• Sonuç bulunamadı

İstibdattan Cumhuriyete:eski Nafia Nazırı Ali Münif Yegena'dan hatıralar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstibdattan Cumhuriyete:eski Nafia Nazırı Ali Münif Yegena'dan hatıralar"

Copied!
58
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

yor, hayatı istihfaf ediyorlardı, j B ir an, gece bekçisi karşılan ( tıa dikilmişti. Fakat Sepiciyi î tanıyan bekçi:

«Çiftçi başı gelecek de, o nu bekliyoruz!»

Sözü üzerine başını dolayıp t gitmişti.

Vakit çok ilerlemişti. Yavaş yavaş, artık Selâhaddin Sepici tün evi önüne, gelmişlerdi. Selâ lıaddin Sepici büyük bir arzu ile Ahmbd Sever’in boynuna sa rılmıştı. Kendisini Üıate etmesi nl İstiyordu.

— «Am a, baban Hanefi Ça- vuş’un sesi ile.»

Biye de şart koyuyordu. Ahmed Sever bu İsrar karşı smda daha fazla dayanamadı.

Boğazını yağladı.

O pek gür, davudi sesi ile Se lâhaddin Sepiciyi ihaleye çıkar

dı:

— « Kız Lisesi civarında.., Evkaf Apartmanı ittisalinde... Debbağzadelerden Selâhaddin Sepici.,, maili inhidam vaziyet te... evine ihale olunacak:

— «H araaaaç!» — «H araaaaçh — «H araaaaç!»

Münadi Ahmet Sever’ln sesi geniş akisler yaparak, bir çığ­ lık gibi, gecenin sessizliğini yır tıyordu. Saatin çok ilerlediği

iliiMIIIIİIillllNlliiiiill!(l!l!l!ll!ilil!İHIIIIIIIllimi1llilllMIIIIIIHHIIIIIIİlltllilllll!iltll|l!Hlll||!ii!|||!l|||t!|||ii|lı|iHll|iili|tlHIIII!IIIHIİj|!lilllIlliltlli!llllllllll^aitillllilll!ltHlllll!!llllllllllltiI!llilll>iil!IIU«lllItlll!li»ll!llllİlllt!t^ iHHlHiilÎl!llÎilliSHIIIİ!1IİIlllll!illi

Mütevazı hatıralarını okuyacağı­ nız A li Münif, eski bir İttihatçı ve Na fıa Nazırıdır. Yıllarca Mebus olarak Adana’yı bühakkm temsü eden bu zat, kendisini tanıyanlarca teslim edi len müstesna bir karaktere sahipti.

O, hizmetlerini tadattan, hayatı­ nın sevinçli ve ıztıraplı geçen safhala rmı rastgele anlatmaktan, bir keli­ me üe öğünmekten kaçman bir insan

ESKİ N A F IA N A ZIR I A L Î M ÜNİF Y E G E N A ’D A N H ATIRALAR

Nakleden: İlaha l'OKOS Tefrika No: 1

A li

Münif

kimdi ve neler yaptı ?

dıyla, fal bakmakla geçiriyordu. A ra ra sıra. Acem, tarihini tercüme etmek le avunurdu. Maddî vaziyeti o yıllar­ da sıkıntılı idi.

Fırtına ve soğuktan ısınmıyan odanın içerisinde, biz palto ile otu­ ruyorduk. Sıvası dökülmüş duvar ara lıklarından, kırılmış camlardan gelen fırtınanın düdüklü sesi, biraz sonra döşemenin altından da gelmeğe, sergi di.

Hizmetleri, arkadaşları ve dostları tarafından bi­ linen, fakat Vatan ve Dev let emrinde yarım asır­ dan fazla mesaisi bulu­ nan A li Münif, bunların asla yaldızlanmasını iste mezdi. Mahviyete örnek o labüecek kadar çekingen davranırdı.

Beş yaşında iken, baba sının başından birçok ba dirler geçmişti. Sultan Hamid’in yeni tahta çıktı ğı yıllara rastlayan zali­ mane hareketler, babası­ nın tevkifine sebep ol­ muş. hâttâ memleketi ter ke mecbur eylemişti.

A li Münif, istibdat ida

resine isyân eyleyen bir babanın çocuğu olarak Mülkiye Mektebinde okur ken, ük defa kurulan giz li cemiyetin başına geç­ miş, Paris’dekilerle müna sebata girişmiş, Zabtiye Nezaretinde, Babı seras- keride günlerce hapsolun muş, bu zindan hayatı­ nın verdiği ıstırap ve kor kudan yılmıyarak (it t i­ hat ve Terakki) nin res­ men teşekkülüne kadar, kellesi koltuğunda mesa­ isine feragat ve mahrumi yet içerisinde devam eyle miş bir komiteci idi.

Meşrutiyetin ilânı arife sinde, Rumeh’de baş kal­ dıran hürriyet kahraman

larına - Köprülü Kayma­ kamı iken - iştirak ede­ rek balkı bu dâva uğrun­ da irşad etmiş ve Meşru­ tiyetin iadesi bahsinde Sa raya ilk telgraf keşide ey üyen Mülkiye Amiri ol­ muştur.

Meşrutiyette Mebus, Vali, Müsteşar, Cebelilüb nan Vahli Umumisi, N a­ zır, Nazır Vekili ve niha­ yet Malta sürgünü olan A li Münif’in geniş hâtıra larını yazmağı, ilk olarak 1940 senesginde düşün­ müştüm. Diğer yakınları ve arkadaşları Ue birlik­ te, müteaddit ısrarları­ mıza rağmen, hatıratını

yazmaktan imtina etti: «B ir batıranın tarihî kıymeti olması için vesa ike müstenit olması lâ­ zımdır. Toplamış oldu­ ğum vesaik ben Maltaya sürülürken imha edildi­ ğinden, yazacağım hatı­ rat bir hikâye mesabesin de kalacak. Buna da ben razı olmam» diyordu. Ha yatının bazı safhalarmı ise anlatmağı kabul etti. Kendisi yaşça ihtiyar, fa kat kafaca eşi görülme­ miş bir dinçliğe sahipti. 1940 ydında başladığımız bu hatıratın sonunu, 950 yılı sonunda alabildik.

*

^ Hâtıralarım anlatmağa

istekli bulunmadığı gün­ ler çok oldu. O gün susar dı. Daima, kendisinin an­ latmağa arzulu bulundu­ ğu zamanı seçerdim. İlk defa, 1940 yılında Cey­ han kazasına yakın bulu nan çiftliğinde bu hâtıra larıu tesbitine başladık. O gün müthiş bir soğuk ve fırtına vardı. Çiftlik bi naşının üst katında bir so ba başındaki sedirde otu ran A li Münif, başından meşhur beresi ve üzerin­ de entarisi olduğu halde sobaya odun atmakla meşguldü. Bu kimsesiz ve ıssız çiftlikte ekseri vaktini mütalâa ile veya

eskimiş bir iskambil

kâğı-olarak bulunan kibm ve hasırları da yerinden oy natmağa başladı. Fırtına­ dan zaman zaman deniz dalgası gibi, havlanan ser gilerin üstüne ayağımızı basarak, oda içerisine bi­ le saldıran tabiatın bu kuvvetini durdurmağa ça Ilgıyorduk! Bu vaziyete gevrek gevrek gülüşü ne tatlıydı.

İlk hatıralarını ve ha­ yatını böyle bir kış gü­ nünde anlatmağa başla­ dı. Yine böyle bir kış gii nünde — 1950 yıbnm A- ralık ayının İT sinde — Ankara’da bitirdi.

(2)

wam uıeıo tuvcranın villasına yerleşti. Hayatım tehdit eden tehlikeyi çok iyi bildiği için şehrin idaresine başvurarak em niyet tedbirleri aldırdı. Villâ­ nın etrafı duvarla örüldü, villâ geceleri daimi surette projek­ törlerle aydınlanıyordu. Giriş kapışma bir muhafaza kıtası konulmuştu. Bu sıralarda Jac- i gues Mornrad Pariste bulun- j maktaydı. Mornrad dört-yaban eı dili arta lisanı gibi bilmek- j teydi. Fakat bu adamın aslen nereli olduğu meçhuldü. Millet lerarası polis teşkilâtının ver­ diği malûmata göre, onun bir tspanyol komünisti veyahut Bulgar asitli birisi olduğu tah­ min edilmekteydi. Jacgues1 Mornrad, muhakemesi sırasın-

J

da. mazisi ve Troçkiyi öldürme ı sinin, sebebi hakkında sadre §i fa bir malûmat vermemişti. Mornrad Pariste Sylvia A ge- j low adında güzel bir Rus kadı m İle tanıştı. Syîvia Agelowun hemşiresi, Troçkinin sekreterli ' ¿İni yapmaktaydı ve TroçlU bu kâtibesine çok itimad etmek- i teydi. Sylvia Agelow daha ön- 1 ederi Nevyorkda psikoloji tah­ sil etmişti. Bu kibar ye yakışık

İv M o m r a d m d e n m u n d a k i k a ­ t l i h ü v i y e t i n i t a n ı m ı ş t ı , i k i s i •W> s e v i ş m e y e b o ş l a d ı l a r . N i l ı a

...M... ... ... . t ııııııif ır MI llllillill I ilin II11 tt IIMIHM 111 IIL İlini IIMIIIIUI )111!! İtli M! Ill İH1IIIUI ilil I IlllIlMltl İlil mtimilUHimilllll III I!! I im İHI míUlimilll IUIIJ1 İlmili mi m tim 11 m 11II ÜUIIMli IH Hü: miltl II). MI IIMirill İlil imilli:il[||||lil<llliltmillli!llimii

D Ü N K Ü T E F R İK A N IN ÖZETİ Meşrutiyet de\Tİ N afıa Nazırla rıııdau A li Münif Yegena, Taha To- ros’a hâtıralarım anlatıyor ve onuıı yazdıklarını gözden geçiriyordu, A li Münif, istidhat idaresine isyan eden bir babanın çocuğu idL Mülkiye Mek tebinde okurken, ilk defa kurulan gizli cemiyetin başına geçmiş, Paris tekilerle münasebete girişmiş,

gün-E S K İ N A F IA N A Z IR I A L I M Ü N İF Y gün-E G gün-E N A D A N H A T IR A L A R

lk id ı)ıİ!İi< !i:g H lM İl;lV Ö I l

Nakieılen: Taba TOROS Tefrika No; ü

İlk hatıralar ve hayatı

ölümü. Çukurova için hakiki bir mâtem yarattı. Bereket diyarı Çuku rova’nm, nâdir yetiştirdiği zekâlar­ dan biriydi. Çok sevdiği Talât Paşa onun için: (Doğruların doğrusu Ali Miinif) dermiş. Büyük Atatürk ise ona: (Çukurova’lıların babası) diye, htiapta bulunmuştur.

, Rahmetli, her iki tavsife lâyık bir karaktere sahipti. Allah gâni gâ lerce hapis olmuş, fa ­

kat ıstırap ve korku­ dan yılmıyarak ittihad ve Terakkinin resmen • kuruluşuna kadar ça­ lışmalarına devam et­ mişti.

Aradan geçen on sene zarfında hayatı ve hâ- suratı üzerinde pek az ko nuşabildik. İlk seneler is­ teksizdi. Fakat son yıllar da, eski arkadaşı Meclisi Mebusan Reisi ve Harici­ ye Nazırı Halil Beyin (Halil Menteşe) Cumhuri yet Gazetesinde neşredi­ len hâtıratı, A li Münif’i de böyle bir vukuatname bırakmağa sevkeyledi. Ben de zaman zaman bn

mevzuu körüklüyordum. Dk Meclisi mebusan Re isi Ahmet Rıza Beyin neş redilen bir kısmı hâtıratı ile, Süleyman ‘Kâni’niıı Akşam Gazetesindeki es­ ki tefrikalarım kendisine okudum. Daha sonra Sa­ daret Müsteşarı A li Fuat

Bey merhumun Türk Ta rih Kurumunca neşredi­ len (Görüp işittiklerim) adlı eseri de, rahmetli Mü nif’i çok alâkadar etti.

Son iki sene içinde sık sık buluşuyorduk. Anka­

ra’ya geldikçe telefonla aratırdı. Zaman zaman Evkaf Apartmanındaki

odasında veya kızının e­

vinde, bazen de Meclis ga zinosunda başından geçen leri sık sık süratli olarak anlatırdı.

Ara sıra evimize de ge- l i r d i . Çukurova’lılann meşhur «Ç iğ köfte» sini pek sevdiğinden ( gelişin de bunu bulursa fevkalâ de hoşnut olur ve hâtıra­ larım tekrar anlatmağa başlardı.

Son sene içerisinde hâ­ tıralarım uzun uzun ve hâttâ birçok yerlerini tek rarlıyarak anlatması — N e yalan söyliyeyim — i- çime fena akibetinin yak laştığı hissini veriyordu. Nitekim, hâtıratımn son kısmım anlatıp, nedense

Malta esareti kısmına tek rar avdet eyliyerek bir i- ki noktayı ilâve eyleme­ sinden sonra İstanbul’a gitti. 3 Ocak 1951 tarihin de kanser ameliyatım mii teakip Teşvikiye Sağlık Yurdunda bu fâni dünya ya tecrübe görmüş gözle rini kapadı. O zaman 77 yaşında idi.

Hâtıratımn son senele rini biraz noksan anlattı. Gerek bu kısmım, gerek­ se diğer kısımlarını huşu si evrakından, sair men balardaki notlardan da faydalanarak tamamla­ nmağa çalıştım.

Şurasını da kaydetmek isterim ki, rahmetli hâtı

ralarıııı tarih sırasına gö­ re, anlatmazdı. Mevzu hangi devir ve hâdiseden açılırsa onu hikâye eder­ di. Bize düşen vazife, bun lan tarih sırasına ve hâdi sel erin irtibatına göre ter tiplemek oldu.

Sağlığında bana verdi­ ği bazı evrak ile, öldük­ ten sonra kıymetli oğlu­ nun tevdi eylediği bir iki evraktan da, bu hâtırala rin ilgili yerlerinde kurtu lacak olsaydı — Kendi­ since ehemmiyetsiz ol­ makla beraber, — Son se nelere ait bir iki vak’ayı da anlatacaktı.

Şayet, ikinci ameliyat­ tan lıahsedilmiştir.

ni rahmet eylesin î T A H A TOROS YEGESîA G A » N E R E ­

DEN G E LİYO R ? ( Yeğen ağa ) lâkabiyle tanınan ailemiz aslen A- ııanıurludur. Eski Ana­ mur Beylerinden birinin, yerine kaim olaeak çocu­ ğu bulunmadığından, ye­ ğenini halef olarak büyüt mesi ve ölümünden sonra bu çocuğun, yerine bey se çilmesi halk arasında (Y e ğenağa) olarak isimlendi r ihıiiştir. Ceddimiz hu Ye ğenağa’dır.

(3)

olur.

4 — Sterüitenin bir sebebi­ mde, spermanın dışarıya atıl­ ması için geçmek zorunda kal dığı kanallardaki, her hangi bir sebeple olabilen, tıkanıklık lar teşkil eder. Epididimit ve vesiküit dediğmiz hallerde imal edilen sperma penise kadar ge lemez ve dışarıya atılanı azlar. Bu gibi halerde spermalar kali te ve kantite itibariyle isteni­ len bütün vasıflan haiz olsalar bile, erkek yine steril olacak demektir.

5 — Kısırlığa sebeb olabi­ len, fakat nadir rastlanan bir hal de şudur: Teslislerde imâl edilen spermler, bazı hallerde depo edilmezler ve normal yol dan dışarı ahlamazlar. Mesane ye geçen cinsiyet tohumlan anormal olarak idrarla harice atılırlar. B u şekilde spermaları hicret edebilen şahıslar cinsî münasebet (koit) esnasında hiç bir şekilde, cinsiyet tohum larını kâfi sayıda kadının döl yatağına ihraç edemezler. (

6— Erkeklerde pek çok rast ! lanabilen parikosei ve hidroseî : hastalıkları sebebiyle de testis lerin sperma imâîi (prodüksi­ yon) geri kalabilir ve stérilité zuhur edebilir.

7 — Erkeklerdeki stérilité- nin bir başka sebebi de, hüsye gerin, normal yerlen olan torba larda bulunmayışıdır. Çocuk henüz ana rahminde iken tes­ lisleri karın içinde: bulunur.

i S

ik t ıi:i'id .h i:g .jir ı;ıii'U iiM »

Aii Münif

Yeğe-Nakleden: Taha TOKOS Tefrika N o: 3

Ziya Paşanın Adana Valiliği

na'don hatıralar

Ç IK A N P A R Ç A L A R IN Ö ZE T İ

Meşrutiyet devri N afıa Nazırlarından A li Münif Ye gena, Taha Toros’a hâtıralarını anlatıyor ve onun yaz­ dıklarım gözden geçiriyordu. Aid Münif, istibdat idare­ sine isyan eden1 bir babanın çocuğu idi. Mülkiye Mekte­ binde okurken, ilk defa kurulan gizli cemiyetin başına geçmiş, Paristekilerle münasebete girişmiş, fakat ıstı­ rap ve korkudan yılmıyarak İttihad ve Terakkinin res­ men kuruluşuna kadar çalışmalarına devam etmişti.

?e giren babam, şiirle uğraşm aktan da hâli kalmamıştır. Kozan’da A ş a r Müdürlüğünü, Adana’da Meclisi İdare Başkâtipliği, Vilâyet Gazetesi m üdür ve M uham rSifi gibi vazifelerde bulunmuş ve bilhassa, halk tarafından Babıâli- ye aksettirilecek, şikâyette*! kaleme almakla meşhur ol­ muştur.

Edebiyatın bilhassa hiciv sahasında behresi olan baba mın başına ne gelmişse,, kalem i yüzünden gelmiştir. Kozan

rM m m M M m fM M m je,jm r:M )M m M M m m M m jrjM m M M m m M m m.j î

A şa r Müdürlüğü ile Adana Meclis Umumî Başkâtip!iğiinf den azillerinde o devre uymayan Serazad kaleminin suçu bulunmakla beraber, Meşrutiyete mütekaddim yıiîarda bir M utasarrıflığa tâyini derdest iken, Dahiliye N a z ın Mem- dulı Paşa’nın durdurması da hep kaleminin ve kendisinin yüzündendir.

Derebeylik mücadelelerinin cilvelerinden olarak bir bu çuk asır evvel A d an a’ya yerleşen (Y eğehağa), memleketin, bilhassa nükteleriyle tanınan bir ailesinin üremesine vesile vermiştir.

Babam Yeğenağa zade Hakkı bey, eski edebiyat kitap larmda (A d a n a lı H ak k ı) namile şöhreti olan bir şairdi, 1853 tarihinde A dana’d a doğmuş, muhitinde hususî surette tahsil gördükten sonra, devrin rcabatına uyarak memuri­ yet hayatini ihtiyar eylemiştir. Maişet kaygusiie bu mesle

N e tuhaftır ki, vatan ve hürriyet mevzuunda Adana, da yeni fikirli bir adam cöarak maruf bulunan Hakkı bey 23 yaşında iken ilk darbeyi, yine vatan ve hürriyet rnüca hidji olan Vali Şair Ziya Paşa’dan yemiştir! Talihin bu ga rip cilvesi babamın kalemini susturamamış, hattâ onun mü cadeieüi hayatında bir kuvvet olmuştur.

Şair Ziya Paşa 1878 yılında Adanaya Vali olarak geldi f i zman, babam pek genç bulunuyordu. O yıllarda Adana’ da babam gibi edebiyatla iştigal, eden üç dört genç vardı. Şair bir Valinin, bu husus Ziya Paşa gibi Şark ve Garp edebiyatına vakıf, hürriyet mücadelesinde çalışan bir ka­ lem sahibinin Adana’ya gelişi babamla birlikte bütün genç ieri sevindirmişti. Şair Valiyi iki günlük mesafeden karşı­ lamak için yapılan hazırlıklarda bilhassa vazife alan babam kafileye karışarak Pozantıya kadar atla gidip istikbalinde bulunmuştur.

V ali Ziya Paşa, kendisinin Vilâyet hududunda karşı­ lanmasına pek memnun olmamakla beraber, yol yorgunlu­ ğunun tesirde olacak, tavrında ıbir asabiyet «ezilmiştir. Karşılamada Adana’nm genç şairfleri, Ziya Paşa, için hazır

îadıkian, kudumiyelerd birer birer okumuşlardır. Sıra Hak kı beye geldiğinde, Ziya Paşa, gereği gibi iltifat gösterme diğinden, — Esasen hassas ve seriülinfiall olan — Babam, bir fırsatını bulup kafileyi terkederek, A dana’mn yolunu tutmuştur.

Valinin şehre girişinden evvel yetişen Hakkı bey, yol­ da kudumiyesini hicviyeye tahvil ederek, taraftartarile bir Iikte gece yarısı, şehrin göze çarpan büyük binalarının du­ varlarına kömürlerle meşhur hicviyesini yazmıştır. Bu hic- venin son satın, aynı zamanda Ziya Paşa’nm Adana’ya geîdiği tarihi, ebcedle ifade eylemesi bakımından, dillere destan olmuştur.

Ziyası kalmadı mülkün, gedince Paşası!

B ir gün sonra sabahleyin şehre araba ile giren Ziya Paşa, duvarlardaki. iri h arflerle. yazılmış garip hicviyeyi okumuş, dehşetli surete sinirlenerek faillerinin aranmasını emreyiemiştir. D iğer taraftan, bu hicviyenin son satırının ebcedîe (1 ) sanatkârane bir surette tertiplenmesi karşısın da sükûtu muhafaza ederek, yalnız mürettiplerini öğren­ mek istemiştir.

Şair Hakkı beyin adı, o günden itibaren Ziya P aşa’nm sinirine dokunduğundan, bir fırsatını bulup Sultan Hamid’ e düşmanlığından bahisle, kendisini A şa r Müdürlüğünden az»; etmiştir.

Hattâ babam bu yüzden kısa bir müddet mevkuf dahi kalmıştır.

Devamı V ar ( I ) Eski edebiyatımızda ebcedle tarih düşürmek hıısu si bir sanattı. Bilhassa Adan!a,’lı Süruri bu sanatın yegâne üstadıdır. Hakkı bey de ebcedle uğraşmıştır. Birçok hic­ viyelerinde buna başvurmuştur.

Diğer taraftan, bu hatıratın sahibi olan oğlu 1290 M i­ lâdı yılında doğduğundan, ona verdiği (A li Münif) adlı, ebcedle doğum tarihini göstermektedir.

(4)

yoxsa, « Y a leylî» m deiaset et tiği mâna tamamen başkadır.

Çöl dünya paftaları arasın­ da bir âlemdir. Çölde nihayet Biz bir ibadet duygusu içinde vecde daîar, ebediyetin sonsuz ummarunda yüzdüğünüzü his edersiniz. Mehtaba bürünmüş çöl rüyaları arasında, kalbiniz de hiç bir sır kalmaz. Çölde a

ym doğuşu tıpkı bir yeşil şafak söküğüne benzer. Yeşil gölge­ lerle kucak kucağa sıcak ışık­ lar mı istersiniz ? Büyülü, sihir )i ve kızıl akşamlar içinde tutu şan buiut kervanları mı düşü­ nüyorsunuz ? Gece zindanları, yıldız gamzeleri ve mektab çağ 'ayanlan mı arıyor sunuz? tş te, hepsi çölde! Çölde insan kendini sırlara yakın hisseder.

Karanlığı çöldeki kadar hiç bir yerde bu derece geniş his- etmezsiniz. Sır, tevekkül dolu bir âlemdir çöl!

Çölün garip cilvelerinden biri de, ay ufukta iken tepemizde- kinden daha iri görünmesidir. Acaba ne İçin? Bunu sormayı nız! Zira, âlimler asırlardan be ri bu «N e için?» sualine hâlâ cevab verememişlerdir. Ayın ufukta kıpkırmızı, iri, korkunç bir manzarası vardır. U fukta t ken tepemizdekihden dört bin mil daha uzakta olmasına rağ men ayın iri görünmesi, çölün hususiyetlerinden biridir.

Çöl gecelerinin bir başka tu hafdığı da, dalga d a l g a hava tabakasına çarpan şehir

> ■“ T

..Ali Münif

Yeğe-na'don hatıralar

I Nakleden: Taha TOROS Tefrika N o: 4

Çukurova da kuraklık olmuştu

Babam Ziya Paşa’y ı iki cephede mütalâa eder J di. Bilhassa şairliğini baha biçümez olarak tavsif | eylerdi. Nitekim, mağduriyetine sebep olmasına 5 rağmen, ona büyük bir şair olarak inanırdı. Hattâ | öldüğü gün, Ziya Paşa’ya büyük bir cenaze merasi J mi hazırlıyanlar arasına o da katümıştı. Dînî mera- | sim sırasında, imam ahaliye dönerek:

— E y cemaat! Bu adamı nasıl M irsiniz? suali ' ne karşı babanım::

| — iy i bir şair biliriz! Diye yüksek sesle cevabı J meşhurdur.

Babam hakkında, reva görülen ikinci azil mua * melesi de Adana valisi Haşan Tahsin beye müyesser | olmuştur. 1887 senesinde Haşan Tahsin beyin valili | ği sırasında babam yine Meclisi idare Başkâtibi idi. I Vali her tâyin olunduğu vilâyete Başkâtip olarak a- | damlarından ve sırdaşlarından birini de beraber ge-* tirdiğinden, bir fırsatını bulup Hakkı beyin vazifesi | ne nihayet vermek istiyordu. Fakat bir bahane bul* £ mak lâzım. Nihayet vesileler, fırsatlar valiyi fazla I intizarda bırakmadı.

| O yıl Çukurovada büyük bir kuraklık olmuştu. > 1303 kurağı diye anılan bu uğursuz senede, Çukuro

X va ziraat hayatında, görülmemiş bir kıtlık zuhur et* I ti! Her taraftan ianeler toplanıyordu. Halkın hami-* yetini tahrik sadedinde, vilâyetin resmî gazetesi olan

(Seyhan) da bu mevzuda makaleler yazılması tensip edilmişti. Babam, bu mevzuda — valinin arzusu ü- zerine — bir makale yazmıştı. Bu makalede ahâli, ianeye davet olunmakta idi. Böyle bir makalenin ba­ şında Padişaha dua yazılması unutulduğu bahane­ siyle vali, babamın vazifesine son verdi. Bu hâdise karşısında, kafasına ve kalemi sayesinde gıyaben endindiği dostlarına güvenen babam, îstanbula git­ t i

O zaman Adanadan îstanbula Mersinden deniz yoliyle gidilirdi. Bilâhara babamdan dinlediğime göre, vapurun Namık Kemalin mutasarrıf bulundu ğu Rodosa uğramasından istifade ederek, büyük vatan şairini de ziyaret eylemesi her iki taraf için mesereti mucip olmuştur. Oğlu A li Ekrem ile zaten tanışır ve sevişirlerdi. Bu tanışıklık 1834 yılında Namık Kemalin damadı hemşehrimiz R ıfat beyin (eski âyan reisi Menemenli Zade R ıfat) Adanada Defterdar bulunduğu sırada, A li Ekrem beyin hem şiresini ziyaret için buraya gelmesiyle başlamıştı. Ali Ekrem bu vesile ile Adanada uzun müddet kal­ mış ve edebiyat muhipleriyle dost olmuştu. (1)

Vapurun Rodos adasında durmasından fayda­ lanan babam, Hükümet Konağına giderek Namık Kemali görmüş. 1

(1) Namık Kemal Zade Alî Ekrem Bey’in A

-dana’da bulunduğu 1884 yılında şair Adanalı Hakkı Bey ile vukubulan müşaarelerini kendi el yazılarını muhtevi varakadan naklediyorum. T.T.

Ali Ekrem :

Bir öyle şair ister ki gönlüm, Tâ şiiri etsin ruhumda feryad. Gönlümde doğsun Hurşid fikri, irfanı kılsın vicdana imdad! Hakkı:

Gönlüm düerdi bir öyle şair, Olsun feminde cari menfahir, Hüsnü üâhiyi tasvir ederken, Bakmaz ilâhı hüsnolsa zahir. Büyük şaire ismini söyleyince — oğlunun arkadaşı olduğunu anlıyarak — derhal hatırlamış ve hüsnü kabul göstermiş. Sohbet esnasında Namık Kemal, babama sebebi azlini sual edip, yazdığı makalede padişaha dua faslını unuttuğu cevabını alınca, he­ men odacıyı çağırıp keşide edilmek üzere bu sabah yazılan telgrafın postafaaneye tevdi edüip edümedi- ğini sormuş! O devirde bahanelerin ne badireler do ğuraeağmı belirten bu hâtırayı babam, zaman za­ man hikâye ederdi.

A D A N A İD A D İYE SİN İN İL K TALEBESİ VE A Y K I L I Ş

Adana valisi Abidin Paşanın himmeti, halkın i ane ve gayretile Seyhan kenarına askeri idadî ola­ rak yapılan büyük taş bina 1888 senesinde Adana i ■dadisi ittihaz edildi. Memleketin ilk idadisinin talebelerinden biri idim.

ilk

(Devamı Var) J*r-*,AÊÈrjrÆmr*jmB'jrjmrjrÆÊrjrÆmrjrjmr. 1

(5)

paaışaniüc devrinde üniversite­ nin. bugünkünden daha muhtar olduğunu, hâkimlerin teminat­ tan mahrum olduklarım söylü­ yorlardı.

Bütün bunar muhalefet par- tieri tarafmdan, milletçe özle­ nen demokrasinin gerçekleşme si ve yerleşmesi için kaçınıl­ maz şartlar ve iktidarın kusur la n olarak belirtiliyordu. Bu demekti ki muhalefetler ayni gaye için çaışmak zorundadır­ lar ve ilk hamlede hallini iste­ dikleri meseleler tamamen ay nidir.

Böyle bir halin ilk akla getir diği husus, mevcut sezim siste mi içinde iktidann yenilmesini kolaylaştırmak, rejiminin ilk g*rek!erini millete müşterek dilden anlatmak için muhalefe­ tin işbirliği yapmayı düşünüp düşünmediği idi. Nitekim bu konudaki soru bir gün B. M. Meclisindeki grup salonundan Hür. P. Meclis grup başkanı Fethi Çelikbaş’a sorulduğu va kit, bizzat soru sahiplerinin hayret ettikleri bir sahne ile karşılaşıldı. Çelikbaş, Adnan Menderes’in H ür P. ye niçin giremiyeeeğini tüzük kayıtlan na dayanarak izaha çalışırken kendisine tevcih edilen soruya:

.— B u lüzumlu olabilir, ceva bım verdi, am a bugün değil. Böyle şeyler ancak seçim zama nmda düşünülebilir. Günün me selesi muhalefetin memleket sathında vatandaşları öbek

ö-f

--- -— --- --- —

Aiı Munıf Yeğe

Nakleden: Taha TOBOS Tefrika No: 5

Adana valisi Abidinpaşamn hizmeti

1889 yılında, mektebin ikinci sınıfında iken, ba bamın Gelibolu Mustasarnflığı tahrirat müdürlüğü ne tâyini dolayısiyle naklihane ettik. Bu nakilden faydalanarak îstanbulda Mühendishanei Şahane de okumak yegâne gayemdi. İdadide riyaziyem kuv vetli idi. Mühendis olmayı bu bakımdan istiyor­ dum. Riyaziye hocamız ve hemşerimiz Nabi beyin

(1) bu mektepte okumuş olması ve bu mesleğin is­ tikbali hakkındaki cazip hasbıhalleri beni mühen­ disliğin cazibesine kaptırmış gibiydi!

Gelboluya babamın yanma gidince vaziyet de­ ğişti. Mutasarrıf Haşmet bey (Sadrazam Kâmil Pa şanın oğlu, (Hikmet Bayurun babası) ile babamın muarefeleri derinleşmişti. Benim tahsü vaziyetim Mülkiyei olduğumdan, bu tavsiyesiyle intisap eyle­ diği mesleğin o zamanki kıymetini belirtmek isti­ yordu.

Geliboludaki evimize indiğimiz gece babam, Mu ta sa m f beyin tavsiyesini cazip bir şeküde anlattı. Bir gün sonra elimden tutarak, beni Haşmet beyin huzuruna çıkardı. Mutasarrıf hayli iltifattan sonra Mülkiye mektebini sena eyledi.

Bir müddet sonra Mülkiyeye girmek üzere ba- 1 (1 ) Nabi Menemenciöğlu 1856 * 1933

hakkında hasbıhal ederlerken Mutasarrıf bey, Mül­ kiyei şahaneyi tavsiye eylemiş. Mumaileyh esasen

bamla Îstanbula geldik. O zaman Mülkiye mektebi­ nin üç sınıfı idadi, iki sınıfı âli kısmı vardı. Asıl Mülkiye Şahane âb kısım idi. Mektebe girdiğim se­ ne idadi dört, âli kısım üç yıla çıkarıldı.

M ÜLK İYE YE GİRİŞ

Mülkiyeye ük gittiğimiz günü hiç unutmam,. Doğruca idadi kısmı müdürü Abdurrahman Şeref beyi ziyaret ettik. Babam Adana idadisi 2 nci sını­ fında okuduğumu, Mülkiye idadisine vermek iste­ diğini; söyleyince Şeref bey, kekeme lisanile beni imtihana tâbi tuttu. Umumî mahiyette birçok sual­ ler sorduktan sonra, elime bir tarih kitabı tutuştur du. Bir sahife kadar okudum. Diğer sahifeyi çevi­ rirken durmamı işaret etti. Okuduğum son cümle­ deki (Ahvali) umumiye) terkibinin neden (ahvali umumî) olmayıp te’nisli şekilde (ahvali umumîye) tarzında yazüıp okunduğunu sordu. Bilmediğim i- çin cevap veremedim. Sualini tavzih etmek istedi. (H al) müzekkerdir, (umumiye) müennestir, niçin? diye sordu. Sonra kendisi sualinin cevabını verdi:

— Müzekker kelimeler, terkiplerinde sıfat alır ken cemi yapılmışlarsa müennes olurlar...

Sonra babama dönerek:

Hakkı bey. mahdum efendiyi idadi birinci sim fa alacağız, dedi. Ben mutlaka ikinci sınıfa girmek

umrjrjmrjrA ra * * * * * * * 'uta ya Am * * * * * * * * a

istiyordum. Fakat (Ahvali umumiye) birinci sınıf­ tan başlamamı icabettirdi!

M ÜLK İYEİ ŞA H A N E Y E GEÇİŞ

Mülkiyenin 4 senelik tâli kısmını arızasız ik­ mal ettikten sonra, âli kısma yâni Mülkiyei Şahane ye girecektik, imparatorluğun her idadisinden Mül kiyeye girmek üzere birçok talebeler geldi. Mekte be yalnız 40 kişi alınacaktı. Taliplerin fazlalığı kar şısında mektep idaresi, idadi mezunları arasında imtihan açmağa karar verdi. Mülkiyenin tâli kıs­ mından mezun olan bizler bu karara itiraz eyledik. Zira, biz esasen Mülkiyenin idadisinden mezun oldu ğumuzdan âli kısma büâ imtihan girmemiz lâzım gelirdi. Arkadaşlarla gizli bir toplantı yaparak bu imtihana girmemeğe karar verdik! Boykotumuzu, imtihan günü Sultanahmet Camimin civarındaki parkta toplanmak suretiyle izhar eyledik, içimiz­ den bir grup seçerek mektep müdürüne gönderdik. Ben bunların içerisinde bulunuyordum.

Müdür Abdurrahman Şeref beyin odasına gir dik. Mülkiye tâli (idadi) kısmı müdürü olan Şeref bey, o yıl terfian âli kısım müdürü olmuştu. Müdü rün yanında imtihan heyeti toplanmıştı. Hepimiz Mülkiye tâli kısım mezunlarının imtihana tabi tu­ tulmasının yersizliğini ve tâli kısmın esasen Mülki yenin kendi malı bulunduğu, • ve bu idadinin hikme ti vücudunun, Mülkiye âli kısmına talebe yetiştir mek olduğunu İsrarla iddia eyledik. Ricamız kabul olunmadı.

îsdibdat rejiminin en şiddetli bir devrinde mek tep idaresine karşı protestolarda bulunarak

(6)

V. I I

dır. Şimdiye kadar sineğin ha­ kikî ehemmiyeti ve kendine karşı enerjik ve spesifik ıbir faaliyete geçmesinin lüzumu âdeta anîaşılmış gibidir.

Herhangi bir memlekette süt çocukları ile küçük çocuk lar, düşman zihniyetli insanlar tarafından, boğazlansa veya gözleri kör edilecek olsa.bu fenalığa son vermek için hiç bir gayretin fazla eddedilemi yeceği aşikârdır. Ancak düş­ man sinek olunca tesiri fevka lâde az tedbirler atmakla ikti­ fa etmekteyiz.

Sineklerle savaş yolunda, bundan böyle, kulam İmiş m ad deler, süprüntüler, insan ve hayvani pislikleri ve sanayi maddeleri artıkları gibi üzerle rinde sinek üreyen şeylerin tali Üyesi maksadiyle kurulacak rasyonel tesislere bilhassa e- hemmiyet vermek şartiyle, (la­ lla cezri sanitasyon tedbirlerini göz önünde tutmak lâzımdır. Aksi takdirde yapılan gayret ten fayda gelmez. Bu gibi tesi sat ve tertibatın masraflı oldu ğu muhakkaktır. Fakat hastalı ğıu ve seril sefil kalanlara bak manân maliyeti gözönüne geti­ rilirse, çok defa, tesislere har­ canan paranın işin sonunda eko

tıomljk bakımdan daha kârlı ol duğu anlaşılır.

Sanitasyon tedbirlerini ensek Muitlerle tamamlamak lâzım­ dır. Fakat bunlar, tek baştan­ ım, sanitasyon tedbirlerinin ye

Nakleden: Taha TO RO S

¡TnüSftm ıu ıım juüi “ " * ;™

--- Ali Münıf Yeğe-

Tefrika N o: 6

İstibdadın en şiddetli devrinde

nadan hatıralar

Sultan Ahmet parkına döndük. O gün imtihan ya­ pılamadı. Boykutumuzun müessir olduğu ümidine düşerek seviniyorduk. B ir aralık mektep idarecüe ri talebe, mümessülerini davet ederek, hareketimi­ zin isyan mahiyetinde telâjkki edileceğini, Dersaatte böyle bir vaka zuhurunun fena akıbetlere müncer olabileceğini telkin etmek istediler. Hakkat şudur ki, o senelere kadar impsıratorluğun hiçbir şehrin­ de, böyle bir talebe nümayişi vuku bulmamıştı.

Mektep idaresiyle ikü gün münakaşadan sonra, bazı arkadaşlarımızın mutavaatı yüzünden, muka­ vemetimiz kırıldı. N açar, elebaşı olan bizler de hede ri istikbal endişesiyle imtihanlara katılmağa mec­ bur olduk.

Imthan mefhumu, insanı heyecana ve bazan ümitsizliğe düşüren düşünceler içerisinde bırakır. Hayatımda hır imtihan kadar hâtırasını, heyecanı­ nı unutmadığım bir eşini bilmiyorum. Muvaffak ö- lanlardan 4Ö kişi roektelbe alınacaktı. (Yarabbi!) diyordum. Bari bu imtihanda 40 inci olablsem!

îmthan sükûnetle ge çti. Neticesi tahtaya asıl- diyordum’ Bâri bu imtihanda 40 mcı olabilsem! dı. ikinci ya Haşan Tahsim (1 ) veya Cavit (2) idi; iyice hatırlıyamıy oruut.

--- ; * ı 1

(1) Profesör H asa» Tahsin: ayni.

(2 ) Maliye Nazın- Ca v it ^

O gün yurdun muhtelif köşelerinden gelip im­ tihan kazanan arkadaşlar, Mülkiye Şahaneye yer­ leştirildi. Bir çoğumuz tanışmıyorduk, imtihanı ka­ zananlar hep bir arada yemek yediler.. Fasulya ile pilâvdan ibaret olan bu yemeği birbirimizin yüzüne bakmadan, birbirimizle konuşmadan yedik. Y e­ mek sonunda zayıf nahif bir talebe ayağ kalktı. Hepimizin yeni bir hayatın basamaklarında olduğu muzu, yıllarca bir arada tahsil edeceğimizi, şimdi­ den tanışmak için, herkesin hazır bulunan arkadaş lara kendisini tanıtmasını teklif eyledi, ilk evvel kendisini tanıttı. Ben Cavit (Selân ik); hepimiz kar şılıklı tanışmalardan sonra tahsil hayatımızın sami miyet ve uhuvvet içerisinde geçmesine dua ettik.

Mülkiyeyi ikmâlden sonra da bu çatı altında birlikte feyz alanların memleket hizmetinde yardım laşmaları lüzumu devrin icabatına göre siyasî bir mânaya gelmemek üzere — Belirtildi.

Mülkiye Şahanede geçen üç yıllık tahsü haya­ tımızda birçok badirelere mâruz kaldık. Takip ve tevkif olunduk. Parasız kaldık. Fakat, imanımız, vicdanımız bizi tuttuğumuz yoldan ayırmadı. Bun lan sırası geldikçe anlatacağım.

ilk senelerden beri ben Farisî ve Arabîyi iler­ letmeğe çalıştım. Günün birinde Avrupaya firar zorunda kalırsam, lisandan müşkülâta uğramamak için, Fransızcaya da ehemmiyet veriyordum.

EDEBİYAT v e f e l s e f e m e r a k i

Fransızcayı ilerlettikçe, büyük edebiyatçıların eserlerini okumak hastalığına tutuldum. Birçokları m tercüme etmek hevesi, mukavemeti güç bir arzu halinde beliriyordu. Türkçe Divan ve Tarih mera­ kım da hâd safhaya gelmişti. Edebiyatla da iştiga le başladım. Babam Şair Hakkı Bey, bu merak ve meylime fevkalâde hiddet gösteriyordu. Edebiyata.

M ÜLK lYE D E İLK GtZLt TEŞEK K ÜL Mülkiyede irfanımız arttıkça, Avrupaya kaçan ların çıkardığı risaleleri okumak, istibdad idaresi ne karşı yakınlarımız arasında münakaşaları yap­ mak bir şevki tabiî haline gelmişti. Bunu emekleme halinde bir siyasî hareket olarak vasıflandırmak da caizdir.

Fakat, hafiye bolluğu karşısında en yakın dos tunuzla dahi, dertleşmenin imkânı olmadığı bir de­ virde yaşıyorduk. Her insan ancak vicdaniyle konu şabiliyordu. Mektepler ve toplu yaşayanlar bir ted hiş havası içerisinde bulunuyordu. Hafiye teşkilâtı sistemli surette çabşıyor, iki kişi arasındaki gizli konuşmaların mahiyetini öğrenecek kadar dessas ve lıiylekâr davranıyordu.

Kimse kimsenin samimiyetine güvenemiyordu. Herkes yekdiğerini Şüpheli gözlerle görüyordu. Dert var, dertli var, derdleşme yoktu!

istihbarat zayıf» tecessüs yasaktı. Herkes za­ hiren bitr disiplin altındaymış gibi hareket ediyor­ du. idareye karşı içten içe kaynayan fikirler, | bir sel olmaktan uzaktı. Biz bu fikirlerin damlalar ha­ linde damlamasına bile razı idi. Herkes aynı derdle malûldü; fakat kimse kimseye bunu açamıyordu.

(7)

reli, fiyat seviyesinin indirilme sine mi çalışılacak ve böylece bir deflâsyon siyaseti mi mev­ zubahis olacaktır? Bilmiyoruz. Ve tabiatile ilân edilen yeni si­ yasetin hedefi sarih olarak bi­ linmedikçe, teklif edilen tedbir lerin müessiriyet derecesi hak­ kında fazla birşey söylemek güçleşiyor.

Beyanatta sarih bir hedef i- fadesine rasgelinmemekle bera ber, tedbirlerin muhtevası naza n itibara alınınca, yeni iktisa­ di siyasetin, her ne pahasına o- îursa olsun, kalkınma siyasetin den vazgeçilerek, şimdiye ka­ dar emisyon artışlarile beslen­ miş olan mecmu talep yüksel­ mesi temayülünün kısılmasının Veya hiç değilse durdurulması nın arzu edildiği anlaşılıyor. Bu arzunun tahakkuk ihtimal­ lerini ortaya çıkarmak üzere, beyanatın İhtiva ettiği noktala rı kısaca gözden geçirmlk fay. dalı olacaktır.

Yatırım lar mevzuunda evvel ce başlananların tamamlanaca­ ğı ve yeni ayırımların tediye muvazenesini düzeltecek mahi­ yette olmasına dikkat edileceği söylenmektedir. Bu sözler yatı lamların hacminde bir değişik­ lik yapılacağına mı delâlet edi yor? Şayet öyle İse, tasavvur edilen değişmenin takribi kıy­ meti nedir? Yatırım politika­ sının millet ekonomisi üzerinde ki tesirlerini tahmin etmek i- j Sân bu bilgilere ihtiyaç vard ır.1

! İ H Î Î = l » Î A m f j Î İ Î

Nakleden: Taha TOROS

JJtfVJUlEski Nfl,ifl Naı,rı

Ali Münif

Yege-Tefrika N o: 7

Umduğumuz oluyor A li M ü n if !

na’dan hatıralar

Bir gün hemşerim, sınıf arkadaşım ve adaşım Tarsus’lu Münif’i bu mevzuda yoklamak istedim. Onunla Sirkeci’de bir han odasında yatıyorduk. Ara sıra benden dahi g iz li bazı kitaplar okuduğunu hissediyordum. Acaba Münif bazı kimselerle te­ maşamı gelmişti?.

Mühitimizde h a fiy e tecessüsü fazlalaşmıştı. Bir arkadaşım, artan ’bu tecessüsün gizli cemiyetler le ügili olduğu’ ihtimalinden bahsetti. Bu gizli cemi yet ne idi; nerede idft? Kim ler dahildi. Hakikaten varmıydı ? Yoksa hafiyeler böyle bir cemiyetin mev cudiyetini işaa ederek mülayim karşılayanları mı tesbit etmek istiyorlardı? Zihnim bu gibi karışık suallerle dolu iken gece yarısı odama d ö n d ü m Münif ben, g e l i n c e uyandı. O, bir ta­ kım felsefe kırmtıJarmı tekrarlıyarak işi Allaha döktü! H atta Allah ı inkâra sapacak kadar garip gö rüşleri izhar eyled'i. Görüşmemiz kapalı kaldı. U y­ ku gimeyen gözlerim şafak sökmesini bekledi. Gece yarısından sonra M ünif’in kalkarak lâmbayı yakıp yatağının içinde birşeyler okuduğunu gördüm. Bir müddet sonra zikre fcaşladı. Biraz evvel Allahı inkâ ra kadar varan dostumun gene «Allah Allah» diye zikreylerr:esini garip buldum. B ir gün sonra bu du­ rum tekrarlandı. A r tık gündüz halkın âleyhine, ge ce lehine yapılmakta olan bu tezahür benim büsbü tün tecessüsümü artırdı. Okuduğu kitaplara baktım.

Z*-jutr » mmj,

bu Siyasî bir eser vehmine kapüarak sevindiğim eserler meğerse bir tarikata ait im iş!

Mamafih Münif sonraları, tarikat ışığı altında, istibdad mücadelesine katılanlardan oldu. Bizim Mülkiyede kurduğumuz gizli cemiyetin hararetli elemanlarından idi. Yapüan daimî takip ve taziple- re dayanamıyarak yurdu terke mecbur kaldı.

Sınıf arkadaşlarımdan JLeskovlkli Raufla sevi- şirdik (1 ). Dostluğumuz pek samimâne idi. Bu saik ledir ki Sirkecide bir oda tuttuk; derslerimizi birlik te hazırlıyorduk. Bilâhara ikametgâhımızı Babıâli civarına nakleyledik. Odamızda ara sıra Jön Türk- lerden ve siyasî dürümdan da, gizli bahisler açılırdı.

Bir akşam üzeri Rauf, teheyyüç ifade eyliyeıı bir çehre ile odaya girdi. Y a n sevinçli, yan korku lu bir tavrı vardı. İçeriye girince sağa sola bakındı. Kimse olmadığını görünce: Umduğumuz oluyor A li Münif! dedi.

Böyle bir habere her an intizar ediyordum. Bu havadise şaşırmadım. Karşı karşıya heyecanla otur duk. Tıbbiyede bazı gizli hareketlerden ve bunlann Jön Türklerin temadisi olduğundan Raufa bahsedil­ mişti. Hatırımda kaldığına göre Şahin Tâki bey (2 ) kendisiyle temas etmiş.

Bu gizli hareketten emniyet edilir Mülkiyelilerin de haberdar edilmesi ve benimle de görüşülmesi

isteniyormuş. Bu haberin sevinci ile gece yarılarına kadar uyuyamadık.

(1 ) Leskovikli Mehmet Rauf, Mülkiyede ilk gizli teşkilâtı kuranlar arasındadır. Muhtelif takip ve tevkiflere maruz kaldıktan sonra Selânik’e sürül müş ve bu yüzden Mülkiyeyi ikmal edememiştir. Daha sonra muhtelif kaymakamlıklarda ve Silifke mutasarrıflığında bulunmuştur. Mumaileyhin itti­ hat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşuna ait küçük bir risalesi vardır. (İttihat ve Terakki Cemiyeti ne idi) adını taşıyan bu kitap, 1327 senesinde, İstanbul da Ahmet Saki Bey Matbaasında tabolunmııştur.

(2 ) Şahin Tâki Bey, ilk gizli cemiyetin eleman larmdan ve mürevviçlerindendir. Aslen Arnavut o- lan mumaileyh, Avlonya kaymakamlığına giderken, hürriyet mücadelesi için Avrupaya kaçmış ve Sofya da (Debreta) adlı Arnavutça bir gazete neşrederek mücadelesine devam etmişti. Hürriyet ilânından sonra Gönce mebusluğuna seçilmiştir.

îlk iş olarak, Tıbbiyelüerle temasa geçmek ve Mülkiyedeki yakın arkadaşlarımıza vaziyeti izah etmek kararını aldık. Mülkiyede samimiyetine gü­ vendiğimiz fikir arkadaşlanmızdan Murat Fuatla

(1) Rahmiye (2) o gün bahsettik. Diğer taraftan Tıbbiyede bu gizli fikir cereyanlarının başında bu­ lunan İbrahim Temo ile temasa geçtik. Bu arada, Diyarbekirli Ishak Sükûti üe de görüştük. Bu iştişa reler ve temaslardan başka ayrıca, Rauf Tıbbiyede Yüzbaşı olan doktor A saf Derviş (bilâhare paşa) ile gizli görüşmeler de yaptı.

(8)

kolay gidecek neviden değil­ dir. Bu cihet petrolün meyda­ na çıktığı zamanda, Arap Bir liği yapıldığı sırada ve îsrâü meşe’:esi ortaya atıldığı sırada her vakit kendini göstermiş­ tir. Her vakit bu iki aile biri birine korku ve şüphe ile bak m ışl ardır.

İşte bu açıklama sanırız ki bugün Orta-Doğu’da olagelen olayları aydınlatacak mahiyet tedir.

B U G Ü N K U D U R U M A G E L İN C E :

Bugün Orta-Doğu’da siyasî oyunlar oynanmakta olup bu­ nun mihveri Ha.şimiierdir. İki Haşimi Kral yani Faysal ile Hüs’Iyin Ürdün ile Irak hudu­ dunda bir yerde birlenerek her ikisinin müşterek dedelerine karşı İbn Suud ile Kurulan Vahabiliğe karşı eski kan ve nefretlerini ifilde etmişlerdir. YUkarıda da arzedilen şekilde Suudî Arabistan hakimi oian Kral hafiedam her iki kralın büyük babasını eskidenberi Emiri bulundukları mukaddes yerlerden mahrum bırakmış­ lardı. Ingilizler her iki Haşimi Devlet Reislerini büyük Suri­ ye fikrine imale ederek onların hayretlerini celbetmiştir. E sa­ sen Hüseyin mütereddit duru­ mu sırf bu noktadan dolayı iz a le edilmiştir. Zira pek az selâ bet arzeden Suriye arazisinin büyük Suriye ülkesine ithali

konunu okntdtttftfcr.

ilM n :lıl!W !h îw W Iİm ;n '< :n ifc“

Nakleden: Taha TO BO S Tefrika N o : 8

Fransaya kaçanlar dönmediler

Ñafia Nazırı

Afi Münif Yeğe-

na’dcn hatıralar

Hürriyet mücahitlerini nasihatla, cazip memu­ riyet tekliflerde, para ile fikirlerinden vazgeçirmek gibi tedbirlere başvurdu. Emeline vusul için, ser ha-\fiye Ahmet Celâlettin Paşayı Parise gönderdi. Bu za tm sıfatında hafiyelik damgası bulunmakla beraber kalben hürriyetperverlerle beraberdi. Aldığı vazife­ nin Paris’teki tatbikatı, mücahitlerin lehine cereyan etti. O, Paris’teki gençlere hayli yardımda bulundu. Gizli cemiyetin söndürülmesine değil, üremesine hiz met eyledi.

Fransaya kaçanlar Sultan Hamid’in iğfalâtına kapılıp dönmediler. Ancak Murat bey gibi Pariste uzun kalamıyarak nadimane dönenler istisna teşkil

eyledi.

O günlerde dahildeki teşkilâtın gayretleri şu iki hedefete toplanıyordu: (1) Tanınmış fikir adamları m sinesine almak; (2) Bazılarının harice firarını sağlamak... Bu sahadaki mesaiden memnuniyet bahs semereler elde edüdi. Bu iste mektep arkadaşlarımız dan Aymtap’lı Mehmed’in büyük himmeti görüldü.

Mehmet Hilmi aslen Adana’lı olmakla beraber, Maarif Nazırı Antepli Münif Paşanın himayesiyle Mektebi^ Mülkiyede okuduğu için adı Antepli kalmış tı. Hattâ mektepteki lâkabı (Tüm Hilmi) dir. Cenup şivesi iktizasmca (bütün) veya (tamam) kelimesini (tüm) tarzında telâffuz etmesi kendisine arkadaş­ ları arasında bu lâkabın verilmesini mucip olmuştu.

Maârif Nazırı Aymtap’lı Münif Paşa dahi, Tüm Hilminin gayretile cemiyete taraftar oldu. Diğer ta­ raftan, Hilmi’nin asıl muvaffakiyetini, Şeyh Zafir’le yeğeni ve biraderi Şeyh Kasım’ın oğlu Zadeğâııden Hamit beyi elde etmesi ve Murat beyin Paris’e fira ­ rını hazırlamasıdır.

Paris’deküerin teşkilâtlı olarak çalışmaları İs- tanbuldan firarları arttırıyordu. Cemiyetimiz men­ supları bunları kolaylaştırmak için feragatle ve her türlü tehlikeleri göze alarak çalışıyorlardı. Aydın Maarif Müdürü Emrullah (M aarif Nazın merhum Emrullah efendi), Tıbbiyede cemiyete büyük hiz­ metler eden ve (Derviş Yema) adiyle anılan Doktor İbrahim Naci ile Doktor Nazım’ın Avrupaya kaçma larında cemiyet mensuplarının büyük yararlıkları görüldü.

GİZLİ CEM İYETİN H A R B İYEY E İN TİK ALİ

Tıbbiyede İbrahim Temo, İshak Sükûti, Asaf Derviş, Cevdet, Nazım, İbrahim, Naci, vesairenin teşkil ettikleri gizli cemiyet ruhunu Mülkiyede de biz ler genişletmiştik. Şimdi bu cemiyet fikrinin, ordu­ nun mihrakı olan Harbiyeye sirayeti lâzımdı. Bunu da hemşehrim Mehmet Hilmi üzerine aldı. Harbiye- de bulunan Şeyh Zafir’in yeğeni Zadegânden Hamit beyi imale eyledi. Leskovikli Rauf da görüşerek ce­ miyetin gayesini açıkladı. Hamit Beyin himmet ve gayretile gizli cemiyetin ruhu fiilen Harbiyeye girdi.

Hamit Beyin cemiyete girmiş olması, cemiyet mensuplarını pek sevindirdi. Herkese neş’e ve kuv­ vet verdi. Mumaileyh hakikaten bir hamiyet timsali oldu. A z zamanda Harbiyede gizli cemiyet ve hürri­ yet fikrinin üremesini temin etti. Kendisine nçmus lu ve temiz arkadaşlar buldu. Mektepte bu mevzuda ateşin hareketler başgösterdi. Yaftalar bile talik o- lundu. Cemiyetin Harbiyede kökleşmesinde Binbaşı Batum’lu Mustafa’nın da unutulmaz yardımları ol­ du.

GİZLİ CEM İYETİN NİZAM NAM ESİ

Mülkiye’de gizli cemiyete intisap edenler gün geçtikçe artıyordu. Bir aralık miktarı 30 — 35 ° ba­ liğ oldu.

Tıbbiye ve Harbiye’de artan gizli talebe teşek­ küllerinin bir nizamname ile ve programlı bir suret te çalışmaları fikri ortaya atıldı. Yapılacak bu ni­ zamnamenin yalnız mektepler için değil, bütün memlekete şamil bir hüviyet taşıması düşünülüyor du. Bunun lüzumu üzerinde arkadaşlarla fikir teati sinde bulunduk. Tıbbiyedeki arkadaşlar nizamna­ me yapılması fikrine taraftar olmadılar. Mülkiyeli ler İsrar eylediler. Hattâ hatırımda kaldığına göre Beyrutlu Emin Arslan, Mülkiyelilerin ayrı bir ce­ miyet kurarak faaliyetlerine devam edebilecekleri­ ni ileri sürdü. Bu fikir, ileride bir ayrılığa sebep ola biiir endişesile Tıbbiyeliler telâşa düştüler. Bunun üzerine Tıbbiyedeki arkadaşlar fikirlerini şu suret

le hülâsa ederek bildirdiler:

Bu gizli cemiyetleri birleştirmek, büyütmek, maksadı tesis ve gayelerini bir nizamnameye bağla mak uygun olur. Ancak, bu sureti hareket hafiyele rin gözlerine hedef verebilir. (Devamı V ar)

(9)

AUpiUSUllU ynpaiiıauctıı muua-rı, Demokratiara devrettiler. Demokrat Parti maddî ve ma­ nevî alanda büyük vaadlerle işbaşına geçiyordu.

D.P. İŞ B A Ş IN D A Menderes Hükümetinin ele aldığı ilk işlerden biri Bire­ cik köprüsü oldu. Köprünün e- tüd ve sondaj işlerini Müteah­ hit Yüksek Müh. Fevzi Akka- ya yaptı. Karayolları Umum Müdürlüğü Köprüler Fen Heye ti proje ve keşifleri hazırlıyor du. İnşaat- için 1951 bütçesine gerekli tahsisat da konmuştu. Köprünün i'lk ihale bedeli 2 milyon 8 bin 520 lira 92 kuruş tu. ihale 15 Haziran 1951 de ilân edildi. Müracaat eden fir­ maların sayısı onbejti. Fakat bunlardan dördü ihaleye girdi. Neticede köprü en fazla tenzi- ■lat (9r 18.75) yapan Amaç Türk Anonim Şirketine ihale edilerek, 31 Temmuz 1951 de taraflar arasında mukavele im zalandı.

Birecik köprüsünün, uzunlu­ ğu 720 metredir ve Türkiye’ ııin en uzun köprüsüdür. Köprü üstündeki yoı genişliği sekiz metredir. İki tarafta da bir buçuk metre genişlikte yaya kaldırımları vardır. Köprünün Gaziantep tarafından itibaren herbiri 26 metre açıklıkta 14 gözü betonerme Gcrber siste­ minde, daimi su üstünde bulu­ nan herbiri 57 metre uzunluk­ ta beş gözü betonerme kemer olarak Ye Birecik tarafından

S *r jr jm r jr ¿mr jr a

Nakleden: Taha TOBOS Tefrika No: 9

Fransaya kaçanlar dönmediler

Eski Ñafia Nazın

Ali Miinif Yeğe-

na'dan hatıralar

Bu esbabı mucibe üzerinde Tıbbiyeliler musir idiler. Bizimkiler ise mutlaka bir nizamnameye ta­ raftar olduklarından, işi konuşmak için gizli bir kongre akdi karargir oldu.

1892 senesinin başlarında vukubulan bu hâdi­ seler sırasında, her an hafiyelerin ağına düşebile­ ceğimizi düşünerek âzami ihtiyatla çalışıyorduk. Mülkiyedeki diğer arkadaşlarımıza bu gizli teşkilâ­ tın mahiyetini ve mektepte birleşerek yürümemiz lüzumunu aşılamağa başladık. Bir taraftan Rauf, bir taraftan ben günlerce meşgul olduk. Ben duru­ mu, bizden bir sınıf büyük olan Selânikli Osman ile-(1) Murad Fuat Be'- aslen Batum’ludur. Muh

j

telif kaymakamlık ve mutasarrıflıklarda bulunduk- J tan sonra, müteakiben Tarsus Reji Müdürlüğünde J ve ilk açılan orta mektebin Türkçe muaümliğiııde i vazife görmüştür. Merhum, gayet nazik ve malû- ! matlı bir zattı.

j

(2 ) Selânik eşrafından olan Rahmi Beyin ce- J miyete büyük hizmetleri olmuştur. Hürriyetin ilânı

1 üzerine Selanik’ten mebus seçilmiştir.

j bir sınıf küçük olan Şevkete açtım. Tarsuslu Mii- ! nif, Beyrutlu Emin Aslan, Selânikli Hüseyin, Mitat

\ Şüksü hâr taraftar olarak aramıza katıldılar. Hülâ-2 sa birçok arkadaşlar bu işe taraftar oldular. Bu ga I ye uğrunda, siyasi hayatlarfmın her safhasında,

gözlerini budaktan sakınmadılar. ★

İstanbulda gizli cemiyetin taraftarları çoğalı­ yordu. Münevverlerde cemiyete karşı o kadar ar­ tan bir iştiyak vardı ki, bu mevzudaki her haber hürriyete susamış insanların mânevi gıdası olmuş­ tu. Samimi kimseler birbirlerine soruyorlardı: Ce­ miyette kimler var? Halkça bilinen malûmat ve ri­ vayetler cemiyetin lehine inkişaf ediyordu. Esasen cemiyete dahil olanlar bile cemiyette kimlerin bu­ lunduğunu bilmiyordu.

Bir kısım kimseler, meçhul simaların cemiyete dahil olduklarım işiterek taraftar oluyorlardı. Bil­ hassa ahrardan İsmail Kemâl ve Mizancı Murat, Ali Şefkati beylerin, hattâ Marif Nazırı Münif Pa- şa’nın cemiyete dahil oldukları her tarafa iaşe edi­ liyordu. •

Acem Sefarethanesinin karşısındaki odamızda hergün bunlar konuşuluyordu. İstanbul’da cemiye­ te dahil olanların tam listesini kimse bilmiyordu. Bu arada Avrupaya kaçanların da hüviyetlerini öğ renmek güç oluyordu. Gün geçtikçe Avrupaya firar ederek hüriyet mücadelesine hariçte katılanların miktarı çoğalıyordu. Hariçte teşkilât kuvvetlendik çe seviniyorduk. Sultan Hamit, Istanbuldakileri ha- fiyelerle “takip ettirmekle beraber, hariçtekilerden endişe duyuyordu. Nihayet^Avrupa’daki _kıymeHi^

hürriyet mücahitlerini nasihatla, cazip memu­ riyet tekliflerde, para ile fikirlerinden vazgeçirmek gibi tedbirlere başvurdu. Emeline vusul için, ser ha­ fiye Ahmet Celâlettin Paşayı Parise gönderdi. Bu za

tm sıfatında hafiyelik damgası bulunmakla beraber kalben hürriyetperverlerle beraberdi. Aldığı vazife­ nin Paris’teki tatbikatı, mücahitlerin lehine cereyan etti. O, Paris’teki gençlere hayli yardımda bulundu. Gizli cemiyetin söndürülmesine değil, üremesine hiz met eyledi.

Fransaya kaçanlar Sultan Hamid’in igfalâtma kapılıp dönmediler. Ancak Murat bey gibi Pariste uzun kalamıyarak nadimane dönenler istisna teşkil

evledi.

O günlerde dahildeki teşkilâtın gayretleri şu iki lıedefete toplanıyordu: (1) Tanınmış fikir adamları nı sinesine almak; (2) Bazılarının harice firarım sağlamak... Bu sahadaki mesaiden memnuniyet bahs semereler elde edildi. Bu iste mektep arkadaşlarımız dan Aym tap’lı Mehmed’in büyük himmeti görüldü.

Mehmet Hilmi aslen Adana’lı olmakla beraber, Maarif Nazırı Antepli Miinif Paşanın himayesiyle Mektebi Mülkiyede okuduğu için ad t Antepli kalmış tı. Plattâ mektepteki lâkabı (Tüm Hilmi) dir. Cenup şivesi iktizasınca (bütün) v e y a , (tamam) kelimesini (tüm) tarzında telâffuz etmesi kendisine arkadaş­ ları arasında bu lâkabın verilmesini mucip olmuştu.

Maarif Nazırı Aymtap’lı Münif Paşa dahi, Tüm Hilminin gayretile cemiyete taraftar oldu. Diğer ta­ raftan, Hilmi’nin asıl muvaffakiyetini, Şçyh Zafir’le yeğeni ve biraderi Şeyh Kasım’ın oğlu Zadeğânden Hamit beyi elde etmesi ve Murat beyin Paris’e fira­ rını hazırlamasıdır. (Devamı Var)

\

i

s

!

* s I s > I ««

\

\ \

\

\ V \ \

\

s i s I V i s i s

(10)

x uı iuaıcuiuvn ¿utrjmiAC iiuluio, yivler olması, bayrağımıza ve temsilcilerimize türlü muame­ lelerin reva görülmesi, Türk milletine keder vermektedir. Tito’nun ve Karamanlis’in müg terek ittifakları ellerinin ter­ siyle itmeleri, idarecilerimiz hakkında hafif lisan kullanma lan, yakın tarihimizde böyle şeyleri hatırlamıyanlanmızı ya dırgatmaktadır. Hataları ve ek sikleri ne olursa olsun devlet adamlarımızın yabancı memle keterde, hele dost ve müttefik ülkelerde sevgi ve hürmet gör melerini istemek hakkımızdır. Onun için bir Nuri Sait Paşa­ nın hükümet balkanımızı istih fa f etmesi, temsilcilerimize Beyrutta aleyhte nümayişler yapılması, Ürdünde Devlet baş kanımızın geçtiği yerlerde şid detli karşı tezahürlerin olması Mısırdan bir elçimizin utanç duyulacak bir şekilde dışarı çı karılması, Menderesle Zorlu­ nun Belgraddan dost bir mem eke te yakışmayan havayla u- ğurlanması, - kabahatlerin ve acemiliklerin çeğunun bizde ol duğunu bilmesine rağmen - el­ bet milletimizin ağırm a gitme­ lidir ve elbet gitmektedir.

Evet, Türk milleti dış itibarı mn, komşu memleketlerdeki prestijinin iadesini arzu etmek tedir. Belgraddan Basraya ka­ dar, sarsılan ismimizin, küçüm senen hatıramızın karşılıklı saygıyla yenilenmesini istemek

Atatürk nesUlerinin kutsal hak

i

' M i

i M it ili 1! 8.41 i ! 1! UJ d i l i j I

Eski Ñafia Nazırı

Ali Nünif Yeğe-

na’dan hatıralar

Nakleden: Taka TO BO S Tefrika No: 10

Dışarı

ile temas, içerde gizli yayın

Nihayet verilen karar üzerine, nizamnameyi ' hazırladıktan sonra dahi, Tıbbıyedekilerle nifaka düşmeksizin, işbirliğine devama.karar vererek da­ ğıldık. Toplantımız üç saat sürmüştü.

O akşamdan itibaren harekete geçtim. Avru­ pa’dan gelen gizli beyannameler ve risaleleri tetkik ederek bünyemize uygun bir taslak hazırladım. Bu nizammname tasarısını gizlice Tıbbiye’de İbrahim Temo’ya gönderdik. Onun, Tıbbiyeliler namına, mü talâasım öğrenmek istiyorduk.

İbrahim Temo nizamnameyi uygun buldu. İs- hak Sükûti ve Tıbbıye’lüerin görüşlerini bize getir­ di. İbrahim Temo, nizamnamemizi iade ederken, en tehlikeli ihtimalleri nazara alarak, Çoğala hafiye ta kibatı karşısında bu kâğıdın mektepte ve üzerimde bulundurulmasını ilâve eylemişti. Nitekim bu yüz­ den başımıza felâketler geldi (Bu kısım ileride anla tılacaktır.)

Hazırlanan nizamname tam şeklini aldı. îstan bul’da basılmasına imkân ve fırsat yoktu. Paris’e veya Mısır’a gönderip bastırmak istiyorduk. Bir kopyesini Tıbbiye’den Cevdet vasıtasile harice çı­ karttık. Diğer nüsha nezdimde kaldı.

E V R A K I M UZİH RE İH Z A R V E T E V Z İİ Gizli cemiyetin fikirlerini bütün yurda yay­ mak için iki cepheli çalışıyorduk: (1 ) Paris’de Ahmet Rıza’nm çıkardığı (Meşveret le sair neşriya

tın yurda sokulmasını temin (2) Memleket içinde bazı gazete ve eserler basarak tevzi... Her iki saha da da bütün arkadaşlar feragatle sistemli surette çalışıyordu.

(Meşveret) i imtiyazlı ecnebi postahaneler va sıtasile postrestant olarak getirtiyorduk. Bu mevzu da İtalyan Sefarethanesi ile Salem’in tavassut ve yardımlarını gördük.

Dahüdeki neşriyattan hasıl olan varidatı, Pa- ris’deki arkadaşların geçimine medar olmak üzere yollamak imkânlarını da bulmuştuk. Bununla İs- hak Sükûti meşgul oluyordu.

Yurt dışında ve içinde neşriyat cemiyet taraf­ tarlarım arttırıyordu. Onun için bütün mesaimizi bu cihete tevcih ettik. Evvelâ rahmetli A li Şefkati Beyin eski gazetesi olan (İstikbal) ihya edildi. A h ­ met Rıza da yazıyordu. (Feryad) adlı bir gizli gaze te kuruldu. Bu gazete Îstanbulda basılacak, fakat Paris’de basılıp İstanbul’a geliyormuş gibi bir hüvi yet alacaktı.

Diğer tarftan, Mizancı Murad Beyin (Turfamı Turfanda mı) adlı romanı zadegândan Hamit Be­ yin himmetiyle forma forma bastırıldı. Bunu tevzi de birlikte çalıştığımız, Leskovikli Rauf tevkif olun du. Bu arada hükümet aleyhine yaftalar da ele geç

ti.

rjmre *m r*zm *m w

M Ü L K İY E D E T A K İB A T V E T E V K İF İM

Gizli cemiyetin tarafımdan hazırlanan nizam- j namesini emin bir yerde muhafaza eylemek bir me j sele oldu. Mülkiye’de gizli fikir hareketlerine ilk ka s tılan hamiyetli arkadaşlardan İzmir’li Şevket adın \

da pek güvendiğim bir talebe vardı. Bizden bir sı- ? nıf küçük olmakla beraber, bütün hayatımız birlik j te geçerdi. | Şevket, Nuruosmaniye civarında hemşehrisi o- j lan bir kahveciye devam eder ve kahvenin üzerinde s tedarik eylediği bir odada yatardı. Burasını pek e- { min bulduğumuzdan, cemiyetin nizamnamesini, sak j lamak üzere Şevket’e verdim.

Meğer bu gazino hafiyelerin uğrağı imiş! Şüp- | he üzerine Şevket’in odasını basarak nizamnameyi | ele geçirmişler. Yekdiğerimizle sıkı temasımızı ön- y ceden tesbit ettikleri anlaşılan hafiyelerin Jurnalile | Şevket, Selânikli Osman, Leskovikli Rauf ve ben j tevkif edildik. Hepimizin ayrı ayrı ifadelerine mü- | racaat ettiler. Ayrı hücrelere koydular. Hiç birimiz j birşey söylemedik. Cemiyeti ele vermemek için bu i gibi hafiye takiplerinden inkârı ihtiyar eylemek ön \

ceden verdiğmiz kararlar meyanmda idi.

55 gün mevkuf kaldıktan sonra — Şevket ha- j riç — Tahliye edildik. Mektebe devama başladıksa \

da her hareketimiz tarassut olunuyordu. Nereye gitsek hafiye takibatına maruz kalıyorduk. Şüphe i verici en küçük hareketlerden sakınarak, korku ve

j

itina ile yaşamağa cebrinefs ediyorduk.

Herkes bizden çekiniyordu. Kısacası mimlen- j miştik!

(11)

mercan; Can verir rahat-ı hulknma e

sir-i helva Gelse efsiir<legl-l savm ile hnl-

kunmuna Carı Elde işkembe fener, arkada zenbil-i sahur ö le * faslında şiken harelerin­

dir seyrân Vakt-i imsakteki micmere-1 an

herden Hoştur alüfteye iftarda bir lü

le duban Kadah-i rati-ı giran mertebesi

kevf verir Kahve âşâuia ağır kahve İle

fincan.»

V « hele istiklâl Marşı’nuı büyük şâiri merhum Mehmet A id i Ersoy’un 26 Ağustos 1326 tarihinde yazmış olduğu R a­ mazan şiirinde ise:

«Y a Rab şu muazzam Kama zân hürmetine Kaldır aradan vahdete hâil ne

ise; Y a Rab, şu asırlarca süren tef

rikadan Artık ezilip düşmesin ümmet

ye’se. i M âdâm İd verdin bize bir rûiı

-i nevin, Ya Rab, daha bîr nefha-1 te- yid insin»

rsjmrsA

Hürriyete susamış insanlardık

Eski Nafıa Nazın

Âii Münif Yegs-

na'dan hatıralar

Paris’dekilerin teşkilâtlı olarak çalışmaları îs- tanbuldan firarları arttırıyordu. Cemiyetimiz men­ suplan bunları kolaylaştırmak için feragatle ve her

tiirîü tehlikeleri göze alarak çalışıyorlardı. Aydın Maarif Müdürü Emrullaiı (M aarif N azın merhum Emrullah efendi), Tıbbiyede cemiyete büyük

hiz-Î

- metler eden ve (Derviş Yem a) adiyle anılan Doktor İbrahim Naci ile Doktor Nazım’ın Avrupaya kaçma % larında cemiyet mensuplannın büyük yararlıkian | görüldü.

Muhterem Kariler,

Ömrü olan ve Kaderinde y*- %

GİZLİ CEM İYETİN H ARBİYE YE İNTİK ALİ

Tıbbiyede İbrahim Temo, îshak Sükûti, Asaf Derviş, Cevdet, Nazım, İbrahim, Naci, vesairenin teşkil ettikleri gizli cemiyet ruhunu Mülkiyede de biz ler genişletmiştik. Şimdi bu cemiyet fikrinin, ordu­ nun mihrakı olan Harbiyeye sirayeti lâzımdı. Bunu da hemşehrim Mehmet Hilmi üzerine aldı. Harbiye- de bulunan Şeyh Zafir’in yeğeni Zadegânden Hamit beyi imale eyledi. Leskovikli Rauf da görüşerek ce­ miyetin gayesini açıkladı. Hamit Beyin himmet ve gayretile gizli cemiyetin ruhu fiilen Harbiyeye girdi.

Hamit Beyin cemiyete girmiş olması, cemiyet mensuplarını pek sevindirdi. Herkese neş’e ve kuv­ vet verdi. Mumaileyh hakikaten bir hamiyet timsali oldu. A z zamanda Harbiyede gizli cemiyet ve hürri­ yet fikrinin üremesini temin etti. Kendisine ne^us lu ve teiniz arkadaşlar buldu. Mektepte bu mevzuda

ateşin hareketler başgösterdi. Yaftalar bile talik o- lundu. Cemiyetin Harbiyede kökleşmesinde Binbaşı Batum’lu Mustafa'nın da unutulmaz yardımları ol­

du. „

GİZLİ CEMİYETİN NİZAM NAM ESİ

Mülkiye’de gizli cemiyete intisap edenler gün geçtikçe artıyordu. Bir aralık miktarı 30 — 35 « ba­ liğ oldu.

Tıbbiye ve Harbiye’de artan gizli talebe teşek­ küllerinin bir nizamname ile ve programlı bir suret

te çalışmaları fik ri ortaya atıldı. Yapılacak bu ni­ zamnamenin yalnız mektepler için değil, bütün memlekete şamil bir hüviyet taşıması düşünülüyor du. Bunun lüzumu üzerinde arkadaşlarla fik ir teati sinde bulunduk. Tıbbiyedeki arkadaşlar nizamna­

me yapılması fikrine taraftar olmadılar. Mülkiye’ii ler İsrar eylediler. Hattâ hatırımda kaldığına göre Beyrutlu Emin Arslan, Mülkiyelilerin ayn bir ce­ miyet kurarak faaliyetlerine devam edebilecekleri­ ni ileri sürdü. Bu fikir, ileride bir ayrılığa sebep ola bilir endişesiie Tıbbiyeliler telâşa düştüler. Bunun üzerine Tıbbiyedeki arkadaşlar fikirlerini şu suret

le hülâsa ederek bildirdiler;

Bu gizli cemiyetleri birleştirmek, büyütmek, maksadı tesis ve gayelerini bir nizamnameye bağla mak uygun olur. Ancak, bu sureti hareket hafiyele rin gözlerine hedef verebilir.

Yapılacak bu nizamnamenin yalnız mektepler i- ein değil, bütün memlekete şamil bir hüviyet taşın ması düşünülüyordu. Bunun lüzumu üzerinde ar­ kadaşlarla fikir teatisinde bulunduk. Tıbbiyedeki arkadaşlar nizamname yapılması fikrine taraftar olmadılar. Mülkiye’iiler İsrar eylediler. Hattâ hatı­ rımda kaldığına göre Beyrut’lu emin Arslan, Mül­ k iyetlerin ayn bir cemiyet kurarak faaliyetlerine devam edebileceklerini ileri sürdü. Bu fikir, ileride bir ayrılığa sebep olabilir endişesiie Tıbbiyeliler te­ lâşa düştüler. Bunun üzerine Tıbbiye’deki arkadaş lar fikirlerini şu suretle hülâ3a ederek bildirdiler:

Nihayet bir kır gezintisi bahan esile hep birlikte Anadolu Hisarına gidildi. 20-30 kişi vardık. Muhte­ lif yollardan giderek kasrın civarında toplandık. A- çık havada bütün dertlerimizi, endişelerimizi istikba­ le ait tasavvurlarımızı konuştuk. Konuşmalara namus ve vicdanımıza yemin ederek başladık.

Bizden bir sınıf küçük olan Mithat Şükrü, gizli cemiyetin nizamnamesinin yapılmasını heyeti umu­ miye önünde İsrarla talep etti. Cemiyetin Mülkiye’ de elebaşılarından olan Emin Arslan da cemiyet âzalarının ancak nizamnameyi okumak suretile ço­ ğalabileceğim ileri sürdü. Jönlerin Mısır’da muhar­ riri Bekir Fahri. Selânik’li Mithat, Selânik’li Ahmet de mütaiâlannı bildirdiler.

i

Bu gizli cemiyetleri birleştirmek, büyütmek, maksadı tesis ve gayelerini bir nizamnameye bağla mak uygun olur. Ancak, bu esbabı mucibe üzerinde Tıbbiyeliler musir idiler. Bizimkiler se mutlaka bir nizamnameye taraftar olduklarından bir kongre ak di karargir oldu.

I i » 4 üremesini temin etti. Kendisine n*mus mak uygun olur. Ancak, bu sureti hareket hafiyele de mütaiâlannı bildirdiler. |

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak bir yerde kesin bir sınır çizilebilir; adaletin amaçlanmadığı, adaletin özünü niteleyen eşitliğin pozitif hukuk yapılırken bilinçli olarak yadsındığı yerde

Lai、波士頓科技創 投 MassVentures 副總裁 Jennifer Jordan、以 色列知名新創業師 Rani Shifron、英科智能 台灣區執行長 Artur Kadurin

Tumur-Ochir SANJBEGZ 與邱文達 校長簽約,右為與口腔 醫學院歐耿良院長簽 訂姊妹學院】蒙古國立 大學成立於 1942 年, 擁有近

[r]

Kuzey Carolina’nın Durham ken- tindeki Duke Üniversitesi fizikçilerin- den Allen Johnson ve ekibiyse, dönme kutuplu xenon gazını güçlü mıknatıs- larla birlikte

Rusya in kılâ bının kom iserleri gibi Mec­ lisin m ünferide n in tih ap edeceği zevat olaca ktı.. Heyeti Vekile

de T L ’ nin d ola r sis te ­ minden ayrılarak IM F1 in oluşturduğu SDR (Special Drawing Rights-ö z e l Çek­ me Hakkı) grubuna katıl­ ması ekonomik yönde