• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Sosyalistleri, Düşünce Temelleri ve Din

Belgede Türk solu ve din (1908-1946) (sayfa 119-148)

C. SOL TİPOLOJİLER

II. BÖLÜM

1. Osmanlı Sosyalistleri, Düşünce Temelleri ve Din

Osmanlı sosyalistlerinin fikri altyapısını belirleyen en önemli amillerden biri sosyalist jargonlardır. Özellikle Fransız Sosyalist Partisi liderlerinden Jean Jaures’le ilişki kurmaya çalışmaları, sosyalizmi anlamak üzere başvurdukları kaynakların yönünü

belirlemiştir.1 Herşeyden önce, Osmanlı sosyalistleri memleketin kendi içsel yapısı içerisinde bakıldığında, kendilerini total anlamda bir sosyalist devlet tasarımında bulunmaktan çok, sosyalist söylemlerin ürettiği kavramlara odaklamışlardır. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın (OSF) devamı niteliğindeki Türkiye Sosyalist Fırkası, (TSF) bu noktada Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan bir takım argümanlarla ayrılmıştır. Osmanlı

Sosyalist Fırkası, Marksizm’e karşı fazla bir hassasiyet göstermemekle birlikte kendisini, Avrupa’lı sosyalist ve sosyal demokrat partilerin oluşturduğu II. Enternasyonal’e ve insani hasletlerle önplana çıktığına inandıkları söylemlere bağlı olarak görürken,2 Türkiye Sosyalist Fırkası’nın programı, Osmanlı Sosyalist Fırkası’na

göre daha bilinçli bir sol bakışı, sosyalizmin bilimine ve Marksist kavramlara yakınlaşmayı yansıtmıştır.3

Sosyalist devlet tasarımı noktasında, Osmanlı sosyalistlerinin genel yaklaşımından Baha Tevfik’i ve Osmanlı sosyalisti Mecdi Efendi’yi ayrı tutmak doğru olacaktır. Baha

Tevfik, sosyalizmin içerik tartışmalarına katılmakla birlikte, sosyalizmi bir model ve hükümet şekli olarak sunmuş ve savunmuştur. Aynı şekilde, Mecdi Efendi de, Osmanlı

İmparatorluğu sınırları içinde, mutedil bir sosyalistliğin gerçekleşebileceğini ve

1Tarık Zafer Tunaya, Türkiyenin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, s. 97 2Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), TVYY., İst., 2002, s. 53 3

Oya Baydar, “Hüseyin Hilmi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Ed. Mehmet Ö. Aklan, s. 300

118

gerçekleşmesi gerektiğini ifade etmiştir.1 Diğer sosyalistler ise, sosyalist devletten çok, devletin sosyalist jargonların sunduğu değerleri gerçekleştirip gerçekleştirmemesini vurgulamışlardır. Bu, onların farklı kaynaklardan beslenmeleri ve bu kaynakların daha çok kültürel ve sosyolojik boyutunda yoğunlaşan ifadelendirilmeleriyle de açıklanabilir.

Sözgelimi, Baha Tevfik, Marks’ın “kuvvetin sosyal değişmenin ebesi olduğu” hususundaki sözünü tasvip ve tasdik etmiş, tekrarlamıştır. Buna karşın, Sosyalist Hilmi

gibi, İslam’ın sarsılan prestijini, daha ziyade yeni bir dinamik kuvvetle birleştirerek desteklemeyi isteyenler sosyalizm söyleminde buluşmuşlardır.2

Sosyalizmin sosyalistlerce bile tam olarak keşfedilmemiş, henüz uyuklayan bir kavram olduğunu, niteliğinin değişmesi, uyanması ya da uykusunun bir süre daha uzamasının da ihtimal dahilinde bulunduğunu düşünen Celal Nuri3 ise, her fikri akım gibi sosyalizminde meziyetleri ve kusurları olmakla birlikte, sosyalist ihtilal anlamında büyük bir inkılabın arefesinde bulunulduğunu belirtmiş, kapitalist hükümetlerin yıkılmasının yakın olduğunu ve Avrupa’nın çehresinin de yakında zorunlu bir değişime tabi olacağını savunmuştur. Ona göre, “Avrupa’nın bugünkü durumundan şikayet eden yalnızca işçi sınıfı olmayıp, mahkum ve esir bir çok milletten insan, tıpkı sosyalistler gibi küskün ve muhaliftirler. Ve takdire şayandır ki, bu mahkum ve esir milletler arasında sosyalizm çok fazla ilerlemektedir. Finlandiyalılar, Beyaz Ruslar, Lehler, Rus Ermenileri vs. Avrupa milletleri gibi İslam aleminde de şikayetçi olan yüz milyonlarca insan vardır. Kısacası tüm bu uluslar arasındaki bağların artması, ortak cemiyetlerin ve merkezlerin meydana getirilmesi, ortak bir edebiyatın ve matbaanın oluşturulması ve hepsinin birden tasvip edecekleri genel hatların yayılması son derece elzemdir.”4

Osmanlı sosyalistlerinin düşüncelerindeki en önemli etkenlerden biri olarak Batılılaşma ise, sosyalizm önceline bağlanmış,5 böylece, devletin kurtulacağı güdüsüyle

1Bkz. Baha Tevfik, Felsefe-İ Ferd, Cemiyet Kütüphanesi, İst., 1332, s. 117

2 George S. Harris, Türkiyede Komünizmin Kaynakları, Çev. Enis Yedek, 2. Bs., Boğaziçi Yay., İst.,

1976, s. 33-34

3 Bkz. Celal Nuri, Tac Giyen Millet, s. 24

4 Celal Nuri, İttihad-ı İslam, Yeni Osmanlı Matbaası, İst., 1331, s. 291 vd.

119

hareket edilmiştir.1 Bunun için ve aynı zamanda amaç olarak düşünülen Batı’ya karşı savunma için de öngörülen ideal enstrüman sosyalizm olmuştur. Bu anlamda, ülkede ilk

kez “Teavün-ü İctimai”yi kurmuş olan Nüzhet Sabit, iktisat ekolüne karşı gelmiş, iktisatta devletçiliği savunarak üretici hükümet teorisini meydana çıkarmıştır. Ona göre,

fakir halkı korumak, açları doyurmak amacıyla hükümetin üretim ve tüketim işleri ile doğrudan ilgilenmesi ve bunun için özel kanunlar yapması gereklidir. Nüzhet Sabit’e göre, Doğulular, Avrupa’da sosyalistliğin hızla ilerlemesini iyi karşılamalıdırlar. Çünkü

Avrupa’nın, Batı’ya ve bütün geri kalmış milletlere reva gördüğü haksız saldırmaların önü, ancak sosyalistlik fikirlerin yayılmasıyla alınacaktır.2

Osmanlı sosyalist aydınları, sosyalizmi, aynı zamanda ilerlemenin de merkezine koyarak sosyalizmin, toplumların doğal tekamül süreci tezine adapte olmuşlardır. Bir başka deyişle, sosyalist öngörü, ilerleme anlayışının temeline oturtulmuştur. Sözgelimi,

Celal Nuri’ye göre, “biz, henüz Avrupa’nın sosyalist teoriler ölçeğinde yaşadığı dönemleri bir dönem geriden takip etmekteyiz. Avrupa kapitalistleşme sürecini tamamlamış olmasına rağmen, biz daha bu sürece yeni adım atmış, hatta ne yazık ki,

Avrupanın mülkiyet devrine bile ulaşamamışız. Oysa, Avrupa, mülkiyetin fazla büyümesinden doğan sosyalizm fikirleriyle kanunlarını ona göre değiştirmeye başlamıştır. Avrupa’yı çok geriden takip ettiğimiz için, bu kanun da bize göre ileri bir

adım teşkil etmiştir.”3 Baha Tevfik açısından ise, ilerlememiz için idealimizi, hayatta toplumsal bütünlüğümüze başarı sağlayacak medeniyet gibi düşünceler arasında aramamız gerekmektedir. Bu da, Avrupalılaşmaktır ve Avrupalışmakla mümkün olur.

Bu açıdan, Baha Tevfik, Avrupalışmanın haricindeki düsturları irtica olarak görür ve irticayı bir gerilik olarak öne çıkartan iki amilden birini, milliyet esası; diğerini, dini esas olarak ele alır. Baha Tevfik’e göre, bunların ilki hasta ve ikincisi taassub sahibi dimağlar için geçerlidir. Bununla birlikte, Avrupalılaşmak ne bir dinden ayrılmaktır, ne

de milliyeti kaybetmektir. Avrupalılaşmak ilk bakışta zannedildiği gibi milliyetten soyutlanmak, esastan ayrılmak demek değildir.4

1 Bkz. Suna Kili, a.g.e., s. 237-238

2 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 4. Bs., Ülken Yay., İst., 1994, s. 343-344 3 Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. 401

120

Bu anlamda, Osmanlı sosyalistleri, sosyalizmi medeniyetin gayesi ve uygarlığın amacı olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre, İnsanlara hukuk eşitliğini hakkıyle bahşeden sosyalistlik, uygarlığın ve ilerlemenin kardeşi, eğitim de hepsinin babasıdır.

Osmanlı sosyalistleri açısından, sosyalizm yalnız imkanlarda eşitlik, herkese eşit imkanlar sağlamaktır.1 Baha Tevfik’e göre, toplumun bu işlevine rağmen, sosyalizm,

toplumsal bir ekol olarak fert ve ferdin meziyetleri aleyhine toplum hayatını güçlendirmeye çalışır. Devletler kendi kurumlarını akla yatkın teorilere dayandırma gereğini hissettikleri zaman, mutlaka sosyalizmin yardımına başvuracaklardır.2 Baha Tevfik açısından, “İnsanları kardeş yapmak ve onlar arasında eşitlik kurmak” anlayışını

en geniş yetkiyle haykırabilecek olanlar ancak sosyalistlerdir. Baha tevfik, “anarşizm” konusuna da değinirken, anarşizmi mevcut duruşuyla eleştirir ve ideal anarşizm tanımı yaparak anarşizme yandaş olduğunu vurgular. Ona göre, anarşizm, bütünüyle ayrı bir

niteliğe sahiptir. Anarşizm, ancak ferdi yaşatmak ve ferde, ferdin özel yeteneklerine düşman tüm kuvvetleri yok etmek anlamına gelip, ferdin üzerinde doğal kanunlardan başka bir kanun bırakmamak, yüce hayat mücadelesi kuralını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak demektir. Bu anlamda sosyalizm ve anarşizm akımları birbirine düşmandırlar. Baha Tevfik, esirlikten ecirliğe ve ecirlikten kollektivizme geçen insanlığın en nihayet

anarşizme ulaşacağını düşünür.3

Anarşizm İle sosyalizmi karşılaştıran Celal Nuri ise, Baha Tevfik’in aksine anarşizmin aleyhinde olarak sosyalizmi tasvip etmiştir. Celal Nuri, anarşizmi, sosyalizm

haricinde hükümet ve devlet denilen kavramlardan nefret eden bir yöntem olarak görmüş ve dışlamıştır. Anarşizm ile sosyalizmi karıştırmanın büyük bir hata olacağını düşünen Celal Nuri’ye göre, anarşizm, hükümeti reddederken; sosyalizm, aksine, bütün

insani çabayı hükümet aracılığıyla gördürmeyi kendisine yol edinmiştir. Sosyalizm, başa gelince fertlerin faliyet alanlarında bulunan tüm işlemler hükümete intikal edecek olmasına rağmen, anarşizm gelirse, asayiş bile hükümetin görevlerinden olmayacaktır.

