zindeli­ ğine ve bünye mukavemeti­ nin sağlamlığına bir alâmet diye telâkki ederim. Fakat Moskovada ileri fikir mas­ kesi altında işlenilen entri­ ka ve tehakküm ocağım, en çiy bir barbarlık, insanlığa en mel’un bir suikast, en iğ­ renç bir riyakârlık sayarım. Bugün (komünist) kelime­ sinin umumî istimal şeklin­ den (Moskova ölçüsile körü- körüne düşünen mutaassıp adam) mânası kasteâıYmek.- tedir. Lütfen bana söyler mi siniz, Nâzım Hikmet bey: Siz Moskovayı Kabe bilen bir adam mısınız?

— Hayır, ben böyle bir a- dam değilim ve olamam. Be nim Kâbem memleketimin ve milletimin sevgisidir. Ben bu milleti çok seviyorum, yüksek meziyetleri dolayısi- le lâyık olduğu anlayış ve hürmetle seviyorum. Türk milletini sevmeği iyi bilen bir adam tanıyorum. O da Şeyh Bedrettin Simavî’dir. Milletimi sevebilmek husu­ sunda onun mertebesine yak laşmak en büyük emelimdir. Hakka, müsavata, insanların kardeşliğine ait fikirleri Şeyh Bedrettin Simavî Marks efendiden çok zaman evvel ifade etmiştir.

İçtimaî mezhep damgası — Ben sizi hayali geniş, hassas bir şair, çok olgun bir insan olarak biliyorum. Siz, ister komünist, ister Marksist, ister Sosyalist ol­ sun, (İst) kelimesinin ifade ettiği tarikat ve ideoloji ta­ assubuna nasıl esir olabilir­ siniz?

— Ben Kari Marksi birçok hakikatleri gören ve ifade etmesini biler, bir fikir a- damı olarak tanırım ve se­ verim. Fakat yegâne haki­ katin onun tarafından görül düğü, bunun haricinde ha­ kikat olamıyacağı, diğer bi­ rinin insanlığın gittiği ve gi deceği yolu daha iyi görüp çizemiyeceği yolunda bir ka naatim yoktur. Böyle sabit bir görüş tarzı, fikir ve ha­ yali bir cendereye sokmak demektir. Ben cendereye gir meğe razı olamam, hayal u- fuklarımın geniş ve hudut­ suz olmasına ihtiyacım var­ dır.

— O halde sizin neden ko *ttiinİTt dina his damganız

Yeni Sabah

Ahmet Emin, Kızıl ve Komünistlerin

en ateşti müdafii

Ahmet Emin, gazetesinde kızıl komünist Nâzım Hikmet’in müdafiiliğini yaptı ve onun hapishaneden çıkarak memleket haricine kaçmasına zemin hazırladı. 20 Ekim 949 tarihli Vatan gazetesinde yazdığı bir başmaka­ lede Ahmet Emin, kızıl Nâzım Hikmet’ten ve düşüncelerinden «12 yıl­ dır suçu olmadan hapis cezası çeken şairin görüş ufukları» diye bahse­

diyor. Bu başmakaleyi aşağıda okuyacaksınız.

vardır? Neden siz bu sözü tekzib edecek yerde teyid edecek bir lisan kullanıyor­ sunuz?

— Çünkü damarıma bası­ yorlar.

İptidadan öyle olduğuma karar vermişlerdir, ne söyle­ sem benim ruhumda yaşıyan âleme istedikleri yaftayı ba saçaklardır. Ben de tazyik karşısında meydan okumak ihtiyacile “Evet işte komü­ nistim!» demekten kendimi alamıyorum. Benim geçirdik lerimi geçiren ve nefsine saygı ve güvenini kaybet - mek istemiyen bir adamın başka türlü hareket etmesi­ ne imkân tasavvur etmiyo­ rum. Sonra şu da var: Ma­ demki beni sari bir hastalık­ la malûl sayıyorlar ve be­ nimle temas eden tehlikeye düşüyor, ben de başkalarına zarar gelmemesi için bizzat bir yafta asıyorum ve her­ kesi ikaz ediyorum.

Benim ruh âlemim: ken­ dime has bir âlemdir. Bu­ rada ne gibi hayallerin ya­ şadığı hakkında kimseye he sap vermeğe mecbur deği - lim. Siz hır Liberalsiniz ve

hürriyet taraftarısınız. Ben

ise plânlı cemiyet yolile öyle bir İçtimaî nizama varılma­ sını istiyorum ki insanlar a- rasıııda cebir ve tazyike, za bıta müdahalesine, esarete, sefalete, fuhşa, şakavcte, ci­ nayete yer bırakmasın. Bu rüya belki bin sene sonra gerçekleşecektir, belki hiç gerçekleşmiyecektir. Eğer böyle bir rüyayı sevmek bir suçsa bu suç: ancak rüyamı başkalarına kabul ettirme - meğe çalışmak suretile ta - hakkuk eder. Halbuki be - nim rüvam kendim için kıy­ metli ve cazip olmakla bera­ ber başkalarının buna işti­ rak edip etmemesi beni alâ­ kadar etmez. Bunu başkala­ rına kabul ettirmeğe çalış­ mak ihtiyacını görmem, böy le bir maksatla kimse ile gizli bir cemiyet ve münase­ bet kurmam, çünkü her giz­ li ve entrikalı hareket ruhu ma yabancıdır. Eğer günün birinde hürriyete kavuşur - sam, iki emelim vardır: Bi­ rincisi, hapishanede öğrendi ğim dokumacılık sanaftını geçim vasıtası yapmak: İkin­ cisi, eski Türk masallarını Türk edebiyatı için malzeme diye şiir yolile işlemek...

«Olağanlığa» isyan — Bu anlattığınız fikirler dolayısile cemiyetle bu ka­ dar sıkı bir zıddiyet haline düşmemeniz beklenirdi. Bu neden böyle oldu. Cemiyet içinde mutad hareket tarzı ile sizin hareket tarzınız a- rasmdaki farkı anlatır mı­ sınız?

— Galiba 1920 idi. 18 yaş larında bir genç sıfatile ve Vâlâ Nureddinle beraber Ankaraya gittik. İneboluya vardığımız zaman biz ikimi­ zin memlekete girmesine i- zin verildi ve bize yüzer li­

ra yol harçlığı yollandı. E- cevit hanında gecelediği - miz sırada büyük bir iştah­ la yemeğe oturduk. Bir ta­ kım yolcuların bizim gibi yemek yemedikleri, kuru ekmek kemirdikleri gözüme çarptı. Kim olduklarını sor dum. Vazife görmek üzere Anadoluya gittiklerini ve kendilerine yalnız on beş li­ ra harciralı gönderildiğini, bunun da araba ve yemek parasına yetmediğini duyun ca, yüzle on beş arasındaki farkı aşırı buldum bana ve­ rilen paranın büyük kısmını onlara tevzi ettim. Kastamo nuya vardığımız zaman İs­ tiklâl Mahkemesinin orada faaliyet halinde bulunduğu­ nu duyduk, gidip muhake­ meyi dinledik. O sırada Ana_ doluda içki yasağı vardı. Bir adam, içki içti diye mahke­ me tarafından gözümüzün ö-

nünde yedi sene hapse mah­ kûm edildi. Bundan sonra Ankaraya vardık. Makam sahiplerinden biri tarafın - dan bir akşam yemeğine ça­ ğırıldık. Bir de mükemmel

bir rakı sofrasının kuruldu­ ğunu görmiyeyim mi? «Yan lışlık olacak, bu memlekette içki yasak, bir vatandaşın bu yasağa saygı göstermedi­ ği için yedi sene hapse mah kûm edildiğini daha dün gördüm.

Bu yasağı, millî bir mü­ cadele dolayısiyle lüzum - lu görüp koyanlar, bizzat bunun haricine nasıl çıkabi­ lirler?» dedim. Şöyle cevap verdiler: «Adam sende, böy­ le şeye aldırma, olağandır.» Hazır bulunanlar bunu ola­ ğan saymakta ve keyiflerini yerine getirmekte birleşiyor lardı. Ben olağan sayama - dım. Yemek yemeden ayrıl­ dım. işte benimle cemiyet arasındaki başlıca ayrılık, benim haksızlığı ve yolsuz­ luğu olağan sayamamamdan ve muhitimi bu yüzden ra­ hatsız etmeden ileri geliyor. Anadoluyu daha evvel vali Nâzım paşanın torunu sıfatile tanımıştım. On sekiz yaşında bir genç şairin gö- zile gördüğüm Anadolu bambaşka bir âlemdL Cefa

