• Sonuç bulunamadı

Türk resim tarihinin yazılı kaynakları:Evliya Çelebi Seyahat-namesi (II)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk resim tarihinin yazılı kaynakları:Evliya Çelebi Seyahat-namesi (II)"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T^iirk İ v e di m ( f a t i h i n i n & azılı c ^^a y na kl ar t

T% b 'ib lb b

EVLİYA ÇELEBİ SEYAHAT-NÂMESİ

( I I )

M »

Ö ^ J B » < G r İ B T

E. Nakkaşlar esnafı

[270. Fasıl - XXXVI, 1]

Esnâf-ı

Nakkaşân-ı cihan.

[1 §] Kâr-hâne-i

Nakkaş-

başı

birdiir.

Arslân-hâne’nün

(49) üst tabakaları, kat ender kat

kârgir hinâ ile höcrelerdür kim,

cemî’i

nakkâşân

üstâdları bu

kâr-hânede sâkinlerdiir.

Gayrı

yerlerde dükkân yüz adeddür.

Amma hanelerinde sâkin sarây-ı

âlîler nakkâşı, cümle bin aded

neferdiir.

[2 §] Pirleri, Şeddâd’un (50)

«Bâğ-ı iremoin (51) nakş eden

Şemrâhîm’dür. Kıbtî tevârihle -

rinde, bu Şemrâhîm içün pey -

gamberdür deyli yazmışlar. Am­

ma hazret-i

Süleyman’un (52)

veziri Âsaf ibni Berhıyâ’yı (53)

dahi peygamberdür, hattâ nak-

kâş idi kim, taht-ı Süleymân-ı ve

Kasr-ı Belkîs’ı, (54) Berhıyâ (55)

nakş etmişdi, kim lisân-ı kıbtî-

de (56) darb-ı mesel olmuşdur

kim, pesendîde (57) bir nakşa :

«Nakş-ı Berhıyâ gibi erba’a ve

işrîne (58) kırât olmuş» derler.

Amma,

Acem ve

Rûm (59)

şü’erâları medhinde «nakş-ı Er-

jeng» (60) medh olunur.

[3 §] Bu esnâfun pirleri,

Hazret-i Risâlet asrında Kâ’be-i

şerif, Hatîm’iyle (61) ta’mîr o-

lundukda, Beyt-i Ma’âd-i (62)

şerifi nakş eden Fadl ibni haz-

ret-i Abbâs’dur (63) kim, ibn-i

ammi’n-Nebî’dür (64) kim mey-

yit-i Resûl (65) üzre su dökmüş -

dür. Hazret-i Ebâ Zerr-i Gıfârî

(66) belin bağlayup, nakkâşlara

pir oldı. Kabri, Şâm-ı (67) cen-

net-meşâmm'da (68) Câmi'-i

Ü-meyye’nün (69) mihrâbı divârın-

da, minber dibinde Nebiler ka-

pusı’nun iç yüzünde on iki bin

şehîd peygamberler yanında med-

fûndur. Âl-i Emeviyyûn'dan Ha­

lîfe Abdii’l-mü’min, (70) bu nak­

kaşlar piri Fadl ibni Abbâs’ı ga­

yet sever idi.

Hikmet-i Huda,

Abdü’l-mü’min

Câm’-i

Umey-

ye’yi imâr etmişdür. Ve fadl ib­

ni hazret-i

Abbâs [kim], ibn-i

ammi’n-Nebî sallâ’dür, Ravza-i

(71) Resûlullah, sallâllahu aley­

hi ve sellem, üzre kapu dökmtiş-

dür. Ve Abdü’l-mü’min, Câmi-i

Ümeyye’yi

bünyâd ediip, (72)

eflâke ser çekmiş

kubbe-i nuh

tâkını (73) pîr-i nakkaş, nakş-ı

bukalemun eder iken, kubbeden

gözine kireç gubârı (74) düşüp,

ol mahalde tâ kubbe-i mînânun

zirve-i âlîsinden na’şı düşüp, he-

lâk olup, nakşı bir zemân bâkî

kalup, Abdü’l-mü’min bu pire

muhabbetinden Nebiler

kapusıı

dâhilinde defn etdi. Rahmetulla-

hi aleyh.

