• Sonuç bulunamadı

42 yıllık tiyatrocu Yıldız Kenter:Tiyatro ölmedi, çünkü insan yaşıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "42 yıllık tiyatrocu Yıldız Kenter:Tiyatro ölmedi, çünkü insan yaşıyor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET/16

PAZAR KONUĞU

16 A R A L I K 1990

42 YILLIK TİYATROCU

KENTER:

Tiyatro ölmedi, çünkü insan yaşıyor

Yıldız Kenter, eskilerin deyişiyle ‘ismiyle müsemma’ dedikleri

gerçek bir yıldız, yani onun adı da sıfatı da yıldız. Yıldız

Kenter, İzmir’de Handan Şenköken’le tiyatro, sinema ve

yaşam üzerine kadın kadına bir söyleşi yaptı.

Oyunlarında sürekli seyircisi ile ilişkisini ayakta tutmuş olan,

bir anlamda sahne üzerinde onlarla diyaloga girmiş bulunan

Yıldız Kenter’in söyleşisini, onun nefes kesen oyunları gibi

ilgiyle izleyeceğinizi sanıyoruz.

SWLEŞİ: HANflftH ŞEHKÜKEH

142 yılı dolduran sanal yaşamınız na­ sıl başladı? SO’liyıllarda özel tiyatro kurma dü­ şüncesi ne biçimde gelişti?

12 aralıkta 42 yıl doldu tiyatro yaşamımda. Ama önce çocuk tiyatrosu, halkevleri, konser- vatuvarı saymıyorum, Devlet Tiyatroları var­ dı. 11 yıl Devlet Tiyatrosu’nda sonra rahmet­ li Muhsin Bey’in tiyatrodan biraz haksız, hoş olmayan biçimde itilişine rastlar özel tiyatro­ ya geçişimiz. Masasının üstüne bir pusula bı­ rakmışlar, “Hizmetlerinize teşekkür ediyoruz,

artık sizinle çalışmayacağız” diye. Bu bir bom­

ba etkisi yaptı, Muhsin Bey’e “Biz ayrılabili­

riz, sizinle çalışabiliriz” dedik. Muhsin Bey’-

den haber gelince İstanbul’a gittik. Ev, yer, pa­ ra yok. Karaca’da “Salıncak’ta İki Kişi” ile başladık. O yılın sonunda ihtilal oldu zaten, gene açıkta kaldık, tiyatrolar kapatıldı, turneye çıktık; müthiş hezimet... Para yok, yevmiye yok. İstanbul’da kaldık. Sonra bir Ankara tur­ nesi yaparak 70 bin lira kazandık, 35 bin lira bize kaldı. Bu parayla Site’de yeniden başla­ dık. Muhsin Bey’le bir yıl Karaca’da, ondan sonra Site’de, Site’den tekrar Karaca’ya geç­ tik, altı yıl Ses Tiyatrosu’nda Haldun Dor-

men’le çalıştık. O süre içinde bu binayı yap­

tırdık. 1968’de Kenterler Tiyatrosu’na geçtik. Kent Oyuncuları oluşumuz 60’lı yıllara rastlı­ yor.

MÜMB Geçmişteki sorunlar bugün de geçer­

liliğini koruyor. Oysa siz, parasal kaygılar, borç yüklü tablolar engelleyici, hatta yok edi­ ci noktalara varmış olsa bile yaşam savaşı ve­ riyorsunuz, nasıl bir tutku tiyatro sizin için?

O zamandan beri biraz Mehter takımı gibi gidiyoruz ilerliyoruz, gidiyoruz duruyoruz, bi­ raz yan yatıyoruz, bütün tiyatrolarda olduğu gibi. Beni bugünlerde üzen şu: Sanatı kültü­ rün kardeşi, birbirinden çıkmış iki önemli öğe olarak görüyorum, güncel yaşamdan soyutla- yamıyorum. Eğer sanat bir ölçü, bir güzellik getirmek ise bunu bir sokakta, bir insan dav­ ranışında, bir okul düzeninde, bir yemeğin su­ nuluşunda her yerde görmek istiyorum. Sana­ tın bir umut olduğunu kabul ediyorum, benim