Fikret ve Nâzım Hikmet

(.Bas t a r a fı 7 in c i s a h ife d e )

j dine de yanlış yollara gitme

meleri hakkında ikazda bu­ lunmakla kalmıştı. Kendisi­ ne atfedilen yeni suç, şunun bunun dolabında eskiden çıkmış eserlerinin bulunma­ sı idi ki hiç bir adalet telâk kişi bunu bir suç ve ceza mevzuu saymağa müsait de­ ğildir. Öyle olduğu halde Nâzım Hikmeti, bir deniz bir de kara askerî mahke­ mesi aynı hâdiseden dolayı ayrı ayrı on ikişer yıl hapse mahkûm etmiştir. Eğer su­ çun vâki olduğu farzedilse bile bugünkü askerî ceza ka nununun buna lâyık gördü­ ğü ceza, bir sene hapisten i- barettir.

Nâzım Hikmeti son ziyare tim bir, iki ay oldu. Tedavi görmiyen bir karaciğer ra­ hatsızlığı. yüzünde indifalar yapmıştı. Kendisine dedim ki:

— Sizin vatansever olma­ dığınızı söylüyorlar. Hapsi­ niz miinasebetile Ruslar bir pul çıkarmışlar. Bulgaristan- da bir mektebe sizin adınız verilmiş. Şiirleriniz komü­ nistler tarafından muhtelif lisanlara tercüme edilmiş. Bunlara ne dersiniz?

Şöyle cevap verdi:

— Eğer Ruslar böyle bir hâdiseden kendi hesaplarına istifadeye kalkışmışlarsa bunda benim suçum ne? Böy le bir şey istedim mi? Gerek buna ve gerek ismimin bir mektebe takılmasına mâni olmak elimde mi? Şiirleri - min tercüme edilmesini ya­ sak etmek de kudretim da­ hilinde değildir. Vatansever liğe gelince, falan ve filân vatandaş, Türk vatanına his (erile veya burada çiftliği, evi olması dolayısile bağlı­ lık duyabilir. Benim bağlı­

lığım daha derindir. Çünkü

ben bu memlekete dille bağlıyım. Benim için hayat­ ta bundan daha kuvvetli bir bağ tasavvur edilemez.

— Yanlış zehabları dağıt­ mak için vatanseverliğinizi herkese ilâna razı olur mu­ sunuz?

— Bir erkek, erkek oldu­ ğunu isbata dâvet edilir mi? Türk dilini terennüm eden, memleketi sevdiğini bütün varhğile isbat eden, onun uğruna her ıztırabı ve fera­ gati göze alan bir insandan vatanseverliğini isbat etme­ si nasıl istenir? Türk vata­ nı nereden olursa olsun, bir tecavüze maruz kalırsa, bu­ na karşı yalnız kalemile de­ ğil, bütün vücudile ve varlı- ğile göğüs vereceklerin ilk safında daima ben buluna­ cağım.»

Nâzım Hikmete karşı de­ vanı eden haksızlık ve alâ­ kasızlık, tasavvura sığmaz bir şeydir. Kanunî bir cemi yet içinde böyle bir hale cevaz verilemez. Türk odli- yesini bir vatandaş sıfatile vazifeye dâvet ediyorum. Büyük haksızlığın tâmiri, yalnız Nâzım Hikmete, yal­ nız Türk kültür ve edebiya­ tına karşı değil, tarihimize karşı da bir zarurettir. Bil­ hassa ki işin içinde sarsıl - mış bir sıhhî vaziyet, tedri­ cî bir ölüm tehlikesi de var­ dır. Kederden gözleri kör ol muş bir anne, desteksiz bir aile adalet beklemektedir.

Umumî efkârın da bu dâ­ vayı kendine maledeceğini ve 20 milyon Türk’ün büyük bir Türk şairinin tamamile haksız yere hapis ve eza gör­ mesinden ileri gelen ağır bir mesuliyet hissesini sırtında taşımağa razı olmıyacağını kuvvetle umuyoruz.

Ahmet Emin Yalman

5 Temmuz 1953 çeken halka gönül bağladım ve onlarm derdini kendime dert edindim. Pek çokları bunu yalnız söylemekle ka­ lıyorlar, ben derinden deri­ ne derdi duyuyorum. Diğer bir fark da budur.

Kemal'in rüyası

Nâzım Hikmet söz arasın­ da bir aralık dedi ki:

— Kemalin rüyasını bu­ günkü dile çevirip gazetede neşretmeniz çok iyi oldu. Ne güzel eser... Kemal ve ar kadaşları cidden zamanla - rındaki cemiyeti görüp ten- kid etmeği bilmişler ve ileri bir memleketin rüyasını görmüşler. Ben yalnız bir şeyi anlamıyorum: Bu kadar terakki taraftarı oldukları halde neden Avrupa kanun­ larının tercüme ve kabul e- dilmesine itiraz ettiler ve es kiden mevcut sisteme bazı itibarlarla taraftar göründü ler?

Cevap verdim:

— Ben iki sebep tasavvur edebilirim: Birincisi, Kemal ve Ziyaların tam .ve denk bir terakki istiyen ve fikir i- tibarile olgun olan emelleri- le Ali ve Fuat paşaların si­ yaset sahasmdaki görüş tar­ zı arasındaki fark ve zıddi­ yettir. İkincisi de, Avrupa kanunlarını tercüme yolile sathî bir değişiklik ve bir ikilik yaratılacak yerde ce­ miyetin toplu olarak kökün den ıslahı ideali olabilir. Geçirdiğimiz sathî gelişme ierin Kemal ve Ziyaları hak lı çıkarmadığını iddia ede­ meyiz.

— Yazılarınızı takip edi­ yorum. Bazan bir partiyi, ba

zan diğerini tankid ediyorsu nuz. Bazan Liberalliğin en koyu şekline taraftar olu - yor, bazan işçi sendikaları­ nı ve İçtimaî adaleti müda­ faa eder yazılar yazıyorsu - nuz. Bu neşriyaun gelişi gü zel ve tezatlı bir yol teşkil etmediğini, arada tam bir prensip insicamı bulunduğu nu görüyorum. Siz, fikrî hür riyetin üzerinde duruyorsu nuz, ben bunun temeli ol­ ması için İktisadî hürriyetle beraber yürümesi faydalı olacağına inanıyorum. Bu gibi içtihad farkları insanla rı birbirinden ayırması lâ- zımgelen uçurumlar değil - dir. Bunlar; hangisinin da­ ha verimli, hayırlı olduğu­ nu araştırmak için daima münakaşaya muhtaç olan mevzulardır.»

Bu çok istifadeli ve be - nim için çok heyecanlı ve hazla bahis, alabildiğine u- zayabilirdi. Fakat hapishane müdürünün işi gücü olduğu nu, benim de vapur vakti­ min yaklaştığım düşündüm. Nâzım Hikmete ve müdüre veda ettim, bahçeye inen merdivenin sahanlığında Nâ zım Hikmet:

— Size kapıya kadar refa kat edeyim, dedi.

Sessizce yanyana kapıya kadar yürüdük. Orada elini sıktım, açılan kapı benim hür âleme çıkmama vasıta oldu, halbuki on iki seneden beri olduğu gibi, onun üze­ rine kapandı.

Bu dünyada kendinden başkalarını düşünenleri ve ideale bağlı olanları ezel - denberi ne kadar çeki ve çile beklediğini düşüne dü­ şüne oralardan uzaklaştım.

A. E. Y.

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin etkinlik düzenleyiciler ve resmi sponsorları, tipik bir şekilde, tuzak pazarlamayı, sponsor olmayan biri tarafından bilerek ya da bilmeden yapılan, mülkiyet ya da

Her satır ve sütunda sadece iki sayı olacak şekilde 1-6 rakamlarını tabloya yerleştirin.. Her bir rakam sadece bir kez kullanılacak ve

İki büyük cihanın mültekasmda Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul bütün vatandaşların kalbinde yeri olan

Sovyetler’ in 15 Kasım 1983 günü çekildikleri IN F görüşmelerinde A B D Başkanı Reagan, önce ik i tarafın da tüm füzelerini sökmesini içeren “ sıfır

Biraz zorlarsak, “ çok yaşayan mı çok bilir, çok gezen mi?” atasözü..

Taha Toros, Atatürk’ün, aynı gezisinde, Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000 yurt­ taşın bulunmasından çok etkilendiğini de yazı­ yor) Adana