• Sonuç bulunamadı

İşlevini yitirmiş endüstri yapılarının eğitim yapısı olarak kullanımı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İşlevini yitirmiş endüstri yapılarının eğitim yapısı olarak kullanımı"

Copied!
120
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İÇ MİMARLIK VE ÇEVRE TASARIMI ANA BİLİM DALI

İÇ MİMARLIK VE ÇEVRE TASARIMI BİLİM DALI

İŞLEVİNİ YİTİRMİŞ ENDÜSTRİ YAPILARININ

EĞİTİM YAPISI OLARAK KULLANIMI

Tuğba KÜÇÜKKÖSELER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Bilge SAYIL ONARAN

(2)
(3)
(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

İŞLEVİNİ YİTİRMİŞ ENDÜSTRİ YAPILARININ EĞİTİM YAPISI OLARAK

KULLANIMI ... 1

ÖNSÖZ ... v

ÖZET ... vi

ABSTRACT ... vii

1. GİRİŞ ... 13

1.1. Çalışmanın Amacı ve Kapsamı ... 13

1.2. Çalışmada İzlenen Yöntem ... 15

2. KORUMA KAVRAMI VE ENDÜSTRİ MİRASININ KORUNMASI ... 15

2.1. Koruma Kavramının Tanımı ... 16

2.2. Koruma Kavramının Tarihsel Gelişimi ... 17

2.3. Endüstrileşme ve Endüstri Yapıları ... 24

2.4. Endüstri Mirası Tanımı ve Kapsamı ... 29

2.5. Endüstri Mirasının Korunması ... 30

3.İŞLEVSEL DÖNÜŞÜM (YENİDEN İŞLEVLENDİRME) ... 34

3.1. İşlev Kavramı ve İşlev–Bina İlişkisi ... 34

3.2. Yeniden İşlevlendirme Kavramı ... 36

3.3. Yeniden İşlevlendirmeyi Gerektiren Nedenler ... 37

3.3.1. Tarihsel ve Kültürel Nedenler ... 38

3.3.2. Yapısal Nedenler ... 39

3.3.3. Çevresel Nedenler ... 41

(6)

3.4. Uygun İşlev Seçimini Etkileyen Faktörler ... 43

3.4.1. Yapının Mimari Değeri ... 43

3.4.2. Yapının Konumu ... 44

3.4.3. Yapının Mekansal Kurgusu ... 45

3.5. Yeniden İşlevlendirmede Seçilen İşlev Sonrası Yapılabilen Müdahaleler ... 46

3.5.1. Mekansal Kurguya Yapılabilen Müdahaleler ... 46

3.5.2. Strüktürel Sisteme Yapılabilen Müdahaleler ... 52

3.5.3. Tesisat Sistemine Yapılabilen Müdahaleler ... 54

3.5.4. Cepheye Yapılabilen Müdahaleler ... 55

3.5.5. Yakın Çevreye Yapılabilen Müdahaleler ... 56

4. ENDÜSTRİ MİRASI YAPILARIN YENİDEN İŞLEVLENDİRİLEREK EĞİTİM YAPISI OLARAK KULLANIMINA ÖRNEKLER ... 60

4.1. İstanbul Silahtarağa Elektrik Santrali 4 ve 6 Numaralı Kazan Daireleri – İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Kütüphane ... 60

4.1.1. Yapının Konumu ... 60

4.1.2. Yapının Tarihsel Gelişimi ... 61

4.1.3. Yapının Mimari Özellikleri ve Müdahale Öncesi Durumu ... 65

4.1.4. Yapının Yeniden İşlevlendirilme Programı ve Müdahale Sonrası Durumu ... 71

4.2. Tazmanya Demiryolları Inveresk Tren Dizel Atölyeleri – Uluslararası Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu ... 83

4.2.1. Yapının Konumu ... 83

4.2.2. Yapının Tarihsel Gelişimi ... 84

4.2.3. Yapının Mimari Özellikleri ve Müdahale Öncesi Durumu ... 85

4.2.4. Yapının Yeniden İşlevlendirilme Programı ve Müdahale Sonrası Durumu ... 88

(7)

ÖNSÖZ

Çalışmam sürecince yoğun sabrı ve desteği için öncelikle danışman hocam Sayın Prof. Dr. Bilge SAYIL ONARAN’a, gerek bu çalışmada, gerekse diğer çalışmalarımda mesleki ve manevi katkısını hiçbir zaman esirgemeyen hocam Sayın Doç. Dr. Rabia KÖSE DOĞAN’a, manevi desteği ile çalışmama ivme kazandıran Sayın Doç. Dr. Zuhal KAYNAKÇI ELİNÇ’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Eğitim hayatım boyunca maddi ve manevi her daim yanımda olan sevgili anneciğime, çalışma süresince zaman zaman beraber oyun vaktini kısıtlamak zorunda kaldığım oğluma ve bu süreçte yanımda olan eşime de ayrıca teşekkür ederim.

(8)

ÖZET

İnsanların çeşitli gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkan mekanlar, zamanla değişen ve gelişen koşulların etkisiyle işlevsel olarak dönüşüme uğrayabilirler. Endüstri Devrimi de insan yaşam koşullarını değiştiren önemli bir etki bırakıp, makineleşmeye ve üretimin makinelere devredilmesine sebep olmuş ve ilk endüstri yapılarını ortaya çıkartmıştır. Modern dönemin kültürel ve tarihi değerlerini üzerinde barındıran endüstri yapıları, zamanla teknolojik ilerlemenin etkisiyle yetersiz kalarak, terk edilmiştir. Terk edilen bu yapılar zamanla tahribata uğrayıp harap olmaktadır. Modern dönemin etkisinde gelişen, geniş mekânsal hacimlere sahip bu yapıların korunmasında güncel bir restorasyon yöntemi olan yeniden işlevlendirme tercih edilebilmektedir. Yeniden işlevlendirme, kültürel değeri olan yapıları hayata kazandırabilen güncel bir yöntemdir.

Yeniden işlevlendirme uygulamalarında yapılan müdahalelerin yapılara çeşitli etkileri mevcuttur. Bu müdahalelerin seçilen örnekler üzerinden iç mekana etkilerinin saptanmasına yönelik hazırlanan bu çalışma kapsamında, öncelikle koruma, yeniden işlevlendirme ve ilgili kavramlar tartışılmıştır. Türkiye’den ve Avusturalya’dan olmak üzere işlevini kaybedip, terk edilmiş farklı endüstri alanlarında bulunan yapılar ele alınmış, seçilen yeni işlev sonrası yapılan müdahaleler İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu üzerinden irdelenerek endüstri yapılarının eğitim yapısı olarak kullanımı incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Koruma, Yeniden İşlevlendirme, Endüstri Yapıları, Eğitim Yapıları.

(9)

ABSTRACT

The spaces that occur in accordance with the various needs and requirements of people can be transformed functionally with the effect of changing and developing conditions over time. The Industrial Revolution has also had a significant impact on human living conditions, leading to mechanization and the transfer of production to machinery and has brought about the first industrial buildings. The industrial buildings that embody the cultural and historical values of the modern era have been abandoned with the effect of technological progress over time. These abandoned buildings are destroyed over time. In order to protect these structures with large spatial volumes, which are under the influence of the modern period, reuse can be preferred as a current restoration method.

Interventions in re-functionalization applications have various effects on structures. Within the scope of this study, which was prepared to determine the effects of these interventions on selected interior spaces, firstly, protection, re-functionalization and related concepts were discussed. They lost their function, including from Turkey and Australia, abandoned buildings, located in different industries were discussed. The interventions made after the selected new function were examined through the Faculty of Architecture of Istanbul Bilgi University and the School of Architecture and Design of the University of Tasmania to examine the use of industrial structures as educational structures.

Keywords: Conservation, Re-Functioning, Industrial Buildings, Educational Buildings.

(10)

TABLO LİSTESİ

Tablo 1. Yapı örneği (1) - Seçilen yeni işlev sonrası mekansal kurguya uygulanan müdahaleler ... 80 Tablo 2. Yapı örneği (1) - Seçilen yeni işlev sonrası strüktürel sisteme uygulanan müdahaleler ... 81 Tablo 3. Yapı örneği (1) - Seçilen yeni işlev sonrası tesisat sistemine uygulanan müdahaleler ... 81 Tablo 4. Yapı örneği (1) - Seçilen yeni işlev sonrası cepheye uygulanan müdahaleler ... 82 Tablo 5. Yapı örneği (1) - Seçilen yeni işlev sonrası yakın çevreye uygulanan müdahaleler ... 82 Tablo 6. Yapı örneği (2) - Seçilen yeni işlev sonrası mekansal kurguya uygulanan müdahaleler ... 99 Tablo 7. Yapı örneği (2) - Seçilen yeni işlev sonrası strüktürel sisteme uygulanan müdahaleler ... 100 Tablo 8. Yapı örneği (2) - Seçilen yeni işlev sonrası tesisat sistemine uygulanan müdahaleler ... 100 Tablo 9. Yapı örneği (2) - Seçilen yeni işlev sonrası cepheye uygulanan müdahaleler ... 101 Tablo 10. Yapı örneği (2) - Seçilen yeni işlev sonrası yakın çevreye uygulanan müdahaleler ... 101 Tablo 11. Yapı örneklerinde seçilen yeni işlev sonrası yapıya uygulanan müdahaleler ... 110

(11)

ŞEKİL LİSTESİ

Şekil 1. Endüstrileşme öncesi el ile üretim yapan bir kadın ... 24

Şekil 2. Dökme demir ile oluşturulmuş Crystal Palace (Billur Saray) ... 26

Şekil 3. 1872 yılında demir strüktür ile tasarlanan Menier Çikolata Fabrikası ... 27

Şekil 4. Peter Behrens tarafından tasarlanan Turbinenhalle Fabrikası ... 28

Şekil 5. Bernard Tschumi’nin tasarlamış olduğu ‘Follie’ isimli strüktürler ... 35

Şekil 6. Fiziksel eskime grafiği... 40

Şekil 7. Fonksiyonel eskime grafiği. ... 41

Şekil 8. Turistik işletmelere ve konaklama mekanlarına dönüşen tarihi Antalya Kaleiçi Evleri. ... 42

Şekil 9. Etkinlik mekanına dönüşen, Alicante’deki eski tren garından iç mekan görünümleri ... 47

Şekil 10. Lengerhane yapısının restorasyondan önceki hali ... 48

Şekil 11. Lengerhane’ye restorasyonda eklenen ara kat. ... 49

Şekil 12. İş merkezi olarak yeniden kullanılan Sankt-Petersburg’daki eski pamuk değirmeninin iç mekandaki sirkülasyon elemanlarından görünümler. ... 50

Şekil 13. Kentucky’de etkinlik alanları, konferans salonu ve restoran olarak yeniden kullanılan eski kuru mal deposunun görünümü ... 51

Şekil 14. Kentucky’de etkinlik alanları, konferans salonu ve restoran olarak yeniden kullanılan eski kuru mal deposunun kesiti ... 51

Şekil 15. Çok amaçlı kültür merkezi olarak yeniden işlevlendirilen Koldinghus Şatosu’nun iç mekanlarından görünümler ... 52

Şekil 16. Çok amaçlı kültür merkezi olarak yeniden işlevlendirilen Koldinghus Şatosu’nun kesiti ... 53

Şekil 17. Lister Mills Dokuma Fabrikasının restorasyon öncesi hali ... 53

Şekil 18. Lister Mills Dokuma Fabrikasının restorasyon sonrası hali ... 54

Şekil 19. Rehabilitasyon merkezi olarak yeniden kullanılan Leszno’daki eski çiftlik binalarının cephesinden görünümler ... 55

Şekil 20. Rehabilitasyon merkezi olarak yeniden kullanılan Leszno’daki eski çiftlik binalarının perspektif görünümü ... 56

(12)

Şekil 21. Halk kütüphanesi olarak yeniden kullanılan Almonte’deki eski şarap

mahzeninin işlevlendirmeden önceki durumu ... 57

Şekil 22. Halk kütüphanesi olarak yeniden kullanılan Almonte’deki eski şarap mahzeninin günümüz durumu ... 57

Şekil 23. Feshane-i Amire Tekstil Fabrikası ... 58

Şekil 24. Günümüzde fuar, kongre ve kültür merkezi olarak kullanılan Feshane’nin restorasyon sonrası durumu ... 58

Şekil 25. Santralistanbul’un konumu ... 61

Şekil 26. Silahtarağa Elektrik Santrali’nin Kazım Karabekir Caddesi üzerindeki yerleşke girişi ... 62

Şekil 27. 1957 yılındaki Silahtarağa Elektrik Fabrikası’nın görünüşü ... 63

Şekil 28. 1911 tarihli sonradan deformasyona uğrayacak olan ilk plan ... 63

Şekil 29. Seyfi Arıkan’ın tasarladığı 3 numaralı makine dairesinin 2004 yılındaki hali ... 64

Şekil 30. Silahtarağa Elektrik Santrali’nin mekanik atölye çalışanları ... 65

Şekil 31. Silahtarağa Elektrik Fabrikası’nın vaziyet planı ... 65

Şekil 32. Silahtarağa Elektrik Santrali Yerleşkesi’nin müdahale öncesi durumu ... 66

Şekil 33. Müdahale öncesi Silahtarağa Elektrik Santrali vaziyet planı ... 66

Şekil 34. Silahtarağa Elektrik Fabrikası’nın planı ve görünüşü ... 68

Şekil 35. 1 numaralı makine dairesi ve idari bina ... 68

Şekil 36. Üretim yapılarının müdahale edilmeden önceki görünümleri ... 69

Şekil 37. Üretim yapılarının müdahale edilmeden önceki görünümleri ... 70

Şekil 38. Kütüphane ve Mimarlık Fakültesi’nin (kazan dairelerinin) Santral Yerleşkesi içerisinde konumu ... 70

Şekil 39. Bilgi Üniversitesi Santralistanbul Yerleşkesinin Restorasyon sonrası durumu ... 71

Şekil 40. Restorasyon Sonrası Santral Kampüsü vaziyet planı ... 71

Şekil 41. Kazan dairelerinin müdahale edildikten sonraki hali ... 72

Şekil 42. Üst kat stüdyo alanından iç mekan görünümü ... 72

Şekil 43. Stüdyolara karşıdan bakış, ekipmanları ile korunmuş olan eski duvar ... 73

Şekil 44. Jüri alanı ve sergi alanı olarak kullanılan kazan önü fuaye alanı ... 73

(13)

Şekil 46. Kütüphaneye genel bakış ... 74

Şekil 47. Kütüphane iç mekan görünümü ... 75

Şekil 48. Düşey Sirkülasyon Elemanları olan Merdivenler ... 76

Şekil 49. Yeni çelik strüktür yapımı ... 77

Şekil 50. 4 ve 6 numaralı kazan dairelerinin restorasyon öncesi ve restorasyon sonrası görünümleri. ... 77

Şekil 51. 4 numaralı kazan dairesinin müdahale edilmeden önceki ve müdahaleden sonraki görünümleri ... 78

Şekil 52. 6 numaralı kazan dairesinin müdahale edilmeden önceki ve müdahaleden sonraki görünümleri ... 78

Şekil 53.Yapıya ait bacalara müdahale edilirken, yapı cephesinin gece aydınlatması ... 79

Şekil 54. Yapının çevresinde korunan mekanik elemanlar ve öğretim üyelerinin bulunduğu bina ile bağlantılı olan dış merdiven ... 80

Şekil 55. Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu’nun Konumu ... 83

Şekil 56. 1947 ve 1967 tarihli Launceston Tren Bakım-Onarım Atölyeleri ... 84

Şekil 57. Inveresk Demiryolu Atölye sahası 1967 öncesi hava fotoğrafı …………..85

Şekil 58. Inveresk Demiryolu Atölyeleri ... 86

Şekil 59. Inveresk Demiryolu Atölyeleri faal durumdayken iç mekan görünümleri . 87 Şekil 60. Mimarlık ve Tasarım Okuluna dönüşen dizel atölyesi ... 87

Şekil 61. Inveresk Demiryolu Atölyesi iç mekan görünümleri ... 88

Şekil 62. Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu ... 88

Şekil 63. Evrensel tasarım ilkeleri ışığında çeşitli düzenlemeler ... 90

Şekil 64. Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu dönüşüm planları .... 90

Şekil 65. Tazmanya Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Okulu dönüşüm planları .... 92

Şekil 66. Zemin katta bulunan stüdyo alanı ... 92

Şekil 67. UTAS Mimarlık ve Tasarım Okulu ... 92

Şekil 68. Mimarlık ve Tasarım Okulu delikli ahşap paneller ... 93

Şekil 69. Stüdyo ve atölyeyi birbirinden ayıran cam bölücü ... 93

Şekil 70.Mimarlık ve Tasarım Okulu öğretim elemanları koridoru, üst kat stüdyosu ... 94

(14)

Şekil 71. Tüm okullar arasındaki görsel bağlantıyı gösteren okulun ana açık alanına

genel bakış ... 95

Şekil 72. İçerideki merdiven ... 95

Şekil 73. Yapıda kullanılan mekanik sistemler ... 97

Şekil 74. Yapıda kullanılan mekanik sistemler ... 97

(15)

Toplumların değer yargılarının ve kültürlerinin devam etmesini sağlayan en etkili yollardan biri kültürel varlıklarını korumaktır. Bu bağlamda kültürel varlıklarımızdan olan mimari yapılarımızın korunmasının toplumsal bir görev olarak kabul edilebilmesi mümkündür.

Endüstri Devrimi etkisiyle oluşan üretimdeki değişiklikler ve gelişmeler endüstri yapılarının ortaya çıkmasına neden olmuş, üretim atölye ve evlerden fabrikalara ve büyük endüstri alanlarına geçmiştir. 20. yüzyıl sonlarına doğru zamanla değişen gereksinimler ve gelişen teknoloji ile mevcut endüstri yapılarının bir kısmı kullanım dışı kalmış, bu gereksinimleri karşılayamayan endüstri yapıları terk edilerek büyük bir yapı stoğu ortaya çıkmıştır. Sonrasında mevcut endüstri yapı stoğunun değerlendirilmesi gündeme gelmiş, Dünya’da çeşitli örnekler ile işlev değişikliği yapılarak bu yapıların günümüzde kullanımı sağlanmıştır.

Yeniden işlevlendirme çeşitli nedenlerle terk edilen yapıların tekrar kullanılmasını sağlayan, kültürel, toplumsal ve ekonomik açıdan sürekliliğin sağlandığı bir restorasyon biçimi olarak adlandırılabilir. Yapılarda işlev değiştirerek koruma düşüncesi tarih boyunca karşılaştığımız ancak günümüzde çok daha önemli hale gelmiş bir konudur. Zaman içerisinde yıpranmış, yeterliliğini yitirmiş veya terk edilerek kullanımı bırakılmış yapıların, bakımları ve onarımlarının yapılarak, çeşitli müdahaleler ile yeni işlevler verilmesi, gerek tarihsel ve kültürel değerlerin günümüze aktarımı, gerekse de finansal açıdan olumlu yönde değerlendirilmektedir.

Yapılan müdahalelerin olumlu ve olumsuz örnekleri yapılmış çeşitli uygulamalarda daha iyi görülmüş ve yapıya yapılabilecek müdahalelerin sınırları koruma çerçevesi içerisinde belirlenmiştir.

1.1. Çalışmanın Amacı ve Kapsamı

Endüstri Devrimi’nin getirdiği ivmeyle gelişen bazı endüstri yapılarının değişen koşullar altında işlevlerini yitirmeleri ile Dünya’da koruma düşüncesi

(16)

bağlamında oluşan ‘endüstri mirası’ kavramı ve ‘endüstri mirasının korunması’ fikri gelişmiş, ülkeler endüstriye ait olan bu yapı stoğunu değerlendirmek ve korumak adına çeşitli örnekler ile günümüze kazandırmışlardır. Bu örneklerin bir kısmı başarısızlıkla sonuçlanırken, bir kısmı da oldukça başarılı olmuş, toplumu olumlu yönde etkilemiştir.

Günümüz eğitim yapılarının iç mekan donanım ve gereksinimleri göz önünde bulundurulduğunda, günümüzün teknolojik makine, ekipman ve teçhizatlarına uyumlu, esnek ve kullanıcı sayısına göre değişkenlik gösterebilen mekanların ihtiyacından söz etmek mümkündür. Bu gereksinimlerin miras yapılarına entegre edilmesi sırasında karşılaşılan sorun ve sorunlara bulunan çözümler Dünya’dan ve Türkiye’den seçilen başarılı değerlendirilerek ödüller almış, birbirine yakın yıllarda yeniden işlevlendirilip mimarlık eğitimi vermek üzere kullanılmaya başlanmış, ortak mekan gereksinimlerine sahip ve her ikisi de konumsal olarak su kenarında yer alan örnekler üzerinden irdelenmeye çalışılmıştır. Örnekler arasındaki benzerlikler ve farklılıkları karşılaştırma yaparak incelemek ve endüstri mirası olan yapılarda işlev değişikliği yaparken dikkat edilmesi gereken faktörleri ortaya koymaya çalışmak, endüstri yapılarının eğitim yapısı olarak işlevlendirilmesinin olumlu ve olumsuz yönlerini belirlemek bu çalışmanın amacı olarak belirlenmiştir.

Çalışma beş başlık altında ilerlemiş, giriş bölümünde, korumanın önemi, endüstri devriminin etkisi altında üretim alanlarının uğradığı değişim, endüstri yapılarının oluşumu ve çeşitli nedenlerle kullanımının bırakılıp, işlevsiz kalmasından söz edilmiş, kullanımı yitirilmiş bu yapıların gelecek dönemlere aktarılması için yeni işlevler vererek yaşatmanın gerekliliğinden bahsedilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde, koruma kavramı ve gelişimi, endüstrileşme ve endüstrileşmenin getirdiği endüstri yapıları, endüstri mirası, endüstri mirasının korunması ve korunmasına yönelik örgütler ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde, işlev kavramı ve bina-işlev arasındaki ilişki irdelenmiş, yeniden işlevlendirme, yeniden işlevlendirmeyi gerektiren nedenler, yeniden işlevlendirmede uygun işlev seçimini etkileyen faktörler ve seçilen yeni işlev ile

(17)

birlikte yapılabilecek müdahale türleri Dünya’dan çeşitli örnekler üzerinden incelenmiştir.

Dördüncü bölümde Türkiye’den ve Avusturalya’dan olmak üzere endüstri mirası yapıların yeniden işlevlendirilerek eğitim yapısı olarak kullanımına örnekler verilmiş, bu örneklerde yapının konumu, tarihsel gelişimi, mimari özellikleri ve müdahale öncesi durumu, yapının yeniden işlevlendirilerek kullanım programı ve yapıya uygulanan müdahaleler irdelenmiştir.

Son bölüm olan değerlendirme ve sonuç bölümünde seçilen yapıların karşılaştırmaları yapılıp elde edilen sonuçlar değerlendirilmiştir.

1.2. Çalışmada İzlenen Yöntem

Çalışmanın planlama aşamasında işlevini yitirmiş olan endüstri yapılarının eğitim yapısı olarak kullanımının olumlu olacağı hipotezinden hareketle öncelikle nitel araştırmalar kapsamında, literatür araştırmaları ve okumaları yapılmış, koruma kavramı, koruma kavramının gelişimi, korumada başvurulan ilkeler, endüstrileşme ve endüstri mirası kavramı ve yeniden işlevlendirilmede başvurulabilecek yöntemler hakkında bilgi edinilerek, yapılara uygulanabilecek müdahaleler araştırılmış ve örnekler üzerinde irdelenmiştir.

Ardından çalışma kapsamında değerlendirilebilecek yapıların yeniden işlevlendirilerek kullanımları esnasında nasıl müdahaleler ile karşılaştıklarını saptamak için, literatür araştırmaları ve yerinde tespitler yapılarak, belge ve fotoğraf arşivleri incelenerek analiz tabloları oluşturulmuştur. Oluşturulan bu tablolar birbirleri ile karşılaştırılarak, genel ilkeler ve yöntemler üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır.

2. KORUMA KAVRAMI VE ENDÜSTRİ MİRASININ KORUNMASI

Bu bölümde koruma kavramının tanımı, anlamı ve gelişimi, endüstrileşme, endüstri yapıları ve endüstri mirası kavramları irdelenecektir.

(18)

2.1. Koruma Kavramının Tanımı

Geçmiş uygarlıklardan kalan günümüze gelebilmiş yerleşmeler, kalıntı ve yapılar tarihi çevremizi oluşturan unsurlardır. Her tarihi çevre ait olduğu dönemde yaşayan toplumların sosyal ve ekonomik yapısı, kültürü, yasam düzeni, mimari anlayış ve gereksinimleri gibi pek konuda ayrıntılar içerir. Gelecek kuşaklara geçmişin bu birikimlerini aktarmak koruma sayesinde gerçekleşir.

Hasol’un tanımına göre, ‘‘Koruma, tarihi olaylara tanık olmuş veya sanat değeri taşımakta olan yapıların ya da kent bölümlerinin yaşamlarını devam ettirebilmek için muhafaza edilmesi, onarılması ve bakımına ilişkin gerekli önlemleri almaktır’’ (Hasol, 1998). Taşınmaz kültür varlıklarının korunması, muhafaza etme, sağlamlaştırma, temizleme, bakım, onarım, yeniden kullanım ve çağdaş ek gibi restorasyon teknikleri ile sağlanmaktadır.

Her toplum kuşkusuz geçmişine sahip çıkmak durumundadır. Bir toplumu konar-göçer hayattan kurtaran ve onu yerleşik düzene geçiren en önemli özellik, geçmişindeki toplumsal ve kültürel değerlerin değerinin artmasıdır. Doğru analiz yöntemleri ve nesnel yöntemlerle değerlendirilmeye alınan bu değerler, toplumun geleceğinin daha sağlıklı ve sağlam şekillenmesine olanak sağlar. İşte bu analizlerin en doğru biçimde değerlendirilmesine olanak veren eylem de, günün karakteristik niteliklerini yansıtan fiziksel düzenlemelerin korunmasıdır (Tapan, 2014).

Koruma kavramının ana düşüncesinde değişim engellenmeye çalışılır (Pekol, 2010). Koruma düşüncesi, insanın gününün ve yarınının sorumluluğunu kabul etmek, taşımak durumundadır. Geçmişte var olanı dondurmak, günümüz koşullarında çağın içinde yaşayan insanlar için yaşanamaz duruma sokmak, koruma olarak ele alınamaz (Bektaş, 2001).

Pekol’un (2010) Kuban’dan (2000) aktardığına göre; Mimari korumada amaç, yapının yalnız fiziksel dokusunun değil, simgesel ve sanatsal değerinin de korunmasını sağlamaktır. Yalnız işlevsellik yapının korunması için tek başına yeterli değildir; yapıların kültürel konumlarının da olması gerekir, çünkü yapının sahip

(19)

olduğu konum toplumun belleğinde veya insanlığın tarihinde önemli bir yere sahiptir ya da estetik değeri fazladır.

2.2. Koruma Kavramının Tarihsel Gelişimi

Anıtsal yapılar incelendiğinde, tarih boyunca çeşitli onarımlar geçirdiği, eklemeler yapıldığı ve yenilemeler ile ayakta tutulma çabası gösterildiği görülür. Ancak tarih boyunca yapılan koruma düşüncesine bağlı onarımlar ile günümüz döneminde yapılan korumalar arasında çeşitli farklar bulunmaktadır. Geçmişte ideolojik, dini ya da ulusal değeri yüksek yapılar tek başına korunmaya çalışılmıştır. Günümüzde ise, yapının etrafındaki tarihsel çevresi ile bütün olduğu ve çevresi ile beraber korunması gerektiği düşüncesinin hakim olduğu ve ülkeler tarafından kabul görmüş restorasyon ilkelerine bağlı kalarak yapıldığı görülür.

Koruma uygulamalarının tarihi, yapı yapma sanatının başlangıç tarihine kadar gitmekle beraber restorasyonun belirli ilkelere ve bilimsel tekniklere göre yapımı 19. yüzyılda olmuştur. 19. yy’dan günümüze dek uzanan etkileri ile restorasyon kuramının önde gelen ismi Fransız Eugène Emmanuel Viollet le Duc’tür. ‘Stilistik Rekompozisyon’ temsilcisi olan, Viollet le Duc kişisel kararların hakim olduğu ve belirli bir sistematiğe dayanmayan onarımlara bir sistem getirmeyi hedeflemiş, anıtın korunmasının, onarım görmesi veya yeniden inşa edilmesi anlamına gelmediğini, restorasyonu yapan kişinin, binayı yapıldığı döneme ait bir üslup birliği içinde tamamlaması gerektiğini, hatta özgün yapının yanlış olduğu düşünülen bir yeri varsa onun da kaldırılması gerektiğini savunmuştur.

Özünde Viollet le Duc’ün yaptığı “rekompozisyon”, çoğu zaman “rekonstrüksiyon” kategorisinde sayılabilir. 1846’dan başlayarak, Fransa’nın güneyindeki Roma dönemi müstahkem kenti Carcassonne’un restorasyonuyla görevlendirilir. Fransız İhtilali’nden sonra, taşlarının devşirme malzeme olarak kullanıldığı, askeri işlevini yitirmiş surları savaştan önceki durumlarına getirme isteği ile geniş çapta rekonstrüksiyonlar yapmıştır (Mazlum, 2014).