Celal Nuri, anarşizmi, yeni bir ürün olarak görür, fakat sosyalizm gibi ileri bir yol olmadığını düşünür. Çünkü, sosyalistler müsahama ve toleransa açıktırlar, kanuni ve

1 Kerim Sadi, a.g.e, s. 313

2 Baha Tevfik, Felsefe-i Ferd, s. 117-118 3 Baha Tevfik, a.g.e., ss. 117-120

121

barışçıl yollardan amaçlarına ulaşmak istemektedirler. Celal Nuri, Bolşevizm’e de değinmekte ve onun da son tahlilde anarşizm ile birleştiğini ve tasvip edilemeyeceğini

düşünmektedir. Ona göre, Bolşevizm, sosyalizmin en uç noktası olarak fırka diktatörlüğünü esas alır.1

Sosyalizmle birlikte, bazı Osmanlı sosyalistlerinin fikirlerini şekillendiren önemli bir unsur da, İslam’ın teorik, pratik ve sosyolojik olarak sunduğu prensipleridir. Örneğin, Hüseyin Hilmi gibi, Celal Nuri de, dinsel kurumlarla sosyalizmi özdeşleştirme

yoluna gider.2 O, Baha Tevfik’in aksine, İslam’ın özellikle bilim ışığında yeniden yapılandırılmasını savunarak modernizasyonunu öngörür. Toplumsal içerik taşıyan hemen her konuda Celal Nuri’nin sosyal bir tekamülden yana olması durumu, onun soyut anlam içeren kurallar bütünü hakkındaki yorumları için de geçerlidir. Celal Nuri’ye göre, değişen şartlar ve gelişim evreleri ortamın değişmesinin de ana amilidir.3

Değişen şartlar bağlamında Celal Nuri, din ve dini kurumlar noktasında, farklılıklar içeren birbirine zıt görüşleriyle Osmanlı aydınları içerisinde kendine özgü kişiliğiyle

öne çıkmıştır. Onun bu farklı görüşlerinin çözümlemesine baktığımızda; ilk olarak, Celal Nuri, Osmanlı’da bütünlük arayışı ve modernleşme projelerinin üretildiği yıllarda, İslam ve İslami kurumlar için modernist tezler ileri sürmüştür. Bu tezlerde, pozitivizmin ve pozitivist Batı’nın din yorumu ve dünya görüşü başat olmuş, Batı’nın Hristıyanlığa bakışını, o İslam özeline uyarlamıştır. Bunun için, esas olan ve yapılması gereken temel

davranışı, dinin, çağdaş medeniyet seviyesine uyarlamak ve bir “reform” olarak kabul ettiği İslam’ın modernize edilerek gelişmelere ayak uydurmasını sağlamak şeklinde tasarlamıştır. Celal Nuri, ikinci olarak, aynı yıllarda, İslam’ın sarsılan prestiji ile ilgili,

dini hassasiyet sahibi insanların taşıdığı bir duyguyla, İslami prensiplerin ve İslam

1Celal Nuri, Tac Giyen Millet, s. 155-156; İlk temsilcisi Prodhon olan anarşizm ve Prodhon’un anarşizmi için bkz. Cemil Meriç, “Her Anarşizm Ferdiyetçidir”, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, 4. Bs., İletişim

Yay., ist., 1997, s. 152

2 Sol açısından, bu bir halkçı yaklaşım kaygısının ürünüdür ve sosyalizmin ana teziyle çatışır. Oysa, dinle

uzlaşmak yerine materyalizmle oydaşmalıdır. Sözgelimi Hilmi’nin kurucusu olduğu Osmanlı Sosyalist Fırkası böyle bir çelişkinin içerisindedir. Bkz. Mete Tunçay, “Cumhuriyet Öncesinde Sosyalist Düşünce”,

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, Ed. Mehmet Ö. Alkan, s. 309 ve 299

122

dininin, aslında gelişmeye engel teşkil etmediği, fakat onun yanlış anlaşılması ve

uygulanmasıyla birlikte, tüm olumsuz reflekslerin din üzerinde yoğunlaştığı

düşüncesiyle, İslam’ı iç ve dış çevrede aklamak ve ona eski meşruiyetini vermek güdüsüyle hareket etmiştir. Bunun için, onun temel tezi, İslam’ın tüm vechesiyle insan hayatına hakim olması ve yaşamının her anında onunla birlikte bulunmasıdır. Bir başka

deyişle, müslümanlar, İslam’dan ayrıldıkları oranda bocalamışlar ve Batı karşısında geriye düşmüşlerdir. Üçüncü olarak ise, Cumhuriyet Dönemi’nde, daha ziyade “Türk

İnkılabı”nın muasır medeniyet kriteriyle değerlendirilmesine paralel olarak, eski kurumsal etkilerin, yeni Türk Devleti’nin belirlediği tarihsel dönüşüme uygun olmadığı

ölçüde yokedilmesi gerektiği yönündeki tezi gelir. Örneğin, Cumhuriyet sonrasında olumsuz baktığı kaldırılması gerekliliğini dile getirdiği hilafet meselesi, Cumhuriyet öncesinde, onun açısından bir bütünlük harcıdır. Bu anlamda, İttihad-ı İslam’ın da ana

ayağıdır.1 Aynı şekilde, dinin, bir yandan yalnızca bir inanç meselesi olmadığı; onun pratiklerinin de toplumla içiçe ve toplumun bütün bir kesimini kucaklamak zorunluluğunu; İslam‘ın bir hükümet biçimi olduğunu, bir toplumu idare edebilmek için

gerekli olan usul ve kanunların esaslarının, kitap ve sünnette, Icma ve Kıyas’ta mevcut bulunduğunu dile getirirken;2 diğer yandan, dinin vicdanlara mahkum olması gerektiği

görüşünü ileri sürmüştür.3

Celal Nuri’nin İslam’la ilgili farklı görüşlerini yansıttığı ideallerine karşılık, Baha Tevfik, fikirlerini, dinden bağımsız ve zamanın ülke içerisinde ve Avrupa’da hakim

görüşler olarak öne çıkan ideolojik değerler ölçüsünde ele almıştır. Baha Tevfik’in İslam kültürü ile ilişiği olmamıştır. Tanzimat’tan beri dünya ve ahiret bağlılığı sergileyen Türk düşünürleri arasında ilk kez Baha Tevfik, dinden soyut ve sadece tek

cepheli ama biri Batılılaşma, diğeri materyalizmden oluşan iki yönlü bilgisi ile tüm dikkatini Batı’ya çevirmiştir.4

Baha Tevfik, Batılılaşma ekseninde ulusçuluk gibi ideolojilerin Avrupa’ya eklemlenme açısından olumsuz ve yüzeysel kaldığını ifade ederek, dinsel değerlerin

1 Celal Nuri, a.g.e., s.306-308

2 Celal Nuri, İttihad-ı İslam, s. 58

3 Bkz. Celal Nuri, Tarih-i Istikbal, Yeni Osmanlı Matbaası, İst., 1331, s. 65

123

bertaraf edilmesi gerektiğini ve onlarla bir yere varılamayacağını belirtmiştir.1 Ona göre, Avrupalılaşmak da tekamülün bir parçasıdır ve tekamül hem fert, hem devlet, hem

de cemiyet için geçerlidir. Baha Tevfik, irticanın içeriğine, Türklük ya da Türkçülük yapmak suretiyle geçmişe doğru bir eğilimi de dahil eder.2 Bu anlamda, Baha Tevfik

milliyeti, ulusun beğenilen karakterini diriltmek ve yaşatmak olarak anlar, ulus hayatında örneğin akıncılık, göçebelik, ticarete değer vermeme, faizi haram sayma gibi

beğenilmeyen yönlerin ise, ortadan kaldırılmasını önerir. Ona göre bunlar, dün gerekli olup, bugün için kusurludur. Bu nedenle Baha Tevfik, ulusallık yerine ideali yani mefkureyi kullanmayı önerir. Böylece, Ulusallığımızı, uygar ve ileri olmak anlamına

gelen Batılılaşmak idealine ulaştırmaya çalışmalıdır.3

Materyalist felsefe ve türevleriyle birlikte,4 Osmanlı sosyalistleri üzerinde derin bir etki bırakan Jean Jaures’in tarihi materyalizmi ise, iktisadi hadiseyi bütün faktörleriyle beraber tetkik etmek isteyen sosyalistlerden bir derece daha ileri giderek idealist bir

görüşle çerçevelenmektedir. Jaures’e göre, insan bir fikirler yaratıcısıdır ve fikirler aleminde yaşar. İktisadi faliyeti de bu fikirler aleminin bir tezahürüdür. O sahada yapılacak her teşebbüs ve ıslah hareketi, ideal yaratan insan zaviyesinden mütala edilmelidir. Buna göre sosyalizm basit bir mide meselesi değil, her şeyden önce bir kıymetler ve idealler meselesidir.5 Jaures’in bu yaklaşımı, Osmanlı Devleti için zihni

mesai harcayan Osmanlı sosyalistleri’ne sempatik gelerek, onun etki alanına girmiş olmalarında en büyük etkenlerden biri olarak görünür. Aynı şekilde, Jaures’in, emperyalizmin baskısı altında haksızlığa uğradığına inandığı Osmanlı Devleti’ne ve

Türklere yakınlık gösterip savunmuş olması, bu etkiyi artırmıştır.6 Yalnız Osmanlı sosyalistlerinde değil, yüzyılın başından itibaren Fransız sosyalist fikrine de Birinci

1 Bkz. Cemil Meriç, “ İdealizm ve Materyalizm”, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, s. 279

2 Bkz. Baha Tevfik, Felsefe Mecmuası, C. 1, Baha Tevfik’in önsözü

3 İbrahim Agah Çubukçu, Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri, AÜİFY., Ank., 1986, s. 61 4 Bkz. Friedrich Engels, “Mutlak Eleştirinin İkinci Kampanyası”, Karl Marx-Friedrich Engels, Kutsal

Aile ya da Eleştirel Eleştiri’nin Eleştirisi, Sol Yay., Ank., 1976, s. 172

5 Hilmi Ziya Ülken, Tarihi Maddeciliğe Reddiye, Türk Sosyoloji Cemiyeti Yay., İst., 1951, s. 110

6Bkz. Ahmet Taner Kışlalı, “Tarihsel Bir Sentez: Demokratik Sol-Sosyal Demokrasi”, Atatürke

124

Dünya Savaşı’na kadar hakim olan fikirleriyle Jaures, Marksizm’in bazı ana fikirlerini de adapte etmiştir.1

Osmanlı sosyalistleri içerisinde ise, materyalist felsefeyi en fazla öne çıkaran Baha Tevfik, 19.Yüzyıl’ın biyolojik ve evrimci materyalizmini savunmuştur.2 Lamarck ve

Darwin bu materyalizmin temsilcilerinin başında gelirken, bu akımda yer alanlar arasında Ludwig Büchner ve Ernest Haeckel gibi Baha Tevfik’i etkileyen düşünürler de

vardır. Bu akım, Hegel okulunun sol kanadı sayılmış, diyalektik materyalizm ise, sonradan evrimci materyalizmden çıkan yeni bir ekol olarak, Hegel felsefesinin etkisinde kalmıştır. Evrimci materyalizm, Lamarck ve Darwin kuramlarının yeni kanıtlarla desteklenmesi ve Hegel felsefesinin çözülmesi üzerine, 19.Yüzyıl’ın ikinci

yarısında gelişmiştir. Bunda biyoloji ve embriyoloji bilimlerinin gelişmesinin büyük etkisi vardır. 3 Bu iki bilimin doğuşu ve gelişmesiyle birlikte hayvan ve insan türleri

arasındaki ilginin araştırılması felsefeyi de derinden etkilemiştir.

a. Teorik Boyut

Dinin, temel akideler bütünü olarak kendisine intisap etmenin ve inanç sınırlarına

dahil olmanın ancak iman konusu olan ve daha çok metafizik kabullenmeleri içeren teoriği noktasında Osmanlı sosyalizminin, iki temel yöneliminin olduğu söylenebilir.

Bunlardan birincisi, Tekamül doğrultusunda fakat metafiziği reddederek sadece maddeyi merkeze koymak suretiyle dinsel değerlendirmeler içeren, daha doğrusu dinin

teorik boyutunu çürütmeye çalışan materyalist yaklaşım; ikincisi ise, dinin teorik boyutu içerisine dahil edilebilecek iman konusu olan meseleleri, akıl ve bilim süzgecinden geçirmek ve bu kavramların sunduğu ilerici ve evrimci yaklaşımlarla

değerlendirmeye tabi tutmak suretiyle tekamülcü yaklaşımdır.

Tekamülcü din anlayışı, özünü terakkici doktrinlerin sıraladığı bir dizi sosyal açılımlarda bulur. Genel anlamda terakkici doktrinler, iç hayata, kültürün derinliklerine

nüfuz edemeyerek entellektüel ve teknik ilerlemenin insanları maddeten ve manen

1 Roger Daval, Fransız Düşünce Tarihçesi, Çev. Mehmet Ulaş, Hareket Yay., İst., 1968, s. 56

2 Bkz. Cemil Meriç, “İdealizm ve Materyalizm”, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, s. 278 3 İbrahim Agah Çubukçu, a.g.e., s. 62

125

mükemmleştireceğine inanır. Sosyal hayatın tekamülünü yalnızca fikri tekamülde görür.1 Ülkemizde ise, tekamülcü din anlayışı, öncelikle evrimin kabullenilmesi ve

değişik sosyal olgulara uyarlanmasıyla Avrupa’ya paralel bir biçimde yansımasını bulmuştur. Baha Tevfik, Lamark’ı, Lamarkizm’i ve Darwinizm’i öne çıkaran eserleri ülkemizde tercüme bazında önemli çalışmalar olarak görürken,2 Celal Nuri, Darwin’in yaşam kavgası tezinin mutlak doğruluğunu öne çıkararak, böylece evrim ve ilerlemenin

gerçekleştiğini ifade eder.3 Baha Tevfik, Darwin’i yalanlamaya çalışanlara felsefe tarihinde iz bırakmış Platon’u örnek gösterir ve evrimciliği onunla desteklemeye

çalışır.4

Evrimci anlayışın belki de en yoğun biçimde tarihi materyalizmi etkilemiş olması,5 sosyalist felsefenin din görüşüyle tekamülcü–evrimci din anlayışının oydaşmasının da nedeni olmuştur. Tarihi materyalizme göre, tekamül ve ilerleme adeta aynı anlama gelir.

Tekniğin ilerlemesi, üst-yapı denen bütün değerler aleminin ilerlemesini hazırlar. Tarih bu telakkiye göre, bütün zikzaklarına rağmen, “daha geniş, daha kuvvetli kütlelerin

hakimiyetine doğru bir ilerleme” teşkil etmektedir.6

Baha Tevfik’i etkileyen Avrupa’lı isimlerin başında metafiziği kabul etmeyen ateist Buchner ve “Vahdet-i Mevcut” adlı eseriyle materyalist evrimci Haeckle gelmiştir. Baha Tevfik, materyalizmini, her iki ismin de sistematize ettiği düşünceler üzerine kurmuş, özellikle materyalist felsefeleri üzerinde temellenen Allah ve din telakkileri, Baha Tevfik tarafından tam olarak benimsenmiş ve argümanları aynen savunulmuştur.

Baha Tevfik, Buchner’in “Madde ve Kuvvet” adlı eserini tercüme ederek kendi eserlerinde ona referanslar vermiştir.7 Özellikle Büchner’den ve dolayısıyla materyalizmden etkilenme noktasında Celal Nuri’yi de Baha Tevfik’le birlikte

1Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. 6

2 Bkz. Baha Tevfik, Felsefe-i Fert, s. 62 vd.

3 Celal Nuri, Kendi Nokta-i Nazarımdan Hukuk-u Düvel, s.56 4 Baha Tevfik, a.g.e., s. 68

5 Bkz. Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. 27 6 Hilmi Ziya Üken, a.g.e., s. 103

7 Krş. Süleyman Hayri Bolay, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, 3. Bs., Akçağ Yay., Ank., T.y., s. 110-111; Krş. Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, s. 240 -243

126

zikredebiliriz.1 Fakat aradaki fark, Celal Nuri’nin materyalizmle İslamiyet arasında ilgi

Belgede Türk solu ve din (1908-1946) (sayfa 119-148)

Benzer Belgeler