“TT -
Sdû'lU'l»
: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi adına Nadi # Genel Yayın Müdürü: İlacın Cemal, Müessese Müdürü: Emine
gil, Yazı İşleri Müdürü: Okay Gönensin, £ Haber Merke/i Müdürü:
Bayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: Ali Acar, # Temsilciler: ANKARA
I Tan, İZMİR: Hikmet Çetinkaya, ADANA: Celal Başlangıç.
İstanbul Haberleri: Erhan Akyıldtz, Dış Haberler: Ergun Balcı, Ekonomi: Cengiz lürlıan, Kültür: Celal Üsler, Spor Danışmanı: Ahdulkadiı Yücelrııan, Düzeltme: Refik Durbaş, Araştırma: Şahin Alpay, lş-Sendika: Şük
ran Ketenci,-Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Dizi Yazılar: Kerem Çalışkan, % Koordinatör: Ahmet Kurulsan, # Mali İşler: Erol Erkut, $ Muhasebe: Bülent Yener # Bütçe-Planlama: Sevgi Osmanbeşeoglu # Reklam:
Ayşe Torun, Ek Yayınlar: Ifülya Akyol # İdare: Hüseyin (»ürer, İşletme: ön der Çelik, Bilgi işlem: Nail İnal.
basan ve Yayan: Cumhuriyet Matbaacılık
34334 İst. PK: 246 İstanbul. Tel: 312 0
Bürolar: Ankara: Ziya Gökalp Blv. İnkıta
133 11 41/428 # İzmir: H. Ziya Blv. 13!
% Adana: İnönü Cad. 119 S. No: 1 Kat !
VİM: 30 NİSAN 1989- İmsak: 4.19 Güneş: 5.57 öğle: 13.06 İkindi: 16.56 Akşam: 20.05 Yatsı: 21.37
Ram azanda dini turlar, her türden satıcılar ve turistlerle renklenen bir dünya
ÜECATİ GÜNGÖR
Satıcı tezgâhlan sıralanıp gidiyor
Süleymaniye’nin dış avlusunda: Yeşil
namaz takkeleri, kırmızı Osmanlı
fesleri, buram buram esanslar, Anadolu
işi nakışlı çoraplar, Bursa dokuması
namazlıklar, işlemeli başörtüler, renk
renk ışıl ışıl tespih dizileri, hurmalar,
namlı vaizlerin avaz avaz son kasetleri...
Kasetçinin yanında dini kitaplarla
turistik broşürler birlikte satılıyor.
Günleri
Camiden çıkanlar Sultan Süleyman'ın
sandukasına yüz sürmeye koşuyor.
Ellerini sandukanın yeşil örtüsüne ve
sedef kakmalı parmaklıklara sürüp
yüzlerine götüren kadınlar kubbedeki
yıldız ışıltılarının gizini bir türlü
çözemiyor ve dönüp dönüp bakmaktan
alamıyorlar kendilerini... Bakmaya
doyamadıkları bir başka taş da türbenin
kapısına gömülü Haceri Esved parçası...
Upuzun bir otobüs, 302 Merce des, Süleymaniye’nin daracık, ama hareketli sokaklarından hızlı ve usta manevralarla çıkıp, cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman H an’ın namına yaptırılan ve da hi onun adı gibi dillere destan olan görkemli caminin dış kapısı önünde “ zınk” gibi duruyor...
Mavi gömleği üniformayı andı ran orta yaşlı şoför, “ kiri kırt
kırt” sesiyle el frenini de çekip işi
sağlama aldıktan sonra kapıları açıyor.
Romatizmalı, yorgun, otura otura uyuşmuş bacaklarıyla bir bölük yaşlı kadın sökün ediyor. Kimileri yaşlılık gözlüğü takmış burnunun üstüne; hepsi başörtü lü ve hepsi şalvarlı! Hiç ölmeye ceklermiş gibi yaşamaya tutkun, yarın öleceklermiş gibi ahiret kay gısına düşmüşler... Tutkuları ve kaygıları yüzlerinden okunuyor adeta... Şiveleri Balkanlı, tenleri akça pakça...
Otobüsün önünde, beyaz bir bez üzerine kırmızı boyayla, “ Di
ni Gezi” yazısı asılı. Bu türden
otobüslerin biri kalkıp biri geliyor dakka başı! Trakya çevresinden, Şile taraflarından, Düzce, Gere de yöresinden...
Kadınlar, topluca caminin dış avlusuna dalıyorlar.