(20)

19. yy’ın en etkili temsilcilerinden bir diğeri ise, ‘Romantik Görüş’,‘Anti-restorasyon’ veya ‘konservasyon’ akımı öncülerinden John Ruskin ve William Morris’tir. John Ruskin, tarihi yapının belge olarak korunmasını savunur ve yapıya hiçbir müdahale yapılmadan, yapının fiziksel ömrünün tamamlanıp yok olmasının doğruluğuna inanır.

Stilistik rekompozisyon akımı Ruskin’in sözleriyle şöyle değerlendirilmiştir:

“Restorasyon sözcüğünün gerçek anlamını ne halk anlamıştır, ne de kamu yapılarının bakımından sorumlu olanlar… Restorasyon bir yapının uğrayabileceği en büyük yıkımdır. Öyle bir yıkım ki, geriye bir şey kalmaz. Bu yıkıma da, ortadan kaldırılmış olan şeyin sahte bir betimlemesi eşlik eder. O zaman restorasyondan hiç söz etmeyelim. Bu baştan sona bir yalandır. Bir cesedin de, bir yapının da modeli yapılabilir. Modelde, yapının eski duvarları kabuk gibi korunmuş ya da cesedin iskeleti saklanmış, neye yarar? Eski yapı bir kere tahrip edilmiş, sanki acımasızca bir toz yığınının içine batmış, bir çamur kümesi içinde kaybolmuştur. Restorasyon saçmadır, imkansızdır. Tıpkı bir ölüye yeniden can vermek gibi...” (Mazlum, 2014).

Anıtların tarihi kimliklerini değiştiren, mevcut olanı yıkıp, ilk yapıldığı üsluba uygun tasarımlar yapan stilistik rekompozisyon görüşünün ve yapıya hiçbir şekilde müdahale etmemeyi savunan romantik görüşün aksine ‘Tarihsel Restorasyon’ ve ‘Çağdaş Restorasyon’ kuramları gelişmiştir. Tarihsel restorasyon kuramının temsilcisi Luca Beltrami’dir. Restorasyon yaparken tarihi belgelerin, araştırmaların ve arşivlerin taranması gerektiğini, yeteri kadar olmayan verileri tarihsel kaynaklardan elde etmenin gerekliğinden bahseder.

Beltrami, Milano’da bulunan Sforza Şatosu’nun, Filarate Kulesi’ni çizim, maket, tablo gibi arşiv belgelerine dayanılarak rekonstrüksiyonunu yapmıştır. Bir Rönesans yapısının yeniden inşası olan bu uygulamada Beltrami, belirli oranda bir esnekliğin kabul edilebilir olduğu görüşündedir. Beltrami’ye göre, asıl etki kütlenin bütüncül tasarımında ve kütlelerin genel hareketinde kendini gösterecektir (Jokilehto, 2002, Mazlum, 2014).Bu kuram nesnel veriler ile çalışılmanın getirdiği yanılma

(21)

payının düşüklüğünden kabul edilir gibi görünse de, bu kurama karşı çıkış verilerin doğruluğunu ve yeterliliğini sorgulamak ile olmuştur.

İtalyan Camillo Boito ise, yapıyı tarihi ve estetik belge olarak nitelendirirken, bütünü tamamı ile korumak için yapılan teknik müdahalelere ise restorasyon demiştir. Boito, bağımsız tüm kuramları uzlaşmacı bir tavırla birleştirerek Çağdaş Restorasyon kuramının öncülüğünü yapmıştır.

Boito, 1883’te aşağıdaki ilkeleri savunmaktadır;

 Geçmişe ait tarihi anıtlar, saygıyla korunması gereken tarih belgeleridir.

 Mimari yapıtlarda tamir etmek yerine sağlamlaştırılmalı, restore etmek yerine ise tamir edilmelidir. Eklemeler ve yenilemeler yapılmamalıdır.

 Eğer ekleme veya yenileme yapmak zorunluluk olduysa, yapılan ekleme ve yenilemeler kolay anlaşılabilir olmalı ve yapının özgün üslubundan farklı yapılmalıdır.

 Yarım kalmış ya da tahrip olmuş eklerin yapılma zorunluluğu oluşmuşsa, bunlar özgün malzemeden farklı malzeme ile ve yapının sahip olduğu ayrıntılardan farklı olarak yapılmalıdır.

 Anıtın yaşının vermiş olduğu renk değişimi (patine), ya da anıtın içinde bulundukları pitoresk durum ya da yapı üzerindeki bezemeler kalıntı niteliğinde dahi olsa da özgün, nadir ya da estetik değeri yüksek anıtları, ayakta durdurmanın ötesinde müdahale edilmemelidir.

 Eğer özgün yapının önemli bir özelliğini kapatmıyor ise, değişik zamanlarda yapılan eklemeler yok edilmemelidir. Eğer bunlardan özellikle estetik açıdan nitelik sahibi olanlar kaldırılmak durumunda kalınırsa, yapının çevresinde korunmalıdır.

 Restorasyon çalışmaları esnasında tüm yapıların kalan ya da yıkılan rölöveleri ve seri halinde çekilen tüm fotoğrafları ilgili resmi kurumlara verilmelidir.

 Yapı üzerinde konumlandırılacak bir yazıt ile yapıdaki tüm müdahaleler ve müdahalenin yapıldığı tarihler belirtilmelidir (Kuban, 2000).

(22)

İtalya’da Boito’nun bilimsel restorasyon kuramını geliştiren Gustavo Giovannoni ve Ambrogio Annoni’dir. Gustavo Giovannoni mimarlık tarihinin ünlü yapıtlarının dışında, sanatsal değere sahip ve tarihi değeri olan tüm yapıların çevresi ile birlikte daha bilimsel şekilde korunması görüşündedir. Giovannoni, bugünün restorasyon uygulamalarında temel kabul edilen belge araştırması, konstrüksiyonun analiz edilmesi, üslubun analiz edilmesi (mimarlık ve sanat tarihi karşılaştırmaları), rölöve ve restitüsyon çalışmalarının belirli bir sistem dahilinde yapılması gerekliliğini (Kuban, 2000) ortaya koyarken şu ilkeleri önermiştir;

 Bakım yapmak, tamir etmek ve sağlamlaştırmak restorasyonun temel uygulamalarıdır. Sağlamlaştırma yapılırken çağdaş teknikler kullanılabilir.

 Çağdaş teknikler ile strüktürel müdahalede en az müdahale ile yetinilmesi gerekli olup, strüktürün özgün özellikleri korunmalıdır. Gereksiz yenilemeler yapılmamalıdır.

 Bir yapıda sanatsal değer taşıyan her şey, sonradan yapılmış olmasına ya da yapının üslupsal bütünlüğü bozmasına bakılmaksızın, korunmalıdır.

 Sonradan yapılan ekler özgün yapıdan ayırt edilecek şekilde olup, tarihleri belirtilmelidir.

 Ekler, yapıyı tamamlayan basit çizgilerden oluşmalı, bezemesel olmamalıdır.

 Ancak net ve kesin verilere dayanıldığında bütünlemeye başvurulmalı, çeşitli hipotezlere göre değişiklik yapılmamalıdır.

 Anıt, içinde barındığı çevre ile, kütlesel ve renksel anlamda uyum içinde ise, özgün olmasa bile bakım gösterilmelidir (Kuban, 2000).

1931’de Atina‘da toplanan Tarihi Anıtların Korunmasıyla İlgili Mimar ve Teknisyenlerin 1. Uluslararası Konferansında varılan sonuçlar Atina Kartası adında bir belgede toplanmıştır. Bu belgede tüm ülkeler için geçerli olduğu düşünülen, koruma olgusu için örgütlenmenin ve uluslararası dayanışmanın önemi ve koruma uygulamalarının ilkeleri belirtilmiştir.1932’de ise İtalya’da bu ilkeler Carta del

(23)

Restauro (Restorasyon Tüzüğü) adıyla yürürlüğe girmiştir. Restorasyon 1930’lu yıllarda bilimsel nitelik kazanmış bir disiplin olarak çalışılmaya başlanmıştır.

Büyük kayıpların yaşandığı II. Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde mimari restorasyon ilkeleri hararetli şekilde tartışılmıştır. On binlerce yapının ağır hasarlar gördüğü, yıkıldığı bir zamanda, restorasyonun yalnızca tarihi anlamlar ve belgesellik üzerine yoğunlaşmasının kabul edilemez bir durum olduğu, sanatsal, yaratıcı ve manevi değerlerinin de göz önüne alınması gerektiği dile getirilmiştir. Başka bir deyişle, yerleşik koruma ilkeleri artık tartışma konusudur. Nitekim 1944’ün Aralık ayında, Varşova’nın harap olmuş tarihi merkezinin, rekonstrüksiyonuna başlanmış, rekonstrüksiyonda güvenilir sayılan rölöve, belge ve resimlere başvurulmuştur.Çok geçmeden de Varşova tekrar başkent ilan edilmiştir (Mazlum, 2014).

Savaş sonrasında, restorasyon kuramını çeşitli katkılarla daha da geliştirmiş olan İtalyan Cesare Brandi’nin mimari rekonstrüksiyon konusundaki görüşleri de anılmaya değerdir. Brandi’ye göre, “Bir malzeme bir yapıda bir kez kullanıldı mı, insan emeğinin bir sonucu olarak tarihselleşir. Aynı taş ocağından aynı mermeri iki kez almak (önce yapı yapılırken, sonra da restore edilirken) kimyasal açıdan aynı malzeme demek olsa da, bu iki mermerin hem tarihî açıdan anlamı farklıdır, hem de işlenme ve görünüm açısından. Bu nedenle de, bir rekonstrüksiyonun özgün olanla aynı anlama geldiğini öne sürmek mümkün değildir. Tam tersine, hem tarihî olarak, hem de estetik açıdan her rekonstrüksiyon sahtedir” (Jokilehto, 2002, Mazlum, 2014).

1964’te ise, 2. Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresinde, Venedik Tüzüğü adı verilen kararlar alınmıştır. 16 maddeden oluşan bu kararlar tüm dünyada uygulamaya konmuş, tüzüğün maddeleri ülkelerin koruma yasalarına girmiştir.

Carta del Restauro kararlarına benzer şekilde, Venedik Tüzüğü de, her türlü kazının, onarımın, düzenleme çalışmalarının çizimler ve fotoğraflarla düzenli ve sistemli olarak belgelenmesini, açıklayıcı raporlar ile beraber arşivlenmesini öngörür. Tarihi anıtların ve çevrelerinin korunmasıyla ilgili çağdaş düşünceleri bir araya

(24)

getiren Venedik Tüzüğü’nün uygulamaya konulması esnasında karşılaşılan problemler, 1970’li yılların ortalarına gelinmeden Venedik Tüzüğü üzerinde tartışmalara zemin hazırlamıştır. Avrupalılar tüzüğün toplumun hızla gelişen ihtiyaçlarına ve çağdaş gereksinimlere uyum sağlaması gerektiğini ileri sürerken, çeşitli ülkeler de kendi toplumlarının ve kültür yapılarının paralelinde bölgesel tüzükler hazırlamayı önermişlerdir (Ahunbay, 2014).

Günümüzde Venedik Tüzüğü’nün belirlemiş olduğu çerçeveyi aşan durumların varlığı kabul edilmiş, tüzüğün değiştirilmesi yerine ülkeler kendi ülkelerinde geçerli bazı restorasyon kuralları eklemeleri yaparak tüzüğü düzenlemeyi tercih etmişlerdir. Avustralya ICOMOS Ulusal Komitesi, 1981 yılında, kendi ülkesinde geçerli kıldığı ve gerektiğinde yenilenmesini, uyarlanmasını uygun gördüğü Burra Charter’i geliştirmiştir. Pakistan’da 1982 yılında yapılmış olanGeleneksel Mimarinin Belgelenmesi ve Korunması konulu toplantı sonunda, İslam ülkelerinde bulunan mimari mirasın korunması ile ilgili olarak, İslam ülkelerindeki onarım faaliyetlerini yönlendirecek İslam Kartası oluşumuna gidilmiştir (Ahunbay, 2014).

UNESCO, ICOMOS ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası düzeyde çalışmalar yapan kuruluşlar, yaptıkları toplantılarda kültür mirası olan tarihi yapı ve çevrelerinin koruma, yönetim ve restorasyonuna dair ilkeleri, geleneksel malzemelerin korunması ve kullanımına ilişkin teşvik edilmesi, tarihi yapı ve tarihi yapı çevrelerinin modern yaşam koşullarındaki durum ve kültürel kimliğin tanımına katkıları gibi konularda gelişen ve ilerleyen yaşam koşullara uygun ilkeler belirlemektedir (Ahunbay, 2014).

Ülkemizde ise korumayla ilgili çalışmalar Cumhuriyet öncesinde Osmanlı Devleti’nde özellikle batılılaşma sürecine girildiğinde dikkate alınmış ve birçok yasal düzenleme çıkarılmıştır. İlk yasal düzenleme 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’ dir. Anıtların ve tarihi eserlerin korunmasına yönelik ilk yasal düzenleme ise 1868’de çıkarılan Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir.İlk Asar-ı Atika Nizamnamesi arkeolog ve ressam olarak bilinen, aynı zamanda müzeci olan Osman Hamdi Bey’in girişimleri sayesinde çıkartılmış ve arkeolojik buluntuları kapsamaktadır. Daha sonra1874 yılında bu nizamname geliştirilmiş, ‘tarihi eser’ hakkında ilk kez tanım ve

(25)

sınıflandırılma yapılmış, bu eserlerin devlet mülkiyetinde olduğu hükmü getirilmiştir. 1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi ile korumanın temel ilkeleri tanımlanmış, eserlerin sahiplerine kısıtlamalar getirilmiş, tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılmaması için önlemler alınmaya çalışılmıştır. Asar-ı Atika Nizamnamesi üçüncü kez 1906 tarihinde yeniden gözden geçirilerek yürürlüğe girmiş, tarihi eser kapsamını geliştirmiş, Türk-İslam eserleri ve gayrimüslim eserleri olan kilise, manastır, sinagog gibi yapıları da tarihi eser kapsamına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nde koruma ile ilgili yayınlanan son yönetmelik 1912 yılında yayınlanmış olan Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi’dir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da koruma ile ilgili çeşitli kararlar alınmış, üniversitelerde arkeoloji kürsüleri kurulmuş, aynı zamanda eski eserler ve anıtlar belgelenmiştir. İstanbul’da başlatılan bu iş için hükümet, 1917 yılında kurulmuş olan Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin tüzüğünü, İstanbul’da Müteşekkil Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni’nin Teşkilat ve Vazifelerine Dair Talimatname olarak değiştirip onaylamıştır (Madran,1996). Bu encümen daha sonraları Eski Eserleri Koruma Encümeni olarak anılmıştır. Bu kurum Türkiye’de korumayı denetleyen ve karar organı olan ilk örgüttür. Bu örgütle beraber, Vakıflar, Maarif Vekâleti gibi kurumlar kültür varlıklarının korunmasında rol oynamışlardır (Madran,1996).

Koruma ile ilgili ilkeler ve koruma müdahale biçimlerini belirlemek, rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri hakkında karar mekanizması oluşturmak için, 5805 sayılı yasa dahilinde, 1951 yılında, ‘Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’ kurulmuştur. Kurulun çalışmalarına yönelik ilki 1952’de; ikincisi 1959’da ve diğeri 1962’ de olmak üzere yönetmelikler hazırlanmış, bu yönetmeliklere ‘Gayrimenkul Eski Eserler Yüksek Kurulu Yönetmelikleri’ adı verilmiştir (Tapan,2014).

1710 sayılı ‘Gayrimenkul Eski Eserler Kanunu’ ise 1973 yılında çıkarılmış olup, Cumhuriyet döneminin ilk eski eser kanunudur. 1974 yılında yeniden gözden geçirilmiş olan ‘Gayrimenkul Eski Eserler Yüksek Kurulu Yönetmeliği’ ve 1983 yılında 2863 sayılı ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’ çıkarılmıştır. Bu

(26)

yasayla, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili tanımlar, çeşitli uluslararası ve ulusal toplantılarda alınan kararlar doğrultusunda koruma ilkeleri yeniden gözden geçirilerek geliştirilmiş ve korumanın planlama ile ilişkisi açıklığa kavuşturulmuştur. Bu kanuna ek olarak, 1987 yılında çıkarılan 3386 sayılı kanun ile çeşitli değişikliklere gidilerek, 1989’da da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Kurulu Yönetmeliği yeniden yürürlüğe girmiştir (Tapan, 2014). Türkiye 1965 yılında UNESCO tarafından kurulmuş olan ICOMOS üyesi de olmuş, çeşitli tarihlerde ICOMOS’ un verdiği kararları benimseyip kabul etmiştir.

2.3. Endüstrileşme ve Endüstri Yapıları

Hasol endüstri sözcüğünü; Hammaddeleri nesnel hale getirmek için uygulanan davranışların ve bu davranışları uygulamak için kullanılan araç, gereç ve makinelerin tamamı (Hasol, 1998) şeklinde tanımlar.

Şekil 1. Endüstrileşme öncesi el ile üretim yapan bir kadın (URL1)

Le Corbusier endüstrileşme öncesinde toplum yaşayışını şu şekilde açıklar; “Geçtiğimiz on yüzyıl boyunca insan, yaşamını doğal olan sistemlere göre düzenledi; kendi işini kendisi kurup, tüm karar mekanizmalarında söz sahibi olduğu küçük işletmesini başarıya doğru götürürdü; güneşin doğuşuyla kalkıp,

(27)

karanlık basınca yatardı; gereçlerini, bitmek üzere olan işinin ve ertesi gün yapacaklarının kaygısıyla terk ederdi. Kendi evinde, dükkan olarak kullandığı küçük bir bölümde çalışırdı ve ailesi her zaman çevresinde bulunurdu. Kabuğunda yaşayan bir salyangoz gibi, tümüyle kendi ölçülerine göre yapılmış bir barınakta yaşardı; sonuçta yaşantısıyla yeterince uyumlu olan bu durumu değiştirmesi için, onu doğal olarak hiçbir şey özendirmezdi. Aile yaşamı doğal düzeninde akıp giderdi. Baba çocuklarını önce beşikte, sonra da dükkanda denetlerdi. Gücün ve kazancın bölüşümü, aile çıkarını orada bulurdu. Aile çıkarını orada bulduğu zaman toplum dengelidir ve aynı düzen içinde sürekliliğini sağlayabilir. Bu durum aile çekirdeğinin içinde örgütlenmiş on yüzyıllık bir çalışmanın öyküsüdür; hatta on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar, geçmiş tüm yüzyılların öyküsüdür.” (Le Corbusier, 2013; 289)

Endüstriye dayalı üretime geçişten önce, insanlar üretimleri evlerde, el tezgahlarında ya da evlerinin altlarında bulunan küçük atölyelerde gerçekleştirirken, endüstri devrimi ile birlikte üretim küçük ve bireysel alanlardan çıkıp, fabrikalarda yapılmaya başlanmış, toplumun yaşayış biçimi değişmiş, gelenekselci davranışlar yerini tekniğe ve akla dayalı davranışlara bırakıp, o dönemin insanları teknolojinin gelişimi ile paralel olarak hızla bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır.

Üretim sürecindeki değişim, endüstri yapılarında da değişimi beraberinde getirmiştir. Yapım sürecine yeni malzemelerin eklenmesi ve yapım sistemindeki ilerleme endüstri yapılarındaki bu değişimi hızlandıran en temel faktör olmuştur. İlk dönemlerde yapılan endüstri yapıları, 18. yüzyılın sonlarına kadar kullanılan ve bilinen mimari yöntemlerin paralelinde taş veya tuğla malzeme ile, yığma konstrüksiyonlu ve çok katlı olarak inşa edilmektedir. Bu dönemde kullanılan malzeme çeşidi ve inşa sistemi geniş açıklıkların geçilmesine olanak tanımamaktadır. 18. yüzyılda buharlı makinelerin icat edilmesi ile başlayan süreç ve buhar gücünün kullanılması ile, el ile üretim sisteminde değişikliklere neden olurken, birbiri ile bağlantılı çalışan makineler için makinelerin yerleştirilebileceği daha geniş mekanlara gereksinim duyulmuştur.

(28)

Eski çağlardan beri kullanılan demir, teknolojinin ilerlemesi sonucunda döküm ve çelik olarak kullanılmaya başlanmış, taşkömürünün demire katılması ve reaksiyonu sonucunda çelik oluşturulmuş ve bir anlamda ‘Çelik Çağı’nı ortaya çıkartmıştır. Demir ve çelik gibi yeni malzemelerinin yapım sistemlerinde kullanılması ile tasarlanan mekanlar değişime uğramış, tasarımların esnekliği artmıştır. 19. yüzyılda yapım sisteminde dökme demir kullanımı ilk etapta hafif çatı konstrüksiyonlarında kullanılmış sonrasında ise kullanımı artarak daha geniş alanlarda kendine yer bulmuştur. Demir-çelik endüstrisinin hızla gelişmesinin sonucu olarak endüstri yapılarının strüktürel sistemlerinin de farklı kullanımlara ve mekânsal ihtiyaçlara yönelik geliştiği görülmektedir.

Dökme demirin yapım öncesinde tasarlanıp şekillendirilebilmesi, Avrupa’da prefabrikasyon denemelerine olanak tanırken, zamanla endüstri ve hizmet yapıları tamamen prefabrike şekilde dökme demir ile yapılır hale gelmiştir (Köksal, 2005).

Şekil 2. Dökme demir ile oluşturulmuş Crystal Palace (Billur Saray) (URL2)

Dünya’daki yeni gelişmeleri ve yeni ürünlerin tanıtımını yapmak amacıyla düzenlenen dönemin endüstri sergileri, endüstriyel yapıların karakteristik özelliğini oluşturan yapılar ortaya çıkarılmasını sağlamıştır. Bu doğrultuda, ilk defa dökme demirin, yapı strüktürünü şekillendirmesi, Joseph Paxton tarafından 1851 yılında tasarlanmış olan Crystal Palace (Billur Saray) (Şekil 2) sergi binasında görülmüştür. Neredeyse tamamıyla cam levhalardan oluşan bir duvar kabuğu ve dökme demirin kolon ve kirişlerde modüler olarak kullanılması ile oluşan yapı, sergi bitiminde toplanmış, 1854 yılında Londra’nın başka bir yerine daha büyük versiyonu ile yeniden kurulmuştur. 1936’da çıkan bir yangın sonucunda yok olana dek ise,

(29)

endüstri devriminin ortaya çıkarttığı endüstri yapılarının ilk simgesi olarak yaşamını sürdürmüştür.

Şekil 3. 1872 yılında demir strüktür ile tasarlanan Menier Çikolata Fabrikası (URL3)

20. yüzyıl başlarında ise artık, endüstri yapılarının iskeletini oluşturan strüktürel malzemeleri ve bu strüktürel malzemelerin işlevleri binayı oluşturan formun kendisi haline gelmiştir (Adam, 2004). Demir – çelik sanayinin gelişmesi sonucu oluşan yapılar, endüstriyel üretim ile tasarımın iç içe geçmesini sağlamıştır. Almanya’nın önemli üretici firmalarından AEG ihtiyacı olan yapı için mimar Peter Behrens’i görevlendirmiş, 1909 yılında tasarlamış olduğu ve hayata geçirdiği Turbinenhalle Binası (Şekil 4), strüktürün kendisinin fabrikanın mimarisini oluşturduğu sembolik örneklerden biridir (Sezer, 2013).

(30)

Şekil 4. Peter Behrens tarafından tasarlanan Turbinenhalle Fabrikası (URL4)

Kayar bant sisteminin endüstride kullanımının yaygınlaşması ise, 20. Yüzyılda olmuş, mevcut fabrikaları yetersiz duruma getirmiştir. Çok katlı fabrikaların; ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar doğrultusunda genişletilememesi nedeniyle, endüstri yapıları şehir dışlarında bulunan geniş arazilerde, hammadde girişinin ve ürün çıkışının kolay olduğu, yatay düzlemde eklemeler yapılarak büyüyebilecek, tek katlı ve geniş hacimli yapılar inşa edilmeye başlanmıştır. Betonarmenin kullanım yoğunluğunun artması, asma sistemlerde yükün hafifletilmesi gibi etkenlerle de, yatayda genişleyen bugünkü geniş fabrika ve endüstri komplekslerinin oluşması sağlanmıştır. Geniş açıklıkların yeni sistemler ve malzemelerin kullanımıyla geçilebilmesi mekânsal derinliği artırdığından aydınlatma sorununu beraberinde getirmiş, beden duvarları ve çatı örtüsüne açılan ışıklıklar sayesinde aydınlatma sorununa çözüm üretilmiştir. Ayrıca yaygın olan kuzey ışığını yapı içine almak üzere, kuzey yönünde şed çatı uygulamasının yaygınlaştığı da görülür (Köksal, 2005).

Endüstri yapısı, bir ürünü meydana getirmek amacıyla bir sistem içerinde makine, donanım, tesisat, araç, gereç, çalışan vb. unsurların var olduğu bir iş yeri yapısı olarak tanımlanabilir. Endüstri yapıları, insana odaklı ve uyumlu tasarım düşüncesinden ziyade, üretimi sağlayacak olan makine ve ekipmanlar üzerine odaklı bir tasarım anlayışının ürünüdür. Endüstri yapılarında, mekan ihtiyaçları üretimin şekline ve üretim alanına göre belirlenir. İş akışı, üretim teknolojisi, üretim çeşidi ve

(31)

gereksinim duyulan diğer tüm üretim ihtiyaçları mekan oluşumuna etki eden faktörler arasındadır. İşletmeler verimli çalışabilmek ve varlıklarını uzun süre koruyabilmek için, ekonomik, hızlı ve ihtiyaçlar doğrultusunda her türlü gelişim ve büyümeye açık, tasarımda esnek planlı endüstri yapılarına ihtiyaç duymaktadırlar. 2.4. Endüstri Mirası Tanımı ve Kapsamı

Endüstri Devrimi’nin getirmiş olduğu değişimler, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla toplumların düşünce ve yaşam şekillerinde köklü değişimlere neden olurken, endüstrileşmenin yapıldığı mekân ve donanımlar gelişen ve yenilenen teknoloji karşısında verimliliğini yitirip, atıl konuma gelmiştir. Atıl kalan bu endüstri kalıntılarının yok olmasını ve tahribatını engellemek amacıyla ve bu kalıntıların korunup, gelecek kuşaklara aktarımının sağlanabilmesi adına 20. yüzyılda endüstri mirası kavramı ortaya çıkmıştır.

Cengizkan’ın tanımına göre (2012); Endüstri mirası, basit mekanik aletlerden, geniş endüstriyel bölgelere uzanan ölçekteki fiziksel bütün elemanları kapsayan genel bir kavramdır.

Kıraç’ın (2013) Tanyeli’den (1998) aktardığına göre; Birincil işlevi teknolojik düzenekler yardımıyla üretim yapmak olan tüm özgün inşa edilmiş mekanlar endüstri arkeolojisinin kapsamına girer.

Endüstriyel mirasın korunması, endüstri mirasının araştırılıp belgelenmesi ve gelecek kuşaklara iletilmesi amacıyla kurulmuş bir komite olan TICCIH tarafından hazırlanmış olan ‘Sanayi Mirası için Nizhny Tagil Tüzüğü’nde geniş bir yapı grubunun endüstri mirası kapsamında değerlendirilmesi gereği vurgulanır: Endüstri mirası, endüstri kültürünün tarihsel, bilimsel, teknolojik, mimari ve sosyal değere sahip çeşitli kalıntılarından oluşmaktadır. Bu kalıntılar; binalar ve makineleri, atölyeleri, imalathaneler ve fabrikaları, ambarlar ve depoları, madenler ile işletme ve arıtma sahalarını, enerji üretilen, iletilen ve kullanılan yerleri, ulaştırma ve tüm ulaştırma altyapısını, ayrıca endüstri ile ilgili barınma, ibadet etme veya öğrenim gibi sosyal faaliyetler için kullanılan yerleri barındırır (Zelef, 2006).

(32)

Ayrıca ICOMOS’ un 28 Kasım 2011 yılında yapılmış olan 17. Genel Kurulu’nda kabul edilen, ICOMOS ve TICCIH ortak kararı olan Dublin İlkeleri’nin birinci maddesine göre; Endüstri mirası; sitlerin, yapıların, komplekslerin, alanların ve peyzajların yanında, tüm bunlarla ilgili makineleri, eski veya devam eden endüstri süreçlerini, hammaddelerin çıkarılmasını, ürüne dönüştürülmesini, enerji ve ulaştırma altyapıları hakkında sonuç elde edilen nesneleri veya belgeleri kapsamaktadır. Eski veya modern endüstri süreçleri üretmek ve ürünleri geniş pazarlara yayabilmek için hammadde sağlayan doğal kaynaklara, enerji ve ulaşım ağlarına bağlılığından dolayı, endüstriyel miras kültürel ve doğal çevre arasındaki derin bağı yansıtır (URL5).

Dublin İlkeleri’nin ikinci maddesi ise, endüstri mirası alanlarının amaçlarının, tanımlarının ve zaman içindeki evrimleri açısından çeşitliliğinin fazla olduğundan; çoğu bölgesel ve tarihi koşul ve süreçlerin, teknolojilerin temsilcileri olduğundan bahseder. Ayrıca bazılarının küresel etkinin seçkin örneklerini oluşturduğunu, kiminin de değişik teknolojilere ve tarihlere ait, bileşenleri birbirine bağlı sistem veya kompleksler olduğundan söz eder (URL5).

Buna göre, endüstri mirası yalnız üretim yapıları ile sınırlı kalmamakta, üretim öncesi ve sonrasında kullanılan çeşitli işlevlerdeki tüm bina, makine, ekipman ve teçhizatı kapsamaktadır.

2.5. Endüstri Mirasının Korunması

Endüstri mirası yapılarının ve alanlarının sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için en uygun durumun özgün kullanımlarının sürdürülmesi ya da uygun yeni kullanımlar bulunarak endüstri mirasının korunmasının sağlanması düşüncesinin yanında yeni belirlenecek kullanımlar için yapılacak olan müdahalelerin en asgari şekilde olması ve yapılan müdahalelerin yapıların özgün özelliklerine saygılı olması beklenilir. Değişiklikler için ayrıntılı araştırmalar yapılmalı, değişiklikler titizlikle belgelenmelidir. Kullanılan yapı ve yapı alanların bakımlarının ve onarımlarının düzenli ve sistemli olarak yapılması, endüstri mirasının sürekliliğini sağlayacaktır.

(33)

Marcus’a göre Endüstri Devrimi sonrasında inşa edilen, büyük ölçekli endüstri yapılarını korumak için üç özellik bulunur. Endüstri yapıları sahip oldukları kütlesel irilik nedeniyle çevresel algıyı etkilemelerinin yanında, belirgin teknik ve mimari özellikler taşırlar. Ayrıca, çoğu endüstri yapısı,yapımında kullanılan uzun ömürlü malzemelerden dolayı uzun fiziki ömre sahip ve dayanıklı yapılardır. Son olarak endüstri yapıları doluluk - boşluk oranı gibi aydınlık – karanlık miktarı gibi belirli bir ritim ve orana sahip olarak tasarlandığından, iç mekanda kolayca değişiklik yapmaya uygun esnekliğe sahiptir (Marcus, 1990, Kaşlı, 2009).

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilimsel olarak tartışılma olanağı bulmuş olan endüstri mirası kavramı ile ilgili ulusal ve uluslararası düzeyde dernekler, kurum ve kuruluşlar çalışmalar yapmakta, yasal düzenlemeler ile endüstri mirasını korumaya yönelik önlemler alınmaktadır.

Kıraç’ın belirttiği gibi, Avrupa Konseyi 1985 yılında Fransa’da, endüstri yapılarının korunması ile ilgili yaptığı ilk toplantıda şu önerileri sunmuştur;

 Koruma için oluşturulan politikalar birçok disiplinin beraberliğinde bir endüstri mirasına dayanmalıdır.

 Mimari miras sadece tarihi alanlar ve objelerden ibaret değildir. Bu alan fiziksel çevreyi kapsadığı gibi bu konudaki bilgi birikimini, tekniksel yöntem ve yaşam şekillerini de kapsar.

 Teknik ve endüstriyel mirasın yok edilmesi önlenmelidir. Bunun için mali yönden yasal düzenlemeler geliştirilmelidir.

 Bazı firmaların arşivlerinin korunması sağlanmalıdır.

 Toplumlara endüstriyel miras ile ilgili bilgilendirme sağlanmalıdır.

 Avrupa genelinde ortak eylem planlarına bağlı etkinlikler özendirilmelidir.

 Üniversitelerde bu konuda araştırmalar yapılması sağlanmalıdır.

 Endüstriyel miras hakkında envanter hazırlanmalıdır.

 Büyük endüstri komplekslerinin korunması sırasında maliyetinin ülkeler arasında paylaşılması gereklidir (Reichen, 1987, Kıraç, 2010).

(34)

ICOMOS’un 17. Genel Kurulu’nda TICCIH ile ortak olarak ortaya koymuş olduğu ‘Dublin İlkeleri’nde endüstri mirasının korunmasına yönelik, endüstri yapılarının, endüstri sitlerinin, endüstri alanlarının ve peyzajlarının belgelenmesi ve değerinin anlaşılması, etkili şekilde korunması ve konservasyonunun sağlanması, bakımlarının yapılması ve halkın bilincini yükselterek eğitimi ve araştırmayı desteklemek amacıyla endüstriyel mirasın kültürel boyut ve değerinin anlatılması başlıkları altında çeşitli ilkeler ortaya koyularak endüstri mirasının korunması için çalışmalar yapılmıştır.

Endüstri mirasının korunması öncelikle bireysel çabalar ile olmuş, daha sonra ülkeler koruma konusunda çeşitli araştırmalar yapmış, kendi ülkelerine ait endüstri mirası kapsamına giren yapı stoklarını kayıt altına almışlardır.

1950’li yıllarda İngiltere’de başlayan, endüstri mirasının kayıt altına alınarak korunması ile ilgili çalışmalar, 1963 yılında kurulan The Industrial Monuments Survey (Endüstriyel Anıtları İnceleme Kurulu) kayıt altına alma işlemleri ile devam etmiştir. Fransa’da ise kayıt altına alma çalışmalarına Inventaire Generale (Genel Envanter) isimli kuruluş ile 1970’li yıllarda başlanmıştır. İngiltere ve Fransa’nın ardından birçok Doğu Avrupa ülkesinde de endüstri mirasını kayıt altına alma çalışmaları başlatılmıştır (Kıraç, 2001).

Endüstri mirası ile ilgili çalışmalarda bulunan uluslararası örgütler ise şu şekilde sıralanabilir:

TICCIH - The International Commitee for the Conservation of the Industrial Heritage: TICCIH, 1978 yılında endüstri mirasını koruma odaklı kurulan ilk uluslararası komitedir. Kuruluş amacı, endüstri yapılarının ve anıtlarının korunması, korumada uluslararası iş birliğinin sağlanması, koruma ile ilgili eğitim ve bilgilendirme çalışmalarının yapılmasıdır. TICCIH, ICOMOS ile ortak işbirliğine girişmiş ve ICOMOS’un endüstri mirası alanında çalışmalar yapan birimi olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir.

(35)

ERIH –European Route of Industrial Heritage: ERIH, Avrupa’da bulunan endüstri mirasına örnek teşkil eden yapı ve kalıntıların bulunduğu çeşitli noktalar arasında bir ağ ve çeşitli gezi rotaları oluşturarak, endüstri mirasını sergilemeyi ve böylece kavramın yaygınlaşmasını amaçlayan bir projedir (Saner, 2012; 58).

E-FAITH –European Federation of Associations of Industrial and Technical Heritage): Avrupa kıtasında endüstri mirasını koruma çalışmalarında bulunan uluslararası bir örgüttür.

DOCOMOMO –Documentation and Conservation of (Buildings, Sites and Neighbourhoods of the) Modern Movement: DOCOMOMO’nun ana ilgi alanı endüstri mirası değildir, fakat, odaklandığı dönem dolayısıyla, çalışma alanının endüstri mirası alanı ile kesişebildiği uluslararası bir örgüttür (Saner, 2012; 59).

ICOHTEC – International Committee for the History of Technology: ICONTEC, 1968 yılında Paris’te kurulmuştur. Amacı teknoloji tarihini inceleyerek geliştirmek ve teknoloji tarihinin bilimsel temellerinin oluşmasına katkıda bulunarak ulusal ve uluslararası sorunlara çözüm aramaktır.

AIA – The Association for Industrial Archeology: İngiltere’de bulunan ve ulusal düzeyde endüstri mirasını kayıt altına almak, endüstri mirasının korunmasına yönelik çalışmalar yapmak amacında olan bir dernektir.

SIA –American Society for Industrial Archeology: 1971 yılında kurulan SIA, endüstriyel ve teknik mirasın ayakta kalmasını, korunup desteklenmesini sağlamayı amaç edinen uluslararası bir kuruluştur.

Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi de endüstri mirasının korunmasına yönelik çeşitli yaptırımlar için çalışmalar yapmakta, endüstri mirası kavramını toplantılarda sıkça dile getirmektedirler.

Türkiye’de ise, endüstri mirası kavramı ilk olarak 1990’lı yıllarda kullanılmıştır. Ülkemiz için yeni olan bu kavram üzerine çalışmalar devam

(36)

etmektedir. Endüstri mirasının korunması ile ilgili resmi bir kurum oluşturulmamış, koruma görevini Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları üstlenmiştir.

3.İŞLEVSEL DÖNÜŞÜM (YENİDEN İŞLEVLENDİRME)

3.1. İşlev Kavramı ve İşlev–Bina İlişkisi

Kuban’ın tanımına göre (2007); işlev (fonksiyon), gereksinimlerin ortaya çıkarttığı istekler ve bu isteklerin belirli bir programa koyulması anlamına gelmektedir. Coates ve arkadaşlarına göre (2011) ise; tasarımın belirleyici parametrelerinden biri olan işlev, bir mekanın kullanım amacı ya da ne için kullanıldığını belirten terimdir.

Tarihsel süreç içerisinde, işlevin mimarideki yerini ve önemini değerlendirdiğimizde işlev ile ilgili birçok tartışmanın süregeldiğini görürüz. Modernizm dönemini incelediğimizde, Avusturyalı mimar Adolf Loos, 1908 yılında, süslemenin suç olduğu düşüncesini dile getirmiş, süslemeyi tamamen reddederek ‘‘biçim işlevi izler’’ sloganıyla işlevin binaya formunu vermesi gerektiğini savunmuştur. 20. yüzyılda ise bu düşünce Walter Gropius, Alvar Aalto, Le Corbusier, Mies van der Rohe ve Gerrit Rietveld gibi mimarlar tarafından da benimsenmiştir. Modernist görüşteki bu mimarlar süslemenin suç olduğuna dair düşüncelerini ve formun işlevi izlemesi gerektiği inancını tasarım bütünlüğü olarak benimseyerek başta endüstriyel yapılar olmak üzere uygulanmaya başlanmıştır (Büyükarslan, 2013).

Theodor Adorno ise biçimin işlevi izlediği savına karşı çıkarak, biçim ve işlevin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olduğunu savunur. Adorno her bir yapının toplumsal bir işleve sahip olduğunu ve estetik değerinin var olduğunu, işlevi üslup ve biçimden arındırmanın ve ayırmanın mümkün olmadığını dile getirir. Ona göre, üslubun reddi de kendi içinde üslup sayılmaktadır. Aynı zamanda Roland Barthes de herhangi bir işleve sahip olmayan bir yapının bile zamanla kazandığı çeşitli sembol değerler ve toplumsal anlamlardan dolayı, işlev durumunun değiştiğinden bahseder (Büyükarslan, 2013).

(37)

Şekil 5. Bernard Tschumi’nin tasarlamış olduğu ‘Follie’ (Şaka) isimli strüktürler (URL6)

“Biçim kurguyu izler” düşüncesine sahip Bernard Tschumi ise, mimarlığın işlevsizliğini savunmuştur.Bu felsefeye ait yapı örneği olarak, 1983 yılında Paris’te Parc de la Villette’de, ‘Follie’ adını verdiği işlevsiz strüktürler tasarlamıştır. Bu strüktürlerin kullanıcılarının hayal gücüne ve kendi kurgusal düzenlerine göre farklı işlevlere bürüneceğini ön görmüştür (Şekil 5).

Tüm bu düşünceler süzgecinde Eco, modernist mimarların ‘‘biçim işlevi izler’’ savını ‘‘objenin biçimi, işlevi mümkün kılabilir ancak işlevin kullanışlı olması esastır’’ şeklinde yorumlayarak dile getirir (Eco, 2006, Pekol, 2010). Eco yöntemi doğrultusunda işleve dair şu sınıflandırmayı yapar:

1. Ana işlev: Mimari bir nesne olan yapıların ve yapı içinde bulunan elemanların, ilk ve özgün yapımında belirlenen işlevleridir.

2. İkincil işlev: Bir mimari formun tarihi bir üslubun öğelerini taşıması mümkündür. Toplumun belirli bir zaman diliminde ve belirli bir kesiminde uzlaşıya dayalı olarak geçerliliği olan işlevdir.

(38)

3. İkamet ideolojilerini ifade eden işlev: Banyo, kütüphane gibi belirli davranışların ve eylemlerin yapıldığı, kişilerin davranışlarını belirleyen, mekan düzenini sağlayan veya sınırlandıran işlevdir.

4. Tipolojik işlev: Adliye, okul gibi işlevsel ve sosyolojik çeşitleri belirler’’ (Eco, 2006, Pekol, 2010).

Zaman içerisinde tarihi yapılarda, Eco’nun sınıflandırmasında yapının ana işlevinin geçersiz olduğu, ikincil işlevinin ise ön plana çıktığı görülür. Ayrıca yeniden işlevlendirme projelerinde, ikamet ideolojilerini ifade eden işlev de mekansal kurguyu oluşturmada belirleyicilerden biri olduğu için önemlidir (Pekol, 2010).

Malinowski ise yapının ilk işlevinin önemini şu şekilde vurgulamıştır; Yapılar farklı yapısal malzemelerin bir araya getirilmesi ile oluşmuş olsalar da birer fiziki konstrüksiyondur. Bu konstrüksiyonların çeşitli evrelerini veya parçalarını araştırıp incelediğimizde, yapının özgün işlevinin en belirleyici ve en baskın öğe olduğu ile karşılaşırız. Yapının biçimini oluşturan, bölümlenme tarzını belirleyen, yapım tekniğinin seçilmesini ve donanımların oluşmasını ortaya çıkartan yapının ilk işlevidir (Malinowski, 1992, Pekol, 2010).

Yapılar zaman içinde yüklendikleri çeşitli işlevler ile ömürlerini sürdürürler. İnsan ihtiyaçlarının ve koşulların değişimi ile yapıların mevcut işlevleri değiştirilerek yeni işlevler yüklenir. İşlevin bina ile ilişkisi, binanın fiziksel ömrü son bulana dek sürmektedir.

3.2. Yeniden İşlevlendirme Kavramı

Tarihe tanıklık etmiş yapıların gelecek kuşaklara aktarılabilmesi, kültürel devamlılığın sağlanabilmesi, bu yapıların korunması ile mümkündür. Her ne kadar koruma fikrinin temelinde zamanı olduğu gibi durdurma düşüncesi olsa da, günümüzde koruma kavramının kapsamı daha geniş ele alınmakta; geçmişi gelecek

(39)

ile bağdaştırarak, toplumun geçmişi ile uyum içerisinde olabildiği, çağdaş koşullar içerisinde eylemlerini gerçekleştirebildiği mekânların da koruma düşüncesinde var olabileceği düşünülmektedir.

Geçmiş tarihlerde, çeşitli işlevleri yerine getirmesi için yapılmış yapıların, insanların yaşam standartlarının ve gereksinimlerinin değişimi ile kullanılamayarak, terk edildiği görülür. Fiziki ömrü devam edip, işlevini yitiren bu yapılar ‘yeniden işlevlendirme’ kapsamında tekrar kullanılabilmekte ve yok olmaktan kurtulmaktadır. Yeniden işlevlendirmeyi tanımlamak gerekirse, az ya da çok çeşitli müdahalelerle, işlevini yitirmiş ancak fiziki ömrü devam eden yapıların günümüz gereksinim ve kullanımlarına uygun halde yeni bir işlev ile değerlendirilip, ömrünü sürdürmesi olarak tanımlanabilir. Geçmişi dondurarak, ona dokunmayarak korumaya çalışmak, günümüz gereksinimlerine cevap veremeyeceğinden, çağımız koşularında korunacak alanların belirlenmesi daha doğrudur.

3.3. Yeniden İşlevlendirmeyi Gerektiren Nedenler

Tarihi yapılar yeniden kullanılacaklarında çeşitli problemlerle karşılaşılmakta, bu problemlerin başında ise, kültürel dönüşüm ve değişim kavramı ile sosyal ve mekânsal anlamda sürekliliğin devam etmesi gelmektedir. Temelde ‘sosyal süreklilik’, toplumun yapısını ortaya koyan sosyo-kültürel, ekonomik ve demografik yapının gelişimi ve değişiminin yanında çevresel değerlerin bir araya geldiği yerel ve yöresel kimliklerin korunması şeklinde tanımlanabilmektedir (Göçer, 2003, Engin, 2009).

Her toplumsal yapı, içinde bulunduğu sisteme uygun bir fiziksel çevre oluşturacağından, bir sonraki aşamada; oluşturduğu eski fiziksel mekanı kendi iç aktörleri ile değiştirmek ve geliştirmek isteyecek, bu istek paralelinde eyleme geçecektir (Sarıcı, 1990).

Kaşlı’nın belirttiği gibi, işlevini yitiren yapıların yeniden işlevlendirilmeleri, yapının fiziksel ömrünü uzatacağından, yeniden işlevlendirmeye sebep olan

(40)

nedenler, yapıya ait olan mevcut değerler ile doğrudan bağlantılı olup, farklı tipolojiler ile ele alınabilirler (Çizelge 1). Aşağıda yer alan çizelge, korunmaya değer yapıların, mevcutta bulundurduğu değerler doğrultusunda kişi ve organizasyonlar tarafından farklı kriter değerlendirmeleri yapıldığına dair bir örnektir (Worthing, 2008, Kaşlı, 2009).

Tez konusu dahilinde yapıların yeniden işlevlendirilmesini gerektiren nedenler, Çizelge 1’in analiz edilmesi sonucunda, tarihsel ve kültürel nedenler, yapısal nedenler, çevresel nedenler ve ekonomik nedenler olmak üzere dört ana başlık etrafında incelenmiştir.

Çizelge 1.Yapı değerleri için tipoloji örnekleri (Kaşlı, 2009)

3.3.1. Tarihsel ve Kültürel Nedenler

Yapılar inşa edildikleri dönemin sosyo-kültürel, ekonomik ve mimari verilerini üzerinde taşıdıkları gibi, toplumun yaşam biçimi ve gereksinimlerini de yansıtırlar.

2013 tarihli, ICOMOS (International Council on Monuments and Sites) Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi’nde tarihsel değeri iki ölçüte bağlı olarak

Şekil

Şekil 1. Endüstrileşme öncesi el ile üretim yapan bir kadın (URL1)
Şekil 8. Turistik işletmelere ve konaklama mekanlarına dönüşen tarihi Antalya Kaleiçi Evleri (Kişisel  arşiv, 2019)
Şekil 9. Etkinlik mekanına dönüşen, Alicante’deki eski tren garından iç mekan görünümleri (URL8)
Şekil 14. Kentucky’de etkinlik alanları, konferans salonu ve restoran olarak yeniden kullanılan eski  kuru mal deposunun kesiti (URL10)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Köşe yazılarından bazılarını Gençlik Türküsü, edebiyatla ilgili eleştiri yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı adlı kitaplarında toplamıştır, (ölümü:

kullanan seyircilerin siber zorbalık davranışları puanlarının sosyal medyayı diğer amaçlar için kullanan seyircilerden daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.. Gençlik

Sanki yıllardan beri bu kentten uzak kalmışun gibi, etrafıma hayret dolu bakışlar fırlatarak, aylak aylak dolaşırım.. En çok da Taksim’den Tünel’e kadar

BabIali'de İstanbul Vilayet Binası'nın yanındaki (bugün Emniyet MOdürlüğO’nün bazı birimlerinin bulunduğu) Defter­ darlıkla, yangın üst katta saat

Şen gözlerine neş’e veren bir çiçek olsam Busenle sararsam o güzel sinende solsam Her koklayışım ruhumu âteşlere yaksa Busenle sararsam o güzel sinende

İncelenen özellikler açısından en yüksek standart sapma sırasıyla bitkide bakla sayısı, ana sap uzunluğu, bitki boyu ve bakla boyu değerleri

Because the state of Israel established by the modern structure to survive on this social stratification to be able to continue to rise and society according to the needs

Bu noktada at›k yak›t, yaln›zca yüksek düzeyde radyoaktif de¤il, ayn› zamanda çok s›cakt›r.. Su hem yak›t› so¤utur hem de iflçilerle çevre halk›n›