[4 §]

Bu nakkaşlar dahi,

taht-ı revânlar

üzre, yaylar ve

iskemle ve ferâş-hâne nakş edüp,

Şâh-kıılı ve Veli-cân ve Aga Rı­

zâ ve Mürverilik (75) ve Beh-

zâd ve Mâni ve

Fireng Sınor

(76) ve Cân-şâh nâmân üstâdla-

run sihr-i’câz (77) nakş-ı bûka-

lemûn-i ibret-nümûn işlerin, dük­

kânlarınım cânib-i erba'asına (78)

koyup, cümle erbâb-ı me’ârif te-

mâşâ ederek, bu nakkaşlar dahi

bıı yüzden alaylar ile geçiip gi­

derler, ve's-selâm alâ’t-temâm.

F.

Musavvir Nakkaşlar Es­

nafı

[270. Fasıl - XXXVI. 10]

Esnâf-ı Nakkâşân-ı Musavvirân.

[1 §] Dükkân 4 ve nefe-

rât 40. Pirleri yokdur. Zîrâ sû-

ret yazmak şerî’atümüzde mem-

nû’dur.

[2 §] Lâkin Hazret-i Risâ-

let-penâh,

Hayber kal’asın (79)

feth edüp, andan bir esed sûret-

li sancak ganimet

alup, mehâ-

bet ü salâbet (80) içün ol esed

sûretli sancağı Ebâ Eyyûb-i En-

sârî, (81) ki alemdâr-ı Resûlul-

lah’dur, anlarun evlâd-ı mihteri

(82) Seyyidî Emetullah (83) ta -

şıyup, pederi Eyyûb-sultân Haz­

ret-i Risâlet huzûrıında kemeri­

ne şedd (84) bağlayup, bayrak-

dârlara pir oldı.

Kabri, İmâm

Hiiseyn’e (85) bayrakdâr olııp,

Kerbelâ şühedaları içinde âsûde

hâldür. Hazret-i [Resûlüllab J ol

sancakdan gayrı surete ve tas­

vir ü pût yazmağa ruhsat ver-

memişlerdür.

[3 §] Ammâ, Rûm’un nak­

kaşları zâde-i

tab’larından (86)

yine dîn-i islâmun şan ve şöhret

ve şevketleriyçün, hazret-i Ham-

za-i (87) bâ-safânun Rûyîn (88)

ile atlar üzre ceng ü cidâl sû-

retlerin âlât-ı

silâha müstağrık

(89) olup, Rûyîn’i kayd ü bend

edüp, ve Haırıza gâlib olup, sü­

ratlerin yazarlar kim,

gûyâ zi-

rûhdur (90). Ve Hamza-i bâ-sa-

fânun, yüz yetmiş sandâliye sâ-

hibi hazret-i Sa'd (91) ve Sa'îd'i

(92) ve Hâl id ibni’l-Velîd’i (93)

ve Ubeydetü’bnii’l-Cerrâh’ı (94)

ve Şıhhır-i Sârî’yi (95) ve Ma’dî-

kerib'i (96) ve Divâne Herûmî (97)

ve Lendhâ ibni Sa’dân’ı (98) ve

sâhib-kırân

bedi’ü’z-zemân

(2)

ve-liyyül’l-akrâm ve Kaasım La’lîn

Kabâ’yı (99) ve

Tebr-i Müsel-

mîs’i (100) elinde hazret-i peyk-i

Res.ûf Baba Anır [ibnı] Ümey-

ye-i Damîr’i (101) ve niçe yüz

sâhib-kırânları (102) zırh külâh,

ve cebe ve

cevşene (103) müs-

tağnk olup, hısân-ı sâfinâtü’l-ci-

yâd (104) misilli atlara yedi pa­

re âlât-ı silâhlar ile her bir peh-

levânlarun (105) sûretlerin rae-

hâbet

ü

salâbetierile

yazarlar

kim,

gören

ümmî

âdemler :

«Hamd-i

Hudâ! hele

ümmeti

B İR A N A N IN

Yumruk bile olamadı

Kemik kemik parmaklar.

