• Sonuç bulunamadı

Türk solu ve din (1908-1946)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk solu ve din (1908-1946)"

Copied!
287
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S.Ü.

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİN SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI DOKTORA TEZİ TÜRK SOLU VE DİN ( 1908 – 1946 ) DANIŞMAN DOÇ.DR.BÜNYAMİN SOLMAZ HAZIRLAYAN METİN DOĞAN KONYA – 2005

(2)

S.Ü.

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI DİN SOSYOLOJİSİ BİLİM DALI DOKTORA TEZİ TÜRK SOLU VE DİN ( 1908 – 1946 ) DANIŞMAN DOÇ.DR.BÜNYAMİN SOLMAZ HAZIRLAYAN METİN DOĞAN KONYA - 2005

(3)

1 ÖNSÖZ

Modern sanayi toplumunun yeni değişimler ekseninde yeniden yorumlanması, sosyal realitelerin ürettiği bu değişimlerin entellektüel kesimlerce aynı temel üzerinde farklı varyasyonlarla ortaya konması, toplumsal alana ait olanın siyasal alana da hakim olarak hükmünü gerçekleştirmesini sağlamıştır. İzdüşümünü farklı toplum dinamiklerine sahip olarak Türk aydınlarında bulan ideolojik yönelimlerden biri de, kuşkusuz bu 19. Yüzyıl ürünü olan Marksizm merkezli “sol” yönelimlerdir.

Sanayi Devrimi’nin ve son tahlilde Batı aydınlanmasının ürünü olarak genel anlamıyla “sol”, kitleleri sosyo-ekonomik ve siyasal açıdan etki altına almış olmakla birlikte, tarihi okuyuş biçimine göre özellikle dini anlayışlarda da büyük kırılmalara neden olmuştur. Batı soluna paralel biçimde Türk solu da bu kırılmalardan farklı şekillerde, fakat radikal olarak etkilenmiştir. Biz bu çalışmamızda; Batı ekseninde gelişmiş olan Türk sol anlayışlarının, hangi temeller üzerinde yükseldiğini ve buna bağlı olarak da, değişen din algısının hangi bağlamlarda ele alındığını göstermeye çalıştık. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde; giriş bölümünde verdiğimiz sola dair tanımlamaların bütünleyicisi olarak bir kavramsal çerçeve oluşturmak üzere sol tipolojiler ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca, Türk solunu oluşturan dinamiklere, Türk solunun doğuşunda etken altyapı unsurlarına ve gelişim seyrindeki görüntüsünün değişkenlerine değinilmiştir. İkinci bölümde Osmanlı Dönemi Türk solu ve üçüncü bölümde Cumhuriyet Dönemi Türk solunun; bu dönemlerde solun ayrı ayrı genel görüntüsünün yanısıra; hangi parametreler üzerinde yükseldiği ve belli bir nitelik kazandığı, düşüncelerine kaynaklık eden unsurların neler olduğu ve kazandığı özellikler doğrultusunda ne tür bir dini anlayış ve dini refleksler geliştirdiği değerlendirilmiştir. Bu çalışmada katkılarıyla destek veren, ilgi ve önerileriyle yol gösteren danışman hocam Doç. Dr. Bünyamin Solmaz’a özellikle teşekkür ediyorum. Çalışmanın çeşitli aşamalarında çok önemli yardımlarını gördüğüm Prof. Dr. Mehmet Bayyiğit’e ve eleştirileri ve ilgileri ile çalışmamda çok önemli değişiklikleri yapabilmemi sağlayan

(4)

2

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akgül’e ve Yrd. Doç. Dr. Mustafa Aydın’a; ilk savunma aşamasında, kendinden çok kısa zamanda önemli ölçüde istifade ettiğim Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı’ya şükranlarımı sunarım.

Metin DOĞAN 2005

(5)

3 İÇİNDEKİLER Sayfa No ÖNSÖZ ... 1 İÇİNDEKİLER ... 3 KISALTMALAR ... 6 GİRİŞ A. Araştırmanın Konusu ve Problemler ... 7

B. Araştırmanın Amacı ... 12 C. Araştırmanın Önemi ... 14 D. Araştırmanın Metodu ... 16 E. Araştırmanın Sınırları ... 20 F. Hipotezler (denenceler) ... 22 G. Tanımlamalar ... 24 I. BÖLÜM “TÜRK SOLU”NUN DOĞUŞU, GELİŞİMİ VE TİPOLOJİSİ A. “TÜRK SOLU”NUN DOĞUŞ SÜRECİ ... 31

B. “TÜRK SOLU”NUN GELİŞİMİNDE ANA PARAMETRELER.. 42

C. SOL TİPOLOJİLER ... 52

1. Komünist / Marksist Sol ... 52

2. Sosyalist Sol ... 56

3. Sosyal Demokrat Sol ... 63

II. BÖLÜM OSMANLI DÖNEMİ “TÜRK SOLU” VE DİN A. OSMANLI DÖNEMİ “TÜRK SOLU” ... 67

1. Osmanlı Solu ... 67

a. Yayın Hayatı ve Siyasi Oluşum içerisinde Osmanlı Solu.. 67

b. Bağımsız Osmanlı Solcuları ... 72

2. Osmanlı Solunun İç ve Dış Dinamikleri ... 75

(6)

4

b. Milliyetçilik ve Etnisite Unsuru ... 85

c. Modern Paradigma Temelli Unsurlar ... 92

d. Batı ve Batılılaşma Unsuru ... 100

da. Tanzimat Dönemi ... 103

db. Meşrutiyet Dönemi ... 108

dc. İttihat Terakki Dönemi ... 110

B. OSMANLI DÖNEMİ “TÜRK SOLU” VE DİN ... 117

1. Osmanlı Sosyalistleri, Düşünce Temelleri ve Din ... 117

a. Teorik Boyut ... 124

b. Pratik Boyut ... 135

c. Sosyolojik Boyut ... 139

2. Osmanlı Sosyalistleri ve Dini-Sosyal Refleksler ... 146

a. Dinin Sosyal Fonksiyonu ... 146

b. Kadın ve Aile ... 150

c. Laiklik ... 155

d. Ahlak ... 160

III. BÖLÜM CUMHURİYET DÖNEMİ “TÜRK SOLU” VE DİN A . CUMHURİYET DÖNEMİ “TÜRK SOLU” ... 165

1. Türk Komünizmi ... 165

a. Türkiye Komünist Partisi (TKP) ... 166

b. Anadolu Komünizmi: Yeşil Ordu – ... 173

Halk Zümresi – Resmi Türkiye Komünist Partisi -Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası c. Kadro Hareketi ... 178

2. Türk Komünizminin İç ve Dış Dinamikleri ... 181

a. Toplumsal Yapı Unsuru ... 181

b. Milliyetçilik ve Etnisite Unsuru ... 187

c. Modern Paradigma Temelli Unsurlar ... 193

d. Batı ve Batılılaşma Unsuru ... 198

(7)

5

1. Türk Komünistleri, Düşünce Temelleri ve Din ... 203

a. Teorik Boyut ... 209

b. Pratik Boyut ... 217

c. Sosyolojik Boyut ... 221

2. Türk Komünistleri ve Dini - Sosyal Refleksler ... 229

a. Dinin Sosyal Fonksiyonu ... 229

b. İlericilik-Gericilik ... 232 c. Kadın ve Aile ... 240 d. Laiklik ... 245 e. Ahlak ... 249 SONUÇ ve DEĞERLENDİRME ... 253 BİBLİYOGRAFYA ... 260

(8)

6

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser

a.g.m. : Adı Geçen Makale

AÜDD : Ankara Üniversitesi Dil Dergisi

AÜDTCFD : Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya

Fakültesi Dergisi

AÜİFY : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

AÜSBFD : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Dergisi

AÜSBFY : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları

Bs. : Baskı

C. : Cilt

Çev. : Çeviren

Der. : Derleyen

DEY : Dokuz Eylül Yayınları

Ed. : Editör

EÜY : Erciyes Üniversitesi Yayınları

FÜSBD : Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

GÜBYB : Gazi Üniversitesi Basım Yayın Bülteni

HVY : Hürriyet Vakfı Yayınları

KBY : Kültür Bakanlığı Yayınları

Krş. : Karşılaştırınız

MEB : Milli Eğitim Basımevi

MÜİFVY : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

T.y. : Tarih yok

TTKY : Türk Tarih Kurumu Yayınları

TTKB : Türk Tarih Kurumu Basımevi

(9)

7

GİRİŞ

A. Araştırmanın Konusu ve Problemleri

İnsan duygu ve davranışlarını yönlendiren, yöneten en önemli etki aracı olarak din, ferdin bilincinden topluma yönelen ve bu yönelimlerin kollektif bir hal alarak objektifleşmesiyle toplumda ortaya çıkan fenomenlerin de ana kaynağıdır.1 Her dönemin kendi özgün yapılanması ve hakim dünya okuyuşu üzerinde etkin rol oynayan dinin, birey olarak insana ve topluma manevi tatmin ihtiyaçları ölçüsünde verdiği ya da

verebildiği yanıt, insan ve toplumun doğayı, fizik dünyayı ve nihayet hayatı anlamlandırmada başat fonksiyon görmesini sağlamış, bu fonksiyon da, kökleşmiş bir

biçimde kendi kalıcılığını sağlamıştır.

Subjektif dinin objektifleşmesiyle birlikte din, sosyal bir gerçek olarak bu fenomenolojik niteliği ve sosyolojik önemi vasıtasıyla “din sosyolojisi”nin konusu

olmuş; bu konu, dinin kendisini amaçlayan insanların din kaynaklı sosyal davranışlarıyla ilişkilendirilmiştir.2 Bununla birlikte, öğretilerindeki ve pratiklerindeki

özellikleri açısından çok değişik boyutlara sahip olması nedeniyle, sosyal şartlarla ilişkisi hakkındaki varsayımlar, dinin anlaşılması hususundaki tanımları sıkıntılı hale

getirmiştir.3 Fakat, bundan da önemlisi, dinin, modern çağa gelinceye kadar geçen süreçte belli kırılma dönemlerinde aldığı şekiller ve özellikle toplumların yaşamlarında

köklü değişim ve dönüşümlerin uğrattığı farklı doğrultudaki algılamalar ve nihayet ontolojik duruşundaki işlevsel kaybı (ya da farklılaşması) onun tanımlanmasını daha da

zora sokmuştur. Kuşkusuz, bu olgunun temeli “modernleşme”yle ilgili olup, bu dönüşümün en güçlü motoru “modern paradigmalar”dır.

1 Mehmet Bayyiğit, “Dinin Ferdi ve Sosyal Rolü Üzerine Genelleme”, SÜSBED, Konya, 1994, Sayı: 3,

s. 156

2 Bkz. Günter Kehrer, Din Sosyolojisi, Çev. Semahat Yüksel, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1992, s. 7 3 Robert J. Wuthnov, “Din Sosyolojisi”, Çev. Mehmet Akgül, SÜİFD, Konya, Yıl: 1996, Sayı: 6, s. 361

(10)

8

Klasik din anlayışı, aydınlanma merkezli argümanların derin etkileri altında zihinsel yapılarda keskin manevralara yol verirken, insanların bilişsel özgürlüğünün önünde en

büyük engel teşkil ettiği düşünülen din yerine modern değerler getirilmiştir. Bir başka deyişle, Batı Avrupa’da insanların kültürel ufkuna, sorgulanamaz biçimde hakim olan

otorite kaynakları, yerini yeni üretilen din imkanlarına bırakmış,1 böylece, insanın başkaldırışı olarak özgürlük arayışı, sınırlarını zorlayarak sonuca ulaşmıştır. Bu süreçte,

insana yine kendisi hakim olmuş ve insan, kendi kendini yönetme düşüncesiyle, eylemine kurallar dayatacak dışsal üstün varlığı ya da ilkeyi reddetmiştir.2 Modern sanayi toplumları, sekülerleşme sürecini yaşamaya başlamışlardır. Kutsal ve

profan, böylelikle net bir biçimde ayrılarak, sosyal farklılaşma olgusunun çok ileri seviyeye erişmesini de gözler önüne sermiştir. Toplum hayatında gözlenen bu sekülerizasyon, olayların daima bilimsel ve rasyonel biçimde açıklanışının köklü bir

biçimde toplum hayatına yerleşmesi olgusuna da paralellik arzetmiştir.3 Bununla birlikte, bu sürecin, insan ve toplumlar açısından ciddi handikapları da olmuş, modernizasyon sürecinde, toplumun modernizmine paralel olarak modern toplum, insanın yaşamında ve bilincinde soyutlaşmıştır. Soyut bir toplum olma özelliğiyle de,

kişinin kişiliğinden haberdar olması; anlam realite ve özgürlük kavramlarını kavrayabilmesi hususunda kişiye yardımcı olma yeteneğini giderek yitirmiştir.4

Elbette, modern paradigmalar, yalnızca toplumun kültürü ölçeğinde farklı algılamalarla sınırlı değildir. Çünkü, bu paradigma temelli unsurlar, Batı toplumlarının gelmiş oldukları son noktada, “tarihsel determinist” anlayışı ve “kaçınılmaz son”a olan

inançla “kehanetçi tahlili” ve “zorunlu kabulü” mecbur kılmıştır. İşte bu nokta, konumuz açısından da büyük önem taşıyan fikirsel akımların ortaya çıktığı zeminle

ilgilidir. Fikri filizlenme anlamında tarihin en “hareketli” yüzyılı olan 19. Yüzyıl, bilimsel zorlamalara beşiklik eden modern idelojilerin yükseldiği döneme karşılık gelir.

Böylece, 19. Yüzyıl’da gelişen üç ideoloji olan “muhafazakarlık”, “liberalizm” ve

1 Bkz. Norman Hampson, Aydınlanma Çağı, Çev. Jale Parla, HVY, İst., 1991, s.16 2 Peter Wagner, Modernligin Sosyolojisi, Çev. Mehmet Küçük, Sarmal Yayınevi, İst., 1996, s. 29

3 Bkz. Joachim Wach, Din Sosyolojisi, Çev. Ünver Günay, EÜY, Kayseri, 1990, s. 245-246 4 Anton C. Zijdervald, Soyut Toplum, Çev. Cevdet Cerit, Pınar Yay., İst., 1985, s. 86-87

(11)

9

“komünizm”, (Marksizm) tümüyle toplumların dünya görüşü ve düşünce sistemlerine ait ideolojiler olarak çıkmışlardır.1

Muhafazakarlığın, bir düşünce akımı olarak doğup biçimlenmesinde, “Fransız Devrimi”, “Sanayi Devrimi” ve “Aydınlanma hareketi”, üç tarihsel olgu olarak rol oynamıştır.2 Bu anlamda, muhafazakarlık, aydınlanma felsefesinin akılcı düşünceleri ile

yaratılmak istenen ütopik devlet anlayışına ve özellikle Fransız Devrimi’nin gelenekleri altüst eden sonuçlarına bir tepki olarak doğmuştur. Bu anlayış, değişikliğe mutlak karşı

çıkmayı öngörmemekle birlikte, toplumu mükemmel hale getirme çabalarına da şüpheyle bakmış, toplumu ideal bir şekle sokmaya yönelik “jakoben yaklaşımları” tasvip etmemiştir3 Değişimin mümkün olduğunca savsaklanmasını ve dar tutulmasını

amaçlayan muhafazakarlığa cevap, “liberalizm” olmuştur. Muhafazakarlığa karşın liberalizm, “eski rejim”den kopuşu, önemli bir siyasi ayrılma ve bir gayr-i meşru imtiyazlar devrinin sonu olarak görmüştür. Liberal ideolojinin üzerinde durduğu siyasi

program, kurumlarının daha ileri ölçüde “ıslah edilmesi” yoluyla modern dünyanın mükemmelleştirilmesini hedeflemiştir.4 Liberalizme karşıt ideoloji olarak ise,

“Marksizm” öne çıkmıştır.

Son ideoloji olarak ortaya çıkan Marksizm, ideolojisinin sacayaklarına yerleştirmeyi düşündüğü “düşünsel temellerini”, “gelenek” ve “gericilik” olarak gördüğü muhafazakarlıktan soyutlayarak, bunların olmadığı bir çerçeveye yerleştirmiştir. Dolayısıyla, Marksizm, modern paradigmaların ürettiği bir olgu olarak, yine modern

paradigmaların kavramlarına entegre olmuş ve “gericilik” göründüğü oranda,

1 Bkz. İmmanuel Wallerstein, “Fransız Devrimi ve Değişmenin Normalliği”, Tarih Risaleleri, Der. ve

Çev. Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İst., 1995, s. 208

2 Doğu Ergil, “Muhafazakar Düşüncenin Temelleri ‘Muhafazakarlık ve Yeni Muhafazakarlık’ ” ,

AÜSBFD, C. XLI, Aralık 1986, No: 1-4, s. 269

3 Aytekin Yılmaz, Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Vadi Yay., Konya, 1996, s. 189-190; Krş.

Tanju Tosun, Türk Parti Sisteminde Merkez Sağ ve Merkez Solda Parçalanma, Boyut Yayıncılık, İst., 1999, s. 25

4 İmmanuel Wallerstein, “Liberalizmin İflası” ,a.g.e., s. 220; Mümtazer Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak

(12)

10

karşıtlarının “ilericilik” olarak anlaşıldığı muhafazakarlığa1 düşman olmuş; diğer bir deyişle, özelde Marksizm, genelde sol, tavırsal tercihini “modern”den yana koymuştur.

Böylelikle, yukarıda söylenenler ışığında konumuzun esası da ortaya çıkmaktadır. Hem bir modernleşme ürünü, hem de toplumlara modernleşme projesi sunma iddiasıyla

ortaya çıkan tüm versiyonlarıyla sol düşünce, toplumsal adaletsizliklere vurgu yapmak suretiyle, kendince bir kurtuluş reçetesi sunmuştur. Batılılaşma ve modernleşme sürecinde, kendine ideolojik dayanak arayan bir kısım Osmanlı ve Cumhuriyet aydını,

bu paradigmaların sunduğu ideolojik projelere adapte olmakta gecikmemiş, bu çerçevede öne çıkan düşünce biçimlerinden biri olarak gördüğü sosyalizm ve/veya

varyantlarını benimsemiştir.

Tanzimat’la birlikte en hızlı ivmeyi yakalamış olan Türk modernleşme süreci, iki Meşrutiyet dönemecinde yakalanmış olan bu hızın artmasıyla tepe noktasına vararak,

modernleşmenin değerlerini de, yalnızca bilmek ve öğrenmekle kalmamış, bunları hayatın her alanında test etmeye de başlamıştır. Bu anlamda, Tanzimat Dönemi’nde başlayan sosyo-ekonomik alandaki gelişmelere bağlı olarak Osmanlı liberalleşmesi, Islahat Fermanı’nın ilan edilmesi ve Meşrutiyet Dönemi’yle birlikte, önemli gelişmeler kaydederek Osmanlı’da son derece cılız sanayileşmeyi de başlatmıştır. II. Meşrutiyet’e

gelindiğinde ise, bu kısmi hareketliliğe dayanan bir takım işçi hareketleri de ortaya çıkmış, fakat bunlar, sol gelenekten ve Osmanlı yapısal unsurlarından bağımsız ve daha

çok azınlıkların milliyetçi emelleri doğrultusunda şekillendiğinden yapay ve yüzeysel kalmıştır.

Osmanlı Dönemi’nde ideolojik düzeyde zayıf kalmış sosyalizm akımı, yerini Cumhuriyet soluna bırakırken, bu döneme önemli bir kırılma ile girilmiş ve gerek

referans dünyasında, gerekse sol anlayışlarda son derece önemli dönüşümler yaşanmıştır. 1917’de Rusya’da gerçekleşmiş olan Bolşevik İhtilali, Türk sol tarihine en

keskin dönemeci yaşatırken, devrimin ideolojik ve eylemsel gücünden beslenen Türk solu, komünist/Marksist jargonlara eklemlenerek çizgisini keskinleştirmiştir. Cumhuriyet Dönemi solunun en belirgin özelliği de, burada ortaya çıkmış ve sol, “bir aydın hareketi” olarak yayın ve bilim dünyasından insanlarla temsil edilmiştir. Özellikle

1 Bkz. Kadir Canatan, “Yirminci Yüzyıl Türkiyesinde Tarih ve Gelenek Sorunu”, Bilgi ve Düşünce, Yıl:

(13)

11

sosyal bilimler ve pozitivist sosyoloji, bu anlamda belirgin bir biçimde kendisini hissettirmiştir.