Gülyağı ve kaset_____
Daha avluya adım atar atmaz yoğun bir gülyağı kokusu genzi nizi yakıyor! Yerli, yabancı gez ginler, satıcılar, semtin insanları, nedense çoğu Diyarbakırlı boya cı veletler, hepsi bir coşku içinde! Stereo kaset-çalarda Hafız Murat, rast makamında bir ilahi okuyor ki, değme ses sanatçısına taş çıka rır: “ Firdevs bağçesinde ebed /
Kalanlardan eyle bizi!”
Fiyatlarını soruyoruz kasetle rin, turistlere 4 bin, Müslümana 3 bin liraymış..
Arabm ezeli ve ebedi taamı, cennet meyvesi hurma, sandıklar dolusunca dökülmüş satılıyor! Ki losu bin beş yüze... Dışarıda ay nı hurma iki bine oysa... Bu ucuz luğun nedenini, satıcı delikanlı,
“ Biz halden alıyoruz” diye açık
lıyor. Hurmanın balını bir tatmış olan karasinekler, bir türlü ayrıl mıyorlar çevresinden... Satıcı hem sinek kovuyor hem de müşteri ko valıyor. Ramazanda iyi satış olu yormuş, ama sonra düşüyor muş...
Satıcı tezgâhları sıralanıp gidi yor Süleymaniye’nin dış avlusun da: Yeşil namaz takkeleri, kırmı zı Osmanlı fesleri, buram buram kokan esanslar, Anadolu işi na kışlı çoraplar, Bursa dokuması namazlıklar, işlemeli başörtüle ri... Boydan boya renk renk, ışıl ışıl bir tespih sergisi; tespihlerin kimi ağaç- zeytin çekirdeği, çoğu da adi boncuktan... Bir tespih ala na, bir de püskül, bedava!
Bir başka köşede vaaz kasetle ri satılıyor. Bu apayrı bir sektör. Namlı vaizlerin, en son vaazları bantlara alınıp hemen piyasaya sürülüyor. Seyfettin Altan, Hüse
yin Kumaş gibi hocaların kaset
leri peynir ekmek gibi alıcı bulu yor... Kaset-çalarda ses sonuna kadar açık: Milli görüş neferi bir vaiz, yeryüzünün bütün haksızlık larına başkaldıran bir ses tonuy la, öylesine hışım ve huşunet için de bağırıyor: “ Teneke bunlar, te-
nekee!” O rada bulunanlar hay
ranlık duygularıyla dolu vaize karşı. Hoca efendinin “ teneke” dediği kimler? Üniversitelerde okuyan “kerime-i cariye” lerin ör tünmesine karşı çıkan profesör ler!..
Kasetçinin yanı başındaki tez gâhta, dini kitaplarla turistik bro şürler birlikte satılıyor. Satıcıların hangisine yanaşıp bir iki satır ko nuşmak istesek; alıcı olmadığımızı anlar anlamaz surat asıp başları nı çeviriyorlar. Doğrusu pek de haksız sayılmazlar bu tavırların da. Ortalık müşteri kaynıyor on lar için; maişet kaygısı, çenebaz lıktan çok daha önemli!
Süleymaniye başlı başına bir sektör. Çevresindeki yüzlerce in sanın geçim kapısı hele ramazan da...
Turistler memnun
Ramazan’ı Şerif dolayısıyla yo ğun dini duygular içinde Süleyma niye ziyaretine gelenler yalnızca kendi insanlarımız mı? Elbette ha yır... Bu dini ziyaretler, ramazan ayı için geçerli. Ama dünyanın dört bir yanından gelip Süleyma niye’nin gizemli güzelliğini, kut sal havasını yudum yudum tadan lar, asıl yabancılar... Boyunların da fotoğraf makineleri, ellerinde tozlu ayakkabıları, memnun ve mutebessim bir çehreyle dolaşı yorlar ortalıkta... Cami avlusun daki “ interesting” curcunayı ya- dırgasalar bile belli etmiyorlar. Satıcı taifesi için ise asıl “ inte
resting” olan, bu keferelerin ya
pacakları alışverişler!
Dini gezi o.obüsleriyle bölük bölük gelen kadınlar, ikindi na mazını topluca eda ediyorlar içe ride. Kefere erkeklerinin şortlu bacaklarına aldırm adan... Bildi ğimiz kadarıyla, nisa taifesi, er keklerin bulunduğu bir mahalde ve de aleni surette namaz kılamaz lar... Ama cami içinde kaç göç kalkmış her ne hikmetse!
Turistlerin başlan hep havada: İkindi güneşinin ışık oyunlarım yansıtan rengârenk vitraylardan.
tavan süslemelerinden, otuz iki pencereden oluşan kubbe kasna ğından gözlerini alamıyorlar... Yerleri kaplayan yumuşak hah, serin ve loş atmosfer, mistik ses sizlik, merkezi kubbeyi ayakta tu tan filayağı sütunların ihtişamı, kırmızı porfir sütunlara bağlanan zarif kemerler, Gotik mimarinin yanında daha sade kalan ve Os manlI inceliğinin örneği süsleme ler, kuşkusuz, bu yabancıları bü yüleyen öğelerden birkaçı...
N ecef yıldızları_______
Daha çok gecekondulu olduk ları izlenimini veren kadın grup larının başında bazen bir erkek, ordan oraya taşıyor ardındaki mangayı. Elleri ve yüzlerinden ötesi örtüler içinde saklanmış ha tunların hepsi yaşlı değil; araların da burnu hokka, ağzı mühür, kaşı
keman öyle tazeler var ki tesettür onları daha da çekici kılıyor!
Camiden çıkanlar Sultan Süley man’ın sandukasına yüz sürmeye koşuyorlar. Sultan Süleyman, ca minin mihrabı önündeki şirin tür besinde, sonsuz bir uykuya yat mış. Türbe, sekiz köşeli bir plan üzerine oturtulmuş. Çevresi re- vaklı, yirmi sekiz sütuna dayanı yor. Revakların her birinde üçer pencere yer alıyor. Bunlar da sivri kemerler ve nişlerle çevrelenmiş... Bir taç gibi oturtulmuş olan kub be, zengin süslemelerle dolu. Du varlar, bitki motifi çinilerle bezeli. Kubbenin harcına yer yer necef taşları gömülmüş; taşlar birer yıl dızmış gibi yanıp sönüyorlar ışıl ışıl... Ellerini sandukanın yeşil ör tüsüne ve sedef kakmalı parmak lıklara sürüp yüzlerine götüren kadınlar, kubbedeki bu yıldız ışıl tılarının gizini bir türlü çözemiyor ve dönüp dönüp bakmaktan ala mıyorlar kendilerini... Bakmaya doyamadıkları bir başka taş da türbenin kapısının üstüne gömü len Haceri - esved parçası... Ka pının karşısında durup dakikalar ca bakıyorlar bu kutsal kara ta şa!
Kanuni türbesinin beş adım ötesinde de Hürrem Sultan’ın tür
besi var. Kapı kilitli; içinde neler olduğu belli değil; ama orasının ne olduğunu anlamak için, hatun kişilerin aralarındaki konuşmala ra kulak vermek gerek: “ Ha, ora sı mı, Meryem Anamızın türbe si...”
Yazık ki buraları ziyarete gelen Hıristiyanlar, Hürrem Sultan’m, aslında Meyrem Ana olduğunu bilmiyorlar!
Ahiret nutku
___
Türbelerin çevre yanı, aslında gülistan olarak düzenlenmiş; II. M ustafa’nın kızı Safiye Sultan buraya gömülünce, onu, devlet ri calinden başkalarının mezarları izlemiş, böylece küçük bir gömüt lük oluşmuş zamanla... En son gömülen de Malatya’dan hemşe- rimiz Hafize Özal, biliyorsunuz.
Kimi ziyaretçiler, bu yeni, henüz yapılmakta olan mezara uğrayıp bir fatiha okumayı ihmal etmiyor lar. Ziyaretçilerden biri Avrupa görmüş, umur sürmüş yaşlıca bir âdem. Diyar-ı küffarda gördüğü mezarlıklar yanında bizimkilerin niye sade kaldığı konusunda söy lev çekiyor: "Hıristiyanların bu
dünyasını mamur eyledim; onlar gösteriş içinde, varlık içinde ya şasınlar bakalım... Müslümanla rın da ahiretleri mamur olacaktır! Onların merdivenlerini bile yakut tan, zümrütten yaptım...” Yüce
T ann’mn ağzından aktarıyor bu nu Avrupa görmüş âdem... Çev resindeki grup imanla dinliyor...
Türbenin bahçesinde bir de ev kılıklı ahşap kulübe var; eski, dö küntü durumunda... Mezar taşla rının ve kurumuş iki ağacın ara sında. Bazen bir kadın girip çıkı yor bu eve; uzun mezar taşlarına gerili ipe çamaşırlar asıyor... Bu rası, tiirbedarın lojmanı olmalı di ye düşünüyoruz.
Türbedar Hüseyin
“ Hayır” , diyor Türbedar Hü
seyin Yıldırım, “ Orada başkala
rı kalıyor.” Hüseyin Yıldırım yir
mi dört yıldır, İstanbul’un bütün
türbelerini gezip en son buraya gelmiş. Toplam 117 türbenin, 12 türbedarından biri. 170 bin lira aylıkla ev geçindiriyor ve Allah rı zası için olmasa, bu işe katlanıl mayacağım özellikle vurgulu yor... Çünkü, “ Yalnızca türbedar
değil, aynı zamanda bu değerli ya pıların bekçisiyiz!” diyor Yıldı
rım ... “ Yirmi beş santimi kırk
milyondan fazla eder şu gördüğü nüz tarihi çinilerin. Öyle antika... Altını gümüşü, var ayncana... Al manlar, Hürrem Sultan Türbesi’- nin çini panosunu çaldılar; ama yakaladık onları... Mesai saatimiz belli değil, gece gündüz bekliyo ruz buraları... O gördüğünüz ev, aslında bekleme salonu olarak ya pılmış eskiden; din âlimleri gelip orada dinlenirlermiş... Sonradan lojmana çevrildi; ama tuvaleti yok; fosseptik çukuru açıldı arka
ya, o çukur yüzünden koca ceviz ağaçlan kuruyup gitti...”
Adının açıklanmasını isteme yen bir başka görevli de buranın bakımı için ayrılan paraların sa vurganca harcandığını ileri sürü yor:
“ Altın varaklı yazılar silinip gi diyor, onlann yenilenmesi lazım; bu işler dururken otlann temizlen mesi için paralar veriliyor. Bu ca mi ve bu türbeler, birtakım insan lar için büyük gelir kaynağı! Ge rekli gereksiz birtakım ihaleler ya pılır; o ihaleleri de nedense hep aynı insanlar kazanır! Belki yir mi yıldır böyle bu: S.S. ve t.T. ka zanır boyuna ihaleyi... İhalesi ya pılan işler de ıvır zıvır: Avludaki mermer taşların yıkanması, mezar taşlarının silinmesi, otların biçil- mesi... Milyonlar akar bu işlere. Birtakım çıkar çatışmaları olur bu yüzden, kurşunlar sıkılır... Bada na ihalesi olur, milyonlar verilir: boyanın kalitesizliği ertesi yıl he men ortaya çıkar. Halıların yı kanması ihale edilir, paralar ve rilir; üstünkörü bir süpürülür, si linir, o kadar... Temiz olmaz. Şu cami avlusu bile belli kişilerin elinde; kimse onlara karşı gele mez, çıkın burdan diyemez; başı na bela almış olur! Aslında, Ba kanlar Kurulu kararı var bu ko
nuda; cami avlusunda satış yapı lamaz diye... Kimsenin dinlediği yok ki! Zabıta bile karışamıyor onlara! Şimdi bunları açıkladığı mı duysalar, bana düşman kesi lirler! Efendim, daha neler var ne ler: Çökecek binaya elektrik, ka lorifer tesisatları yapıldı birinde. Çok sürmedi arası, bina gerçek ten çöktü. Tesisat yıkıntının için de kaldı! Ama birileri de bu ara da zengin oldu...”
Cami avlusunda oraya buraya körelenmiş çöp yığınları; Sinan çeşmesinin kırık muslukları, bü tün bu savların birer küçük kanı tı... Hafize ö z a l’ın cenaze töre ninden önce, Başbakan gelecek diye telaşla çekidüzen verilmiş or talığa biraz; ondan sonra yine her şey kendi haline bırakılmış... Sul tan Süleyman yattığı yerden ba şını kaldırıp da şöyle bir etrafa
ba-kabilseydi, kim bilir kimlerin kel lesi uçardı o saat!
Süleymaniye’nin iç ve dış avlu larım ve dahi çevresindeki imareti inceden inceye tasarlayıp gerçek leştiren Koca Sinan, özellikle dış avlunun bugünkü işlevini asla akıl edemezdi! Yorgun yolcular ve iş siz güçsüz insanlar için açık hava oteli! Çevredeki harap evlerde oturan MalatyalI, Mardinli, Di yarbakIrlI ailelerin çocukları için oyun bahçesi, kalender meşrep bir akşamcı için gizli gizli demlenme yeri, kırsal kesimden gelip büyük kentin daracık evlerinde boğulan bizim oralı kadınların hava aldı ğı bir büyük bahçe; ağaçlı, çimen li, gölgeli... Çalışanların pazar ta tillerini geçirdikleri renkli bir park!
Sinan’ın yaptığı hamam kapa lı; müze kapalı, çeşmenin musluk ları yok.. Ne gam! Beş vakit ezan- ı Muhammedi’yi dinliyoruz ya, bin niyazla semaya uzanan o za rif minarelerden! Mahyalar şıkır şıkır yanıyor, dökülen ışıklar Ha- liç’in karanlık sularında bir nur seli gibi akıyor ya... Ve İstanbul’ un yedi tepesinden bakıp o nur se liyle gözümüzü, gönlümüzü yıkı yoruz ya... Bundan ötesi önemli değil...
Dini turlar — İstanbul dışından “dini turlarla" Süleymaniye’ye gelen kadınlar bir örnek başörtüleri ile dolaşıyor ve dua ediyorlar. (Fotoğraf; Kayahan Güven)
Süleymaniye’nin görünmeyen yüzünü Âl-i Osman yazması anlatıyor
3 bin forsa 3 y ıl kazdı
Süleymaniye’nin, bu görkemli, göz kamaş tırıcı mabedin bir de görünmeyen yüzü var elbet. Yedi yılı aşkın bir sürede tamamlanan yapının harcını kaç insanın ahnteriyle yoğur dular dersiniz? Bunu hesap etmek için sayı sız icmal defterini, aylar boyu elden geçirmek gerek.
Seng-tıraşlar, bennâlar, neccârlar, nakkaş lar, haddadlar, askeri örgütlerin işçi bölük leri, lağımcılar, acemi oğlanlar, Hassa mimarları, sırt hamalları, taşocağı amelele ri ve daha nicelerinin el emeğiyle bu taşlar üst üste konulmuş...
Bir de caminin yapımında kullanılmış esir ler var: Nafaka karşılığı, yani boğaz toklu ğuna çalıştırılmış esirler! Üstat Evliya Çelebi, Süleymaniye Camii’nin yapımı sırasında, “ Ayağı bağlı (pay-beste) üç bin forsanın, tam üç yıl temel kazma işinde” çalıştırıldığım ya zıyor Seyahatnâme’de. Yalanı varsa, güna hı Çelebi’nin boynuna...
Ayrıca, bu arada İstanbul esnafına yük
lenen ek vergiler var; “ zecri tedbirlerle” ya ni zorla, “ Devlete ait binalarda çalışma
yükümlülüğü” getiren emirnâmeler, ferman
lar var... Rumeli’den Anadolu köylerine, Ege adalarından İznik yöresine kadar taşocakla- rında, kereste depolarında, çini atölyelerin de, bunların nakliyesi işinde, gemilerde çalışan insanlar var... Yedi yıl boyunca, Os manlI mülkü, bütün tebasıyla, bütün olanak larıyla Süleymaniye’ye bağlanıyor... Zorla çalıştırılanlar el-aman deyip kaçıyorlar ilk fır satta... Onlar kaçmasın diye, cizye kâğıtları ellerinden alınıyor; gardiyan nezaretinde top luca hanlarda yatırılıyorlar... Gerek duyul dukça, “ ustalıklarına müteallik âlât ve
esbablarıyla” . askere celp eder gibi insanla
rı evlerinden, yurtlarından alıp getiriyorlar... Bir yandan Süleymaniye’nin yapımı için bir yandan da fütuhat için padişahın kulları ha- bire toplatılıyor mülk-i şahane üzerinden... Armut toplar gibi!
Halk üzerindeki baskı ve haksızlıklar gün
den güne o denli artıyor ki bütün bunlara, adı bilinmeyen bir tarihçi, Âl-i Osman adlı yazmasında şu sözlerle isyan etmekten ken disini alamıyor:
“ Bennâ ve akçe il yanından çıkar, Hâzi neden bir habbe harç olmaya. Dahi illere ödetmek istedikleri aceb niçe maldır ki ve ya- hud ol suretle yapılan binadan sevab ummak dürüst müdür, anın sevabından geçmelüdür, eğer günahı olmazsa ve illâ günahından gayrı nesi vardır ola. Ammâ padişahlar kapusuna ehl-i mu’amele bezirgan kim hâkim ola, bu kadar olduğuna dahi şükür itmek gerekir.”
(Ömer L. Barkan / Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı.)
Bunları belgeler söylüyor, biz değil; ama taht uğruna gözünü kırpmadan cengaver iki oğlunu boğduran Muhteşem Süleyman için kendi mülkünün bir parçası olan kullarının esamesi okunur mu diyeceksiniz... Kuşkunuz olmaya ki yerden göğe haklısınız!
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi