• Sonuç bulunamadı

Süleymaniye günleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Süleymaniye günleri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“TT -

Sdû'lU'l»

: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi adına Nadi # Genel Yayın Müdürü: İlacın Cemal, Müessese Müdürü: Emine

gil, Yazı İşleri Müdürü: Okay Gönensin, £ Haber Merke/i Müdürü:

Bayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: Ali Acar, # Temsilciler: ANKARA

I Tan, İZMİR: Hikmet Çetinkaya, ADANA: Celal Başlangıç.

İstanbul Haberleri: Erhan Akyıldtz, Dış Haberler: Ergun Balcı, Ekonomi: Cengiz lürlıan, Kültür: Celal Üsler, Spor Danışmanı: Ahdulkadiı Yücelrııan, Düzeltme: Refik Durbaş, Araştırma: Şahin Alpay, lş-Sendika: Şük­

ran Ketenci,-Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Dizi Yazılar: Kerem Çalışkan, % Koordinatör: Ahmet Kurulsan, # Mali İşler: Erol Erkut, $ Muhasebe: Bülent Yener # Bütçe-Planlama: Sevgi Osmanbeşeoglu # Reklam:

Ayşe Torun, Ek Yayınlar: Ifülya Akyol # İdare: Hüseyin (»ürer, İşletme: ön der Çelik, Bilgi işlem: Nail İnal.

basan ve Yayan: Cumhuriyet Matbaacılık

34334 İst. PK: 246 İstanbul. Tel: 312 0

Bürolar: Ankara: Ziya Gökalp Blv. İnkıta

133 11 41/428 # İzmir: H. Ziya Blv. 13!

% Adana: İnönü Cad. 119 S. No: 1 Kat !

VİM: 30 NİSAN 1989- İmsak: 4.19 Güneş: 5.57 öğle: 13.06 İkindi: 16.56 Akşam: 20.05 Yatsı: 21.37

Ram azanda dini turlar, her türden satıcılar ve turistlerle renklenen bir dünya

ÜECATİ GÜNGÖR

Satıcı tezgâhlan sıralanıp gidiyor

Süleymaniye’nin dış avlusunda: Yeşil

namaz takkeleri, kırmızı Osmanlı

fesleri, buram buram esanslar, Anadolu

işi nakışlı çoraplar, Bursa dokuması

namazlıklar, işlemeli başörtüler, renk

renk ışıl ışıl tespih dizileri, hurmalar,

namlı vaizlerin avaz avaz son kasetleri...

Kasetçinin yanında dini kitaplarla

turistik broşürler birlikte satılıyor.

Günleri

Camiden çıkanlar Sultan Süleyman'ın

sandukasına yüz sürmeye koşuyor.

Ellerini sandukanın yeşil örtüsüne ve

sedef kakmalı parmaklıklara sürüp

yüzlerine götüren kadınlar kubbedeki

yıldız ışıltılarının gizini bir türlü

çözemiyor ve dönüp dönüp bakmaktan

alamıyorlar kendilerini... Bakmaya

doyamadıkları bir başka taş da türbenin

kapısına gömülü Haceri Esved parçası...

Upuzun bir otobüs, 302 Merce­ des, Süleymaniye’nin daracık, ama hareketli sokaklarından hızlı ve usta manevralarla çıkıp, cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman H an’ın namına yaptırılan ve da­ hi onun adı gibi dillere destan olan görkemli caminin dış kapısı önünde “ zınk” gibi duruyor...

Mavi gömleği üniformayı andı­ ran orta yaşlı şoför, “ kiri kırt

kırt” sesiyle el frenini de çekip işi

sağlama aldıktan sonra kapıları açıyor.

Romatizmalı, yorgun, otura otura uyuşmuş bacaklarıyla bir bölük yaşlı kadın sökün ediyor. Kimileri yaşlılık gözlüğü takmış burnunun üstüne; hepsi başörtü­ lü ve hepsi şalvarlı! Hiç ölmeye­ ceklermiş gibi yaşamaya tutkun, yarın öleceklermiş gibi ahiret kay­ gısına düşmüşler... Tutkuları ve kaygıları yüzlerinden okunuyor adeta... Şiveleri Balkanlı, tenleri akça pakça...

Otobüsün önünde, beyaz bir bez üzerine kırmızı boyayla, “ Di­

ni Gezi” yazısı asılı. Bu türden

otobüslerin biri kalkıp biri geliyor dakka başı! Trakya çevresinden, Şile taraflarından, Düzce, Gere­ de yöresinden...

Kadınlar, topluca caminin dış avlusuna dalıyorlar.

Gülyağı ve kaset_____

Daha avluya adım atar atmaz yoğun bir gülyağı kokusu genzi­ nizi yakıyor! Yerli, yabancı gez­ ginler, satıcılar, semtin insanları, nedense çoğu Diyarbakırlı boya­ cı veletler, hepsi bir coşku içinde! Stereo kaset-çalarda Hafız Murat, rast makamında bir ilahi okuyor ki, değme ses sanatçısına taş çıka­ rır: “ Firdevs bağçesinde ebed /

Kalanlardan eyle bizi!”

Fiyatlarını soruyoruz kasetle­ rin, turistlere 4 bin, Müslümana 3 bin liraymış..

Arabm ezeli ve ebedi taamı, cennet meyvesi hurma, sandıklar dolusunca dökülmüş satılıyor! Ki­ losu bin beş yüze... Dışarıda ay­ nı hurma iki bine oysa... Bu ucuz­ luğun nedenini, satıcı delikanlı,

“ Biz halden alıyoruz” diye açık­

lıyor. Hurmanın balını bir tatmış olan karasinekler, bir türlü ayrıl­ mıyorlar çevresinden... Satıcı hem sinek kovuyor hem de müşteri ko­ valıyor. Ramazanda iyi satış olu­ yormuş, ama sonra düşüyor­ muş...

Satıcı tezgâhları sıralanıp gidi­ yor Süleymaniye’nin dış avlusun­ da: Yeşil namaz takkeleri, kırmı­ zı Osmanlı fesleri, buram buram kokan esanslar, Anadolu işi na­ kışlı çoraplar, Bursa dokuması namazlıklar, işlemeli başörtüle­ ri... Boydan boya renk renk, ışıl ışıl bir tespih sergisi; tespihlerin kimi ağaç- zeytin çekirdeği, çoğu da adi boncuktan... Bir tespih ala­ na, bir de püskül, bedava!

Bir başka köşede vaaz kasetle­ ri satılıyor. Bu apayrı bir sektör. Namlı vaizlerin, en son vaazları bantlara alınıp hemen piyasaya sürülüyor. Seyfettin Altan, Hüse­

yin Kumaş gibi hocaların kaset­

leri peynir ekmek gibi alıcı bulu­ yor... Kaset-çalarda ses sonuna kadar açık: Milli görüş neferi bir vaiz, yeryüzünün bütün haksızlık­ larına başkaldıran bir ses tonuy­ la, öylesine hışım ve huşunet için­ de bağırıyor: “ Teneke bunlar, te-

nekee!” O rada bulunanlar hay­

ranlık duygularıyla dolu vaize karşı. Hoca efendinin “ teneke” dediği kimler? Üniversitelerde okuyan “kerime-i cariye” lerin ör­ tünmesine karşı çıkan profesör­ ler!..

Kasetçinin yanı başındaki tez­ gâhta, dini kitaplarla turistik bro­ şürler birlikte satılıyor. Satıcıların hangisine yanaşıp bir iki satır ko­ nuşmak istesek; alıcı olmadığımızı anlar anlamaz surat asıp başları­ nı çeviriyorlar. Doğrusu pek de haksız sayılmazlar bu tavırların­ da. Ortalık müşteri kaynıyor on­ lar için; maişet kaygısı, çenebaz­ lıktan çok daha önemli!

Süleymaniye başlı başına bir sektör. Çevresindeki yüzlerce in­ sanın geçim kapısı hele ramazan­ da...

Turistler memnun

Ramazan’ı Şerif dolayısıyla yo­ ğun dini duygular içinde Süleyma­ niye ziyaretine gelenler yalnızca kendi insanlarımız mı? Elbette ha­ yır... Bu dini ziyaretler, ramazan ayı için geçerli. Ama dünyanın dört bir yanından gelip Süleyma­ niye’nin gizemli güzelliğini, kut­ sal havasını yudum yudum tadan­ lar, asıl yabancılar... Boyunların­ da fotoğraf makineleri, ellerinde tozlu ayakkabıları, memnun ve mutebessim bir çehreyle dolaşı­ yorlar ortalıkta... Cami avlusun­ daki “ interesting” curcunayı ya- dırgasalar bile belli etmiyorlar. Satıcı taifesi için ise asıl “ inte­

resting” olan, bu keferelerin ya­

pacakları alışverişler!

Dini gezi o.obüsleriyle bölük bölük gelen kadınlar, ikindi na­ mazını topluca eda ediyorlar içe­ ride. Kefere erkeklerinin şortlu bacaklarına aldırm adan... Bildi­ ğimiz kadarıyla, nisa taifesi, er­ keklerin bulunduğu bir mahalde ve de aleni surette namaz kılamaz­ lar... Ama cami içinde kaç göç kalkmış her ne hikmetse!

Turistlerin başlan hep havada: İkindi güneşinin ışık oyunlarım yansıtan rengârenk vitraylardan.

tavan süslemelerinden, otuz iki pencereden oluşan kubbe kasna­ ğından gözlerini alamıyorlar... Yerleri kaplayan yumuşak hah, serin ve loş atmosfer, mistik ses­ sizlik, merkezi kubbeyi ayakta tu­ tan filayağı sütunların ihtişamı, kırmızı porfir sütunlara bağlanan zarif kemerler, Gotik mimarinin yanında daha sade kalan ve Os­ manlI inceliğinin örneği süsleme­ ler, kuşkusuz, bu yabancıları bü­ yüleyen öğelerden birkaçı...

N ecef yıldızları_______

Daha çok gecekondulu olduk­ ları izlenimini veren kadın grup­ larının başında bazen bir erkek, ordan oraya taşıyor ardındaki mangayı. Elleri ve yüzlerinden ötesi örtüler içinde saklanmış ha­ tunların hepsi yaşlı değil; araların­ da burnu hokka, ağzı mühür, kaşı

keman öyle tazeler var ki tesettür onları daha da çekici kılıyor!

Camiden çıkanlar Sultan Süley­ man’ın sandukasına yüz sürmeye koşuyorlar. Sultan Süleyman, ca­ minin mihrabı önündeki şirin tür­ besinde, sonsuz bir uykuya yat­ mış. Türbe, sekiz köşeli bir plan üzerine oturtulmuş. Çevresi re- vaklı, yirmi sekiz sütuna dayanı­ yor. Revakların her birinde üçer pencere yer alıyor. Bunlar da sivri kemerler ve nişlerle çevrelenmiş... Bir taç gibi oturtulmuş olan kub­ be, zengin süslemelerle dolu. Du­ varlar, bitki motifi çinilerle bezeli. Kubbenin harcına yer yer necef taşları gömülmüş; taşlar birer yıl­ dızmış gibi yanıp sönüyorlar ışıl ışıl... Ellerini sandukanın yeşil ör­ tüsüne ve sedef kakmalı parmak­ lıklara sürüp yüzlerine götüren kadınlar, kubbedeki bu yıldız ışıl­ tılarının gizini bir türlü çözemiyor ve dönüp dönüp bakmaktan ala­ mıyorlar kendilerini... Bakmaya doyamadıkları bir başka taş da türbenin kapısının üstüne gömü­ len Haceri - esved parçası... Ka­ pının karşısında durup dakikalar­ ca bakıyorlar bu kutsal kara ta­ şa!

Kanuni türbesinin beş adım ötesinde de Hürrem Sultan’ın tür­

besi var. Kapı kilitli; içinde neler olduğu belli değil; ama orasının ne olduğunu anlamak için, hatun kişilerin aralarındaki konuşmala­ ra kulak vermek gerek: “ Ha, ora­ sı mı, Meryem Anamızın türbe­ si...”

Yazık ki buraları ziyarete gelen Hıristiyanlar, Hürrem Sultan’m, aslında Meyrem Ana olduğunu bilmiyorlar!

Ahiret nutku

___

Türbelerin çevre yanı, aslında gülistan olarak düzenlenmiş; II. M ustafa’nın kızı Safiye Sultan buraya gömülünce, onu, devlet ri­ calinden başkalarının mezarları izlemiş, böylece küçük bir gömüt­ lük oluşmuş zamanla... En son gömülen de Malatya’dan hemşe- rimiz Hafize Özal, biliyorsunuz.

Kimi ziyaretçiler, bu yeni, henüz yapılmakta olan mezara uğrayıp bir fatiha okumayı ihmal etmiyor­ lar. Ziyaretçilerden biri Avrupa görmüş, umur sürmüş yaşlıca bir âdem. Diyar-ı küffarda gördüğü mezarlıklar yanında bizimkilerin niye sade kaldığı konusunda söy­ lev çekiyor: "Hıristiyanların bu

dünyasını mamur eyledim; onlar gösteriş içinde, varlık içinde ya­ şasınlar bakalım... Müslümanla­ rın da ahiretleri mamur olacaktır! Onların merdivenlerini bile yakut­ tan, zümrütten yaptım...” Yüce

T ann’mn ağzından aktarıyor bu­ nu Avrupa görmüş âdem... Çev­ resindeki grup imanla dinliyor...

Türbenin bahçesinde bir de ev kılıklı ahşap kulübe var; eski, dö­ küntü durumunda... Mezar taşla­ rının ve kurumuş iki ağacın ara­ sında. Bazen bir kadın girip çıkı­ yor bu eve; uzun mezar taşlarına gerili ipe çamaşırlar asıyor... Bu­ rası, tiirbedarın lojmanı olmalı di­ ye düşünüyoruz.

Türbedar Hüseyin

“ Hayır” , diyor Türbedar Hü­

seyin Yıldırım, “ Orada başkala­

rı kalıyor.” Hüseyin Yıldırım yir­

mi dört yıldır, İstanbul’un bütün

türbelerini gezip en son buraya gelmiş. Toplam 117 türbenin, 12 türbedarından biri. 170 bin lira aylıkla ev geçindiriyor ve Allah rı­ zası için olmasa, bu işe katlanıl­ mayacağım özellikle vurgulu­ yor... Çünkü, “ Yalnızca türbedar

değil, aynı zamanda bu değerli ya­ pıların bekçisiyiz!” diyor Yıldı­

rım ... “ Yirmi beş santimi kırk

milyondan fazla eder şu gördüğü­ nüz tarihi çinilerin. Öyle antika... Altını gümüşü, var ayncana... Al­ manlar, Hürrem Sultan Türbesi’- nin çini panosunu çaldılar; ama yakaladık onları... Mesai saatimiz belli değil, gece gündüz bekliyo­ ruz buraları... O gördüğünüz ev, aslında bekleme salonu olarak ya­ pılmış eskiden; din âlimleri gelip orada dinlenirlermiş... Sonradan lojmana çevrildi; ama tuvaleti yok; fosseptik çukuru açıldı arka­

ya, o çukur yüzünden koca ceviz ağaçlan kuruyup gitti...”

Adının açıklanmasını isteme­ yen bir başka görevli de buranın bakımı için ayrılan paraların sa­ vurganca harcandığını ileri sürü­ yor:

“ Altın varaklı yazılar silinip gi­ diyor, onlann yenilenmesi lazım; bu işler dururken otlann temizlen­ mesi için paralar veriliyor. Bu ca­ mi ve bu türbeler, birtakım insan­ lar için büyük gelir kaynağı! Ge­ rekli gereksiz birtakım ihaleler ya­ pılır; o ihaleleri de nedense hep aynı insanlar kazanır! Belki yir­ mi yıldır böyle bu: S.S. ve t.T. ka­ zanır boyuna ihaleyi... İhalesi ya­ pılan işler de ıvır zıvır: Avludaki mermer taşların yıkanması, mezar taşlarının silinmesi, otların biçil- mesi... Milyonlar akar bu işlere. Birtakım çıkar çatışmaları olur bu yüzden, kurşunlar sıkılır... Bada­ na ihalesi olur, milyonlar verilir: boyanın kalitesizliği ertesi yıl he­ men ortaya çıkar. Halıların yı­ kanması ihale edilir, paralar ve­ rilir; üstünkörü bir süpürülür, si­ linir, o kadar... Temiz olmaz. Şu cami avlusu bile belli kişilerin elinde; kimse onlara karşı gele­ mez, çıkın burdan diyemez; başı­ na bela almış olur! Aslında, Ba­ kanlar Kurulu kararı var bu ko­

nuda; cami avlusunda satış yapı­ lamaz diye... Kimsenin dinlediği yok ki! Zabıta bile karışamıyor onlara! Şimdi bunları açıkladığı­ mı duysalar, bana düşman kesi­ lirler! Efendim, daha neler var ne­ ler: Çökecek binaya elektrik, ka­ lorifer tesisatları yapıldı birinde. Çok sürmedi arası, bina gerçek­ ten çöktü. Tesisat yıkıntının için­ de kaldı! Ama birileri de bu ara­ da zengin oldu...”

Cami avlusunda oraya buraya körelenmiş çöp yığınları; Sinan çeşmesinin kırık muslukları, bü­ tün bu savların birer küçük kanı­ tı... Hafize ö z a l’ın cenaze töre­ ninden önce, Başbakan gelecek diye telaşla çekidüzen verilmiş or­ talığa biraz; ondan sonra yine her şey kendi haline bırakılmış... Sul­ tan Süleyman yattığı yerden ba­ şını kaldırıp da şöyle bir etrafa

ba-kabilseydi, kim bilir kimlerin kel­ lesi uçardı o saat!

Süleymaniye’nin iç ve dış avlu­ larım ve dahi çevresindeki imareti inceden inceye tasarlayıp gerçek­ leştiren Koca Sinan, özellikle dış avlunun bugünkü işlevini asla akıl edemezdi! Yorgun yolcular ve iş­ siz güçsüz insanlar için açık hava oteli! Çevredeki harap evlerde oturan MalatyalI, Mardinli, Di­ yarbakIrlI ailelerin çocukları için oyun bahçesi, kalender meşrep bir akşamcı için gizli gizli demlenme yeri, kırsal kesimden gelip büyük kentin daracık evlerinde boğulan bizim oralı kadınların hava aldı­ ğı bir büyük bahçe; ağaçlı, çimen­ li, gölgeli... Çalışanların pazar ta­ tillerini geçirdikleri renkli bir park!

Sinan’ın yaptığı hamam kapa­ lı; müze kapalı, çeşmenin musluk­ ları yok.. Ne gam! Beş vakit ezan- ı Muhammedi’yi dinliyoruz ya, bin niyazla semaya uzanan o za­ rif minarelerden! Mahyalar şıkır şıkır yanıyor, dökülen ışıklar Ha- liç’in karanlık sularında bir nur seli gibi akıyor ya... Ve İstanbul’­ un yedi tepesinden bakıp o nur se­ liyle gözümüzü, gönlümüzü yıkı­ yoruz ya... Bundan ötesi önemli değil...

Dini turlar — İstanbul dışından “dini turlarla" Süleymaniye’ye gelen kadınlar bir örnek başörtüleri ile dolaşıyor ve dua ediyorlar. (Fotoğraf; Kayahan Güven)

Süleymaniye’nin görünmeyen yüzünü Âl-i Osman yazması anlatıyor

3 bin forsa 3 y ıl kazdı

Süleymaniye’nin, bu görkemli, göz kamaş­ tırıcı mabedin bir de görünmeyen yüzü var elbet. Yedi yılı aşkın bir sürede tamamlanan yapının harcını kaç insanın ahnteriyle yoğur­ dular dersiniz? Bunu hesap etmek için sayı­ sız icmal defterini, aylar boyu elden geçirmek gerek.

Seng-tıraşlar, bennâlar, neccârlar, nakkaş­ lar, haddadlar, askeri örgütlerin işçi bölük­ leri, lağımcılar, acemi oğlanlar, Hassa mimarları, sırt hamalları, taşocağı amelele­ ri ve daha nicelerinin el emeğiyle bu taşlar üst üste konulmuş...

Bir de caminin yapımında kullanılmış esir­ ler var: Nafaka karşılığı, yani boğaz toklu­ ğuna çalıştırılmış esirler! Üstat Evliya Çelebi, Süleymaniye Camii’nin yapımı sırasında, “ Ayağı bağlı (pay-beste) üç bin forsanın, tam üç yıl temel kazma işinde” çalıştırıldığım ya­ zıyor Seyahatnâme’de. Yalanı varsa, güna­ hı Çelebi’nin boynuna...

Ayrıca, bu arada İstanbul esnafına yük­

lenen ek vergiler var; “ zecri tedbirlerle” ya­ ni zorla, “ Devlete ait binalarda çalışma

yükümlülüğü” getiren emirnâmeler, ferman­

lar var... Rumeli’den Anadolu köylerine, Ege adalarından İznik yöresine kadar taşocakla- rında, kereste depolarında, çini atölyelerin­ de, bunların nakliyesi işinde, gemilerde çalışan insanlar var... Yedi yıl boyunca, Os­ manlI mülkü, bütün tebasıyla, bütün olanak­ larıyla Süleymaniye’ye bağlanıyor... Zorla çalıştırılanlar el-aman deyip kaçıyorlar ilk fır­ satta... Onlar kaçmasın diye, cizye kâğıtları ellerinden alınıyor; gardiyan nezaretinde top­ luca hanlarda yatırılıyorlar... Gerek duyul­ dukça, “ ustalıklarına müteallik âlât ve

esbablarıyla” . askere celp eder gibi insanla­

rı evlerinden, yurtlarından alıp getiriyorlar... Bir yandan Süleymaniye’nin yapımı için bir yandan da fütuhat için padişahın kulları ha- bire toplatılıyor mülk-i şahane üzerinden... Armut toplar gibi!

Halk üzerindeki baskı ve haksızlıklar gün­

den güne o denli artıyor ki bütün bunlara, adı bilinmeyen bir tarihçi, Âl-i Osman adlı yazmasında şu sözlerle isyan etmekten ken­ disini alamıyor:

“ Bennâ ve akçe il yanından çıkar, Hâzi­ neden bir habbe harç olmaya. Dahi illere ödetmek istedikleri aceb niçe maldır ki ve ya- hud ol suretle yapılan binadan sevab ummak dürüst müdür, anın sevabından geçmelüdür, eğer günahı olmazsa ve illâ günahından gayrı nesi vardır ola. Ammâ padişahlar kapusuna ehl-i mu’amele bezirgan kim hâkim ola, bu kadar olduğuna dahi şükür itmek gerekir.”

(Ömer L. Barkan / Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı.)

Bunları belgeler söylüyor, biz değil; ama taht uğruna gözünü kırpmadan cengaver iki oğlunu boğduran Muhteşem Süleyman için kendi mülkünün bir parçası olan kullarının esamesi okunur mu diyeceksiniz... Kuşkunuz olmaya ki yerden göğe haklısınız!

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

HD 149026’n›n metal zenginli¤ini belirleyip çev- resinde bir gezegenin olas› varl›¤›na ilk kez dik- kati çeken ekibi yöneten gökbilimci Debra Fisc- her’e göre

Boğaz ağrısı Genellikle vardır Bazen olur Burun tıkanıklığı Genellikle vardır Bazen olur Halsizlik Çok hafif olur 2-3 hafta sürer. Öksürük

Böylelikle, yüksek büyütmelerde teleskobun nasıl en ufak tit- reşimlere bile duyarlı hale geldiğini, odak düzlemi- nin nasıl değiştiğini görebilirsiniz.. Atmosferik gö-

Kritik bakım alan hastalarda görülen kardiyak değişiklikler, bireyin hastanede yatışı esnasında gelişebileceği gibi eskiden var olan fakat yeni tanılanmış

Parazitin insanlar üzerindeki etkilerinden en tu- hafı, daha kesin olarak kanıtlanmamış olsa da, beyin- de hayat boyu kalan ve dopamin gibi kimyasalların salgısını artıran

Bir er- kek ispinoz bir difli kanaryayla çiftle- flebilir; ancak diflinin yumurtal›k ka- nal›nda bulunan bir etken erke¤in spermlerini bir yabanc› gibi kabul ederek,

BirGün'e gizli tanık iddiasını biraz daha açan Tahmaz, “Bizimle görüşen, bizi tanımadığı için muhtemelen hükümete yak ın bir heyet sanan yerel kamu

Mithat ve Rüştü paşaların Abdül­ hamit efendi ile görüştükten son­ ra hakkında müsait bir fikir hasıl etmezlerse başka bir şehzadeyi ic- lâs eylemek