Aydınlanma ürünü olarak, “modern” olanı tercih eden Batı soluna paralel biçimde Türk solu da, dini anlayış noktasında “sol” cenderede şekillenmiş olmakla, bu paradigmanın dini de içine alan “sosyo-kültürel alana” ilişkin sunumlarını, belli ölçülerde fazla zorluk göstermeden benimsemiştir. Bununla birlikte, geleneğin ve

sosyo-politik koşulların etkisi, Osmanlı solu ile Cumhuriyet solu arasında din konusunda kısmi farklılıkları da zorunlu kılmıştır. Buna göre, Osmanlı solunun marjinal

bir bölümü dine karşı olumsuz bir duruş sergilerken; Cumhuriyet solunun çok az bir bölümü dine karşı olumlu bir tavır takınmıştır. Bu anlamda, Türk solu, diğer akımlar

içinde, dine karşı modernleşmenin en göze çarpan örneği olarak görünmüştür. Kısacası, bir dönüşüm ürünü olarak Türk solu ve Türk sol düşünce sistematiği, araştırmamıza, çıkış ve gelişim dinamikleri ile birlikte ana parametreleri, özellikle din

konusunda yaşanan kırılmalarla, teorik düzeyde ve tarihi arkaplan çözümlemesi yapılmak üzere konu olmuştur. Bununla birlikte, bu dinamikler ve parametreler, içerisinde taşığı somut ya da soyut gerçekliklerle araştırmamızın problemlerini

oluşturur.

Bu bağlamda, 19. Yüzyılda, keskin dönüşümlerin esas unsuru olan modernleşmenin, kaynaktan çıkarak Osmanlı ve daha sonra da Cumhuriyet’e yansımasıyla Türk solu, bu dönüşüm moduyla kaçınılmaz bir ilişki içerisine girmiştir. Bu anlamda, “Türk solunun, geleneksel dini anlayışı kırarak, modern projelerin içeriğine entegre olmak suretiyle köklü değişimlere sahip olma niteliğini nasıl ve hangi tür etkenlere bağlayabiliriz?”

sorusu, araştırmamızın ana problemini teşkil etmiştir. Araştırmaya konu olan bu problemin çözüme kavuşturulması, biraz da alt derecede sorun teşkil eden tali problemlere cevap verilmesiyle bağlantılıdır. Bu ikincil problemleri ise şu şekilde

sıralayabiliriz:

Türk solu, modernleşmeyle nasıl bir etkileşim içerisine girmiş ve modernleşme Türk solcusunun dini anlamda dimağında ne tür etkiler bırakmıştır?”

Türk solcusu, kendisini Batılı bir kavram olan “sol”la hangi şekillerle irtibatlandırmış ve kendisini ne tür bir temel üzerinde, nasıl tanımlamıştır? Yaşanan dini kırılma, Türk solunda hangi açılardan ve ne şekilde karşılanmıştır?

(14)

12

Cumhuriyet öncesi ve sonrasında yaşanan Türk sol tecrübesi aynı kaynaklarla bilgisel bir altyapı oluşturmuş olmasına rağmen, ikisi arasında önemli dinsel farklılıklar

görülmüştür. Bu farklılıklar hangi tür dinamiklerle belirginleşmiş ve nedensel tabana oturmuştur?

İki farklı konjönktürde, iki farklı solculuk ve din anlayışına sahip olan Türk solunun birinci döneminde, aynı şartların geçerli olması ve aynı entellektüel düzeyin varolmasına rağmen, birbirinden oldukça farklı dinsel görünüşlerin mevcudiyeti neye

bağlanabilir?

Ve Türk solcusu, dinle girdiği ilişkide hangi refleks noktalarına, neden

odaklanmıştır? gibi alt sorunlar ana problemin varyantları olarak konuya ilişkin hipotezlerimize de temel olmuştur.

B. Araştırmanın Amacı

Herşeyden önce, geleneksel toplum tipine nisbetle oldukça değişik ve karmaşık bir

yapı arzeden modern sanayi toplumunda öncelikle, teknik son derecede gelişmiş; modern sanayi toplumu, insanla tabiat arasında makinalar, karmaşık teknikler, bilgiler,

fabrikasyon eşyalar vs.’den oluşan bir ağ örmüştür. Gerçekte, modern sanayi toplumunun sosyal organizasyonu öylesine karmaşık bir yapıya bürünmüştür ki, teknolojinin aşırı gelişimi, bu toplum tipinin “teknolojik toplum” olarak karakterize

edilmesine imkan vermiştir.1

Batı’da Sanayi Devrimi ile eşgüdümlü olarak başlamış olan ideolojik hareketler, Batı’nın sosyal şartlarından bağımsız bir görüntü çizen Doğu toplumlarına da sirayet ederken, hem dayanağı olmayan bir temele oturmuş hem de, toplumların gelenekle içiçe

geçmiş kültürleri üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Marksizm’in bir ideoloji olarak gerek Batı’da, gerekse ülkemiz özelinde, özellikle din alanında yapmış olduğu yıkıntı

ise, modern paradigma üzerinde yükselmiş olan akımların en şiddetlisi ve tesirlisi olmuştur. Modern yansımanın Türkiye toplumunda yaptığı etkilerle birlikte, modernleşmenin ürünü olan Marksizm ya da sol düşünce de, şu ana kadar birçok

1 Ünver Günay, Din Sosyolojisi Dersleri, EÜY, Kayseri, 1993, s. 298-300; Krş. Ali Sali, “Teknolojinin

(15)

13

araştırmaya konu olmuş ve dini hayat üzerinde ne tür etkilerde bulunduğu teorik zeminlerde tartışılmıştır. Bununla birlikte, Osmanlı son dönemi ile Cumhuriyet sonrasını kapsayan süreçte Türk solu üzerine yapılan çalışmalarda Türk solunun “din

anlayışı”na ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı bir çalışmanın yapılmadığı da görülmüştür.1 Bu bağlamda, araştırmamızın temel amacı; belirgin bir şekilde Tanzimat’tan bu yana

Batı’dan gelen akımların etki alanına, dolayısıyla modernleşme sürecine girmiş Türk solunun din anlayışında ortaya çıkmış olan değişimleri irdelemek ve bu değişimlerde dini tecrübenin ifade şekilleri konusunda sol kesimin görüşleri ve dini-kamusal alana ilişkin refleks noktalarını din sosyolojisi açısından incelemektir. Aynı şekilde amaç;

Türk solunun gelişim süreci içerisinde yaşadığı düşünsel değişim paralelinde din hakkındaki görüşlerinin ne olduğunu ve halkın da hassasiyet gösterdiği konularda hangi

zeminlerde ne tür söylemlere sahip olduğunu göstermektir. Böylece, şu ana kadar “solcuların” din ile olan ilişkisine dair öne sürülen önyargılar ya da subjektif gözlemlere

dayanan yorumların ne kadar haklı veya geçerli olduğunu belirlemek, böylece, Türk soluna ilişkin dini-sosyolojik içerikli çalışmalara katkı sağlamaktır.

Aynı şekilde, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi solunun, dini görüşlerini öne çıkarmak suretiyle, günümüzdeki izdüşümleriyle olan ideolojik ve fikirsel benzerlikler ya da ayrılıkları ortaya çıkarmanın yanısıra; dine alternatif olarak öne sürülen ideolojik paradigmaların yaşadıkları zaman sürecinde Türk toplumunda karşılaştığı tepkileri ve

refleksleri de ortaya çıkarmak bu çalışmanın amaçları arasındadır. Bununla birlikte, yine zamanla sınırlı kalmak şartıyla Türk solcusunun resmi ideolojiyle ilişkiye girme sebepleri arasında, dinin ne tür işlevlere sahip olduğunu ve bir

değişken olarak nereye oturtulmaya çalışıldığı da bir amaç olarak araştırmada yer almaktadır.

1 Bununla birlikte, bu alana hiç değinilmemiş de değildir. Bu konuda, içerisinde “sol aydın”ın din

görüşünün de işlendiği “Türk aydını”na ilişkin geniş çaplı bir araştırma örneğini Necdet Subaşı’nın 1980 sonrası Türk aydını üzerinde yaptığı çalışma vermektedir. Subaşı’nın bu çalışması, genelde Türk aydını,

(16)

14

C. Araştırmanın Önemi

Modernizmin de üzerinde yükseldiği, tarihin en önemli kavşaklarından birini

oluşturan ve insanlığın düşün sisteminde köklü reformların en esaslı dinamiği olan “Aydınlanma düşüncesi”, Batı tecrübesi ve Batı’nın özgün kurumsallaşması içerisinde doğmuş ve daha çok Hristıyanlık ve Batı dinlerine bir eleştiri getirmiş olmasına rağmen,

Türk versiyonu üzerinde de derin etkiler bırakarak, aynen benzetmeler ve yaklaşımlarla yansımasını bulmuştur. Aydınlanma, din ile girdiği agresif ilişkide onu yok edememekle birlikte, dinin sui generis niteliğini sarsmış ve yeni bir din algısının ortaya

sürülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu anlamda, “Aydınlanmacı düşünce”, dinin topluma, kainata, varoluşa ve ölüm inanışına getirdiği açıklamaları “hurafe” olarak değerlendirerek, insan şuurundan silinmesi amacını gütmüştür. Ana referansı “bilimsel

bilgi” olan Aydınlanma, bir başka anlam da, kendini dine yaslamış olan her türlü otoriteye karşı en önemli savunma aracı olurken, belli otoritelerin hakimiyetini dinsel

referanslarla meşrulaştırdığı ve pekiştirdiği bir konjönktürde onlara karşı yürütülen savaşın da referans dünyasını oluşturmuştur.

Osmanlı’yı kurtarma çabası şekliyle de görülen, Batı’nın üstün değerlerinden biri olarak, etkinliği, hayatın tüm alanını kapsayacak biçimde genellenmek istenen pozitivist

felsefe1 de, ülkemizde II. Meşrutiyet öncesinde yayılmaya başlayarak,2 Meşrutiyet ve sonrası yıllarda, özellikle A. Comte’un “pozitivist sosyolojisi” vasıtasıyla cumhuriyet öncesi ve sonrası aydınının ilk yorumlamalarının kaynağını oluşturmuştur.3 Radikal bir dinsel dönüşümle, pozitivizm, dinin konusu ile muhtevasını birbirine karıştırarak, dinin sujesi olan insanlığı, aynı zamanda onun muhtevası olarak görmüştür. Dinin, insan ve

özelde Türk solunun din anlayışını yansıtması ve ilklerden olması bakımından önem arzetmektedir. Bkz. Necdet Subaşı, Türk Aydınının Din Anlayışı, Yapı Kredi Yay., İst., 1996

1 Nuray Mert, “Cumhuriyet, Laiklik ve Din” , 75 Yılda Düşünceler Tartışmalar, Ed. Mete Tunçay, TVY,

İst., 1999, s. 209

2 Süleyman Hayri Bolay, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, 3. Bs., Akçağ Yay., Ank.,

T.y., s. 75

3 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 7. Bs., Çev. Metin Kıratlı, TTKY, Ank., 1998, s. 230; Krş.

(17)

15

toplumu aşan aşkın ve ilahi tarafını hiçe saymak suretiyle metafizik ve teolojik postulatların yerine pozitivist prensipler geçirmek isteyen pozitivist öngörü,1 yine

Batı’lı teorisyenlerin düşünceleri ve Batı tecrübesinin doğrudan yansımasıyla, ülkemizde de diğer paradigmalar gibi, aynı biçimde okunarak, Türk aydınının zihinsel

formasyonuna hakim olmuştur.

Batı karşısında yenik düşen Osmanlı ise, yaklaşık 18. Yüzyıl’dan beri, bu yenik düşmenin nedenlerini araştırmış ve Batı toplumlarına erişebilmek için Batı bilimciliğini,

Batılılaşmayı ve çağdaşlaşmayı esas almıştır.2 Böylelikle, modernleşmeye ilişkin Batı merkezli paradigmalar, özellikle Osmanlı aydınının yüzünü Batı’ya çevirmesinden sonra hakim eğilim olma yönünde Türk sosyal ve kültürel kurumlarını da derinden etkilenme sürecine sokmuştur. Bu durumdan en büyük oranda nasibini alan kurum ise,

şüphesiz “din ve kurumsal olarak beslediği yan olgular” olmuş, Tanrı düzeni yerine tabiat düzeni; gelenek yerine ilerleme; denge yerine devrim kavramları gelmiştir.3 Dolayısıyla, din olgusundaki değişim rüzgarlarını hissettiren bu “zorunlu modernizm”,

ülkemiz ve İslam Dünyası’nı, Avrupalıların Batılı yönde bir değişme için yaptıkları “doğrudan baskı” ve daha çok bağımsız ülkelerde görülen ve Batılılaşma amacıyla

yürütülen “iç baskı”yla karşı karşıya bırakmıştır.4

Böylece, Türk toplumunda yüzyıllardan beri önemli bir yer işgal etmiş dinin, bu süreçte hakim statüsünü kaybederek, farklı biçimlerde anlaşılması, ortaya yepyeni bir dinsel anlayışı, ya da dinden arındırılmış bir toplumsal ortamı sürmüştür. Başlıbaşına bu

ortamın dini-sosyolojik boyutuyla tahlil edilmesi bile, büyük bir önem taşırken, kitleler nezdinde de karşılık gören bu değişim atmosferinin, giderek dinle ilişkilerinde kaymalara ve geleneksel olarak bilinen ilişki biçimlerinden sapmalara doğru evrilmesi,

din sosyolojisine yeni bakışları zorunlu kılacak şartları doğurmaktadır.

1 Ünver Günay, Din Sosyolojisi Dersleri, EUY, Kayseri, 1993, s. 87; Krş. T. B. Bottomore, Toplumbilim,

Çev. Ünsal Oskay, Doğan Yayınevi, Ank., 1977, s. 76 vd.

2 Bkz. Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ank., 2001, s. 237-238 3 Niyazi Berkes, “Türkiye’de Çağdaşlaşma Olgusu”, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ersin

Kalaycıoglu–Ali Yaşar Sarıbay, Alfa Yay., İst., 2000, s.118

4 Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, 9. Bs., Ötüken Yay., İst., 1993, s. 54; Hasan Ali Koçer,

(18)

16

Türk sol geleneğinin dinle girdigi ilişkide, Cumhuriyet’ten bu yana hep olumsuz tavırlar sergilemesiyle, dini olana dair yargılarında tamamen subjektif ve halk anlayışını

dikkate almayan tavrının arkaplanında yatan gerçeklerin ve bilişsel altyapının şekillenişinde ne tür başat donelerin rol oynadığının ortaya çıkarılması, yine, dini sosyolojik araştırmaların dikkatine sunulması açısından araştırmamızın önem verdiği

konular arasındadır. Solcu geleneğin, dinsel atmosferin yerine koymaya çalıştığı sosyolojik boyutlu olgular ve bu olguların tespit edilerek refleksif niteliklerinin neler olduğunun belirlenmesi ayrıca önem arzetmektedir. Bununla birlikte, ülkemizde solcu

aydınların çoğunun, Marksizm’i ya da genel anlamıyla solculuğu gerçek anlamda bilmeyişleri de1 dikkate alındığında, yeni nesil solcuların, savundukları ya da eklemlendikleri ideolojilerin, beslenme kaynaklarının ne olduğu ve bu kaynakların dinle

olan ilişkilerinin hangi tür kriterlerle şekillenmiş olduğunu görebilmeleri; böylece, objektif olarak kendi toplumlarının içsel dinamiklerine bakabilmeleri açısından bu

araştırma önem taşımaktadır.

Öte yandan, din ve dini hayatla çok yönlü ilişkilere girmiş olan solcu düşünüşün Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisine eklemlenme girişimlerinin, orta vadede, halk kesimlerinin belleğine bıraktığı keskin izlerin ne olduğunun belirlenmesi, solcu kesime, yeniden gözden geçirilmesi ve irdelenmesi gereken anlayışlar bütünü hakkında

fikirler verecektir.

D. Araştırmanın Metodu

Çalışmamız, modernite etkisinde gelişen dinamiklerle, topluma yön vermeye çalışarak argümanlar sunan bir ideolojinin tarihsel-sosyolojik açılımlarını yapmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte, salt bir tarihçi gözüyle bakmanın ötesinde, daha çok,

tarihsel koşulların merkezcil rol oynadığı ve olaylara, tarihin akışı içerisinde neden-sonuç ilişkilerini dikkate alan bir bakış açısı getirme anlayışı sözkonusudur. Bunun için

(19)

17

de, tarihi şartları içerisinde, sosyal olguların niteliği üzerinde derin etkiler taşıyan sosyolojik içerikli karmaşık hadiselerin iyi ayırtedilmesi gerekir.1

Tarihsel toplumbilim olarak adlandırılabilecek bu yaklaşımda, tarih felsefesi ve evrim önemli bir rol oynarken, toplumlarla birlikte, toplumsal kurumların oluşumları, gelişmeleri ve biçim değiştirmeleri sorunlarına önem verilir.2 Günümüzü anlayabilmek

ve yarını görebilmek için tarihi bilmenin zorunluluğundan hareket eden bu eğilim, tarihin, insan ve toplum hakkında tam bir bilgi ve şuur verebilmesi için, içinden geçmiş

olduğu değişikliklerin bütünü hakkında açık ve toplu bilgiyi zorunlu görür.3 Bu bilgilerin sağlam temellerin inşasında kullanılması için ise, sosyolojik bilgiye ve tarihsel

fenomenlere projektör işlevi görecek sosyolojik tespitlere ihtiyaç vardır. Çünkü sosyoloji, bütün bu verilerle, sağlayacağı bilimsel bilgi vasıtasıyla, daha sağlıklı ve

muntazam sosyal ilişkiler kurabilme ve kalıcı sosyal yardımlarda bulunabilme yeteneğine sahiptir.4

Bu noktada, karşımıza, sosyolojinin bu fonksiyonu nasıl göreceği çıkmaktadır. Üzerinde bir hayli durulmuş bir konu olarak, sosyolojide yöntem tartışmaları, genelde toplumsal olayların da, Comte’un “sosyal statik” tanımlamasında; ya da Durkheim’in, toplumsal olayları “birer nesne gibi” ele almanın gerekliliğine değinmesinde olduğu gibi, doğa bilimlerinin kullandığı yöntemlerle incelenebileceği,5 nihayet Max Weber’in,

doğa bilimlerinde olduğu gibi, “toplumsal olgular”ın salt nedensel açıklamasına karşı, insan davranışlarının anlaşılabileceği6 temel düşüncesi ile; Alman tarihçi ve düşünürlerince ileri sürülen, doğal dünya ile toplumsal ya da kültürel dünya arasındaki

1 P. A. Sorokin, Çağdaş Sosyoloji Teorileri, 2. Bs., Çev. Münir Raşit Öymen, İstanbul Matbaası, İst.,

1975, s. 6

2 T. B. Bottomore, a.g.e., s. 46; Krş. Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, 11. Bs., Beta Basım Yayım, İst.,

1994, s. 9-10

3 Eyüp Sanay, Genel Sosyoloji Dersleri, GÜBYB, Ank., 1985, s. 113

4 Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir? Çev. Nilgün Çelebi, Toplum Kitabevi, Konya, T.y., s. 14 5 Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, Çev. Şirin Tekeli, Varlık Yay., İst., T.y., s. 9 6 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, 2.bs., Haz. H. H. Gerth - C. Wrights Mills, Çev. Taha Parla, Hürriyet

(20)

18

farklılıktan dolayı, toplumsal olayların doğa bilimlerinin kullandığı yöntemlerle incelenemeyeceği eksenlerinde yoğunlaşmıştır.1

Araştırmamızın motodunu belirleme açısından, sosyolojideki yöntemlerle doğrudan ve çok yakın ilişkisi dolayısıyla, din sosyolojisinin kullandığı yöntemler ve bu yöntemlerde dinin aldığı şekil/ya da şekiller de büyük önem arzetmektedir. Din sosyolojisi’nin konusu, dini, insan faliyetlerini anlamak için merkezi bir teorik problem

olarak ele almak, din ile diğer sosyal hayat alanları arasındaki ilişkileri incelemek ve dini roller, örgütlenmeler ve hareketlerle birlikte,2 dini amaçlı özel cemaatleşmeler ve

insanların din kaynaklı sosyal davranışlarıdır.3 Fakat, bu alanlarda yaptığı/yapacağı

çalışmalarda din sosyolojisi, kendine özgü metodlarını geliştirememiş, böylece, teorik sistemleşmede, tecrübi sosyal bilim araştırmalarının medod ve tekniklerinden istifade

etmek durumunda kalmıştır.4

Dolayısıyla sosyolojide olduğu gibi, din sosyolojisinde de yukarıda sözü edildiği gibi, doğa ilimlerinin yöntemleri kullanılsın ya da kullanılmasın, metodlar çeşitli olduğundan, bir din sosyolojisi metodundan değil, daha ziyade farklı metodlardan bahsetmek gerekmektedir. Bununla birlikte, artık bugün din sosyolojisi bir bilim dalı olarak görülme noktasında çok da fazla çekimserlikler yaşamamaktadır. Çünkü, Comte,

Durkheim ve Weber’le başlayan doğa bilimleri yöntemlerinin sosyolojiye uyarlama girişimleri, sosyoloji üzerinde yaptığı derin etkilerle bugün önemli bir mesafe

katederek, sosyoloji yöntemlerini kullanan din sosyolojisine de kendi özgün yöntemlerini üretme imkanının kapılarını açmıştır.

Din sosyolojisinin tecrübe ilmi olması, onun araştırmalarında toplumun dini-sosyal vakıalarına yani gerçekliğe dayanması, onlardan hareketle ilmi çalışmalarını gerçekleştirmesi demektir. Yine tecrübi bir ilim olarak din sosyolojisi, normatif değil, realiteler ilmi olarak “vasıflama”, “karşılaştırma” ve “açıklama” esaslarını uygulamak

durumundadır. Öncelikle, sosyal karakterli olayların gözlemi anlamında “vasıflama”,doğrudan müşahede etmek anlamındaki “dolaysız gözlem”le birlikte,

1 T. B. Bottomore, a.g.e., s. 42 2 Sulhi Dönmezer, a.g.e., s. 242

3 Günter Kehrer, a.g.e., s. 7 4 Günter Kehrer, a.g.e., s. 15

(21)

19

araştırmamız açısından da büyük önem taşıyan “dolaylı gözlem” türlerine ayrılmaktadır. Geçmişin dini yaşayışı ve tarihe malolmuş toplumlardaki dini tezahürlerin sosyolojik tetkiki, din sosyolojisinde büyük önem taşıyan bir konudur. Dolayısıyla, tarihi metod bu

ilim dalının özellikle kullanmak durumunda olduğu bir yöntemdir. Geçmişle ilgili bir vasıflama anlamı içeren tarihi metodda, en önemli unsurlar, şahitler, kaynaklar, hatıralar

ve belgelerdir.1

Bu nedenle, çalışmamızın yöntem açısından önemli bir sacayağı, din sosyolojisinin dolaylı gözlem usülüyle ilişkilidir. Konumuza ilişkin tarihsel periyodun çerçevesi içerisinde, imkanlar ölçüsünde belge ve kaynak metinlere müracaat edilmiştir. Fakat daha genel bir metodolojik çerçeve çizme zorunluluğu da vardır. Bu nedenle, amacımız,

yöntemlerin muhtevasına dair yapılan çok başlı yorumlardan ziyade, yöntemler bütününden “eklektik” biçimde faydalanarak, “anakronik” olmamak kaydıyla olayların

anlam ve manalarına nüfüz etmek, onları anlamak ve yorumlamaktır. Max Weber’in anlama yöntemini çağrıştıran bu usülle,2 “belli bir anlayışa”vakıf olma sonucu da doğabilecektir. Dolayısıyla, konumuzu ilgilendiren alan olarak Tanzimat ve sonrasından başlayan süreçte, özellikle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi “sol hareketleri” ve “solcu görüşleri”, elde edebildiğimiz kaynak metinler çerçevesinde, beslendikleri kaynaklar

itibariyle din anlayışları bu “anlayış” ve “anlama” ile çözümlenmeye çalışılacaktır. Bununla birlikte, karşılaştırma yöntemi, araştırma alanımız içerisine giren sosyal fenomenlerin, din sosyolojisinin bilimsel nitelik kazanmış kriterleri ve ilmi ilkesellik doğrultusunda, kendi tarihsel koşulları içerisinde sosyal yapıdaki değişimlerle birlikte

ele alınmak suretiyle uygulanmaktadır. Böylece, özellikle dine ilişkin “olgusal” farklılıkların gerçekliğinin dikkatlerden kaçması sonucu, dinler ve yeşerdikleri toplumsal yapıyla ilgili başkalık ve ayrılıkların gözardı edilmek suretiyle “motomot iktibas ve uyarlama” handikapıyla varılan yapay ve yüzeysel yargılar da kısmen bertaraf

edilmiş olacaktır. Tabii bunun için esas olan, kuşkusuz, gerek din sosyolojisi, gerekse sosyoloji ve diğer sosyal bilimlerin mutlak vazgeçilmezi ve olmazsa olmazı olan

1 Ünver Günay, a.g.e., s. 40; Yümni Sezen, Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve

Tartışmalar, MÜİFVY, İst., 1990, s.186

(22)

20

objektifliktir. Subjektif, değer yargılarından arındırılmamış bir çalışmanın bilimsel değeri olmayacağı gibi, bu çalışma etik açıdan da sorgulanabilir bir nitelik taşır.

E. Araştırmanın Sınırları

En keskin toplumsal ve ideolojik dönüşümlerin yaşandığı 19. Yüzyıl, sadece Batı’da değil, Batı dışı toplumların da her alanda en fazla etkilendikleri yüzyıl olmuştur. Türk

toplumunu da en uç biçimde etkisine alan bu zaman dilimi, özellikle Tanzimat’la başlayan süreçte, kısa ve orta vadede Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük ve nihayet Türk

sol akımlarına da yol vermiştir.1

Tanzimat Dönemi devlet ricalinin, özellikle dış dinamikler kanalıyla Batı’nın siyasal ve sosyo-ekonomik politikalarına adapte olmalarıyla başlayan Osmanlı’da liberalleşme süreci, daha çok azınlıkların özgürlüğünü pekiştiren Islahat Fermanı’nın ilanıyla birlikte

daha da ivme kazanmıştır. I. Meşrutiyet yılları ise, her alanda bu özgürlüklerin pekiştirilmesi ve artırılması arayışlarının, özellikle Jön-Türkler vasıtasıyla somutlaştığı

dönem olmuş, böylelikle 1908 Jön-Türk İhtilali’ne gelinmiştir. Yakın dönem Türk tarihinde önemli bir kavşak noktası ve bir kırılma kesiti olarak 1908, hem Osmanlı liberal politikalarının revaç bulduğu bir dönemi; hem de sosyalist oluşumların çıkışına

tekabül eden zaman dilimini simgelemiştir. Bu tarihle birlikte, sosyalist söylemlerle eşzamanlı olarak beliren ve son derece kaypak bir zeminde hayat bulan işçi (ve grev)

hareketleri de ortaya çıkmış2 ve bu tarih, sosyalist eyleme temel teşkil edecek pratik altyapının olmamasına karşın, teorik düzeyde sosyalist jargonların telaffuz edilmeye başlandığı dönemi anlatmıştır. Bir başka deyişle, Jön-Türk hareketi Osmanlı tarihinde

ilk defa, siyasi fikir akımları çıkarmıştır.3

Araştırma alanımızda birinci kırılmanın yaşandığı kesiti anlatması dolayısıyla 1908 tarihi, her ne kadar tarihsel olayların neden-sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirme

1 Mehmet Akgül, Türk Modernleşmesi ve Din, Çizgi Kitabevi, Konya 1999, s. 28

2 Bkz. İbrahim Yalımov, “1876-1923 Döneminde Türkiye’de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin

Gelişmesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, Der. M. Tunçay-Eric Jan Zürcher, s. 138-139

3 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Yedigün Matbaası, İst.,

(23)

21

zorunluluğuna paralel olarak öncesine ve sonrasına atıflarda bulunulmuş olsa da, çalışmamızda solculuğu ele alacağımız tarihin başlangıcını teşkil etmiştir. Çünkü, bu

dönemle birlikte, Osmanlı’da sosyalist akımların yeşerdiğine şahit olmaktayız. Araştırma alanımız içerisinde ikinci kırılma noktası ise, kuşkusuz Türkiye

Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihidir. Bu dönem, Türk solunun komünist tabanda siyasal ve sosyal hayatta boy göstermeye başladığı yıllara karşılık gelmiş olmakla birlikte, komünist söylemin Cumhuriyet öncesi yıllarda köklerinin varlığı da unutulmamalıdır. Nihayet çalışmamızı sınırladığımız ikinci dikey tarih kesiti, irili ufaklı birçok partinin Türk siyasal hayatına katıldığı ve çok partili hayata geçişin yaşandığı 1946’dır. 1946 ile

birlikte sağ partiler gibi, birçok sol parti de siyaset arenasında boy göstermiş1 ve Türk solu yeni bir dönemece girerek çok farklı görüşler ve ayrışmalarla “sekterlik” sürecine

girmiştir. Dolayısıyla bu dönem sonrasının ayrı bir araştırmanın konusu olması gerekmektedir.

Bununla birlikte, araştırmamızın sınırlandığı diğer bazı konulara da değinme zorunluluğu vardır. Osmanlı Dönemi sol hareketlerini incelerken, Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın (OSF) ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nın (TSF) kurumsal beyannamelerine ve

kısmen marjinal kalan diğer sosyalistlerin görüşlerine başvurmamıza rağmen, daha çok iki isme (Celal Nuri ve Baha Tevfik) odaklanılmıştır. Çünkü şu söylenebilir ki, çoğu Osmanlı solcu düşünür, bir yandan ülkenin içerisinde bulunduğu koşullardan sıyrılması

için yeni ve modern jargonlara entegrasyonu şart olarak kabul ederek, sosyalizmi “geri kalmışlığın” üstesinden gelebilmek için alternatif bir ideoloji görürken; aynı düzlemde

İslam’la sosyalizm arasında uzlaşı ortamı için “temel kavramlara” adapte olmuşlardır.

Fakat, birinci boyutu oluşturan bu yaklaşım, ara ara beyanlarına başvurduğumuz

sosyalist fırkaların kurumsal yaklaşımları ve de araştırmamızın bireysel bazda örneğini

oluşturan Celal Nuri’nin, “İslam’ı da modernize etmeyi” amaçlayan “evrimci” görüşleriyle atbaşı giderken, bireysel bazda ikinci örneğimiz olan Baha Tevfik ise, genelde din, özelde İslam’la sözünü ettiğimiz anlamda hiçbir şekilde ilgilenmemiş ve liner bir hat üzerinde “modernist” tarzda yorumlarda bulunmuştur. Dolayısıyla, bu iki isim, araştırmamızda “Osmanlı sol düşüncesi”nde başat yönelimleri örneklemeleri

(24)

22

dolayısıyla seçilmişlerdir. Her iki örneğimizin buluştuğu felsefi nokta ise, “tarihi materyalizm”dir.

Aynı şekilde, araştırma evrenimizin ikinci alanını oluşturan Cumhuriyet sonrası Türk solu, birbirinden ancak nüanslarla ayrılan ve genelde liner bir doğrultunun

(Marksizm’in) türevleri sayılabilecek ayrışmalarla karakterize olmuştur. Böylece, Cumhuriyet Dönemi Türk solunu, kurumsal bazda ya da bireysel görüşleriyle temsil eden solcuları herhangi bir ayrıma tabi tutmaktansa, senkretize

etmenin, görüşlerin paralelliğini göstermek açısından daha faydalı olacağı

düşünülmüştür. Bu yüzden, “Aydınlık” ve “Kadro” ile, diğer sol yayımlar olan “Yurt ve Dünya”, “Yürüyüş” ve “Adımlar” gibi dergilerle, bu gelenekten beslenen solcuların kişisel eserlerine de müracaat edilmiştir. Böylece, bu ayrışmalarla birlikte, Marksist esaslar üzerinden görüşler ileri süren ya da siyaset yapan Cumhuriyet sonrası “Türk

solcu”larının, başta din olmak üzere, toplumsal hayata ilişkin görüşlerinin harmanlanması, ideolojik bir mozaiği de ortaya çıkaracaktır.

Araştırma alanımızın sınırlılıkları içerisinde değinmek durumunda olduğumuz bir husus da, “dini-sosyal refleksler” alt başlığı altında incelediğimiz konulardır. Dikkat

edildiği takdirde, bu konuların dinin, bireyin vicdanında hayatiyet bularak, davranışlarını yönlendiren ve ona vicdani bir sorumluluk yükleyen bireysel yönüne karşılık gelmesinden çok, toplumsal ve siyasi boyutu itibariyle “kamusal” nitelik taşıyan

konular olduğu görülecektir. Bununla birlikte, konuların bir kısmı, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet Dönemi solu itibariyle benzer şekilde okunarak, aynı bağlamlarda

değerlendirilmişlerdir. Dolayısıyla, yeri geldiğinde, bu alanlara önemi ölçüsünde, kısmen tekrar riskini göze alarak değinilmiştir. Bu arada, “ilericilik-gericilik”

konusunda, hem Osmanlı, hem de Cumhuriyet solunca aynı bağlamlarda ele alınmasından kaynaklanan, neredeyse iktibas kabul edilebilecek görüşler ileri sürülmüş

olduğundan bu konu, yalnızca Cumhuriyet Dönemi Türk solu çerçevesinde ele alınmıştır.

F. Hipotezler (Denenceler)

Hipotez, bilimsel çalışmalarda zihin ve düşünce planında izlenen bir usüldür. Bu

(25)

23

ilişkiler ıspatlanmış gibi ifade edilirler.1 Bu çerçevede hipotezler, (denenceler) çalışmamızda belli oranda yöntemsel çizgilere işaret etmesi açısından önem

taşımaktadır.

Bu anlamda, entellektüel düzeyde bilinen bir gerçek olarak şu söylenebilir ki, Osmanlı yenileşme hareketleriyle, geriye dönülmez bir biçimde başlayan ve Cumhuriyet

Dönemi’ne de sarkan Türk modernleşme tarihi, kendi rotasına dahil ettiği sol akımların da görüşünü forme etmiş ve din algısının temel dönüşüm dinamiği olmuştur. Bu görüş, onlarca yıl ötesinden zamanımıza kadar sol tarafından genel–geçer kabul görmüştür. Temel hipotezimiz olan bu görüşten hareketle, test edeceğimiz ve deneyeceğimiz diğer

hipotezlerimiz şunlardır :

1. Modernite, tüm versiyonlarıyla Türk solunu etkilemiş ve pozitivist paradigmanın dine bakış açısı Türk solunun da bakış açısını oluşturmuştur. 2. Türk solu, Batı sol evreninde yansımasını bulan dini anlayışa eklemlenmek suretiyle, Türk toplumunun tarihsel koşullarını dikkate almayarak kendi

toplumuna Batı penceresinden bakmıştır.

3. Günümüz gözüyle, sol tarihe retrospektif bir bakış, solun baştan beri her dönemde dine kayıtsız ve hatta karşı olduğunu gösterecektir. 4. Türk solu, bugün olduğu gibi, tarihinde de “kamusal içerik taşıyan” dini

femomenler konusunda olumsuz görüşlere ve belli reflekslere sahiptir. 5. Sol akımların resmi düzeyde çıkışı, 1908 tarihine tekabül ettiğine göre, bu

tarihte iktidar olan İttihat Terakki, bu akımları barındırmış ve sağladığı ideolojik serbesti ile gelişmelerine imkan tanımıştır.

6. Cumhuriyet Dönemi solcuları, teorik düzeyde sola getirdikleri açılımlarla Cumhuriyet Dönemi solunu etkilemiş ve bir ideolojik sürekliliğe temel

olmuşlardır.

7. Osmanlı ve cumhuriyet dönemi sol aydını, “milliyetçilik” akımlarıyla hiçbir ideolojik uyuşma içerisinde olmamış, herhangi bir etkilenme

gerçekleşmemiş (20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında olduğu gibi) ve adeta zıt kutuplar olarak yaşamışlardır.

(26)

24

8. Cumhuriyet Dönemi Türk solunun, ideolojik açıdan karşılaştığı siyasal ve toplumsal sorunların halline yönelik çabaları, solu, meşruiyet arayışı ve

pragmatik yönelime itmiş, bunun sonucu olarak sol, resmi ideoloji ile bütünleşmeyi esas almıştır.

H. Tanımlamalar

Yukarıda konumuzun anlaşılması bakımından önemli olan hususlara dair

açıklamalara yer verilmiş olmakla birlikte, araştırma konumuzda “anahtar” teşkil eden bazı kavramlar ve bu kavramların kullanılışı hakkında da bilgi verilmesi gerekmektedir.

Bu anlamda, konumuzun özünü oluşturması ve değerlendirmelerimizin, ekseni etrafında bir belirlenimi zorunlu kılması açısından “sol”, “solcu”/bu adlandırmaya bağlı

olarak “sağ”/”sağcı”, “sosyalizm”, “Marksizm” (komünizm) gibi kavramların tanımlaması ve tarihi arkaplanı nedir? Menşeini öncelikle Batı’da bulmuş olan bu ifadeler, Batı’da ve izdüşümü olması nedeniyle özelde bizde nasıl açılım kazanmıştır?

hepsinden de önemlisi, konumuzun alanı içerisine giren tarihsel periyodda tüm referanslarımızın içeriği nasıl doldurulmuştur? Şimdi kısaca bunlara değinelim. 18. Yüzyıl’ın ortalarında İngiltere’de başlayan sanayileşme, bir takım sosyal ve ekonomik problemleri de beraberinde getirerek toplum yapısını bozmuş, İnsanların fabrikalarda düşük ücretle ve son derece kötü şartlarda çalışmak zorunda kalmaları, işçi

kitlelerinin sefaleti gibi önemli sorunlar “sol”un bir “ideoloji” olarak hem ortaya çıkışını, hem de şekillenmesini sağlamıştır. Robert Owen, işçi sınıfının içinde bulunduğu kötü durumun düzeltilmesi için somut tekliflerde bulunarak makinadan çok

insana önem verilmesini, koperatifçiliğin geliştirilmesini, bireyciliğe karşı toplumun genel refahının sosyal vasıtalarla sağlanmasını savunmuştur.1 Masumane isteklerle bir hak talebi olarak başlamış olan bu siyasal davranışlar, daha sonra, toplum egemenliğini,

en kalabalık ve en az mutlu kütleye mal etmeye yönelerek; önce, bütün halka “siyasi vatandaşlık” haklarının sağlanması; sonra bu şekli değişimin tamamlanması için, “iktisadi vatandaşlık” haklarının verilmesi ve nihayet bunlar gerçekleştirildiğinde de, işçi kesiminin iktidarın sahibi olması öngörülmüştür. “Sosyalist/sosyalizm” ideolojik

(27)

25

yakıştırması da, böylelikle tarihin ve toplumların, ekonominin şekillendirdiği yapının başatlığıyla okunmasına neden olmuştur. Sosyolojik açıdan bu ekonomik yorumla birlikte, “tarihi maddecilik” ve “sınıf kavgası” gibi iki unsur geliştirilmiş ve bunlar,

“sosyalist” akımların en önemli ortak çözümleme araçları olmuştur.1

Fakat, bu tür söylemler sadece sosyalizmin aleni olarak söylenmeye başlamasıyla ortaya çıkmış türedi söylemler olmayıp, “tarihsel arkaplan”ında bütün bu söylemlere kaynaklık oluşturan toplumcu açılımlara da rastlıyoruz. Sözgelimi, felsefenin beşiği olan eski Yunan, bir çok düşünceler arasında, sosyalizm hayalinin de ilk tohumlarını atmıştır. Bir nevi inanç halinde gelişen sosyalizm, sırf insanlığın belirsiz geleceğine ait

bir hayal olmak üzere ilk defa Eflatun tarafından ortaya atılmıştır. Eflatun, yaşadığı dönemin toplumunun kritiğini yaparak, ütopik toplumunun olması gereken planını

vermiş ve bu plan çerçevesinde herhangi bir sınıf, ortak servet ve ortak aile öngörmemiştir. İnsanların yardımlaşarak bir ortaklık içinde yaşamak ve “devlet”i de

böylece oluşturmak durumunda olduklarını belirtmiş olan Eflatun,2 “devlet”in, bir sınıfın, ötekilerden daha mutlu olması için değil, bütün topluma birden mutluluk sağlaması için kurulması3 ve “devlet”te iktidar sahiplerinin, kesin bir zorunluluk

olmadıkça, mal mülk edinmemesi gerektiğinin altını çizmiştir.4

Böylece, Eflatun, dünyada özel mülkiyetin olmadığı, “komünal” bir sosyal ve siyasal yapı tasavvur etmiş, zayıfların, kötürümlerin, kısaca vasıfsız nüfusun bertaraf edildiği üstün millete dayalı sosyal proje tasavvurunu ortaya atmıştır. Bu üstün ulusun devamı için her türlü tedbirin alınmasına ve bu tedbirlerin, cinsel serbesti de dahil, tamamen

komünal bir yapılanma içerisinde gerçekleşmesine vurgu yapmıştır.5 Daha sonra, Eflatun’un fikirleri taraftar bularak önemli isimleri etkisi altında bırakmıştır. Aynı şekilde, eski Yunan’da atomculuğu ile Demokrit; hareket fikriyle Heraklit; ve ruhu,

1 Mete Tunçay, Türkiyede Sol Akımlar 1908-1925, 2. Bs., Bilgi Yayınevi, Ank., 1967, ss. 3 – 7; Krş.

Aydın Yalçın, “Totaliter Zihniyetin Kökleri”, Demokrasi, Sosyalizm ve Gençlik, Ak Yay., İst., 1969, s. 20

2 Eflatun, Devlet, 4. Bs., Çev. Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İst., 1980, İkinci

Kitap, s. 59

3 Eflatun, a.g.e., Dördüncü Kitap, s. 109 4 Eflatun, a.g.e., Üçüncü Kitap, s. 106

(28)

26

maddenin ürünü gören felsefesi ile Epikür, 19. Yüzyıl’ın diyalektik materyalizmine ve dolayısıyla Marksizm’e geniş çapta etki etmişlerdir.1 Kuşkusuz, sosyalizme tarih oluşturacak toplumsal ve siyasal içerikli görüşler bunlarla sınırlı olmayıp, Marksist felsefenin kendisini ortaya koyuncaya kadar birçok düşünür, “komünal yapılanmaya”

ilişkin tezler ileri sürmüş, fakat, sistematik bir tarih okuyuşuyla, kendi “doğrusal çizgisi” üzerinde senteze ulaşan düşünür, Marks olmuştur.

Sol ve Solcu : herşeyden önce şu söylenebilir ki, yukarıdaki söylemlerin tamamı ilk zamanlarda “sosyalizm” çatısı altında söylenmiş; bir başka deyişle, “sosyalizm” tabiri,

başlangıçta diğer “sol” içerikli kavramları öncellemiştir. 19. Yüzyıl’ın ortalarında Marksizm’in ortaya çıkışına kadar, “sosyalist” genel adı altında toplanan, fakat birbirine

benzemeyen birçok akım, “sol cepheyi” teşkil etmiştir.2

Tarihsel süreç içerisinde, belli bir doğrusal hat üzerinde hareket eden yönelime konu

olan “sol” kavramı, siyaset sözlüğüne 1789 Fransız Devrimi’nin birinci Cumhuriyet meclisinden geçmiştir. Bu meclis salonunun “solu”nda eşitliğe ve köklü değişmeye taraflı üyeler, “sağ”da da, bu fikirleri pek tutmayan ılımlılar oturmuştur.3 “Jakobinler”

denilen ve meclisin solundakiler, kralın devrilmesinden yana olmuşlar; buna karşılık, daha muhafazakar bir çevreyi temsil eden ve kral karşısında ılımlı davranma yanlısı olan “Girondin”ler ise, sağda oturan karşıt grubu meydana getirmişlerdir.4 Siyaset diline

böylelikle girmiş olan “sol” kavramı, daha genel bir anlam kazanarak, toplum yaşamında eşitlik ve adalet yönünde değişiklikler isteyenlere “solcu” ve bunların

oluşturdukları siyasal çizgiye de “sol” denilmiştir.5 Bununla birlikte, kavram oluşturmanın, toplumların yaşam biçimleri ve edindikleri dünya görüşleriyle ilişkili

olmasından ve bu yaşam biçimleri ve dünya görüşlerinin, tarihsel süreç içerisinde birçok toplumda benzerlik göstermesiyle birlikte,6 sol kavramı da, zamanla anlam değişikliklerine uğramış, yerelliğin yanısıra, farklı zaman ve mekana bağlı olarak siyasi

1 Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, 2. Bs., Düşünce Yay., İst., 1977, s. 94 -95 2 Mete Tunçay, a.g.e., s. 7

3 Mete Tunçay, a.g.e., s. 1

4 Alpaslan Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din, 3. Bs., İmge Kitabevi, Ank., 2001, s. 229 5 Alpaslan Işıklı, a.g.e., s. 229

6 Muna Yüceol Özezen, “Sağ ve Sol Kavramlarına İlişkin Bir Araştırma Denemesi”, AÜDD,

(29)

27

düşüncenin gelişimi açısından aynı fikir olmasına rağmen, anlam kaymaları yaşayabilmiştir.1 Bu arada, kavramsal içeriğiyle “sol”, hem sosyalizmden hem de komünizmden daha genel, dolayısıyle her ikisini de kapsayan daha gevşek bir terim olma niteliği taşımıştır. Mete Tunçay’ın dediği gibi, komünist sıfatının bu adı taşıyan bir partinin üyelerinden başkası için kullanılması sakıncalı iken, sosyalist, günlük dilde

komünist olmayan bir çeşit “ılımlı sol” anlamını içermiştir.2

Sağ ve Sağcı : Sol konusunda önemine binaen üzerinde durulması gereken bir konu da, adı ancak “sol”la birlikte anılan “sağ” ve “sağcı” kavramlarıdır. “Sol”la karşılıklı olarak, birbirlerinin duruşuna göre, “zıt”lıklarıyla tanımlanmış olan “sağ” kavramı da,

bir muhalif kavram olarak alenileşmiş ve yine birbirlerinin sosyal hayata ilişkin konumlarına göre almış oldukları pozisyonlarla artı ve eksi kutuplaşmayı

oluşturmuşlardır.

Bu anlamda, sol ve sağ terimleri, belirli ve kesinlik ifade eden bir sınırlama getirmemişler, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında, sosyalist eğilimli bütün düşünce akımlarına verilen genel ad “sol”; sosyalizm’in her türüne karşıt olan düşünce akımlarına ise “sağ” eğilimleri denmiştir.3 Herşeye rağmen, kesinlikten yoksun sınırlamanın, sol ve sağ kavramlarında yarattığı kavram belirsizliği, sağın ve solun ne

olduğu, sağcı ve solcunun kim olduğu noktasında taşların tam manasıyla yerli yerine oturtulamamasına neden olurken, böylece, bu iki kavram, değer yargısına ve bakış

açısına göre değişir bir hal almıştır. Ayrıca sol-sağ ayrımının kesin sınırlarının belirlenmesi bir yana, bu ayrımın ortadan kalkması da imkansızlaşmıştır.4 Sözgelimi,

toplumun yaşam alanlarına ilişkin boyutlarının neredeyse tamamında bu ayrıma dair açılımlar yapılmaya çalışılmış, fakat, bu uğraşlar, taşların yerli yerine oturtulmasını sağlayamamıştır. Bu açılımlarda, sosyo-ekonomik boyutla birlikte, kuşkusuz en hassas açı, “yaşam biçimi”ne ve “hayat anlayışı”na denk gelen boyut olmakla, muhafazakar ve

1 Anthony Giddens, Üçüncü Yol– Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi- Çev. Mehmet Özay, Birey

Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 50; Jerome Deshusses, Gerici Sol, Çağdaş Yay., İst., 1970, s. 50

2 Mete Tunçay, a.g.e., s. 1

3 Visali Günaydın, Sosyalist ve Radikal Sol Doktrinler Komünizm: Strateji ve Taktikleri, Ayyıldız

Matbaası, Ank., 1974, s. 6

(30)

28

dindar bir anlayış sağa; cumhuriyetçi bir yaklaşım ise sola karşılık gelmiştir.1 Dolayısıyla, sağ ve sağcıların, muhafazakar, gelenekçi, demokrasi ve temsili rejimi faydasız olarak kabul eden ve inkılapçı prensiplere taraftar olmayıp, dini fikirlere, din-devlet birliğine, önem verdikleri; sol ve solcuların ise, genellikle demokratik, din-devletçi,

ve laik olup, muhafazakar değerlere taraftar olmadıkları işlenmiştir.2

Türkiye’de Sol ve Sağ : Ülkemiz özelinde, sol ve buna bağlı sağ tanımlamalara gelince; 19. ve 20. Yüzyıl’da Türkiye’nin karşılaştığı zorluklardan biri, Türk aydınının

kültürel ideolojisine giren karmaşık türevler örgüsü olmuş3 ve bu ideolojik karmaşa nedeniyle de, Türkiye’nin, özellikle tarihsel realitesi ve üzerinde yükseldiği temel açısından, derindeki strüktürün değişmelere rağmen süregelen güncelliği anlaşılmadan, sırf aktarma slogan kavramlarla toplumun sorunlarının anlaşılması ve aşılması mümkün

olmamıştır.4 Bu durum ise, özellikle hem sağ, hem de sol açısından, Türkiye’deki tarihsel ve güncel sorunun kaynağını teşkil etmiştir.

Böylece, “sol”un ve buna bağlı olarak “sağ”ın mana ve muhtevası hakkında oydaşma sağlanamamıştır. Sol kelimesi, Türkçe’ye ilk girdiği yıllarda az kullanılmış ve sosyalizmin bütün renklerini ifade etmiştir. Sözgelimi, halk tarafından komünizm olarak algılanmış, fakat zamanla kelimenin manası daha açıklık ve netlik kazanacak yerde büsbütün karışmış ve konu içinden çıkılmaz bir hal almıştır.5 Fakat şunu söyleyebiliriz ki, Türk sol anlayışında ortaya çıkmış olan ve bu anlayışı tekli bir bütün olarak kavramsal çerçeveye sığdıramamızın arkasında, sola biçilen “din ve dini olana karşı duruşu” bağlamında şekillenen kriterler ve tarihi ilişki biçimleri yatmıştır. Marksist içerikle okunan ya da okunma zorunluluğu olan ekonomik ilişkilerin biçimlendirdiği altyapı-üstyapı algısı bir kenara bırakılırsa, Osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyetin ilk yıllarında şekillenmeye başlayan ve daha sonraki yıllarda da, hem ideolojik tabanını oluşturan, hem de siyasi ve entelektüel arenada yerini bulan “Türk solu”, genellikle

1 Bkz. Mete Tunçay, T.C.’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), 3. Bs., Cem Yayınevi,

İst., 1992, s. 70

2 Bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952, Arba Yay. İstanbul, 1995, s. 40-42 3 Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, AÜSBFY., Ank., 1969, s. 112

4 İdris Küçükömer, Halk Demokrasi İstiyor mu? Bağlam yay., İst., 1994, s. 308

5 Necmettin Hacıeminoğlu, Milliyetçilik Ülkücülük Aydınlar, 5. Bs., Kamer Yay., İst., 1995, s. 288;

(31)

29

kendisini, “din” ve “dini olana” karşı duruşu ve bu duruşa uygun bir “sekülerizm” anlayışıyla ifade etmiştir. Buna paralel olarak, Türk solu yine kendisini, Marksist repertuarın ürettiği “eski rejim”, “ilerici-gerici” gibi kavramların, Batı ve Batı’ya endekslenmiş bir kitle olarak Batı’nın olumluladığı/ya da olumlulamadığı yönleriye tanımlamıştır.

Osmanlı (Dönemi) Solu :Araştırma alanımızın sınırları içerisinde kalan Türk “sol” kesimine baktığımızda ise, gerek liberal, gerekse Marksist ideolojinin toplumlar tabanını oluşturan Batı’da bile, solun görüntüsü noktasında bir takım problemlerin yaşandığı düşünülürse, bu problemlerin “Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi soluna” yansımasının gözlenmemesi de mümkün değildir. Dolayısıyla, Türk solunun fikri görüntüsü de bulanıktır.

Öncelikle, Osmanlı Döneminde kavram olarak “sol” yoktur. Türkiye özelinde, 19. Yüzyıl’ın sonu ile 20. Yüzyıl’ın başları itibarıyle “sol” jargonlarla tanımlanabilecek en başat kavram, “sosyalizm”dir. Genelde, Osmanlı solcularının düşünsel altyapısında varolan biçimiyle sosyalizm, daha çok insanlar arasındaki eşitliğe, kardeşliğe, toplumsal dayanışmaya vurgu yapmıştır. Sosyalizmin tarihsel felsefi okuyuşları olan altyapı-üstyapı ilişkileri, ekonomik amiller vs., dini olguların ve kurumların eski rejim

kalıntıları olduğu anlayışıyla yapılan değerlendirmelerde görülen marjinal istisnalar

dışında, kriter olarak çok fazla öne çıkmamıştır. Çünkü, bunlar ülkemiz koşullarına uygun görülmemiştir. Bunun yanısıra, modern paradigmaların öne sürdüğü ve sosyalizmin de kendisine adapte olduğu; “toplumların doğal tekamül süreçleri”, “sosyal evrim meselesi” ve “tarihi materyalizm”, Osmanlı Dönemi solu özelinde etkin bir rol oynamış ve topluma ilişkin görüşlerde ciddi bir fikirsel altyapı oluşturmuştur.

Dolayısıyla, “Osmanlı (Dönemi) solu” tanımlaması, bu anlayışlar çerçevesinde oluşmuş ve kendine özgü spesifik duruşuyla anlaşılması gereken bir çeşit “ılımlı sosyalizm”e karşılık gelmiştir. Bir anlamda, “Osmanlı solu” tamlaması kullanıldığı

zaman, anlaşılması gereken bu “ılımlı sosyalizm”dir.

Cumhuriyet (Dönemi) Solu : “Modernleşme”nin getirdiği ve dayattığı toplumsal dönüşüm projesi, yalnızca, Osmanlı solu için değil; hatta çok daha fazla, bu kez Marksizm ölçeğine bağlı kalmak suretiyle “Cumhuriyet solu” için geçerli olmuştur.

Özellikle, 1917’de Sovyet Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’yle birlikte, Cumhuriyet Dönemi Türk solunun referansları, devrim Rusyasının pratikleri ölçüsünde

(32)

30

ve örneğinde Marksizm’e kaymış ve artık “Türk solu”nda hakim anlayış, komünist argümanlarla temsil edilmeye başlanmıştır. Bir başka deyişle, bu dönemde “Türk solu”

tanımlaması, sui generis niteliğiyle anlaşılan “ılımlı sosyalizm”den, yani “Osmanlı solu”ndan evrilerek “Marksizm”/“komünizm”e karşılık gelmiştir. Bununla birlikte, Cumhuriyet Dönemi’nde sol, komünist/Marksist tanımlamalarını, resmi ideolojinin uç

ideolojilere yaptığı baskı dolayısıyla dışsal nedenden dolayı kullanmamıştır. Bununla birlikte, bu genellemeye, yine Marksist şemada kalmak şartıyla, bir takım türevleri ekleme zorunluluğumuz da vardır. Sözgelimi, “Kadrocular” ve “Bakü merkezli

Türkiye Komünist Partisi”nde (TKP) somutlaşan anlayış, 1917’de gerçekleşen devrimle Sovyet Rusya’nın enternasyonalist karaktere bürünmesinin ardından, referans dünyasında bir değişiklik olmamakla birlikte, aynı hedefe farklı yöntemlerle varmayı gerektirmiştir. Rusya’nın bu enternasyonalizmine karşın, Kadrocuların Türk Devrimi’ne

de eklemlenmeleri, onların, nasyonal-sosyalist diyebileceğimiz bir tarzda Marksizm’le ulusçuluğu uzlaştırmaya çalışmaları sonucunu doğurmuştur. Bakü merkezli TKP’de ise,

“her ülkede sosyalizm” anlayışıyla, önce ulusların sosyalizme kavuşmalarına, daha sonra da, orjinal ve yeni bir tanımlamayla “müslüman enternasyonalizm”in kurulmasına

yönelik argümanlar ileri sürülmüştür.

Bu anlamda, Cumhuriyet sonrası Türk solunun düşün altyapısı Marksizm’den kesinlikle bağımsız değildir. İstanbul ve Bakü merkezli TKP’den “Aydınlık” çevresine;

Kadroculardan Anadolu soluna; TKP ve Aydınlık çevresinin entellektüel geleneğinden beslenerek 1930 ve 1940’lı yıllarda “afişe olmama esası” üzerinden, daha çok “Yurt ve Dünya”, “Yürüyüş”, “Adımlar” gibi yayınlarda, yazılarının satır aralarında komünist söylemlere müracaat eden solculara kadar, hemen hemen bütün Cumhuriyet solu, bu

ideolojinin bir şekilde çekim alanına girmiştir. Dolayısıyla, Marksizm’in üretim ilişkileri üzerinde temellenen altyapı-üstyapı tanımlamaları ve uyarlamalarına da fazlasıyla odaklanan ve Türkiye koşullarında üstyapı olarak değerlendirdikleri unsurlara

Batı merceğinden bakan “Cumhuriyet solu”, ya da “Cumhuriyet sonrası Türk solu” tanımlamalarının içerik karşılığı da “Marksizm”/”komünizm” olmuştur. Bununla birlikte, çalışmamıza ilişkin kavramsal tanımlamalar bunlarla sınırlı değildir. Bu kavramlar, “tipoloji” oluşturan kapsamlarından dolayı daha geniş hatlarıyla

çalışmamızın I. Bölümünde ele alınacaktır.

(33)

31

I. BÖLÜM

“TÜRK SOLU”NUN DOĞUŞU, GELİŞİMİ ve TİPOLOJİSİ

A. “TÜRK SOLU”NUN DOĞUŞ SÜRECİ

Solcu okuyuşun en önemli savunma aracı, ezilen sınıfların gaspedilen haklarının alınması, ya da bu ezilmişliklerine son verilmesi ise, modern anlamda anladığımız solcu

yaklaşımlara tarihte rastlamamız mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte, hemen hemen her dönemde, o dönemin kendi hakim paradigması çerçevesinde, eşitsizliğe karşı

bir takım başkaldırılar ya da özlemler de görülmemiş değildir. Bu paradigmanın, yeni zamanlara kadar toplumları yönlendiren dini anlayışlar olduğu muhakkaktır. Sözgelimi, kökleri Yunan aydınlanmasına hatta İbrani peygamberlerine kadar uzanan, Orta Çağ’da dini görüntü altında devam edip, kilisenin ekonomik temeli sarsılınca laikleşen ütopyacı özlemler, eşitlikten yana duygular; eski Mısır’da, Babil’de,

Roma’da başlayıp, derebeylik Avrupasının köylü ayaklanmalarında süregelen adalet adına aşağı sınıfın başkaldırmaları olduğu gibi, Türk tarihinde de bunlara benzeyen fikir

ve hareketler olmuştur. Bu anlamda, çeşitli tarikatların sosyal muhtevaları, töreler arasında kalıntılarına rastlanan eşitlikçi duygular ve bir takım halk ayaklanmaları

dikkate değer görünmektedir.1

Bu çerçeveden bakıldığında, ilk olarak, Osmanlı Dönemi’nde, bazı tarikatların sahip olduğu, üyeleri arasındaki sınıfsal ve statü farklarını ortadan kaldırması, mülk edinmemeyi teşvik, fakir ve çaresizlere yardım gibi anlayışlarıyla aslında, modern

solculuğa beşiklik ettiği, ya da modern solcu bilinçlenmesinde pay sahibi olduğu yönündeki değerlendirmeler dikkati çekecektir. Buna göre, teşkilatların proleter özelliği denilebilecek unsurlar, kitlelere derviş tarikatlarının cazib gelmesini sağlamıştır. Üyeleri

arasında, hiç eğitim almamışla, yüksek derecede eğitim görmüş kişileri yanyana

Referanslar

Benzer Belgeler

Ateist politikaların bir başka etkisi de, insanların dinden ve dini kitaplardan uzaklaştırılmasıydı.Görüşülen kişilerin çoğu, dini kitap okuma kültürüne

Kur’an’ı Kerimin Türkçeye çevirisinde başta doğrudan ve katı karşı çıkışlar gerçekleştirilirken ve bu karşı çıkışların ideolojik boyutu ağır basarken,

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Tarih III: Yeni ve Yakın Zamanlarda Osmanlı-Türk Tarihi (1931: 43) kitabında yer alan bu ifadeler doğrultusunda Osmanlı ile ilgili olarak

Bunlar benim kişisel görüşlerim.’ Tarcan’ın pekçok konuşması bu tümce ile bi­ terdi: "bunları kişisel olarak söylü­ yorum..." 1980'lerde büyük

Tarihî  roman  türü,  roman  tartışmaları  çerçevesinde  uzun  süredir  tartışılan  ve   hakkında  belli  bir  ortak  görüşe  varılamamış

In the initial stage of this study, we will choose the best composition proportion of Chitosan and PC to develop a liposome with high physical stability.. To measure the

The purpose of this study was to investigate whether denbinobin induces apoptosis and the apoptotic mechanism of denbinobin in human lung adenocarcinoma cells (A549)..

Ülkemizdeki din eğitimi L!ygulamalarının olumlu-olumsuz yönleri, 1924'ten itibaren örgün öğretimin içinde veya dı§ında bırakılarak yapılan din öğretimi