(Ölümünün
YMönümü Günlerinde»
1
se3**sT 7 Í Ç % 0
* 3
Abdülhak Hâmid
1
Abdülhak Hâmid için çağdaşları ve daha sonraki nesiller çok ko nuştular. Bir zamanlar, Türk ede biyatında, onun adı kadar çevre sinde hayranlık toplayan başka bir insana rastlanmszdı. O, bir güneş seyyaresi ve etrafındakiler de ışı ğını ondan alan birer yıldızdı. Bi zim nesil, edebiyat âlemine gözünü açtığı zaman o, sönmeğe yüz tut muş bir güneş tanrısı gibi hâlâ ışık 1 larmı saçmaya devam ediyordu. Şairlerin padişahlara kaside yaz ma modası geçtikten sonra, bu ko- i
nu, Abdülhak Hâmidin şahsında I yeniden ateşlendi. Yıllarca, herkes ona hayran, herkes ona kasidehan oldu. Uzun bir ömre refakat eden muzaffer seneler, debdebeli ve sal tanatlı bir ölümle sona erdi. Bu saltanatlı ölüm, şairle beraber eser lerinin de bir nevi cenaze töreni oldu; ve aradan yıllar geçtikçe, Abdülhak Hâmidin adı bir nisyan çağıltısı halinde hafızalardan uzak laştı. Korktuğu başına geldi. Çün kü onun, hayatında en çok korktu ğu şey unutulmaktı; Makber’de:
Nisyan!. O esfel-i mekabir, Nisyanî.. O maktel-i ekâbir Diye feryad eden şair, ne yapar sa yapsın bugün artık yeni neslin kulağına sesini ulaştırmak gücünü kendinde bulamıyor,
Abdülhak Hâmid, böyle bir u- nutulmaya lâyık mıydı? Elbette ki değil. Onun şi’rinde ölümsüz mıs ralar pek çoktur. Öyle iken, bugü nün nesli onun şiirlerini alâkasız lıkla karşılıyor; okumak istemiyor. B ir sanatkârı zorla okutmaktan da ha güç ne olabilir? Gerçi Hâmidin bugünkü şiirle, kendisinden sonra ki bir çok şairlerden fazla bağlan tısı var. Hâmid, bizde şiir dilini ve söyleyiş edasını ilk kıran şairdir. Esîuler, «Makber» i, hep fikirde derinlik, his ve hayalde enginlik, duyuş ve söyleyişte samimilik abi desi olarak görürlerdi. Şairi, ölüm felsefesi karşısında kalbi ile düşü nen, ruhu ile feryad eden bir san atkâr olarak tasavvur ederlerdi. Şi’rîn gerçek özü onların meçhulü olduğu İçin «Makber» de, fikrin derinliğini, şiir için de ölçü sayar lardı. Halbuki bugün, «Makber» dikkatlice okunursa, onda en za- yıf tarafın fikir olduğu görülür. Onda, ölüm karşısında meselâ Y u- | nusun veya Yahya Kemalin almış olduğu hususî tavır mevcud degil- Kemalin mısralarında ise ölüm- bütün dehşetile bizi sarar. Yahya Kemalin mısralarında ister ölüm den ziyade, ölümdeki ji i r dalgala nır. Şüphesiz «Makber» de yer yer mısra fışkırmaları yok değildir. Fakat onlar bir yığın tadsız tuzsuz tekerlemelerin arasında kaybolur. Meselâ:
Doğmazsa o mah feleklerinden Tutmazsa elim eteklerinden Evlâ billurum tehîye nisbet Olsam biri ben sineklerinden
Tarzında mısra sırrına ermemiş ham bir fikir yığınının ardısıra ba karsınız şöyle olgun iki mısra geli verir:
Pişimde secdegâh-ı tevhide Aklımda şükûk, dilde iimmid„
Ama bu kadar. Alt tarafını biraz
a ' a n :
Cm hiü T a n y & î
fikir belagat, biraz tekerleme ve özentisin; doldurur.
İşte «Makber» den gene gelişi güze! bir sahife açalım:
Bir rûh idi zî-safây-ı meşreb, Gerçek mi oııu yiyor mu akreb? Olmaz bu, bu söz yalandır, olmaz!. Sevmem bu hakikati mücerreb.
Gömülen bir sevgili vücudünün toprak altında çürümesi, bir şair ta rafından bu kadar kötü şekilde an- latılabilir .Fakat biraz sonra bu ya van sözler, ruhumuzu ürperten şu mısralarla sona erer:
Akreb onu yer, olan benim zar; Yerde o yatar, çeken benim bar.. Bir sanatkâr böyle güzel iki mis rai bulduktan sonra nasıl oluyor da arkasından şu komik sözleri yaz maktan nefsini alamıyor:
Kabrinde minare çıksa ey yâr, Çeşmimde olur benîm o bir hâr Billâh bunu düşünmedense. Evîâ idi beynimi yemek znâr!..
