VT-
5
*>Mustafa Kemal Paşa’nm, Refik Halit’ln çıkardığı
“ Aydede” dergisinde yayınlanmış karikatürü
"Bizi affetmekle sana yakışan büyüklüğü
gösterdin... Ama biz, hangi yüzle yurda döneceğiz ?"
Kendisinin de dahil olduğu "150'likler"in affını
haber aldığı zaman, yazarın ilk tepkisi, bu olmuştu.
Hatifin
sürgünü
Hayatının yirmi yılını sürgünde geçiren ünlü yazar,
edebiyatımızın en renkli eserlerinden olan iki hikâye
kitabı ile vatana dönmüştür:
"M em leket Hikâyeleri" ve "Gurbet Hikâyeleri" .
NIVERSİTEYE yeril yazılmış bir gençtim. 1938yılı yaz sonlarındaydı. Bir gün, yakınlarımdan birini Anadolu’ya uğurlamak üzere Haydarpaşa garına gitmiştim. Peronda gezinirken, Toros ekspresi nin gara girmek üzere olduğu anons edildi, iki dakika sonra adı edilen ekspres, görkemli solu malarla gara girdi. Vagonlardan yolcular boşalırken; birden arabalardan birinin önünde koşuşmalar oldu, çabucak merak lılardan oluşan bir kalabalık meydana geldi. Bir kaza olduğu korkusuyla ben de o tarafa yöneldim. Gördüğüm manzarayı o gün bu gündür unutamam:
Orta yaşlı, temiz giyimli, iri burunlu, “kırk beş elli yaşla rında görünen bir adam trenden İner inmez, secde eder gfbl toprağa kapanmış, peronun taşlarını öpüyordu. Kalabalığın yanına ulaştığımda, karşılayanlarının da yardımıyla, ayağa kalkmıştı. Gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarında toz toprak izleri vardı. Ben -çok gördüğüm resimleri nedeniyle- kendisini hemen tanıdım. Geniş ölçüde etkilenmiş bulunan kalabalık, birbirine:
-“ Refik Halit Karay’mış!. Onaltı'yıl süren gurbet ve sürgün yaşamından sonra yeniden İstanbul’a kavuşunca ilk işi yere kapanıp taşı toprağı öpmek olm uş!..” yollu açıklamalar yapıyordu.
KUR TUL UŞ S A VAŞI ’NA KARŞI ÇIKMIŞTI
Evet, gerçek de buydu: Kurtuluş Savaşı yıllarında Refik Halit, başta Mustafa Kemal olmak üzere, bu savaşı yürütüp yönetenlere karşı çıkmıştı. Yalnız karşı çıkmakla da kalmamış PTT genel müdürü olarak görevde bulunduğu dönemlerde, başında bulunduğu örgüte genelgeler yayınlayarak “
Kema-Şemsettin KU TLU llstler” e destek olacak kimseleri şiddetle cezalandıracağını da bildirmişti. Kurtuluş Savaşı’nın son yılında çıkardığı “Ayde-ı
de” adlı mizah gazetesinde, aralıksız olarak Mustafa Kemal’i
ve arkadaşlarını sarakaya almış, bunları hicvetmiş, hatta ağır hakaretlere uğratmıştı. O güzel ve güçlü kalemin bu tutumu, ülkeyi aşağılık düşmanlardan kurtarmaya çabalayanları yü rekten yaralamaktaydı. Ancak sonunda yüzü kara çıkan o güzel ve güçlü kalem olmuştu. “ Kutsal Savaş” bütün dünyayı şaşırtan ve bir bakıma dize getiren yüce bir zaferle sonuç lanmış, düşman denize dökülmüş, ülke kurtulmuştu.
Şimdi, Avrupa’da olduğu gibi, yurdun başkenti İstanbul’da da büyük bir panik havası esmekteydi. Saray ve İstanbul hükümeti- sevinebilmek şöyle dursun- kuşkulu ve tedirgindi. Yıllar yılı Anadolu aleyhine yazan kalemler ne yapacaklarını bilemiyorlardı. “Yirmi Altı Ağustos Taarruzu” nun başlamış olduğunu:
“ Derme çatma askerlerle düzenli Batı ordularını yenmeyi ummak, en azından budalalıktır!”