Kıvrıldı avuç içine doğru,

İşte o kadar..

Aklına hiç gelmediydi hile,

Kullanmazdı sol kolunu zaten.

Koyun sağmakta hile.

Bilseydi eğer...

Kaldırır mıydı hiç sol kolunu

Bilseydi eğer...

Oğlunun böyle tıynetsiz,

Böyle kof olduğunu.

Ve oğlunun Moskof olduğunu,

Bilseydi eğer...

Kaldırır mıydı hiç,

Sol kolunu?

TEVFİK EROL

Memmedden böyle sâhib-kırânlar

var imiş!» deyü, kendüleri cen -

ge muhabbet edüp, mücâhid fî

sebîlillah (106)

olmağa bâis ü

bâdî (107) olur.

[4 §] Ve selef pehlevânla-

rını, «Şâh-nâme»nüıı (108) yaz-

duğı üzre

Sâm (109) ü Nerî -

mân’ı (110) ve Zâl (111) ü Güs-

tehem’i (112) ve Rüstem (113)

ü

Afrâsiyab'ı

(114)

ve

Şer

gât'ı

(115)

Pijen

(116)

[ü ]

Menûçihr'i (117) ve Feridûn'ı

(118) ve Demirci Gâve (119)

A C I S I

---Erol Özdemir

Dahhâk'i,

(120)

bi'lcüm -

le bâlâda tahrîr olunan pehle -

vânları dahi tasvir edüp, ya -

zarlar kim her biri gûya birbir­

lerine hamle etmededürler.

[5 §]

Ve bu zikr olunan

pehlevânlarun sûretlerin, musav-

virân

dükkânlarının

cevânib-i

etrafında zeyn edüp, ubûr eder­

ler (121). Bu musavvirlerin ser-

çeşmesi Miskaalı Solak-zâde ve

Tiryaki Osman Çelebi, kal'a sû -

retlerin

cengile tasvir

etmede

Bihzâd-ı sânı idi. Ve Parmak-ka-

pu’da (122) Tâs-bâz (123) Peh-

levân Ali, pâdişahlarun ve ser­

dâr ve vüzerâlarun, Revân (124)

ve Bağdâd cenglerin (125) yaz­

mada Veli-cân-ı evvel idi.

Ve

gayrı

fünûnda

dahi

Cemşîd-i

(126) ferîd-i asr idi.

G. Musavvir Falcılar Esnâfı

[270. Fasıl - XXXVI. 11]

Esnâf-ı Fâlcıyân-ı Musavvir.

[1 §] Dükkân ve nefer bir-

dür. Mahmûdpaşa

çârşûsı’nda

(127) bir diikkândur. Anda sâ-

kin Hâce Mehemmed (128) Çe­

lebi derler idi, sulehây-ı ümmet-

den (129) müsinn (130) kimes-

ne idi. Hattâ Süleymân Han soh­

betiyle müşerref olmuş bir zinde

ihtiyâr idi.

[2 §] Bâlâda tahrîr olunan

cümle

pehlevânlarun, ve selef

pâdişâhlarınun, ve niçe

mürsel

(131) peygamberlerün, ve bî-he-

sâb kal’alarun ceng ti cidâllerin,

ve deryâda keştîlerün (132) ag-

reb-i garâyibden (133) harb ü kı-

tâllerin, (134) evâyil-i eyyâm üs-

tâdlarınun sihr-ı'câz ve pesendî-

de ketebeli (135)

kalemleriyle,

iri îslâmbol tabağı kâğıdı cirm-

leri (136) üzre yazılmış tasvirle­

ri cild cild rûy-i dükkânına di-

züp, âyende ve revende (137) ge-

lüp, tâli’dutup, bir akça verüp,

bu tasvirlerden

fâl açup, ceng

[ü] cidâl mi gelür, yâhud Yû­

suf ü Züleyhâ (138) mı gelür, ya

Leylâ vü Mecnûn (139) mı ge­

lür, ve

Ferhâd ti

Şîrîn, (140)

Varka [vü] Gül-şâh (141) mı, ve-

yâ selef sâhib-kırânlarınun bir -

birleriyle

muhasamatı (142) ve

tş ü işretler (143) mi gelüp, ana

göre :

Sonra tuttular sol kolu dirsekten,

Hızla kaldırdılar yukarı.

Bir sürü kesik saçlı kan.

— Bağır.. Teyze, bağır., dediler.

— İntikam, intikam., diye

Bilmezdi intikamın ne olduğunu,

Bir dua zannetti ilkin,

ölen evladlar üstüne

(3)

Bu fâl issine geldi işte Ferhâd

Çalışmağla, olıırsın sen de dil-şâd

dey ti her bir tasvirlere münâsib

indiyyât ebyât (144) [ve] eş’âr-

lar okurdı kim, istimâ’ edenün

(145) gülmeden aklı giderdi. Ol

pîr anunla kâr ederdi.

Gâhîce,

(146) , bu suretler

ile pâdişâha

gider idi.

[3 §] Bu dahi bir taht-ı re­

vân üzre, suretlerin halka gös-

terüp, alayda giderdi.

Hâlen îs-

lâmbol mukall idleri içre, bu tas­

vir fâlcısınun indiyyât gazelleri,

gûnâgûn evzâ’ vü etvârlar (147)

ile taklîd ederler. Zîrâ niçe bin

güne mudhik (148) kelâmlardım

( 49) Arslan-hâne: İstanbul'da, Sultanahmet câmii ile Aya- sofya arasında bulunan es­

ki bir Bizans kilisesi idi. «incilci ioannes kilisesi» (v ıı. yy. başları) adı veri­ len ve aynı zamanda Patrik sarayı olan bu bir kaç katlı harap yapı, İstanbul'un alı. nişi (1453) 'ndan sonra, sarayın vahşi hayvanlarına tahsis edilmişti. Üst katla­ rında ise, Saray Nakkaşları uzun süre sanat çalışmaları yaptılar. Bu yapı, 1802'de yandı Ve 1804'de de ta­ mamen yıktırıldı.

( 50) Şeddâd : Güney Yemen'de-ki Âd kavminin en parlak hükümdarıdır. Bir çok fe­ tihler yaptı ve «İrem bağı» nı meydana getirdi. ( 51) Bağ-ı İrem : Şeddâd'ın,

zevk ve eğlence içinde ya­ şamak için, ülkesinin her tarafından toplanmış kıy­ metli maden ve mücevher­ ler İle San'a ve Hadramud arasında yaptırttığı bağ. ( 52) Süleymân : Tevrât'a göre,

babası hazret-i Davûd'dan sonra gelen isrâil hüküm­ darı ve peygamberi. ( 53) Âsaf : isrâil hükümdarı Sü­

leyman'ın, devlet idaresin­ de büyük başarıları ile ün kazanmış veziri.

( 54) B e lkîs: «Sabâ Melikesi Belkîs» da denir. Yemen'- de Sabâ bölgesindeki bir

kabilenin kadın hükümda­ rı idi.

( 55) Berhıyâ : Vezir Âsaf (bk. nr. 53) 'ın babasıdır. ( 56) Lisân-ı Kıbtî : Eski Mısır

halkından Kıbt (Kopt) dili. ( 57) Pesen-dîde : beğenilmiş. ( 58) Erba'a ve işrîn e : yirmi

dört.

( 59) Rûm : Bu bölge, eski İslâm coğrafyacılarında «Roma veya Bizans ülkesi» anla­ mında kullanılmıştı. Fakat XI. yüzyıldan itibaren Türk- ler eline geçince, Selçuklu­ lar çağında, bugünkü Ana­ dolu varımadası'nı, Osman- lılar'da ise Sivas, Amasya ve Çorum'u içine alan böl­ geye ad olmuştur. XI-X11. yüzyıldan itibaren «Rûm» deyimi, Bizanslılar'ı değil, Anadolu Türkleri'ni ifâde etmiştir

( 60) Erjeng : «Erteng» de denir. Ünlü ressam Manî'nin ça­ lışmalarının ve eserlerinin toplandığı albümün adıdır. ( ‘ 61) Hatim: Ka'be'nin kuzey

yanındaki özel bir yer. ( 62) Beyt-i Ma'âd : «dönüp gi­

dilecek ev», yani Ka'be. ( 63) Fadl ibni Abbâs: Hz.-i

Muhammed'in amcası oğlu­ dur. Yiğit kişilerden idi. 636 veya 639 yılında Ür­ dün'de öldü.

( 64) İbn-i ammi'n-Nebî: Pey­ gamberim amcası oğlu.

Nakkaş Matrakçı Nasuh'a göre ASLAN - HANE (XVI. yy. ilk yarısı)

( 65) Meyyit-i Resul : Peygam­ berim ölüsü.

( 66) Ebâ Zerr-i Gıfârî : Sahâbe'- den faninmiş bir kişidir (ölm. 653).

( 67) Şâm : «Dımaşk» da denir. Suriye devleti'nin merkezi olan büyük şehir.

( 68) Cennet-meşâm : cennet ko­ kulu.

( 69) Câmi'-i Ümeyye : Şam'da eski bir kilise yerine, Eme- vî halîfesi Velid B. Abdil- melik (705-715) tarafından ilâveler ile yaptırılmış meş­ hur câmi.

( 70) Halîfe Abdü'l-mü'min : Yan­ lıştır. Emevîler'den 5. hü­ kümdar Mervân-oğlu Halî­ fe Abdü'l-melik (685-705) kasdedilmiş olacaktır. ( 71) Ravza : bahçe, burada

«Ravza-i Mutahhare», yani Peygamber'in kabri. ( 72) Bünyâd etmek : inşâ etmek. ( 73) Kubbe-i nuh tâk : dokuz

kemerli kubbe. ( 74) Gubâr : toz.

( 75) Mürverilik : Bağdat, Üniv-A ve Pertev'de harekeli ola­ rak böyle, fakat Üniv-B ile Beşîr'de «Mürderilik» şek­ linde. Değişen «vav» ve «dal» harflerinden hangisi­ nin doğru olduğu şimdilik belli değildir. Basımda de­ ğiştirilerek: Murdâr İlik (I). ( 76) Fireng Sinor : Bağdât'da

harekeli olarak böyle. «Av­

rupalI Sinyor» anlamına bir lâkab olmalı.

( 77) Sihr-i'câz : büyülemiş gibi âciz kılan.

( 78) Cânib-i erba'a : dört yan ( 79) Hayber kal'ası : Medine'nin

150 km kuzeyinde bir vâ- ha ve kaledir. Yehudiler'in elinde iken 628 yılında Hz. -i Muhammed tarafından alındı.

( 80) Mehâbet-ü salâbet : hey­ betlilik ve sertlik.

( 81) Ebâ Eyyûb : Ebû Eyyûb Hâ- lid el-Ensârî, Peygamber'in sancaktarı idi. Konstantiniy. ye'nin 672'deki kuşatması sırasında öldü ve şimdi bi­

(4)

linen yerine gömüldü. ( 82) Mihter : en büyük. ( 83) Seyyidî Emetullah :

Elyaz-malarında böyle. Ancak Emetullah, kadın adıdır. Çağdaş kaynaklarda bulu­ namadı.

( 84) Şedd : esnâfın loncaların­ da kuşak, peştamal anlamı­ na.

( 85) imâm Hüseyin : Hz.-i Mu- hammed'i-n torunu ve Halî­ fe Ali'nin oğludur (626?- 680). Kerbelâ'da şehid e- dildi.

( 86) Zâde-i tab' : iyi yaradılış­ tan doğma .

( 87) Hamza : Hz.-i Muhammed'. in amcası ve süt kardeşidir (ölm. 625). «Yiğit, dünya arslanı» diye anılır. Halk hikâyesi «Hamza-nâme», onun kahramanlıklarını an­ latır.

( 88) Rûyîn : Elyazmalarında «Rûpîn, Rûmîn, Zûpîn» şe­ killerinde geçen bu adın, Fars dastânî tarihi'nde Ke- yânlılar'dan Güştasb'ın to­ runu ve isfendiyâr'ın oğlu olan Rûyîn-ten olması mümkündür.

( 89) Müstağrık (veya müstağ- rak) : batmış gömülmüş. ( 90) Zî-rûh : canlı.

( 91) Sa'd : Sahâbe'den ve yiğit­ liği ile tanınmış İslâm ku­ mandanı Sa'd B. Ebı Vak- kâs (600? - 678 ?)'dır. «On muştulular» dandır.

( 92) Sa'îd : Sahâbe'den, İslâm kumandanı Sa'îd B. Zeyd el-Adî (600 - 671)'dir. «On muştulular» dandır. ( 93) Hâlid : Yiğitliği ile ün ka­

zanmış İslâm kumandanı Hâlid B. el-Velîd el-Mahzû- mî (ölm. 642)'dir. «Allah'­ ın kılıcı» diye anılırdı. ( 94) Ubeyde : Yiğitliği ile tanın­

mış İslâm kumandanı Ebu Ubeyde B. el-Cerrâh (ölm. 639)'dır. «On muştulular» dan idi. ( 95) Şıhhır : Sahâbe'den Abdul­ lah b. Şıhhîr (ölm.?) ola­ bilir.

( 96) Ma'dîkerîb : Sahâbe'den yi­ ğit bir kişidir (ölm. ? ). ( 97) Divâne Herûmî : Elyazma-

larında «Herevî» şekli de görülüyor. Kimliği buluna­ madı.

( 98) Lendhâ : Bu adın okunuşu şüphelidir. Kimliği buluna­ madı.

( 99) Kaasım : Kimliği buluna­ madı1.

(100) Tebr-i Müselmîs : Okunuşu şüphelidir. Kimliği buluna­

madı.

(101) Amr : İslâmın ilk yıllarında tanınmış, yiğit bir kişi olan Amr b. Ümeyye el-Damrî'- dir. 660-680 içinde öldü. (102) Sâhib-kırân : talihli, yenil­

mez, başarılı kişi.

(103) Cebe ve cevşen : örme zırh. (104) Hısân-ı sâfinâtü'l-ciyâd : eşkin giden cinsten aygır. (105) Pehlevân : yiğit kişi. (106) Mücâhid fî sebîlillâh : Al­

lah yolunda savaşçı. (107) Bâis ü bâdî : sebep olan. (108) Şâh-nâme : Ünlü şâir Tûslu

Fırdevsî (934 ? . 1020 ?)'- nin nazma çektiği 60 bin1 beyitlik Fars dastânî tarihi.

(109) Sâm : Dâstân'da, Nerîmân'- ın oğlu ve Zâl'in babası olan ünlü yiğit. «Cihan pehlevânı» denir.

(110) Nerîmân : Dastân'da Sâm'- ın babası olan yiğit kişi. (111) Zâl : Dastân'da, Sâm'ın oğ­

lu ve Rüstem'in babası olan ak saçlı yiğit.

(112) Güstehem : Dastân'da iki kişinin adıdır : 1. Pîşdâdî- ler'den Nûzer'in oğlu, 2. Güjdehem'in oğlu olan bir yiğit kişi.

(113) Rüstem : Dastân'ın en ad kazanmış yiğidi olup, «dün­ ya kahramanı» denirdi: Zâl'in oğludur. Sicistân bölgesi hâkimi idi. Afrasi- yâb ile" savaşlar yaptı. (114) Afrâsiyâb : Dastân'a göre,

Turân'ın en büyük hakanı olan yiğit kişidir. Fars ülke- si'ni istilâ ederek Pîşdâdl- ler'e son verdi. Keyânîler çağında Rüstem ile uzun savaşlar yaptı. Keyhüsrev tarafından öldürüldü. Türk rivâyetlerindeki adı, «Alp Ertunga» dır.

(115) Şegât : Dastân'da Rüstem'in kardeşi olan yiğit kişi. (116) Pîjen (veya Bîjen) : Das­

tân'da R ü s t e m ' i n yeğeni veya Gîv'in oğlu olan yiğit. Afrâsiyâb'ın kı­ zı Menîje'ye âşik olmuştu. (117) Menûçihr : Dastân'a göre,

Pîşdâdîler'in 7. hükümdarı­ dır. Feridun'un torunu ve irec'in oğludur. Dedesinin yerine tahta geçti. Doğru­ luğu, iyilikleri ve ihsânı ile anılır.

(118) Ferîdûn : Dastân'da, Pîşdâ­ dîler'in 6. hükümdarıdır. Cemşîd'in torunudur. De­ mirci Gâve yardımıyla zâ­ lim Dahhâk'i yendi ve ül­ keye yeniden hâkim oldu. Adâleti ve kudreti ile ün yapmıştır.

(119) Demirci Gâve : Zülm ile öl­ dürülen iki çocuğu için Dahhâk'e karşı ayaklanıp, onu ortadan kaldıran yiğit­ tir. Ferîdûn'u Fars tahtına

24

(5)

YENÎ BAYRAKTARLAR

Çözülmüştür süslü yalanlara diller,

Boğarak aydınlıklarını usun.

Körlerdir ters duran aynalara;

Kancıl ellerdir gezerler içerlerde,

ilmikliyerek kördüğüm iplerini canlarımızın...

Kanların donacak sınırlarıdır korku,

Hanidir yedidağ çekimli yürekler...

Ulur kurtlar, ulur köpekler!

Soysuz ayıplardan ürerler yorgun gecelerde...

Siyerler gökkuşaklardan ta güneşlere.

Kurtarıp öğüten azı dişlerinden çağların.

Sevgide insanı kavrayıp öpmek gerek.

Dönüştürülen aklardır yol vermez karaya,

Kan şölenler; var leşlerde kargaların.

Kaynar denizler, oynar karalar;

Yeni bayraktarlara yüklü analar.

Çağrışırlar hudutlar, kubbeler, burçlar;

Hayda Mehmetler; hayda Hasanlar!

Sıkılır, daralır soluklar...

Yastalar bacalar, damlar, saçaklar;

Titreyin diriler! Sağları ölüler kurtaracaklar.

oturttu.

(120) Dahhâk : Dastân'a göre, Suriyeli bir hükümdar olup, Cemştd'e karşı sefer açtı. Fars'ı istilâ etti. Cemşîd'i Çin'e kadar kovalayıp, öl­ dürdü. Zülmü ile tanınmış­ tır.

(121) Ubûr etmek : geçmek. (122) Parmak-kapı : İstanbul'da,

Çenberlitaş ile Bayezid ara­ sında, Karamustafapaşa külliyesi (medrese, mek- teb, türbe)'nin bulunduğu semt.

(123) Tâs-bâz : bir çeşit zar oyu­ nu oynayan.

(124) Revân cengi : Sultan IV. Murâd Han (1623-1640)'ın Mart . Aralık 1635 sırasın­ da İran'daki Safevt Şâhlığı üzerine yaptığı ve Revân ile Tebrîz'i aldığı sefer. (125) Bağdât cengi : Sultan IV.

Murâd Han ('1623 - 1640)' ın Nisan 1638 - Haziran 1639 arasında yaptığı, Safe- vî ordusunu bozguna uğ­ ratarak, Bağdâd'ı geri aldı­ ğı sefer. Sonunda Kasr-ı Ş î­ rîn andlaşması yapılmıştır

(17 Mayıs 1639).

(126) Cemşîd : Dastân'da Pişdâ. dîler'in 4. hükümdarıdır. Dahhâk'ın saldırısı sonunda öldürüldü. Güzel sanatların koruyucusu sayılır.

(127) MahmOdpaşa (Beşîr'de : Mammûdpaşa) çârşûsı : İs­ tanbul'da, Nuriosmâniye câmii'nin kuzeyinden Sul- tanhamamı'na doğru inen çarşıdır,

(128) Hâce Mehemmed : Üniv-B ile Beşîr'de. «Hâce Mem- med» şeklindedir.

(129) Sulehây-i ümmet : toplu­ mun yararlıları.

(130) Müsinn : çok yaşlı, koca. (131) Mürsel : (Allah tarafından)

gönderilmiş. (132) Keşti : gemi.

(133) Agreb-i garâyib : şaşıla-lacakların en tuhafı. (134) Kıtâl : vuruşma, savaşma. (135) Ketebeli : üstâd imzâsı atıl­

mış resim veya yazı.

A. RAHİM BALOIOĞLU__

(136) Cirm : ölçü, hacim.

(137) Âyende ve revende : gelen ve giden.

(138) Yûsuf ü Züleyhâ : İslâm kültüründe, yüksek ve halk edebiyatlarında manzûm veya mensur olarak çok iş­

lenmiş aşk hikâyelerinden biri ve onun başta gelen kişileri.

(139) Leylâ vü Mecnûn : bk. yu­ karıda nr. 138 (140) Ferhâd ü Şîrîn : bk. yuka­ rıda nr. 133 (141) Varka vü Gül - şâh : bk. yukarıda nr. 138 (142) Muhâsama : çatışma, düş­ manlık.

(143) îş ü işret : yeme ve içme, zevk ve sefâ etme.

(144) indiyyât ebyât : esassız, ağıza geldiği gibi söylenen beyitler.

(145) İstimâ emek : duymak, işit­ mek.

(146) Gâhîce : ara-sıra.

(147) Evzâ' vü etvâr : vaziyetler ve tavırlar.

(148) Mudhik : güldürücü.

2 5

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Çetin, Tunçer ve Karacan, “ Smarandache Curves According to Bishop Frame in Euclidean 3-Space” isimli çalışmada, Öklid uzayında Bishop çatısına göre özel

Araştırma kapsamında, örgütsel adalet algısı kapsamındaki dağıtım adaletinin iş tatminine olan etkisi, bir toplu taşıma şirketi şoförleri

Selçuklu dönemi Anadolu Türk kentleri, çağdaşı “Batı Kenti” ya da “Ortaçağ Avrupa Kenti” veya “Sana- yi Öncesi Kenti” üzerine üretilmiş “açık kent”

Ak Çaylak Gündüz yırtıcıları olarak gruplandırılan kartallar, şahinler, doğanlar, deliceler, kerkenezler, atmacalar ve çaylaklar, doğaseverler başta olmak üzere hemen

Yukarıda Bektaşilik tarihinden bahsettiğimiz bölümde de ifade edildiği üzere Osmanlı Devleti, aynı sosyal tabana sahip olan Alevilik ve Bektaşilikte kendilerine muhalif bir

Ve Divan adı konaklamanın yanında ağız tadı oldu, pasta çörekle anılmaya baş­ landı.. İşte geçmişine bağlı Divan 16 Ocak günü

Zekâi Dede de, ilk tahsilini müteakip ha­ fız oldu, hüsnühat dersi aldı ve dev­ rin tanınmış musiki üstadlarından Eyüplü Mehmed beye talebelik