İnsan, kırk yıl düşünse, bu ka dar münasebetsiz ve acayib bir ha yal kuramaz. Fakat, buna rağmen, Hâmidin «Makber» inde emsalsiz, ve ölmez mısralann yekûnu bir hayli kabarıktır. Onu, şiirlerindeki bazı garabetlere bakarak, sıfıra in dirmeğe imkân yoktur. Abdülhak Hâmid, bugün eserlerinin değil, şöhretinin, fazla şişirilmiş olan şöh retinin kurbanıdır. Yalnız şunu da
insafla söylemek lâzımdır ki, Tan- zimattan Yahya Kemale kadar ge len şairler içinde gene de onu göl gede bırakacak başka bir şair bul mağa imkân yoktur. Abdülhak Hâ
mid, ne lâyık olduğu şekilde takdir ve ne de gerektiği şekilde tenkid edilmiştir. Takdirkârlanmn zihni ■ hep:
] Bedmesf-i gazab elimde bir cam
i Dursun, diyorum şu seyl-i eyyam j Veya:
! Çıktım semavata hak-i berser İndim semavat ile beraber
Nev’inden belâgatli mısralara ta kılmış. Şüphesiz bunlar Hâmidin güzel mısralarıdır. Ama, eskiler, çağdaşları, bu mısralarda söyleyişi değil, düşünüşü güzel buluyorlar dı. Onların, Abdülhak Hamide tat bik ettikleri ölçü yanlıştı. Bu yan lış ölçü ve anlayış içinde onun şi’ri «Finter.» deki Davalaciro nev’inden acayib bir eser oluyordu.
B ir çokları, Hâmidin bir tezad şairi olduğunu söylerler. Yanlış da 1 değil. Fakat Hâmiddeki asil tezad, fikirlerinden, üslûbundan ziyade zevkindedir. O, bir zevk keşmekeşi I içindedir. «Makber» bu zevk keş- : mekeşinı açığa vuran tipik bir e- ] serdir. «Makber» i, Türk edebiya- j tının en lirik kitabı olarak göster- I mek âdet olmuştur. Halbuki «Mak- ! ber» e, lirizmden ziyade, bir melo
dram hâkimdir. Her ne kadar şair: «Makber benim samimiyetimdir» diyorsa da, buna inanmak biraz güç. Çünkü esere baştan sonuna kadar devamlı bir lirizm hâkim ol saydı. ne belâgate kaçan mısralar? ve ne de vavan ifadelere rastlanır- dı. Halbuki «Makber» de özenti il" özentisizlik. belgatle sadelik yanya- na yürür. Bakarsınız:
Bir gün dedi ıstırab içinde: — Ben ölmeğe "elmişim bu Hinde Ölmek dedi kahkahayla güldüm... Duydum ki fakat içimden öldüm. (Kaidım mı. demişti, yolda bir giiıı Hindin bu uzak denizlerinde?.»
Nev’inden güzel ve sade bir şiir deyisine sahib olur. Arkasından: Geçtik kanalı bu yolda mebhût, Hûn-i ciğer oldu cıır-a vu kut; Pürrişlerime su’al-i zalim. Reddevler idi cevâb-ı muzlim.
Böyle garib ve manasız mısralar gelir. Ücüncü mısrada geçen «su’al» kelimesinin ne olduğunu beyhude aramayınız, bulamazsınız. Şair de bulamıyacağımızı bilivor. Bunun için bu kelimenin, arabca öksürük manasına geldiğini kitaba koymuş olduğu notla izah ediyor Bu hu susta misalleri fazlalastırmağa lü zum yok. Hâmidin Makber’ind". Nasroddin Hocanın karla ekmek yemesini i cad etmesi nev’inden bir çok acayib kelimeler icad ettiği rülür. «Makber», bir «ağıd» dır.: B ir ağıda, gönülden geldiği gibi söylemek yaraşır. Meselâ son asrın halk şairlerinden Kağızmanlı Hıf zının da sevgilisine bir aşıdı var dır. Makber’de en lirik mısralar dahi onun şi'ri yanında sönük ve yapmacık kalır. Hâmid sevgilisine söyle seslenir:
Çık Fâtma lâbdden kıyam et, Yâdımdaki haline devam et, Ketmetme hu razı söyle bîr söz. Ben İsterim âh, öyle bir söz...
Şimdi Kağızmanlı Hıfzıdan bir kaç parça okuyalım:
Ecel tuzağını açamaz mısın Açıp da içinden kaçamaz mısın Azad eyleseler uçamaz mısın K ınk mı kanadın kolların hani.. Ac mısın yok mudur ekmeğin asm Odan ne karanlık yok mu ataşın Hanidir güveyin, hani yoldasın Hani kapın bacan yolların hani.. Bunda yorgan, döşek yastık var
mıdır Bu geniş dünyada yerin dar mıdır Daim tahta duvar önün yar mıdır Yeşil başlı sunam göllerin hani...
Bu güzel ve içli «ağıd» m diğer kıtalarını yazmamak için kendimi zorluyorum. Türk edebiyatının en lirik parçalarından biri olan bu şi’rin meziyeti, ve değeri halk di linin samimî, yapmacıktan uzak ifadesi içinde meydana gelmiş ol masındadır. Abdülhak Hâmidin de en büvük talihsizliğini burada ara mak lâzım. Çünkü bir insan ancak kendi öz dilinin kelimeleri içinde samimi olabilir.
Bununla beraber Hâmidin eser leri esaslı bir taranmağa tâbi tu tulursa .onlardan vapılaeak bir siiı antoloysi. herhalde gene şaîrl"ri
mizirl kavıdsızhğma omU2 sili: hlr yükseklikte olacaktır. O.
dişine karsı gösterilen bu hakketrıemiştir.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi