• Sonuç bulunamadı

Bir hanedan masalı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir hanedan masalı"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

DİZİ YAZI

Tarihin ve talihin, bir eylül günü getirip kendilerini bıraktığı bu tepelerden ayrılmak elbette kolay değildi...

Plastik

papatya

kokusu...

İ

-I .

I

Ä

î -n

A

i ş

-ir

% L M > ÎO' >' v sfr K*2. ’ \ \ İ V |>-4' t ? JîO. 6>- ‘li }i ,.j . ir* t ı

-O, en uzun yolculuğuna, iri ve ağır damlalı, bir nisan rüzgarıyla başlaya­ caktı. Arkasına son bir kez daha bakıp, yağmura ve rüzgara veda bile edeme­ den ölümü kucaklayacaktı. Üstelik bu, beklenmeyen değil, beklenen bir ölüm olacaktı.

Görkemli törenlerden, övgü dolu günlerden sonra, acıya ve gözyaşına bo­ yun eğmeyen birisinin, geride kalan son kırıntılarını toplayarak, yaşamı kaldığı yerden yeniden başlatması gerekiyor­ du.

Şu aynlık da olmasa

ölümleri sevmiyordu, ama ölümü yadsımanın, yaşamı yadsımak demek olduğunu çok iyi biliyordu, ölüm, yalamak kadar gerekliydi.

her şeyi olduğu gibi bırakmayı düşündüyse de sonra hiçbir şeyi bıraka­ mayacağını anladı. Elinde olsa, onun her yere sinen kokusunu alıp götüren rüzgarı bile toplayabilirdi. Giysileri, re­ simleri, bilgisayarı, disketleri ve dosya­ larıyla onsuz, ama onun yürüdüğü yol­ lardan geçecek yeni bir yolculuğa başlı­ yordu.

Tarihin ve talihin, bir eylül sabahı, kendilerini getirip bıraktığı bu tepeler­ den ayrılmak, elbette kolay değildi. Çok emek vermişler, bunca kan ve ter döküp bedel ödemişlerdi.

Birlikte başladıktan büyük yürüyü­ şün, ölümle noktalanan bu ilk uzun mo­ lasında. onun yokluğunu hemen kabul etmek, elbette, kolay değildi. Belki de tek başına yeniden yola koyulabilmesi için, belki de o uzun yolu yeniden yürü­ yecek gücü kazanması için verilmişti bu mola. Cesaretini topladı ve onun için yazılmış son yazılan üst üste koydu.

H

aneda

] M

m a s a l ı

o

,

kendi söylemiyle “Allah’ın

ipine asılıp” düzlemini değiştirmişti.

N e var ki onca kan dökerek, ter

dökerek, ama hep el ele yürüdükleri.

uzun yolun bu noktasından

sonrasını tek başına ve onsuz

yaşamak, hele böylesine iri ve ağır

damlalı bir nisan rüzgarının iç

karartısında, geride kalan için hiç de

kolay olmayacaktı elbette.

dönemecinde olduğunu çok iyi biliyor­ du. Siyasetin dik yokuştan ve dikenli yollanndan Turgut Bey’le birlikte geç­ mişlerdi. Siyaseti seviyor muydu, bilmi­ yordu. Ama onu siyasete yakınlaştıran asıl neden, Turgut Bey'in özyaşamöy- küsüydü.

Safkan Kürt çocuğu

Üç yaşında Malatya’dan aynlan, Sö­ ğüt, Silifke ve Mardin’de portakalı ve

• •

a

E R B İ L T U Ş A L P

lüm elbette ki tatsız bir

olguydu. Am a hayat kadar da

gerçekti. Artık, onun yürüdüğü

yolda, onsuz yürümekten başka

çaresi yoktu.

‘Kayıp’ mı, ‘ayıp’ mı?

El ele yürüyüp bir rüya gibi geçtikleri yolu, başlangıcı ve sonu ile birlikte yeni­ den görmek; o günlerin heyecanını yeniden duyumsamak istiyordu.

Onun ölümünün “kayıp” değil, koskoca bir “ayıp” olduğunu söyleyen­ ler bile vardı. Çünkü o, halkına, ulusu­ na değil, gökyüzündeki meleklere hesap verme yolunu seçmiş ve arkasında bir­ çok soru bırakarak, bir bilinmeyene gö­ çüp gitmişti. Keşke, kendisi, ailesi ve yakın çevresi için yapılan suçlamaları tek tek yamtlayabilseydi. Keşke, yüce mahkemelerde tanıklık yapabilseydi. Keşke, soruşturma ve araştırma komis­ yonlarında ifade verebilseydi. Keşke, aklanacak ve aklayacak kadar uzun ya- şayabilseydi.

‘K eşke’ler zinciri

Ve belki de en önemlisi, keşke, baş­ lattığı büyük değişim ve dönüşümü sür­ dürmek için, yerine kimin geçeceğini söyleyerek ölebilseydi.

Kimine göre anayasal çerçeve içine

çüp gitmişti. Keşke, kendisi, ailesi ve yakın çevresi için yapılan suçlamaları

tek tek yamtlayabilseydi. Keşke, yüce mahkemelerde tanıklık yapabilseydi. Keşke, soruşturma ve araştırma komis­ yonlarında ifade verebilseydi. Keşke, aklanacak ve aklayacak kadar uzun ya- şayabilseydi.

‘K eşkeler zinciri

Ve belki de en önemlisi, keşke, baş­ lattığı büyük değişim ve dönüşümü sür­ dürmek için, yerine kimin geçeceğini söyleyerek ölebilseydi.

Kimine göre anayasal çerçeve içine

7 1

urgutÖ zaliçin

yazılanlara bakarken

Semra Hanım “Bazıları

hiç yenilenmiyor” diye

geçirdi içinden. Önündeki

yazıda “Özal’ı Atatürk’le

kıyaslamak; onu tarihe

değil, olsa olsa coğrafyaya

geçirebilecek bir

benzetmedir”

deniliyordu.

çekilemeyen, yargı önünde hesap so- rulamayan; kimine göre değişimci ve dönüşümcü bu devlet ve siyaset adamı, asla ölmedi.

Ölüm, değişim ve dönüşümü anlatan son büyük noktaydı aslında.

Hayır o ölmedi. Estirdiği değişim ve dönüşüm fırtınasının ürünleri olan “dev- rimlerini” küresel boyutların dışına taşı­ yabilmek için hastalığını bahane ede­ rek, kendi söylemiyle “AUah’m ipine asılıp” düzlem değiştirdi.

Akıllara durgunluk veren bu yorum­ lar karşısında, Semra Hanım’ın acılı yü­ reğinden. çaresizliğin ilk isyanı yükseli­ yordu. “Ona önce ölmedi dediler; sonra da ölümünün arkasından acımasızca ko­ nuşmaya başladılar.”

Bazıları hiç yenilenmiyor, değerleri hiç eskimiyordu;

“Turgut Özal da, adıyla anılan dö­ nemde elbette Tarihin serinkanlı sayfa­ larında' değerlendirilecek, bilimin şaş­ maz süzgecinden geçirilecektir. Bu kaçınılmazlık, tarih bilimini vak’anüvist- likten ayıran, tıpkı yaşamla ölüm arası­ ndaki çizgi gibi çok önemli bir noktadır. Asıl sorun, tarih sayfalarının hangi yön­ temle açılacağı sorunudur. Turgut Özal ve etkin olduğu dönem, ancak duygusallı­ ktan ve çıkar ilişkilerinden uzak nesnel bir tarih görüşüyle açıklanabilir. ‘Türki­ ye’nin 20. Yüzyıl’da Atatürk'ten sonra yetiştirdiği en büyük devrimci evladı' ni­ telemesi, özal'ı tarihe değil, olsa olsa coğrafyaya geçirecek bir borç ödeme ça­ bası olarak değerlendirilmelidir."

Turgut Bey, oldum olası kanlannı kurutmayan, kinlerini yıkamayan in­ sanlardan nefret ederdi.

muzu tanımadan büyüyen; ilk gençlik yıllarını denizi görmeden, Anadolu’nun bağrında, Kayseri ve Konya’da geçiren; yirmisinde İstanbul’la tanışan, safkan olduğu sonradan anlaşılan bir Kürt çocuğunun öyküsüydü bu. Onunki sı­ çramalarla dolu bir yaşamdı aslında. Her anı, büyük bir değişim ve dönüşü­ mü anlatıyordu. Radyodan bilgisayara, devletten özel sektöre, tarikattan ticare­ te, Türkiye’den Amerika’ya, darbeden siyasete sıçrayan hareketli bir yaşamın öyküsü.

Turgut Bey’in asla tek boyutlu bir ya­ şamı yoktu. Çoğu zaman kendisine dö­ nüktü, ama rengarenk bir dünyası vardı onun. Kimse ona, Red Kit okuması ya da arabesk dinlemesi nedeniyle kültür­ süzde diyemezdi. Birlikte az mı konsere gitmişler, senfoniler, konçertolar dinle­ mişlerdi. 50’li yıllarda herkes Amerika’­ dan araba getirirken, onlar bir fonograf getirmişler, yıllar boyu Enrico Caruso - yu dinlemişler; dans edip gülüp eglen- mişlerdi. Namaz kılıyor, oruç tutuyor­ du, ama Turgut Bey bir zamanlar aşk şiirleri bile yazıyordu.

Bastırılmış duygular..

Ticarette çok başarılı, siyasette çok başarısız bir ara dönem insanının, bastırılmış duygularıyla biçimlenen bu öykü, Semra Hanım’ı çok etkilemişti.

Semra Hanım ondan kalanları topla­ mak için son kez geldiği Köşk’te, o çok sevdiği boy aynasının karşısında tek başınaydı şimdi. Yanındaki büyük eksiklik, ellerinin sıcaklığı Turgut Bey için söylenen güzel sözler ve akıtılan gözyaşlanyla doldurabilir miydi? Sem­ ra Hanım da herkes gibi “en büyük dev­ rimci” yaklaşımına takılmıştı. O her şeye layıku, ama Semra Hanım için de kestirme, ucuz ve üstelik yanlış bir yargıydı bu. Çünkü Turgut Bey, peşin­ den koştuğu değişim, dönüşüm ve yeni­ leşmeyle salt ülkeyi ve bölgeyi değil, yer­ yüzünü tümüyle cennete çevirmeyi amaçlıyordu. Bu yüzden sabahlara ka­ dar telefonlarla konuşuyor, saatlerce bilgisayarlarının başından kalkmıyor­ du. Semra Hanım’a göre en büyük, dev­ rimci uutüemesinin kürese) boyutları, eksikti.

Onun tek başına ve büyük bir cesa­ retle gerçekleştirdiği değişim ve dönü­ şümden, paylarına düşenleri kolayca almışlardı. Kolaycılıktan kurtaramı- yorlardı kendilerini. Semra Hanım bu

den koştuğu değişim, dönüşüm ve yeni­ leşmeyle salt ülkeyi ve bölgeyi değil, yer­ yüzünü tümüyle cennete çevirmeyi amaçlıyordu. Bu yüzden sabahlara ka­ dar telefonlarla konuşuyor, saatlerce bilgisayarlarının başından kalkmıyor­ du. Semra Hanım'a göre en büyükdev- rimci ^itelemesinin kjüreşel boyutka. eksikti.

Onun tek başına ve büyük bir cesa­ retle gerçekleştirdiği değişim ve dönü­ şümden, paylarına düşenleri kolayca almışlardı. Kolaycılıktan kurtaramı- yorlardı kendilerini. Semra Hanım bu

T

u

nenler, onda, düş ile gerçeğin, yine bir­ birine karıştırıldığı izlenimini bırakıyor­ du. Ona göre düşten uyanmadan ve ger­ çekle yüzleşmeden “değişini ve dönü- şümleri sürdürecek kişinin kim olacağı” sorusuna, ülkenin somut koşullan ölçü alınarak yanıt aranmalıydı. Eveleyip gevelemeye hiç gerek yoktu. Yeni deği­ şimci eskisine benzesin, onun kadar dö­ nüşümcü olsun, onun kadar yükselen değerlerdi peşinden koşsun, onun ka­ dar tabuların üstüne gitsin yeterdi.

Oysa hiç kimse Semra Hanım’a “Şim­ di ne olacak” diye sormadı. Turgut Bey’in arkasından sadece gözyaşı dök­ tüler. Ve büyük bir olasılıkla biz ne ola­ cağız telaşına kapılıp ülkenin geleceğini hiç düşünmediler. Ama bir soran ol­ saydı, Semra Hanım acısını bağrına ba­ sar, yapılması gerekenleri en ince ayrıntılarına kadar anlatabilirdi.

Onu aratmayacak birisi

R

Bir ahlak kaygısı

Onun sömürüye göz yumduğunu, yakınlarını zengin ettiğini, rüşveti ku­ rumlaştırdığını. zenginleri sevdiğini, enflasyonla halkı perişan ettiğini, ülkeyi bir derebeyi gibi yönettiğini söyleyenle­ rin; ölüm karşısında yenik düşüp he­ men yan çizmelerinden de rahatsızlık duyuyordu, Semra Hanım. Yaşadığı sürece, her şeyi söyleyenlerin; ölünce hiçbir şey söylememelerini ahlaken doğru bulmuyordu.

Tu

Turgut Bey’in ölümü üzerine

söylo-Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı se­ çimlerinin son 32 yıllık “şaibeli” tarihi düşünülerek; Turgut

Bey'in yerine, onu hiç aratmayacak bir yeni­ si, kolayca buluna­ bilirdi.

Gerçekleştirdiği de­ ğişim ve dönüşümler­ de, ülkeyi ve bölgeyi bir baştan bir başa sarsan ve yükselen yeni değerlerle son 13 yıla damgasını vuran

Turgut Bey'in yerine geçebilecek kişi saptanırken, istenseydi, çok kolay bir yol izlenebilirdi. Semra Hanım’a göre bunun için önce ülkenin üstündeki Özal damgasını kazımak gerekirdi. Sonra da altından çıkanlara bakmak, onları ger­ çekçi bir gözle anlamak ve sorgulamak yeterdi.

Böyle bir irdelemeyle, Turgut özaf- dan sonra kimin cumhurbaşkanı ol­ ması gerektiği konusunda, herkese, doğru yol gösterilebilirdi.

Herkes, hep bir ağızdan “Turgut Özal zamansız öldü, Türkiye'de neden olduğu değişim ve dönüşüm ete kemiğe dönüşmeden göçüp gitti” diyorsa, bu po­ litikaları sürdürebilecek birine gereksi­ nim olduğu, açık seçik ortadaydı. Ama, hiç kimsenin aklına her nedense “Niçin Settırı özal olmasın?” sorusu gelmiyor­ du.

Semra Hanım da durup dururken, el­ bette “ Beni niye düşünmüyorsunuz?” diyemezdi.

Kimi zaman sorular, yanıtlardan çok daha önemli ve gerçekçi oluyordu. Özellikle siyasal belleği zayıf toplumlar- da, bu gerçeklik daha da değer kazanı­ yor. O, adı gibi biliyordu ki, Turgut Bey’e büyük sadakatle bağlı olduğunu söyleyenler, şu anda, yüreklerinde bu seçeneği düşünememenin acısını duyu­ yorlardı.

Semra Hanım, Turgut Bey’in ar­ kasında oluk gibi gözyaşı döken bu in­ sanları, hiçbir zaman, onun kadar sev­ medi. Onları onun kadar akılcı, gerçek­ çi, değişimci ve çağdaş bulmadı. Ona göre “değişimin ve dönüşümün sığ suları­ nda dolaşan” bu değişim ve dönüşüm tüccarlarının ufuksuzluklan yüzünden büyük bir olanak kaçınlıyordu. Türki­ ye toplumu belki de ilk ve son kez “sivil bir kadın” cumhurbaşkanı seçme şansını kullanamıyordu. Turgut Bey’in dillere destan sivilliğinin, aslında beden ölçülerine uygun askeri giysiler buluna- mamasından kaynaklandığını, en iyi Semra Hanım biliyordu. Turgut Bey, antimilitarist, antiemperyalist, anti- kapitalist ve antişovenist olmadan,

de-eğjşim ve dönüşüm rüzgarlarını

başlatan oydu! Değişim rüzgarları,

dönüşüm fırtınası sürmeliydi... Keşke,

Turgut Bey, ölmeden önce kendi yerini

alacak kişinin adını söyleyebilseydi.

ve toplumsal olaylar, pekala, görmez­ den gelinebilirdi. Çünkü ortada büyük bir değişim ve dönüşüm vardı. Ve bunu mutlaka sürdürmek gerekiyordu. Deği­ şim ve dönüşümü sürdürebilecek tek aday, pekala, Semra ÖzaPdır denilebi­ lirdi. Turgut Bey’in başarılan nasıl alkı- şlandıysa, Semra HanımTn başanlannı da alkışlayacak insanlar bulunabilirdi. Eski bir cumhurbaşkanının dul eşi ol­ ması bir dezavantaj mıydı? Hayır. Çün­ kü yüzyılın devrimlerine, kadınlann olağanüstü katkılarda bulunduklannı, artık herkes biliyordu.

Üstelik o, siyaset için yaratılmış bir kadındı. Konaklannın küçücük kızıyken de, konutun-köşkün hanıme- . fendisiyken de hep siyaset ateşiyle yanıp •tutuşmuştu. Bunu şimdi Turgut Bey’- den geriye kalanları toplarken daha iyi anlıyordu.

Söylemesi kolaydı, ama Turgut Bey’­ in on yıllık iktidar politikalannın “için­ de”, aldığı kararlann tam “ortasında” yaşamıştı. Nur içinde yatsın, onun dedi­ ği gibi, büyük transformasyonun ger­ çekleştirilmesine de, enf­ lasyonun geriletilmesine de kişisel katkısı olmuş­ tu.

urgut ö za l’dan sonra

gelecek cumhurbaşkanının

Özal damgasını taşıması

gerekmez miydi? Oysa

T urgut Bey’in ardından

durmaksızın gözyaşı

dökenlerden hiçbirinin

aklına Semra Özal

gelmiyor ve bu kaçırılan

fırsat Semra Hanım’ı için

için kırıyordu.

adamların övgülerinin de, yergilerinin de her zaman aşın olduğunu biliyordu. Ama hiç olmazsa, T urgut Bey'in arkası­ ndan o çok bilmişlikleriyle uyumlu, akıla şeyler söyleyebilirlerdi, örneğin en azından, yaşamlarında bir kerecik il­ keli da vramp^Aydınlanma çağından sa­ nayi devrimine, pozitivizmden iletişim çağına kadar tüm zamanların, gelmiş geçmiş en büyük değişim ve dönüşümcü­ sü” demeliydiler Turgüt Bey’e. En bü­ yük devrimci deyip, durup dururken üzerine dinozorlar saldırtmanın hiç ge­ reği yoktu.

Unutulan kahraman

Payını nasıl da

yadsıyorlardı!

mokrat olmayı başaran, çağımızın en­ der insanlanndan biriydi.

Onun ölümü büyük bir fırsattı, ama kulanılamadı. Turgut Bey’in arkası­ ndan “Çocuklara, gençlere, ülkenin tüm özgür insanlarına, Türkistan'dan Kür- distan’a, Kafkasya’dan, Balkaniar’a ka­ dar tüm halklara yazık oldu” diyenler, anlaşılan, kendisinden daha büyük bir aşkla seviyorlardı Turgut Bey’i.

Semra Hanım, bunları yazıp çizenle­ rin akıllarına kendisini getiremeyişleri­ ne içerliyor ve böyle bir aymazlık karşısında zaman zaman ölçüyü kaçırdığı da oluyordu. Bir yanda aalı yürekleri, bir yanda ülke ve bölge so­ runları varken, çocuklar belki de doğru dürüst düşüncmiyorlardı bile. Onlar da artık, kimsesiz birer öksüzdüler.

Kendisine soran yoktu, ama Semra Hanım düşünmeden edemiyordu. 6 Kasım 1983 tarihinden bu yana demok­ ratik rejim adına, her ölçüyü zorlayarak ve her değeri çiğneyerek gelişen siyasal

Keban'a, Atatürk Ba- rajı’na emeği geçmiş miydi, şimdi anımsamı­ yordu, ama. örneğin 24 Ocak ekonomik kararlarında büyük payı olduğu yadsınamazdı. Onca insanı doyurmak, onca insana çay, kahve, ay­ ran, gazoz yetiştirmek sanıldığından daha zor bir işti aslında.

Turgut Bey’le yıllar süren beraber­ likleri ona, her zaman her şeye hazırlıklı olma gerektiğini de öğretmişti. Ameli­ yatlar, suikastlar, hastalıklar, biten dostluklar, kökleşen düşmanlar ve se­ çim yenilgileri Semra Hanım’a, her za­ man. günün birinde kendisine de görev düşebileceğini düşündürmüştü. Bir gün onun da başına gelebilecek siyaset işleri­ nin inceliklerini, daha önceden öğren­ mesinde ne sakınca olabilirdi ki?Turgut Bey, “Siyasetin zor bir iş olduğunu” her zaman söylerdi, hatta bir keresinde “Ai­ lemiz, çocuklarımız hepsi tehlike içinde, hepsi hakkında akıl almaz iftiralar yapılıyor” dediğini anımsıyordu şimdi. Ama bu, siyasetten uzak durun anlamı­ na gelmiyordu. ’

Semra Hanım, siyasetin ilk çetin

Bunca gürültü patırtı arasında onun bir kahraman olduğunu da unutmuş­ lardı. O eskimiş ve yıpranmış gövdesine hiç aldırmadan; değişimi göze alan, dö­ nüşümü savunan, yenileşmeden kork­ mayan, yükselen değerlerin peşinden koşan, tabulara başkaldıran bir kahra­ mandı. övgülerinde. Turgut Bey'in bu en önemli yanı da yoktu. Parayla tutul­ muş cenaze ağlayıcılarına benziyor­ lardı.

Semra Hanım, böylesine kutsal bir ölünün ardından, geriye dönüp bakma­ nın, ölü evi toplamanın dayanılmaz ağırlığını duyumsadı. Her anından ola­ ğanüstü tat aldığı, büyük doyumlara ulaştığı son on yılı yeniden yaşamak is­ tiyordu. Boy aynasındaki yalnızlığıyla bir kez daha yüz yüze geldi. O büyük değişim günlerinin, o müthiş dönüşüm yıllarının heyecanı dayanılacak gibi de­ ğildi.

Turgut Bey’le el ele başladıkları bü­ yük yürüyüşte, onun ölümüyle verilen bu uzun mola, belki de Semra Hanım için bulunmaz bir fırsat olacaktı.

Semra Hanım, geçtiği yollardan geri­ ye dönüp bakmamanın yararına inanı­ yordu. Değişim ve dönüşüm günlerini yeniden kucaklıyor, o güzel günlerin kokusunu yeniden duyar gibi oluyordu.

Elleri boştu, ama iri ve ağır damlalı nisan rüzgarı şimdi, onun yüzünde do­ laşıyordu.

Y arın :

Ah Kem

a lin ah!

(2)

12

DİZİ YAZI

Ah Kemalizm ah

+

T u rg u t Bey’in A ta tü rk ’ü eleştirmesini ve

laiklik karşıtlarına ‘yeşil ışık’ yakm asını ‘politik

kurnazlık’ sanıyordu Semra H anım

T u r g u t Ö z al

K em alizm den geçeli

ço k oluyordu ve

A ta tü rkçü lü k ’e de

bir türlü

ısınam am ıştı. A m a

S em ra H anım öyle

m iydi? O, kocasının

A ta tü r k ’ü

eleştirm esin i hep

değişim ve

dönüşüm

rüzgarlarının

esm esini

sağlayacak ‘k ü ç ü k

oyunlar ’ sanıyordu.

-

2

-Semra Hanım, evde son sözün, her zaman Tur­

gut Bey tarafından söylendiğini hiç unutmadı.

Yıllar her şeyi değiştiriyor, zaman her şeyi değişti­ rip dönüştürüyordu, am a son söz hakkına ilişkin, Turgut Bey’in öncelik hakkı olduğu gibi duru­ yordu. Onun siyasete atılma ve siyasetten vazgeç­ me kararlarının açıklanmasında da son söz yine Turgut Bey’in olmuştu. Evdeki son söz hakkı, sü­ reç içinde, ülkede son söz hakkına dönüşürken, Semra Hanım, Turgut Bey’i imrenerek ve biraz da kıskanarak izlemişti.

G ünü geldiğinde; Turgut Bey, eşinin “partiyi”, kendisinin de “ülkeyi” kurtarmak zorunda kala­ caklarını açık seçik anlayacaktı. Hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen bir devrimi ger­ çekleştirecekti. K adınlara oy hakkı vermenin, şimdiye dek hiçbir yaran olmamıştı. Oy veriyor­ lar, seçilebiliyorlardı ama, erkek millet baskısı­ ndan yine de inim inim inlemekten kurtulamıyor- lardı.

First Lady’lik düşü

Turgut Bey’e göre Semra Hamm’ın, Cumhur- başkanı’nın eşi, bir fırst lady olarak, partinin bir il başkanı sıfatıyla siyasete atılmasında hiçbir mahzur yoktu. Tam tersine bu. ülkede yaşanan köklü değişimi anlatırdı. Çağ atlamanın tek başı­ na kanıtıdır, bile denilebilirdi.

Ülkenin bir numaralı kçltuğuna giden o zorlu

ve çileli yolda Turgut Bey’in yanında, her zaman,

bir tek kişi, Semra Hanım vardı. O “Bunca yıldır

sağlığıyla, giyimiyle, ilacıyla ve her türlü ihtiyacıy­ la meşgul olmuştu” Turgut Bey’in. Turgut Bey

gibi, yenileşmeden yana bir siyaset adamının böylesine yakınında olmak, doğrudan siyasetin içinde olmak demekti. Bunun böyle olduğunu, sonradan, nasıl olsa herkes anlayacaktı.

Semra Hanım aslında, başlangıçtan beri, hep siyaset yapıyordu.

6 Kasım 1983 seçimleri A NAP’m başarısıyla sonuçlanmıştı, ama seçimden bir gün önce yaptığı konuşmada Turgut Bey’i “daha şimdiden

yalancılıkla” suçlayan Evren Paşa'nın, hükümeti

kurma görevini, ona vermeyeceği kanısı yay­ gınlaşmıştı. Semra Hanım, partinin de anası ol­ duğunu, o zor günlerde kanıtlayacaktı. Turgut Bey’e Evren Paşa’yı kucaklayıp, şöyle güzelce öp­ mesini salık verecekti. Herkesin korkudan tir tir titrediği günlerde Semra Hanım, çözüm üretiyor; sevgili eşini Evren’in kollarına atarak, seçim zafe­ rini barışçı bir görüntüyle süslüyordu. O günleri anımsayan bazı partililer, “Hanımefendi olma­

saydı, Özal Köşk’e çıkamazdı” diyecek kadar

abartmişlardı bu işi.

Semra Hanım’a göre ise bu. bir başarı değil, kan kocanın birbirlerinin eksikliklerini tamamla- m alan konusunda sadece, güzel bir örnekti.

Siyaset bir anlamda, sezgi demekti. Öncelikle neyi, nerede ne zaman söyleyeceğini sezinleyebil­ mek güdüsüydü, siyaset. Aklında hayalinde

ülke-işiydi bütün bunlar, ona göre. O, Büyük Ekim Devrimi’nin 67. yılı kutlam alanna erkeksi bir dö­ piyes ile katılmış, beyaz ipek bluzu ve siyah papyonu ile hem kendisinin liberalliğini, hem de partisinin çağdaşlığını anlatmak istemişti. Anla­ mak isteyenlere tabi. Turgut Bey, greyfurt suyu içerken, o, düşman çatlatırcasma iki bardak vot­ ka Sim im of yuvarlamıştı.

Şimdi, büyük acısından arta kalanları toplar­ ken, eski günlere sığınmanın direncini arttıra­ cağını düşündü, Semra Hanım. İktidarlarının ilk yılları, yalıtılmış bir an gibi gözünün önünde do­ nuklaştı. Sanki her anı yansıtan koskoca bir fo­ toğrafın içindeydi. O günlerin keyfinin bir başka olduğunu duyumsadı.

Liderimiz Hamfendidir...

Semra Hamm’ın siyasi konuşmaları ya da o dönemdeki “fikri beyanları” herkesi şaşırtıyor, kimilerine çok garip ve anlamsız gelmesine karşın, kimileri çok ilginç ve anlam yüklü düşün­ celeri olduğunu söylüyorlardı. Semra H anım ’ın konuşmalarını ilginç bulanlar, onun değişik bir siyaset kadını olduğunu söyleyenler, sonuna

ka-haberde Semra Hanım’m davranışları, ankete katılanlarm yüzde 72’since olumsuz karşılanıyor­ du. Anket sonuçlan, magazin basınında Ahu

Tuğba ve Emel Sayın’ın ardından üçüncülüğü ka­

pan Zeynep Özal’ın, ailenin en çok tepki duyulan ikinci kişisi olduğunu gösteriyordu. Hülya Avşar,

Bülent Ersoy gibi devlere nal toplatan Zeynep,

annesinin önüne geçemiyordu.

Özalların en çok tepki alan, en çok eleştirilen kişisi ne yazık ki Semra Hanım’dı.

Semra Hanım aldırmıyor, güleç bir yüzle, tarih boyunca hep meyveli ağaçların taşlandığını söy­ lüyordu.

Balmumcu Çiftliği’nin içinde küçük bir ev... Kışlazade Parkı’nın yanında büyük bir konak... Semra Özal, o küçük evde doğmuş, o büyük ko­ nakta büyümüştü. “Osmanlı Sarayı’na hizmet et­

miş bir ailenin kızısınız..” sözleriyle başlayan so­

runun tamamlanmasını beklemeden bir solukta

“Evet” diyordu, Semra Hanım:

“Evet, babamın babası Balmumcu Çifüiği’nin sahibi. Beşiktaş’ta, hala Balmumcu durağı vardır. Babamın babası sarayda tablekarbaşı imiş. Anne­ min hem babası, hem de dedesi sarayda. Annemin dedesi nıüstantik. Daha büyük dedesi ise saray nazırı imiş. Onları tabii ben bilmiyorum. Annemin

mesi gerektiğini, dayanılmaz acılar arasında öğ­ renecekti. Yakın çevresine kazayı anlatırken, fi­ nali, hiç kimseye hatta T urgut Bey’e bile güvenil­ meyeceğim vurgulayarak yapıyordu.

Siyaset; hasta, yaralı dinlemiyordu. Lösemili çocukların tedavisi için İstanbul Ç apa’da açılan kliniğin onur konuğuydu, gitmese olmazdı. Gitti. Kürsüye doğru yürüdü, m ikrofonun önüne gelip durdu. Minervalı boynunu ileriye doğru uzatıp, sözlerine “Konuşacak pek halim yok” diye baş­ ladı ve “Hepinize, saygdar, sevgiler” diyerek, bel­ ki de tarihin en kısa söylevini verdi.

Semra Hanım, evliliklerinin 31. yıldönümünü kutlarken, Turgut Bey’in ülkenin, hatta bölgenin tüm sorunlarını çözecek değişim ve dönüşüm gü­ cüne eriştiğinden, adı gibi emindi. O gün, Başba­ kanlık K onutu’nun Beyaz Salonu’nda, pas­ tasının mumlarını üflerken ve hiç gereği yokken,

“Biz hiç mutsuz olmadık” diye küçük bir yalan

söylemişti. Oysa töreni izleyen gazeteciler, biraz önce Semra Hanım’ın kapı aralığından yükselen sesini duyup, duymazlıktan gelmişlerdi. O gün, 1 Haziran 1985, saat 22.15’te özel kalem müdiresi ve her şeyi Sevinç Toğman’ın kolunda Beyaz Sa- lon’a girerken, herkesin gözü önünde Turgut Bey’i bir kez daha haşlamış “Beni niçin odamdan

almadın?” diye sormuştu.

Hacıyım ama içerim

Dini siyasete alet eden, kim olursa olsun, çok bozuluyordu. Duyurulanlar doğru ise, antilaik tutum lara yeşil ışık yakması nedeniyle Turgut Bey’i sık sık uyanyor, azarlıyor, hatta küçük çapta tartışmalar çıkarıyordu. Ona göre “laikliğin

tanımını çok iyi yapmak gerekiyordu. Hiç kimseye baskıyla ne soyun, ne giyin denilemezdi.” Tür­

banın, tesettürün siyasal sorun olduğu bir ortam ­ da, soyunmaktan söz etmesi bazılarını çileden çı­ karıyordu. Semra Hanım aldırmıyor, “Hacı ol­

duğumu biliyorsunuz, ama içkimi de içiyorum”

sözleriyle tartışmayı noktalıyor, çevresindeki yo­ bazları çileden çıkarıyordu. Acı tatlı, bunca yıl süren beraberliklerinde Turgut Bey’e her şeyi ile inanmıştı. Onun bir tek sözü ile canını bile verebi­ lirdi, ama din konusundaki çelişkilerine oldum olası akıl erdirememişti. Turgut Bey’in, bu konu­ da kendisinden bir şey sakladığı kuşkusunu üze­ rinden hiç atamamıştı. Önce güzel güzel, “Ben

Müslümanın?, devlet laik” diyor; sonra “Üç beş kız türban taktı diye, Türkiye ne ileri, ne de geri gi­ der” diyordu. Ancak Turgut Bey, buraya kadar

doğruyu söylüyor; iş uygulamaya geldiğinde ağırlığını türbancılardan yana koyup, karşı olan­ lar için tedbirler alıyordu. Semra H anım ’ın, “İna­

nanlara saygısı vardı, ama inananların arasına bir­ takım garip kıyafetlerle sızıp, dini siyasete alet edenlerle sonuna kadar mücadelede kararlıydı.”

Bu kural Turgut Bey’in kardeşleri için de ge- çerliydi; onlardan uzak duruyor, onlan “Aynı

doğrultuda olmadığımız kesin. O yüzden beni sev­ miyor olabilirler, hoşlanmıyor olabilirler. Benimle beraber olmamak için köşke gelmiyor olabilirler,

S

'em ra Ö zal, oldu olası,

Turgut B e y ’in evde de,

siyasette de, kendisinin

siyasete atılm ası y a da geri

çekilm esinde de son sözü

söylem esine alışmış; bu

alışkanlıkla onun aldığı

kararlara boyun eğerken, bir

yandan da im renip

k ısk a n m a k tan geri

kalm am ıştı.

nin siyasal yazgısını elinde tutan İstanbul’un A N A P İl Başkanlığı’na gelmek gibi şeyler hiç yokken, doğrusu böyle şeyleri düşünmeye cesaret bile edemezken; siyasal gücün ne olduğunu sezdi.

50. yaş günü kutlanırken, kendisinin de bir si­ yaset kadını olması durumunda yeni yaşamının, ne kadar renkleneceğini düşünmüş, tanımsız do­ yumlara ulaşmıştı.

Basının ‘Love Story’si

Gazeteler, yaş günü kutlama haberini “Love

Story’li Doğum Günü Dansı" başlığıyla fotoğraflı

olarak yayımlamışlardı. Hiç soran eden ol­ mamıştı, ama haber oğlak burcu kadınlarının özellikleriyle zenginleştirilmişti. Vallahi yaman şeylerdi bu çocuklar. Onların sayesinde halk onunla, eşiyle, yaşıyla, burcuyla kısaca, her şeyiy­ le ilgilenmeye başlamıştı. Turgut Bey’in aksine, seviyordu bu çocukları. Semra Hanım, 50. yaş günü haberini okuduktan sonra gazetecilerin önemini ilk kez anlayacak ve bir daha hiç unut­ mayacaktı. Ve o günden sonra tezgahından; nice gazeteciler geçecekti. Gazeteciliği öylesine seve­ cek ve benimseyecekti ki. mesleği sorulduğunda hızım alamayıp, vakfının gazetesinde “başya­

zarlık” yaptığını bile söyleyecekti.

Semra Özal. siyaseti sevdiğini söylerken, taa

1984’ün İlkyazı’nda “kadere inanmadığı, tesadüf­

lere inandığı” gibi garip bir açıklamaya gerek

duyuyordu. Yazgıya inanmamak, rastlantıya inanmak, biraz tuhaf bir gerçekçilikti. Semra Hanım, şu sözleriyle, belki de. siyasetin soyut yanını vurguluyordu. Soyut ya da somut; o si­ yaseti çok seviyor ve bunu saklamıyordu. “Aslı­

nda siyaseti seviyorum, çünkü siyaset benim mi­ zacıma uyuyor. Gayet hareketli, insanı canlı tutan bir hadise” diyordu. Sözlerinde en küçük bir ya­

paylık yoktu. Zayıflamak için spor yapan, ancak sporu sevdiğini söyleyen yalancı tombul kadınla­ ra hiç benzemiyordu. Siyaset derken, sürekli göz­ lerinin içi gülüyordu.

Türkiye’de siyasetten ne anlamak gerekiyorsa, Semra Hanım da siyaseti öyle anlıyordu. “Mesa-

la, örneğin” diye söze başlayıp. “Hayatında hiç komünist bir insanla karşılaşmadığını” övüne

övüne anlatıyordu. Ya da F.Alman Maliye Ba­ kanı Mathofer’dan söz ederken “Ailecek görüşü­

rüz” demeyi ihmal etmiyordu.

Yalın ve mahzun

Bu kadar yalın bir kadın olmasına rağmen, onu üzen, derinden yaralayan şeyler vardı. “Örne­

ğin. mesela” Türkiye’de Evrenizm veya A N AP’ta

Özalizm gibi şeylerin konuşulmasına çok üzülü­ yordu.

Yok efendim partileri, A NAP Kapıkullan’- ndan, Yeniçeriler’den ve Sipahilerden oluşuyor­ muş. Yok efendim, parti değil, şirketmiş. Yok efendim hanedanmış, prenslermiş. Aklın alacağı şey değildi bunlar. Konutçulan, ülkücüleri, mu­ kaddesatçıları, sosyal demokratlan, kırat sem- patizanlan, liberalleri, aksaçlılan ile koskoca bir partide, nasıl böyle şeyler olabilirdi. AN AP’a ge­ rici damgası vurulmasına çalışan bazı çevrelerin

t

t

50

yaşgünüyle ilgili haberleri okuduğu anda, basının

gücünü kavradı S em ra Ö zal. A rtık , tezgahından geçen

gazetecilerin haddi hesabı olm ayacak ve kendisi de m esleğini

soranlara, ‘P a p a ty a la rıy la ünlenen vakfının gazetesinde

'ba şya za r ’ olduğunu söyleyecekti.

dar onunla birlikte yürüdüler, yükseldiler, ilerle- babasl vali olarak vefat etti. Onun babası da saray diler. Ne vardı yani, dobra dobra konuşan bir

kadındı, her şeyden önce. Pat diye söylüyor, dü­ şündüğünü evirip çevinneden anlatıyordu. K o­ casının yanında onun terini silmek, çamaşınnı değiştirmek için değil, bal gibi siyaset yapmak için dolaşıyordu. Başkaları gibi değildi, değişik bir havası vardı. Bu gerçeği yıllar sonra ilk kez Kapıkullarından, Ankara Milletvekili Rıfat Di­

ker görecek, “Bizim liderimiz Semra Özal Hanımefendidir” diyecekti. Talat Zengin’iıı “Par­ timizde milletvekillerinin Semra Hanım kadar et­ kili olduğunu söylemek zavallılık olur” açıklaması

daha gerçekçi bulunacaktı.

Saraylılık özlemleri

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en popüler başba­ kan eşi olarak sivrilen Semra Hanım’ın davranış ve sözleri anketlere konu ediliyordu. Örneğin, bu anket sonuçlarına dayanılarak yayımlanan bir

dan geldiği için, dedemi Mekteb-i Mülkiye’de okutmuşlar. Böyle bir saray yakınlığımız var.”

Böylece kendisini Osmanlı Sarayı’ndan geldik­ lerine inandıran Semra özal, ister istemez tarihi çok seviyordu. Tarihi yerleri de. Sait Halim Paşa Yalısı’na tutkunluğunun nedeni buydu.

1985 yılını boynunda minervasıyla (boyunluk) karşılıyordu, Semra Hanım. Özel falcısına göre, sonu tek sayı ile biten yıllarda, oğlak kadınlan yakalarını olumsuzluklardan, uğursuzluklardan kurtaramıyorlardı. Kendi deyişi ile “Verdiği sa­

dakalar, yaptığı hayırlar onu koruyordu, ama yine de kem gözlerin nazarından kurtulamıyordu.”

Parlamento Muhabirleri Derneği’nin yıllık balo­ sundan dönerken, gece yansı atlattıktan trafik kazasında, Turgut Bey tehlikeyi daha önceden fark etmiş ve kapıya tutunmuştu, o ise, hiçbir yere tutunamamış, başını cama çarpmıştı. Çünkü Turgut Bey, Semra Hanım’ı uyarmamıştı. İnsanın kendisinden başka hiç kimseye

güvenme-_

rsmanlı Sarayı’na

yakınlığına kendisini inandırmış

olduğu kadar, çevresini de

Özalların çok mutlu bir aile

olduğuna inandırmıştı Sem ra

Hanım. Öyle ki, Turgut B e y ’i

azarladığında, çevrede

bulunanlar kulaklarını tıkayıp,

buküçük sürtüşmeyi

duymuyorlardı!

bu normal bir şeydir” sözleriyle uzak tutuyordu.

Turgut Bey, Kemalizm’den çoktan vazgeçmiş, Atatürkçülüğe de bir türlü ısınamamıştı ama, Semra Hanım, çok şükür, öyle değildi. Turgut Bey’in Atatürkçülükten yan çizmesini, değişim ve dönüşüm sürecinin küçük bir kurnazlığı ola­ rak görüyordu.

Türkiye’nin sömürge bir ülke olmasının önün­ deki en büyük engelin. Mustafa Kemal’in tutuş­ turduğu bağımsızlık geleneği olduğunu biliyor­ du. Danışmanları Turgut Bey’in kulağına, Ata­ türk’ün yanlışlarından söz ederek, bu tabunun üstüne gitmesi gerektiğini fısıldamışlardı. Bir darbenin ürünü olarak 55 yaşından sonra siyase­ te atılıp, öne fırlamanın başka çaresi yoktu. Ata­ türk’ün eleştirilmesi başka, onun A tatürk’ü eleş­ tirmesi çok başka bir şeydi.

Şıklık ve zarafette üçüncü...

1985, Semra Hanım için bir kabus yılı oldu. Okutuyor, üfletiyor, ama beladan kurtulamıyor- du. Minervasının üstüne kem gözler için koca­ man bir nazar boncuğu taktı. Mavi boncuk, be­ yaz boyunluk ve Semra Hanım 'ın pembe teni üzerinde müthiş bir uyum sağlamıştı. Miner- vanın Semra H anım ’a yakıştığını, ona entel bir hava verdiğini söyleyenler bile çıktı.

Bir haber ajansı, yapılacak başka iş yokmuş gibi “şıklık, zarafet ve eşini temsil yeteneği” gibi ipe sapa gelmez konularda bir anket düzenledi. Şıklıkta Dilek Cindoruk, zarafette Mevhibe İnö­

nü, temsil yeteneğinde Nazmiye Demirel ilk sıra­

lan paylaştılar. Semra Hanım, her üç dalda, an­ cak üçüncü olabildi. Bu, o yılın ikinci düş kınklığıydı.

Semra Hanım, bir yandan üzülüyor, bir yan­ dan da şaşırıyordu. Anketler, ailenin en sevilen kişisinin Efe olduğunu gösteriyordu. Bacak ka­ dar çocuktu Efe... Kızıyordu üstelik... Çünkü ai­ lenin en sevilmeyen kişileri arasında, ilk sırada kendisi vardı.

Anket sonuçlan, yazılı basında günlerce işlen­ di. Bir yorumcu. Özal ailesini A N A P’ın da­ yandığı sınıf açısından değerlendirirken, aslında değişim ve dönüşümün boyutlannı anlatıyordu:

“özenti ve gösterişin egemen olduğu orta sınıf yaşam tarzının kalıplarını bir türlü aşamıyor, tu­ zaklara gönüllü düşüyor, yangına körükle gidiyor, şöhret yanılmasının kadehlerinden uzak duramı­ yorlar. Özalların, Türk orta sınıfına hem çok cazip hem de çok itici gelen bir özellikleri var: Onlara çok benziyorlar. Kültür düzeyleri, beğenileri, özen­ tileri tastamam aynı. Zeki iVİürcn ya da Ajda Pek- kan’la yan yana resim çektirmek. Pahalı yerlerden giyinip kuşanmak. Alışveriş tutkunu olmak. Lüks arabalarda fiyaka satmak. Eğlence deyince de akı­ llarına hep aynı şeyler geliyor:

Yemek, gazino, festival.

Kitaplarla, fikirlerle araları pek hoş değil. Gaze­ telerden en çok, kendi resimlerini çarşaf çarşaf yayımlayan haftalık dedikodu gazetelerini seviyor­ lar. Kalıptan şikayetleri yok, oyundan şikayetleri yok. İşler onlardan yana gittiği sürece...” (Haluk

Şahin, N okta, 21 Temmuz 1985)

(3)

12

DİZİ YAZI

B u k a d ın d a iş v a r !..

Semra’sının; ANAP’ı, Zeynep-Asım’ın Jaguar’ım ve Efe’nin ‘olmayan dikili ağaçlarım'

cansiperane savunması, Turgut Bey’in gözünden kaçamazdı

E R B İ L T U Ş A L P

D

avulcu Asım ’la sosyetenin

gözdesi Zeynep’e ‘e\4ilik

armağanı ’olarak sunulan Jaguar ’ın

yankıları bir yandan, ‘minik ’ Efe ’nin

şirket ortaklıkları bir yandan,

Papatyalar’ın Sait Halim Paşa Yalısı

ve Hasbahçe ‘cümbüşleri’ bir yandan

geliyor ve bunlara bir de A N A P ’a

yönelik suçlamalar ekleniyordu.

Ç

k J onunda ‘canına tak eden ’ Semra

Özal, kaleme sarılıp, A N A P ’a

veryansın eden bir okur mektubuna

‘cevabi’ bir okur mektubu döşenecek,

böylelikle de 1986yılının ‘siyasi kari­

yerinin miladı olmasına yol açacaktı;

-

3

-Semra Özal’ın adı, o uğursuz 1985’in ikinci yansında, artık “Sultan”dı. Sul­ tan dedikleri, entrikalanyla ünlü Kösem Sultan’dı.

590’ını kadm lann oluşturduğu, 1000 kişiyi kapsayan yeni bir anket, Özallan çileden çıkaracaktı.

A nket sorulan, bu sefer de Yıldız Sa- rayı’nın Hasbahçesi’nde Semra H anım ’ın himayelerinde düzenlenen balonun yarattığı olumsuzluklar üze­ rinde yoğunlaşıyordu. Oysa Semra Hanım 'm , konuklarına, Osmanlı İm- paratorluğu’nun ihtişam gecelerinden birini yaşatmaktan başka bir amacı yoktu. Doğal olarak ve elbette, başkanı bulunduğu Türk Kadınını Güçlendir­ me ve Tanıtma Vakfı’nın kasalanna milyonlar akacaktı.

Semra Hanım’m o günlerden anım ­ sayabildiği, anketler, akıl almaz sorular ve bunaltıcı yanıtlardı.

Kırmızı saçlı bir adam, durmadan anketler yapıyor, gazeteler, dergiler, sayılarla anlatılan bu yalanlan ya­ yımlayarak, birbirleriyle yanşıyorlardı. Son anketin sonuçlan bir felaketti.

Ankete katılanlar büyük çoğunluğu, “Sultan Haovtı'ın artık sevilmediğini” söylüyorlardı. 900 denek, Semra Hanıği’ın “ sürekli ön planda oluşunu” eleştirıyor.-758'ı “başbakan eşi olmasını ölçüsüzce kullanmasından” yakınıyor­ du. Semra Hanım’ın tavıriannı “itici” bulanlann sayısı 630. “ korkunç bulan­ lar” ise 265’ti.

“Giyim ve kuşam” konusunda da olumsuz sonuçlan vardı anketin. 584

T

JL u rg u tO za l’ın

indinde, Semra H anım

artık bir ‘siyaset

kadını ’dır. Çünkü;

yalanın siyasetteki

geçerliliğini çok kısa

sürede ve açık seçik

kavramış; suçlamaları

yalanlamayı, yerinde

susup, yerinde

konuşmayı da

öğrenmişti.

kişi, Semra Özal’ın giyim kuşam be­ ğenisini “çok masraflı”, 335 kişi ise “ aşırı özentili” buluyordu. 1000 kişiden 737’si Semra Hanım’m “ne demek çalı­ şmalarını, ne rahatlığım ve ne de popüler­ liğini” onaylamıyordu.

Her anketten sonra yapılan, Hasbah­ çe geceleri anketinden sonra da yapıldı. Sonuçlar, ünlü toplum bilimci Prof. Emre Kongar’ın yorumuna sunuldu. K itaplannın arasından başını kaldırıp çevresine bakmayan Prof. Kongar, el­ bette, ülkede yaşanan değişim ve dönü­ şüm ün ayırdında değildi. Ve bu nedenle de Semra Özal’la ilgili ciddi kuşkulan vardı. D urup durup, “Tek korkum, si­ yasal nüfuz açısından kantarın topunu kaçırmasıdır” diyordu.

Süreç içinde kantarın topu öylesine kaçacak, öylesine kaçacaktı ki, olaylar Turgut Bey’in siyasal kariyerini sars­ maya yönelecek, başarılarını gölgeleye­ cekti. Prof. Emre K ongar’ın “ Sayın Ba­ yan Semra Özal, kamuoyunda siyasete fazla müdahaleci ve hele Sayın Başba­ k anın siyasal ilişkileri açısından egemen bir görüntü yaratırsa bu, Türk kadınının aktif olmasını yargılayanların eline bü­ yük koz verir...” biçimiyle özetlediği gö­ rüşü, tüm toplumca, yaşanarak öğre­ nilecekti.

Dizginler Baba Ö zal’da...

Açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kö- • tüyü uyarısıyla başlayan rö­

vanşını alacaktı Semra Hanım. Siyaset adamı olmak için, genci başkan, başba­ kan olmak için, ille de bir askeri darbe mi beklemek, ille fırsat kollamak mı lazımdı, yani...

Özal ailesinin olağandışı tutumu, si­ yasal alanda da olumsuzluklara yol açı- or, ara rejimin kolaylıklarından yarar- anarak iktidara gelen ANAP, hızla oy kaybediyordu. Son seçimde oylann yüzde 50’sini alan AN AP’ın “yarın se­ çim yapılsa” anketlerinden aldığı so­ nuçlarla, oy oranı yüzde 34’lere kadar düşmüştü. G ün gelecek, bu oran bile yüksek sayılacak. beceriksiz ellerde par­ ti, mum gibi eriyip gidecekti.

Ok yaydan çıkmıştı. Başbakan Tur­ gut Özal’ın aile çevresindeki olumsuz

gelişmelere el koyduğunu gazeteler, “ Dizginler Baba Özal’m elinde” başlığıyla duyuruyorlardı. Semra Hanım, bir elinde püro, bir elinde içki kadehi ile ortalıklarda dolaşmayacak, defilelerde mankenlik yapmayacaktı. En önemlisi Zeynep’in evliliğiydi. Parti­ nin yetkili organlarınca “ Davulcu, bu- tikçi, diskotekçi dam at” istenmiyordu. Zeynep, ya evlendirilmen ya da Ameri­ ka’daki ağabeyi Ahm et’in yanma gön­ derilmeliydi. Evlendirilmesi konusun­ da, devletin her türlü imkanından ya­ rarlanılabilirdi.

Küçük H anım ’m festivallere

katıl-tanık bulamadığı için ancak “ Allah şa- hidimdir ki böyle bir olay yoktur” diye­ biliyordu. Zeynep ile Asım bu olayda masumdular. Annesine göre Efe’nin de “hiçbir şirket, firma ve kuruluşla hiçbir şekilde ilişkisi yoktu.”

Turgut Bey bu açıklamayı okuduk­ tan sonra da “ Bu kadında iş var” diye­ cekti. Vizyonu olan bir siyaset adamıydı, ileriyi görebiliyor ve ona göre düşünüyordu. Semra Hanım, hiç ayırdında değildi ama, iç siyasete gün geçtikçe uyum sağlıyordu. Suçlama­ ların altında ezilmiyor, paniklemiyor­ du. En azından “ yok” ya da “hayır”

di-çevreyi. Semra Hanım, kendisine ve ai­ lesine yöneltilen suçlamaları “ Yalnız beni üzen, yüce parlamentonun bu gibi uydurma dedikodularla meşgul edilmesi­ dir” diyerek göğüslüyor ve bundan son­ ra böyle şeyleri iplemeyeceğini vurgulu­ yordu.

Semra Hanım, siyasetteki hal ve gidi­ şinden tam not alıyor, her gün biraz daha siyasetin kucağına koşuyordu. Semra H anım ’m anladığı kadarıyla, si­ yaset demek karalama, suçlama ve göz­ dağı vermek demekti. O da zaten bunu peşinen kabullenmişti. Suçlamaların tü­ münün yanıtı vardı ama, bir siyaset kadını olarak, susması gerektiği söy­ leniyordu ona. Şu vakıf için yaptıklarım görmeden, vakfın hizmetlerini bilme­ den yapılan suçlamalara yanıt vereme­ mekten kurdeşen dökmüştü.

“ T ürk Kadınını Güçlendirme Vakfı, yurtdışında nerelerde, ne zaman şube açmışmış? Vakıflar Genel M üdürlüğü­ nden, izin alınmış mıymış? Vakıf genel merkezi, yurtiçi ve yurtdışı şubeleri teftiş edilmiş miymiş? Kimlerden, ne kadar bağış alınmışmış? Şubelerin gelir giderle­ ri ve faaliyetleri neymiş?” diye saçma sa­ pan sorularla başlayan soru önergesi Meclis Başkanlığında duruyordu. Semra H anım ’ın gönlünde, bu sorulara Meclis kürsüsünden yanıt vermek gibi bir aslan yatıyordu:

“ Vakfın Suudi Arabistan’da şubesi var mıdır, varsa açılmasında o ülkenin izni alınmış mıdır?

M asraflı terzi: M überra

Vakıf başkanı Semra Özal’ın özel ter­ zisi Müberra Karui tüm yurt gezilerine Semra Özal ile birlikte gitmektedir. Bu terzi hanımın masraflarını kim karşıla­ maktadır? Bu hanımın yıllık kazancı ve ödediği vergi m iktan nedir?

ANAP buroşürleri gönderilmiş midir? Yurtiçi şubelerinin bulunduğu iller­ de, vali eşleri vakfın resmi veya fahri gö­ revlisi midir?”

Semra Hanım yıllar sonra, o tartı­ şmak günlere döndü ve bir an “ Meclis’- in kürsüsüne çıktığını” ve bu soruların tümüne “ evet” diye yanıt verdiğini dü­ şündü. D am arlannda keyifli bir sıcaklık duyumsadı. Keşke daha gerçekçi davranıp, Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı’nın, partinin kadın kollan gibi çalıştığını söyleseydi. “ Meclis’e girer­ sem 40 kadınla girerim” deseydi. “Seçim öncesi zam yapacak kadar enayi deği­ lim” diyen bir ekolden geldiğini göste­ rip; keşke “ Vakıf üyelerini Meclis’e so­ kacak kadar aptal değilim” deseydi. De­ ğişim ve dönüşümden yana olanlar, nasıl olsa avuçları patlayıncaya kadar alkışlarlardı Semra H anım ’ı. Ayak dire- yenlerse en azından “ ne erkek kadın­ mış” derlerdi.

Devlet size muhtaç...________

1987 yılında, aklı selim sahibi kişile­ rin yadsıyamayacağı işler başardı Sem­ ra Hanım. 1987’de siyasete daha çok ısındı ve yakınlık duydu. Turgut Bey’in by pass’lı sağlık sorunu ile ilgilendiği öl­ çüde, ordu:siyaset ilişkilerinin düzen­ lenmesi, M İT’in sivilleştirilmesi gibi iş­ lerle de alakadar oldu. Yine Houston ve yine hastane, doktor, ilaç ve ameliyat. Elbette Türkiye’den H ouston’a göç eden çekirge sürüsü. Tümü, yine, o yakın çevreden.

“ Cumhurbaşkanı olabilirim de, olma­ yabilirim de” hesaplan yapan Turgut Bey, ciddi bir sağlık sorunu ile karşı karşıyaydı. Köşke tam sağlıklı çıkmak istiyordu. Kontrol için diye gittiği ABD’de bıçağın altına yatm aktan kur- tulamıyordu. Ameliyathanenin önün­ de, herkes gözyaşını içine akıtıyordu. Semra H anım ’ın perişan durum u içler acısıydı. Sinek uçsa, kanat sesinin du­ yulacağı bir sessizlik vardı. Ama sinek yoktu. Çekirgelerin istilasına uğrayan hastanenin tüm sinekleri başka yerlere gitmişlerdi. Özal hükümetlerinde daha sonra bakanlık koltuğuna oturacak ve elbette adı çeşitli skandallara karışacak, yüksek düzeyde bir bürokrat, sessizliği bozmayı göze alarak, Semra H anım ’ın kulağına doğru eğildi. Duyduklarını önce anlayamadı. Anladıktan sonra da inanamadı.

Dikleştir başını Semra!

T,

_

ürk Kadınım Korum a V akfının şemsiyesi altında güçlenen

Papatyaları ’n a ‘‘meclise girmeye hazırlanın” buyruğunu verdiğinde, y ıl 1988 ’di.

Ve; Sem ra H anım , oğlu A hm et ile ‘kayınbirader’ Y u su fu kapıp, soluğu Hac ’da

aldı. İslam ülkelerinin desteğini sağlam ak hacılıktan geçm ez miydi?

î

ması da yasaklanıyordu. Bundan böyle Efe’ye, pahalı armağanlar alınmaya­ cak, İstanbul’a gidildiğinde Sherton’un kral dairesinde kalınmayacaktı.

1986, Semra H anım ’m siyasette ilk somut çıkışlarını yaptığı yıl olarak parti tarihine geçti. Vakıf işlerinde önemli ilerlemeler gerçekleştiriyor, kendini eleştirenleri bir kenara not ediyordu. İlk önemli çıkışını “Ne yapsak kusur bu­ lunuyor” sözleriyle yaptı.

Zeynep ile Asım’m neden olduklan Jaguar olayı, Efe’nin şirket ortaklıkları, Sait H alim Paşa Yalısı, H asbahçe ve vakıf gibi nedenlerle üstüne üstüne ge­ lenler karşısında, artık o da susmaya­ caktı. Eleştirilerin önünü almak için bir gazetenin “Söz Okurun” köşesine ilk yazısını gönderiyor ve “ ANAP’a verdi­ ğim oylar haram olsun” diyen bir okuru, kan damlayan bir üslupla yanıtlıyordu.

Jaguar olayını yalanlarken, başka

yor “konuşmayacağım” diyor; izlediği bu yöntemle siyasete yatkınlığını kanıtlıyordu. Yalanlamayı, yadsımayı, susmayı ve istediği zaman konuşmayı çok kısa zamanda öğrenen Semra H a­ nım, Turgut Bey’in indinde artık bir si­ yaset kadınıydı. Siyasette yalanın yeri olduğu gerçeğini çok kısa sürede kav­ ramıştı Semra Hanım. Tersi kanıtlana- madığı ve iyi zamanlanabildiği sürece yalanın zararı değil, faydası bile oldu­ ğuna inanıyordu.

Siyasette şık işler__________

Turgut Beye göre Semra Hanım’ın si­ yasette piyasaya süriilebilmesi için biraz daha pişmesi gerekiyordu. Doğru söy­ lemek gerekirse, Semra Hanım siyasette şık işler de yapıyordu. Örneğin, o gün­ lerde, Turgut Bey’i alkışlamaktan baş­ ka bir işe yaramayan parlamento için söyledikleri çok duygulandırmıştı yakın

Hale Bacakoğlu’nun ve kardeşinin Amerika ve İngiltere seyahatlerinin gi­ derlerini. Özal ailesi mi. Vakıflar Ban­ kası mı, Türk Kadın Vakfı mı ödemiş­ tir?

Vakfın kurduğu veya ortak olduğu şirketler var mıdır? Bunlarda Türk K adın Vakfı’nın sermaye payı nedir? Bu şirketlerin yönetim kurulu üyeleri ve ortaklan kimlerdir? Bayan Özal yöne­ tim kurulu üyeliği karşılığında ne kadar ücret almaktadır?

Vakıflar Genel M üdürlüğü’nün bağlı bulunduğu Devlet Bakanı’nın özel ka­ lem m üdürü Ayla Hatırlı, Türk Kadın Vakfı’nda hangi görevle çalışmaktadır? Yine vakıfta müdür olarak çalışan Rıdvan Arer, Vakıflar Bankası kadro­ sunda nasıl maaş almaktadır?

Vakfın yurt içindeki şubelerinin sağlık bölümlerinde muayene olan has- talann ev adreslerine yerel seçimlerde

. Bunca yıldır, hiç kimse ona, bu kadar güzel, anlamlı ve içini sımsıcak duygu­ larla kaplayan şeyler söylememişti:

“ Hanımefendi, üzüntünüzü anlıyo­ rum. Ancak Allah korusun Beyefendi’ye bir şey olursa, bu devletin size ihtiyacı var. Zira, derhal partinin ve hükümetin

T u r g u t B ey için 1987

yılı hiç de ‘sağlıklı’

değildi. By-pass

ameliyatı döneminde

ordu-siyaset ilişkilerinin

düzenlenmesinden,

M İ T ’in sivilleştirilmesine

kadar bütün y ü k Sem ra

Ö za l’ın omuzlarına

yüklenm işti. A m a,

H anım efendi bunlarla,

başa çıkacaktır.

başına geçmeniz gerekecektir.” Hiçbir şey söylemedi, belki de söyle­ yemedi Semra Hanım. Ama, susarak si­ yasetteki ustalığını bir kez daha göster­ miş oldu. Hüzün dolu yüzünü yerden kaldırarak, başını biraz dikleştirip göğ­ sünü hafifçe şişirdi. Sanki partinin ve devletin sorumluluğunu almaya hazır olduğunu anlatıyordu. Karnını içeri çekti, göğsünü yeniden kabarttı. Ve ilk attığı adımın topuk sesini duydu kulak­ larında. Bunca acı arasında Semra Hanım çok mutluydu. Söylenenlere göre bu tarihsel öneriyi ilk düşünen adam, sonraları ünlü bir bakan olacak genç diplomat Ercan Vuralhan’dı.

Türkiye’nin First Lady’siyim...

Başarılan ve başansızlıklan açısı­ ndan Semra Hanım 1988, 89 ve 90 yı- llannda siyasal yaşamının hep doruk- lannda dolaştı. Vakfın başkanlığına ikinci kez seçildiği 1988’de “Kadın ba­ kanlığına ne gerek var, biz bakanlık gibi­ yiz” sözleriyle ilgi topladı. Vakıf üyele­ rinden, “ ANAP’a kayıt olmalarını ve se­ çime hazırlanmalarım” istedi.

Artık katıldığı vakıf etkinliklerinde bir başbakan gibi karşılanıyordu ve uğurlanıyordu.

Muhteşem Süleyman Sergisi’nin açılışını yapm ak için Londra’ya gider­ ken “ niçin siz?” sorusuna verdiği yanı­ tta, hiç alçakgönüllü ve hoşgörülü de­ ğildi. “ Çünkü ben Türkiye’nin First Ladysi’yim” diyordu. Londra'daki tö­ rende, kendisini kıkır kıkır gülerek din­ leyen, güzel Prenses Diana’yı herkes gibi o da çok ayıpladı. Semra H anım ’ın giysisinde de, konuşmasında da gülüne­ cek hiçbir şey yoktu. Biraz heyecan­ lanmıştı, o kadar, tngilizcesi elbette, prenses Diana'nınki kadar iyi ola­ mazdı. “ Law maker” ile “ love maker”ı karıştırmışsa ne olmuştu yani! Eninde sonunda yasa yapıcılar da insan değil miydilcr. onlar da aşk yapmıyorlar mıydı? İnsanlar, saray yakınlıkları olsa da. Diana örneğinde olduğu gibi görgü­ süzlüklerini saklayamıyorlardı.

Y A R İN :B ü yü k ad am

o la c a k ç o c u k la r

Referanslar

Benzer Belgeler

Muhasebe sistemi uygulama genel tebliği’ne (MSUGT’ye) göre hazırlanan finansal tabloların büyük ve orta boy işletmeler için finansal raporlama standardı’na (BOBİ

Laik Türkiye Cumhuriyeti okullarında zorunlu din dersi okutulmasını savunan, oruç tutmayanın öldürülmesini basit bir zabıta olayı olarak algıla­ yan, kendi çocuklarımn

On altı yıllık yurtdışı büyük gurbet ve sürgün yaşamında bir edebiyatçı olarak engin gözlemler ve izlenimler kazanan Refik Halit, dört buçuk yıllık bu

(müttefikleriniz) gibi bir kullanım yerine fsm-i mevsullü anlatımı tercih etmesi, söz konusu uyarısını tehlikeyi daha ayrıntılı tarif etme imkanı veren ism-i

Kâmil Paşaya karşı besle­ diğim derin hayranlığın en büyük hikmeti ise 10 Tem­ muz inkılâbından sonra —ev­ velce de olduğu gibi— evi­ mizde İkdam

Ayrıca yöneticiler geleneksel ürünlere göre organik ürünlerin fiyatlarının nispeten daha yüksek olması nedeniyle tüketicilerin algıladıkları finansal riskin yüksek

Almanya'da büyük muharrir, büyük sanatkâr, bü­ yük alim yetişmemesi fikir hürriyetinin yokluğun- dandır. Fakat kimbilir, belki de bunun böyle ol­ ması

Haşim Bey’i bir da­ vette, bir vekil karşılamasında, bir fincan kah­ ve içişinde, yahut Reisicumhur’uh kabulu sıra­ sında bile kafası, hep kafasında olan