• Sonuç bulunamadı

Az gelişmişliğin tarihsel nedenleri:İki cihan savaşı sonrası ve azgelişmiş toplumlar sorunu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Az gelişmişliğin tarihsel nedenleri:İki cihan savaşı sonrası ve azgelişmiş toplumlar sorunu"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A Z G E L İ Ş M İ Ş L İ Ğ İ N

TARİHSEL NEDENLERİ

İki Cihan Savaşı Sonrası ve

A zgelişm iş Toplumlar Sorunu

I

.

-Bu tartışmayı, Yves Lacoste'un «Sınıf Açısından Azgelişmiş­ lik» adı ile yayınlanan eserinin ortaya attığı görüşlerin, ken­

di toplumumuz açısından değerlendirilmesi amacıyla ve

YÖN’iin bu yoldaki çağrısı üzerine yazmış bulundum. Ama­ cı, bir Batı yazarı ile polemiğe girmek değil, yazısının çeviri­ sinin sağladığı fırsattan faydalanarak kendi toplumumuzun

tarihsel ve toplumsal problemlerinin gelişi üzerindeki dü­

şüncelerimi derlemektir. Eksik, ya da yanlış olduğum yerle­ ri başkaları tamamlar, ya da düzeltirse memnun olurum.

NİYAZİ

Geri kalmış ülkeler için İkinci Cihan Savaşı sonrası, dış görünüşlere göre, Birinci Cihan Savaşı sonrasın­ dan farklı manzaralar gösterir. Bu, özellikle, ya tamamiyle sömürge olar ya da yarı sömürge haline gelmiş olan ülke ve toplumlarm durumu meselesin­ de görülüyor.

Birinci Cihan Savaşı, klâsik anla­ mımda dev ölçüsünde bir emperyalist devletler çatışması idi. Bu çatışma so­ nucunda Ingiltere, Fransa, Amerika, ve Japonya’nın kapitalist ve emperyalist bloku, onlara meydan okuma cesaretini gösteren Alman emperyalizmini yıktı. Fakat, arada, sonuçları bakımından da­ ha sonraları bundan da daha önemli o- lan iki şey oldu. Bunların biri, bu ça­ tışan bloklar?* boy ölçüşemiyecek du­ rumda olduğu meydana çıkan çarlık rejiminin yıkılması ve yerine sosyalist bir rejime dayanan bir düzenin kurul ması oldu. Diğeri, Avusturya - Maca­ ristan, Osmanlı ve Çin imparatorluk­ larının yıkılması ile yerlerine, birin­ cide olduğu gibi, birden fazla millî devletlerin kurulması, İkincide olduğu gibi millî kurtuluş savaşlarının doğ­ ması, iiçüncüde olduğu gibi, Japon ve Batı emperyalistlerinin yeniden isti­ lâsına veya sömürmesine uğrayan bir koca ülkenin uzun savaşlar boyunca sosyalist bir kurtuluş hareketi altında birleşmesi oidu. İkinci Cihan Sava­ şından sonra, bugünkü Türkiye müs­ tesna, sosyalist rejimlere doğru ka­ yan ülke ve toplumlarm bu üç bölge­ deki toplumlar olması dikkate" değer.

Birinci Cihan Savaşından sonraki bu olaylar dışında, Batı emperyalizmi-, nin dünya üzerine egemenliğinde te­ melli bir değişiklik olmadı. Sömür­ geler sömürge olarak kaldı; sadece ba zıları el değiştirdi. Batan Osmanlı İm paratorluğundan kopan ülkeler o za­ man Milletler Cemiyeti denen yeni bir örgüt adına sömürgecilikte tecrübe li devletlerin bir süre için vekâletle onları idare etmesi demek olan «man­ da» rejimi altına kondular.

Eski çarlık imparatorluğu yerine Sovyetler Birliğinde ortaya çıkan sos­ yalist rejimin önce umulduğu gibi sön dürülmemesinin, daha sonra da gene umulduğu gibi kendiliğinden iflâs et­ memesinin etkileri iki Cihan Savaşı a- rası yıllarında kendini gösterdi, ikin­ ci Cihan Savaşı sonrasına kadar, Çin de dahil olmak üzere, millî kurtuluş savaşı yapan ulusların hiç birinde sos­ yalist bir rejim kurulmadığı halde, hemen hepsinde Sovyet sosyalizminin az ya da çok etkisi olmuştur. Bu reji­ min geri kalmış ülkeleri, hattâ bütün dünyayı komünizme sokma dâvâsmda

olduğu yollu iddialara rağmen, geri kalmış ülkelerde Sovyet komünizmi de ğil, bu rejimin gerilikten hızla kurtul­ manın sosyalist metotları kendiliğin­ den ve istenerek ilgi kazandı. Dünya­ nın geri kalmış toplumlarma geri kal­ mışlıktan kurtulma yolu, hattâ imkâ­ nı olarak fikir verecek başka bir te­ orik veya pratik kaynak yoktu.

İKİNCİ CİHAN SAVAŞINDAN ! SONRA

İkinci Cihan Savaşı sonrasında ise manzara farklı. Başta iki büyük Batı sömürgesi olan Hindistan ve Endo­ nezya olmak üzere, birçok ülkeler sö­ mürge olmaktan çıkıp bağımsız

dev-wmmmmm

letter oldular ve birer ikişer bugünkü Birleşmiş Milletlerin üyeleri olmağa başladılar. Bunların çoğunda bu bağım sizlik amacına çevrili kaynaşmalar, a- kımlar ve fikirler daha önceden yâni Birinci Cihan Savaşı arkasından baş­

lamıştı. İkinci Cihan Savaşı sonrası bunların bir kısmının kuvvetlenerek başarı kazandığını, bir kısmının mil­ li kurtuluş savaşı ile bağımsızlığım zorla kabul ettirdiğini, bir kısmının da sömürge sahibi devletle müzakere ve anlaşma sonucunda bağımsızlığını ilân ettiğini gördü.

Demek ki dış görünüşe göre, Birin­ ci Cihan Savaşı sonrası ile İkinci Ci­ han Savaşı sonrası arasında insanlık tarihinde milletlerin özgürlüğü açısın­ dan büyük bir fark gözükür. Birinci Cihan Savaşı sonuna doğru, milletle­ rin kendi özgürlüklerini tâyin etmesi konusunda birbirine benzeyen, fakat biribirine rakip iki fikir doğmuştu. Bunların birini Amerika Cumhurbaş­ kanı Wilson, diğerini Lenin temsil e- diyordu. Birincisi, özgürlüğü siyasî ege menlik anlamında, İkincisi emperya­ lizmden bağımsızlaşmış ekonomik öz­ gürlük anlamında anlıyordu. İkinci Cihan Savaşından sonraki millî ba­ ğımsızlıkların çoğu Wilson’un o zaman ortaya attığı görüşe uygun bağımsız­ lıklardır. İkinci görüşün anladığı an­ lamdaki bağımsızlık veya özgürlük gö rüşü ancak sosyalist eğilimli bağımsız­ lıklarda kaldı.

Sömürgelikten bağımsızlaşan ülke­ lerin çoğu bağımsızlık kazanmakla be­ raber, beklenen iki şey olmadı. Bir de­ fa, Batı’da ne kapitalizm ne de em­ peryalizm sona erdi. Tersine, bunlar kuvvetlendiler bile. Yâni, Batı kapi­ talizminin, yabancı ülkeleri sömürme sisteminin yıkılması ile sona ereceği yolundaki fikirler yalanlanmış gözü­ küyor. Bu yüzden, kapiatlizm ile em­ peryalizm arasında zorunlu bir bağım­ lılık olmadığı fikri bile uyanmağa başladı, hattâ bu yazıda eleştirme ko nusu yapacağımız bir Marksist yazar­ da bile bunu görüyoruz.

Gerçekte bunun böyle olmayışının nedeni ikinci beklenen şeyin gerçek leşmemiş olmasıdır. Yâni, bu geri kalmış ülkeler Wilson anlamında si­ yasî özgürlük kazanmışlar, fakat eko nomik güç ve özgürlük kazanmamışlar dır. Bunların çoğu, ekonomik güç ve özgürlük için gene de eski sömürge devletlerinin ekonomisinin koltuğu al­ tına girmek zorunda kalmışlardır.

ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE KALKINMA

Böylece İkinci Cihan Savaşından sonra ortaya «geri kalmış toplumlar», «gelişmemiş toplumlar», «azgelişmiş toplumlar» «gelişme halinde toplum­ lar» gibi sıfatlarla anılan toplumlarm e- konomik kalkınma veya gelişme sorunla n çıktı. Bu terimlerin hepsi bir miyara göre anlam taşıyor: yâni, Batı kapita­ list ekonomisine kıyasla tanımlanıyor­ lar. Böyle olması da tabiî. Çünkü bu top lumların ekonomik alınyazısı Batı kapitalist ekonomisiyle olan ilişkileri­ ne göre belirlenecektir. Kendi başları­ na veya kendi aralarında kalamıyor­ lar. Bunun nedeni de, yukarıda sözü­ nü ettiğimiz birinci sonuç yani kapita­ lizm veya emperyalizmin yıkılmamış olarak kalmış olmasıdır. Böylece,

î-kinci Cihan Savaşı sonuna kadar ro- mantik toplumbilimciler arasında re- vaçta olan kültür izafiliği, toplumlarm ilerisi gerisi olamıyacağı, her toplumun kendi geleneğine göre yaşayacağı her birinin kendi çerçevesi içinde değer­ lendirileceği gibi görüşler iflâs etti. Son onbeş veya yirmi yıl içinde Batı dışı toplumlarm alınyazısı üzerine söz edecekler bunlar değil, iktisatçılar olma ğa başladı. Antropoloji, sosyoloji hattâ psikoloji ve tarih gibi bilimlerle uğraşan lar bile iktisatçıların terimlerini ve a- nalizlerini benimsemeğe başladılar. Bunlar arasındaki gelişme teorilerinin hemen hepsinin kaynakları dönüp do­ laşıp şu veya bu iktisatçının buyurdu­ ğu bir fikre dayanır.

DIŞ YARDIM VE KALKINMA

Fakat bunlarm fikirlerinin çoğu­ nun ilhamını ekonomik teorinin geliş­ mesinden ziyade siyasî düşüncelerden almakta oluşu çok defa gözümüzden kaçmaktadır. Bu siyasî düşüncelerin temelinde de meşhur «dış yadım» dok trini yatar. Bu dış yardım doktrini: «zengin toplumlar fakir toplumlara yardım etmeli, bu sâyede onlar da zen gin olsunlar; dünyada sulh, eşitlik, de mokrasi ve özgürlük gerçekleşsin; ko­ münizme ve faşizme düşülmesin» gibi akla uygun bir felsefeye dayandırıldı.

Böylece özgürlük kazanan toplum- ları, «manda» rejimine koyma doktri­ ni yerine onlara «dış yardım sağlama» doktrini geldi. Birinci Cihan Savaşın­ dan sonra kendilerine en sevimli ge­ len mandayı seçmek için çırpınan ge­ ri toplum önderlerinin yerine, onların bugünkü benzerlerinin çoğu en büyük dış yardımcı Amerikanın kesesinden kalkınma hülyaları içine düştüler. Vak tiyle nasıl «manda» doktrini, Wilson’- un istekleri hilâfına Milletler Cemiye­ tinin kontrolü altından çıkıp âdi bir sömürgecilik şekline girmişse, bu defa da geri kalmış ülkelere, tek başına bir kudretli devletin hükmü altında olma yan bir örgüt yoluyla rasyonal yolla­ ra göre yardım sağlama yerine, en bü­ yük sermayeci devletlerin kendilerinin yardım sağlaması şekline sokuldu.

Bunu kişilerin borçlanması şekil­ lerine benzetebiliriz. Faraza sizin pa­ raya ihtiyacınız var. Ya bir bankaya gider, usulü dairesinde istikrazda bu lunursunuz. Ya bir t e f e c i y e gider usulsüz, kanunsuz istediğiniz ka­ dar alır, karşılığında kendinizi onun avcuna sokarsınız. Ya da gene adı ban ka olan bir bankaya gider, onu aldat­ maya, hattâ dolandırmağa bakarsınız. Bir bankanın aldatılması veya dolan­ dırılması, çok kere, onun aldatılmak veya dolandırılmak için kurulduğuna alâmettir; çünkü o da başka işler için aldatacak veya dolandıracak kişiler tarafından kurulmuştur.

Dış yardım yollarında bugün bun­ larm üçü de var. Birçok geri toplumla- rın önderleri gittikçe Son iki yola baş­ vurmağa başladılar ve bu, tefeci dev­ letlerle dolandırılmak isteyen devlet­ ler tarafından teşvik de edilmeğe baş­ ladı. Çünkü dış yardım doktrininin ar­ kasında yatan ve bilinmiyen bir ger­ çek daha vardır. O da, yardım yapan zengin devletlerin bu doktrini fakire yardım yapmak için değil, kendi eko­ nomilerini fazla zenginliğin yarattığı buhranlardan korursak amacıyla güt­ mekte olduğudur. Dış yardım yapmak, onu yapan için hem çok kârlı bir şey­ dir, hem de dolandırılma tehlikesi de olsa mukabil dolandırma şansları çok yüksek olan bir iştir. Buna bir de, bol keseden yardım ettiğiniz ülkeyi kendi­ nize bağlı bir emir kulu şekline sokup kendi siyasî amaçlarınız için kullan­ ma imkânını da katın.

Dış yardım doktrininin pratikte bu şekli alması, sonuçları bakımından umulanların tam tersini yaratmakta­ dır. Dış yardım yapan büyük devletle­ rin eli hangi ülkeye değmişse, orada istikrar, özgürlük, kalkınma, demokra­ si yerine bunların tersleri gerçekleşi­ yor. Bu yüzden, dış yardım almış olan hiç bir geri kalmış ülke bir parmak boyu ilerliyememiş, bazı hallerde geri lemiştir. Bunlar, bugün söylenmese bi­ le bilinen, Birleşmiş Milletler istatis­ tikleriyle vesikalandırılmış olan ger­ çeklerdir.

AZGELİŞMİŞLİĞİN TARİHSEL KAYNAĞI

Fakat, acaba neden geri kalmış ülkelere karşı bu kadar şiddetti ilgi­ nin yaşadığı bir dönemde bu toplumla rm gelişmemiş olarak kalmış olmala­ rının geçmişteki nedenleri araştırıi- mamaktadır? Müsbet bilimin temel fikirlerinden biri, bir olaya etken ol­ mak için o olayın nedenlerinin yaka­ lanması fikridir. Gelişmemişliğin ne­ den meydana geldiğini bilmeliyiz ki o nedeni Veya onunla birlikte giden ne­ denleri kaldırmak mümkün mü, müm

künse ne gibi etkiler yapılması gerek­ lidir bilinebilsin.

Böyle bir soru sorunca, ikinci Ci­ han Savaşı sonrası gelişme teorilerini kuran iktisatçılarla Onların fikirlerini uygulayanların buna ne cevap verdikle­ rini, ne de verebildiklerini görürüz. Çün­ kü bu, salt ekonominin değil, tarihin işidir. Ekonominin evrensel bir bilim ol­ duğu fikrine dayanan ekonomistler için tarih bize bir takım ilginç olaylar öğ­ retmeden öte bir işe yaramaz ; çünkü toplumlarm gelişmemiş olması hangi tarihsel nedenden ileri gelirse gelsin, bir toplumu kalkındıracak evrensel ge­ çerliği olan metodlar uygulandı mı, bu toplumlarm gelişme motorlarının gül­ dür güldür işlemeye başlayacağına ina­ nırlar. Onlara göre, evrensel geçerliği olan ekonomi sistemi de kapitalist sis­ temdir. Onun gelişmesinde en önemli olan etkeni bu toplumlara da uygula­ mak yeter.

Örneğin, ünlü ekonomist Schumpe- ter’e göre bu en önemli etken «entrepre­ neur» yâni «müteşebbis» dir. Batı’dâ kapitalist sistemin başarısını sağla­ yan odur. Schumpeter’i lzliyen eko­ nomistler : Şu hâlde, diyorlar geri top- lumlarm motorlarını işletmek için on­ lara «entrepreneur» sağlamak gerek. Bu ekonomistin bu düşüncesinin etki­ si altında şimdi bir alay psikolog, bir hâyli eğitimci ha babam yazıyor. Bir Amerikalı psikolog «müteşebbis» dedi­ ği insan tipini matematiği andıran bir takım cebir biçimi harflerle tanımla­ yarak (herkesin bildiği şeyleri böyle matematiğe benzer şekilde göstermekle o fikrin bilimsel olacağı sanılıyor) tap- lumda o tipi ne etmeli de geliştirmeli diye kafa patlatıyor. Tarih çerçevesi içinde bu «müteşebbis» teorisinin ne kadar anlamsız bir şey olduğunu bizim târihimiz çok iyi gösterir.

Bizim Schumpeter gibi ekomistlerl- miz olmamakla beraber, târih ders hanesi bizim düşünürlerimize de böy­ le bir fikri ilham etmişti. Prens Sa­ bahattin’in zamanından beri toplumu- muzu kalkındıracak olan manivelânm «teşebbüs-ü şahsî» yâni bugünkü de­ yimle özel müteşebbis olacağı sanısı biz­ de moda olmuştur. Fakat o zamandan bugüne kadar Schumpeterin anladığı an

lamdaki «entrepreneur» yerine siya­ si gürültülerle halkı korkutarak dış yardım politikasını millî bir politika hâline getirmek sayesinde yabancı sermayeyi içeri sokarak onun kapitalist mekanizmasında ancak bir vida veya bir kayış olmak gibi bir fonksiyon ya­ pan özel teşebbüsçü yetişti. Bugün dev­ let ve halk ekonomilerinden ayrı ola­ rak bir kapitalist gelişme oluyorsa da bu, dış yardım siyasetinin sağladığı ya­

bancı sermayenin şemsiyesi altına gir- menin bir eseridir ; Tiirk toplumunun kendi ekonomik kuvvetlerinin harekete getirdiği bir kapitalist gelişme değildir. Bu yabancı kapitalist şemsiyesi kalk­ tığı takdirde bu özel teşebbüsçünün ka- pitalistliğinin toplumsal temelsizliği meydana çıkacaktır. Demek ki belirli tarihsel şartlar altında bu tip, maki­ neyi yürüten bir motor olmak yerine motorun önüne çıkan bir blok olabili­ yor.

Fakat, Batı ekonomisi açısından doğru veya eğri de olsa, bu gibi fikir­ ler iktisatçıyı gene de tarihten kurtara­ maz. Çünkü, ister istemez ortaya şöyle bir soru çıkıyor: Batı kapitalizminin dışında kalmış toplumlarm kalkınma sorunu konu olduğuna göre, acaba bu kapitalist sistem evrensel geçerliği olan bir sistem midir? Onun, yalnız Batı’da doğup büyüdüğüne bakılırsa evrensel değil, biricik (unique) olan

bir şey olduğuna hükmetmek gerek­ mez mi? Nitekim, Batı tarih felsefe sinin genel akımı da Batı uygarlığını yalnız Batıklara özgü, yalnız onlara vergi olan bir uygarlık, tarihteki uy­ garlıkların en üstünde olan bir uygar lık olarak görür. Batı’da farklı açılara göre de olsa, Hegel, Comte, Spencer gibi düşünürler insanlığın evrimin zirve­ sine bu uygarlıkta vardığını gösteriyor­ lar. Onlara göre, insanlığın vardığı eıı son aşama odur.

Batı dışındaki insanlar da aynı aşamalardan geçerek bu son aşamaya gelecekler midir? Bugün Batı uygarlı­ ğını onlar da alabilecekler midir? Yok sa bunlar, insanlığın geçtiği aşamaların birine takılıp kalmağa, bize bugün sa­ dece müzelerde gördüğümüz gibi evrim aşamalarını göstermeğe yarayan ör­ nekler olarak kalmağa mı mhakûmduı- lar? Yanılmıyorsam, adı anılan düşü­ nürlerin hiç biri bunun mümkün oldu­ ğuna ciddi olarak inanmamıştır. İngi­ liz edibi Kipling bu konuda lâkırdıyı gevelemeksizin : «Doğu, Doğu olarak Batı da Batı olarak kalacak ; bunlar as­ la birleşemiyecek» demiş. Fakat Bat, dışındakilerin onun uygarlığına gire­ bileceğini kabul edenlerin fikirleri de Batı’nın önüne geçilmez üstünlüğü ka­ bul edilince, aynı kapıya çıkar. Çün kü bu uygarlık bunları kendi suretine sokmakla onları ortadan kaldırıyor de­ mektir. Batı uygarlığı, onun biricik özelliği olan ekonomik sistemi saye­ sinde tek zirve olarak kalıyor.

BATI BENCİLLİĞİNİ SARSAN GÖRÜŞ!...

Adı geçen tarih düşünürlerinin çı­ ğırında giden görüşler bir tutam An­ tik ağ’dan, bir tutam in’den, bir tutam Hint’ten, bir tutam Yahudi ve Hıris­

tiyan kaynaklarından bir şeyler ala­ rak bâzan Ruh, bâzan Akıl, bâzan Kişi özgürlüğü, bâzan Toplum Örgütlenme Biçimi gibi şeylere göre Batı uygar­ lığına takıp takıştırarak, tepesine de bir sorguç dik ip: «işte sen bunları gerçek­ leştirmiş biricik uygarlıksın.» derler­ ken insanın gelişimini onun tabiat için­ de çalışması, üretim yapması, bunu yaparken kişiler arasındaki ilişkilerin aldığı biçimler açısından gören Mant’ın kapitalist ekonominin doğuşu­ na imkân veren şartları gösteren ana­ lizi, bu tatlımsak tarih felsefelerini sar­ sacak sonuçlar yarattı. Bu biricik ve son sayılan biçimin geçici olduğunu, ken­ di içindeki çelişme güçlerinin yol aça­ cağı başka ijir biçime yerini vereceği görüşü hem Batı, hem de ondan olma­ yan toplumlar hakkmdaki görüşlerde temelli bir değişiklik gerektiren bir görüştür.

Kapitalist sistem değişici, hattâ geçici bir sistemse, geri kalmış top- lumların alın yazısı hakkmdaki olum­ suz görüşlerin de değişmesi gerekir. Bu toplumlarm da değişebileceğini, geli­ şebileceğini kabul etmek gerekir. Yal­ nız, bunlar zaman açısından arkada kaldıklarına göre, önce Batı’nm bulun­ duğu çizgiye gelecekler, ondan sonra onlar daha sonraki aşamaya onunla birlikte veya onun arkasında gelerek mi geçecekler? Bu sorulara anlamlı cevap bulabilmek için geri kalmış top- lumları bulundukları yerde durduran gelişmelerini engelleyen nedir? Buna karşılık Batı’nm onlardan ötede olu­ şunu sağlayan ne olmuştur? Sorularını incelemek gerekiyor.

Marxist düşüne göre bu soruların cevabı şöyle gözüküyor: Batı’da kapi- talist ekonomiyi mümkün kılan şart­ ların, onun dışındaki toplumlarda bu­ lunmamış olması veya onların tersi olan şartların bulunması bu toplum- ların kapitalist aşamaya geçemeden oldukları yerde kalmalarına sebep ol­ muştur.

Fakat bu sonucu çıkarırken iki pe­ şin yargıyı benimsemiş olup olmama­ nın önemi vardır. Bunların birincisi, gelişmenin ancak kapitalist ekonomi yönünde olabileceği fikri. İkincisi, Ba­ tı dışındaki toplumlarm Avrupa’daki toplumlarm kapitalist aşamaya geçme­ den önceki aşamanın aynı olan bir du­ rumda oldukları fikri. Marx’tan son­ raki toplumcu düşün, özellikle Rusya’­ da aldığı resmî şekliyle, bu iki yar­ gıyı peşinden kabul etmeye göre de­ vam etti. Ancak, evrim aşamaları ka­ nununa göre gelişme kapitalizm yö­ nünde olmakla beraber, geri kalmış toplumlar sosyalist metodları uygula­ mak suretiyle feodalizmden doğru sosyalizm aşamasına geçebilirler şek­ linde bir yenilik katıldı. Bu ise evrim yolu ile değil, devrim yolu ile olabile cek bir şeydir. Bu yüzden, geri kalmış toplumlarm sosyalist devrim şeklin­ de olmayan değişme çabalarının feo­ dalizmden kapitalizme geçme çabaları

olduğuna hükmetmek gerekiyordu. Bu toplumlarm, Avrupa’da olduğu gibi, ka­ pitalizmden önceki feodalizm aşaması içinde oldukları kabul ediliyordu.

BATİ, EVRİM AŞAMALARININ

MODELİ!...

Demek ki, Marx’in veya Engels’in bu görüşü temellendirir sayılan sözle­ rine fazia dikkat etmeden, eski Batıcı tarih ve evrim felsefeciliği Marxist dü­ şünü de kendi kalıbına sokacak kadar kuvvetli çıktı. Batı’nın geçirdiği aşa­ malar evrensel olarak her yerde ge­ çilen veya geçilecek aşamalarsa Batı, tarih evriminin bir modeli oluyor de­ mektir. İnsanlığın tuttuğu bir tek yol v a r ; her toplum birer ikişer o yolun yolcusu. Fakat, Marx feodalizmden söz ederken Batı’daki kapitalizmin öncesi olan Batı’daki bir şeyden söz ediyordu; feodalizm dediğimiz bu şeyin onun dı­ şındaki toplumlarda da kapitalizm ol­ madan önceki biçim olması şart mıdır? Marx bunların mutlâka feodalizm bi­ çimi içinde olduklarını iddia etmiş mi dir?

Bu soruları sormaksızın, Marxist iktisatçılar da, kapitalist iktisatçıların kapitalizmin evrensel sayılan ölçüleri­ ne göre toplumları sıralamalarına benzer bir şekilde, tek yollu bir evrim aşamaları şemasına göre toplumları dizmeğe başladılar. Kapitalist ekonomi­ nin etkisi altına girmiş, ona şu veya bu şekilde bir tepki gösterme hâline gelmiş toplumları hiç tereddütsüz feodalizm aşaması içine koydular. Sosyalist eko­ nomi düşününde Marx’in kapitalist olan ve olmayan ekonomi biçimleri üzerinde yaptığı mikroskopik inceleme yerine, Batıcı tarih felsefeciliğinin evrim aşa­

maları çığırma benzer tarzda aşama şemaları moda oldu Geri kalmış veya

kapitalistleşmemiş toplumlarm sosya­ lizmi nasıl geliştireceği konusu dolayı- siyle yapılmış olan tartışmalarda gö­ züken bâzı önemli fikirler de tamamiy­ le unutuldu.

DOĞU’LU TOPLUMLAR HANGİ AŞAMADA?...

Marx’in Batı Antik çağı, Avrupa ortaçağları, Batı Avrupa modern çağı ile ilişkili olarak yazdıklarım alıp, bun­ ların dışındakiler üzerine söylediklerine önem vermeksizin yapılan bu Batı mo­ deli aşama şemalarında Batı dışı ol­ mak itibariyle Doğu toplumlarınm aşa­ ma merdivenindeki yerleri feodalizm ba samağıdır. Kapitalizmden önce feoda- lizm geldiği için kapitalist olmıyan geri kalmış Doğu toplumlannın feodalizm a- şamasında olduklarım aşama şeması­ nı her bilenin gözünü kapayarak söy- liyebileceği bir şey oluyor.

Bu düşünüş, bu çeşit toplumlarm iç yapılarının geleneksel şeklinin, Batı etkisi altında geçirdiği değişikliklerin, bellenmiş bir formüle başvurmadan Marxist analiz metoduna göre incelen­ mesini önlemekte rol oynamıştır. Özel­ likle bizim gibi, okumuşları tarihten kopmuş, bu kopuşun etkisi ile tarihe yabancılaşmış, Batı etkisi altında ken­ di tarihini uydurma şekillerle öğrenmiş toplumlarda bunun zararlı etkileri ol­ muştur. Çünkü bu okumuşlar, hazır şe

ma ve formüller varken tarihin örüm- cekli ağlarına bulanmaya iüzum gör­ müyorlar ; olayları metod ışığında ve en önemlisi tarihin akışı içinde incele­ mek yerine, hazır fikirlerin zorunlama- larına göre ve çok defa yakıştırma yo­ lu ile yorumluyorlardı.

Batıcılığın, bizde, toplumcu düşün üzerine olan bu etkisi yüzünden bütün umutlar Batı tarihçiliğine bağlanıyor­ du. Fakat, ne yazık ki, ondan da faz­ la bir yardım gelmiyor. Çünkü Batı ta­ rihçiliği de değil yalnız Osmanlı veya Türk tarihini, bütün Doğu tarihini Batı açısından yorumlar. Gerçi, Çin, Japon­ ya, Endonezya, Doğu Güney Asya, Hin­ distan, Kuzey Afrika toplumları hak­ kında Batı dilleri ile yazılmış kıyamet kadar tarih kitabı v a r ; ama bunlar âdetlerle, dinlerle, edebiyat ve dillerle, siyasî tarihlerle ilgili şeyler.

TOPLUMCU GÖRÜŞTE YENİ GELİŞMELER!...

Geri kalmış toplumlarm geri kail- şınm tarihsel nedenlerini, Avrupa’nın kapitalist veya sosyalist kalkınma tek­ niklerinin uygulanması işi karşısında doğrudan doğruya ele almak için, öyle gözüküyor ki, iki durumun gerçekleşme­ si gerekiyordu. Birincisi, bu toplumla- rın AvrupalI olmayan önderlerinin bu işi kendilerinin ele alması ve toplumla- rının tarihsel şartlarından gelen zor­ luklarla hazır formülleri uygulayama­ dıklarının görülmesi. İkincisi, her iki kampta, «Patı Bencilliği» nin yâni bü­ tün toplumlarm Batı modeline göre şe­ killendirilmesi gerektiği kanaatinin sarsılması.

Gerçekte Batı dünyasında da Ondo- kuzuncu Yüzyılda buna benzer bir du­ rum vardı. Batı’da kapitalizm her yer­ de birden başlamamıştır. İngiltere’de kapitalizmin gelişmesi, bütün diğer Av­ rupa ülkelerini geride bırakmıştı. İngil­ tere’nin kapitalist gelişmesi, onu terak­ ki etmenin bir modeli hâline getiriyor­ du. Fransa’da bile böyle bir görüşün bulunması, daha sonraları bizim Prens Sabahattin gibi kişilerimizde görüldüğü gibi, Osmanlı toplumunun gelişmesinin Asyalı tipinde bir toplum olmaktan çıkıp Anglo - sakson modeline göre de­ ğişmesi şeklinde olacağı fikrini yarat­ mıştı. İngiltere’nin ekonomik ve emper­ yalist üstünlüğü karşısında, henüz da­ ha kapitalist ekonomiye girememiş olan Avrupa ülkelerinin düşünürleri bugün geri kalmış toplumlarm sorununun he men aynı olan sorunu ortaya atmış­ lardı : İngiltere’nin eriştiği gelişmiş­ lik aşamasına erişebilmek için geride kalmış olan Avrupa ülkelerinin Ingiliz kapitalizminin liberal gelişme teknik­ lerini uygulaması, İngiltere’nin vardığı aşamayı geçmesi şart mıdır? sorusunu soruyorlardı

Bunu, Ondokuzuncu yüzyılda, Avrıı pa’da özellikle iki ülkede yâni Alman­ ya ve Rusya’da görürüz. Almanya’da F. List’in millî iktisat akımı, Rusya’­ da Narodnik’ler aynı soruyu soruyor­ lardı. Bunların Devletçilik, Halkçılık gi­ bi iki serpintisi bizlere bile gelmiştir Sanayi uygarlığına ulaşmanın ilkel veya feodal bir aşamadan kapitalizme uğra­ madan sosyalizmi gerçekleştirmek yolu ile mümkün olacağı fikrinin akislerini Fransız ütopist sosyalist düşününde de görürüz. Bizde de sosyalist akım, bütün zavallı hâline rağmen ya Prens Saba- hattin’ciliğe ya da Ziya Gökalp’çılığa sebepsiz yere sapmamıştır. Batı’da, Marx’in zamanındaki şartlara göre Rus Narodniklerinin bu soruyu Marx’

m önüne koydukları zaman, onun bu fikri ciddi karşılamasına rağmen da­ ha sonra Rusya’da kapitalizmin köy komününe kadar yayılması olay; kar­ şısında Lenin’in bunlarla alay etmiş olması, daha sonra Rusya’da Sovyet rejiminin başarı ile kurulması sosya­ list düşünde bu Ondokuzuncu vüzyıl tartışmalarının unutulmasına sebep olmuştur. Batı’da Marxist düşünde B a­ tıcı tarih aşamaları nazariyesi, buna bir resmilik kazandıran Stalin re­

jiminin yıkılmasına kadar devam et­ ti. Aynı süre içinde, geri kalmış ton- lumlarm önderlerinin d e : «Ne Batı kapitalizmi ne Sovyet komünizmi» slo­ ganına sarıldıklarını görürüz. Çin’de halk cumhuriyetinin kuruluşuna kadar bu böyle.

DOĞU TOPLUMLARINA ÖZGÜ EKONOMİ KAVRAM I!...

Fikir alanında da beklenmedik, hattâ tuhaf sayılacak değişmeler ol­ du. Örnek olarak, güttüğü amaçlara aykırı etki yaratan iki eserden söz edeceğim.

Bunların biri emperyalizmi sa­ vunma amacı ile, diğeri Sovyet sis­ temini kötüleme isteğiyle yazılmış. Birincisi, Hollandall iktisatçı J.H Boe- ke’nin Endonezya’daki gözlemlerine dayanarak ortaya attığı «İkili ekono­ mi» tezidir. Bu yazara göre, sömürge toplumlar batılılaşamazlar, batılılaş­ maları gerekli de değildir. Bu toplum­ larm insanları zaten bunu istemiyor­ lar da. Asyalı veya doğulu olarak kal­ mayı yeğ buluyorlar. Çünkü kapitalist

ekonomi bu toplumlara dışarıdan gel­ miş, onlara yabancı ve onların gele­ neklerine aykırıdır. Şimdi bu toplum­ larda çifte bir ekonomik sistem var­ dır. Bunun biri AvrupalIların. öteki yerlilerin ekonomisidir.

Bunların birincisi, yerlilerin yâni AsyalIların ve şarklıların ekonomisine her noktada zıttır. Yerlilerin ekono­ misi Asyalı veya Doğulu kafasına, âdet­ lerine, inançlarına, bütün değer sistem­ lerine en uygun sistemdir. Doğulu ekonomisinde emek, kazanç, biriktir­ me, servet, yatırımı kavramaları ta­ mamiyle başkadır. Kapitalist ekono­ minin kazanç kavramı yerine onda ka­ naat kavramı hâkimdir. Bütün Doğu ve Asya dinleri de bunu öğretir Te­ melinde «bir lokma bir hırka» eko­ nomisi olan bu ekonomiden kapitalist ekonomiye geçilemez ; geçilmesi de za­ ten iyi bir şey değildir ; çünkü bu in­ sanların mahvı demektir. Boeke ro­ mantik ve paternalist bir sömürgeci; yerlilere acıyor ; kapitalist ekonomi onlara empoze edilmemelidir diyor. Onların bütün varlığını allak bullak edecek bir sistemdir o, diyor. Bu ülke­ ler, ister istemez ikili ekonomide kal­ malı ; «Biri onlar için, biri bizim için»,

birbirlerine faydaları da olur!

Boeke’nin bu korkunç teorisinin özellikle Amerikan iktisatçıları arasın­ da yarattığı tepki ilginçtir ; bunların çoğu onu saçma buluyor. Buna rağ­ men, bu Kipling’ci iktisatçının bu

teorisi, dolaylı olarak bir işe yaradı Ba­ tı kapitalist dışındaki toplumlarm ya­ pılarının başka nitelikte olduğu nok­ tasına dikkati çekti.

İkinci eser de bir âlem. Bunun ya­ zarı Amerika’ya yerleşmiş bir Avrupa­

lI olan Wittfogel adlı bir zat. Soğuk

harpte çok işe yarayacak bol lâkırdi­ li ve çok iddialı bir kitap yazdı «Doğu Despotluğu» adı altında.

Tezi şu : Marx Doğu toplumlarınm Batı toplumlarmdan farklı olduğunu göstermişti. Doğu toplumlarmda top­ rağın özel mülkiyeti yoktur; toprağın gerçek maliki bu toplumlarm başın­ daki despot hükümdardır. Bu despot­ ların devletlerinin varlığını sağlayan şey, bu ülkelerde sulama işleminin yö­

netilmesi zorunluğudur. Wittfogel. Marx’in çeşitli vesilelerle yazdığı par­ çaları paçal ederek ortaya kendisine özgü bir Doğu Despotizmi ve Hidrolik Toplum teorisi attı. ...

Fakat eserin asıl amacı kendini kor kör parmağım belli ediyor: Marx’in fikirlerini tahrif eden Ruslar, Marx’m o kadar kötülediği ve Batı’dan ayırdığı Doğu despotizminin kendisini ya­ ratmışlardır ; çünkü Ruslar aslında AsyalIdırlar; Sovyet despotizmi Mo­ ğol despotizminin yeni bir şeklidir. Wittfogel’in iddialarından şu iki so. nuç çıkıyor: Doğulu uluslar Batı uy­ garlığını alamazlar; çünkü onların gelenekkvi Doğu geleneğidir. Bunlar ya Doğulu olarak kalmağa ve despo­ tizm altında yaşamağa mahkûmdur­ lar, ya da Türkiye gibi Doğulu olmak­ tan çıkmağa çalışanlar Batı kapita­ lizminin uydusu olmağa mahkûmdur­ lar.

(2)

YENİ TANINAN BİR ESERİN YANKILARI!...

Soğuk savaşın propaganda hava­ sı içinde yazılmış olan Wittfogel’in eseri Marxist yazarlar üzerinde bile etki yaptı. Bunlar, Marx’in yazılarını göz. den geçirmeye koyulunca gördüler ki Marx’ta gerçekten bir Doğu’ya veya Asya’ya özgü olan bir üretim şekli ve mülkiyet biçimi görüşü vardır. Marx’in o zamana kadar bilinmiyen veya bi­ linse de önem verilmiyen veya okun­ mayan bir eseri dikkatleri üstüne çek­ ti.

Bu eser. Marx’in «Kapitali» hazır­ larken 1857 - 58 de meydana gelen notlarından mürekkep koca bir eser. Bu yazma notların ilk iki bölümü, k i­ tap hâlinde yazılarak çok iyi bilinen «Siyasî iktisadın eleştirisi» adiyle cuc- mıştı. Yazma notların son kısmı da Kari Kautsky tarafından 1905 - 1910 arasında «Artış değer nazariyeler:» adı altında derlenip yayınlanmıştı Geri kalan kısmı Marx’in kendi sağ­ lığında çıkardığı «Kapital» in birinci cildi ile Engels’in daha sonra yayın­ ladığı ikinci ve üçüncü ciltlerinin ha- zırlanmasmda kullanılmıştı. Öyle anla şılıyor ki, Marx bunları yayınlamak için değil, yayınlayacağı esere hazır­ lık olmak üzere yazmıştı Fakat 1939 - 41 arasında bütün notlar «Siyasi ik­ tisadın eleştirisinin ana plânı» şuu altında Moskova’da yayınlandı

Bunun, çeşitli Batı üretim sistemi şekilieri ile Asya’da veya Doğu da gö­ rülen sekil üzerine olan ve «Kapttalizhı öncesi üretim şekilleri» adını taşıyan kısmı o zaman Rusya’da hâkim olan toplum aşamaları görüşüne aykm düştüğünden üzerinde birçok

tartış-SAYFA: Ö 0

malar olmuş, fakat eser Batıklarca ta­ nınmamış oiarak kalmış. 1952 de Ber- linde önce bu kısım, daha sonra 1953 de bütün eser yeniden yayınlanınca Batı düşünürleri arasında da tanınmış ol du.

Bu eserin tanınması, çok yaygın ve basitleştirilmiş tarihsel aşamalar gö­ rüşünü sarsıyordu. Bu konudaki tar­ tışmalar Polonya’da, Macaristan’da ve Stalinciliğin yıkılmasından ferahla­ yan Batı Avrupa toplumcuları arasında hâlâ devam ediyor. Batı’da (ve onun etkisi ile bizde )Asya veya Doğu üre­ tim türü konusu moda olmağa başla­ dı. Bâzıları bundan Batı dışı toplum - ların Batı uygarlığı, kapitalizm ve sos­ yalizm karşısındaki durumları ile il gili sonuçlar çıkarıyorlar. Bizde de YÖN sayfalarında akis bulan Doğu Toplumculuğu veya İslâm sosyalizmi gibi fikirlerde de bu tartışmaların ser­ pintileri var Bu değişme, Avrupa’da bâzı yazarlar arasında yeni bir Batı­ cılık ferahlılığı, «Avrupa über Ai­ lesi» havası da yarattı.

Bizde, Doğulu bir toplumun gele­ neği içinde yaşadığı hâlde yıllarca kor değneğini beller gibi OsmanlI siste­ mi feodalizmdir diyenlerin ağız değiş­ tirip Asya toplumuvuz. Doğuluyuz de­ meye başlamaları tuhaf olmakla be raber. Avrupa'da bile böylesi olduk­ tan sonra bizler hadi hadi mazur sa ­ yılabiliriz (Kısmen Fransız Büyük Dev­ rimi fikirlerinin, kısmen bizdeki dere­ beyliğin etkisi ile Feodalizm bizde kö tü bir anlam taşır Bu yüzden bizde hem batıcılar hem toplumcular ilerici­

likleri İcabı her bozuk toplum siste­ mine feodalizm eriyip çıkmak eğili­ mindedirler. Bu yüzden bizde feoda­ lizm ile derebeylik aynı şeyler sayıl­ mıştır. Feodalizmin ileri bir aşama

olan kapitalizme yön açıcı bir şey olu­ su. içimize rahatsızlık veren bir şey­ dir. Feodalizm kötü bir şey olduğun­ dan. bizdeki gericiler ve gelenekçiler de daima «Haşa, bizim geleneğimizde feodalizm yoktur.» tepkisi ile tepinir­ lerdi. Kavram ve anlam anarşisi!)

Bu gelişmelerle birlikte vaktiy­ le popülarize ediciler nasıl doğrudan doğruya Marx’in yazmadığı, ancak eserlerinde çeşitli vesilelerle yazdıkları­ nın birbirine eklenmesinden merdiven biçimi tarihsel aşamalar şemaları çı- karıyorduysalar, şimdi de eskisinden az farklı olmakla beraber aynı merdi­ ven biçimi şemalar devam ediyor. Biz­ de de bgşladı bunlar.

Benim bilebildiğim kadarına göre, bu merdivencilik doğrudan doğruya Marx’ta yok. (Sırf Avrupa tarihinden söz ettiği zamanlar müstesna.) Neden o, bunların yazdığı gibi yazmamış ta bu iş bunlara düşüyor? Çünkü Marx, Hegel, Comte veya Spencer gibi bir ta­ rih veya evrim tablosu çizmekle meş­ gul değil. Yayınlandığını söylediğimiz notlarında esas konu, evrim aşamala­ rı teorisi değil kapitalizmin gelişi ve mekanizması konusunun daha iyi an­ laşılmasına yarayacak analizlerdir.

Marx’in doğrudan doğruya yazıla­ rında bulunan kayıtlardan faydala­ nıp teori yapmak, araştırma ve tar­ tışma yapmak herkesin hakkıdır; an­ cak bunları «Bunu Marx söyledi» İn­ tibaını verecek şekilde yapmağa hak- kımız yoktur. Bu. skolâstiklik ve dog­ matizm olur. Bilimsel düşün olan top-

lumeu düşün, doğrulanan gözlemleri yalancıktan bir otoritenin ağzına koy mak metodu ile uzlaşamaz.

GELECEK YAZI

AZ GELİŞMİŞLİK

VE MARKSİSTLEIl

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Otel Ankaranın iş mahallesini teşkil eden, Ma- arif Vekilliği binasının arka cephesindeki cadde- de bir arsa üzerine inşa edilmiştir.. Bir bodrum ve beş kattan ibaret olan bina

Bu arada Almanya’nın, Fransa ve Belçika’ya da savaş açması üzerine, İngiltere, Almanya’ya savaş ilan etmiş ve Birinci Dünya Savaşı başlamıştır.. Bu

Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Kadro Dergisi, Kadrocular, Burhan Asaf Belge, İsmail Husrev Tökin, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri

gebelik haftası ve sonrasında doğum eyleminde olan gebelerde, eylemde olmayanlara göre umbilikal ve her iki uterin arterlerde PI ve RI değerlerinin daha yüksek,

GDM; gestational diabetes, BMI; Body mass index, HOMA-IR; Homeostasis model assessment of insulin resistance. * p-values indicate statistically significant

Cihan İnan, N.Cenk Sayın, Z.Nihal Dolgun, Selen Gürsoy Erzincan, Işıl Uzun, Havva Sütçü, Füsun Varol, Necdet Süt.. Trakya Üniversitesi Tıp

Sanatçıların bu yeni arayışı, dışavurumculuk akımının 1925’lerde etkisinin azalmasına ve 1924 sonrası yeni nesnellik (Neue Sachliechkeit) akımının ortaya

İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan yoğun sanayileşmeye bağlı beliren olanakların, bilimsel ve teknik gelişmelerin yarattığı beklentilerin, kentlerin hızlı