• Sonuç bulunamadı

Akut pulmoner embolizmde sağ ventrikül disfonksiyonunun ekokardiyografi ve ÇKBT bulguları ile birlikte değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Akut pulmoner embolizmde sağ ventrikül disfonksiyonunun ekokardiyografi ve ÇKBT bulguları ile birlikte değerlendirilmesi"

Copied!
58
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

DĠCLE ÜNĠVERSĠTESĠ

TIP FAKÜLTESĠ

RADYODĠAGNOSTĠK ANABĠLĠM DALI

AKUT PULMONER EMBOLĠZMDE SAĞ VENTRĠKÜL

DĠSFONKSĠYONUNUN EKOKARDĠYOGRAFĠ VE

ÇKBT BULGULARI ĠLE BĠRLĠKTE

DEĞERLENDĠRĠLMESĠ

UZMANLIK TEZĠ

Dr. Senem BĠLEK

TEZ DANIġMANI

(2)

ĠÇĠNDEKĠLER

Sayfa

ÖNSÖZ……….………... i

KISALTMALAR……… ii

TABLOLAR VE GRAFĠKLER………. iii

ÖZET...………...……….……… iv

SUMMARY...v

1. GĠRĠġ VE AMAÇ………..……….... 1

2. GENEL BĠLGĠLER ………...………... 2

2.1 EMBRĠYOLOJĠ……….2

2.2 PULMONER ARTER ANATOMĠSĠ………....2

2.2.1 Pulmoner arter ………...3 2.2.2 Pulmoner venler ………4 2.2.3 BronĢial arterler ………4 3.PULMONER TROMBOEMBOLĠ ………5 3.1 Epidemiyoloji ………..5 3.2 Etyopatogenez ……….6 3.3 Fizyopatoloji ………7 3.4 Tanı ………..12 3.5 Klinik bulgular ……….13 3.6 Tedavi ………. 15 3.7 Tanı yöntemleri ………16 4. GEREÇ VE YÖNTEM………..…….……….28 5. BULGULAR………..……….…...29

6. RESĠMLERLE OLGU ÖRNEKLERĠ……….……….……. 35

7. TARTIġMA………..……….………..39

8. KAYNAKLAR……...……….43

(3)

ÖNSÖZ

Tezimin hazırlanması ve değerlendirilmesinde ilgi ve yardımları için danıĢman hocam sayın Yrd.Doç.Dr.Cihan Akgül Özmen‘e, uzmanlık eğitimim sürecinde bilgi, deneyim ve yardımlarını esirgemedikleri için Radyoloji Anabilim Dalı BaĢkanı sayın Prof.Dr.AĢur Uyar‘a, sayın Prof.Dr.Aslan Bilici Hocama ve diğer hocalarıma, tüm eğitim hayatım boyunca ve tezimin istatistik çalıĢmalarında büyük yardım ve desteğini gördüğüm sevgili ağabeyim Yrd.Doç.Dr.Ersin Uysal‘a, birlikte çalıĢmaktan mutlu olduğum sevgili asistan arkadaĢlarım ve diğer çalıĢma arkadaĢlarıma, varlığı ve desteği için sevgili eĢim Haluk Bilek‘e ve aileme sonsuz teĢekkürlerimi sunuyorum.

(4)

KISALTMALAR

BT: Bilgisayarlı tomografi

BTPA: Bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi CTPA: Computed Tomography Pulmonary Angiography ÇKBT: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi

DAS: Data acqusition system DVT: Derin ven trombozu EBT: Elektron beam tomografi EKG: Elektrokardiografi KĠ: Kardiak indeks

KOAH: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı MAA: Macroaggregated albumin

MRG: Magnetik rezonans görüntüleme MR TOF: magnetik rezonans time of flight MPR: Multiplanar reformat

MSCT: Multi-slice computed tomography MIP: Maksimum intensite projeksiyon PAB: Pulmoner arter basıncı

PĠOPED: Prospective investigation of pulmonary embolism diagnosis PHT: Pulmoner hipertansiyon

PTE: Pulmoner tromboembolizm PVD: Pulmoner vasküler direnç

SAĞSUPPVEN: Sağ superior pulmoner ven SAĞĠNFPVEN: Sağ inferior pulmoner ven SOLSUPPVEN: Sol superior pulmoner ven SOLĠNFPVEN: Sol inferior pılmoner ven SKD: Sağ kalp disfonksyonu

VKĠ: Vena kava inferior VTE: Venöz tromboembolizm

(5)

TABLOLAR VE GRAFĠKLER

Tablo 1. Venöz tromboz için çeĢitli kalıtsal ve edinsel risk faktörleri Tablo 2. Akut PTE‘nin klinik tabloları

Tablo 3. PTE‘de görülen klinik semptom ve bulguları Tablo 4. PTE‘de klinik sınıflandırma

Tablo 5.1. Ekokardiyografi ve BTPA değerlendirme ile SKD saptanma oranları

Tablo 5-2. Ekokardiyografi ile BTPA değerlendirmede Septum Deviasyonu görülme sıklıkları

Tablo 5-3. BTPA ile SKD saptanan ve saptanmayan olgularda pulmoner ven çaplarının karĢılaĢtırılması

Tablo 5-4. Ekokardiyografi ile SKD saptanan ve saptanmayan olgularda pulmoner ven çaplarının karĢılaĢtırılması

Tablo 5-5. BTPA ile masif PTE tanısı alan ve almayan hasta gruplarının pulmoner ven çapları ile iliĢkisi

Grafik 1. Ekokardiyografi ve BTPA değerlendirme ile SKD görülme sıklık değerleri

Grafik 2- Ekokardiyografi ve BTPA ile septum deviasyonu değerlendirmede SKD tanısı alan ve almayan hastaların sıklık değerleri

(6)

ÖZET

Pulmoner tromboembolizm tanısal yöntemlerdeki geliĢmelere paralel olarak tanı konulma sıklığı giderek artan ve uygun tedavi edilmediği takdirde ölümcül seyredebilen bir hastalıktır.

Akut pulmoner embolizmde; sağ kalp yetmezliği tromboembolik hastalığın Ģiddetini ve trombolitik tedavi seçeneğini belirleyen ve mortaliteyi arttıran önemli bir parametredir. Ekokardiyografi sağ kalp yetmezliğini belirlemede en sık baĢvurulan inceleme yöntemidir. Akut emboli tanısında yaygın olarak ÇKBT kullanılmaktadır. ÇKBT ile aynı zamanda sağ kalp yetmezliğini destekleyen bulguların saptanması nedeniyle ÇKBT etkinliğini ekokardiyografi ile karĢılaĢtırıp akut emboli tanısı ile birlikte sağ kalp yetmezliği bulgularını da eĢ zamanlı olarak klinisyene rapor ederek zaman ve ekonomik açıdan faydalı olup olunamayacağını araĢtırmayı amaçladık.

Aralık 2006 ile Ağustos 2009 tarihleri arasında pulmoner emboli ön tanısı ile Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalına pulmoner BTA tetkiki isteği ile gönderilen ve BTPA değerlendirmesi sonucu pulmoner emboli tanısı alan ve dosyalarında ekokardiyografi bulguları mevcut olan 91 (36 erkek,55 kadın) hasta dahil edilmiĢtir. ÇalıĢmaya dahil edilen 91 hastanın yaĢ ortalaması 53.69 (15-88 yaĢ) idi. Kadınların yaĢ ortalaması 57, erkeklerin yaĢ ortalaması 54.4 idi. Tüm incelemeler BTPA protokolü ile çekim yapılan hastalarda retrospektif olarak yapılmıĢtır.

Hastalarda ÇKBT ile sağ kalp yetmezliğini destekleyen bulgular ile (midventriküler iç çap oranının 1‘in üzerinde olması ve interventriküler septumda sola deviasyon) ekokardiografik bulgular arasında istatistiksel olarak korelasyon varlığı araĢtırılmıĢ ve sonuç anlamlı bulunmuĢtur. BTPA incelemede sağ kalp disfonksiyonu açısından pozitif hastalar ile negatif hastaların pulmoner ven çaplarının ortalamaları arasında farklılık olup olmadığına bakılmıĢ ve farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıĢtır.(p>0,05)

Benzer Ģekilde BTPA inceleme ile ekokardiografik incelemede sağ kalp disfonksiyonu negatif hastalar ile pozitif hastaların pulmoner ven çap ortalamalarının istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edilmiĢtir. (p>0.05)

Anahtar kelimeler: pulmoner tromboembolizm, çok kesitli bilgisayarlı tomografi, ekokardiyografi

(7)

SUMMARY

Pulmonary thromboembolism (PTE) is a sickness that diagnosing rate is getting increase in parallel with developments of diagnosing methods and if it is not proper cured that can cause death.

Right heart failure is an important parameter that determine to the violence of thromboembolitic sickness, thrombolytic curing method and increasing mortality in acute PTE. Echocardiography is most frequently applied examination procedure of diagnosing for right heart failure. Multi-slice computed tomography (MSCT) is widely used for diagnosing acute embolism. In this research, after comparing of MSCT effectiveness together with echocardiography because of the detection of signs supporting the right heart failure with MSCT, and also together with the diagnosis of acute embolism and signs of right heart failure is reported to clinicians on the same time, we aimed to investigation of whether the time and economically beneficial of those comparisions.

Between December 2006 and August 2009, patients with the suspicion of PE were subjected to CTA with preliminary PTE diagnosis at our instution. After Computed Tomography Pulmonary Angiography (CTPA) examination and evaluation of the request sent from the field as a result of the diagnosis of pulmonary embolism in 91 patients (36 male, 55 female) were included. The mean age of 91 patients were found as 53.69 (min. 15 – max. 88 years old) in the study. Also, mean ages for female and male patients were found as 57 and 54.4 years, respectively.

All examinations were evaluated retrospectively in patients undergoing shooting with Multi-Slice Computed Tomography Angiography (MSCTA) protocol. In patients, the presence of statistical correlation between signs that support the right heart failure with MSCT (midventriküler inner diameter ratio is above 1, and to the left deviation at the interventricular septum) and echocardiographic findings were investigated and the result was found statistically significant. During CTPA examination, differences between the mean diameters of the pulmonary vein of positive and negative patients in terms of right heart dysfunction were evaluated and differences were not found statistically significant (p>0,05).

Similarly, during CTPA and echocardiographic examination, differences between the mean diameters of the pulmonary vein of positive and negative patients in terms of right heart dysfunction were evaluated and differences were not found statistically significant (p>0,05).

(8)

Keywords: Pulmonary thromboembolism (PTE), Multi-slice computed tomography (MSCT), echocardiography

(9)

1.GĠRĠġ VE AMAÇ

Pulmoner tromboembolizm (PTE); pulmoner arter veya dallarının sistemik derin venöz sistemden kaynaklanan trombüs ile tıkanması sonucu geliĢen bir hastalık durumudur. Derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner embolizm (PTE) birlikteliği venöz tromboembolizm (VTE) olarak ifade edilmektedir (1).

Son yıllarda, tanı yöntemlerinde geliĢmelere bağlı olarak PTE tanı sıklığında ve yeni tedavi yaklaĢımlarının uygulanmasında artıĢ izlenmiĢtir. Kardiyovasküler hastalık nedenli ölümler içerisinde koroner arter hastalığı ve inmeden sonra 3. sırada yer almaktadır (2).PTE genellikle 40-45 yaĢlarından sonra daha fazla görülmekle birlikte, ileri yaĢlarda daha fazla görülebilmektedir (2). PTE‘nin yıllık insidansı 23-69/100000 olduğu tahmin edilmektedir (2).

PTE‘ye bağlı ölüm en sık ilk 3 ayda görülmektedir. PTE tanısı konulamayan hastalarda mortalite %30‘lara çıkarken, doğru tanı konulup uygun tedavi verilen olgularda bu oran %3‘lere kadar düĢmektedir (3). Son zamanlarda özellikle eriĢim kolaylığı nedeniyle kontrastlı spiral bilgisayarlı tomografi (BT) anjiyografi akut PTE Ģüphesi durumunda giderek kullanımı artmakta olan bir tanı yöntemidir. Bu tanı yöntemi pulmoner arter yatağındaki subsegment düzeye kadar trombüsü doğrudan gösterebilir. Dedektör sayısı arttıkça BT‘nin subsegment ötesindeki periferik trombüsleri saptamadaki duyarlılığı artmaktadır. En önemli katkıları: hızı, aynı zamanda derin ven trombozunu göstermesi ve hastanın klinik durumunu açıklayacak alternatif pulmoner patolojileri göstermesidir (1, 3).

Ekokardiyografi günümüzde PTE tanı algoritmalarında özellikle masif ve submasif PTE Ģüphesi olan hastalarda ilk yapılması gereken tanısal iĢlem olarak yer almaktadır. Ekokardiyografi PTE‘nin erken tanısı dıĢında hastalığın takibinde ve özellikle de tedaviye rağmen ileri aĢamada geliĢebilecek kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon gibi komplikasyonların erken saptanmasında önemli yer tutmaktadır (4).

Bütün bu bilgilerin ıĢığında; akut pulmoner embolizmde; sağ kalp yetmezliği tromboembolik hastalığın Ģiddetini ve trombolitik tedavi seçeneğini belirleyen ve mortaliteyi arttıran önemli bir parametredir. Ekokardiyografi sağ kalp yetmezliğini belirlemede en sık baĢvurulan inceleme yöntemidir. Akut emboli tanısında yaygın olarak ÇKBT kullanılmaktadır. ÇKBT ile aynı zamanda sağ kalp yetmezliğini destekleyen bulguların saptanması nedeniyle ÇKBT etkinliğini ekokardiyografi ile karĢılaĢtırıp akut emboli tanısı ile

(10)

birlikte sağ kalp yetmezliği bulgularını da eĢ zamanlı olarak klinisyene rapor ederek zaman ve ekonomik açıdan faydalı olup olunamayacağını araĢtırmayı amaçladık.

2 GENEL BĠLGĠLER

2.1 EMBRĠYOLOJĠ

Brakiyal arkuslar geliĢimin 4-5. haftalarında oluĢurlar. Her arkus kendi kraniyal sinirini ve aortik arkus olarak bilinen arterini alır. Bu arterler trunkus arteriyozusun en distal kısmı olan aortik keseden geliĢirler. Trunkus arteriyozusun aortikopulmoner septum tarafından bölünmesi, kalbin çıkıĢ kanalını ventral aorta ve pulmoner arter olarak ikiye ayırır. Pulmoner arkus olarak da bilinen 6'ıncı aortik arkus, geliĢmekte olan akciğer tomurcuğuna doğru büyüyen önemli bir dal verir. Sağ tarafta, proksimal kısım sağ pulmoner arterin proksimal segmenti haline dönüĢür. Bu arkusun distal kısmı dorsal aorta ile iliĢkisini kaybederek yok olur. Sol tarafta distal kısım intrauterin yaĢam boyunca duktus arteriyozus olarak kalır (5, 6).

2.2. PULMONER ARTER ANATOMĠSĠ

Akciğerin arteriyel sistemi pulmoner ve bronĢial arteriyel sistemden oluĢmakta olup bu iki sistem arasında kısmi bağlantılar mevcuttur. BronĢiyal sistemin esas olarak besleyici fonksiyonu vardır. Ġki taraflı bronĢiyal arterler inen aortadan köken alırlar ve seyirleri boyunca bronĢlara eĢlik ederler. Perihiler bölgelerde kan bronĢiyal venler yolu ile azigos-hemiazigos sistemine drene olur. Akciğer periferinde, bronĢiyal arterler perialveolar kapiller ağa açılırken iki vasküler sistem arasında bir anastomoz oluĢturur (7). Pulmoner sistem pulmoner arterler, perialveolar kapillerler ve pulmoner venleri içerir.

Sağ kalpten pompalanan deoksijenize kan pulmoner sisteme girer, pulmoner kapillerlerde oksijenize olarak sol kalp tarafından sistemik dolaĢıma pompalanır. Fonksiyonel olarak pulmoner vasküler sistem 5-20 mmHg arasında değiĢen basıncı ile sistemik venöz basıncı andırır. Bu basınç, pulmoner damarların yüksek kompliyansı nedeni ile sistemik arterlerden belirgin derecede düĢüktür . Dinlenme durumunda bir eriĢkinde akciğerlerden geçen kan akım hızı yaklaĢık 5 litre/dakika'dır. Dinlenme durumunda akciğer kapillerlerinin sadece %25'i perfüze olur. Egzersiz sırasında kalp debisi artar, buna karĢılık daha fazla kapiller ve büyük damarlar dilate olur. Böylece pulmoner arteriyel basınçta sadece hafif bir artıĢ olur.

(11)

Pulmoner damar kompliyansı akciğerlerde mevcut normal ortostatik perfüzyon gradiyentinden (ortostatik kaudalizasyon) sorumludur. Ayakta ve derin inspiryumda akciğer apeksinden bazallere doğru artan bir perfüzyon gradiyenti vardır. Bu durum radyolojik olarak bazal zonlarda daha dilate vasküler gölgeler olarak kendini gösterir. Çünkü hidrostatik basınç bazalde apeksten daha yüksektir ve bazal damarlarda daha fazla dilatasyona neden olur. Ekspiryumda damarlar akciğer intrensek ağırlığı ile komprese olurlar ve hidrostatik basınç etkisi elimine olur. Bazı patolojik durumlarda (örneğin pulmoner venöz hipertansiyon) normal ortostatik perfüzyon gradiyenti kaybolur ve perfüzyon geçici olarak üst zonlara yönlendirilir (7).

2.2.1 Pulmoner arter

Pulmoner arter, pulmoner kapaktan baĢlar ve perikardiyumun içerisinde sağ ve sol dallarına ayrılır. Hilusa girmeden önce üst lob dallarını verir. Pulmoner arterler akciğer içerisinde bronĢlar ile birlikte seyreder ve bronĢlara paralel olarak dallanır. Pulmoner arterler ortalama 28 kez dallanma gösterirler. Terminal ve respiratuar bronĢiyol düzeyinde 6'ıncı kuĢak arter yaklaĢık 300 μm çapındadır (8).

Ana pulmoner arter, pulmoner semilunar kapak ile sağ ventrikülün pulmoner konusundan ayrılan kısa geniĢ bir damardır. Yukarı doğru ve hafif medial-posterior seyirle sağ ve sol pulmoner arterlerin bifurkasyosuna uzanır. Ana pulmoner arter bifurkasyosunda açı 100-180° arasında değiĢir.

Ana pulmoner arter çapı 28 ± 3 mm'dir. Santral pulmoner arterlerin normal çap sınırları sağda 18.7 ± 2.8 mm, solda 21± 3.5 mm arasında değiĢir. Sağ ve sol ana damarların toplam çapı ana pulmoner arter çapından büyüktür. Ana pulmoner arter ve dallarının çapı sistol ve diastolde değiĢir. Dotter, pulmoner arter çapında ilerleyen yaĢlarda hafif artıĢ olduğunu bildirmiĢtir (9,10).

Sağ pulmoner arter, horizontal olarak hafifçe aĢağı doğru uzanır, sağ akciğer hilusunu geçerek ilerler, asendan ve desendan dallarına ayrılır. Asendan aortanın, superior vena kava ve sağ üst lob pulmoner veni arkasında, trakea bifurkasyonu ile özofagus önünde uzanır (9,10).

Sol pulmoner arter ana pulmoner arterin devamı olarak superior-posteriora ve sol akciğer hilusunda sola ve aĢağı doğru döner. Desendan aorta önünde ve arkus aorta kavsi aĢağısında, ligamentum arteriyosum ile bitiĢik olarak uzanır (9,10). Pulmoner arter segmental

(12)

dalları her iki tarafta, sık varyasyonlar görülmekle birlikte, genellikle segmental bronĢları takip eder. Her segment için segmental dallarına ayrılmayabilir veya iki dal tek bir lob ya da segmental bronkus ile iliĢkili olabilir. Periferal pulmoner arteriyel dallar bronĢiyal ağaçtan daha fazla sayıdadır (9,10).

Segmental arterler ve dalları perifere gittikçe derece derece incelir. Arteriyel dallanma iki tiptir; bifurkasyonel dallanmada, benzer çapa sahip iki dal 10-60°'lik bir açı ile ana arterden ayrılır. Kollateral dallanmada, trunkuslar farklı çapta iki dala ayrılır, büyük olan dal ana trunkus yönünde ilerler. Diğer küçük dallar 30-80°'lik açı ile ayrılır. Her iki tipte de dalların toplam çapı trunkusun çapını aĢar (9,10).

2.2.2 Pulmoner venler

Sağ akciğer venöz kanını süperiyor ve inferiyor pulmoner venler taĢır. Superior pulmoner ven apikal, anterior, posterior ve lateral-medial segmental venlerden oluĢan orta lob veninin birleĢmesiyle oluĢur. Orta lob veni sol atriyuma veya inferiyor pulmoner vene ayrı olarak da açılabilir. Ġnferior pulmoner ven, süperior ve bazal pulmoner venin birleĢmesiyle oluĢur. Bazal pulmoner ven ise süperior bazal ve inferior bazal venlerin birleĢmesi ile meydana gelir. Sol akciğer superior ve inferior pulmoner venler ile drene olur.Superior pulmoner ven apikoposteriyor, anterior segmental venler ve lingular venin birleĢmesi ile meydana gelir. Ġnferior pulmoner ven superior ve bazal pulmoner venin birleĢmesi ile oluĢur. Bazal pulmoner veni superior bazal ve inferior bazal pulmoner venler oluĢturur. Superior ve inferior pulmoner venler sol atriyuma ayrı ayrı açılabileceği gibi birleĢerek de açılabilirler. Bazen orta lob veni veya diğer segmental venler sol atriyuma bağımsız olarak açılabilir (11).

2.2.3. BronĢiyal arterler

BronĢiyal arterler pulmoner arter dallarından daha incedir. Ġnen aorta, internal mammariyan arter ve üst interkostal arterlerden çıkarlar, bronĢları takip eder ve bu yapıların duvarında dağılırlar. Alveol duvarlarında pulmoner arter ile bronĢiyal arter arasında kapiller anastomoz vardır (12).

2.2.4. BronĢiyal venler

BronĢiyal venler iki ayrı sistem oluĢtururlar. Derin bronĢiyal venler bronĢiyal arterlerin karĢılığıdır, yer yer pulmoner venlerle anastomoz gösterirler ve bir ana pulmoner venle birleĢip sol atriyuma dökülürler. Yüzeyel bronĢiyal venler ise visseral plevra, akciğer

(13)

dıĢı hava yolları ve hiler lenf bezlerini drene ederler. Bunlar sağda azigos vene, solda hemiazigos ve üst interkostal venlere açılırlar (12).

3.PULMONER TROMBOEMBOLĠ (PTE)

PTE, ilk kez 1819 yılında Laennec tarafından pulmoner apopleksi olarak tanımlanmıĢ olup bu konudaki ilk olgu 1837 yılında Helie tarafından sunulmuĢtur. 1829‘da Cruveilhier pıhtıyı, 1842‘de Rokitansky hemorajik infarktüsü tanımlamıĢtır. 1846‘da von Virchow venöz trombozis ile pulmoner emboli iliĢkisini açıklamıĢ ve ‗emboli‘ terimini kullanmıĢtır.1872 yılında Conheim emboli ve infarktüsü tanımlamıĢtır. Ġlk radyografik tanımlama ise 1922 yılında Wharton ve Pierson tarafından göğüs radyografisi ile olmuĢtur. Bu tarihten itibaren PTE tanısında radyolojik yöntemler giderek önemli rol oynamaya baĢlamıĢtır (13).

PTE, pulmoner arteryel ağacın, bütününün veya bir bölümünün çeĢitli maddelerle tıkanmasıdır. Bu maddeler venöz sistemde oluĢan trombüs veya nontrombotik sebeplere bağlı olabilir. Nontrombotik nedenler; sistemik hastalıklar (Behçet hastalığı, SLE gibi), travma sonrası yağ partikülleri, venöz kateterizasyon sonrası kateter parçaları, travma embolisi, cerrahi ve giriĢimsel iĢlemler sırasında hava embolisi, doğum sonrası amniyon sıvısı, çeĢitli tümörler ve daha az sıklıkla metalik cıva, lenfanjiyografi sonrası iyodinat yağ embolisi ve kist hidatik gibi parazitlerdir. Bu az rastlanılan formların hepsi birlikte tüm embolilerin %1 kadarını oluĢturur (14).

3.1Epidemiyoloji:

PTE, morbidite ve mortalitesi yüksek olan bir hastalıktır. Ülkemizde tromboembolik hastalık insidansını bildiren istatiksel bir çalıĢma yoktur. Tromboembolik hastalık ve buna bağlı ölüm riski yaĢla beraber artar, 55 yaĢ üstü erkeklerde kadınlara nazaran daha fazla görülür. Hastalığın insidansında etnik faktörler de önemlidir. Siyah ırkta beyazlara nazaran daha fazla görülür (10, 13, 15, 16,).

Bugün PTE‘nin etkin tedavisi bulunmaktadır ve bu nedenle erken tanı son derece önemlidir. PTE kliniği sessiz formdan, masif emboli nedeniyle ölümle sonuçlanabilen klinik tablo arasında geniĢ bir yelpaze gösterir. Bu olguların erken tanı ve tedavileriyle, mortalite azalmıĢ ve yeni embolilerin geliĢimi engellenmiĢ olur.

(14)

3.2 Etyopatogenez:

PTE primer bir hastalık değildir. Venöz dolaĢımda (özellikle alt ekstremite derin venöz sistemde) ve sağ kalp endotel yüzünde oluĢan trombozisin bir komplikasyonudur. Alt ekstremite DVT‘u PTE‘nin %90‘ından fazlasından sorumludur. Venöz tromboz için çeĢitli kalıtsal ve edinsel risk faktörleri tablo 1‘de gösterilmiĢtir (17, 18).

Yoğun bakım ünitelerinde santral venöz kateterizasyon uygulamalarının artması ile üst ekstremitede venöz trombüs sıklığı artmıĢtır. Özellikle fatal ve ciddi PTE olgularında yapılan otopsi çalıĢmalarında DVT lokalizasyonunun çoğunlukla alt ekstremitede dizin proksimalinde

Tablo I. Venöz tromboz için çeĢitli kalıtsal ve edinsel risk faktörleri A- Kalıtsal risk faktörleri:

Anti-trombin III eksikliği Protein C yetmezliği Protein S yetmezliği Kalıtsal disfibrinojenemi

Plazminojen ve plazminojen aktivasyon hastalıkları B- Edinsel risk faktörleri:

Lupus antikoagulanı Nefrotik sendrom Paroksismal noktürnal hemoglobinüri Kanser

Staz Ġleri yaĢ Östrojen tedavisi Sepsis Ġmmobilite Felç Polisitemia rubra vera ġiĢmanlık

(15)

olduğu saptanmıĢtır. PTE'li hastaların %70'inde embolik süreçten, pelvis ve uyluktaki derin venlerde oluĢan trombüsler sorumludur. Tümörlerden salınan bazı maddelerin kanın koagülasyon hızını artırarak, fibrinolitik aktivitesini azaltarak ve endotel yüzeyini değiĢtirerek trombüs oluĢumunu etkilediği bildirilmiĢtir. Benzer Ģekilde gebelik sırasında salınan hormonlar da kanda fibrinolitik aktiviteyi ve anti-trombin III'ü azaltarak, koagülasyonda rol oynayan faktörlerin konsantrasyonunu artırarak tromboza eğilimi artırır.

Bazı hastalar septik PTE riski altındadır. Septik emboli kaynakları; infekte sağ kalp kapakları, periferal septik tromboflebitler ve santral venöz kateterlerdir (19, 20, 21).

3.3 Fizyopatoloji:

PTE birçok ciddi pulmoner ve kardiyak etkilere yol açabilir. Ortaya çıkabilecek fizyopatolojik ve klinik etkiler tıkanan pulmoner arter yatağının geniĢliği, tromboembolinin akciğerde oluĢturacağı sekonder değiĢiklikler (lokal nörohumoral maddelerin salınımı, reseptörler aracılığıyla refleks nöral mekanizmanın iĢleyerek akciğer ve dolaĢıma etkileri) ve hastanın PTE öncesi kardiyopulmoner rezerv durumuna bağlıdır.

3.3.1 PTE’de akciğerde geliĢen fizyopatolojik değiĢiklikler:

Pulmoner vasküler yatağa trombüs yerleĢmesini takiben pulmoner vasküler direnç (PVD) artar. Bu etkilenimde, baĢlatıcı ve belirleyici olan mekanik tıkanma olsa da pulmoner arteriyel yataktaki direnç artıĢı trombüs boyutunun ötesinde olur; çünkü trombüs üzerine yığılan trombositlerden, hasarlı endotel hücrelerinden ve akciğerdeki mast hücrelerinden çeĢitli nörohümöral maddeler (seratonin ve diğer maddeler) salınır. Bu vazokonstrüktör maddeler pulmoner yatakta spazm yaparak hem PVD‘in artmasına katkıda bulunurken, hem de pulmoner yatakta dolaĢımı azaltarak ventilasyonun devam ettiği alanlarda ventilasyon-perfüzyon dengesinin bozulmasına yol açarlar. Bu nörohümöral maddeler aynı zamanda damar duvarlarındaki reseptörleri etkileyerek refleks yolla da vazospazma katkıda bulunur (22).

OluĢan PVD artıĢının fizyopatolojik sonuçları trombüsle tıkanan yatağın geniĢliğine ve önceki kalp-akciğer fonksiyonlarının kapasitesine bağlıdır. Eğer trombüs boyutu küçük ve alttaki kalp-akciğer kapasitesi normal ise klinik düzensizlik olmaz. Halbuki kalp-akciğer hastalığı nedeniyle pulmoner arter basıncı zaten yüksek olan hastalarda, büyük boyutta olmayan trombüslerle damar tıkanmaları bile pulmoner hipertansiyonun ciddi boyutlara ulaĢmasına yol açabilir. PTE‘den ölüm, genellikle ani pulmoner arter basınç yüksekliği ve

(16)

yüksek PVD geliĢiminin yol açtığı akut sağ ventrikül yetmezliği ile iliĢkilidir. Sağ ventrikül önündeki yük aniden artarak sağ ventrikülün daha yüksek basınç üretmek zorunda kalmasına yol açar. Ancak ventrikülün bu çabasına rağmen pulmoner arteriyel yataktan geçerek pulmoner venlere dökülecek kan miktarı, PVD artıĢı nedeni ile azalabilir. Böylece kardiyak kan atım hacmi (kardiyak output) düĢebilir. PTE sonrası kardiyak kan atım hacmi düĢerse, azalan kardiyak kan atım hacmine bağlı olarak mikst venöz karıĢım artar; mikst venöz oksijen içeriğinde azalma olur. Bu da arteriyel-venöz oksijen farkında artmaya neden olur. Ciddi boyutta sağ ventrikül ve atriyum basınç artıĢlarında foramen ovale de açılabilir. PTE sonrası akciğerde ekstravasküler su miktarı artar. Bu artıĢın mekanizmaları halen net olarak bilinmemekle birlikte pulmoner arteriyel yataktaki üç değiĢikliğin sorumlu olduğu düĢünülmektedir (22).

1. Pulmoner kapillerlerde geliĢen hiperperfüzyon.

2. Nörohümöral ve refleks mekanizmalarla tıkanmamıĢ pulmoner arteriyel yatakta da geliĢen hipertansiyon.

3. Endotelyumda hasar sonucu açığa çıkan maddeler.

Akciğer ödemi bulguları olan hastalarda, hasta eğer PTE için risk faktörü taĢıyorsa, mevcut tablonun masif bir tromboemboli olup olmadığı iyi bir Ģekilde değerlendirilmelidir.

Kardiyojenik pulmoner ödem zannedilerek verilecek zorlu diüretik tedavisi, masif PTE‘de kardiyak kan atım hacmini daha da azaltacak ve sonuç mortal olacaktır. Bu tip bir tablo (akciğer ödemi) ile baĢvurmuĢ, ancak altta PTE için risk faktörü öğrenilemeyen hastalarda da, uygun antiödem tedaviye erken cevap alınamaz ve hasta gittikçe kötüleĢirse, masif tromboemboli göz önünde bulundurulmalıdır (22).

PTE geliĢimini takiben akciğer parankiminde bir dizi fizyopatolojik değiĢiklik oluĢur: Tıkanan damar yatağının beslediği akciğer dokusunda perfüzyon kesilip, ventilasyon devam ettiğinden ‗alveoler ölü boĢluk alanı‘ doğar.

1-Hipokseminin de katkıda bulunduğu ancak nedeni tam belli olmayan bir ‗hiperventilasyon‘ geliĢir. Gerek hiperventilasyon, gerekse ölü boĢluk ventilasyonu sonucu ‗alveoler hipokapni‘ oluĢur. Alveollerde oluĢan hipokapni ve kesilen pulmoner dolaĢım nedeniyle obstrüksiyon distalinde bronkokonstrüksiyon ve alveoler kollaps eğilimi geliĢir.

(17)

2-Tromboemboliyi takiben obstrüksiyon distalindeki alveoler alanda sürfaktan yapımı bozulur; bu da alveoler kollaps ve alveoler ödeme yol açar. Ventilasyon alanlarının kaybı ile ventilasyon perfüzyon dengesinin bozulduğu akciğer alanları doğmuĢ olur.

3-Ventilasyon perfüzyon kayıp alanları yaygın ise akciğerin total difüzyonunda da azalma olabilir.

Sonuçta akciğerlerde dinamik kompliyans azalır, hastada hiperventilasyon, hipoksemi ve hipokapni vardır. Alveolo-arteriyel oksijen farkı artmıĢtır. PTE sırasında irritan ve jukstakapiller reseptörler, nedeni bilinmeyen bir Ģekilde uyarı alarak vagus siniri ile oluĢturulan refleks yolla hiperventilasyona katkıda bulunurlar (22).

PTE‘nin etkilediği akciğer alanında enfarktüs geliĢmesinin ön Ģartı o akciğer bölgesine giden kanın yani oksijen naklinin tamamen durması gereğidir. Akciğer dokusu bilindiği gibi üç kaynaktan oksijen temin eder: 1.Ventilasyon, 2.Pulmoner dolaĢım, 3. BronĢiyal dolaĢım.

PTE sırasında ilk iki kaynak durur. Ancak bronĢiyal dolaĢım sistemik dolaĢımdan kanlandığından etkilenen bölgeyi beslemeye devam eder. Ancak bu üç kaynağın da yetersiz olduğu hastalarda akciğer infarktı geliĢebilir. Dolayısıyla PTE eĢliğinde infarktın geliĢmesi önceden kalp-akciğer hastalığı olan, bu nedenle bronĢiyal dolaĢımın, ventilasyonun ya da her ikisinin de durduğu hastalarda beklenir (22).

PTE sonrası, yaĢayan hastalarda pulmoner artere yerleĢen trombüsün rezolüsyonu, venlerdeki gibidir. Genellikle ilk hafta içinde, ilk 72 saatten itibaren baĢlayan fibrinolizis ve rekanalizasyon olur. Tam rekanalizasyon 4-8 haftaya uzanır. Rekanalizasyon sırasında damardan kanın geçmesi için tıkanan alanın %20‘sinin açılması yeterlidir (22).

3.3.2 PTE’de kardiyovasküler sistemde geliĢen fizyopatolojik değiĢiklikler: PTE'deki hemodinamik değiĢimler olayın baĢlangıcından çok kısa bir süre içinde (24– 36–48 saat sonra) yapılan sağ kalp kateterizasyonu veya elektrokardiyografi(EKG) ile gösterilmiĢtir. Akut PTE'de sağ kalp yükü artar. PVD ve ortalama pulmoner arter basıncı (PAB) ve kardiyak indeks (KI) parametrelerinde değiĢmeler olur (19, 21).

(18)

Akut pulmoner embolide hemodinamik değiĢiklikler iki faktörden etkilenmektedir: 1.Hastanın pulmoner emboli öncesi kardiyopulmoner durumu:

Pulmoner embolinin hemodinamik etkilerini yaygın akciğer hastalığına sahip olgularla sol ventrikül ve sol atriyumla ilgili patolojiye bağlı pulmoner hipertansiyonlu olgular tolere edemezler ve küçük emboliler ağır hemodinamik sonuçlar oluĢturabilir. Ortalama PAB artmasıyla sağ ventrikül yükü artar, sağ ventrikül end diyastolik basıncı yükselir, koroner perfüzyon için kritik denge oluĢur. Sistemik pO2 azalmıĢ ise sağ ventrikül iskemisi ve aritmiler ile kalp debisi azalır. Diğer yandan PTE'de PVD artması, sağ ventrikül ön-yük ve basıncını artırarak interventriküler septumun sol ventriküle doğru yer değiĢtirmesine neden olur. Böylece perikard zorlanması, sol ventrikül arka-yükünün azalması, sistemik dolaĢımın bozulması sonucu koroner perfüzyon azalır, miyokard iskemisi ve sirkülatuvar kollaps oluĢur.

Sonuç olarak kardiyopulmoner rezervi bozuk olan hastalarda küçük periferik emboliler ciddi kardiyovasküler problemler ile sonuçlanabilir.

2.Pulmoner vasküler yatağın obstrüktif nedenlerle azalması:Akut PTE'de mekanik obstrüksiyonla pulmoner vasküler yatağın kesit alanı azalır,ortalama PAB ve ortalama PVD artar. Böylece sağ ventrikül afterloadı artar ve sağ ventrikül dilatasyonu oluĢur. PVD‘i arttırıcı konstrüksiyon yapan faktörler de (örneğin bronkokonstrüksiyon ve vazokonstrüksiyona neden olan serotonin, tromboksan gibi vazoaktif aminler) PTE oluĢumunda rol oynar.

Akut PTE'de pulmoner hipertansiyon (PHT) oluĢumunda;

a) Mekanik obstrüksiyonun yaygınlığı ana faktördür. Pulmoner vasküler yatağın mekanik obstrüksiyonla %50'den fazlasının tutulmasıyla PHT meydana gelir.

b) Pulmoner arteriyokapiller yatağın kapasitesi de önemlidir. Vasküler kapasitede azalma, pulmoner kan akımına karĢı rezistansı arttırır. Sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonu azalır, sağ ventrikül end diyastolik basıncı artar. Pulmoner arter sistolik basıncın 40 mmHg üzerine çıkmasıyla akut pulmoner hipertansiyon, 'akut kor pulmonale' oluĢur (19, 21).

Kronik tromboembolik PHT’ta hemodinamik değişiklikler: Kronik tromboemboli insidansı tam olarak bilinmemektedir. Kronik persistan PTE aylar, yıllar içinde tekrarlayan mikroembolilerle oluĢur. Pulmoner arter trombüsü lizise uğrayarak tamamen ortadan kalkabilir, organize olarak değiĢik derecelerde vasküler oklüzyona neden olabilir. Hastalarda sıklıkla PHT geliĢir, sağ ventrikül yükü artar, sağ ventrikül yetmezliği ve hipertrofisi ile

(19)

'kronik kor pulmonale' oluĢur. Bu olgularda pulmoner mikrosirkülasyonunun duyarlı indeksi pulmoner kapiller kan hacminin ölçümüdür. Arteriyel hipokseminin rolü PVD ve ortalama PAB artmasında çok fazladır. Hipoksi ile arterlerin mediyasında hipertrofi, intimasında kalınlaĢma ve bağ doku artıĢı olur. Kronik PTE'nin tanı ve tedavisi mortaliteyi ve rekürrensleri engeller; özellikle fibrinolitik tedavi tekrarlayan embolilere bağlı ölümleri önler. Uzun süreli antikoagülan tedavi kronik persistan pulmoner embolide semptom ve klinik bulguların oluĢumunu engeller. Bu olgularda yapılan tromboendarterektomi ve akciğer transplantasyonu dramatik, fonksiyonel hemodinamik düzelme sağlar (19, 21, 23).

3.3.3 Parankimal ve plevral değiĢiklikler:

PTE‘de görülen parankimal değiĢiklikler; pulmoner infarkt, pulmoner hemoraji, konsolidasyon, nodüller ya da kaviter lezyonlar, atelektazi ve plevral effüzyondur. PTE'de tıkanan pulmoner arterin distalindeki akciğer parankiminde hemorajik nekroz geliĢimi ile pulmoner infarkt oluĢur. Bununla birlikte PTE infarkt olmaksızın hemoraji ile sonuçlanabilir.

Pulmoner infarktın bulunmadığı postembolik alveolar hemoraji genellikle bir hafta içinde rezorbe olur. Bununla birlikte pulmoner infarktın gerilemesi 3- 5 haftadan uzun sürer. Pulmoner infarktlar tamamen rezorbe olabilir ya da komĢu plevrada kalınlaĢmanın eĢlik ettiği fibröz bir skar olarak kalabilir (24). Pulmoner infarktüs oluĢumunda tıkanan damarın çapı, etkilenen bölgenin geniĢliği, o bölgedeki ventilasyon ve akciğerin perfüzyonu etkilidir. Bu tablo özellikle belirgin kalp akciğer hastalığı (bronĢiyal kollateral dolaĢım bozukluğu, sol ventrikül disfonksiyonuna bağlı pulmoner hipertansiyon) olan kiĢilerde meydana gelir (19).

Plevral sıvı PTE'de sık görülen bir bulgudur. Genellikle hemen geliĢir, unilateral ve az miktardadır. Effüzyon sıklıkla hemorajik olup muhtemelen akciğer nekrozu sonucu oluĢan inflamasyon ile iliĢkilidir (24).

BT anjiyografide pulmoner tromboembolinin bulguları: Pulmoner tromboembolinin BT bulguları iki kategoride değerlendirilebilir: vasküler değiĢiklikler ve parankimal değiĢiklikler. Akut PTE'de spiral BTA kriterleri klasik anjiyografik bulguların tomografik karĢılığıdır. Primer vasküler bulgu, pulmoner arterlerde (kısmi/tam dolum defekti ve railway track bulgusu gibi) intraluminal dolum defektidir.

Akut PTE olgularında BT kesitlerinde en güvenilir bulgu, arter içinde çevresinden kontrast madde geçiĢi olan santral dolum defektidir. Trombüs arter lümenini tamamen tıkadığında tam dolum defekti görülür. Damar duvarı ile dar açı yapan ve lümene projekte

(20)

olan dolum defektleri de akut emboli lehinedir. Damar çapı normal veya normalden geniĢ olabilir (25, 26). Damar duvarı ile devamlılık gösteren ve geniĢ açı yapan emboliler, trombüs içinde rekanalizasyon, arteriyel ağ ve damar çapında %50‘den fazla küçülme kronik emboli bulgularıdır (25, 26). Küçük segmenter dallarda akut-kronik emboli ayrımını yapmak mümkün değildir (25).

3.4. Tanı

Akut PTE beklenmeyen anda ani olarak geliĢebilir ve diğer birçok hastalık ile karıĢtığı için tanı konulması zor olabilir. Hastalık tesadüfen saptanan bir durumdan, hemen ölüme neden olabilen masif embolizm gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Dolayısıyla VTE ile iliĢkili klinik belirti ve bulguların bilinmesi çok değerlidir. Çünkü hastalığın tanısal yolağında klinik Ģüphe her zaman ilk basamağı oluĢturmaktadır.

Pulmoner emboli klinik tabloları; masif, submasif ve non-masif olarak sınıflandırılır. Masif pulmoner embolide hipotansiyon, Ģok ve/veya kardiyopulmoner arrestin eĢlik ettiği akut sağ ventrikül yetmezliği mevcuttur.

Submasif pulmoner embolide normal sistemik kan basıncına karĢılık ekokardiyografide saptanan sağ ventrikül disfonksiyon (dilatasyon ve hipokinezi) bulguları söz konusudur.

Non-masif pulmoner embolide ise sistemik kan basıncı ve sağ ventrikül fonksiyonları normal olarak bulunmaktadır (3, 2).

Tablo 2. Akut PTE’nin klinik tabloları

Masif PTE: Hipotansiyon, ġok, Akut sağ ventrikül yetmezliği Submasif PTE: Sağ ventrikül distansiyonu, Normal kan basıncı

(21)

3.5. Klinik bulgular:

Klinik bulgular embolinin büyüklüğüne (masif/submasif), sayısına (tek/multipl), lokalizasyonuna, infarktüs geliĢip geliĢmediğine, rezolüsyon hızına, ilk kez mi yoksa tekrarlayıcı mı olduğuna ve hastanın kardiyopulmoner fonksiyon rezervine bağlı olarak değiĢebilir. PTE‘de görülen semptom ve bulgular tablo 3‘de görülmektedir (27).

Tablo 3. PTE’de görülen klinik semptom ve bulgular Klinik semptomlar:

1. Dispne atakları 5. Hemoptizi 2. TaĢikardi 6. Senkop 3. Nefes darlığı

4.Öksürük

Klinik bulgular:

1. Takipne 7. Plevral frotman 2. Plöretik göğüs ağrısı 8. Üçüncü kalp sesi 3. Ġnspiryum sonu raller 9. Siyanoz

4. Pulmoner 2. seste Ģiddetlenme 10. Hipotansiyon, Ģok 5. AteĢ, konfüzyon 11. TaĢiaritmi

(22)

Akut pulmoner emboli, tıkanan damar yatağının büyüklüğüne bağlı olarak masif ve submasif olarak sınıflanabileceği gibi, infarktüs geliĢen (pulmoner hemoraji ve infarktüs tablosu) ve geliĢmeyen (izole dispne tablosu) pulmoner emboli olarak da sınıflandırılabilir.

1.Masif pulmoner tromboemboli: Pulmoner arter sisteminin en az %50‘ sinin tıkandığı emboli grubudur. Pıhtı büyük çoğunlukla iki taraflıdır. Kardiyojenik Ģok, senkop, ciddi dispne, akut kor pulmonale, paradoksal arteriyel emboli ve yaygın intravasküler koagülasyon tabloları ile karıĢabilir. Hasta hipotansiftir ve vital organlara perfüzyon azalmıĢtır. Siyanoz, apati, oligoüri, mental konfüzyon, ciddi takipne ve taĢikardi saptanır (27).

2.Pulmoner hemoraji ve infarktüs tablosu: Akut myokardiyal iskemiyi taklit edebilir, fakat ağrının plevral özellikte olması ve nitrogliserine cevap vermemesi ayırıcı tanıda önemlidir. Ani baĢlangıçlı plevral özellikte göğüs ağrısı, dispne, hemoptizi, frotman ve plevral sıvı ile karakterize bir tablodur. Ağrı sıklıkla kotlara lokalizedir. Ancak infarktüs sahasının bulunduğu alana göre omuza ve karına doğru yayılabilir.

3.Ġzole dispne tablosu: Vakaların büyük çoğunluğunu oluĢturan submasif tromboemboliler bu klinik tablo ile karĢımıza çıkar. Küçük tromboembolilerde nedeni açıklanamayan dispne, takipne ve taĢikardi atakları görülür. Sistemik arter basıncı normaldir. Pulmoner damar yatağının %30‘undan fazlasının tıkandığı durumlarda dispne Ģiddetlidir ve devamlılık gösterir. Anksiyete ve substernal baskı hissi vardır.

Klinik bulgular, özellikle karĢımıza en sık çıkan tablo olan submasif tromboemboli tanısında yetersiz kalmaktadır. Dispne, takipne, taĢikardi, plevral ağrı, öksürük ve hemoptizi gibi semptomlar sadece bu hastalığa spesifik değildir. Birçok akciğer hastalığında karĢımıza çıkabilir. KanıtlanmıĢ pulmoner embolisi saptanan hastalardan oluĢan geniĢ çalıĢma serilerinde hastaların yaklaĢık %10‘unda dispne ve takipne gibi ana semptomların bulunmadığı görülmüĢtür.

Bazı çalıĢmalarda pulmoner emboli nedeniyle ölen hastaların %50‘sinde tipik pulmoner emboli kliniği saptanmamıĢtır. Buna karĢılık bazı otopsi çalıĢmalarında ölmeden klinik olarak pulmoner emboli tanısı konulan hastaların % 60-65‘inde pulmoner embolinin var olmadığı gösterilmiĢtir. Dolayısıyla tek baĢına klinik yaklaĢım, pulmoner emboli tanısı için yanlıĢ pozitif ve yanlıĢ negatif sonuçlara neden olmaktadır (27).

Tüm bu olumsuzluklara rağmen yine de klinik olasılık ‗düĢük, orta ve yüksek‘ olarak tanımlanıp diğer laboratuvar incelemeleri ile birlikte değerlendirilmelidir (tablo 4) (27).

(23)

Tablo 4. PTE’de klinik sınıflandırma YÜKSEK KLĠNĠK OLASILIK

PTE için risk faktörleri var

Açıklanamayan dispne, takipne veya plöritik göğüs ağrısı varlığı Açıklanamayan radyolojik bulgular, kan gazı anormallikleri ORTA KLĠNĠK OLASILIK

Yüksek ve düĢük olasılık kriterlerine uymayan DÜġÜK KLĠNĠK OLASILIK

Risk faktörü yok

BaĢka hastalıkla açıklanan dispne, takipne veya plöritik göğüs ağrısı varlığı

BaĢka hastalıkla açıklanan radyolojik bulguların ve kan gazı anormalliklerinin varlığı

3.6. Tedavi:

PTE'de tedavi protokolü nedene göre kategorize edilebilir. 1. Trombüs geliĢimini önlemek (proflaksi)

2. Trombüsün ilerlemesini veya yinelemesini önlemek (antikoagülasyon)

3. Stabil olmayan hastalarda majör tromboembolinin doğrudan tedavisi (trombolitik tedavi veya embolektomi)

4. Rezolüsyona uğramamıĢ tromboembolik materyali organize olduktan sonra çıkarmak(tromboendarterektomi).

Trombolitik tedavi, heparin ve destek tedavisine yanıt vermeyen akut majör embolilerde damar çeperine yerleĢmiĢ trombüsleri eritmede kullanılır. Trombolitik ilaçlar fibrinoliz aktivatörü streptokinaz, ürokinaz ve doku tipi plazminojen aktivatörüdür.

(24)

Trombolitik tedavide küçük pulmoner pıhtıların endojen olarak erimesi en az 3 gün sürmekte olup büyük pıhtıların endojen lizisi 1 haftadan önce gerçekleĢmemektedir. Pıhtıların lizisini anlamlı Ģekilde hızlandırmak için tek yol trombolitik tedavidir ve hatta bu tedavi sürecinde dahi tromboliz 48 saat ile 13 gün arasında sürmektedir. Destek tedavisinde ise; analjezikler, oksijen tedavisi, sedatifler, vazopressör ilaçlar (sistemik hipertansiyonlu olgularda), diüretikler (sağ kalp yetmezliği bulguları varlığında) ve geniĢ spektrumlu antibiyotikler kullanılır.

Akut minör embolide heparin ve varfarin protokolü uygulanırken; akut majör embolide kolloid sıvılar, inotropik destek, heparin, varfarin, trombolitik tedavi ve nadiren embolektomi yapılır. Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyonda ise vazodilatatör ilaçlara yanıtın olmaması nedeni ile tedavi yaklaĢımı kalp-akciğer naklidir (19, 28).

3.7. Pulmoner tromboembolide tanı yöntemleri 1.Laboratuvar Bulguları

2.Akciğer Radyografisi

3.Ventilasyon/Perfüzyon Sintigrafisi 4.Pulmoner Kateter Anjiyografi 5.Manyetik Rezonans Anjiyografi 6.Renkli Doppler Ekokardiyografi

7.Bilgisayarlı Tomografi Pulmoner Anjiyografi 3.7.1. Laboratuvar Bulguları

PTE tanısında laboratuvar testleri spesifik sonuç vermezler. V/P sintigrafi sonuçları belirsiz veya klinik izlem ile V/P sonuçları uyumsuz olan hastalarda ek bilgiler edinmek, ayırıcı tanı almıĢ hastalarda tedaviyi değerlendirmek için kullanılmaktadır. Serumda artmıĢ LDH, normal SGOT ve artmıĢ serum bilirubin düzeyleri (Wacker's triadı) saptanabilir. Ancak bu bulgular hastaların ancak %10'unda görülmektedir (21, 27).

Dimer testi: D-dimer spesifik bir fibrin parçalanma ürünüdür. Tromboembolik hastalıkta D-dimer düzeyi yükselmektedir. Kan düzeyleri latex aglutinasyon veya ELISA ile ölçülebilmektedir. PTE veya DVT Ģüpheli hastalarda özellikle ELISA yöntemi

(25)

kullanıldığında serum düzeyi 500 ng/ml altında bulunursa venöz tromboembolizmi %95–99 oranlarında dıĢlayabilmektedir (27).

Arteryel kan gazları: Genel olarak arteryel kan parsiyel oksijen basıncı (PO2) ve alveolerarteryel O2 gradyenti (P(A-a) O2) kullanılır. PO2 değerlerinin düĢmesi veya P(A-a) O2 değerlerinin yükselmesi, PTE'li hastalar dıĢında diğer akciğer hastalıklarında da görülebileceğinden spesifik değildir.

Prospective Investigation of Pulmonary Embolism Diagnosis (PIOPED) çalıĢmasında önceden kardiyopulmoner hastalığı olmayan embolili olguların PO2 düzeylerinin sağlıklı kiĢilerden farklı olmadığı saptanmıĢtır (13,31).

Elektrokardiyografi (EKG): PTE'li hastalarda nonspesifik ST-T değiĢiklikleri, sinüs taĢikardisi, sağ dal bloğu ve sağ aks sapması, Vl-V2‘de ST-T segment çökmesi görülebilir.

EKG, PTE tanısı konmasından çok diğer öntanıların dıĢlanması için kullanılabilir (27).

3.7.2. Akciğer radyografisi

Akciğer grafisinde en sık; fokal infiltrasyon, segmenter-subsegmenter kollaps, yüksek diyafragma ve plevral sıvı ya da bunların kombinasyonlarından biri görülür. Benzer bulgular pnömoni, akciğer malignitelerinde, plörit ve konjestif kalp yetmezliğinde de görülebilir. Bu nedenle akciğer grafisi bulguları nonspesifiktir (27).

Radyolojik bulgular embolik sahanın geniĢliğine, altta kronik kardiyopulmoner hastalık bulunup bulunmadığına ve infarktüs geliĢip geliĢmemesine bağlı olarak değiĢir. Ġnfarktüse bağlı keskin sınırlı ve tabanını plevraya dayamıĢ opasite görülme sıklığı azdır. Büyük embolilerde ilgili alandaki hipoperfüzyona bağlı olarak grafide vaskülarite azalması buna bağlı hiperlusensi gözlenebilir. Santral pulmoner arterlerin masif tıkanmalarında aynı tarafta hiperlusensi ile birlikte etkilenmeyen karĢı taraf pulmoner arterlerinde geniĢleme, sağ ventrikül ve atriyumda geniĢleme görülebilir. Bazen etkilenen taraftaki pulmoner arter, pıhtının sınırına uygun olarak aniden düzgün bir hat ile kesintiye uğrar. PTE olgularının yaklaĢık %40‘ında akciğer grafisi normaldir. Akut hipoksemi ile karĢımıza gelen ve obstrüksiyon saptanmayan bir hastada akciğer grafisi normal bulunduğunda, ilk olarak PTE olasılığı düĢünülmelidir (27).

(26)

3.7.3. Ventilasyon/Perfüzyon Sintigrafisi

V/P sintigrafisi PTE Ģüphesi bulunan hastalarda hızlı ve non-invaziv olarak uygulanabilen ilk tarama testidir. Bununla birlikte emboliyi görüntülemede indirekt bir yöntemdir ve nonoklüziv embolilerde tanı değeri düĢüktür (29, 30).

Ventilasyon sintigrafisi için Xe-133, Xe-127 gazlar ve teknesyumun gaz formu; perfüzyon sintigrafisi için Tc-99m mikrosferler veya MAA (macroaggregated albumin) kullanılmaktadır. Derin ven trombozuna yönelik incelemeyi de hedefleyecek Ģekilde Tc-99m MAA enjeksiyonunun her iki alt ekstremiteden yapılması ile aynı zamanda radyonüklid venografi de yapılabilir. Tc-99m MAA partikülleri kapiller yatağın %1'ini oblitere ederek görüntü oluĢtururlar ve pulmoner arter basıncında klinik önemi olmayan hafif bir artıĢa neden olurlar. Altı yönlü çekilen ve normal olan, defekt görülmeyen bir perfüzyon sintigrafisi PTE olasılığını dıĢlar. Gebelik sintigrafinin bilinen tek kontrendikasyondur (29, 30).

PTE tanısında V/P sintigrafisinin kullanılmasının ana nedeni birçok pulmoner hastalıkta perfüzyon defektine eĢlik eden ventilasyon defektinin (match defekt) en az perfüzyon defekti kadar olmasına karĢın, PTE'de perfüzyon defektine karĢılık gelen ventilasyon defekti olmamasıdır (mismatch defekt). Bu durum ventilasyon-perfüzyon uyumsuzluğu olarak adlandırılır. V/P sintigrafilerinin değerlendirilmesi; perfüzyon defektinin varlığına, boyutuna, ventilasyon ve perfüzyon defektlerinin karĢılaĢtırılmasına göre yapılmaktadır.

PTE'de geniĢ ve uyumsuz defektler (anormal perfüzyon, normal ventilasyon), küçük ve uyumlu defektlere göre daha sıktır. V/P sintigrafilerinin birbiri ile kıyaslanmaları ile değiĢik olasılıklar ortaya çıkar ve bu olasılıklar PTE olasılığını belirler (31).

3.7.4. Pulmoner Kateter Anjiyografi

Yöntemin duyarlılık ve özgüllüğü %95‘den fazladır. GiriĢim Seldinger yöntemi ile tercihen femoral venden yapılır. Uygun kalibrasyonlu bir kateter, öncelikle V/P defektinin tespit edildiği tarafta ana pulmoner artere yerleĢtirilir. Pulmoner arter içine kontrast madde verildikten sonra öncelikle anteroposteriyor grafiler alınır, eğer sonuç alınamazsa, oblik grafiler ve magnifiye grafiler alınır. Pulmoner anjiyografi lober ve segmental arterlerdeki tam ve kısmi tıkanıklıkların tespitinde etkili bir yöntemdir. Subsegmental ve daha küçük arterlerin tıkanıklıklarında süperpozisyon ve kontrast madde dilüsyonu nedeniyle yararları sınırlıdır (32).

(27)

PTE için primer bulgular:

1- Tam tıkanıklık olmadan santral veya periferik lümen içi radyolusensinin görülmesi 2- Distal uçta kan akımına izin vermeyen lümen içi radyolusensinin bulunması. Sekonder bulgular:

1- Lümen içi dolma defekti görülmeden pulmoner arterdeki ani sonlanma 2- Asimetrik perfüzyon defekti:

A-oligemi ve avasküler alanlar B-arteriyel fazın uzun sürmesi

C-ince kıvrımlı periferik damarlar ve azalmıĢ vasküler dallanma

Kronik embolili olgularda ise damar duvarında düzensizlik, arteryel ağ, damar çapında azalma görülebilir.

Pulmoner anjiyografi endikasyonları Ģu Ģekilde sıralanabilir: 1- Orta olasılıklı veya belirsiz akciğer sintigrafisi sonuçları

2- Sintigrafik olarak PTE olasılığının yüksek olması ancak, geçirilmiĢ PTE öyküsü olan ve antikoagulan tedavinin kontrendike olduğu olgular

3- Klinik olarak PTE olasılığının yüksek olduğu olgularda düĢük olasılıklı sintigrafi sonuçları ve DVT saptanamaması

4- Vena kava inferiyora filtre koymadan önce

5- Cerrahi ve kateter embolektomi yapılmadan önce (33).

Pulmoner anjiyografinin avantajları büyük bir alanın incelenebilmesi, rezolüsyonun yüksek olması, koopere olmayan hastalarda bile tanı kabiliyetinin yüksek olmasıdır.

En önemli dezavantajları pahalı olması, iyi eğitimli uzmanlara ve teknik ekipmana gerek duyulması, invaziv olması, komplikasyon riski, subsegmental ve daha küçük arterlerde tanı değerinin düĢük olmasıdır (33).

(28)

Mortalite oranları literatürde farklı oranlarda bildirilmektedir. PIOPED, çalıĢmasında pulmoner anjiyografinin morbiditesini %6, mortalitesini %0.5 olarak saptamıĢtır (31, 34).

3.7.5. Manyetik Rezonans Anjiyografi

PTE‘nin araĢtırılmasında kullanılabilen, kateterizasyon ve iyotlu kontrast madde gerektirmeyen görüntüleme yöntemidir. Manyetik rezonans (MR) görüntüleme ile pulmoner dolaĢım, toraks, mediyastinal yapılar hakkında bilgi edinilebilir. Aynı seansta alt ekstremite, pelvik ve santral venöz yapılar da değerlendirilebilir (13).

MR TOF (time of flight) anjiyografide satürasyona bağlı olarak sabit dokular sinyalsiz, satüre olmayan akan kan yüksek sinyal intensitesindedir. MR anjiyografi ile iki boyutlu veya üç boyutlu inceleme yapılabilir. Pulmoner damarların incelenmesinde genellikle üç boyutlu görüntüleme yöntemi önerilir. Üç boyutlu görüntüleme iki boyutlu görüntüleme ile karĢılaĢtırıldığında daha iyi sinyal/gürültü oranına, daha az akım artefaktına ve yüksek uzaysal rezolüsyona sahiptir. Üç boyutlu TOF anjiyografi ile segmental pulmoner arterler daha iyi görüntülenebilir. Multiplanar görüntüleme ve maksimum intensite projeksiyon (MIP) rekonstrüksiyonlar daha küçük vasküler anormalliklerin görüntülenmesine olanak sağlamaktadır. Tekniğin önemli dezavantajları yavaĢ kan akımına ve harekete duyarlı olmasıdır. YavaĢ akımdan kaynaklanan segmental damar artefaktları trombüsten net olarak ayırt edilemez, görüntü kalitesi küçük arterlerdeki pulsatil akımdan etkilenir. Kontrastlı üç boyutlu MR anjiyografi, konvansiyonel TOF anjiyografinin dezavantajını ortadan kaldırdığı için klinikte kullanılmaktadır. Damar ve sabit dokular arasındaki sinyal farkını artırmak için kontrast madde kullanılmaktadır. Sıklıkla kullanılan kontrast madde suda çözünen gadolinyum Ģelatlarıdır. Ġnceleme esnasında kontrast zamanlaması, solunum, kalp hareketleri, MR puls sekans parametreleri göz önünde bulundurulmalıdır (13, 35). MR anjiyografinin PTE dıĢında pulmoner hipertansiyon, pulmoner ven trombozu, vasküler anormallikler, intralobar sekestrasyon ve pulmoner arterlerin malign tümörlerinin tanısında önemli yararları vardır (35).

PTE tanısında MRG görüntülemenin en önemli dezavantajları maliyetin yüksek olması, subsegmental embolilerde sensitivite ve spesifitenin düĢük olması, uygun MRG cihazlarının birçok merkezde bulunmamasıdır.

(29)

3.7.6. Renkli Doppler Ekokardiyografi

Renkli Doppler ekokardiyografi ile kalp boĢlukları, pulmoner artere ait patolojiler ve anormal kan akımı belirlenebilmekte, pulmoner arter basıncı ölçülebilmektedir. Pulmoner hipertansiyon belirlenip etyolojisine yönelik bilgiler edinilebilir.

PTE'nin ekokardiyografi bulguları pulmoner arter basıncında yükselme, sağ ventrikülde geniĢleme ve duvar kalınlığında artma, interventriküler septumda paradoks hareket ve triküspit yetmezliği olarak sayılabilir.

Ekokardiyografi ile hemodinamik bozukluğa yol açan PTE'li hastalar daha yüksek oranda tanınabilmektedir. Pulmoner hipertansiyon yapacak masif PTE'yi tanımada Doppler ekokardiyografinin sensitivitesi %92- 100 olarak belirlenmiĢtir. Ancak sağ ventrikül geniĢlemesi baĢka nedenlerle de olabileceğinden spesifite düĢüktür. Saptanan bulgular büyük ve tekrarlayıcı embolide görülebileceği gibi, KOAH alevlenmesi gibi sağ ventrikül geniĢlemesine yol açabilen patolojilerle kolayca karıĢabilir (36, 37).

3.7.7. Ekokardiyografi

Günümüzde PTE tanı algoritmalarında özellikle masif ve submasif PTE Ģüphesi olan hastalarda ilk yapılması gereken tanısal iĢlem olarak yer almaktadır.

PTE‘li hastalarda saptanan anormal ekokardiyografik bulgular arasında sağ ventrikül dilatasyonu (%25-30), sağ ventrikül hipertrofisi, sağ ventrikülde hipokinezi, septal flutter ve paradoksal septal hareket, embolinin doğrudan görülmesi ve pulmoner arteriyel hipertansiyon yer almaktadır. Neticede özellikle submasif PTE olgularında sağ ventrikül dilatasyonu varlığının erken mortalite riskini gösterdiği ve bu hastaların bir kısmına yüksek risk nedeniyle antikoagülan yerine trombolitik tedavi gerektiği ifade edilmektedir (3, 37).

Ekokardiyografi PTE‘nin erken tanısı dıĢında hastalığın takibinde ve özellikle de tedaviye rağmen ileri aĢamada geliĢebilecek kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon gibi komplikasyonların erken saptanmasında önemli yer tutmaktadır.

Son yıllarda PTE‘nin prognozunu belirlemede, özellikle sağ ventrikülde disfonksiyon ve kantitatif parametreler ile yapılan ekokardiyografik ölçümlerin kullanımı giderek artmaktadır (38).

(30)

ÇKBT’NĠN KLĠNĠK ÖNEMĠ

Günümüzde daha az invaziv modern teknikler PTE tanısında pulmoner anjiyografi gibi invaziv yöntemlerin yerini büyük ölçüde almıĢtır (39, 40). Bu tekniklerin kısa tarama süresi, üç boyutlu reformat görüntü elde edilebilmesi gibi avantajları sayesinde PTE'de tanı koyma olasılığı artmıĢtır. ÇKBT‘de rekonstrüksiyon teknikleri ince kesitler alınabilmesi sayesinde subsegmenter ve ötesinde yer alan damar lezyonlarının saptanması artmaktadır. Böylelikle BTPA periferal pulmoner vasküler sistemin anatomik detaylarının doğru bir Ģekilde analizine olanak vermektedir.

Ayrıca BTPA‘nın önemli avantajlarından biri dispne ve plöretik göğüs ağrısı ile gelebilecek alternatif tanılarda da kullanılabilmesidir. Pnömoni, malignite, plevral effüzyon, özofajit, perikardit ve aort diseksiyonu bu hastalıklara bazı örneklerdir. Pulmoner arter embolisi ön tanısı gelen hastalarda baĢka bir tanı çıkma olasılığı % 25-46 olarak bildirilmiĢtir (41, 42).

Akut PTE Ģüphesi olan hastalarda, BTPA yapılan, yüksek klinik olasılıklı PTE olmalarına rağmen negatif bulunan hastaların gereksiz antikoagülan tedavi almamaları sağlanmıĢ ve iyi klinik sonuçlar elde edilmiĢtir (43).

3.7.8. ÇOK KESĠTLĠ BĠLGĠSAYARLI TOMOGRAFĠ (ÇKBT) Kısa tarihçe

Bilgisayarlı tomografi kullanımında yeni bir dönemin kapılarını açan bir geliĢme olan BT‘nin bugünkü durumuna ulaĢması BT teknolojisinde bazı öncü geliĢmelerle gerçekleĢmiĢtir. Helikal taramanın geliĢtirildiği 1989 yılından sonra takip eden çalıĢmalarla 1991 yılında 1 mm‘nin altında kesit alabilen cihazlar türetilmiĢtir. Aynı yıl bugünkü ÇKBT teknolojisinin öncüsü ikiz dedektörlü helikal BT de geliĢtirilmiĢtir. 1993‘te gerçek zamanlı BT‘nin kullanıma sokulmasıyla BT floroskopi altında biyopsi iĢlemlerinin yapılabilmesi, damar yapıları ya da organlar içindeki kontrastlanmanın monitorizasyonu (otomatik bolus yakalama programları) olanaklı hale gelmiĢtir. Gantry rotasyon zamanlarının 1 sn‘nin altına inmesi 1995‘te mümkün olmuĢtur. 1998 yılından itibaren de ilk ÇKBT sistemleri kullanılmaya baĢlamıĢtır (44). Çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) 1998 yılında klinik kullanıma girmiĢ olup, literatürde ―multislice CT‖, ―multidetector CT‖ ve ―multidetector row CT‖ gibi isimler ile anılmaktadır (45). Tüpün hasta etrafında bir dönüĢünde tek kesit alabildiği önceki helikal (spiral) bilgisayarlı tomografi (BT) sistemlerinden farklı olarak,

(31)

ÇKBT‘de bir rotasyonda 4 veya daha fazla sayıda (8, 16, 32, 40, 64, 256, 320) kesit almasına olanak veren z ekseni (hasta masası yönü) boyunca dizilmiĢ çok sıralı dedektör sistemi vardır (45). Ġki bin bir yılında 8-kesitli, 2002 yılında 16-kesitli, 2004 yılında 64-kesitli, 2006‘da çift tüplü 64-kesitli, 2007‘de 256-kesitli ve 2008‘de 320-kesitli BT‘ler klinik kullanıma girmiĢtir (45). Çok kesitli bilgisayarlı tomografi teknolojisindeki geliĢmeler uzun mesafeleri kısa sürede ve ince çözünürlükte görüntülemeyi mümkün kıldığından, ÇKBT anjiyografi 1998‘den beri koroner arter sistemi dıĢındaki vasküler yapıların görüntülenmesinde kullanılmaktadır.

FĠZĠK ÖZELLĠKLER Gantry Rotasyon Süresi

Bir saniyenin altında sürede tarama yapabilmeyi baĢaran ilk BT tarayıcıları elektron beam tomografi (EBT) cihazları olmuĢtur. Kısa zaman içinde helikal cihazlarda da rotasyon süreleri 1 sn‘nin altına indirilmiĢtir. Bugün itibariyle ulaĢılabilmiĢ en kısa süre 0,33-0,40 saniyedir ( 320 MDCT: Toshiba Aquilion ONE:0,35)(50).Gantry rotasyon süresinin bu denli kısalması hareket artefaktlarını belirgin olarak azalttığı gibi aynı süre içinde daha geniĢ anatomik bölgelerin taranabilmesi olanağını sağlamıĢ ve longitudinal (z eksen) çözünürlüğüde artırmıĢtır.

Tarama zamanının 1 sn‘nin altına indirilmesi için gantry çiziminde (design), gantry motorunda, veri ileti düzeninde (data transmission system-DAS) ve X- ıĢını tüpünde bazı değiĢikliklerin yapılması gerekmiĢtir (44). Tarama zamanındaki kısalma gantriyi etkileyen merkezkaç kuvvetinde artıĢ oluĢturmaktadır. Gantrinin bu kuvvet artıĢını karĢılamak üzere yeniden biçimlendirilmesi gerekmektedir. Yine, tarama zamanı kısaldıkça birim zamanında ölçülen veri miktarı artmaktadır. Bu miktardaki verinin iletimi düĢük voltajlı slip-ring yönteminden farklı, daha yüksek hacimli ve hızlı veri iletim sistemlerine ihtiyaç doğurmuĢtur. Tarama zamanının kısalması tüpe uygulanan merkezkaç kuvvetini artırdığı gibi tüpün ürettiği X-ıĢını miktarının artmasını ve dolayısıyla tüpün soğutma yeteneğinin iyileĢtirilmesini de gerektirmiĢtir(46).

Ġnce Kesit Kalınlıkları

ÇKBT cihazları bu alıĢılmamıĢ hızları sayesinde, konvansiyonel helikal cihazlardan farklı olarak, klasik kesit taramasından çok, bir anlamda ‗‘hacim taraması‘‘ yapmaktadır. Yüksek kalitede hacim bilgisi için longitudinal düzlemdeki (Z eksenindeki) çözünürlüğün yeterli olması gerekmektedir. Z eksen çözünürlüğünü belirleyen baĢlıca etken

(32)

kesit kalınlığıdır. Dedektör teknolojisindeki iyileĢtirmelerle minimum kesit kalınlığı giderek düĢürülmektedir. Böylece ulaĢılan izotropik voksel geometrisi sayesinde multiplanar reformasyonlar ve üç boyutlu görüntüleme optimal görsel keskinlikle yapılabilmektedir.

Çok Sayıda Dedektör

Çok kesitli BT teknolojisinin temel taĢı, dedektör yapısıdır. Konvansiyonel helikal BT cihazlarında dedektör tek sıra halinde dizilmiĢ dedektör elemanlarından oluĢan tek boyutlu bir yapıdır. Çok kesitli BT cihazlarında ise dedektör, çok sayıda dedektör sırasından oluĢan iki boyutlu bir matriks yapısındadır. Bu Ģekilde farklı kalınlıkta dedektör elemanları içeren asimetrik dedektör dizaynlarının yanı sıra bazı sistemlerde dedektör matriksi simetrik yapıdadır. Bu dedektör sıralarının farklı kombinasyonlarının seçilmesi ile değiĢik kesit kalınlıklarında multislice incelemeler yapılmaktadır. Sistemin minimum kesit kalınlığını belirleyen unsur, en küçük dedektör elemanının Z eksenindeki geniĢliğidir. Bu değer bazı sistemlerde 0.5 mm, bazı sistemlerde 0.625 mm‘dir.

DAS (Data Acquisition System: Veri Elde Etme Düzeni)

Dedektör sıralarından veya bunların kombinasyonlarından alınan kesit bilgileri daha sonra DAS‘lara aktarılmaktadır. DAS‘lara gelen analog veriler dijital verilere dönüĢtürülmektedir. DAS sayısının artması elektronik devre gereksinimini de artırmaktadır. Fazla miktardaki elektronik devrenin yer ihtiyacı bunların yüksek yoğunlukta monte edilmesi ile çözümlenmiĢtir (47).

Görüntü Rekonstrüksiyonu

Çok noktalı rekonstrüksiyon algoritması ve optimal veri örneklemesi dedektör sisteminden baĢka, ÇKBT cihazlarında, konvansiyonel helikal cihazlardan farklı görüntü rekonstrüksiyon algoritmaları kullanılmaktadır. ÇKBT cihazlarında dedektör iki boyutlu olduğundan tüpten çıkan X-ıĢını hüzmesi de iki boyutludur, yani koni Ģeklindedir. Konvansiyonel rekonstrüksiyon yöntemlerinin kullanılması durumunda, koni içinde belli bir açıyla dedektör elemanlarına gelen X-ıĢınları artefaktlara yol açabilir. Bu artefaktların giderilebilmesi için, ÇKBT cihazlarında, konvansiyonel helikal cihazlarda kullanılan 180 derece lineer interpolasyon algoritması değil, çok noktalı (multipoint) interpolasyon ile görüntüler rekonstrükte edilmektedir (47). Bu Ģekilde konvansiyonel helikal tekniğe göre daha yüksek kalitede görüntü kalitesi elde edilebilmektedir. Multipoint rekonstrüksiyon algoritmasında verilerin örneklenmesi de optimize edilmiĢtir. Optimize edilmiĢ örnekleme adı

(33)

verilen bu yöntemin amacı longitudinal yönde veri örnekleme miktarını arttırmak, yani daha fazla ölçüm bilgisi elde etmek ve böylece sinyal/gürültü oranını artırmaktır (44).

Z filtre rekonstrüksiyonu:

ÇKBT‘de görüntü rekonstrüksiyonunda çok noktalı interpolasyon algoritması dıĢında Z filtre rekonstrüksiyon algoritması adı verilen bir teknik de kullanılmaktadır. Z filtre rekonstrüksiyonunda uygun Z kernelleri seçilerek, tek bir helikal veri kümesinden farklı kesit kalınlıklarında çok sayıda görüntü serisi oluĢturulabilmektedir. Buradaki ilke standart veya akciğer kernelleri ile yapılan görüntü rekonstrüksiyonuna benzemektedir. Nasıl bu kernellerde düzlem içi (inplane) frekans yanıtı değiĢtirilerek standart veya akciğer algoritmasında görüntüler oluĢturuluyorsa, Z kernelleriyle de kabaca benzer bir biçimde Z eksenindeki frekans yanıtı değiĢtirilmekte ve bu Ģekilde farklı kesit kalınlıklarında görüntüler oluĢturulabilmektedir.

ÇKBT’DEKĠ YENĠLĠKLERĠN TARAMA PARAMETRELERĠNE ETKĠSĠ Tarama Hızında ArtıĢ:

ÇKBT sistemlerinde hızın artması esas olarak iki nedene bağlıdır:

Gantry rotasyon süresinin kısalması (0.33-0.40 sn‘ye inmesi) ve pitch faktörünün artması. ÇKBT cihazlarının kullanıma girmesiyle pitch kavramı iki farklı Ģekilde tanımlanır olmuĢtur. Pitch 360 derece rotasyon süresince olan masa hareket miktarının tek kesit kalınlığına oranı olarak hesaplanabileceği gibi, 360 derece rotasyon süresince olan masa hareket miktarının toplam ıĢın demeti geniĢliğine oranı Ģeklinde de hesaplanabilir.

Ġkinci yöntemde, örneğin 3 ve 6 gibi pitch değerleri kullanılmaktadır. Bu sistemlerde pitch‘in 3 olarak kullanıldığı tarama modları yüksek kalite, pitch‘in 6 olarak kullanıldığı tarama modları hızlı olarak tanımlanmaktadır. Uzaysal çözünürlüğün önemli olduğu klinik durumlarda 3 pitch‘in, yüksek hacimlerin kısa zamanda taranmasının gerekli olduğu durumlarda 6 pitch‘in kullanılması önerilmektedir. Bazı üreticiler konvansiyonel helikal cihazlarda kullanılan pitch kavramıyla örtüĢmesi amacıyla pitch‘i yukarıda belirtilen ikinci formülle, yani rotasyon süresince olan masa hareketini toplam ıĢın demeti geniĢliğine bölerek hesaplamakta ve beam pitch olarak adlandırılmaktadırlar. Tarama hızının konvansiyonel helikal cihazlara göre ÇKBT sisteminde artması daha geniĢ hacimlerin daha kısa sürelerde taranması olanağını getirmiĢtir. Buna bağlı avantajlar Ģöyle sıralanabilir:

(34)

1.Ġncelemelerin daha kısa sürelerde (nefes tutma süresinde) bitirilmesi solunum yetmezliğinden kaynaklanan artefaktları gidermiĢtir. Örneğin 30 cm geniĢliğindeki toraks incelemesi konvansiyonel helikal bir cihazda 30 sn sürerken çok kesitli cihazlarda daha ince kesit kalınlıkları ile 5–9 sn arasında tamamlanabilmektedir.

2.Hızlı tarama yeteneği travma hastalarının incelenmesinde vazgeçilmez bir avantajdır. Bu hastalarda çok kısa sürelerde tüm vücut taraması yapılabilmektedir.

3.Çocuk yaĢ grubunda ve kooperasyon sağlayamayan hastalarda ÇKBT son derece hızlı bir biçimde incelemenin tamamlanabilmesini sağlamaktadır.

4.Çok kesitli BT‘nin geliĢtirilmesi BT anjiyografi uygulamalarında çığır açmıĢtır. Pulmoner emboli hastalarında önceleri mümkün olmayan subsegmental düzeydeki embolilerin değerlendirilmesi ÇKBT cihazları ile olabilmektedir. Aort diseksiyonu, aort anevrizması, ekstremite arterlerinin aterosklerotik lezyonları, renal arter patolojileri, mesenter iskemisi, pankreas, biliyer ağaç, karaciğer ve böbrek neoplazmlarında arteryel/venöz tutulumun araĢtırılması, karaciğer transplantasyonlarında hepatik arteryel, portal ve hepatik venöz anatominin preoperatif değerlendirilmesi gibi birçok uygulama çok kesitli cihazlarla daha yüksek longitudinal rezolüsyonla yapılabilmekte, longitudinal çözünürlüğün artmasıyla daha kaliteli 3 boyutlu uygulamalar mümkün olmaktadır. Yüksek tarama hızının ince kesit kalınlıklarıyla birleĢtirilmesi sayesinde Willis poligonu damar yapıları ÇKBT anjiyografi ile de değerlendirilebilir hale gelmiĢtir.

5.Çok kesitli BT sistemleri çok fazlı kontrastlı çalıĢmalara olanak sağlamaktadır. Örneğin karaciğerde üst üste iki kere arteryel faz taraması yapılabilmektedir. Bu Ģekilde siroz hastalarında daha çok sayıda erken evre karaciğer kanseri yakalandığını gösteren çalıĢmalar mevcuttur.

6. Tarama hızının artması özellikle ÇKBT anjiyografi uygulamalarında kontrast madde dozundan tasarruf edilmesine imkan vermektedir. Örneğin pulmoner arter ÇKBT anjiyografide daha önceleri 140–160 mL arasında değiĢen kontrast madde gereksinimi yeni cihazlarda 100 mL‘nin altına indirilmiĢtir (44).

Kesit Kalınlığında Azalma:

ÇKBT teknolojisindeki geliĢim minimum kesit kalınlığında azalmayla paralel seyretmiĢtir. Günümüzde ÇKBT cihazlarında minimum kesit kalınlığı 0.5–0.62 mm arasında

Şekil

Tablo I. Venöz tromboz için çeĢitli kalıtsal ve edinsel risk faktörleri  A- Kalıtsal risk faktörleri:
Tablo 3. PTE’de görülen klinik semptom ve bulgular  Klinik semptomlar:
Tablo 4. PTE’de klinik sınıflandırma  YÜKSEK KLĠNĠK OLASILIK
Tablo 5.1.  Ekokardiyografi ve BTPA değerlendirme ile SKD saptanma oranları  EKOKARDĠYOGRAFĠ  PULMONER ARTER BT  ANJIYOGRAFĠ  POZITIF  NEGATIF     POZITIF  31(a)  14(b)  (49.5%)  NEGATIF  16(c)  30(d)   (50,5%)     (51,6%)  (48.4%)  Anlamlılık  p = 0,8551
+4

Referanslar

Benzer Belgeler

Elektrofizyolojik çalışmada ortaya çıkan aritminin tek morfolojisinin olması sağ vent- rikül çıkış yolu taşikardisini düşündürürken, birden fazla morfoloji

erken diyasıolik öne ak ım ve geç diyasto lik öne akımın h ızları, hız zaman integralleri ve süre leri ölçüldü (şekil 3). Vena kava superiyor pulsed Doppler

Inferior ve/veya posterior myokard duvarını tutan 27 akut myokard infarktüslü olguda, sağ prekordiyal derivasyonlarda (V 3R -V 6R ) ST segment yükselmesinin akut sağ ventrikül

Sonuç olarak dominant RVMİ’nün düşük CO’lu hipotansif sendroma yol açması ve kardiyojenik şokun reversibl sebeplerinden biri olduğu, kısa ve uzun dönemde prognozunun iyi

We also determine the enthalpy H of the event horizon, as well as the effective ther- modynamic volume which is the conjugate variable of the negative quintessential pressure, and

Bizim çalışma- mızda SĞV ve SLV EF’leri ile FEV 1 , FVC arasın- da anlamlı korelasyon bulunamadı, ancak FEV 1 , FVC, MMF ile SĞV sistolik parametrelerinden TPER,

By looking at teacher and student reflections on teachers’ motivational strategy use related to tasks and the motivation of students in the Preparatory School of Anadolu

Zıt olarak, bizim bulgularımıza göre oreksinler, bir çok doz grubunda, EEG güç spektrumunda istatistiksel olarak anlamlı artış meydana gelmesine