• Sonuç bulunamadı

Gündemdeki sanatçı:Aziz Nesin:Aziz Bey'le düşsel bir yolculuk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gündemdeki sanatçı:Aziz Nesin:Aziz Bey'le düşsel bir yolculuk"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

14 AĞUSTOS 1994 PAZAR CUMHURİYET

KÜLTÜR

SAYFA

13

GÜNDEMDEKİ SANATÇI

A ZİZ NESİN

ONAT

KÜTLAR-A ziz B ey’le düşsel bir yolculuk

TV program lan, gazeteler ve özellikle birkaç gündür okum akta olduğum Âmin Maalouf un “Semerkanf’ı nedeniyle olsa gerek, dün gece a- acayip bir düş gördüm.

Güya yaz mevsimiymiş. Ağustos falan. Hava olağanüstü sıcak ve nemli! Birçok tanıdıkla bir­ likte kocaman bir uçaktayız. Birçok siyaset ada­ mı, gazeteci, yazar-çizer, sanatçı var uçakta. Uçağı Tezcan Yaramancı’ya benzeyen, tepesi açık bir pilot, bıçkın bir şoför gibi hafif yanla­ masına oturmuş, afili biçimde kullanıyor.

Yanımda Aziz Nesin oturuyor.

Az ilerde Ara Güler’i görüyorum. Objektifini bize çevirmiş, Aziz Bey’in fotoğrafım çekiyor.

“Hava çok nemli Ara!” diyorum. Gülüyor. “Sen buna rutubet mi diyorsun? Git de rutubeti New York’ta gör. Gökdelenin penceresinden balığı bırakıyorsun, karşı binaya yüzerek geçi­ yor!..”

önce inanmıyorum. Ama az sonra Mahmut Bey’le Ali yanımdan yüzerek geçiyorlar. “Ara haklı” diyorum içimden.

' Tam o sırada Y aram ana sert bir fren yapıyor. Aziz Bey’in gözleri iyi görmüyor. Bana soruyor:

“Ne oldu?” “Geldik” diyorum.

Yüzündeki kaygılı çizgiler siliniyor: “Oh, memlekete geldik sonunda” diyordu. Ben şaşırıyorum. Ç ünkü uçağın lambozlan- ndan, şehir hatları vapur iskelelerinde olduğu gibi çini üstüne yazılmış bir kent ismi okunuyor: “Semerkant”. Aşağıda upuzun borular çalan, (sanının ‘kom ay’ adı bu boruların) tuhaf giysili adamlar görüyorum. Tam Özbekistan'a geldiği­ mizi düşünürken boru çalanlara biraz daha yakından bakıyorum. Bizim mehteran bölüğü zum aalanna benziyorlar. H atta biri üpatıp Sü­ leyman Bey.

Neyse. İniyoruz aşağıya.

Azız Bey’le beni bir itfaiye arabasına bindiri­ yorlar. Canavar düdükleri çalarak sıcak, kuru ve tozlu kentin caddelerinden geçiyoruz. İtfaiye neferi Aziz Bey’i tanıyacak ve aşağı atacak diye ödüm kopuyor.

İtfaiye arabası bizi bir alana bırakıp gidiyor. Alanın ortasında Atatürk’le Ahmet Yesevi arası birine benzeyen bir heykel var. Heykelin hemen yanıbaşında bir sürü sarıklı, cüppeli, sakallı adam yerde, toz toprak içinde yuvarlanan birini sopalarla dövüyorlar.

O sırada yanımızda bir sarıklı ve cüppeli adam daha belirdi.

Aziz Bey’le bana baktı: “Ne öyle duruyorsunuz orada? İbn-i Sina’nın en yakın arkadaşı Uzun

Ca-bir’i bir zındık, bir filozof diye dövüyorlar...” Adamın yüzüne baktım. Bu, Amin M aalouf- un romanında anlattığı Ömer Hayyam’dan baş­ kası değildi.

Sakallı, cüppeli yobazlar bizim üstümüze yü­ rüdüler.

Gelenlerden birinin Sivas Belediye Başkanı olduğunu o an farkettim. Kaçamadık. Başkan, Aziz Bey’in üstüne yürüdü: “Seni bir türlü yaka­ madık, ey şeytan!” diye bağırdı.