Sözleriyle yorumlayan bazı gazeteciler, aradan iki hafta bile geçmeden, dediklerinin tam tersi gerçekleşince derhal ağız değiştirmişlerdi. Bunlardan biri olan rahmetli Ali Kemal -Avrupa’ya kaçma fırsatını bulamadan- yakalanmış, yargılan mak için Anadolu’ya götürülmek üzere İzmit’e çıkarıldığında, kumandan Nurettin Paşa’nın çirkin bir davranışıyla, İstasyon da linç ettirilm işti. Bu trajik olay birçok kimseyi korkutmuş, yolunu yordamını bulanlar yurt dışına kaçmışlardı.
Refik Halit kararsızdı. “Aydede” şimdi Anadolu’ya hakaret etmeyi, ordaklleri sarakaya almayı bıçak gibi kesmişti ama, yüzü tutup, pohpohlu övgüler de yazamıyordu. On, on beş sayı daha, suya sabuna dokunmadan çıktı. Ezik tutuk bir görüntüsü vardı. Refik Halit,sorumlu müdürlüğü ve sahipliği
Genç kuşak, Refik Halit Karay’ ı, hayatının sonlarına doğru “ Hürriyet” gazetesi için yazdığı “ Nilgttn” adlı dizi romanıyla tanır. Roman,o günlerde o kadar çok tutuldu kİ,kadın kahramanının adı olan
Nllgün, o sıralarda doğan pek çok kız çocuğuna İsim olarak verildi.
bir başkasına devretti. Yurt dışına kaçanlar çoğaııyor, Ali Kemal’in linç ediliş olayının kâbusları giderek artıyordu.
POSTU DELDİRMEKTENSE, SAH ÎL-t SELAMETE...
Nihayet, sağdan soldan kulağına gelenler kendisini adam- akıll1 ürküttü. Bunlar elbette dedikodulardan ibaretti ama, önünde bir örnek vardı. Giderek ortalarda görünmemeye, geceleri uykusu kaçmaya başladı. En sonunda karara vardı: Anılarındaki, kendi deyimi ile “ postu deldirmektense, ortalık duruluncaya kadar bir tarafa kapağı atmak” en iyisiydi. Uzun, gizli çabalardan sonra amacına ulaştı. Bir Fransız vapuruna binerek “ sâhil-i selamete” çıktı.
Bu kaçışın öyküsünü, anılarını içeren, “ Minelbâb-llelmih- râb” adlı kitabından, kendi kaleminden aktaralım:
“ ...Otomobile nasıl bindiğimizi, rıhtıma nasıl vardığımızı, polis tarafından gümrükte nasıl çevrilmek istenildiğimizi, tam o sırada imdadımıza bir Fransız motorunun nasıl yetiştiğini ve deniz üstünde bir müddet dolaştıktan sonra vapura nasıl muvaffakkiyetle girdiğimizi burada uzun uzadıya anlatmaya cağım.
"Talih bizimle beraber yürüyordu. Korkulu anlar geçirme dik değil. Alelhusus motorda avare dolaştığımız esnada her an üstümüze deniz zabıtasının gelmesi mümkündü. Yanımız daki sivil Fransız polisleri de, emniyet genel müdürü olan Mösyö Kolombanl de herhalde harb ve darbe meydan vere cek derecede işi azıtamazlardı. Gerçi mösyö Kolombanl bizi sağ salim vapura bindirmeye ahdetmişti.Ahdinden de kolay kolay vazgeçecek bir adama da benzemiyordu. Bunu, gümrük
Jnünde, polis yakamıza yapıştığı zaman, pek açıkça İspat itm işti.
“ Ama iş büsbütün zora düşerse ben kendim ona davadan, ısrardan vazgeçtiğimi tavsiye ye ripa mecburiyetinde kalacak tım. Biri memleketimin, diğeri onun başını belaya sokmamak 'çln...Kendi başımı feda etmem lazım geliyordu (+).
İşte boyıe endişeli, fakat başarılı bir maceradan sonra baktım ki ayağım vapurun merdiveninde...İnanamadım; rü yada gibiydim. Zaten gecemi hep böyle rüyalarla o kadar karmakarışık geçirmiştim ki, hâlâ bunlar devam ediyor sanıyordum, «cele acele basamakları atladım. Artık içerdey dim. Yüzde doksan dokuz üç çeyrek canımı kurtarmaya muvaffak olmuştum.
“Tabiatıyla bundan ötesini, mesela vapurun nasıl demir aldığını, Ahırkapı önünden ağır ağır nasıl geçtiğini ve benim İstanbul’a ne acı bir bakışla baktığımı, falanı filanı artık yazmayacağım. Bu safhaları siz, arzu ederseniz aklınızdan bulur, tahmin edersiniz..”
HA TA Y 'I VA TAN EDİNDİ
Lübnan’a çıkan Refik Halit, kendi kendine düzenlediği bu sürgünün uzun sürmeyeceğini, üç beş ay, belki bir iki yıl sonra yeniden Türkiye'ye döneceğini sanıyordu. Ama durum hesapladığı gibi çıkmadı. Ankara hükümeti, Kurtuluş Savaşı yıllarında memlekete ihanet edenler için bir “ ihanet-l Vatani ye” kanunu kabul etmiş ve bu kanun kapsamına girenlerin başta gelenlerinden 150 kişiden, hâlâ yurt içinde bulunanları kovmuş, kendiliğinden kaçmış olanların da yurda girişini yasaklamıştı. Bunlara, yakın tarihimizde “ Yüzellilikler” den miştir. Refik Halit de bu “Yüzellilikler” listesine alınmış olduğu için».tabiatıyla geri dönemedi. Suriye ve Lübnan’da yerleşti. Türkiye’ye yakın olduğu ve güney Anadolu yaşamını olduğu gibi yaşatıp yansıttığı için, uzun yıllar Halep'te kaldı. 1938 yılına kadar Türkiye’den koparılmış olarak yaşayan Ha tay’ı vatan edindi, öteki Yüzellilikler'den önemli bir bölümü, bulundukları ülkelerde Türkiye aleyhinde çalıştıkları halde, o hiç bir şekilde böyle girişimlere yönelmedi. Tam tersine, elinden geldiğince Türkiye lehine çaba harcadı. Türk dilinin ve edebiyatının en güzel ürünleri olan seçkin eserlerinden önemli bir kısmını bu sürgün yıllarında meydana getirdi. Bir. iki defa affedilmesi sözkonusu oldu ama, gerçekleşmedi ve tam on altı yıl büyük vatan özlem ve acıları içinde yandı, kavruldu, tutuştu.
1938 yılında Büyük Millet Meclisi, “ Yüzelliliklerin affedil- mesi’’ni sağlayan bir kanun çıkardı. Kanunun çıkarılmasını isteyen ve bunu Meclis’te gerçekleştirten Atatürk’tü. Sözü geçen kânun üzerine Refik Halit, daha dönmeden önce, İs tanbul gazetelerinden birine bir yazı yollamıştı. Bu yazıdaki: “ Mustafa Kemal, büyük Mustafa Kemali..Sana yakışan yüceliği, yine göstererek bizleri affettin. Btzler senin sayende yeniden yurdumuza döneceğiz; fakat senin yüzüne-duyduğu- muz hicabtan dolayı- hangi yüzle bakacağız?.."
anlamındaki satırlar, o zaman bütün okuyanları berinden etkilemişti. Yurda dönüşünde basından çok büyük ilgi gördü. Gazeteler, dergiler kendisini paylaşamıyorlardı. O da coşkun bir çağlayan gibi ard arda durmadan pek çok eser verdi. İstek o denli çoktu ki ve kendisi de öylesine çalakalem yazıyordu ki nihayet tükenir gibi oldu, yazdıklarının kalitesi bir hayli düştü. Bu arada, mütareke yıllarında yayınladığı “Aydede”yi yeniden kurdu. Bazı çevreler de bu yüzden kendisini kınadılar ama, o aldırış etmedi. İkinci kez ve bir buçuk yıl kadar çıkardığı mizah gazetesinde “ Minelbâb-llelmihrâb” başlıklı anılarını yayınladı.
Refik HaKt'iıı
2 sürgünü
Birinci Dünya
Savaşı nın sonlarında
kendisini
t
amamen siyasete
veren R efik Halil, bir aralık
Posta Telgraf Umum Müdürü
olarak görev yaptı.
Ama asıl ününü, kendi başına
çıkarttığı Aydede" adlı
haftalık mizah dergisiyle
sağladı.
\
Refik Halit Karay’ın büyük sürgünü yukarıda özetlediğimiz gibidir.
1908 meşrutiyetinden sonra iktidara gelen İttihat ve Terak ki Partisi hakkında -çoğu vakit “Kirpi” takma adıyla- ağır yazılar yazdığından, 1913 yılında da küçük bir sürgüne uğra mıştı. Bu ilki dört buçuk yıl sürdüğü ve yurt içinde olduğu için, onu böyle “ küçük sürgün” diye niteledik. 1913 yılında, daha başka bazı siyasi hükümlülerle birlikte Sinop’a sürül müş, oradan Çorum’a, Çorum’dan- o zamanlar küçük bir il merkezi olan- Ankara’ya, Ankara’dan da Bilecik’e aktarılmıştı. Bilecik’te iken, İttihat ve Terakki’nin sözü geçer kişilerinden Ziya Gökalp, kendisini affettirip İstanbul’a getirtmiş, hatta zamanın en önemli fikir- sanat dergisi olan “ Yeni Mecmua” nın başyazarlığına atamıştı. Yazık ki, Refik Halit vefasızlık etti. Bir yıl sonra, Türkiye Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkıp İttihat ve Terakki iktidardan düşer düşmez, hemen onla rın ve kendi koruyucusu ziya Gökalp’in aleyhine dönmekte tereddüt etmedi. Kurtuluş Savaşı’nı ve Mustafa Kemal’i yer mesi ve aşağılaması da, bunların İttihatçıların devamı olduğu zannından İleri gelmekteydi.
On altı yıllık yurtdışı büyük gurbet ve sürgün yaşamında bir edebiyatçı olarak engin gözlemler ve izlenimler kazanan Refik Halit, dört buçuk yıllık bu küçük sürgün yaşamından da büyük kazançlarla dönmüştü. Anadolu’yu, Anadolu insanları nı ve olaylarını tüm ayrıntılarıyla dile getiren ilk gerçekçi yurt hikâyelerini, bu sürgün dönüşünde kaleme almıştı. Rahatlıkla denilebilir ki (Anaaoıu tdebiyatı)nın oasınımızda ilk
örnekçı-ANKARA’DA DA ÇOK SATILIYORDU.
“ Aydcde” nln 17 Temmuz 1922 tarihli nüshası. O günlerin ölçülerine göre çok zarif, çok ince nükteleri olan bu dergi, İstanbul’ da satıldığı kadar Ankara’da da satılırdı. Refik Halit, 1948’ de dergiyi yeniden çıkartırken yine derginin başlığını aynen kullanmış, yalnız, “ Aydede” yazısını yeni harflerle yazdırmıştı.
lerinden biri de odur. Bu yepyeni konu ve havadaki öykülerini “ Memleket Hikâyeleri” adlı kitabında toplamıştır. Bunlardan birisi olan “ Yatık Emine” edebiyatımızın en ünlü dört beş öyküsü arasında yer alır.
Hiciv ve mizahta, şiirli nesirde ve bir bölük romanlarında çağdaş edebiyatın gerçekten seçkin bir temsilcisi olan Refik Halit Karay, ömrünün özellikle son yıllarında biraz para için, biraz da ısmarlama, romanlar yazmaya başlayınca eski kişili ğinden çok şeyleri yitirdi. “ Nilgün” adındaki romanı geniş yığınlar arasında büyük sükse uyandırınca, hatta o günlerde doğan kız çocuklarına “ Nilgün” adını verenler hızla artıp bu bir moda halini alınca, yazar da yeni yeni Nilgün’ler kaleme aldı. Ne var ki artık bu tür romanların gerçek ve soylu edebiyatla pek ilişkileri de kalmamıştı. Bu türden son beş altı romanını, gerçek eserleri dışında bıraktığımız takdirde, Refik Halit Karay, elbette ki genel Türk edebiyatının temel ve aşama taşlarından biridir.
On dört yıl önce ölümsüzlüğe gömdüğümüz değerli yaza rımızı, fizik ölümünün on dördüncü yıldönümünde s a y g ılı
ve rahmetle anmaktayız. 2
Hayatın ne kadar kısa olduğunu ancak çok yaşayanlar anlar. Schopenhauer Ey hayat, ölüme şükret, seni onun yüzünden seviyorum.
Hayat, yaşla değil, yaşamakla anlaşılır.
Seneka André Gide
Haksızhk etmek, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.
Güzellik, kısa süren bir saltanattır.
İnsan, güldüğü kadar insandır.
Sokrates
Victor Hugo Moliöre
Taha Toros Arşivi