E ğ e r sanat bir ölçü, bir

güzellik getirmek ise bunu

bir sokakta, bir insan

davranışında, bir okul

düzeninde, bir yemeğin

sunuluşunda her yerde

görmek istiyorum. Sanatın

bir umut olduğunu kabul

ediyorum, benim için tek

umut o. Onun için

kopamıyorum, kopacağımı

da sanmıyorum.

için tek umut o. Onun için kopamıyorum, ko­ pacağımı da sanmıyorum Şiirsiz, romansız, hikâyesiz, müziksiz, resimsiz, olunamaz gibi geliyor. Benim inancım, Allahım, Tanrım ney­ se sanat diyebiliriz. Fakat bu umudumun, ka­ famı nereye döndürsem, yok olmakta olduğu­ nu görüyorum, ileriye baktığım zaman bol du­ man görüyorum. Tagor’un bir öyküsü vardı,

‘Ben Tann’yı arıyorum’ diyor, bir gün bir kapı

görüyor; ‘Tanrı’ yazılmış üstünde. Fakat ‘Tan-

n’ya kavuşmanın bir yerde ölüm olduğunu bi­ liyorum, her şeyin biteceğini biliyorum, karar verdim o zaman, döndüm, o andan beri ko­ şuyorum’diyor. Bende de o koşu var, fakat

şimdi zıplamaya başladığımı hissediyorum, bo­ şa harcanan bir enerji gibi geliyor bana.

■■■■i Niçin tiyatro yapıyorsunuz?

Ben niçin tiyatro yaptığımı bilmiyorum. Da­ ha doğrusu bilmeyerek başladım, bu bilinçsiz bir istekti bende. Hani çocuk tepinerek'‘Şunu

istiyorum’ diye bağırır, annesi vermek istemez,

ben de “Tiyatro istiyorum” diye bağırdım, ni­ ye bilmiyorum. Belki bu, bende küçük yaştan beri kendini gösteren bir fark edilme zaafıy­ dı. ‘Bana bakın, beni seyredin, bende bir şey­

ler var’ zaafıydı. Ben bu zaafın her insanda ol­

duğunu görüyorum. Sanatçı değilse bile giyi­ nerek fark edilmek istiyor. Bu zaafı bir güce çevirmeye çalışıyorum. Bazan çevirebiliyorum, bazan başarılı olamıyorum herhalde. Ama durmadan bunun mücadelesini vermeye çalı­ şıyorum. Bunun için de ihtiyarlamamanın yol­ larını arıyorum, yaşlansam bile. Kendimi bul­ duktan sonra artık tiyatronun içinde yaşar hale geldim. Çok mu seviyorum? Hayır. Bazan

“Niye” diye soruyorum kendime, bana bu ka­

dar acı veren bir şeye bu denli sıkı sıkıya bağ­ lanmak, kopamamak. Bu bir ‘Moby Dick’ hi­ kâyesi gibi bir şey, kendimi böyle bir ipe sar­ mışım, ha babam çırpmıyorum.

\Sizin seyirciniz kim? Kimeyöneliyor-sunuzi

Benim seyircim herkes olsun isterim. Tiyat­ ro, bir ses, bir ışık, bir sıcaklık bir öneri, bir kavga getirsin insanlara. Değişik bakış açısı sağlasın, onların fantezilerini zorlasın, düşün­ celerini, duygularını boyutlandırsın. Kendi kendilerini yakalamayı öğretsin istiyorum.

öğrencilerim e “ Niye tiyatro yapmak

istiyorsun” diye sorduğumda, gayet güzel ce­

vaplar veriyorlar. Neredeyse bazıları Türkiye’­ yi kurtarmak istiyor. Güzel bir şey belki, ama ben tiyatronun ne kadar ışık verdiğini biliyo­ rum içinde bulunduğumuz koşullarda. O ka­ dar ışığa da razıyım şimdilik. Verebildiğim ka­ dar ışık vereyim, meşaleler yanmıyor görüyo­ rum.

ÜMüMOyu/ı seçiminde nasıl bir arayış için­

desiniz?

Bizim adımız “ Çok ağır oynuyorlar”a çık­ mıştır. Oysa biz, Alan Ayckborn oynuyoruz. Elbette ki güleryüzlü tiyatroya inanıyorum. Gülmenin, güldürmenin çok ciddi bir iş oldu­ ğunu biliyorum. Seyircinin soluğuna, yaratıcı gücüne inanmak istiyorum. Athol Fugard oy­ namak istiyorum. Bugün dünyadaki beş bü­ yük tiyatro yazarından biri. Ama onun getir­ dikleri bize ağır gelebiliyor, ilgilendirmiyor. Ben seyircinin, Türk oyunlarında kendini gör­ mesi, bulması, tanıması gerektiğine inanıyo­ rum; Ama iş, öyle bir yere doğru gidiyor ki hep aynı espriye, hafifliğe bir eğilim doğmaya baş­ lıyor, aynı Türk filmlerinde olduğu gibi. El­ bette ki Türk tiyatrosu, Türk yazarlarıyla var olacaktır. Bunun aksi mümkün değildir. Ya­ bancı oyunlardan da alacağımız, öğreneceği­ miz boyutlar var. İnsanların her yerde aynı ol­ duğuna inanıyorum. Duyguları, düşünceleri, ihtirasları, korkuları açısından hep aynıdır in­ sanlar. Bir Türk oyunu da yazıldığı zaman yö­ resel, ulusal, evrensel boyutları içermesini bek­ liyorum. Geriye baktığımız zaman en çok Türk oyunu oynayan özel tiyatroyuz. Antenlerime açık, kadromuza uygun bir Türk oyunu bek­ liyorum.

■■Mü A ma seçiminizi öncelikle kadronuz ve

bütçeniz belirliyor...

Oyun seçerken tabii kadromuzu düşünüyo­ rum, dekorun getireceği maddi yükün hafif ol­ masını göz önünde tutuyorum, böyle bir kısıt­ lama içinde tiyatro yapmaya çalışmak insanı kısır bir döngü içine alabiliyor zaman zaman.

HÜMM öze/ tiyatrolar sürekli çıkmazda ve so­

runlar bir türlü çözümlenemiyor...

Özel tiyatroların problemlerinden ve prob­ lemlerin bu kadar sık, bu kadar tekdüze ele alı­ nışından yoruldum. Çünkü biz durmadan eko­ nomiden şikâyet edip duruyoruz ve ekonomi­ mizi kendimizin düzeltmesi gerekirken bir tür­ lü düzeltemiyoruz. Sorunlardan söz etmekten midem bulanıyor. Ben de bıktım, seyirci de.

P A Z A R

KONUĞU

-

r

\ <

s?jLA:.A %

H

V\

m

Y I L D I Z

K E N T E R

1928’de İstanbul’da doğan Yıldız Kenter ilk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdikten sonra Ankara Devlet

Tiyatrosu’na girdi. 11 yıl Devlet

Tiyatrosu ’nda çalıştıktan sonra 1958 yılında Muhsin ErtuğruTun Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevine son verilmesiyle Müşfik Kenter 'le birlikte Muhsin ErtuğruTun yönetimindeki tiyatroda çalışmak üzere

İstanbul’a gitti. 1959-60 döneminde Karaca Tiyatrosu’nda, 1960-61 ’de Site Tiyatrosu’nda “Site Tiyatrosu ” adım atan toplulukla çalışmaya başladı. Daha sonra Karaca

Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu’na geçen Yıldız Kenter 1968-69 döneminden itibaren de Harbiye’deki Kenter Tiyatrosu’nda Kent Oyuncuları Topluluğu ’nda tiyatro yaşamım sürdürüyor. Devlet Tiyatrosu’nda iken aldığı burslarla, yurtdışında tiyatro eğitimciliği üzerine eğitim gördü. Shakespeare seminerlerine katıldı. 198¡ ’de “Devlet Sanatçısı” unvanı aldı. 1956’dan bu yana tiyatro eğitimciliğini sürdüren Yıldız Kenter, şu anda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanı. Çeşitli yıllarda film çeviren Yıldız Kenter’in “Altın Portakal” ödülleri bulunuyor. Kenter son olarak geçen yıl Korsika adasında düzenlenen Bastia Film Şenliği "nde 'En iyi Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı. Kenter İtalya’da “Adalei Ristoria” ödülü aldı.

yor, başka bir iş arıyor kendine oyuncu. İşsiz olduğu zaman sendikadan belli bir para alıyor. Bizde de işine yarayan elemanı al, 10 milyon lira ver ama o süre bittikten sonra o parayı sen­ dikan falan olmadığına göre devletin maaşlı memurlarının seviyesi neyse oturt. Ama her­ kes aynı parayı alır, gene belli kişiler daha çok çalışır, bir kısım oturursa, bir garip durum olu­ yor.

M M özel tiyatroların devlet yardımından

yararlanması her yıl çeşitli yorumlara yol açı­ yor. Sizin de bir tiyatro sahibi olmanıza kar­ şın devlet yardımından fazla pay alışınız eleş­ tiriliyor...

Valla biraz çizgimizi, haddimizi, ne olduğu­ muz, ne yaptığımızı, ne yapabileceğimizi bil­ mez bir haldeyiz. Çok konuşuyoruz, az yapı­ yoruz. Boyuna hak arıyoruz ve hak istiyoruz, üstelik kıyaslayarak. Ben hak isterken kendi­ mi hiç kimseyle, hiçbir tiyatroyla kıyaslama­ dan istiyorum. Şimdi tiyatro yapmış olmanın da maalesef bir hata olduğunu görüyorum. Ti­ yatrocu arkadaşlarım yersizlikten haklı olarak şikâyetçiler. Ama biz, birçoklarıyla aynı za­ manda başladık. Öenim çalışmamın verimi böyle bir binaya gitti. Bu bina, şimdi benim başımda bir yük. Kapısını açtığımız zaman, bu bina para yiyor. Oyuncularla birlikte 30 kişi­ lik kadro var, 12 ay maaş alıyorlar. Çok dü­ şüktür bizim maaşlarımız. Temizliği, ışıklan­ dırılması, sosyal sigortaları derken ödeyemez hale geliyoruz zamanla. Benim 40 milyon lira mâliyeye, 35 milyon lira Sosyal Sigortalar’a borcum, faizleri, cezaları katlanarak 350 mil­ yon liraya çıktı. Ben bunu ödeyemem. “ Bana

yardım etmeyin, borçlarımı temizleyeyim, her şeyim hacizli çünkü’ dedim. Bu binanın ona-

rımı gerek, 20 yıl oldu yapılalı. Şöyle bir zih­ niyet var, “ Onun tiyatrosu var” . Benim tiyat­ rom olduğu için daha çok yardım yapılması ge­ rek zaten. Böyle bir şeyi gerçekleştirdim, bir tiyatro kalacak ardımdan. Fakat, bu tiyatro­ yu benim yaşatmam artık bu koşullar altında söz konusu olmuyor.

ÜMMMKültür Bakanlığı ’nın sağladığı sınırlı

parasal yardım özel tiyatrolar için çok yeter­ siz kalıyor. Bu yardımın yapıcı ve destekleyici olması nasıl sağlanabilir?

Biz kültür bakanları açısından şanslıydık, doğrusu bunu söylemem gerek. Mesut Yılmaz da Tınaz Titiz de Namık Kemal Zeybek de müthiş sıcak baktılar yardım meselesine. Na­ mık Kemal Zeybek’e, ‘Öyle bir şey yapın ki

mesela 40 milyar lira veriyorsunuz yardım ola­ rak. Bana sadece bir defa 2 milyar lira verin, sonra hiç yardım etmeyin. O zaman 1>elki bir yanşa girebilme imkânı bulurum. Ben o pa­ rayı başka türlü, hareket eden güce harcarım’

dedim. Tabii, bu olacak şey değildi, tebessümle karşılandı, hep bferaber gülüştük sonunda. Kadro kuramıyoruz. 11-12 kişilik artistik kad­ rosu olan tiyatromdan rahatlıkla oyuncu ala­ biliyor Devlet Tiyatrosu. Ben onlardan istedi­ ğim zaman parasını kesiyorlar oyuncunun. Biz o kadar para veremeyiz ki... Kültür bakanla­ rına “Bu da bir yardandır, parasını kesmeyin” şeklinde öneri getirdim anlayışla karşılandı. Ama orada 4-5 oyun oynayan oyuncu gelip de sende üç gün İstanbul, üç gün İzmir, üç gün

Yıldız Kenter, tiyatronun değişik bakış açıları getirmesi, insanların fantezilerini zorlaması gerektiğini belirtiyor.

Edirne’de oynamayı kabul etmiyor, istemiyor. İstanbul’da ek işleri oluyor.

Yıllardır bu böyle sürüp gidiyor.

I Çözüm için sizin görüşünüz nedir?

Mesela istediğim kadroyu kurabilsem, bel­ ki çok daha başka atılım yapacağım, ekono­ mik durumumu düzeltebileceğim. Ancak bu söz konusu değil. Bu sene başında kendisi için rol düşündüğüm bir genç kızımı, bana sorma­ dan Şehir Tiyatrosu alıvermiş. İsteyebilir, ki­ ralayabilir ama ben onlardan oyuncu istesem, önce idareye sorar, izin alırım. Orada öyle eko­ nomik bir düzen var ki isteyen istediğini ya­ pabiliyor, istediğini oynayabiliyor, istediğini kadroya alabiliyor, istemediğini de alıyor üs­ telik. Çünkü herkes oraya gitmek istiyor. Bu sistemin değişmesi gerek.

M B Nasıl?

Bu sistemin değişmesi için pek çok yol var. Fakat hangisi denenirse denensin, bazı insan­ lar mağdur olacaklardır. Türkiye’de o kadar az sanatçı var ki bu mağduriyeti yaratmak is­ temiyor da olabilirler. Ama ne olursa olsun,

ben paranın hareket halinde, doğurgan güce yatırılması gerektiğine inanıyorum. Mobilite- si olmayan bir güce para yatmamalı, özellikle tiyatroda. Çünkü tiyatro gerçekten pahalı bir iş.

1 Devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi

konusundaki görüşlere katılıyor musunuz?

Devlet Tiyatrosu özelleştirilemez, mümkün değil. Bir devlet, bir belediye tiyatromuz ol­ malı bence. Bu tiyatrolar yardım almalı, des­ tek görmeli. Fakat başlangıçtaki sistem bir tı­ kanıklığa doğru geldi. Tek elden 17 tiyatro ida­ re etmek mümkün değil. Kadro gittikçe şişi­ yor, alınan yardım, verimden çok hareketi ol­ mayan bir güce maaş olarak dağıtılıyor. Sa­ natçının alacağı parada hiç kimsenin gözü ola­ cağım sanmıyorum. Benim savım şu: İngilte­ re’deki National Theatre da devletten yardım alıyor, kadrosunu yapıyor, repertuarını belir­ tiyor, oyuncularını saptıyor. İki üç yıl için se­ çilen oyunculara yüksek bir ücret ödüyor. Süre tamamlandıktan sonra oyun sürecekse kont­ ratı devam ettiriyor. Etmiyorsa kontratı biti­

ITiyatro, yaşanırlığın duyumsandığı tek mekân, televizyonun önünde yitip giden, içine kapanan insan için son sağlıklı soluk al­ ma şansı olarak nitelendiriliyor. Oysa son yıl­ larda bir kopukluk, uzaklaşma söz konusu. Bu neden kaynaklanıyor sizce?

Ankara Devlet Tiyatrosu kurulduğu zaman, devlet adamı, seyirci, basın, sanatçı birlikteli­ ği vardı. Politika öylesine kanımıza işledi, öy­ lesine allak bullak etti ki koptuk. Celal Bayar her oyuna gelirdi. İsmet İnönü her konsere ge­ lirdi, sanatçılarla konuşurlardı. Oyunun oy­ nandığının ertesi günü eleştiriler çıkardı. Oyu­ nu oynamadan tanımak isteyen eleştirmenler vardı. Oyunu okurlar, fikir sahibi olurlar, on­ dan sonra değerlendirmesini yaparlardı. Şim­ di oyun okuyup da tiyatroya gelen eleştirmen olduğunu sanmıyorum. Bazan bakıyorum, üç beş ay geçiyor bir yerde yazı çıkmış. Bazan oyun kalkıyor bir yazı çıkıyor. Bu kopukluk da hırpalıyor. İnsanlar da rahatlarına düşkün­

dürler. Tiyatro seyretmek de çok rahat bir iş değildir. Bu rahatsızlığa katlanmak da yürek işidir. Zoru seçmek yerine evinde oturup tele­ vizyon seyretmeyi yeğliyor. Seyircinin bir sa­ natçı bilincinde ve yaratıcı gücü içinde olması gerekir. Bu karşılıklı oyundur. Çünkü, o ba­ na topu atacak, ben ona topu atacağım ki bir şeyi gerçekleştirelim.

■ÜMM//e r ülkenin tiyatrosu, o ülkenin

sosyo-politik, ekonomik, kültürel olguların bir ürünü. Türkiye’nin bugünkü ortamında Türk tiyatrosunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk ■ tiyatrosu bu ortamın gerisinde mi, önünde mi?

Tam ortasında bence. Sanatı ve kültürü ge­ nel durumdan soyutlayamam. Elbette ki bu panoramanın ortasında her açıdan özel tiyat­ rolar en büyük atılımları yapmış tiyatrolardır. Türkiye’de tiyatro, özel olarak başlamıştır. Devlet belediye tiyatroları sonradan gelmiştir. Buna rağmen özel tiyatrolar yaşamlarını sür­ dürebilmişlerdir. Devlet Tiyatrosu’nun geçen yıl oynadığı oyunu, benim tiyatrom 20 yıl ön­ ce oynadı. Bütün Çehov’ları, Brecht’leri, Al- bee’leri, N.Cumalı’ları, M.C.Anday’ları, biz bunları 20-25 yıl önce oynadık. Fakat biz için­ de bulunduğumuz hem kadro hem de ekono­ mik koşullar yüzünden istediğimiz atılımları yapamaz hale geliyoruz. Türkiye’de birtakım şeyler yapılamıyor, eliniz kolunuz bağlı. Türk oyunları, tiyatronun gerçeği, süzgeci neyse on­ lardan geçirip, süzdürüp, arıtıp bütün bunla­ rı yansıtmalı, belgelemeli. Ama üzülerek be­ lirtmem gerekir, son yıllarda yazarlarımız da yatay durumda.

■ÜMM 21. yüzyılın eşiğinde tiyatromuzun

çağ- dışı kalma eğilimi gösterdiği görüşüne ka­ tılıyor musunuz?

t

Biz zaten biraz her açıdan çağdışıyız. Eğer Batı’ya özeniyorsak çağdışıyız. Tiyatromuz da elbette biraz çağdışı olacaktır. Ama ben bu fik­ re katılmıyorum. Bizde yazarıyla oyuncusuy­ la yöneticisiyle kıyaslanacak pırıltılar vardır. Bu yeterli değildir ama varoluşu bir umut de­ ğil mi? Bu varlığı korumak, yüreklendirmek gerekmez mi?

WMKKMGünümüzde her ülkede tiyatro krizi söz konusu. Dünya belirli bir tiyatro bunalı­ mı yaşıyor görüşü yaygın...

Dünya tiyatrolarına baktığım zaman da aynı yatay durumu görüyorum. Yalnız Türkiye’de değil. Tüm dünyada nüfusun artışı, büyük şe­ hirlerin sanatını, kültürünü yaşatan insanların o büyük şehirlerden yavaş yavaş yığılma

so-• so-•

Ö ğrencilerim e ‘Niye tiyatro

yapmak istiyorsunuz?’ diye

sorduğumda, gayet güzel

cevaplar veriyorlar.

Neredeyse bazıları Türkiye’yi

kurtarmak istiyor. Güzel bir

şey belki, ama ben tiyatronun

ne kadar ışık verdiğini

biliyorum içinde

bulunduğumuz koşullarda. O

kadar ışığa da razıyım

şimdilik. Verebildiğim kadar

ışık vereyim, meşaleler

yanmıyor görüyorum.

nucu yozlaştırdı bazı şeyleri. Londra’da, New York’ta, Paris’te hatta Almanya’da tiyatrola­ rın zaman zaman yataylaştığını, durağanlaş­ tığını, pırıltısını verdiği ışığın boyutlarının, çev­ resinin daraldığını görüyoruz. İngiltere ve Amerika’da gördüm, böyle nefesimi kesecek oyunlar yok. Hep soluksuz, vasat oyunlar bü­ yük müzikaller...

MÜÜMüTc/rmT: daha çok ön planda. Gelişmiş

tiyatrolara sahip ülkelerde bile yenilikler öz­ den çok biçimle, insandan çok teknikle oluşu­ yor...

Bazıları “ Tiyatro öldü” artık diyor. Tiyat­ roda denenecek her şey denendi, teknoloji o kadar aldı başını yürüdü ki... Tiyatroda insan­ lar artık büyük gösterilere yöneliyorlar. Bak­ tığınız zaman, öyle müzikaller, öyle bir teknik ışık ve ses düzeni getiriliyor, öylesine para dö­ külüyor ki hayretler içinde kalıyorsunuz. Ama benim problemim insanla. Ben, tiyatronun in­ san var olduğu sürece var olacağına inanıyo­ rum. O, aranıza mikrofon, kamera, seyircinin gözünü çok çekecek ışık oyunları falan girme­ den insanla karşı karşıya getiren olayı seviyo­ rum.

■MBS/t/n/r konuşurken ister istemez oyun­

cular için söylenen tümceyi anımsadık; “Size verdikleri mutluluğu yaşamak için, bedavaya yapılan bir başka meslek biliyor musunuz?” En güç koşullarda yaşam savaşı verirken dev­ letin yardımı dışıhda başka çözüm yolları ara­ dınız mı? Özel kuruluşların tiyatroya yaklaşı­ mı söz konusu mu?

Özel bir kuruluşun desteklemesi için çok te­ şebbüslerim oldu, tiyatro öyle bir hale geldi ki fazla para getirmiyor. Yıllardır buna uğraştım. Ama bir Efes Pilsen, Eczacıbaşı... Bunlar çok popülaritesi olan şeyler. Her gün televizyon­ da spor haberlerinde Konya’daki bilmem ne lisesinin voleybol maçından söz edilir ama ti­ yatro programları ayda birdir ve gece saat 23.30’dadır. Bilmem ne holdingin destekledi­ ği tiyatro dese ne yazar? Sonra tiyatro top at­ mak gibi bir iş değil, tiyatroda öyle bir ses çı­ kar ki dokunabilir adama. Bir de 5 kuruş ve­ rince, 35 kuruş alamıyorsun. Bu sene bilemi­ yorum ne yapacağımı, belki birkaç kişiyi to­ parlayıp konuşma yapıp benim yaşamam için belki de Yıldız Kenter Vakfı kurmak düşünü­ lebilir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Duru- ma olumlu yönden bakacak olursak, bu tak›my›l- d›z gökyüzüne en çok bakt›¤›m›z, havalar›n en çok aç›k oldu¤u yaz aylar›nda gökyüzünde yer al›r..

Vakıflar idaresi, ecdadın güzel bir an'a- nesini ihya etmeğe çalıştığı için takdirle­ rimize ne derece hak kazanmışsa, kendi ekmeğini kendi kırabilecek

Due to its high depth resolution this non-destructive DSCEMS method may be useful in various industrial applications such as surface control o f iron-containing materials..

Anasından miras olan ince bir ruhla güzelliğe karşı büyük bir sevgi taşıyan Nigâr, henüz on sekiz yaşında iken (Efsûs) adlı bir şiir dergisi bastırdı

Saltanat yerine cumhuriyet, hilâfet yerine lâ­ iklik, fıkıh yerine medenî kanun, fes yerine şapka, arab harfi yerine Jâtiıı harfi... Hepsinin müşterek ve

Küçük yaşında babasını kaybedince ağabeyisiyle Tunayı dolaşmış ve daha sonra Tuna valiliği esnasında Mitat Paşanın maiyetine girerek onun çıkardığı

[r]

Herhalde bir idare memuru olan Maarif Vekili ile laalettayin bir ga­ zeteci arasındaki mübarezeye -daha o mübarezenin alacığı şekil ve kanunun vereceği hüküm malum