Aziz Bey adamı görmüyor, sadece gülümsü­ yordu. Gidip adamın cüppesinin eteğini savuru­ yor:

“Ebced, hüvvez, huttiii... Hoca benim başımı yuttüi!..” diye alay ediyor onunla.

O sırada yetişen Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri hepimizi birden toplayıp Kadı’- nın huzuruna çıkarıyorlar.

Kadının adı Ebu Tahir. Ömer Hayyam’ı tanı­ yor. “Bu yüce makamda, Nişaburlu büyük şair ve bilgin Ömer Hayyam’ı kabul etmek bir şereftir” diyor.

Hayyam gülümsüyor.

Kadı Ebu Tahir, Ömer Hayyam’a, beyaz dut ağacından yapılma kağıtlarını Aziz Nesin’in Galip Amcası’nm yumurta akı ve başka madde­ lerle parlattığı bir boş defter veriyor:

“Bu defteri sakla” diyor.

Defteri Aziz Bey alıyor. Kadı’nın yüzü değişi­ yor birden. Tıpı tıpına Nusret Demiral’a benzi­

yor. Boyu kısalıyor, saçları dökülüyor. Gözleri bozuluyor, bir gözlük geliyor, yüzüne yerleşi­ yor. Sırtı hafif kamburlaşıyor.

Hiddetli bir tavırla yerinden kalkıp Aziz Bey’- ih yanına geliyor. Birleşmiş Milletler askerlerine bağırıyor:

"Burunla aşın!” v , , ,

\ Askerler öylece Çürüyorlar. \

1 • Onlar kıpırdamayınca seyirciler arasından Erdal.İrtönü ile Seyfi Oktay ilerliyorlar.

“Zörluk çıkâftnayın” diyorlar Aziz Bey’e. Ama Azız'Beyjditbinderi bir kağıt çıkarıp on­ lara veriyor. Kağıdın üstüne “zorluk” yazıyor.

“işte” diye bağırıyor Nusret Demiral, “İşte zorluk çıkardı...” ,

Salonda bir sürü TV muhabiri var. Orada ¿p- \ lunanlan ikişer ikişer eşleştirip “Çapraz Ateş” tarzında münazara program lan yapıyorlar!

M ahm ut Bey İsmail Cem’le konuşuyor, ya Uğur’la Türkeş röportaj yapıyor, Nusret miral bizim Eva’ya köpeğini anlatıyor. Tansu Çiller, “Sevgili vatandaşlarım, sadece ormanlar yandı, ağaçlara bir şey olmadı... Bunu herkes böyle bilsin” diyor. Deniz Baykal, Murat Kara- yalçın’la eşleşmeye razı olmuyor, Mesut Yılmaz'ı istiyor.

O sırada dışarda kentli halk birikmiş, otelleri peşpeşe yakıyor.

Köylüler ormanları yakıyor. Askerler heli­ kopterlerden yangın bombası atıyor. Yangın, gürültü, deprem...

Gece saat 20.00’yc doğru, bütün ülkede “Bir Başka Gece” programı başladığı için herkes kalkıp göbek atmaya koyuluyor...

“Oynama şıkıdım şıkıdım... A-acayipsin...” Aziz Ağabey’e dönüyorum: “Burası neresi ağabey? Benim tanıdığım ülkeye benzemiyor... Tımarhane gibi...”

Aziz Nesin, o anda ortaya çıkan otuz-kırk küçük çocuk arasına karışıyor.

“Türkiye burası” diyor.

Çocuklarla birlikte bir lunapark salıncağına binip neşeyle sallanıyorlar.

Salıncakçı bağırıyor: “Yandı...”

Aziz Bey neşeyle sallanmaya devam ediyor. Bir kolan vuruşuyla yanıma yaklaştığı sırada bana eğiliyor:

“Bu da cabası!..”

Ağustos sıcaklan. Amin Maalouf, TV prog-: ramları, gazeteler, gözlerimi açtım. Ter içindey­ dim.

Ve dehşetle farkettim: Düş değildi. Gerçekti.

Yerel enstrümanlarla yeni bir ‘ses’ arayışındaki Pan African Orkestrası ilk Avrupa turnesine çıktı

Afrika kendi müziğini arıyor

Kültür Servisi - G ana’nın Af­ rika klasik müziğinde lider ol­ masının tek nedeni rakipsiz ol­ ması değil. Eski Devlet Başkanı Kwame Nkrumah Afrika’nın kültürel açıdan kendi kendine yeterli bir hale gelebilmesi için çaba gösteren en etkin kişiler­ den biriydi. Nkrumah, 1959’da ülkenin bağımsızlığını kazan­ masının ardından bu yolda ilk adımlan atmıştı.

G ana Üniversitesi’ndeki Af­ rika Bilimleri Enstitüsü’nün müzik ve tiyatro bölümleri Prof. Kwabena Nketia ile kıta­ nın en seçkin müzikologlann- dan Dr. Ephraim Amu’nun yö­ netimleri altında gelişme gös­ terdi. Dr. Amu, bambudan yapılmış, yerel bir çalgı olan özel bir flüt için öğretme me- todlan ve teknikler geliştirerek, bu çalgıyı yeni bir kuşağa tara­ tan kişi.

35 kişilik bir koro

G ana Ulusal Senfoni Orkest­ rası 1963 yılında kuruldu. İlk yöneticisi Phüip Gbeho, orkest­ ranın Avrupa klasik müziğin­ den oluşan repertuvanna Af­ rika'ya özgü öğeler katmaya başladı. G beho’nun ölümü üzerine bu göreve gelen Prof. N. Z. Nayo d a bu uygulamayı sürdürdü.

Nknımah’ın 1966 yılında devrilmesinden sonra, bu süreç 80’li yılların başına dek yavaş­ ladı. Ta ki devrimci hükümet iş­ başına gelene kadar.

Şimdi Dr. Kwasi Aduonum’- un yönetiminde bulunan Gana Senfoni Orkestrası, 50 müzis­ yen ve 35 kişilik bir korodan oluşuyor. Akra kıyılarında, köy okulu gibi tek katlı bir bi­ nada çalışmalarını sürdürüyor. Aduonum, orkestramn nite­ liğinin düşük olduğunu, ancak önümüzdeki 6 ay içinde Af­ rika’ya özgü, geleneksel daha fazla enstrümanın

kullanılma-Nana Danso Abiam’ın denetiminde çalışmalarını sürdüren Pan African Orkestrası bugünlerde ilk Avrupa turnesini gerçekleştirecek. ya başlanacağım belirtiyor. Or­

kestramn vereceği konserlerin ilk bölümü Bach, Hendel ve Be­ ethoven’in yapıtlarından olu­ şurken, ikinci yansında Afrika müziği yer alacak ve izleyiciler dans edebilecek.

Ancak kısa bir süre önce G a­ na Senfoni Orkestrası, hedefi ‘Afrikalılaşma’ olmasına kar­ şın, bu yolda gerçekleştirilecek önemli bir girişime karşı çıktı. Orkestranın 1985-87 yıllan ara­ sında direktörlüğünü üstlenen Nana Danso Abiam’ın yapmak istediği köktenci değişiklikler orkestra elemanlannca benim­

senmedi.

Abiam, Ulusal Senfoni Or­ kestrasından olaylı bir biçimde aynldıktan sonra 1988 yılında Pan African Orkestrası’nı kur­ du. Abiam’ın yöneticiliğini, besteciliğini ve her türlü sorum­ luluğunu üstlendiği orkestra bugünlerde ilk Avrupa turnesi­ ni gerçekleştiriyor.

G ana Üniversitesinde 70’li yılların başında müzik eğitimi gören Abiam, Londra'da araş­ tırmalar yaparken, Ulusal Sen­ foni Orkestrası’nı yönetmek üzere ülkesine çağrıldı. 1983 yı­ lında yazdığı ve geleneklere da­

yanan bir orkestra kurulması gerektiğini savunduğu bir yazısı yeni devrimci hükümetin yetkililerinin ilgisini çekmişti.

N eo-klasik bir repertuvar

Abiam, Ulusal Senfoni mü­ zisyenlerinin Batılı enstrüman­ ları tamamen bırakarak gele­ neksel enstrümanlar kullanma­ larını önerdi. Ancak bu önerisi­ ni kabul ettiremedi. Bunun üze­ rine istifa etti ve bir süre bir reg- gae orkestrası ile seyahat etti. Hayalinde kendine ait ve istedi­ ği çizgide bir orkestra kurmak

vardı. Almanya’da olduğu sıra­ da eline geçen ilk para ve daha sonra dostlarından gelen küçük parasal destekler sonucu ülke­ sine dönerek müzisyenler ara­ maya ve bir repertuvar oluştur­ maya koyuldu.

Böyle kurulan Pan Afrikan Orkestrası’na geleneksel enst­ rümanları benimsetmek dışın­ daki hedefleri, ‘neo-klasik’ bir repertuvar oluşturmak ve gele­ neksel konulardan yararlana­ rak senfoni uzunluğunda par­ çalar yaratmaktı.

Abiam’ın orkestrasının ele­ manları Akra’da 20 ayrı halk

Devlet Tiyatroları ^ilk lerin sezonuna hazırlanıyor

ANKARA (Cumhuriyet) - Yeni se­ zonu 1 ekimde açacak olan Devlet Tiyatroları, ilk turda daha önce sergi­ lenen oyunların yanı sıra, dünya ve Türkiye prömiyerlerini yapacağı eser­ lere de yer verecek. İstanbul Devlet Tiyatrosu Memet Baydur’un “Yeşil Papağan Limited”, Bursa Devlet Ti­ yatrosu Ali Meriç in “Ramazan Etkin­ likleri” ve Reşat Nuri Güntekin'in “Ye­ şil Gece”, Diyarbakır Devlet Tiyatro­ su da Memet Baydur'uıı “Aşk" adlı yapıtının dünya prömiyerini gerçek­ leştirecek.

Türkiye ve Devlet Tiyatroları sah­

nelerinde ilk kez seyirci karşısına çıka­ cak yapıtlar ve bu yapıtları hazırlaya­ cak bölge müdürlükleri şunlar:

A nkara Devler Tiyatrosu: Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı “Helikopter” , Aldo Nicolaj'dan Muhittin Yılmaz ın çevirdiği “Kadın ile Memur’, Karen Sunde’den Armağan Ersin’in Türkçe­ leştirdiği “Moskova Geceleri”, Yaka- vos kambanclis'tcn Panayot Abacı’nın çevirdiği “Savaş Baba” Borges'ten Tomris Uyar'ın çevirdiği ve Coşkun Ir- mak'ın uyarladığı “ölümsüz”, Orhan Güner’in “İkinci Nöbetçinin Sıkıntıla­ rı” ve “Antonius, Kleopatra Arada Bir

de Sezar” ilk kez seyirci karşısına çı­ kacak. Arnold VVesker’dcn Gönül Ça- pan’ın Türkçeleştirdiği ve Oda Tiyat- rosu’nda sergilenecek “Annie VVobİer” de Devlet Tiyatroları sahnelerinin ilk­ leri arasında yer alacak.

İstanbul Devlet Tiyatrosu: Aziz Ne- sin'in yazdığı “Düdükçülerle Fırçacı­ ların Savaşı” Türkiye’de, Woody Al- len’m “Final” adlı eseri de Devlet Ti­ yatrolarında ilk kez sahnelenecek.

İzmir Devlet Tiyatrosu: Peter We- iss’tan Müşerref Hekimoğlu'nun Türkçeleştirdiği “Marat Sade” Devlet Tiyatrolan’nın ilk kez seyirciyle buluş­

turacağı eserlerden.

Bursa Devlet Tiyatrosu: Bernard Slade’den Gencay Gürün ün çevirdiği “Seneye Bugün” , Turgay Nar ın yazdığı “Tepegöz” , Stanislav Stara- tiev’den Özdemir İnce’nin Türkçeleş­ tirdiği “Deri Ceket” Türkiye'de ilk kez sergilenecek.

Adana Devlet Tiyatrosu: Lale Ora- loğlu’nun yazdığı çocuk oyunu “Keloğ- lan’ın Eşeği” ,Neil Simon'dan Sungun Babacan’ın çevirdiği “Büyük Aşıkların Sonuncusu” seyirciyle buluşacak.

Trabzon Devlet Tiyatrosu: Vedat Türkali’nin yazdığı “Dallar Yeşil

Ol-müziği grubunda çalışan ve ge­ leneksel müzik yapan müzis­ yenler. Pan African Orkest- rası’nm ayakta durması Gana Ulusal K ültür Komisyonu’nun mali desteğine bağlı. Komis- yon’un verdiği, orkestranın prova yapmayı sürdürebilmesi için gerekli aylık temel harca­ maların yansını karşılayan bu ödenek, Avrupa standartlanna göre çok düşük.

Geleneksel enstrümanlarla yepyeni bir çizgi yaratan or­ kestranın ilk Avrupa turnesin­ de prestij kazanması bekleni­ yor.

malı” , Sam Shepard’dan Pınar Kür'ün Türkçeleştirdiği “Aç Sınıfın Laneti” sergilenecek.

Diyarbakır Devlet Tiyatrosu: Or­ han Asena’nın “Korku” adlı eseri , A. Egraniuf un “Mutluluk Dağıtan Eski­ ci” ve Vasıf Öngören’in “Zengin Mut­ fağı” D T’nin ilkleri olarak sergilene­ cek.

Antalya Devlet Tiyatrosu: Ferhan Şensoy'un yazdığı “Haneler” ile Suat Demir-Engin Cezzar İkilisinin yazdığı “Fosforlu Çevriye” adlı yapıtlar ilk turda Devlet Tiyatrolan’nda sahnele­ nen ilkler arasında yer alacak.

PENALTI

MEMET BAYDUR

Düşler Güncesi.

Düş görmeyen insan var mıdır? İnsanlar bir ölçüye göre düşlerini anımsayanlar ve anımsamayanlar olarak ikiye ayrılırlar. Düşlerini anımsayan insanlar da kendi içlerinde (!) ikiye ayrılırlar belki. Düşlerini önemseyen­ ler ve önemsemeyenler. Bu yazıda düşlerden ve düşle­ rini önemseyen bazı insanlardan söz etmek istiyorum, örneğin Kurosawa, düşlerini önemsemekle kalmamış, bir de film yapmıştır ‘Düşler’ adında. Aslına bakarsak bu büyük Japonyalı yönetmenin bütün filmleri şu ya da bu biçimde düşlere göndermelerle doludur. Fellini gibi. Düşler, birçok sanatçı için bir başlangıç noktası, bir sor­ gu odağı, bir temel taşıdır yapıtlarında.

Sinemaya dışarıdan bakarsak hemen görüleceği gibi, karanlıkta siyah-beyaz ya da renkli bir görüntüler yuma­ ğıdır bu sanat sesli ya da sessiz. Sanat dalları içinde düş olgusuna en doğal, ikirciksiz yaklaşabilen, sinemadır. Burada özellikle üç yönetmeni anmak gerekir kanımca. Hitchcock, Bergman ve Bunuel.

Hitchcock 1944 yılında Amerika’da yaptığı bir filminin (Spellbound) yüreğine uzun bir düş bölümü koyar. Fil­ min bilmecesi Gregory Peck’in gördüğü düşlerin psiko- analiz yoluyla çözümlenmesiyle çözülür. Burada Fre- . ud’ün ünlü kitabı Düşlerin Yorumlanması da araya gir­

melidir ama, bu başyapıt bir başka yazının konusudur. Hitchcock, filminin düş bölümü için işbirliği yapacağı sa­ natçıyı da seçmiştir: Salvador Dali. Bu büyük Ingiliz yö­ netmen, François Truffaut’ya yıllar sonra ilginç şeyler söyler: "Filmlerde ne zaman bir düş gösterilmeye baş­ tansa görüntü hemen bir sis, bir duman altına giriyor. Geleneksel olarak film düşlerinin hepsi az ya da çok bu­ lanıktır. Bu geleneği kırmak istiyordum. Düşleri çok net, çok aydınlık, çok keskin bir görsellikle filme çekmek isti­ yordum. Filmin geri kalan bölümlerinden daha aydınlık ve net olacaktı düşler. Dali ile çalışmak istememin asıl nedeni buydu. Yapıtlarının mimari netliği. Chlrlco’nun resimlerinde de aynı nitelikler vardır biliyorsun, uzun gölgeler, sonsuz mesafeler ve perspektifin birbirine karışan çizgileri.”

Hitchcock’un birçok filmi, filme çekilmiş düşler gibidir diyor Truffaut. Düşler ya da karabasanlar. 1964 yılında Tlppi Herden ve Sean O’Connery’i oynattığı Marnie adlı filminin odak noktası da kadının peşini bırakmayan, an­ lamını bilmediği karabasanlar, kabuslardır.

Ingm ar Bergman, yetmiş yaşında yayımladığı otobi­ yografisinde yedi sekiz yaşlarında gittiği büyükannesi­ nin evinden söz eder. Bugün, bu yaşında bile, sakin ve fiuzur içinde bir uykuya dalmadan önce o evi, büyükan­ nesinin evini oda oda, bütün ayrıntılarıyla gördüğünü söylüyor. Gölgeleriyle, ışığıyla, kokularıyla, sesleriyle yeniden kuruyor, düşlüyor Bergman. Yaban Çilekleri­ nin profesör Borg'unun gördüğü düş/karabasan, belki de sinema tarihinin en etkileyici düş çekimidir. Berg- man’ın babasının bir köy papazı olduğunu yazmıştım bir yazımda. Babasının vaaz verdiği kır kilisesinde, öbür çocuklarla beraber bir ‘şarkı’söylermiş Bergman, baba­ sı ortalıkta yokken tabii.

"Afrika’da doğdum ben Babam oraların kralıydı Zürafa, maymun ve timsah Oyuncaklarıydı çocukluğumun. Çohaddli-Eyalo!

Şişko sömürgecinin yahnisi iyi oluyor!"

Evler, gölgeler, kokular, sesler, çocukluğun şarkıları, yetmişine varmış bir büyük sanatçının, düş görmeyi an­ layan bir insanın kendi düşlerinden yeni düşler yarat­ ması. Düş gören ve gördüğü düşleri anımsayan insanla­ rın ayrıntı düşkünü olduğu doğrudur. Bergman’ın anlat­ tığına göre 1944 yılında Münih Operası bütün eski şehir­ le birlikte bombardıman altında yerle bir olmuş. Savaş biter bitmez bütün şehri eskisi gibi, yeniden kurmaya karar vermiş insanlar. Opera binası o kadar büyük bir tutku ve sevgiyle yeniden inşa edilmiş ki, en küçük ayrıntıya kadar eski binaya sadık kalınmış. O ayrıntılar­ dan biri de iki yüz koltuktan sahnede oynanan operayı göremiyor olmanız. Yalnız müziği duyuyorsunuz. Salon sözgelimi bin kişilikse, sekiz yüz iyi koltuğun yanı sıra, dolu bir gecede iki yüz insan, örneğin üç saat sahneyi görmeden orada oturup müziği dinliyor. Düş ve düş gü­ cü nasıl gelişmesin?

Bunuel ise bir başka âlem! Seksen iki yaşında yayım­ ladı kendi hayat hikayesini bu büyük anarşist. Son Nefe­ sim adlı kitaptan öğrendiğimize göre büyük bir düşçü o da. “Yirmi yıl ömrün kaldı, ne istersin diye sorsalar, gün­ de iki saat çalışıp yirmi iki. saat d/iiş görmeyi seçerdim. Sonradan anımsayacağım düşfe'r. Düşleri karabasan halinde bile severim, zaten çoğu zaman karabasandır gördüklerim. (...) Uyurken akıl kendini dış dünyadan ko­ rur; gürültüye, kokulara, ışığa o kadar duyarlı değilizdir uyurken." Burada Bunuel ile Bergman arasındaki düş ayrımına geliyoruz. Birinin düşleri sesler, kokular, ışık üstüne kurulu. Diğeri bambaşka yanaşıyor düşlerine. Bunuel’in yapıtında da Bergman gibi, Kurosawa, Fellini, Hitchcock gibi düşlerin özel bir yeri vardır. Düş olmazsa hayat da olmaz neredeyse bu ustalara göre.

Düşlerin ‘a n a macfdes/’nedirpeki?OğuzAtay "Demir­ yolu Hikayecileri - Bir Rüya" adlı hikayesini yazarken hangi rüyaların belleğinden yararlanmış olabilir diye düşünüyorum. Sahi yahu, düşlerimizde gördüğümüz in­ sanların belleği var mıdır? Düş Ahlakı diye bir mesele üstüne yazılmış yazıların azlığı üzücüdür doğrusu. Saç­ ma Rüyalar da vardır elbette. Bayat Düşler de.

Graham Greene, ölmeden önce, yıllardır, kırk yıldır beraber yaşadığı Yvonne Cloetta’ya bir dosya teslim eder. "Kendime ait bir dünya ” adını verdiği ve yirmi beş yıl boyunca gördüğü düşleri kayıt ettiği bir kitaptır bu. Bayan Cloetta'ya dosyayı verdikten ve yayımlanmasını istedikten birkaç gün sonra ölür Graham Greene. Kitap 1992’de yayımlanır. Enfes bir düş kitabıdır bu. ö zel ve kişisel olanı, gizli ve bireysel olanı, düşlerin ve yazının gücüyle evrensel olanla buluşturur Greene. Bir başka yazıya bırakıyorum bu kitabın ’düşünü kurmayı’...

55. Devlet Resim ve Heykel Sergisi

■ ANKARA (AA) - K ültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel M üdürlüğü’nce, 55. Devlet Resim ve Heykel Sergisi kapsamında, “ Devlet Resim Yanşması”, “ Devlet Heykel Yarışması”, “ Devlet Seramik Yanşması” ve “ Devlet özgünbaskı Yanşması” düzenlendi. K ültür Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre Türk sanatçılann yaratıcı çalışmalannı desteklemek, verimlerini arttırmak, sanat ortamına değer ölçüsü getirmek ve devlet koleksiyonuna yeni eserler kazandırmak am aayla düzenlenen yanşmalara, sanatçılar daha önce herhangi bir sergide ödül almamış ya da sergilenmemiş 3 eserle katılabilecekler. Birinciye

60 milyon, İkinciye 55 milyon, üçüncüye 50 milyon ve 3 adet mansiyona 30’ar milyon ödül verilecek serbest konulu yarışmaların şartnameleri ve katılım formları, kültür müdürlüklerinden. Devlet Güzel Sanatlar galerilerinden, Devlet Resim ve Heykel müzeleri ile ilgili fakülte ve

demeklerden sağlanabilecek. Açıklamada ayrıca, ayrıntılı bilgi için K ültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel M üdürlüğü’nün 341 2149 veya 342 11 71 - 118,131 no’lu telefonlarına başvurulabileceği bildirildi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Şimdi insanların yalnız doğdukları yerler değil, doydukları yer­ ler ve doymak için tuttukları işler de önemlidir diyerek, biraz da İstanbul

Onda, ölüm karşısında meselâ Y u- | nusun veya Yahya Kemalin almış olduğu hususî tavır mevcud degil- Kemalin mısralarında ise ölüm- bütün dehşetile

Geri kalmış ülkeler için İkinci Cihan Savaşı sonrası, dış görünüşlere göre, Birinci Cihan Savaşı sonrasın­ dan farklı manzaralar gösterir.. Bu,

Lunat kemikte gözlenen intraosseöz ganglion kist vakamızda ise, küretaj sonrası demineralize kemik matriks kullandık.. Sunduğumuz her 2 vakanın uzun dönem takiplerinde

öyküsüyle daha da il­ ginç olan bu tabloyu koleksi­ yonunuza katmak isterseniz 90 milyon liradan başlayacak olan açık arttırmaya katılma­ nız

dam lar' vasıtasiyle Belcikad.a imal ettirilip güm rükten ka­ çak olarak sokulmuş, h a ttâ ona bir de m otor süsü veril ibişti Nihayet bir arabacı ki­

Dönemin esprisine uygun biçimde bir İngiliz bahçesi figürü olan ve Çadır Köşkü olarak anılan minik köşk, tam bir chalet’dir. Alt kattaki ocaklı bir oda

Çal›flmam›zda, brusellozlu hastalarda os- teoartiküler tutulum oran› ve bu hastalar›n epidemiyolojik, klinik özellikleri ile tan› ve tedavi yaklafl›m›n›n