T iy a tr u H a t ır a la r ı
"TT-T E K R A R K A R A D E N İ Z E
Şadi Beyin «Millî sahne» sine girib de Ankara’ya gidenlerden Hazım, iki ay sonra ayrılıb İstanbul’a dönmüş ve 1925 Ağustosunda Darülbedayi’e
girmişti.. Doğrusu ben bu gidiş ve dönüşün sebeblerini anlayamamışdım. Uyuşamıyacağım mutlaka bilmesi lâ zım gelen rahmetli. Şadi beyle niçin bir- leşdi? Sonra da niçin ayrıldı? Herhalde anlatmışdır ama, hatırımda kalmamış.. Sonra, kimin aracılığile bizimle anlaşıp Darülbedayi’a girdiğini de bir türlü ha tırlayamıyorum.. Yalnız Küçük Kemal’ in, aynı tarihde aramıza alınması için Behzad’la gayret sarf ettiğimiz unuta mam.. O vakitler yakından tanımadığı için Raşid Rıza, pek isteksiz davranmış, zoraki razı olmuştu.. Kemal Giritli idi.. Konuşurken bazı kelimelerin hece ve se dasında hafif bir Girit’li şivesi vardı.. Raşid: «bozuk şiveli aktör olmaz. Pek istiyorsanız Aksesuvarist olarak alın» diye bir hayli İsrar etti.. Sosyeterlikle idare edilen 1925 senesi Darülbedayi’ine, Hamlet’in gelecekteki Polonius’u; bir ka
vuk devrildi’nin Neşâti Efendi’si, böyle bir zorlama ve böyle bir vazifeyle girdi.. Pek kısa bir zamanda aksesuvar memu rluğunu üstünden silken Kemal Küçük, yalnız iyi bir aktör değil, aynı zamanda yeni nesillerin kıymetli bir hocası oldu..
Vefatları veya tiyatrodan
çekilmele-VASFÎ RIZA ZOBU
rile isimleri unutulmuş aktör ve aktirislerden gayrı: Kınar, Bediâ, Mi-nâ, Şaziye, Fâhire Hanımlarla, Raşid Rıza, Nurettin Şefkati, Behzad, Hazım, M. Kemal (Küçük), Rıza Fazıl, Celâl Beyler ve Ben: kadroyu teşkü ediyor duk.. Sosyeter olan altı kişiden, yani: Raşid, Behzad, Muvahhid, Bedia ve Ben’den gayrisi maaşla çalışmakda idi ler.. Diğerlerinkini hatırlamıyorum ama, Hazım’ın maaşı 80, M. Kemal’in 60 lira idi. Bu sene içinde gelecek olan I. Galip (Arcan) m da - rejisörlük vazifesi uhte- sinde bulunduğundan— 100 lira olacak- dı.. Darülbedayi’in, bu seferki «sosyeı terli» teşekkülü de, bu maaşlar sebebin den yıkılacağını hiç kimse önceden tah min edemiyordu.
341 Eylül ayının 7 cl günü (1925 A- ğustos 25) tam kadro ile Karadeniz tur nesine çıkdık.. «İnönü» isimli Köhne bir vapur, aklına gelen iskelelere uğraya rak, götürüp bizi beş günde Trabzona bir akdi.. Gine aynı otelde yatacak, aynı lokantada yiyecek ve aynı tiyatroda oy
nayacaktık..
Benim bu turneden hiç ümidim yok tu. Daha üç buçuk ay evvel «Ertuğrul Muhsin ve arkadaşları» topluluğu gel miş, uzunca müddet kalmışdı.. O zaman lar, tiyatro zevklisi kaç kişi vardı ki, şimdi de gelip bizi seyretsin.. Buna
men geldi!. Tiyatro doldu doldu boşaldı!. Trabzon’da görüp göreceğimiz rağbet de bu oldu. Birkaç sene fasıladan sonra, tekrar geleceğimiz aynı Trabzon’da se- yircisizlikten, rehin kalmamak için, ken dimizi bir iki gün sonra vapura atıp İstanbul’a döneceğimizi kimse aklına getiremezdi. Ama başımıza geldi.. Bu hikâyeyi daha sonra anlatacağım..
Trabzon’a geldiğimiz günü: «Rize valisi sizinle görüşmek istiyor» de diler. «Buyursunlar» dedik, buluştuk.. Zeki bir adam. Şivesinde bir Doğulu ahengi var. Zaif vucudile çevik bir adam olduğu belli, istiklâl harbinde Jandarma zabitiymiş. Yaşma bakılırsa. Rütbesi küçük olacak..
— Sizin için, sizinle görüşmek ve Ri- zeye davet etmek için geldim. Sizden söz alınca, buraya geldiğiniz vapurla ben de Rizeye döneceğim..
Rize nasıl yerdir? Oteli, lokantası ne çeşittir? En mühimmi: tiyatro binası var mıdır?. Bu sualler içimizden geçer ken, o tereddüdümüzü anladı.
— Merak etmeyin; rahat edebileceği niz bir otel yaptırdım.. Geleceğinizi va- ad ederseniz, gider gitmez de tiyatroyu yaptırıp, elektriği de temin edeceğim!!
— Tiyatro binası?! Elektrik?! Yâni biz gelinceye kadar m ı?!.
— Evet siz gelinceye kadar!
Bu adam ya tiyatro binasının nasıl birşey olduğunu bilmiyor, yahutta, pa lavracının biri. Kahve köşesinde mi yer gösterecek: «işte tiyatromuz, buyurun» mu diyecek?..
— Puroğramınızı gördüm. Daha yirmi gün var.
— Evet işte biz de onun için, yâni yirmi günde bilmem ama...
Hülâsa, uzatmıyalım: meğer oteli bir ayda yaptırmış! Mezarlıkları yol üstün den münasib yerlere kaldırmağa, bir iki günde muvaffak olmuş.. Mektepler, yol
lar, parklay, köprüler seri halinde inşa edilmiş . Biz Rize’ye çıktığımız zaman sahnesi, sahne odaları, salonu ve koltuk ları tamam ve hazır olan kârgir tiyat ro binası, başlanmasile bitmesi tam 19 gün sürmüş!. Şehir elektrik teşkilâtının kurulması içinde üç gün kâfi gelmiş!.
Memleketimizde böyle sürat görülmüş işitilmiş şey değildi.. Büyük şehirleri mizde bile, mühendislerin parmakla sa yıldığı, yapı ustalarının hiç bulunmadığı o devirde bunları yapmak!.. Harika bir adam bu!. Böyle bir valinin dâvetine gitmek; mu’cize nevinden yaptığı işleri yerinde görmek; bahusus tiyatroyla da ilgilendiği için, bize göre «ideal vali» sa yıldığından, teklifini kabul etmek boy numuzun borcuydu.. «Pekiyi, Geliyoruz» dedik...
2 teşrin—i evvel (19 eylül) Alaturl a saat 12,35 de (halâ saatler böyleydi ve ben de not defterime böyle yazmışım) «Vatan» vapuru ile Rize’ye hareket et tik..
Burası da, her şehrimiz gibi, dışardan görünüşde bir harika.. Seyrine doyulma yacak kadar nefis.. Zâten Samsun’dan bu taraflara, tabiat öyle cömert davran mış, bütün sahile öyle emsalsiz güzellik- lerserpmiş ki.. Limanı, dalgakıranı, rıh tımı, iskelesi olmayan bir vilâyet mer kezi.. (Yanlış anlaşılmasın: 36 sene ev velinden bahsediyorum). Denizden gelip kumsala ayak bastmız’mı; karşınızda şöyle bir kaç ev ve bir cadde yapacak kadar dar bir şehir.. «Dar» diyorum, çünkü hemen, tepesine kadar .orman olan dağlarla fonlanmış.. Hülâsa, deniz le, yemyeşil dağın arasında uzanan: Kordon, şerid, korniş.. Ne denir böylesi- ne bir şehre bilmiyorum ama; güzel, şi rin bir yer..
Hurşid Beyin eserleri sahile, adetâ kumsal üzerine sıralanmış..
Vapurumuz şehrin önünde
ği zaman karanlık basmıştı., «Üçgün- lük» elektrikler, «bir aylık» benbeyaz sivri oteli, gine benbeyaz yassı tiyatro binasını pırıl pırıl bir hale getirmiş.. Hani kuyumcu vitrinlerine siyah kadife kaplarlar da, bol ziyanın altında elrr as ların parıltıları gözleri kamaştırır., tş te karanlıklar içinde göklere kadar yük selmiş ormanın kucağında, bu beyaz ba danalı, bol ışıklı binalar öyle görünü yorlardı..
Biçimleri, Karadeniz sahil şehirlerine mahsus kayıklarla, kumsala baştan ka ra ederek, Rize’ye bu güzel görüşlerle çıktık; rutubeti daha tükenmemiş yeni otelin, kullanılmamış möbleli küçük oda larına neşeler içinde yerleştik..
Seneler sonrası çay tarlaları, manda lina ormanlarile zenginleşecek olan Ri ze o seneler, Türkiye’nin en fakir bir köşesiydi.. Okur yazarının sayısı ne ka dardı bilmem. Ama görünen bir şey var sa o da: Türkiye’nin sıkıntıyla geçinen bir topluluğunun içindeydik.. Para yok. Geçim sıkıntısı sonsuz!. Bu şerait daire sinde tiyatro ancak «kültürü bol» batı memleketlerinde oynanır ve seyirci de bulur.. Ama bizde?. Hayyalessala!.. Belli ki, Hurşid Bey, 19 günde tiyatro binası yaptığı gibi, aynı zaman içinde tiyatro seyircisi de devşirmiş!.
ömürleri yerli ve yabancı düşmanlara karşı mücadele ile geçen bu insanların bulundukları şehre davullu, dünbelekli, kantolu bir takım topluluklar gelmiş geçmiş. Ama bildiğimiz «tiyatro» ya benzer, tuluat dahi olsa, «temsil» verir bir heyet uğramamış.. Bundan dolayı bir kaç memur ve eşraftan başkasının, bir akşam sonra karşılarına çıkacak olan Darülbedayi’in ne olduğunu ve ne yapacaklarını; yaptıkları şeylerin kar şısında kendilerinin nasıl davranacak larını bilmelerine elbet imkân yoktu..
Vali Hurşid Bey başda olmak üzere,
bilenler bilmeyenlere «tiyatro» yu an latmışlar: «bu gelenler, sizin gördüğü nüz oyunculardan değildir. Bunları cid diyetle dinleyecek ve perde sonlarında onları alkışlayacaksınız! demişler.
Üç komedi ile gitmiştik Rize’ye.. «Çifte keramet», «ceza kanunu», «his- se-i şayia».. îlk temsil olarak Çifte Ke- ramet’i seçtik. Hem anlaşılması daha kolay, hem de —ilk tiyatro seyredenler için— komedilerin en tuhafı.
Dekorlarımız kuruldu. Hepimiz giyin dik kuşandık.. Bir ara, sahnenin yan tarafına düşen bir delikten dışarı bak tım: seyirciler de bu geceye mahsus gi yinip kuşanmışlar!. Hiç de gündüz so- kakda gördüğüm kıyafette değiller. Fes ler daha kalıplı, Elbise ve gömleklerde daha bir i’tina var. Bu geceyi ciddiye aldıkları besbelli..
Perde açıldı başladık oyuna.. Çıt yok!. Oyunun gülünecek yerleri bizce ma’lum. O yerlerde kulaklarımız kahkaha sesle ri duymağa alışık. Ama bu gece tebes süm eden bile yok!.. Bizim, «bunları ciddiyetle dinliyeceksiniz» tenbihinden haberimiz olmadığı için, «beğendireme dik» diye içimize bir hüzündür çöktü!.
Allah rahmet eylesin Rıza Fazıl, «Hayati» rolünü oynardı. «Hayâti», Bo ğazına düşkün, şunun bunun evine mi safirliğe gider, ne bulursa sömürür. A- deta mutfakları siler süpürür, obur bir adamdır.. Bundan dolayı kendisine «mutfak paçavrası» lağabını taktıklarını söyler.. Birinci perdede seyirciye karşı dönüp bunları anlatan bir tiradı vardır.. Rıza Fazıl da döndü başladı anlatmağa.. Sıra lâğabma gelipde: «İşte bundan do layı evin hizmetçileri bana, mutfak pa çavrası derler» der demez, seyirciler ta rafından nezâket kaidesi olarak koro halinde bir ses yükseldi:
(Devamı gelecek sayıda)
—
25
—Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi